Neler yeni
MEGAForum - Teknoloji Forumu

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı yada giriş yapmalısınız. Forum üye olmak tamamen ücretsizdir.

  • Web sitemizin içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için Web sitemize kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Web sitemize üye olmak tamamen ücretsizdir.
  • Sohbetokey.com ile canlı okey oynamaya ne dersin? Hem sohbet et, hem mobil okey oyna!
  • Soru mu? Sorun mu? ''Bir Sorum Var?'' sistemimiz aktiftir. Paylaşın beraber çözüm üretelim.

A'dan-Z ye Dini Hikayeler

ekecikli24

MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    20 Ağu 2011
  • Mesajlar
    100
  • MFC Puanı
    0
Hırsız Evliya

Ortaköy Rumlarının gönüllerini İslama çelip çaldığı için Hırsız Aziz, (Hırsız Evliya) derlermiş Rumlar Yahya Efendi'ye


Kosta adında bir Rum Kaptan varmış, şarapçılık yaparmış, çok da içtiği için ayık anı olmazmış Ama Yahya Efendi'yi nerde görse, eline kapanırmış Yahya Efendi de sırtını sıvazlıyarak

-Kastın ne Kosta? Niye harâb ediyorsun kendini bu kadar? der gönüllermiş

Bir böyle, iki böyle derken bir gün Marmara Adalarının birinden Ortaköy'e şarap taşırken deniz kabarmaya, dalgalar teknesini tokatlamaya başlamış Derken fırtına kasırgaya, kasırga kıyâmete dönüşmeye başlayınca, kabaran, köpüren, taşan rahmet deryasında sırılsıklam olan Kosta, riyâsız bir gönülle, içten içeee, dıştan dışa, resmen de alenen de hep sevip saydığı Yahya Efendi'ye yönelerek:

- Elimden tut AzizYahya, çek sahile beni, sana bir küp şarabım var, hepsi fedâ olsun sana diye içten içe yana göynüye Ortaköy'e ulaşınca,
Kosta'yı sevenlerden birisi:

- Geçmiş olsun Kosta bu berbat fırtınayı nasıl aştın sen?

Biraz da meczub bir adam olan Kosta, saçını başını eliyle taraklayarak:

-Ben aşmadım, aşıranlar aşırdılar Yine bağışlandı bize canımız Köyde (Ortaköy) ne var, ne yok?

-Hırsız var

-Hırsız

-Hırsız Aziz adamlarıyla birlikte seni mahzeninde bekliyor

-Ne zaman geldiler?

-Az evvel Onlar gönderdiler beni seni bulmaya

- Pekala hadi gidelim

-Ben gelmesem, bir mahzuru var mı?


- Hayır, hiç bir mahzuru yok ama, sen de gel

- Peki, demiş arkadaşı, gitmişler varmışlar ki, Yahya Efendi ve yâranı Kosta'nın mahzeninde onları bekliyorlar

Kosta ve arkadaşı, loş mahzenin kapısından içeriye girerken, Yahya Efendi:

-Gel bakalım Kosta bir söz attın deryaya, biz de geldik buraya Tut bakalım sözünü

Bu durum karşısında ne diyeceğini, ne edeceğini şaşıran Kosta, Yahya Efendi'nin ellerine kapanarak:

-Aziz Baba, mahzenim feda size, şeref verdiniz bize, siz emredin yeter

Yahya Efendi:

-En keskini hangi küpte?

Kosta, kovuklardaki bir küpü göstererek:

-Aha şuracıkta işte

Yahya Efendi:

-Onu için hep birlikte

Kosta, elpençe, mahviriyyet içre:

-Siz?

Yahya Efendi

-Biz de içeriz, merak etme, deyince, Kosta, yıllanmış şarap küplerini açarak, bardak bardak dağıtmaya başlamış Yahya Efendi de öyle bir sohbet açmış ki orada, ilm-i ledün göklerini oraya boşaltmış Saatlerce içtikleri halde hiç kimsede en basit bir sarhoşluk alameti görülmeyince, Kosta, arkadaşı ve mahzende çalışan diğer Rumlar birbirlerine bakışmaya başlamışlar

Kosta, arkadaşının kulağına usulca:

-Bu işte bir iş var Bir de biz bakalım şu şarabın tadına, diyerek birer bardak da kendileri içince, gözleri fal taşı gibi parlamış, zira, bakmışlar görmüşler ki Kosta'nın mahzende yıllanmış şarabı taze nar şerbetinde dönüşmüş

İşte Kosta da, arkadaşları da, o günden sonra, mabedlerini de, işlerini de değiştirerek iyi bir Müslüman olmuşlar


Evliyaların işi, bizim bilemediğimiz, akıl erdiremediğimiz bir planda cereyan ediyor Hani ilim için henüz çözülemeyen bazı gerçekler var ya
 

ekecikli24

MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    20 Ağu 2011
  • Mesajlar
    100
  • MFC Puanı
    0
HERŞEYİ BİLMEK İYİ Mİ?


Adamın biri Musa Aleyhisselâm'a:

— Ya Musa, ben bütün hayvanların dilinden anlamak istiyorum Tur'u Sina'ya gittiğin zaman Allah'tan iste de benim duamı kabul etsin, diyordu

Musa Peygamber:

— Her şeyi bilmek iyi olmaz Senin hayvanların dilinden anlamaman daha iyidir Bu sevdadan vazgeç, dediyse de, adam illâ öğrenmek istiyordu

Bir gün Musa Aleyhisselâm Tur'a çıktığı zaman Cenab-ı Allah Musa Aleyhisselâm'a:

— «Ya Musa! O kulumun duasını kabul ettim, bundan sonra bütün hayvanların dilinden anlayacak Yalnız her şeye ehemmiyet vermesin, sonra onun için iyi olmaz» buyurmuştu

Musa Aleyhisselâm, Tur'u Sina'dan geldikten sonra durumu bildirip her şeyle fazla ilgilenmemesini söyledi Kendisine selâhiyet verilen adam, akşam ahıra hayvanlarını yemlemeye girmişti Orada eşekle öküzün konuşmalarına şâhid oldu

Onlar aralarında şöyle konuşuyorlardı:

Öküz:

— Yahu eşek kardeş, senin işin ne iyi, bana yazın rahat yok, kışın rahat yok Sabah olacak çifte koşacaklar, ama sense akşama kadar rahat gezeceksin, diyordu



Eşeğin öküze nasihati şöyle oldu:

— Bunlar hep senin ahmaklığından Sen sabah olunca hasta numarası yaparsın, akşamdan sahibimizin döktüğü yemi bile yemezsin O da sabahleyin seni bu haliyle görünce çifte koşmaktan vazgeçer ve birkaç gün olsun istirahat etmiş olursun, dedi

Bu sözler öküzün hoşuna gitmişti Hakikaten yem yemedi ve öyle aç karnına sabaha kadar yattı Eşek ise öküzün yemlerini bile kendisi yemişti Tabii bunların bu konuşmalarını sahibi duymuş ve gülerek ahırdan çıkmıştı

Sabah oldu, adam ahıra girdi ki, öküz aç Kalkması için birkaç tekme vurdu ise de öküz hastalanmıştı

Adam:
— Bu sefer de onun yerine eşeği koşalım, diyerek aldı tarlaya götürdü



Akşama kadar eşekle çift sürdü Eşeğin emdiği süt burnundan gelmişti Akşam eve geldiği zaman öküz rahat rahat geviş getiriyor kendi kendine hakikaten bu iyi bir numara oldu diyordu Eşek bu işin çekilemeyecek gibi olduğunu görünce öküze başka yoldan akıl verip kurtulmak istedi:

-Öküz kardeş, sen böyle yatarsan sahibimiz seni satacak Bu gün tarlada beni gören köylüler sordular O da, zaten tembel bir öküzdü, şimdi de hasta oldu Yarın kasaba vereceğim, dedi Eğer yarın' da böyle yaparsan kendini bıçağın altında bil, diyerek sabahleyen çifte gitmekten kurtuldu

Adam bunların bu konuşmalarını dinledikçe kendi kendine gülüyor ve:

- Gördün mü ne kadar iyi bir şeymiş hayvanların dilinden anlamak, diyordu

Ertesi sabah horozla köpeğin konuşmalarına şahit oldu


Horoz:
-Yarın efendinin, öküzü ölecek Sana müjdem var İyi bir ziyafet olacak senin için, diyordu



Adam bunu duyar duymaz hemen pazara götürüp öküzünü sattı ve zarardan kurtuldu

İkinci gün oldu, köpek horoza:

- Niye yalan söyledin? Hani ziyafet? Adam öküzü sattı kurtuldu, dediğinde, bu sefer horoz:

-Hiç merak etme! Öküzü sattı ama, yarın kölesi ölecek ve onun hayrına mutlaka bir yemek yedirirler Sen de artıklarından istifade etsen yeter, dedi

Adam bunu da duymuştu Hemen pazara çıkarıp kölesini de sattı


Köpek gene ziyafete erişememişti Horoza:


-Beni ne kandırıp duruyorsun? diye çıkıştı


Horoz:

-Ben yalan söylemem Ziyafet var dediysem vardır Efendimiz öküz ve köleyi satarak zarardan kurtuldu ama, yarın kendisi ölecek, işte o zaman ziyafetin büyüğü olacak, dedi

Adam horozdan bunları duyunca etekleri tutuştu Ne yapacağını şaşırdı ve doğru Hazreti Musa'nın huzuruna çıkıp durumu anlattı:

-Hakikaten ben yarın ölecek miyim? Bunun bir çaresi yok mu? diye yalvarmaya başladı

Musa Aleyhisselâm:

-Ben sana demedim mi? Her şeye ehemmiyet vermeyeceksin diye Eğer sen öküzü satmasaydın, o ölecek ve belâ atlatılmış olacaktı Ama sen onları satmakla başkalarının zarar etmesini istedin Kendi menfaatini düşünüp başkalarını kendisi gibi hesap etmeyenin hali budur, dedi
 

ekecikli24

MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    20 Ağu 2011
  • Mesajlar
    100
  • MFC Puanı
    0
İbadet Artarsa Rızık da Artar


Bir derviş Evden ayrılışında hanımına işe gidiyorum diyerek ayrılır, ancak doğru tekkeye gider ibadet ederdi Akşam eve döndüğünde Hanımı:


- Yiyecek bir şeyimiz yok biliyorsun, elin boş mu döndün, dediğinde de


- Çalıştığım zat öyle cömertki Ondan para istemekden utanıyorum Ay sonunda ücretimin tamamını toptan verecek, derdi

Ay sonu geldiğinde, yine evden ayrılmış, tekkeye gitmiş, ibadete koyulmuştu Akşam eve döneceğinde bir düşünce kendisini aldı, ay sonu idi, hanıma ne diyecekti Mahzun mahzun eve doğru yürüyordu Sonunda eve yaklaştı Evden leziz yemek kokuları etrafa yayılıyordu Şaşırmıştı, kapıyı hanımı güler yüzle açar, içeri girerler olanları kocasına şöyle anlatır:


- Kimin yanında çalışıyorsan bey, gerçekten cömert biriymiş Öğle sıraları idi, nur yüzlü iki zat kapıyı çaldı:


"Bunlar beyinin iş ücretleridir Eğer bundan sonra da işine devam eder ve daha fazla çalışırsa, ücereti daha da artacaktır" dediler ve taze kesilmiş koyun eti, çeşit çeşit yiyecek, hiç tatmadığım meyveler ve bir kese de altın verdiler Allah razı olsun o kimseden Açlıktan artık tahammülümüz kalmamıştı

Hanımından bu sözleri dinleyen derviş Allah'a şükredip, ibadetine devam etti

Allah (cc) neye kadir değil ki!
 

ekecikli24

MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    20 Ağu 2011
  • Mesajlar
    100
  • MFC Puanı
    0
İbrahim Amca'nın Hikayesi

Bu yaşanmış gerçek bir hikaye Mısırlı bir dava adamı olan doktor Saffet Hicazi'den dinledim bir Tv kanalındaKendisi de, olayın kahramanından bizzat dinlemiş


İbrahim Amca bir Türk Fransa'da yaşıyor ve mütevazı bir bakkal dükkanı var, daha doğrusu küçük bir marketi


O'ndan alışveriş yapan bir sürü site sakini var dükkanının çevresinde Her milletten, her dinden, her renk ve ırktan pek çok insanlar


Olayımızın kahramanı Cad, 7 yaşında bir Yahudi çocuğudur

Cad, hergün gelir ve İbrahim Amca'dan alışveriş yapar, her gelişinde de sahibine hissettirmeden(!) bir çikolatayı cebine indiriverir


Bu aylarca böyle devam eder


Birgün yine gelir, alışveriş yapar ama her zaman yaptığı gibi çikolata almaz, çıkar


İbrahim Amca, arkasından seslenir şefkatle;


"Caad, bugün çikolatanı almadın " Ve uzatır ona her zaman Cad'ın aldığı çikolatayı


Şaşırır çocuk ve; "Biliyor muydun?" der hayretle


İbrahim Amca başını okşar Cad'ın ve; "Sakın bir daha çalma Cad, hırsızlık büyük bir suçturBaşkasının hakkına tecavüzdür! Buraya geldiğinde yine al çikolatanı, ama benden hediye olarak" der şefkatle


Bundan sonra Cad ile arkadaş hatta dost olurlarİbrahim Amca 50 yaşında, Cad ise 7 yaşında bir çocukturAradan yıllar geçerNe zaman Cad'ın bir sıkıntısı olsa, doğru İbrahim Amca'sına koşar Cad O'nun şefkatli sinesine sığınır; Ailesiyle, arkadaşlarıyla vb tüm sorunlarını anlatır bu dostuna ve nasihatlarini, çözümlerini hayranlıkla dinler, uygular


Ne zaman sıkıntıyla İbrahim Amca'sına koşsa Cad, İbrahim Amcası çekmecesinden bir kitap çıkarır ve Cad'a vererek;

"Hadi aç bir yeri" der, sonra Cad'ın açtığı yeri okur, Cad'a anlatır ve sorununu böylece çözümlerler birlikte Hayrettir ki, her defasında da teşhis ve çözümler doğrudur!

Böylelikle tam 17 yıl geçer; Cad 24 yaşında koca bir genç delikanlı, İbrahim Amca da ötelere yürüyen bir faniAma dostlukları hep bu minval üzeri devam etmiştir


Bir gün emr-i Hakk vaki olur ve İbrahim Amca, Hakk'ın rahmetine kavuşurÖlmeden önce çocuklarına bir vasiyeti vardır İbrahim Amca'nın;


"İçerideki küçük Sandık olduğu gibi hiç açılmadan Cad'a verilecektir"


Cad, bu en büyük dostunun ölümüyle yıkılırÇok ağlar, çok yanar Artık elinden yüreğinden tutan, sorunlarına çözümler bulan, sırdaşı-dert ortağı yoktur

Vasiyet üzerine sandık Cad'a ulaştırılır Ama ilk anların hüznüyle açmak bile istemez Cad

Neden sonra yine büyük bir sorunla baş başa kalır Cad ve içinden çıkamadığı, çok daraldığı bir vakit aklına İbrahim Amcası gelir, gözleri dolar; seslenir dostuna;

"Ah keşke burada olsaydın da, çözümleseydin yine, bak yalnız kaldım, bak ortada kaldım" derken aklına sandık gelirKoşar açar sandığı Bir de bakar ki sandıktan, İbrahim Amca'sının eline verip açtırdığı ve okuduğu böylelikle sorunlarını her seferinde çözümlediği o Kitap çıkar

Kur'an'dır O!


Ama bilmez bunu Cad Koşar, okutmak için birini arar, herkese gösterir kitabı Sonunda bir Tunuslu okur açtığı sayfayı ve tercüme eder Cad'aSorun yine çözümlenmiştir o Kitap sayesinde

Merak eder Cad, sorar

"Bu Kitap nedir?"

Tercüme eden Tunuslu;

"Bu Kur'an-ı Kerim'dir, Müslümanların kitabı"

Cad şaşırır, şoktadır!


Demek ki yıllarca bilmeden okudukları, her derde deva olan o esrarengiz kitap Kur'an'dır ha? Zerre tereddüt etmez Cad ve sorar hemen;

"Müslüman olmam için ne yapmalıyım?"


Tunuslu gerekeni söyler-öğretir-yönlendirir ve Cad müslüman olur

Cadallah Kur'an adını alır

Hikaye burada bitmiyor


Cadallah Kuran, öyle ilerler, öyle kendini yetiştirir ki bu yolda, sadece Avrupa'da 5000 kişinin Müslüman olmasına vesile olurHer geçen gün artar, hidayetine vesile oldukları

Daha sonra Cadallah Kuran, Afrika Kıtasına geçer, orada da 5 milyondan fazla kişi, sayesinde Müslüman olur

Dr Saffet Hicazi, Bizzat tanışır O'nunla ve hikayesini dinler, elinden hiç bırakmadığı hayli yıpranmış Kur'an'ı sorduğunda Cadallah;

"Ammu İbrahim'in Kur'an'ı işte bu" der, yanında gezdirmektedir hep

Dr Saffet;


"Niçin Afrika Kıt'ası diye sorunca da;


Açar elindeki İbrahim Amca'nın Kur'an'nını ve kabını sıyırıp son sayfasında çizili Afrika haritasını gösterir ve der ki;

"İbrahim Amcam biliyordu benim Müslüman olacağımı ve bana işaret etti ki bu haritayla, Afrika'ya gideyim ve bu Nur'u gönüllere koyayım Rabbimin izniyle"

Yine Dr Safet'in anlattığına göre, bir gün Nijerya dan bir heyet gelir Mısır'a, yardım heyeti Bu heyetin sözcüsüyle konuşurken Saffet Bey, kabilesini, nerede oturduğunu vb sorar adama O da söyleyince,
"Sen der Cadalllah Kur'an'ı tanıyor musun?

Bunu sorunca, adam çok şaşırır ve heyecanla; "


Evet!" der ve


"Sen nerden tanıyorsun, yoksa gördün mü O'nu, konuştun mu O'nunla?" peşpeşe sıralar sorularını

"Evet" deyince Saffet Bey, ellerine sarılır, elini-yüzünü öper, öper gözyaşlarıyla

Ve der ki; "Ben O'nun sayesinde Müslüman oldum Madem bu eller O'nun elini tuttu, madem bu gözler O'nu gördü, ben sanki O'nu öpüyorum"

2004 yılında vefat etmiş Cadallah Kur'anRabbim mekanını cennet eyleye, amin

Rabbim İbrahim Amca'ya da rahmet ede, O gibilerin emsallerini arttıra

Avrupa'nın batağında bir Nur

Dirayet, şefkat, din, ırk ayırmadan seven yüce bir gönül


Her yaşa hitabetmesini bilen bir kocaman bir yürek,


O'na sallallahu aleyhi ve sellem benzeyenbir can

Sana, senin gibilerine ne kadar muhtacız ya Ammu İbrahim!


Bir Arap kanalında Kur'an'ı, O'na sarılmayı, Kur'an'la amel etmenin lüzumunu anlatan bir Mısırlı Tebliğci, konuşmasının sonunu senin kıssana ayırmıştı Gözyaşlarıyla anlattı seni Gözyaşlarıyla dinledik Gurur duyduk seninle İbrahim Amca!

Hele zerafetle, hiç örselemeden yetiştirdiğin fidanının, dünyanın dört bir köşesinde, ab-ı hayat dağıtması hiç olacak şey miydi İbrahim Amca?

Hele bu asırda!Herkesin maddeye meftun olduğu, herkesin "ben ben" dediği, kendi çocuklarını bile önemsemeyip, nefsinin bitmez tükenmez arzularının peşinde olduğu şu talihsiz asırda

Senin amel defterin mahşere kadar hiç kapanmayacak ne mutlu sana İbrahim Amca


Sana, senin gibilerine ne kadar muhtacız ya Ammu İbrahim! Nefesini yolla bize, diriltici yüreğindeki o nefhaları Silkinip dirilelim, şu ölüm uykusundan kendimize gelelim
 

ekecikli24

MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    20 Ağu 2011
  • Mesajlar
    100
  • MFC Puanı
    0
İdamdan İslama
Rasul-i Ekrem sav'in Mekke'yi fethettiği gün, İslâm düşmanı Ebu Cehl'in idam fermanı verilmiş oğlu İkrime, ölüm korkusuyla kaçıp Yemen tarafına gitmişti Onun eşi Ümmü Hakîm ise müslüman olmuş ve İkrime'nin bağışlanmasını Rasulullah'tan istirham etmişti

Allah Rasulü sav, İkrime için güvenlik garantisi verince, hanımı Ümmü Hakim onu aramaya çıktı Tihâme sahillerinde deniz yolculuğu sırası müslüman bir kaptanla görüşmekte olan İkrime'yi buldu Kaptan ona diyor ki:

- Lâ ilâhe illallah Muhammeden Rasulullah de, canını kurtarıver!

İkrime şu karşılığı veriyordu:

- Ben de zaten bunu için kaçıyorum

O sırada İkrime'nin karısı ortaya çıkarak şu haberi verdi:

- Ben insanların en iyisi ve en hayırlısının yanından geliyorum Onunla konuştum, o sana eman verdi, seni güvenceye aldı Gel gidelim, kendine kıyma!

Beraber yola çıktılar Bir konaklama yerinde İkrime, eşiyle birlikte olmak istedi Kadın onu şiddetle reddetti:

- Olmaz! Ben müslümanım sen ise kâfirsin, deyince İkrime:

- Doğrusu, seni benden uzaklaştıran şey, gerçekten önemli olmalı, dedi

İkrime Mekke'ye yaklaşınca, Rasulullah ashabına şöyle dedi:

- Ebu Cehl'in oğlu İkrime, mümin ve muhacir olarak size geliyor Sakın babasına sövmeyiniz Çünkü ölüye sövmek ona ulaşmaz, diriye zarar verir

Rasul-i Ekrem sav İkrime'yi görünce sevinçle onu karşıladı İkrime sordu:

- Ey Muhammed! Sen beni neye davet ediyorsun?

- Allah'tan başka ilâh olmadığına, benim O'nun kulu ve Rasulü olduğuma inanmaya, namaz kılmaya ve zekât vermeye davet ediyorum

- Vallahi sen sadece hakka davet ediyor, iyi ve güzeli emrediyorsun Sen peygamber olmadan önce de bizim en doğrumuz ve en iyimizdin

İkrime bu konuşmadan sonra Allah Rasulü sav'in elinden tuttu, Kelime-i Şehâdet söyleyip müslüman oldu
 

ekecikli24

MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    20 Ağu 2011
  • Mesajlar
    100
  • MFC Puanı
    0
İhtiyar Fakir ve Sultan Melikşah
Yaşlı bir adam, Selçuklu Veziri Nizâmü’l Mülk’ün huzuruna girmek istedi Nizâmü’l Mülk, ihtiyacını sordu Adam,

- Ben, Allâh Rasûlünün (sav) elçisiyim Sultan Melikşah’la görüşeceğim” diye cevap verdi Nizâmü’l Mülk “bu sözün izâhını” istedi

İhtiyar adam

- Eğer beni onun huzuruna çıkarırsanız mesajımı ileteceğim Aksi halde onu görene ve bende olan şeyi ona nakledene kadar bekleyeceğim, dedi

Nizâmü’l Mülk, Sultanın yanına çıktı ve ihtiyarın söylediklerini nakletti İhtiyar adam huzura alınınca Sultan’a şöyle dedi:

- Birçok kızım var; ancak fakir olduğumdan evlilikleri için gereken çeyizi temin etme imkânına sahip değilim Bu yüzden her gece Allâhu Teâlâ’ya dua edip bana kızlarımın çeyizini hazırlayacak imkânı ihsan etmesini istedim Filan ayın cuma gecesi, yine onlar için yardım dileyerek uyudum

Rüyâmda Allâh’ın Rasûlünü (sav) gördüm Bana şöyle dedi:

-Kızının çeyizinde gerekli şeyleri ihsan etmesi için her gece Allâhu Teâlâ’ya yalvaran sen misin?” “Evet yâ Rasûlallâh!” dedim Bana Sultan Melikşah’ın adını verdi “Ona git, Allâh’ın Rasûlünün (sav) kendisinden kızların için gerekli çeyizi satın almasını istediğini söyle” dedi Ben “Ey Allâh’ın Rasûlü, benden bir işâret isterse ona ne diyeceğim?” diye sordum O da

- Ona işaret olarak her gece yatmadan önce Tebâreke sûresini okuduğunu söyle, dedi

Sultan Melikşah bunu işitince,

- Bu doğru bir işâret, zîrâ bunu Allâhu Teâlâ’dan başka kimse bilmiyor Hocam bana her gece yatmadan önce bunu okumamı emretmişti Ben buna hep devam ettim” dedi İhtiyara, kızlarının çeyizi için gerekli her şeyin verilmesini emretti Ayrıca ihtiyara hediyeler verdi
 

ekecikli24

MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    20 Ağu 2011
  • Mesajlar
    100
  • MFC Puanı
    0
İhtiyar Mecusi


İran da İslam'ın yeni yeni yayılmaya başladığı bir zaman İhtiyar bir mecusi bir odaya çekilmiş, kapıyı üzerine kapamış, kimse ile görüşmüyordu Bunun bir putu vardı Vaktini hep onun hizmetine hasretmişti

Zaman olur mecusinin bir sıkıntısı zuhur eder, kime koşacak, tabi yıllarca hizmetyinde bulunduğu putuna ve koşar, sıkıntısının giderileceği umuduyla, putunun önünde yalvarır, yakarır, yatar, yuvarlanır ve derki

-Hey put! Aciz kaldım, canıma tak etti Ban merhamet et, yardım et, sıkıntımı gider

Huzurda bir müddet daha kalır, fakat işleri yoluna girmez, hani nerdeyse daha da kötüye gider Put'un ne kabahati varki, altı üstüğ bir put, ne karşısındaki mecusinin anlattıklarını, yalvarmalarını, yakarmalarını duyabiliyor, ne de kendine yaptığı hizmeti görüp ona şahit olabiliyor, altı üstü bir taş bir odun parçası, üzerine konan sineği kovalamaktan aciz, başına eden güvercinlerin pisliğini mecusi temizlemezse pislik çamurundan çıkmaktan aciz

Mecusi, isteği olmayınca bütün bu düşünceler ister istemez aklından bir filim şeridi gibi bir anda akıp geçiyor, kızıyor ve başlıyor puta söylenmeye:

- Bu kadar sene sana taptım, saçlarımı, sakallarımı senin yolunda ağarttım, Yapılması, muhim olan bir işim var Yapmıyacaksan beni bırak, şu anda Müslümanların Allah'ından diliyorum, der ve diler

Mecusi daha putun karşısında, yüzü toprakta iken, Allah onun muradını yerine getirir Odadan çıkmadan sıkıntısının giderilmiş olduğu müjdesini alır Olanı biteni bir mecliste anlattığıda oradaki hakikatleri aramakla meşgul olan bir zat, düşüncelere dalar ve aklından şunları geçirir:

-Bir sersem, adi, batıla tapan, başı henüz puthane şarabı ile sarhoş, gönlünü küfürden, elini hıyanetten çekmemiş olan böyle birinin Cenab-ı Hak dileğine anında cevap verdi

O anda gönül kulağına şu kelimeler dökülür:

-O aklı eksik ihtiyar, putun önünde çok yalvardı Fakat sözü makbule geçmedi, istediği olmadı Onun niyazı eğer bizim dergahımızda kabul edilmeseydi, sanem ile Samed arasında ne fark olurdu?" Ey dost! Gönlünü Samed'e bağla ki, insanlar sanemden daha acizdirler Eğer bu kapıya baş koyarsan, eli boş dönmezsin
 

ekecikli24

MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    20 Ağu 2011
  • Mesajlar
    100
  • MFC Puanı
    0
İki Avuç Hurma


Ashâb-ı kiramdan, Beşir bin Sa'd'ın kızı ve Nûman bin Beşir'in kız kardeşi (r anhüm) anlatıyor:

-Annem Amre bint-i Revâha (ra), beni çağırdı Eteğime iki avuç hurma koyduktan sonra,

-Kızcağızım! Git de, baban ile dayın Abdullah bin Revâha'nın gıdâlarını kendilerine ver, dedi

Giderken, Resûlüllah (sav)'a rastladım Babamla dayımın nerede olduklarını sordum O bana,

-Kızcağızım, beri gel, yanındaki nedir? diye sordu

-Yâ Resûlellah, dedim, bu hurmadır Annem bunu, yesinler diye, babam Beşir bin Sa'd ile dayım Abdullah bin Revâha'ya gönderdi

Resûlüllah sallallâhü aleyhi vesellem,

-Getir onu, buyurdu

Ben de onu, Resûlüllah'ın iki avucuna döktüm Avuçlarını doldurmadı Sonra, bir örtü getirilmesini emr etti Örtü getirilip serildi Hurmayı ona koyduktan sonra, örtünün üzerine yayıp dağıttı Yanındakilere;

-Gıdâya, kumanyaya geliniz!' diyerek hendek halkına sesleniniz, buyurdu

Hendek halkı toplanıp ondan yemeğe koyuldular Hurmalar yendikçe artmış, örtünün etrafından dökülüp taşmıştı
 

ekecikli24

MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    20 Ağu 2011
  • Mesajlar
    100
  • MFC Puanı
    0
İki Ekmek Eksik
Bir gün iki kişi, Râbia-tül Adeviyye'yi ziyârete geldiler İkisi de açtı "Yemeği helâldir" diye içlerinden yemek yemek geçti O anda kapıya biri gelerek, Allah rızâsı için bir şeyler istedi Râbia hazretleri evdeki iki ekmeğini buna verdi Gelen sevinerek gitti Bir saat kadar sonra bir kişi kucağında bir yığın ekmekle geldi Râbia hazretleri ekmekleri saydı On sekiz ekmek vardı Dedi ki:

-Ekmekler yirmi olsa gerektir

Ekmeği getiren, ikisini saklamıştı Çıkarıp iki ekmeği de verdi Oradakiler hayretle sordular

-Bu ne sırdır? Biz senin ekmeğini yemeye gelmiştik Önümüze koyacağın ekmekleri kapıya gelene verdin Ardından ekmek geldi Eksik olduğunu söyledin

Cevâbında şöyle buyurdu:

-Siz ikiniz gelince karnınızın aç olduğunu anladım Önünüze koyacağım o iki ekmeği kapıya gelene verdim Allahü teâlâdan bu ekmeklerin misâfirlerin karnını doyuramayacağını, bunun için bir yerine on vermesini istedim Çünkü Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde (En'âm sûresi 160 ayet-i kerîmesinde) bire on vereceğini bildiriyor Ben O'nun bu vâdine güvendim İki ekmek yerine yirmi ekmek geleceğini bildiğim için de ekmeklerin noksan olduğunu söyledim
 

ekecikli24

MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    20 Ağu 2011
  • Mesajlar
    100
  • MFC Puanı
    0
İkramdan Kaçan Kadının Akibeti
Mutlu bir aileydiler Bey kendine göre bir çevre edinmiş, mazbut dostlarıyla sık sık görüşüyor, onları zaman zaman da evine davet edip İslâmî konularda seviyeli sohbetlerde bulunuyorlardı

Ne var ki, hanım bu davetlerdeki hizmetinden memnun değildi Nihayet bir gün son sözünü söylemekten çekinmedi:

– Artık ben misafir falan istemiyorum Senin dostlarının çayını hazırlamaya da mecbur değilim!

Sakin ve edebli bey, her zamanki gibi sesini çıkarmadan düşünmeye başladı Kendi kendine söyleniyordu:

– Benim dostlarım kahve dostu değil ki Her biri İslâm’a hizmetten başka derdi, meselesi olmayan kültürlü insanlar Bunlarla bir araya gelmek, şöyle bir çay sohbetinde meselelerimizi konuşmak bir eğlence değil, bir hizmettir Ne var ki bu hanımın hizmetle, misafire ikramın sevabıyla hiç alâkası yoktur Rabbim bana sabırlar ihsan eyle!

Biricik kızı Mümine ise babasının hüznünü yüzünden okuyordu Hemen atıldı:

– Babacığım, neden üzülüyorsun? Anneme bakma sen Misafir ağabeyleri her zaman çağırabilirsin Senin bütün hizmetlerini tek başına ben görebilirim Çayını da, hattâ gerekirse sofranı da ben hazırlayabilirim!

Baba, çok etkilenmişti Zaten çok sevdiği biricik kızını, daha da çok sevmeye başladı Artık misâfirlerini rahatça davette bulunabiliyor, anneye rağmen küçük hanımın üzerine düşen hizmette hiç de kusur etmediği görülüyordu Zamanında gelen berrak çaylarını *******rken de hizmetlerini konuşabiliyorlardı Ne var ki Anne malum tutumunu yine devam ettiriyordu:

– Senin misafirlerinden de bıktım! Sana ne falan öğrencinin perişan oluşundan, filanların hizmete muhtaç halde bulunuşundan Çivisi çıkmış dünyayı sen mi ıslah edeceksin? Sen kendine bak, kendi işinle, gücünle meşgul ol!

Hep sabır içinde şükreden bey, bir gün Eskişehir’den İstanbul’a gitmek zorunda kalmıştı Arabasına hanımı ile kızı da bindiler Yolda Cumayı münasip bir yerde edâ etmeyi düşünüyordu Ne var ki, hanım yine itiraz etti:

– Cumayı yolda kılmaya mecbur değilsin Hızlı git, İstanbul’da kıl!

Bu yüzden hızla yol alırken ansızın önlerine çıkan bir demir kasalı kamyonun altına girmezler mi! Tabii her şey bitmiş, her üçünün de hayatları sona ermişti Haber duyulduğunda dostları koşuşmuş, ama ilahî takdiri kimse değiştirememişti

Her üçünü de defnettikten sonra masum bir yakınları bunları rüyada gördü Öyle bir rüya ki, tesirinden bir türlü kurtulamayıp bir maneviyat büyüğüne şöyle anlattı:

– Bey, hanımı ve kızı ile hacca gidiyorlardı Sınır kapısına vardıklarında pasaport kontrolü başladı Bey ile kızının bütün muameleleri gözden geçirildi Eksik yoktu Geçin, dediler Hanımınkini kontrol ettiklerinde:

– Bu hanım bu pasaportla hacca gidemez! Geri çevirin! dediler Hanım feryadı bastı:

– Ne münasebet! Biz bir aileyiz Muâmelemiz aynı İşte bu, beyim, bu da kızım Bizi ayıramazsınız!

Cevap kesindi:

– Hayır! Senin muamelen onlarınkinden ayrı yapılmış Sen giremezsin, çekil geriye bakayım

– Bu rüyanın tevili ne ki? diye sorulduğunda maneviyat büyüğünün cevabı şundan ibaret oldu:

– Evladım, bunun tevile ihtiyacı yok ki, rüya açık!

O günden bu yana bu olay ürperti ile anlatılıyor, ibretle dinleniyor Bilmem size de bir şey söylüyor mu?

Kaynak: Yeni Aile İlmihali, Ahmed Şahin, Cihan Yayınları
 

ekecikli24

MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    20 Ağu 2011
  • Mesajlar
    100
  • MFC Puanı
    0
İlk İnsan Hakları Mahkemesi

Hicretin 17 senesinde Halife Hazreti Ömer, ziyaretçi çokluğundan dolayı Resulüllah'ın mescidini genişletmek istemişti Bunun için Türbe-i Saadet'in etrafındaki arsaları istimlak edip mescide katması gerekiyordu


Çevredeki arsa ve ev sahiplerine tekliflerde bulundu:


- Evinizi, arsanızı Resulullah'ın mescidini genişletmek için satın almak istiyorum Kimse malına değerinden aşağısını vereceğimi sanmasın Herkes kıymetini söylesin, gönlünden geçirdiği fiyatı bildirsin Resulullah'ın mescidine zorla alınmış arsa ilave etmeyi düşünmüyorum


Herkes arsa ve evinin değerini söyler, binalar, arsalar satın alınır, Resulullah'ın mescidi genişletilmeye müsait duruma gelir Ancak bir pürüz var Onu da halletmek gerekiyor


- Nedir o pürüz?


Hazreti Abbas Abbas, arsasını satmak istemiyor Mescide de olsa vermeyi düşünmüyor


Halife bizzat meşgul olur, tekliflerini tekrar eder:


- Ya Abbas, arsanın değerinden aşağısını vermeyi düşünmüyoruz Resulullah'ın mescidine böyle zorla alınmış bir arsa ilave etmeyi de uygun bulmuyoruz Şayet verilen fiyat az geliyorsa emsallerinden de fazla fiyat vereyim, arsanı ver de bu iş bitsin Mescid-i Nebi ziyaretçileri içine alacak genişliğe ulaşmış olsun, ihtiyacı karşılayacak hale gelsin


Hayret! Abbas'tan beklenmeyen tavır:


- Hayır, mülk benimse fazla fiyat verseniz de satmak istemiyorum Zorla alacaksanız o başka!


İçinden çıkılmaz bir durum söz konusu olunca Halife olayı mahkemeye intikal ettirir Hakim meşhuk hukukçu Übeyd bin Kab


Taraflar huzurdalar Devletin iddiası:


- Biz yönetim olarak Abbas'a değerinden fazla fiyat verdik, artık diretmemeli, arsasını vermeli ki, Resulullah'ın mescidi ihtiyacı karşılayacak şekilde genişleme imkanı bulsun


Abbas'ın cevabı:


- Arsa benimse, mülküme ben sahipsem, değerinden fazla da verseler vermek istemiyorum Ne para zoruyla, ne de mescide ilave etmek iddiasıyla mülkümü elimden kimse alamaz


Mahkemenin kararı:
- İslam hukukunun gereği kimse başkasının mülküne ve arazisini isterse para zoruyla olsun, alamaz Mescid için de olsa mal sahibini zorlayamaz Abbas'ın mülkü Abbas'ta kalacak, hükümet istimlak için zorlamayacaktır

Mahkemenin tartışma götürmez bu kararı kesinleştikten sonra taraflar kalkıp gitmek üzere kapıya yönelmişken bir ses işitilir Bu ses Abbas'tan başkasının sesi değildir

Bakın ne diyor Abbas:

- Ya Übey, mahkeme bitmiş, karar kesinleşmiştir değil mi?

- Evet mahkeme bitmiş, karar kesinleşmiştir Kimse senin arsanı fazla fiyat vererek de olsa zorla alamaz

- Öyle ise der, şimdi beni dinleyin Mahkemenize açıkça ifade ediyorum Arsamı şu andan itibaren Resulullah'ın mescidine ilhak edilmek üzere hibe ediyorum Hem de tek kuruş almadan, hiçbir maddi menfaat beklemeden Hepiniz şahit olun, parayla alınamayan arsam, hiçbir karşılık verilmeden Resulullah'ın mescidine hibe edilmiştir ve mülk bu andan itibaren halifenin tasarrufuna girmiştir

Übeyd bin Kab'ın sorusu:

- Ey Abbas, neden böyle bir tutumu tercih ettin? Önce aşırı fiyatla da olsa vermedin, şimdi ise parasız hibe ediyorsun?

Abbas'ın kitaplık çapta cevabı tek cümleden ibaret:

- İslam'ın insan haklarına gösterdiği saygıyı dünyaya duyurmak için!
 

ekecikli24

MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    20 Ağu 2011
  • Mesajlar
    100
  • MFC Puanı
    0
İlk Müslüman

Hazret-i Alîden 'ra' rivâyet edilir Evvelâ islâa gelen, Ebû Bekrdir(ra) Hazret-i Resûl-i ekrem 'sas' ile ilk önce kıbleye durup, nemâz kılan Ebû Bekrdir Ebû Bekrin(ra) islâma geliş sebebi şöyle idi:

Hazret-i Ebû Bekr önceleri tüccâr idi Sefer ve ticâret yapardı Ekserî Şâma giderdi Seferde iken, bir gece rü'yâ gördü ki, gökden ay inip, kucağına girdi Ebû Bekr, iki eliyle onu kucakladı ve sînesine basdı Uyandı Yemlîhâ adında meşhûr bir râhib var idi Ona varıp, rü'yâsını ta'bîr etdirdi Râhib dedi ki,

- Sen nerelisin?

Ebû Bekr dedi;

- Arz-ı Hicâzdanım

Tekrâr sordu:

- Ne iş yaparsın

Ebû Bekr,

- Tüccârım, dedi

Râhib dedi ki,

- Yâ Arabistanlı kişi Bu rü'yâda, sana büyük müjdeler vardır Ta'bîrini ister isen, ücretini ver, dedi

Ebû Bekr(ra) oniki dînâr çıkarıp, verdi

Râhib dedi ki:

- O ay ki, gökden sana indi Âhır zemân Peygamberidir Yakınlarda zuhûr edecekdir Sen Onun hayâtında iken vezîri olursun Sonra halîfesi olursun Yâ Arabistanlı kişi Eğer ben sağ iken, Ona yetişir isen, bana haber ver Ona varıp, buluşayım Eğer ben dünyâdan gitmiş isem, selâmımı ona ulaşdırırsın Ben Onun dînine girdim ve ümmetinden oldum Beni âhıretde şefâ'atinden unutmasın

Hazret-i Ebû Bekr(ra),

- Bana bir mektûb ver, dedi

Râhib, oniki satır bir mektûb yazıp, Ebû Bekre(ra) verdi O mektûbun mevzû'u şu idi

(Esselâmü aleyke yâ Muhammed bin Abdüllah el Mekkî el Medenî el tehamî, salevâtullahi teâlâ aleyke ve selleme Hakîkaten sen âhır zemân Peygamberisin! Ve Rabbilâlemînin Resûlisin Bu mektûbu Ebû Bekr bin Ebû Kuhâfe ile sana gönderdim Ma'lûm ola ki, ben sana îmân getirdim ve sana ümmet oldum Ebû Bekr bana gelip, rü'yâsını ta'bîr etdirdi O rü'yâ delâlet eder ki, Ebû Bekr senin vezîrin olur, sonra halîfen olur Eğer ben sağ olup, hazretine yetişirsem, gelip önünde gâzâ ve cihâd ederim Eğer yetişmezsem, âhıretde beni şefâ'atinden unutmayasın) diye mektûbu temâm etmişdir

Hazret-i Ebû Bekr(ra); rü'yâyı ta'bîr eden kişiye:

- Eğer ta'bîr etdiğin gibi olursa, yüz altın dahi bende senin emânetin olsun, dedi

Şâm seferini bitirip, Mekkeye geldi Bu hâdiseden oniki sene geçdi Hak sübhânehü ve teâlâ, hazret-i Muhammede 'sas' vahy eyledi Bir gece o büyük Peygamber, Ebû Kubeys dağına çıkıp, gece yarısında dedi ki: Allahü teâlâya da'vet edenin da'vetini kabûl ediniz Lâ ilâhe illallah, deyiniz Ebû Bekr, serîr üstünde yatıyordu Söylenilenleri işitdi Eşhedü en lâ ilâhe illallah Ve eşhedü enne Muhammeden Abduhu ve Resûlu Birkaç gün sonra, Mekke sokaklarında, hazret-i Resûlullah 'sas' ile buluşdu

Hazret-i Fahr-i âlem ona dedi ki:

- Ne olaydı, islâma geleydin

Ebû Bekr(ra) dedi ki:

- Yâ Muhammed 'sas'! Peygamber isen mu'cize gösteresin

Hazret-i Resûl-i ekrem 'sas', Ebû Bekrin göğsüne mubârek ellerini dayayıp, şöyle dıvâra yaslayıp, dedi ki,

- Sana o mu'cize yetmez mi ki, o rü'yâyı gördün Yemlîhâ râhibe ta'bîr etdirdin O zemândan on iki yıl geçdi Ta'bîr edene on iki dînâr verdin ve yüz dînâr dahâ va'd etdin Rü'yâyı ta'bîr eden, on iki satır bir mektûb yazıp, sana emânet verdi Bunları bir-bir görüp, muttalî olup, mektûbda yazılan şudur, şudur deyip, takrîr buyurdular

Ebû Bekr(ra) işitip, parmak kaldırıp,

- (Eşhedü en lâ ilâhe illallah Ve eşhedü enne Muhammeden Abduhu ve Resûlu Ya'nî sen, o Peygambersin ki, Yemlîhâ râhib senden haber verdi, dedi
 

ekecikli24

MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    20 Ağu 2011
  • Mesajlar
    100
  • MFC Puanı
    0
İstanbul'un Manevi Fatihi


Ubeydullah-ı Ahrâr'ın torunu Hâce Muhammed Kâsım'dan şöyle nakledilmiştir:

"Ubeydullah-ı Ahrâr hazretleri, bir gün öğleden sonra, âniden atının hazırlanmasını istedi Atı hazırlanınca, binip Semerkant'tan süratle çıktı Talebelerinden bir kısmı da ona tâbi olup, tâkib ettiler Biraz yol aldıktan sonra Semerkant'ın dışında bir yerde talebelerine;
"Siz burada durunuz!" buyurdu

Sonra atını Abbâs Sahrâsı denilen sahrâya doğru sürdü Talebeleri arasında Mevlânâ Şeyh adıyla tanınmış bir talebesi, bir müddet daha peşinden gidip tâkib etmişti Bu talebesi şöyle anlattı:
"Hâce Ubeydullah-ı Ahrâr hazretleri ile sahrâya vardığımızda, atını sağa sola sürmeye başladı Sonra birdenbire gözden kayboldu"

Ubeydullah-ı Ahrâr daha sonra evine döndüğünde, talebeleri nereye ve niçin gittiğini sorduklarında;
"Türk Sultânı Sultan Muhammed Hân (Fâtih), kâfirlerle harbediyordu Benden yardım istedi Ona yardım etmeye gittim Allahü teâlânın izniyle gâlib geldi Zafer kazanıldı" buyurdu

Bu hâdiseyi nakleden ve Ubeydullah-ı Ahrâr hazretlerinin torunu olan Hâce Muhammed Kâsım, babası Hâce Abdülhâdî'nin şöyle anlattığını nakletmiştir:

"Bilâd-ı Rûm'a (Anadolu'ya) gittiğimde, Sultan Muhammed Fâtih Hânın oğlu Sultan Bâyezîd Hân, bana, babam Ubeydullah-ı Ahrâr'ın şeklini ve şemâilini târif etti ve;
"O zâtın beyaz bir atı var mıydı?" diye sordu Ben de târif ettiği bu zâtın, babam Ubeydullah-ı Ahrâr olduğunu ve beyâz bir atının olup, bâzan ona bindiğini söyledim Bunun üzerine Sultan Bâyezîd Hân, bana şöyle anlattı:

Babam Sultan Muhammed Fâtih Hân bana şunları dedi:
"İstanbul'u fethetmek üzere savaştığım sırada, harbin en şiddetli bir ânında, Şeyh Ubeydullah-ı Ahrâr Semerkandî'nin imdâdıma yetişmesini istedim Şekil ve şemâilini târif ederek şu vasıfta ve şu şekilde ve beyaz bir at üzerinde bir zât yanıma geldi;

"Korkma!" buyurdu

Ben de;

"Nasıl endişelenmeyeyim, küffâr çok" dedim

Ben böyle söyleyince, elbisesinin yeninden bakmamı söyledi Baktım, büyük bir ordu gördüm

"İşte bu ordu ile sana yardıma geldim Şimdi sen falan tepenin üzerine çık, üç defâ kös vur ve orduna hücum emri ver" buyurdu

Emirlerini aynen yerine getirdim O da bana gösterdiği ordusuyla hücûma geçti Böylece düşman hezîmete uğradı İstanbul'un fetih işi gerçekleşti"
 

ekecikli24

MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    20 Ağu 2011
  • Mesajlar
    100
  • MFC Puanı
    0
Kabirde Konuşan Genç


Takva sahibi olmak, hayatın her döneminde güzel Ama fırsatlar çağı gençlikte bir başka güzel Güce, kuvvete, güzelliğe rağmen günahlardan sakınanların mükafatı ebedi mutluluk Hayatın baharı şeytana satılmazsa, sonsuz bahar bir adım ötede

Hz Ömer'in (RA) halifeliği döneminde ibadet ehli, son derece takva sahibi bir genç vardı Hz Ömer'in hayret ve takdirle izlediği bu gencin kalbi, Allah ve Rasulü'nün (AS) sevgisiyle doluydu Vakit namazlarında cemaati kaçırmaz, namazdan çıkar çıkmaz evine döner ve ihtiyar babasının hizmetini görürdü

Bu gencin evine giden yolu bir kadının kapısının önünden geçiyordu Kadın her defasında gencin yoluna çıkarak çirkin tekliflerde bulunuyor, fakat genç, Allah korkusundan ona iltifat etmiyordu

Yine bir gün yatsı namazını kıldıktan sonra evine giderken, kadın tekrar karşısına çıktı Bu sefer bütün maharetini kullanarak genci kandırmayı başardı Fakat genç, kadının ardı sıra eve girerken birden bire Allahu Tealâ Hazretleri'ni hatırladı ve korkuyla dilinden şu ayet döküldü:

'Takvaya erenler (var ya); onlara şeytandan herhangi bir vesvese iliştiği zaman (Allah'ın emir ve yasaklarını) hatırlayıp, hemen gerçeği görürler' (A'raf/201)

Hemen ardından da bayılarak düştü Kadın hizmetçisini çağırdı Genci tutarak evinin önüne getirip koydular Sonra da kapıyı çalarak babasına haber verdiler Babası dışarı çıkınca, oğlunu baygın bir vaziyette kapının önünde buldu Komşulardan bir kaçı genci tutup eve taşıdılar Uzun bir müddet baygın kalan genç kendine gelince, babası:

- Evladım neyin var ne oldu? diye sordu Oğlu:

- Bir şeyim yok dedi Babası:

- Allah aşkına söyle! deyince, oğlu başından geçenleri anlattı Babası:

- Hangi ayeti okumuştun? diye sordu Genç, ayeti okudu ve tekrar kendinden geçti Bir de baktılar ki genç ruhunu teslim etmiş Bunun üzerine genci yıkadılar ve gece vakti götürüp göz yaşlarıyla defnettiler Sabah olunca olay Hz Ömer'e bildirildi Hz Ömer, gencin babasına gelerek başsağlığı diledi ve:

- Bana niye haber vermedin? diye sordu Gencin babası:

- Ey Mü'minlerin Emiri, vakit geceydi dedi Hz Ömer:

- Bizi onun kabrine götürün dedi Hz Ömer ve beraberindekiler gencin kabrine geldiler Hz Ömer (RA):

- Ey filan kişi! Rabbin makamında durmaktan korkanlara iki cennet var (Rahman/46) dedi Kabirdeki genç konuşup:

- Ya Ömer! Rabbim Cennette bana onları iki defa verdi diye cevap verdi
 

ekecikli24

MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    20 Ağu 2011
  • Mesajlar
    100
  • MFC Puanı
    0
Kadın ve Vali




Bir zamanlar vâlilik yapan birisinin çok güzel bir bahçesi vardı Rengârenk çiçeklerle donatılmış, tam bir zevk ve sefâ yeriydi Bir gün vâli, bu bahçeye geldi Vâli, bir bahane ile kadının kocası olan bahçıvanı, bir iş için dışarıya gönderdi Kadına da dedi ki:

-Bahçenin kapılarını kapat Hiç bir kapı açık kalmasın!

Kadın, akıllı ve namuslu idi Vâlinin kendisine kötü niyet taşıdığını anladı Gidip bir ağacın arkasına saklandı ve biraz sonra gelip dedi ki:

-Kapıları kapattım Yanlız bir tanesi kaldı Onu kapatmaya gücüm yetmiyor Ne kadar uğraşsam da kapatamıyorum

-O, hangi kapıdır?

-Bu kapı, Allahü teâlânın (Basir) sıfatıyla bizi gördüğü kapıdır Vâli, bu sözü duyunca, pişman olup tövbe etti Bir daha aklına böyle kötülükler getirmemek için, Allahü teâlânın sevgili kullarından birinin bulunduğu yere gidip, onun sohbetinde yetişti Allahü teâlânın sevgili kullarından biri oldu
 
Üst Alt