Neler yeni
MEGAForum - Teknoloji Forumu

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı yada giriş yapmalısınız. Forum üye olmak tamamen ücretsizdir.

  • Web sitemizin içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için Web sitemize kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Web sitemize üye olmak tamamen ücretsizdir.
  • Sohbetokey.com ile canlı okey oynamaya ne dersin? Hem sohbet et, hem mobil okey oyna!
  • Soru mu? Sorun mu? ''Bir Sorum Var?'' sistemimiz aktiftir. Paylaşın beraber çözüm üretelim.

A'dan-Z ye Dini Hikayeler

ekecikli24

MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    20 Ağu 2011
  • Mesajlar
    100
  • MFC Puanı
    0
Buğday Satıcısı


Adamın biri satmak için pazara buğday götürmüş Akşam olmuş, pazar toplanmaya başlamış Herkes malını satıp savmış Bu adamın malına müşteri çıkmamış Çıkan da pazarlıkta uyuş*mamış Adam koca çuvalı geri getirmenin sıkıntısıyla düşünürken meşayıhten birinin yolu pazara uğramış:
O zat sormuş:

-Ne o evladım malını satamadın mı? Bak pazar toplanıyor


Adamcağız boynu bükük:

-Müşteri çıkmadı, Efendi Hazretleri! demiş

Şeyh efendi yerden avuç avuç kum alıp buğdaya karıştır*maya başlamış ve:

- Şimdi çıkar evlad! demiş

Adam şeyhin bu hareketine itiraza yel*tenecekmiş ki; hemen yanı başında beliren müşteri mala talip olmuş


Tebessümle oradan ayrılmak üzere olan şeyhin eteğine yapışıp:

-Bu ne haldir Efendi Hazretleri!" diyen buğdaycıya şeyh şu cevabı vermiş:

-Sus! Para, layık olduğu mala gider
 

ekecikli24

MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    20 Ağu 2011
  • Mesajlar
    100
  • MFC Puanı
    0
Cafer-i Sadık ile Rafizi

Kûfede bir râfizî var idi Adı Abdülmecîd bin Abdülgaffâr idi Ca'fer-i Sâdık (ks) hazretlerinin hûzuruna vardı ve aralarında şu konuşma geçti


- Esselâmü aleyke yâ Resûlullahın torunu Resûlullah (sav) hazretlerinden sonra en üstün olan kimdir?

- Ebû Bekr-i Sıddîkdır (ra)

- Böyle olduğunu nereden biliyorsun

- Hak sübhânehü ve teâlâ hazretleri ona, Resûlullahdan sonra, ikinci buyurdu Üçüncüleri Allahü teâlâ olan iki kişiden, ikincisi olmak kadar şeref olamaz

- Hazret-i Alî 'radıyallahü teâlâ anh', Resûlullah (sav) hazretlerinin döşeğinde, kâfirlerden korkmadan yatmadı mı?

- Ebû Bekr-i Sıddîk, Resûlullah hazretleri ile mağaraya girmedi mi?

- Eğer korkmasa idi, girmezdi Allahü teâlâ Resûlullaha haber verdi ki, Ebû Bekre korkma, dedi

- Onun korkusu, ondan idi ki, kâfirler onların nerede olduğu hakkında bir haber duyup, gelirler Resûl-i ekremi üzerler Görmezmisiniz Ebû Bekr-i Sıddîk, kendi ayağını, mağarada bir deliğe koydu Hattâ yılan onu kaç def'a ısırdı O acıya katlandı Ayağını kaldırmadı Resûlullahı uyandırmamak için, hiç ses de çıkarmadı Kendinden korksaydı, zehrlenerek, cânını Resûle fedâ etmezdi

- Mâide sûresinde, (Rükû'da iken sadaka verirler) meâlindeki 58âyet-i kerîme ile medh olunan Alîdir

- Bu âyetden önce, bir âyet-i kerîme vardır ki tahsîs rakamı ondan ziyâdedir O Sıddîk şânındadır (Allahü teâlâ, mürtedler ile cihâd eden bir kavm getirir Allahü teâlâ bunları sever) meâlindeki âyet-i kerîme, Ebû Bekr Sıddîk içindir ve dahâ çok yükseltmekdedir Resûlullah (sav) hazretlerinin, öbür âleme göçmelerinden sonra, arablar, dedi ki, biz nemâz kılarız Ammâ zekât vermeyiz Ebû Bekr (ra) buyurdu ki, Resûlullah hazretlerine edâ etdikleri zekât malından bir deve dizinin bağını vermeseler ve ondan eksik verseler, ben onlar ile toprak ve kum sayısınca olsalar da muhârebe ederim

- Yâ Ca'fer Hazret-i Alînin şânı için, meâl-i şerîfi, (Mallarını, gece-gündüz, gizli ve gözönünde verenler) olan Bekara sûresinin 274âyeti gelmemiş mi?

- (Sûre-i Velleyl), Ebû Bekr-i Sıddîkın şânında nâzil olmuşdur Şânını çok yükseltmekdedir Zîrâ Ebû Bekr-i Sıddîk kırkbin altın verdi Kendisine bırakmadı Bir kilime sarındı Cebrâîl aleyhisselâm geldi ve dedi ki, Allahü teâlâ buyurdu ki, ben Ebû Bekrden râzıyım O benden râzı mıdır? Ebû Bekr-i Sıddîk, ben Allahü teâlâdan râzıyım, râzıyım, râzıyım, dedi

- Meâli şerîfi (Hâcılara su vermeği ve Mescid-i Harâmı binâ etmeği, îmân etmekle ve Allah yolunda cihâd etmekle bir mi tutuyorsunuz Hâyır, böyle değildir) olan Tevbe sûresinin 20âyet-i kerîmesi hazret-i Alînin şânını bildirmek için nâzil olmadı mı?

- Meâl-i şerîfi (Mekkenin fethinden önce, sadaka verip, cihâd eden ile, fethden sonra veren ve cihâd eden bir değildir Önce olanın derecesi dahâ yüksekdir) olan Hadîd sûresinin 10âyet-i kerîmesi ile Ebû Bekr-i Sıddîk medh olunuyor Ebû Bekrin muhârebe etmesi önce idi ki, Ebû Cehl, Resûlullah hazretlerine vurmak istedi Ebû Bekr-i Sıddîk, Ebû Cehle mâni' oldu

- Alî, hiç kâfir olmadı

- Öyledir, lâkin, Allahü tebâreke ve teâlâ hiç kimsenin, îmânını, Ebû Bekrin îmânı gibi medh etmedi Meâl-i şerîfi (Muhâcir ve Ensârın önce gelenlerinden Allahü teâlâ râzıdır Onlara Cennetde sonsuz ni'metler vardır) olan Tevbe sûresi 31 âyetinde ve meâl-i şerîfi (Doğru haber ile gelen ve Ona inanan için Cennetde istedikleri herşey vardır) olan Zümer sûresi 33 âyetinde, Allahü teâlâ, Ebû Bekr-i Sıddîkın 'radıyallahü teâlâ anh' îmânını medh etmekdedir Her ne vakt ki, Resûlullah (sav) vahy ile bir haber verse idi, kureyş, yalan söylüyorsun derdi Ebû Bekr-i Sıddîk hemen yetişip, doğru söylüyorsun yâ Resûlallah, derdi

- Meâl-i şerîfi (Uhud gazâsında, şeytâna uyup, dağılanlar) olan İmrân sûresi 155âyetinde, Allahü teâlâ şikâyet etmiyor mu?

- Âyet-i kerîmenin sonunu oku Meâlen (Onların bu kusûrlarını afv etdim) buyuruyor

- Hazret-i Alînin dostluğu farzdır Kur'ân-ı azîmüşşânda, Şûrâ sûresinde, 23âyetinde meâlen (Size islâmiyyeti bildirdiğim ve Cenneti müjdelediğim için, bir karşılık beklemiyorum Yalnız yakınım olanları seviniz) buyuruldu ki, bunlar, Alî, Fâtıma, Hasen ve Hüseyindir

- Ebû Bekre 'radıyallahü teâlâ anh' düâ etmek ve Onu sevmek farzdır Allahü teâlâ, Haşr sûresinde 10âyetinde meâlen (Muhâcirlerden ve Ensârdan sonra, kıyâmete kadar gelen mü'minler, yâ Rabbî! Bizi afv et ve bizden önce gelen din kardeşlerimizi afv et derler) buyuruyor Hüseynî tefsîrinde diyor ki; (Âlimler buyurdu ki, Eshâb-ı kirâmdan 'radıyallahü teâlâ anhüm ecma'în' birini sevmiyen kimse, bu âyetde bildirilen mü'minlerden olmaz Bu düâdan mahrûm olur)

- Resûlullah (sav) (Hasen ve Hüseyn, Cennet gençlerinin üstünüdür Babaları dahâ üstündür) buyurmadı mı?

- Ebû Bekr-i Sıddîk hakkında bundan iyisini buyurdu Babam Muhammed Bâkırdan işitdim Ceddim İmâm-ı Alî 'radıyallahü teâlâ anh' buyurdu ki, Resûlullahın (sav) huzûrunda idim Başka kimse yok idi Ebû Bekr ile Ömer 'radıyallahü teâlâ anhüm ecma'în' geldi Server-i âlem ve Seyyid-i veledi âdem (sav): (Yâ Alî! Bu ikisi, Peygamberlerden başka, Cennet erkeklerinin en üstünüdür)

- Yâ Ca'fer! Âişe mi üstündür Fâtıma mı üstündür?

- Âişe (ra) Resûlullah hazretlerinin zevcesi idi Onunla berâber olur Fâtıma (ra) hazret-i Alînin zevcesi idi Onunla berâber olur Allahü teâlâ hazretlerinin gadabı ve la'neti o râfizî ve mübtedi' üzerine olsun ki, Resûlullah (sav) hazretlerinin, mü'minlerin annesi olan ezvâc-ı tâhirâtına (rıdvânullahi teâlâ aleyhinnâ ecma'în) ta'n eyler
- Âişe Alî ile muhârebe etdi Cennete girer mi?

- Allahü teâlâ Ahzâb sûresi, 53ayetinde meâlen; (Resûlullahı incitmeyiniz Ondan sonra, zevcelerini nikâh ile hiç almayınız Bunların ikisi de büyük günâhdır) buyuruyor Beydâvî ve Hüseynî tefsîrlerinde diyor ki, bu âyet-i kerîme gösteriyor ki, Resûlullah (sav) vefât etdikden sonra da, ona saygı göstermek için, zevcelerine saygı lâzımdır

- Ebû Bekrin hilâfetini, Kur'ân-ı azîmüşşânda bana göstermeğe kâdir misin?

- Gösteririm Hem Kur'ân-ı kerîmde, hem Tevrâtda ve hem de İncîlde gösterebilirim Kur'ân-ı kerîmde olan şudur: En'âm sûresi 165âyetinde meâlen; (Allahü teâlâ sizi yeryüzünde halîfe yapdı) buyuruldu Nûr sûresi 55âyetinde meâlen; (Îmân eden ve emrlerimi yapanlarınızı, yeryüzüne hâkim kılacağımı söz veriyorum İsrâîloğullarını halîfe yapdığım gibi, sizi de birbiriniz ardı-sıra halîfe yapacağım) buyuruldu Beydâvî ve Hüseynî diyor ki, bu âyet-i kerîme gaybdan haber verip, Kur'ân-ı kerîmin, Allahü teâlânın kelâmı olduğunu ve dört halîfesinin 'radıyallahü teâlâ anhüm ecma'în' meşrû; haklı olduğunu göstermekdedir

Tevrâtda ve İncîlde, Feth sûresinin son âyetinde meâlen, (Resûlullah ve onunla birlikde olanlar, birbirlerini her zemân ve çok severler ve her zemân kâfirlere düşmân olurlar!) bütün Eshâb bildirilmekde ve Ebû Bekrin şerefine işâret edilmekdedir Bu âyetin sonunda meâlen, (Eshâbının misâlleri Tevrâtda ve İncîlde bildirildi) buyuruyor Babam, ceddim Alî bin Ebî Tâlibden (ra) ve onun da Resûlullah hazretlerinden bildirdiği hadîs-i şerîfde,

(Allahü teâlâ, hiçbir Peygamberine vermediği kerâmetleri bana verir Kıyâmetde mezârdan önce kalkarım Allahü teâlâ dört halîfeni çağır, buyurur Onlar kimdir, yâ Rabbî, derim Ebû Bekrdir, buyurur Yer yarılıp, herkesden önce Ebû Bekr mezârdan çıkar Sonra Ömer, sonra Osmân, sonra Alî kalkar) buyuruldu Peygamberimiz (sav) buyurdu: Ben yer şak olup, dışarı gelenlerin evveli olurum Allahü teâlâ bana kerâmetlerden verir O nesne ki benden önce Nebîlerin bir ferdine vermemişdir Sonra Allahü teâlâ buyurur Yâ Muhammed, yakın getir o halîfeleri ki, senden sonra geldiler Ben dedim, onlar kimlerdir Buyurur, Ebû Bekr-i Sıddîk Benden sonra yer şak olup, Ebû Bekr kabrden dışarı gelenlerin evveli olur İki hulle giydirirler Tâ gelip, Arş önünde durur Ve hesâbın az görürler Ve arş önünde ayak üzerine dururlar Ondan bir münâdî seslenir; Ömer bin Hattâb 'radıyallahü teâlâ anh' nerededir Onu getirirler Cerâhetden kan revân olduğu hâlde gelir Diye ki, yâ Ömer, bunu sana kim etmişdir Mugîre bin Şûbenin kölesi yapmışdır, der Ona da buyururlar Arş önünde durur Hesâbını görürler İki yeşil hulle giydirirler Sonra Osmân 'radıyallahü teâlâ anh' hazretlerini getirirler Damarlarından kan revân olduğu hâlde gelir Derler ki, bunu sana kim yapdı Der ki, filân yapdı Arş önünde durmasını buyururlar Hesâbı da kolay olur İki yeşil hulle giydirirler

- Yâ Ca'fer, bunlar Kur'ân-ı azîmde var mıdır

- Evet, okumadın mı, Allahü teâlâ onlardan haber verdi (Peygamberler ve bunların şâhidleri, hesâb için getirilir!) buyuruldu [Zümer sûresi 69cu âyet-i kerîmesi meâli] Yâhud şehîdleri getirilir, denildi Ya'nî Ebû Bekr ve Ömer ve Osmân ve Alîyi 'rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma'în' getirirler

- Yâ Ca'fer! Bu zemâna kadar ben onları sevmiyor idim Şimdi pişmân oldum Eğer tevbe edersem, Allahü teâlâ kabûl edermi?

Ca'fer-i Sâdık 'kuddise sirrehül'azîz' buyurdu ki,

Çabuk tevbe et ki, se'âdetin alâmeti olsun Eğer, Allahü teâlâ korusun, o i'tikâd üzere dünyâdan gitmiş olsaydın, senin dînin boşa giderdi
 

ekecikli24

MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    20 Ağu 2011
  • Mesajlar
    100
  • MFC Puanı
    0
Cehaletin Tek İlacı Sormak


Câbir radıyallahü anh anlatıyor: Arkadaşlarımla beraber sefere çıkmıştık İçimizden birinin başına taş isabet etti ve başını yaralayıp kemiğini kırdı Sonra aynı adam uykuda ihtilâm olduğu için, arkadaşlarına:

- Teyemmüm edebilir miyim, bu hususta benim için ruhsat buluyor musunuz? diye sordu
Arkadaşları da:

- Hayır, su mevcut oldukça teyemmüme ruhsat yoktur, diye cevap verdiler Bunun üzerine o şahıs gusül abdesti aldı ve açık vaziyetteki yaradan içeriye giren suyun tesiri ile vefat etti Peygamber aleyhisselâmın huzuruna geldiğimiz zaman, kendisine hadiseyi naklettiler


Bunun üzerine Resûlüllah aleyhisselâm:

- Adamı öldürmüşler, Allah onları öldürsün, buyurdu

Ve «Bilmiyorlarsa sorsaydılar ya; cehaletin ilâcı sormaktır, o adama teyemmüm etmek kâfi gelirdi Yarasına da bir bez parçası koyar, üzerine mesheder ve vücudunun diğer yerlerini de yıkardı» diye ilâve etti

(Ebû Davud)
 

ekecikli24

MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    20 Ağu 2011
  • Mesajlar
    100
  • MFC Puanı
    0
Cehennemden Kurtulabilecek miyim?


Mısır evliyasından “Fahr-ül Farisî” hazretlerine, talebesinden biri gelip;

- Efendim, ben bir şeyden çok korkuyorum, diye arz edince sordu:

- Hayırdır evladım, neden korkuyorsun?

- Ahirette Cehennemden kurtulabilecek miyim acaba? Bunu düşünüp çok korkuyorum hocam

- İnşallah kurtuluruz oğlum


- İnşallah efendim, ama nasıl?

Buyurdu ki:

- Ümidimiz odur ki oğul, büyükler bize sahip çıkar ve şefaat ederler de inşallah kurtuluruz

- Ya sahip çıkmazlarsa efendim?

- Merak etme oğlum Biz bugün onlara sahip çıkarsak, onlar da o gün bize sahip çıkarlar

Biz onları dinlersek


- Anlamadım, nasıl yani?

- Demem o ki oğul, biz o büyüklerin sözlerini dinler, nasihatlerine göre yaşarsak, onlara sahip çıkmış oluruz O zaman onlar da bize sahip çıkarlar

***
Bir gün de bir genç gelip;

- Efendim, dünyada ve ahirette felaketlerden kurtulmak için ne yapayım? diye sorunca;

- Bunun bir tek çaresi var, buyurdu

- O nedir ki efendim?

- Kurtulanlarla beraber olmak

- Kurtulanlardan maksat kimlerdir ki?

- Allahü teâlânın sevgili kullarıdır “Ehl-i sünnet alimleri” ve “evliyalar” bunlardandır mesela

Böyle zatlar yoksa?

Delikanlı sordu:

- Böyle zatlar yoksa efendim?

- Onlar yoksa, kitapları var evladım Onların kitaplarını okuyan da onlarla beraber sayılır


***
Bir gün de bazı gençlere,

- “Emr-i maruf”, yani İslâma hizmet etmek kime nasip olursa, çok sevinsin, çok şükretsin, buyurdu

- Bu iş, çok mu sevaptır? dediler

- Elbette, buyurdu Bir beldede küfre karşı “emr-i mâruf” yapılırsa, Allahü teâlâ o beldenin hak ettiği azâbı tehir eder Emr-i maruf yapılmayan beldeye ise azab-ı ilâhî gelir
 

ekecikli24

MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    20 Ağu 2011
  • Mesajlar
    100
  • MFC Puanı
    0
Cennet Komşusu
Vaktiyle padişahlardan biri şehri dolaşmaya çıkmıştı Tanınmamak için kıyafetini değiştirmiş, yanına da bir kölesini almıştı Halkın kendi yönetimi hakkında neler düşündüğünü öğrenmek istemisti

Mevsim kıştı Soğuk her yeri kasıp kovuruyordu


Yolu bir mescide düştü


İki yoksul bir köşede titreyerek oturuyordu Gidecek başka yerleri yoktu


Onların ne konuştuklarını merak eden padişah yanlarına sokuldu


Fakirlerden şakacı olanı soğuktan şikayet ediyordu:


- Yarın cennete gittiğimizde bizim padişahı oraya sokmayacağım! Cennetin duvarına yaklaştığını görürsem, pabucumu çıkarıp kafasına vuracağım
Öteki merakla sordu:


- Onu niçin cennete sokmayacakmışsın?


- Tabii sokmam Biz burada soğuktan donarken o sarayında keyif sürsün Bizim halimizden haberdar olmasın Sonra da kalkıp cennette bana komşu olsun Ben öyle komşuyu istemem arkadaş, dedi


Gülüstüler


Padisah kölesine:


- Bu mescidi ve adamları unutma! dedi


Saraya dönünce mescide adamlarını yolladı İki fakiri alıp saraya getirdiler


Zavallılar başımıza neler gelecek diye korkuyla bekleşirken onları dayalı, döşeli bir odaya yerleştirdiler


- Burada yeyip, içip yatacak, padişahımıza dua edeceksiniz Cennette size komşu olmasına karşı çıkmıyacaksınız, dediler


Padişah ne iyi kalpli imiş, değil mi? Peygamberimiz yoksula yardım edenleri şöyle övmüştür:


"Bir mü'mini dünya dertlerinden kurtaranı, Allah, ahiret dertlerinden kurtarır"
 

ekecikli24

MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    20 Ağu 2011
  • Mesajlar
    100
  • MFC Puanı
    0
Ceza Olarak Eli Kesilen Şeyh


Şeyh Hammad (Ebu'l - Hayr Tinati) Hazretlerinin bir eli kesikti Bir gün mürüdlerinden biri küstahlık ederek ona elinin kesilmesine sebep olan şeyin ne olduğunu sordu Şeyh Ebu'l - Hayr Tinati Hazretleri elinin kesilmesine sebep olan hadiseyi şöyle anlattı:

- Gençliğimde bir hünah işledim Ondan dolayı elimi kestiler, buyurunca ne zaman olduğun sordular

HzŞeyh de meseleyi başından anlatmaya başladı

- Ben mağrip diyarında oturmakta idim Sefere çıkmayı ve biraz gezmeyi arzuladım Tınattan ayrılıp İskenderiye'ye geldim Orada oniki sene kaldım İskenderiye'den sonra Dimyat'a dökülen ırmak kenarına dağa kamıştan bir ev yapmıştım O sıralarda Dimyat'a çok gelen- giden olurdu Irmağın başına otururlar, yemeklerini yerler ve sofralarının artıklarını da kaleenin dibine dökerlerdi Ben kimseden habersiz, oradaki köpeklerle beraber dökülen ekmeklere üşüşür ve nasibimi alırdım Yaz mevsiminde bütün azığım bu idi

Kış olunca ise evimin etrafında çok saz yetişirdi Ben sazların kökünün tazesini ve beyazını alarak yerdim, kukrlarını atardım Kışın da azığım bı idi Bir gün hatırıma:

-Ey Ebu'l Hayr, sen kendini mütevekkil zannedersin Halkın yapmadığın yapıyorum zannedersin ama otlaklarda otluyorsun, bir şeyler bulup yiyorsun, diye geldi Kendi kendime:

"İlahi bundan sonra yerden biten hiçbir şey yemeyeceğim Ancak bana kendi lafzından gönderirsen onu yiyeceğimSenin izzetin hakkı için buna söz veriyorum",dedim

Böylece 12 gün geçti, namazın farzını sünnetini ve nafileleri tamamen kılıyordum

12 gün de sadece nafileleri terk ederek namaza devam ettimSonra sünneti terk ettim12 gün sadece farz namazı kılmaya başladımSonra kıyamdan, daha sonra da oturarak da kılmaktan aciz kalarak farzları da eda edemez olmuştum

Sırrımla niyaz ederek: "Allahım bana farz kıldığın bir hizmetten sorguya çekmen ve kefil olduğun rızkımı da göndermen gerekirKefil olmakta devam ettiğin o rızkı bana fazlından ihsan eyle!" diye yalvardım

Ansızın önümde iki yuvarlak daire görüldüİçinde de birşey vardıO iki yuvarlak kürs her gece bana gelir bende içindekini yer,gıdamı temin ederim

(Şeyh yediği şeyin ne olduğunu söylemediği gibi yanındakiler de ne olduğunu sorrmadılar)

Böylece bir müddet devam ettikten sonra bana gaza için sınır boyuna gitmem işaret edildi Buralarını müslümanlar ellerinde bulunduruyorlardıBen sınır boyuna gittimBir köye vardımCuma günü idi

Mescidin kapısında bir kaç kişi toplanmışlar sohbet ediyorlar, birisi anlatıyor öbürleri dinliyorlardı Anlatan Zekeriyya Aleyhisselamın ağaca saklandığını ve müşrikler tarafından destere ile kesildiğini anlatmakta idi O'nun sabrından bahs ederken ben içimden şöyle geçirdim:

"Eğer bende olsaydım orada sabrederdim"

Oradan ayrılıp sınır boylarında Antakya'ya geldiğimde dostlarım bana bir kılınç-kalkan verdilerSonra sınır boyuna müteveccihen oradan ayrıldımDüşmandan korkarak duvar arkalarına sığınmaktan Allah'tan haya ettiğimden oralardaki meşeliğe geçtimGece deniz kenarına gelir,abdest alır,namaz kılardımGündüz olunca da yine o meşeliğe geçer düşmanın gelmesini beklerdim

Birgün meşelikte gezerken yemişlerinin bazısı olgunlaşmış,bazısı henüz olgunlaşmamış bir meyve ağacı gördümBu çok hoşuma gitmiştiAllah'a verdiğim sözden o anda gafildimElimi uzatarak yemişlerden bir miktar topladımSonra birkaç tanesini yemeğe başladımBir kısmı ağzımda bir kısmı da elimde olduğu halde yeminim aklıma geldiHemen elimde olanları serptim,ağzımdakileri tükürdümKendi kendime mihnet ve bela vakti yaklaştı,dedimKılıcımı-kalkanımı ve mızrağımı bir kenara attım,bir ağacın dibine varıp elim şakağımda düşünmeye başladımHatta işledimŞimdi benim halim ne olucak diye düşünüyordum Ben dalgın dalgın düşünmekte iken bir bölük atlı silahlı kişi gelerek etrafımı sardıSonra beni yaka-paça deniz kenarına emir (Reislerinin) yanına götürdüler

Daha evvel bazı köylüler de benim gibi yakalanarak sultanın huzuruna getirilmiş,bekletiliyorlarmış Sultan bana:

-Sen kimsin? Necisin? dedi

Ben:

-Allahın kullarından bir kulum,deyince de orada bulunan esir köylülere tanıyıp tanımadıklarını sordu

Tanımadıklarını söyledilerOnlara:

-Bu sizin büyüğünüz,fakat siz onu mazur göstermek için tanımadığınızı söylüyorsunuz,kendinizi feda ediyorsunuz,dedi

Biraz sonra kararını verdiO kalabalıktan birer birer ayrıp birer el, birer ayaklarını kestiler Sıra bana gelince:

-Elini uzat! dediler

Uzattım ve bir vuruşta sağ elimi kestilerAyağını da uzat dediklerinde sırtüstü yatarak ayağımı uzattım ve:

-Ya Rabbi! Elim günah işlemişti kestirdin,ayağımın ne suçu var!diye içimden yalvardım

O anda atlılardan biri atından atlayarak:

-Durun,kesmeyin,bu adam falan zattır! Ne yapıyorsunuz, dünyayı başımıza mı yıkacaksınızBen bunu tanıyorum! diye bağırdı

Bunun üzerine reis atından inerek o kesilen eli öptüBana da:

-Biz hata ettik,bizi affet,diye yalvardı

Ben de:

-O suçlu bir eldiKestiniz,hakkımı helal ettim, dedim

Ondan sonra çok ağladımÇünkü bir anlık dalgınlık yüzünden hem elimden olmuş hemde o her zaman nereye gitsem beni bulan yuvarlak kürsten mahrum olmuştumİşte bu elimin kesilmesi böyle bir hadise sonucu olmuşturBu bir suçlu eldir ve cezasını çekmiştirAllah ahirette çektirmesin
 

ekecikli24

MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    20 Ağu 2011
  • Mesajlar
    100
  • MFC Puanı
    0
Çoban Babanın Kuzucukları

Erzurum’un Ruslar tarafından kuşatıldığı ve dadaşların aslanlar gibi çarpıştığı yıllar Bir garip çoban, sürüsünü almış, otlata otlata dağa doğru çıkıyordu Kendi kendisiyle söyleşe halleşe hayli yol almış, hayli de yorulmuştu


Birden susadığını hissetti Çoban Baba! Gözünün önüne kara topraktan fışkırmış kol kol billur sular geldi Fakat o yana baktı, bu yana baktı su bulamadı Etrafta ne bir pınar, ne bir su birikintisi vardı

Bir türlü su bulamıyordu

Çoban Baba, yürümeye, koyunları da kendisiyle birlikte gelmeye devam ediyordu, fakat aradığı suyu bir türlü bulamıyordu


Çoban’ın susuzluğu gittikçe arttı Ciğeri göz göz dağlandı O arada baktı ki, oğlaklar, kuzular dilleri dışarıda meleşiyor Koyunların başları önlerine düşmüş Koçlar huysuz ve öfkeli Gün akşama dönünceye kadar, bütün sürü su arıyor Köpekler ayaklarıyla yeri deşiyor, çoban o çalının dibinden ötekine koşuyor, ama nafile!

Çoban Baba sonunda yorgun ve takatsiz düştü Mis gibi kokulu bir mersin kümesinin dibinde toprağa çöktü Başını secdeye koydu:

“Rabbim” dedi: “Güzel Rabbim! Sürüm de ben de susuzluktan öleceğiz Ben susuzluktan ölsem bir şey lazım gelmez, ama bu hayvancıkların meleşmeleri beni kahrediyor! Sen her şeye kadirsin Allahım”


Çoban hem söylüyor, hem ağlıyordu O kadar çok ağlıyordu ki, gözünün yaşı toprağı yıkıyordu Başı hâlâ o toprakta secdedeydi Birden dudaklarına bir serinlik geldi Önce ne olduğunu anlayamadı Başını kaldırdı ve hayretle gördü ki, yerden bir pınar fışkırmış, gürül gürül Serin, tatlı, ışıl ışıl

Duası kabul olmuştu

Şimdi Çoban Baba daha çok ağlıyordu Çünkü, Rabbi duasını kabul etmişti Bu sevinçle, az evvelki adağını unutacak değildi ya Çoban Baba’nın son sözleri şunlar oldu:

“Artık ölebilirim güzel Allah’ım! Artık ölebilirim Değil mi ki sürüm susuzluktan kurtulacak, değil mi ki duamı hemen kabul ettin, artık bu can bana lâzım değil!”


Çoban Baba oracıkta ruhunu teslim etti Sürüdeki hayvanlar, gidenden, gelenden habersiz pınara baş uzatmış, kana kana içiyorlardı
 

ekecikli24

MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    20 Ağu 2011
  • Mesajlar
    100
  • MFC Puanı
    0
Çoban ve Ağaç

Yaşlı çoban sürüsünü otlatmak için yaylaya çıktığında tepeye yakın bir elma ağacının altında dinlenir ve eğer mevsimiyse, onunla konuşarak:


"Hadi bakalım evladım, derdi Bu ihtiyarın elmasını ver artık"


Ve bir elma düşerdi, en güzelinden, en olgunundan Yaşlı adam sedef kakmalı çakısını çıkartarak onu dilimlere ayırır ve küçük bir tas yoğurtla birlikte ekmeğine katık ettikten sonra, babasından kalan Kur'an'ını okumaya koyulurdu

Çoban, bu ağacı yirmi yıl kadar önce diktiğinde sık sık sular, bunun için de büyükçe bir güğüme doldurduğu abdest suyundan geriye kalanı kullanırdı Elma ağacının kökleri, belki de bu sularla kuvvet bulmuş ve kısa sürede serpilip meyve vermeye başlamıştı Çoban o zamanlar henüz genç sayıldığından şöyle bir uzandı mı en güzel elmayı şıp diye koparırdı Fakat aradan geçen bunca yıl içinde beli bükülüp boyu kısalmış, ağacınkiyse bir çınar gibi büyüyüp göklere yükselmişti Ama boyu ne olursa olsun, ağaç yine de yavrusu değil miydi? Onu bir evlat sevgisiyle okşarken :


"Ver yavrum, derdi, gönder bakalım bu günkü kısmetimi"
Ve bir elma düşerdi hiç nazlanmadan, yıllar boyu hiçbir gün aksamadan

Köylüler, uzaktan uzağa gözledikleri bu hadiseyi birbirlerine anlatıp yaşlı çobanın veli bir zât olduğunu söylerlerdi

Yaşlı adam, ağacın altında dinlenip namazını kıldığı bir gün, yine elmasını istedi Ancak dallar dolu olmasına rağmen nedense birşey düşmemişti Sonra bir daha, bir daha tekrarladı isteğini Beklediği şey bir türlü gelmiyordu Gözyaşları, yeni doğmuş kuzuların tüylerini andıran beyaz sakalını ıslatırken, ağacın altından uzaklaşıp koyunların arasına attı kendini Yavrusu, meyve verdiği günden bu yana ilk defa reddediyordu onu İhtiyar çobanın beli her zamankinden fazla bükülmüş, güçsüz bacakları da vücudunu taşıyamaz olmuştu Hayvanlarını usulca toplayıp köye doğru yöneldiğinde, aşağıdaki caminin her zamankinde daha nurlu minarelerinden yankılanan ezan sesiyle irkildi birden Yeniden doğmuştu sanki çoban Birşey hatırlamıştı


Çocuklar gibi sevinerek ağacın yanına koştu ve ona şefkatle sarılırken :


"Canım" dedi, hıçkırıp ağlayarak


"Benim güzel evladım, mis kokulum Şu unutkan ihtiyarı üzmeden önce neden söylemedin, bu günün Ramazan'ın ilk günü olduğunu ?"
 

ekecikli24

MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    20 Ağu 2011
  • Mesajlar
    100
  • MFC Puanı
    0
Çobandaki Feraset ve Marifet

Abdullah bin Mübarek (rah) bir gün Medine dışında seyahat ediyordu Yolda koyun otlatan genç bir çoban gördü Gence acıdı Bu zavallı genç, çocuklukta cobanlık yaparsa büyüyünce Allah Teala'nın ibadet ve marifetini nasıl öğrenir, diye düşündü ve kendi kendine, `Gideyim, ona Allah Teala'yı tanıması için bazı şeyler söyleyeyim, bir kaç mesele öğreteyim" deyip genç çobanın yanına geldi Ona selam verip tanıştıktan sonra,

"Evladım, Allah Teala'yı bilir misin? diye sordu Çoban,

"Kul sahibini nasıl bilmez?" dedi Abdullah bin Mübarek,

"Allah Teala'yı ne ile nasıl tanıdın, kim öğretti? diye sordu Çoban,

"Bu koyunlarımla tanıdım" dedi Abdullah bin Mubarek,

"Bu koyunlarla O`nu ne şekilde tanıdın ki? diye sordu Çoban,

"Düşünsene, bu bir kaç koyun sahipsiz ve çobansız olmaz, olan da bir işe yaramaz Bunlara su ve ot verecek, kurttan ve diğer tehlikelerden koruyacak birisi lazımdır Bundan anladım ki kainat, insanlar, cinler, hayvanlar, diğer canlılar ve şu üzerimde uçan kanatlı kuşlar bir koruyucuya muhtaçtır Hem bunlar kendi kendine olmaz Şu alemde ki binlerce çeşit varlıkları yaratan, koruyan, kollayan, hepsine gücü yeten biri vardır Bu Allah Teala'dan başkası değildir İşte bu koyunlarla Allah Teala'nın varlığını böylece bildim" dedi Abdullah bin Mübarek,

"Allah Teala'yı nasıl bilirsin?" diye sordu Çoban,

"O`nu hiçbir şeye benzetmeden bilirim" dedi

"O`nun hiçbir şeye benzemediğini nasıl bildin?" diye sordu Çoban,

"Yine bu koyunları düşünerek böyle olduğunu bildim" dedi Abdullah bin Mübarek,

"Nasıl düşündün?" diye sordu Çoban,

"Şöyle düşündüm: Ben bu koyunların çobanıyım, onları sevk ve idare ediyorum Bakıyorum, ne onlar bana benziyor, ne de ben onlara Bundan anladım ki, bir çoban koyunlarına benzemezse, bütün varlıkların sahibi olan Allah Teala da kullarına benzemez" dedi Abdullah bin Mübarek,

"Güzel, doğru söyledin İlimden bir şey öğrendin mi? diye sordu Çoban,

"Ben bu sahralarda, nasıl ilim tahsil edebilirim ki" dedi Abdullah bin Mübarek,

"Peki, bu ferasetle başka ne öğrenmişsin?" diye sordu Çoban,

"Yüce Allah'ın yardımı ile üç çeşit ilim öğrendim Bunlar gönül ilmi ve beden ilmidir" dedi Abdullah bin Mübarek,

"Bunlar nelerdir?" diye sorunca, genç çoban şöyle açıkladı

"Gönül ilmi şudur: Allah bana kalp verdi Orayı kendisine muhabbet ve marifet yeri yaptı İstedi ki bu kalp ile O`nu bileyim, tanıyayım ve seveyim Ayrıca O`nun sevdiklerini de seveyim, sevmediklerine kalbimde yer vermeyeyim, onlardan uzak kalayım

Dil ilmi şudur: Allah bana dil verdi Bu dilimle kendisini zikretmemi, adını anmamı ve nimetlerini anlatmamı istedi Dilime kötü sözü yasakladı

Beden ilmi şudur: Yüce Allah bana beden verdi Onunla kendisine hizmet ve ibadet yapmamı istedi Hayırda koşmayı, kötü işlerden uzaklaşmayı emretti"

Genç çobandan bunları dinleyen Abdullah bin Mübarek, işittiklerine hayret etti Çok memnun oldu Çobanı tebrik etti ve ona,

"Ey genç, senin bu söylediklerin öncekilerin ve sonrakilerin bilmesi gereken ilimdir İlmin aslını ve herkese lazım olanı sen söyledin Şimdi o temiz gönlünle bana bir nasihat et" dedi Genç çoban şunları söyledi

"Efendi, yüzünüzden alim bir zat olduğunuz belli oluyor Eğer ilmi Allah rızası için öğrendi iseniz artık insanlardan bir şey istemeyin, onlardan bir menfaat beklemeyin Eger din ilmini dünya kazanmak icin ögrenmişseniz ahirette bir faydasını göremezsiniz, cennete giremezsiniz Ayrıca vebali de sana kalır" dedi

Abdullah bin Mübarek (rah), genç çobana dua ederek ve yüce Allah'a şükrederek oradan ayrıldı
 

ekecikli24

MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    20 Ağu 2011
  • Mesajlar
    100
  • MFC Puanı
    0
Çobanın Ziyafeti

İran'a açtığı seferde Sivas'a doğru yol almakta iken, yaşlı bir çoban koşarak Yavuz'un huzuruna geldi ve:

- Sulağımıza hoş geldin Sultanım! Görüyorum ki yorgunsun, açsın Bu fakire misafir olursan gönül alırsın, dedi
Yavuz Sultan Selim Han:

- Ben tek başıma değilim çoban baba Ardımda koca bir ordu var, buyurunca, çoban tevekkülle boynunu büktü ve:

-Allah Teâlâ kerimdir Hele sen bir mola ver Misafir kısmetiyle gelir, dedi

Sultan Selim Han:

"Bunda bir hikmet olsa gerektir" diyerek ordusuna mola emri verdi Çadırlar kuruldu Çoban sürüden dört koyun seçerek yüzüp temizledi ve kazana koydu Sonra Sultan Selim Han'a:

-Sultanım, askerler eti yerken kemikleri kırmasınlar, diyerek tenbihde bulundu


Kazanlarda etler pişirildi ve gaziler davet edilerek kemiklerin kırılmaması bir daha tenbihlendi Nöbet nöbet sofralara oturuldu Bütün ordu doyuncaya kadar koyunlardan yemelerine rağmen bu dört koyunun etlerini bitiremediler Sonra çoban, kemikleri bir araya getirerek dua etti Askerler "Âmin" dediler Koyunlar Allah Tela'nın izniyle dirildiler ve sürüye tekrar katıldılar Sadece koyunlardan biri topallıyordu Olanlara herkes şaşırmıştı Yavuz Sultan Selim Han, çobana:

- Bu niçin topallıyor? diye sorunca çoban:

- Bir kemiği noksan olduğu için, dedi


Bunun üzerine Sultan Selim Han, sakladığı aşık kemiğini çıkardı ve:

-Baba! Sizi denemek istemiştim Kamil bir veli olduğunuz anlaşıldı Kusurumuz afola Bizi dualarınızdan eksik etme, diye rica etti

Çoban da:

- Allah Teala'nın yardımı senin üzerindedir Alemlere rahmet olarak gönderilen sevgili ve şerefli Peygamber Efendimiz ve sahabeleri senin yanındadırlar Merak etme, zafer senin olacak, muzaffer olarak döneceksin, dedi

Kaynak
 

ekecikli24

MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    20 Ağu 2011
  • Mesajlar
    100
  • MFC Puanı
    0
Daha Büyük Keramet mi Olur?


Azîz Mahmûd Hüdâyî bir gün, Sultan Ahmed Hanla sarayda sohbet ediyordu Bir ara abdest tâzelemek istedi İbrik ve leğen getirdiler Pâdişâh hocasına hürmeten ibriği eline aldı ve abdest suyunu döktü Sultan Ahmed Hanın annesi de kafes arkasında havluyu hazırlamıştı

Vâlide Sultan kalbinden;

"Azîz Mahmûd Hüdâyî'nin bir kerâmetini görseydim" diye geçirmişti

Bunun üzerine Mahmûd Hüdâyî, Vâlide Sultan'ın gönlünden geçenleri anlayarak; "

Hayret! Bâzıları bizim kerâmetimizi görmek isterler, Halîfe-i rûy-i zemîn'in elimize su döküp, muhterem vâlidelerinin havlu hazırlamasından daha büyük kerâmet mi olur?" buyurdu
 

ekecikli24

MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    20 Ağu 2011
  • Mesajlar
    100
  • MFC Puanı
    0
Dağ başına mı Şehir İçine mi?
İki kardeştiler Biri köyde çobanlık yapmayı tercih ederek diyordu ki: Bu zamanda şehre gitmek, oranın günahlı hayatına karışmak çok kötü İyisi mi, ben köyün çobanlığını yapayım, günahlardan uzak kalayım Diğeri ise şehre gitti Bir mahallede küçük bir tamir kulübesi açıp başladı ayakkabı tamirine Çoban dağda koyunları, keçileri otlatıyor, hiçbir namazını kaçırmıyor, hiçbir şekilde de nâmahreme nazar etmiyordu Bütün gün ormanın sessizliği içinde zikirle, fikirle, şükürle yaşayıp gidiyordu

Bu sebeple de manen bir hayli ilerledi, kerametlere mazhar oldu Düşünüyordu ki, kardeşi şehirde bir sürü günah ve nâmahreme nazar ile manen sukût ediyor Bir ara ona acıyarak ziyaretinde bulunmayı düşündü Otlattığı koyunlarından bir miktar süt sağıp bir bez torbaya doldurarak ağzını bağlayıp şehrin yolunu tuttu Sora sora bir mahalledeki eskici kulübesinde kardeşini buldu

Torbadaki sütünü duvardaki bir çiviye asıp oturarak hal hatır sormaya başladı Bu sırada bir hanım geldi, ayakkabısını çıkarıp topuğunu gösterdi Kardeşi baktı Tamir edebileceğini söyledi Hanım çıplak ayakla beklemeye başladı Kadın az sonra ayakkabısını giyip giderken ormanda görmediğini gören çobanın zihnindeki temizlik de gitmeye yöneldi İşte o sırada yukarıdan bir şeyler dökülmeye başladı Başlarını kaldırıp yukarıya baktıklarında bunun süt damlası olduğunu anladılar Meğer o anda torbadaki süt de damlamaya başlamış

Eskici kardeş şöyle bir baktı ve söylendi:

- İnsanlardan kaçarak dağ başında veli olmak kolay şey Bütün mesele işte bu insanların içinde veli olabilmekte Anladın mı şimdi farkı?

Çoban başını sallayarak cevap verdi:

- Sen haklısın şehirli kardeşim Demek senin manen yükselmene mani bu gibi manzaralar Bunun için düşüş var sende

Eskici cevap verdi:

- Nereden bildin bende düşüş olduğunu?

- Baksana, bir anda düştüm senin yanında Sen ise her gün bunlarla yüz yüze, göz gözesin Düşmemen mümkün mü?

Eskici cevap verdi:

- İşte ben de onu söylüyorum sana Asıl mesele bunların içinde kendini muhafaza etmektedir Rabb'ime şükürler olsun ben kendimi şimdiye kadar muhafaza ettim, bundan sonra da muhafaza ederim, inşaallah

Çoban buna itiraz etti

- Beni bir anda makamımdan düşüren manzara seni her gün neden düşürmesin? Sen çoktan düşmüşsün de haberin bile yok

Eskici buna bir cevap vermek istiyordu Bunun için şehadet parmağını ağzına götürüp dilinin ucuyla ıslattıktan sonra doğruca torbanın süt akan yerine Bismillah diyerek bastırdı Bir de baktılar ki, şıp şıp diye akan süt anında kesildi

Birbirlerine bakıştılar Bir anlık sessizliği yine çobanın feryadı bozdu Kucakladığı kardeşine şöyle diyordu:

- Sen haklıymışsın şehirli kardeşim! Asıl mesele, dağ başına kaçmak değil, insanlar içine girmek, onların arasında durumunu muhafaza etmekmiş

Siz ne dersiniz bu olaya? Dağ başına mı gitmeli, yoksa şehir içinde mi muhafaza olmalı?
 

ekecikli24

MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    20 Ağu 2011
  • Mesajlar
    100
  • MFC Puanı
    0
Delinen Kırbalar

Ebûl Vefa hazretlerinin küçük ama çok sevimli bir oğlu vardır Çocuk iyidir hoşdur da bir ara sakalara takar Mahalle sucusunun yolunu bekler, çuvaldız ile kırbaları deler Kimbilir, belki de fıskiye gibi akan sular hoşuna gider Aslında saka şaka götüren biri değildir Bunu yapan bir başka çocuk olsa, çoktan ensesine yemiştir şamarı Zira delinen kırba dikilemez, ancak boğumlanarak bağlanır ki, koca kırba gitti demektir yarı yarıya

Saka bir sabreder, iki sabreder, bakar olmuyor, tutar eteğini, çıkar huzura 'Affınıza sığınıyorum ama' der, 'Vaziyet böyleyken böyle!'

Ebûl Vefa hazretleri çok şaşırır Kırbaların parasını fazlasıyla öder Sucudan ağlaya, yalvara helallik diler Saka bir hoş olur 'Keşke eşiğine sultanların baş koyduğu veliyi üzmeseydim' der Pişman, mahçup dergâhı terkeder


Ebûl Vefa hazretleri çocuğa hiçbir şey demez Hemen hanımını bulur 'Aman hatun, iyi düşün'der, 'biz bir hata yaptık ama nerede?'

O gün tırnaklarını saçlarına geçirir, adeta beyinlerini kanatırlar Uykuyu dağıtırlar Hanımı sabaha karşı 'Tamam!' der, 'Galiba buldum!'


-Anlat hele?


-Çocuğumuza hamileydim Kız kardeşim bir yere uğrayacak olmalıydı sepetini bırakmıştı bize Zerzavat arasından bir limon parladı Canım nasıl çekti anlatamam Kardeşimi biliyorsun Bir şey istemiye gör, canını verir Limonun lâfını etsem, mutlaka bize bırakacak, kendi limonsuz dönecekti evine Aklıma başka bir yol geldi Limonu iğneyle deldim, bir damla emdim Nefsimi körlettim Ama unuttum gitti Hata bende, limonunu deldiğimi söylemeliydim ona


-Aman kalk bacına gidelim


-Bu saatte mi?


-Evet bu saatte!


-Ne diyeceğiz?


-Helallik dileyeceğiz
 

ekecikli24

MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    20 Ağu 2011
  • Mesajlar
    100
  • MFC Puanı
    0
Delinin Veliye Tavsiyesi
Bayezid-i Bestamî hazretleri Büyük velilerden Bir gün tımarhanenin önünden geçiyor Tımarhane hizmetçisinin tokmakla birşeyler dövdüğünü görüyor:


-Ne yapıyorsun?


Hizmetçi:


-Burası tımarhanedir Delilere ilâç yapıyorum


-Benim hastalığıma da bir ilâç tavsiye eder misin?


-Hastalığını söyle


-Benim hastalığım günah hastalığı Çok günah işliyorum


-Ben günah hastalığından anlamam Ben delilere ilâç hazırlıyorum


Parmaklığının arasından konuşulanları duyan bir deli,(!) Bayezid-i Bestamî hazretlerine:


-Gel dede, gel! Senin hastalığının çaresini ben söyleyeyim, diye seslendi


Bayezid-i Bestamî hazretleri, delinin yanına sokularak:


-Söyle bakalım, benim derdime çare nedir? dedi


Deli(!) şu ilâcı tavsiye etti:


-Tevbe kökü ile istiğfar yaprağını karıştır Kalb havanında tevhîd tokmağı ile döv, insaf eleğinden geçir, göz yaşıyla yoğur, aşk fırınında pişir Akşam-sabah bol miktarda ye O zaman göreceksin senin hastalığından eser kalmaz, dedi


Bu güzel ilâcı öğrenen Bayezid hazretleri:


-Hey gidi dünya hey! Demek, seni de deli diye buraya getirmişler, deyip oradan ayrıldı


Bu ilâç, halen günah hastası olanlara tavsiye olunmaya değer bir ilâçtır Yani bu formülün hükmü hâlâ devam etmektedir
 

ekecikli24

MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    20 Ağu 2011
  • Mesajlar
    100
  • MFC Puanı
    0
Derviş Olduğun İçin
Sultan Mahmûd Gaznevî, bütün Asya'ya hâkim olduğu zamanda, Harkân şehrine yakın gelmişti Adamlarından bir kaçını, Harkân'a Şeyh Ebü'l-Hasan-ı Harkânî hazretlerinin huzûruna göndermiş ve Şeyh hazretlerini yanına çağırmıştı Şeyh hazretleri buna karşılık, bir özür beyân ederek gitmek istemediler Durum, Mahmûd Gaznevî'ye bildirilince,

- Haydi kalkınız! Zîrâ o, bizim sandığımız kimselerden değildir Biz ona gidelim, dedi Sonra kendi elbisesini Kâdı İyâd'a giydirdi ve kendisi de silâhtar olarak, Kâdı İyâd'ın yanında Ebü'l-Hasan-ı Harkânî'nin evine girdi Mahmûd Gaznevî selâm verince, Ebü'l-Hasan hazretleri selâmını aldı Fakat ayağa kalkmadı Mahmûd Gaznevî, Ebü'l-Hasan-ı Harkânî'ye;


- Sultan için neden ayağa kalkmadınız?diye sorunca, Ebü'l-Hasan, Sultan Mahmûd'a;


- Mâdem ki seni öne geçirmişler, yanıma gel bakalım, dedi Soruya o ânda cevap vermediler

Sultan Mahmûd Gaznevî, Ebü'l-Hasan-ı Harkânî'ye;


- Bâyezîd-i Bistâmî nasıl bir zât idi? diye sordu


Ebü'l-Hasan-ı Harkânî:


- Bâyezîd, öyle kâmil bir velî idi ki, onu görenler hidâyete kavuşurdu Allahü teâlânın râzı olduğu kimselerden olurdu, diye cevap verdi


Sultan Mahmûd bu cevâbı beğenmedi ve;


- Ebû Cehl, Ebû Leheb gibi kimseler, Fahr-i kâinâtı, Server-i âlemi nice kere gördüler Fakat hidâyete gelmediler Hâl böyle olunca, Bâyezîd'i görenlerin hidâyete geldiklerini nasıl söylüyorsun? dedi


O, Resûlullah efendimizden daha yüksek mi ki, iki cihânın efendisini, üstünlerin üstünü olan Allahü teâlânın sevgili Peygamberini gören, küfürden kurtulamadı da, Bâyezîd'i görenler mi kurtulur demek istedi


Ebü'l-Hasan;


- Ebû Cehl ve Ebû Leheb gibi ahmaklar, Allahü teâlânın sevgili Peygamberini, insanların en üstünü olan hazret-i Muhammed (sav) olarak görmediler Ebû Tâlib'in yetimi, Abdullah'ın oğlu olarak gördüler O gözle baktılar Eğer, Ebû Bekr-i Sıddîk gibi bakarak, Resûlullah olarak görselerdi, eşkıyâlıktan, küfürden kurtulur, onun gibi kemâle gelirlerdi, buyurdu

Sultan Mahmûd Han bu cevâbı çok beğendi Din büyüklerine olan sevgisi arttı Sultan Mahmûd;


- Bana nasîhat ediniz, deyince


Ebü'l-Hasan-ı Harkânî;


- Şu dört şeye dikkat et: Günahlardan sakın, namazını cemâatle kıl, cömert ol, Allahü teâlânın yarattıklarına şefkat göster, dedi


Sultan Mahmûd;


- Bana duâ buyurun, deyince,


Ebü'l-Hasan-ı Harkânî;


- Ey Mahmûd, âkıbetin makbûl olsun,dedi


Bunun üzerine Sultan Mahmûd, Ebü'l-Hasan-ı Harkânî'nin önüne bir kese altın koydu Buna karşılık Ebü'l-Hasan, sultânın önüne arpa unundan yapılmış bir yufka ekmeği koydu Sultan ekmekten bir lokma aldı Fakat lokmayı yutamadı Bunun üzerine Ebü'l-Hasan hazretleri;


- Bir lokma ekmeği yutamıyorsun İster misin, şu bir kese altın bizim de boğazımızda dursun? Biz paralarla olan alâkamızı kestik Şu altınları önümden alınız, dedi Sultan, Ebü'l-Hasan'ın paraları almasını çok istedi ise de, kabûl etmeyince, ondan bir hâtıra istedi Ebü'l-Hasan hazretleri ona hırkasını verdi

Sultan Mahmûd giderken, Ebü'l-Hasan ayağa kalktı Bunun üzerine Sultan Mahmûd;


- Geldiğim zaman hiç iltifat etmemiştin, fakat şimdi ayağa kalkıyorsun O hâl niye idi? Bu ikrâm nedir? diye sordu


Ebü'l-Hasan-ı Harkânî hazretleri;

- Buraya pâdişâhlık gururu ile beni imtihan için geldin Şimdi ise dervişlik hâliyle gidiyorsun ve dervişlik devletinin güneşi üzerinde ışıldamaya başladı Önce gurur içinde olduğundan dolayı ayağa kalkmadım Fakat şimdi derviş olduğun için ayağa kalkıyorum" dedi

Sultan, sonra gazâya gitmek üzere Harkân'dan ayrıldı Sevmenât'a geldi İçine mağlûb olma korkusu düştü Birden atından inip, bir köşede Ebü'l-Hasan hazretlerinin hırkasını eline alıp;


- Yâ İlâhî! Şu hırkanın sâhibinin yüzü suyu hürmetine, şu kafirlere karşı bizi muzaffer kıl Ganimet olarak ele geçireceğim her şeyi dervişlere vereceğim, diye duâ eder etmez, düşman tarafında bir toz-duman ortaya çıktı Düşmanlar, bu toz-duman içinde birşey görmiyerek, kılıçlarını birbirlerine vurdular ve kendi kendilerini öldürdüler Sağ kalanları dağılıp gitti O akşam Sultan Mahmûd, rüyâsında Ebü'l-Hasan-ı Harkânî hazretlerini gördü Ebü'l-Hasan-ı Harkânî, Sultan Mahmûd'a;


- Allahü teâlânın dergâhında, hırkamızın yüzü suyu hürmetine zafer kazandın Eğer o anda isteseydin, kâfirlerin hepsinin müslüman olmasını sağlayabilirdin" buyurdu
 
Üst Alt