Neler yeni
MEGAForum - Teknoloji Forumu

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı yada giriş yapmalısınız. Forum üye olmak tamamen ücretsizdir.

  • Web sitemizin içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için Web sitemize kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Web sitemize üye olmak tamamen ücretsizdir.
  • Sohbetokey.com ile canlı okey oynamaya ne dersin? Hem sohbet et, hem mobil okey oyna!
  • Soru mu? Sorun mu? ''Bir Sorum Var?'' sistemimiz aktiftir. Paylaşın beraber çözüm üretelim.

A'dan-Z ye Dini Hikayeler

ekecikli24

MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    20 Ağu 2011
  • Mesajlar
    100
  • MFC Puanı
    0
Kadına Yanlış Fikir Veren Komşu


Ebû Müslim Havlânî, mâneviyat büyüklerinin hem de ileri gelenlerindendir Kendisi ibadette, ahlâkta, zühd ve takvâda örnek bir tasavvuf büyüğüdür Tâbiîn zamanında İslâm’a girmiş, ciddî bir araştırma tahkikten sonra girdiği İslâm’da öylesine ilerlemiş ki, kendinden önce girenler ondan sonraya kalmış, ondan feyiz alıp nasihat dinler olmuşlardır
Ebû Müslim’in kendisi ilerleyip de hanımı geride kalmış değildi Hanımı da hemen kendisine yakın şekilde mânen ilerlemiş, beyinin takvâsına yaklaşan bir iktisad ve kanâat ehli hâline gelmişti

Bu yüzden birlikte oruç tutarlar, birlikte gece namazı kılarlar, yine birlikte vakit namazlarına hazırlanırlardı

Hattâ “Hılletü’l-Evliyâ”da anlatıldığına göre, Ebû Müslim camiye giderken tekbir alarak evinden çıkar, namaza yönelirdi Hanımı da onu tekbirle uğurlar, yine tekbirle karşılardı

Ancak, bir gün durum değişti Ebû Müslim, cami dönüşü evinin avlusuna girdiği halde tekbir sesi işitmemiş, bunun bir sebebi olacağını düşünmeye başlamıştı Halbuki hanım evden dışarıya da pek çıkmaz, habersiz bir yere gitmezdi

– Hayırdır inşâallah, diyerek kapıdan giren Ebû Müslim, az sonra elinde yemeklerle hanımının geldiğini gördü Sofrayı hazırlayan hanım şöyle bir köşeye “Offf!” diyerek yığılıverdi

Ebû Müslim şüphelenmeye başladı:

– Hanım, sende bir değişiklik var, nedir bu oflamalar?

Cevap verdi:

– Ne olacak, yorgunluk, bitkinlik! Bütün gün ev işleriyle meşgul oluyor, yorulup bitkin düşüyorum Halbuki sen halifenin huzuruna girince bir hizmetçi istesen, seni kırmaz hemen verirmiş

– Hanım, halifenin bana hemen bir hizmetçi vereceğini nereden biliyorsun? Benim böyle itibarım var mı ki?

– Varmış!

– Nereden biliyorsun?

– Nereden olacak, işte komşu kadını! O, senin böyle yüce bir itibara sahip olduğunu söyledi Hem halifeden sadece hizmetçi değil, başka daha neler istesen alırmışsın Onun için nüfuzunu kullanmanı, hizmetçi ile kalmayıp biraz da maddî yardım talebinde bulunmanı istiyorum

Kendisini tekbirlerle namaza uğurlayıp, yine tekbirlerle karşılayan hanımının birden fikrinin bozulup dikkatinin dağıtıldığını gören Ebû Müslim, buna çok üzülür, ne yapacağını şaşırır

Halife Hz Muâviye’den böyle bir talepte bulunmayı asla istemez ama, kadın da bunda ısrar eder:

Bu defa gazaba gelen büyük velî, elini açar ve bedduasını yapar:

– Allah’ım, beni tekbirle namaza gönderip yine tekbirle karşılayan bu sâliha kadının kim fikrini çeldi, aklını bozdu ise, onun gözünü kör eyle!

O anda evin öteki köşesinde bir feryat kopar!


– Ortalığı aydınlatın, gözlerim görmüyor!

Meğer geçim bozup, yuva yıkmakla meşhur olan komşu kadını henüz evdeymiş, birdenbire dünyasının karanlığa gömülmesini ışığın sönmesine hükmetmiş

Ancak, bunun ansızın gelen körlükten başka bir şey olmadığını anlayınca başlamış büyük velîye yalvarmaya: – Ben ettim, sen etme!

Bundan dolayı derler ki:

– Dindar hanımlar, dindar olmayan kadınların verdikleri yanlış fikirleri dinlememeli, yanlış fikir verenler de günün birinde mutlaka bir belâya uğrayacaklarını hatırdan çıkarmamalıdır!

Nitekim komşu kadını yanlış fikir verdi, körlük cezasına müstahak oldu
 

ekecikli24

MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    20 Ağu 2011
  • Mesajlar
    100
  • MFC Puanı
    0
Kanlı Elbiseler

Seyyid Abdurrahmân, ihsân sâhibiydi Mal ve canını Allahü teâlânın dînini yaymak için sarf etti Zamânının kutbu olduğu için uzak yerlerde Allah yolunda, O'nun dînini yaymak için savaşanların yardımına koşardı Hanımı şöyle anlattı:

Efendim, arada-sırada silâhlarını kuşanır, evden çıkar, sabahtan önce yine eve gelirdi Geldiğinde üstünde-başında kan lekeleri olurdu Elbiselerini yıkar sesimi çıkarmazdım Yine elbiseleri kan içinde kaldığı bir gün kendisine;

-Efendi! Sık sık gidip, sabaha bu vaziyette geliyorsun Nereye gidiyorsun ve elbisen niçin kan içinde dönüyorsun?" diye sordum

O da;

-Hanım, sağlığımda iken kimseye söylemezsen, bu sırrı sana söylerim" dedi

Ben de;

-Söylemem,dedim

Bunun üzerine;

-Biz vazîfemiz îcâbı zaman zaman dünyânın neresinde müslümanlarla kâfirlerin harbi varsa oraya gideriz Müslümanlara yardım eder, küffâr ile harbederiz Ayrıca darda kalmış müslümanların da yardımına yetişiriz" buyurdu

Ben bu sırrı o vefât edinceye kadar kimseye söylemedim, sakladım
 

ekecikli24

MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    20 Ağu 2011
  • Mesajlar
    100
  • MFC Puanı
    0
Karınca ile HzSüleyman (as)


Bir gün Süleyman Peygamber (as) bir karıncaya bir yıllık yiyeceğinin miktarını sorar

Karınca da,

"Bir buğday tanesi yerim" diye cevap verir
Cevabın doğru olup olmadığını kontrol etmek isteyen Süleyman Peygamber (as) karıncayı bir şişeye koyar Yanına da bir buğday tanesi koyarak hava alacak şekilde şişeyi kapatır Ondan sonra da bir yıl bekler Müddeti dolunca şişeyi açtığında bir de bakar ki karınca buğday tanesinin yarısını yemiş, yarısını da bırakmıştır Kendi kendine meraklanır Acaba neden yemedi?
Bunun üzerine Hz Süleyman (as) karıncaya buğday tanesini tamamen neden yemediğini sorar

Karınca da,

"Daha önce benim yiyeceğimi yüce Allah (cc) verirdi Ben de O'na güvenerek bir buğday tanesini tamam olarak yerdim Çünkü O beni asla unutmaz ve ihmal etmezdi Fakat bu işi sen üzerine alınca doğrusu nihayet bu aciz bir insandır diye sana pek güvenemedim Belki beni unutup yiyeceğimi ihmal edebilirsin O yüzden de bir yıllık yiyeceğimin yarısını yiyerek, diğer yarısını da ertesi yıla bıraktım" diye cevap verdi
Yüce Allah (cc) cümlemizi kul kapısına baktırmaktan korusun, amin
 

ekecikli24

MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    20 Ağu 2011
  • Mesajlar
    100
  • MFC Puanı
    0
Karınca Yuvasını Dağıtmayın
Erek Dağı'nda havalar iyice soğuyuncaya kadar kalmıştık Artık neredeyse kar yağmaya başlayacaktı Kaldığımız yer bayırdı Buraya bir oda yapmamızı istedi Biz de hemen çalışmaya koyulduk Başladık kazmaya
Kazı yaparken bir karınca yuvası çıktı Üstad karınca yuvasını gördü Kazıyı durdurmamızı istedi Sebebini sorduk:
"Bir ev yıkıp bir ev yapmak olur mu?" dedi "Bu hayvanların yuvasını dağıtmayın Başka bir yeri kazın"
Biz başka bir yeri kazmaya başladık Oradan da karınca yuvası çıktı Bana yardım eden bir arkadaş vardı O, "Böyle olur mu hiç?" diye bana sordu "Üstad gelir gelmez, karıncaların üzerine toprak atalım Yok eğer böyle giderse bu odayı yapamayız"
Sonunda oraya bir odacık yaptık
Üstad karınca yuvalarının yanına gelince, ekmek, bulgur ve şeker koyardı Kendisine şekeri niçin koyduğmuzu sorduğumuzda, şöyle demişti:

"Bu da onların çayı olsun"
 

ekecikli24

MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    20 Ağu 2011
  • Mesajlar
    100
  • MFC Puanı
    0
Karun'un Hazineleri


Hz Musa Aleyhisselâmın, hem amca oğlu, hem de eniştesi olan Kâarun, önceleri Musa Aleyhisselâma iman ediyordu Gündüzleri oruç tutar ve geceleri de namaz ile meşgul olurdu Ve lâkin çok fakir ve ehl-i iyaline bakmakta zorluk çekerdi Hak Celle ve Âlâ Hazretleri Musa Aleyhisselâma Tevrat'ı şerifi altun ile yazmasını emir buyurunca, Hz Musa:

- Ya Rabbî, halimi biliyorsun, ben fakirim diye tazarrû etti

Bunun üzerine Cenabı Hak Hz Musa'ya simya ilmini öğretir ve Hz Musa da o emri yerine getirir Daha sonra Hz Musa Aleyhisselâm Kâarun'un fakirliğini ve ehl-i iyalinin çekmekte olduğu sıkıntıyı düşünerek, hem bedenî hem de mâlî ibadetini yerine getirip ecir sahibi olmasını düşünerek O'na da simya ilmini öğretir

Kâarun ilm-i simyayı öğrenir öğrenmez, kâr-ı ibadet bu imiş diyerek nihayetsiz mal sahibi oldu Bir rivayette, hazinelerinin anahtarlarını 70 ve diğer bir rivayette 100 deve götürürdü Mücahid (RA da derki, her bir anahtar ile 70 hazine kapısı açılırdı

Kâarun her hangi bir yere gidecek olsa, altun elbiseli ve altun lalıçlı 1000 erkek ve 1000 kadın dört bir tarafında giderlerdi Velhasıl Benî İsrail iki kısmı olup, bir kısmı Musa Aleyhisselâmın, bir kısmı da Kâarun'un taraftarı idiler

Bu hal içerisinde Kâarun, nafile ibadetleri bırakmış ve farzları da acele kılmaya başlamıştı

Nihayet Kâarun'un zekat vermesi hakkında vahy-i ilâhî gelir ve Hz Musa Aleyhisselâm bunu Kâarun'a tebliğ eder Kâarun malının zekâtını hesab edince, bakar ki çok büyük bir yekûn tutuyor Kalbi dünya sevgisine meyleder ve muhabetullah gider Bir türlü o zekâtı veremez

Hz Musa Aleyhisselâm, O'na giderek, emr-i ilâhîye itaat etmesini, dünya sevgisini Hz Allah'ın muhabbetine tercih etmemesine dâir pek çok nasihat eder Fakat Kâarun bunlara hiç kulak vermez Hatta Hz Musa Aleyhisselâma buğzederek, haşa iftira etmeyi tasarlar Ve:

- Ya Musa, Mısır ehlini toplayalım ve o cemaat içinde seninle bahis edelim Eğer açık delil ile bana gâlib olursan, malımın zekâtını veririm Ve eğer ben sana gâlib olursam, sen de bundan sonra peygamberlik davasından vazgeçip bir köşeye çekilirsin, der

Kâarun hemen güzel bir ****** kadını kandırarak, Hz Musa ile mübahese edeceğimiz mecliste bulunup, cemaat içinde «Ya Musa, benimle filan vadide zina etmedin mi? Hatta üzerimdeki çocuk da senindir» dersen, sana o kadar çok mal veririm ki, ölünceye kadar sana ve evladına yeter, diyerek kadını kandırır ve razı eder

Ertesi günü Mısır ahalisi, Kâarun'un geniş olan evinde toplanırlar Hz Musa Aleyhisselâm da gelir Cemaat Hz Musa Aleyhisselâmdan biraz vaaz etmelerini arzu ederler O da bir kürsü üzerine çıkarak vaaz etmeye başlar Vaazının bir yerinde Şöyle buyurur:

- Bir kimse hırsızlık yaparsa elini keserim Bir kimse eşkıyalık yapsa, başını keserim ve bir kimse evli olup zina etse taşlayıp helâk ederim

Hemen dinsiz Kâarun ayağa kalkar ve «Ya Musa, sen de zina etsen ne yaparsın?» deyince, Hz Musa Aleyhisselâm da «Eğer ben de (haşa) zina etsem, Cenabı Hak'kın emri bana bile böyledir» der

Bu arada, akılsız Kâarun o ******ye işaret edip «Ya Musa senin zina ettiğine dâir, benim şahidim vardır Zira şu kadın bana söyledi ki, sen bununla filan vadide zina etmişsin Hatta karnındaki çocuk da senden imiş, diyerek, Hz Musa'yı halk arasında mahcub etmek düşüncesi ile, o ******yi ayağa kaldırır Ve ey kadın söyle ki bütün insanlar duysun,» der

O kadın da söz verdiği gibi yalan ve iftiraya başlayacağı sırada, Cenabı Hak, O'nun lisanını döndürüp, iftira edeceği yerde şöyle anlatır:

- Ey Benî İsrail! Doğrusu Hz Musa'nın bu işten haberi yoktur Kâarun'un söylediği yalan ve iftiradır Zira Kâarun, beni çağırıp bir Çok mal vadederek, bu yolda Hz Musa'ya iftira etmemi tembih etti Halbuki Hz Musa, Kalîmullah'tır Öyle bir zata böyle bir adiliği isnad etmeye Allah'tan korkarım

Bunun üzerine Hz Musa Aleyhisselâm gayretüllah ile gadablanıp:

- Ey Allah düşmanı: Bu iftiradan muradın nedir? Beni mahcub edip, Cenabı Hak'kın emri olan zekâtı vermemek midir? der ve kendi hanelerine döner Secdeye varır ve münacât ederek «Ey bütün gizliliklere ve sırlara vakıf olan Rabbim! Kâarun'un iftirasını sen bilirsin, gayret senindir, der ve O'nun aleyhine dua eder O anda Hz Cibril gelerek:

- Ya Musa! Hz Allah, Kâarun'un helaki için yeri emrine âmâde kıldı, diye haber verir

Hz Musa Aleyhisselâm kalkar ve doğruca Kâarun'un yanına gider Kâarun melun, yüksek bir sedir üzerinde gurur ile oturmaktadır Hz Musa Aleyhisselâm asasını yere vurur ve «Yut» diye yere işaret eder O anda yer Kâarun'un sedirini yutar ve melun üzerinden sıçrar Tekrar «Ya yer yut» diye emredince, Kâarun'un dizlerine kadar yutar Kâarun «Aman ya Musa!» diye yalvarmaya başlar Fakat Hz Musa asla iltifat etmez Tekrar «Ya yer yut!» deyince, yer Kâarun'u ve kendisine tâbi olanları, bütün mal ve evladı ile beraber hepsini yutuverir

Başka bir rivayette de, Hz Musa'ya o iftirayı edip 4 bin adamı ile beraber sahraya çıkmıştı Hz Musa Aleyhisselâm, melunu yakalaması için yere emretmesiyle yer bir anda hepsini yutar Hz Musa Kâarun'un yalvarışlarına asla iltifat etmez

Allahu Teâlâ Hazretleri «Ya Musa! Kâarun ve adamları senden dört defa yardım istediler Kabul ve afvetmedin Eğer ben azîmüşşana bir kerre, aman ya Rabbi, demiş olsalardı, hepsini afvederdim» buyurur

Bunun üzerine Benî İsrail arasında, haşa Hz Musa, Kâarun'un malına ve hazinelerine tama ederek O'nu yere geçirdi diye bir takım lakırdılar ettikleri için, Hz Musa Aleyhisselâm yere tekrar «Yut» diye emredince, bu defa yer bütün mal ve hazinelerini de yutar

Ehl-i işaret, Kâarun'un helakine sebeb üç şeydir, demişler Birisi, dünya sevgisi İkincisi, emr-i lâhîye muhalefetle zekâtı vermemesidir Üçüncüsü de Hz Musa Aleyhisselâma iftira etmiş olmasıdır

Bir adama dünya teveccüh etse, fakir ve zayıflara ihsan etmekle malı eksilmez Belki kat kat artar Bir kimseden dünya yüz çevirse, o kimse dünyaya ne kadar hırsla sarılsa, yine de iki yakasını bir yere getiremez ve belki perişan olur

Bu bakımdan kişi, az çok ne ise Cenabı Hak'kın ihsan ettiğine razı olup şükretmesi lâzımdır
 

ekecikli24

MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    20 Ağu 2011
  • Mesajlar
    100
  • MFC Puanı
    0
Kefen Soyanın Hali

Arif-i Billah'tan birisi, Bağdat caddelerinde dilenen kör bir dilenciye rastladı Allah'ın suçsuz yere hiçbir belâ vermeyeceğini bilen Allah dostu:


-Sana ne oldu da gözlerin kör oldu? Sonradan mı oldu, ana doğma mı körsün? diye sordu

Âmâ sonradan gözlerinin kör olduğunu söyledi ve başından geçen hadiseyi şöyle anlattı:

- Ben vaktiyle kefen soyardım O zaman gözlerim görür ve güçlü idim Bir gün bana adaletiyle meşhur bir hakim rastladı Bana şöyle dedi:

- Sen kefen soyarmışsın Bu iyi bir şey değil Senin cezanı vermek bana düşer ama, suçüstü yakalayamadığımız için ve şahid de olmadığından sana bir ceza veremiyorum Senden isteğim ben öldüğüm zaman benim kabrimi açıp da kefenimi çalma! Al sana bir kefenin kıymeti ne ise şimdiden vereyim, dedi ve belki de bir kefenin değerinden de fazla para verdi Bu kötü huyumdan vazgeçmem için bana nasihatta bulundu

Aradan zaman geçti, her fani gibi o âdil hakim de dünyadan göçüp gitti Fakat benim içimi bir fitne aldi İlla da gidip kefeni soymak istiyordum Adam bana parasını vermişti ama, olsun dedim Bu daha iyi, iki kâr birden yapmış oluruz Adam nasıl olsa öldü Kalkıp da bana bir şey söyleyeceği yok ya dedim ve gidip Hakimin mezarını açtım Kefeni almak için kabre girdiğimde, karşıdan öyle iki heybetli melek geldi ki, ben şaşkına dönmüştüm Hiçbir şey yapamadan kabrin içine çömelip kaldım Ben kefen soymak şurda dursun tirtir titriyordum korkumdan

Gelen melekler, hakimin etrafında dolaşıp bir yerinde sakatlık olup olmadığını kontrol ediyorlardı Her tarafını muayene ettiler Hiç bir noksanlığı yoktu «Aferin sana Ne mübarek bir zatmış, hiçbir isyanı yok» diyorlardı Her tarafını iyice muayene ettikten sonra sağ kulağında bir miktar akıntı gördüler Acaba bu akıntı neden olmuştur diye biri birine sorunca, öbürü şöyle söyledi:

-Bu çok adaletli bir hakimdi Bir dâvada, bir tanıdığı ile başka bir adamın muhakemesi vardı Hakim her ikicini de hakkıyla dinledikten sonra tanıdığı zatı haksiz gördü ve adaletle hükmetti Lâkin tanıdığı zat konuşurken, ona daha fazla kulak verip onun söylediklerine daha çok dikkat etmişti, işte bu kulağındaki akıntı bundandır,dedi

Melekler aralarında konuşmaya devam ediyorlardı Hakimin bu hareketinden dolayı zalim olduğuna hükmettiler ve azap edilmesine karar verdiler

Birisi:

- Buna şimdi ne ceza vereceğiz? dedi öteki melek:

- Bunun kabrini ateşle doldurmamız gerekiyor, dedi ve orası sanki bir Cehennem oldu Öyle şiddetli bir ateş yığını içinde kaldı ki, ateşin şiddetinden gözlerim kör oldu İşte benim kör olmama sebep budur, diye anlattı
 

ekecikli24

MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    20 Ağu 2011
  • Mesajlar
    100
  • MFC Puanı
    0
Kefendeki Mektup

Abdürrahmân bin Avf (ra) buyurdu

Hazret-i Ömer bir gece bir tulumu su ile doldurup, arkasına almış, Medîne-i Münevvere köylerine giderken yorulmuş

Ben dedim ki,

-Ey emîr-el mü'minîn, yorulmuşsunuz! Bana ver, biraz da ben götüreyim

Buyurdu ki,

-Eğer bugün sen benim tulumumun yükünü götürür isen, yarın benim günâhımın yükünü kim götürür

Dedim,

-Senin ne yükün var ki, sen Resûlullahın (sav) yolu üzerine yürüyorsun

Buyurdu ki,

-Ben Resûlullah hazretlerinin dostu o zemân olurum ki, bu hilâfetden başabaş kurtulayım

Oğulları Abdüllah babasının vefâtlarından bir sene sonra onu rüyâda görmüş Sabâhleyin başı açık dışarı gelip, Resûlullah (sav) hazretlerinin mescid-i şerîflerine vardı Seslenip, dedi ki,

-Ey Sahâbîler, toplanın Babamın selâmını size getirdim Hepsi toplandılar

Orada Abdüllah hazretleri buyurdu

-Dün gece babamı rü'yâda gördüm Dün geceye kadar, babamın âhırete göç edişi bir sene oldu Resûlullah (sav) hazretlerine babamı rüyâda göreyim niyyeti ile salevât getirirdim Fekat, göremezdim Tâ dün gece gördüm Babamın yüzü değişmiş

Dedim,

-Ey baba! Bu ne hâldir Senin yüzünün rengi kırmızı idi

Dedi,

-Ey oğul, şimdi kurtuldum Şimdiye kadar muhâsebede idim

Dedim

-Ey baba nasıl hesâb olundun

-Hesâbın biri bitmeden biri başlıyordu Hâl bir yere erişdi ki, beyt-ül-mâla âid sadaka develerinin bir yuları var idi Birçok yerden bağlamışdım Artık deveye takacak yeri kalmamışdı Dışarı atmışdım Cenâb-ı Rabbil âlemînden azarlayıcı hitâb geldi ki, niçin o yuları atdın Müslimânların malını zâyi etdin

-Ey baba, bu itâbdan ne sebeble kurtuldun

Dedi ki,

-Ey oğul! O mektûb sebebi ile ki, sana demişdim Bu mektûbu benim kefenim arasına koy

O mektûb şu idi


Bir gün Hasen ve Hüseyn (ranhüma) hazretleri babamın yanına geldiler Selâm verdiler Oturdular Babam, müslimânların işi ile meşgûl idi Selâmlarını işitmedi Sonra işi bitdi

-Buraya gelin

Onlar dediler,

-Biz selâm verdik

Babam dedi,

-İşitmedim

Babam kalkdı Onların yanına vardı Onların ikisi de ayağa kalkdılar Babam ikisinin de elini öpdü Hazîne ile meşgûl olan hizmetkâra buyurdu ki,

-İki kaftan getir

Her birini birine giydir Onlardan sonra özr dileyip, dedi ki,

-Bizden râzı olun ki, bilmedik, kusûr etdik

Hasen ve Hüseyn (ranhüma), babalarının huzûrlarına vardılar

Dediler ki,

-Emîr-ül mü'minîn Ömer bize elbise verdi

Hazret-i Alî (kv) çok memnûn oldu ve buyurdu ki,


-Geri Emîr-ül mü'minîn huzûruna gidiniz Söyleyin ki, bizim babamız der ki, Resûlullah (sav) hazretlerinden işitdim Resûlullah buyurdu ki, (Ömer hayâtda iken, İslâmın nûrudur Dünyâdan gidince de Cennet ehlinin çirâğıdır)

Hasen ve Hüseyn (ranhüma) geldiler, haber verdiler

Hazret-i Ömer (ra) dedi ki,

-Siz ikiniz de onu babanızdan işitdiniz mi?

Dediler,

-Evet

Hazret-i Ömer oğluna dedi ki,

-Yâ Abdüllah! Divit ve kalem ve kâğıd getir Hasen ve Hüseynin (ranhüma) babaları Alîden (ra) işitdikleri ve onun Resûlullahdan (sav) (Ömer hayâtda iken islâmın nûru, dünyâdan gidince de Cennet ehlinin çirâğıdır) buyurduğunu ve üçünün şehâdetlerini yaz

Üçünün de şehâdetlerini yazdılar

Sonra, oğluna:

-Ey Abdüllah! Bunu, ben vefât edince, kefenim arasına, göğsüm üzerine koy ki, zor durumda kalınca imdâdıma yetişsin, buyurdu
 

ekecikli24

MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    20 Ağu 2011
  • Mesajlar
    100
  • MFC Puanı
    0
Kefeniniz Sizin Olsun

Bir ihtiyar Ömrünün son demlerini yaşamakta YolculuktaAzığı bitmiş Aç Susuz Bir kasabaya geliyor Camiye gidiyor Hoş geldin diyen yok, perişan haline bakıp bir ihtiyacın var mı diyen yok Sadece boş ve donuk gözlerle bakıyorlar Akşam oluyor Namaz Yatsı oluyor Namaz Buyur eden yok Tek başına camide Allah'ın evinde Allah'ın misafiri O gece ölüyor Belki de açlıktan

Sabah namazına gelen aynı insanlar Yabancıya karşı vazifelerini yapıyorlar Yıkıyorlar, kefenliyorlar ve gömüyorlar

Gömüldüğünün gecesi gene sabah namazı O da ne; Mihrapta bir kefen Kefen Bir kağıt Kağıt boş değil Bir yazı:
- Biz size bir misafir gönderdik Hem yorgundu Hem de aç Onu misafir etmediniz Ne yedirdiniz ne de içirdiniz Alı istemiyoruz Kefeniniz de sizin olsun!

Aman Aman Dikkat Gelen Allah misafiridir Aman Aman ha
 

ekecikli24

MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    20 Ağu 2011
  • Mesajlar
    100
  • MFC Puanı
    0
Kelime-i Şehadetin ağırlığı
Resûlüllah (sav) Efendimiz bir gün, ihlâsla söylenmiş bir kelime-i şehâdetin, âhirette mü'minin terâzisinin sağ kefesini nasıl yükselteceğini şöyle anlatmışlardır:

'Azîz ve Celîl olan Allah Teâlâ kıyâmet günü, ümmetimden bir adamı halkın içerisinden alır ve onun için doksan dokuz adet büyük defter açar Her defter, gözün alabildiği kadar büyüktür Allah Teâlâ adama sorar:

' Bu defterde yazılı olanları inkâr ediyor musun? Muhâfız kâtiplerim (olmadık şeyler yazarak sana) zulmetmişler mi? Kul:

' Ey Rabb'im, hayır, (hepsi doğrudur!) der Allah Teâlâ sorar:

' (Bunları işlemenden dolayı beyan edeceğin) bir özrün var mı? Kul:

' Hayır, ey Rabb'im, der Azîz ve Celîl olan Allah Teâlâ:

' Evet, senin bizim yanımızda (büyük ve makbul) bir de hasenen (iyiliğin) var Biz bugün sana zulmetmeyeceğiz! buyurur Hemen bir kart çıkarılır Üzerinde, 'Eşhedü enlâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden Resûlüllah (Şehâdet ederim ki, Allah'tan başka ilah yoktur Ve şehâdet ederim ki, Muhammed Allâh'ın Resûlü'dür)' yazılı

Sonra Allah Teâlâ buyurur:

' Ağırlığını (yani amellerini) hazırla! Kul sorar:

' Ey Rabb'im! Bu defterlerin yanındaki şu kart da ne? Allah Teâlâ ona:

' Sana zulmedilmeyecektir! buyurur

Hemen defterler mîzânın bir kefesine konulur, kart da diğer kefesine Tartılırlar Neticede defterler hafif kalır, kart ağır basar Esasen Allâh'ın ismi yanında hiçbir şey ağır olamaz!'
 

ekecikli24

MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    20 Ağu 2011
  • Mesajlar
    100
  • MFC Puanı
    0
Kendini Tehlikeye Atmak


İstanbul'un, İslâm orduları tarafından kuşatılması, ilk defa Hz Muaviye ra'ın halifeliği sırasında olmuştur Hz Muaviye, Süfyan b Avf ra komutasında büyük bir orduyu Bizans üzerine gönderirken, oğlu Yezid'in de aynı orduya katılmasını istemişti Fakat Yezid birtakım mazeretler ileri sürerek geri kalmak isteyince, onu göndermekten vazgeçmişti

Savaşa çıkan askerler yolda açlık, hastalık ve sıkıntılarla karşılaşmış, bu haberi alan Yezid ise şöyle bir beyit söyleyivermişti:

'Yanımda Ümmü Gülsüm, yaslandım minderime
Orduların düştüğü sıkıntıdan bana ne!'

(Ümmü Gülsüm, Yezid'in hanımıdır)

Vay, sen misin böyle diyen! Hz Muaviye ra bu yakışıksız şiirden haberdar olunca, derhal Yezid'e emir verdi Bizans topraklarındaki orduya yetişerek, onların uğradığı güçlük ve sıkıntılara katlanmasını sağlamaya yemin etti

Yezid -yirmidört yaşındaydı- babasının hazırladığı yeni bir orduyla yola çıktı, öbür orduya katıldı Bu ordu içinde İbn Abbas, İbn Ömer, İbn Zübeyr ve Ebû Eyyûb el-Ensarî de (Allah hepsinden razı olsun) vardı Bizans toprakları üzerinden uzun bir yolculuk yapan İslâm ordusu İstanbul önlerine geldi ve Rumlarla günlerce süren çetin muharebeler yapıldı

Bu çarpışmalar sırasında müslüman askerlerden Abdülazîz b Zürare isimli bir yiğit, tek başına düşman saflarını yararak içlerine kadar girmiş ve geri dönmüş, birkaç kez tekrarladığı bu hamleler sonunda şehîd olmuştu Onun yalnız başına düşman ordusuna daldığını görenler,

- Sübhanallah! Adam kendisini tehlikeye atıyor! diye seslenmişler, bunun üzerine Hz Ebu Eyyûb ra da şöyle demiştir:

- Ey insanlar! Siz 'kendinizi tehlikeye atmayın' ayetini böyle yorumluyorsunuz ama o ayet bir Ensar topluluğu hakkında nazil olmuştur Allahu Tealâ dinini kuvvetlendirdiği ve İslâm'ın yardımcıları çoğaldığı zaman, biz kendi aramızda Rasulullah'tan gizli olarak: 'Artık bize ihtiyaç kalmadı Bundan sonra mallarımızla meşgul olalım' dedik Bunun üzerine Yüce Allah yanlış düşüncemizi düzeltti 'Allah yolunda harcama yapın, kendinizi tehlikeye atmayın' (Bakara, 195) ayetini indirdi Kendimizi tehlikeye atmak, mallarımızla uğraşıp cihadı terk etmektir

'Eyyûb Sultan' Hazretleri o seferde vefat etmiş ve bugünkü yerine defnedilmiştir
 

ekecikli24

MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    20 Ağu 2011
  • Mesajlar
    100
  • MFC Puanı
    0
Kerpicin Etkisi
Bir inkarcı, alimin birine şu üç soruyu sorar:


1- Allah varsa bana göster
2- Her işi Allah yaratıyor da neden suçlu ceza görür?
3- Şeytan ateşten yaratıldığı halde ona cehennem ateşi nasıl etki yapabilir?

Alim bu soruları soğukkanlılıkla dinler Sonra da yerden bir kerpiç parçası alıp inkarcının başına vurur Başı yarılan inkarcı soluğu mahkemede alır Hakim, alime sorar:


- Bunun başına kerpiç vurmuşsun öyle mi?


- Bana üç soru sormuştu, ben sorularına karşılık kerpici vurdum


- Nasıl?


- Anlatayım Allah varsa bana göster demişti Başının ağrıdığını iddia ediyorsa göstersin İkinci olarak da her şeyi Allah yaratıyorsa suçlu neden ceza görsün dedi Madem ki niçin beni mahkemeye veriyor Üçüncü olarak da ateşten yaratılan şeytana cehennem ateşi nasıl etki yapar diye sordu Cevabını aldı Topraktan yaratılan kendisine, yine topraktan olan kerpiç nasıl etki yapıyor?


Bu cevaplardan sonra alim beraat eder
 

ekecikli24

MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    20 Ağu 2011
  • Mesajlar
    100
  • MFC Puanı
    0
Kesik El


Beni İsrail zamanında kıtlık oldu Bir fakir, bir zenginin kapısına gelip

- Allah rızası için bana bir parça ekmek veriniz, dedi

O fakir kimsenin istemesine dayanamayan zenginin kızı, taze bir ekmek çıkarıp verdi Sonra zengin hışımla niçin taze ekmek verddin diye kızının elini kesti

Cenabü Rabbül Alemiyn o zenginin halini değiştirdi Onu fakir kıldı ve fakirin eline düşecek duruma getirdi Zengin zillet halinde öldü Kızı ise kapıları dolaşarak bir şeyler topluyordu

Bir gün bir zengin kimsenin kapısına geldi Evin hanımı kızı çok güzel görüp oğluna alıvermeyi düşündü ve kızı içeri aldı Oğlu da münasip görüp onunla evlendi Onu zinnetledi O gece bir sofra kurup yemeğe oturduklarında, kız, yemek için sol elini çıkardı


Kocası:


"Fakirler görgüsüz olur" diye düşündü ve sağ elini çıkarmasını emretti Kız yine sol elini çıkardı Bir kaç defa kocası sağ elini çıkar diye ısrar etti O anda o kızın içinden bir his ona "sen sağ elini çıkar" dedi O zaman kız Allahü Teâlânın kudretiyle sağ elini bitişmiş olarak çıkardı ve kocası ile beraber yemeklerini yediler


(İyiliğin mükafatını anla!)
 

ekecikli24

MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    20 Ağu 2011
  • Mesajlar
    100
  • MFC Puanı
    0
Kertenkeleyi Sen mi Yarattın?


Üstad bir gün bize, senin öldürmen için mi yarattı? Sana kim öldür dedi Bu hayvanların yaratılışında binlerce fayda ve hikmet var Onu öldürmekle hata etmişsin"

"Ben tesbihat ve dua ile meşgul olacağım Siz gidin biraz gezin" demişti

Bu gezinti sırasında bir taşın üztünde bir kertenkeleyi vurup öldürmüştüm Dönüşte Üstad ne yaptığımızı nerelere gittiğimizi sordu Ben de gezdiğimiz yerleri anlattım Sonra da bir kertenkeleyi öldürdüğümü söyleyince, Üstad çok üzüldü bana dönerek:

"Evini harap etmişsin" dedi

Ben de,

"Bizde 7 kertenkele öldürenin bir hac sevabı kazanacağını söylerler" dedim

Bu defa Üstad,

"Otur da konuşalım Kim haklı kim haksız?

O hayvan sana saldırdı mı?"

"Hayır!"

"Elinden bir şeyini aldı mı?"

"Hayır!"

"O hayvanın rızkını sen mi veriyorsun?"

"Hayır!"

"Senin mülkünde mi, arazinde mi geziyordu?"

"Hayır!"

"O hayvanı sen mi yarattın?"

"Hayır!"

"Bu hayvanların niçin yaratıldığını biliyor musun?"

"Hayır!"

"Bu hayvanı yaratan Allah, senin öldürmen için mi yarattı? Sana kim öldür dedi Bu hayvanların yaratılışında binlerce fayda ve hikmet var Onu öldürmekle hata etmişsin"
 

ekecikli24

MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    20 Ağu 2011
  • Mesajlar
    100
  • MFC Puanı
    0
Kısmetini Beklemek

Öğrencilerinden birinin eline bir testi verip kuşluk vakti çeşmeye gönderir Fakirullah Hazretleri


Ne var ki öğrenci çeşmenin başına varınca oradaki çocuklarla oyuna dalar, ta ikindiye kadar oyun sürer Nihayet gün batarken aceleyle testiyi doldurup döner Bunca vakittir orada oyuna dalan öğrenciyi bu defa arkadaşları aralarına alıp hırpalamak isterler Ancak Fakirullah Hazretleri müdahale ederek der ki:

– Neye suçluyorsunuz arkadaşınızı?

– Kuşluk vakti gönderdiniz ikindi üzeri döndü, bizi bu kadar bekletmeye hakkı var mı? derler

Büyük insan şöyle izah eder geç kalma sebebini

– Arkadaşınızın kabahati yoktur bu bekleyişte Çünkü der, çeşmenin başında oyuna dalmaya mecburdu Kısmetiniz olan su henüz kurnaya gelmemişti, yoldaydı Başkalarının kısmetini doldurup ta size getiremezdi Ne zaman yoldaki sizin kısmetiniz kurnaya geldi, işte o zaman oynamayı bırakıp testiyi çeşmeye tutarak kısmetinizi doldurup getirdi Onun kabahati yoktur, yoldaki kısmetinizi beklemiştir
 

ekecikli24

MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    20 Ağu 2011
  • Mesajlar
    100
  • MFC Puanı
    0
Kızımı Kime Vereyim?

Merv şehri kâdısının bir kızı vardı Ülkedeki, ileri gelen zengin, makam ve mevkı sâhibi kimseler bu kızı isteyince hiç birine vermedi Bu zâtın Mübârek adlı, bağına-bahçesine bakan bir kölesi vardı Aradan iki ay geçmiş meyveler olgunlaşmış bolluk bereket gelmişti Efendisi, Mübârek'ten üzüm isteyince, toplayıp geldi Getirdiği üzüm çok güzel olmasına rağmen henüz olmamıştı, başka üzüm istedi O da ekşi çıktı

Efendisi;


"Bahçede o kadar üzüm var, niçin böyle üzüm getiriyorsun?" demekten kendini alamadı


Mübârek;


"Efendim! Ekşisini tatlısını bilmiyorum!" diye cevap verdi


Bağ sâhibi;


"Sübhanallah iki aydır bağdasın, daha hangisinin ekşi, hangisinin tatlı olduğunu bilmiyorsun" diye çıkıştı


Mübârek onları yemekle değil korumakla vazîfeli olduğunu biliyordu


Efendisi;


"Niçin onlardan yemedin?" deyince;


"Siz benden bağınızdaki meyvelerin muhâfazasını istediniz Yeyiniz demeyince alıp yemem uygun olur mu, emrinize karşı gelebilir miyim?" cevâbını verdi

Efendisi böyle bir hâdiseyle ilk defâ karşılaşmıştı Mübârek'in bu hâline hayran kaldı Güvenebileceği birini bulmuştu Gerçekten onu ve hâlini çok sevmişti Kölesine dönerek; "Sana bir şey soracağım" diye söze başladı Sonra; "Benim bir kızım var, malı makamı yüksek pekçok kimse onu ister Hangisine vereceğimi ne yapacağımı bilemiyorum Bu hususda bir fikrin olur mu? Sen ne dersin?" diye sordu Mübârek, bu söze karşı şöyle dedi:

"Efendim! İnsanlar, dâmâd için; câhiliyye devrinde soya sopa; yahûdîler ve hıristiyanlar güzelliğe, Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem zamânında dindârlığa, Allahü teâlâdan korkup, haramlardan sakınmaya bakarlardı Zamânımızda ise, mala ve makama bakılıyor Artık bunlardan dilediğini seç"

Bunun üzerine efendisi:

"Ben dindarlığı ve takvâyı seçiyorum ve kızımı seninle evlendirmek istiyorum Çünkü sende haramlardan kaçma, dînine bağlılık, iyi hal, emânet ve güvenilirlik gördüm ve bunları sende buldum" dedi

O ise kendisinin köle olduğunu, parayla satıldığını, böyle olunca evlenmelerinin garib karşılanacağını, hem kızın buna râzı olmayacağını bir bir anlattı Akıl da öyle diyordu Ancak kâdı kararlı idi "Kalk eve gidelim" dedi


Eve varınca hanımına;


"Bu sâlih, dindâr, takvâ sâhibi bir köledir Kızımızı onunla evlendirmek istiyorum, senin fikrin ne?" deyince, hanımı;


"Sen bilirsin, fakat bir de kıza soralım" cevabını verdi


Anne durumu kıza açıp babasının niyetini söyleyince, kızı da bu hususta her şeyi anne ve babasına bıraktığını bildirdi Kadın kızın râzı olduğunu babasına anlatınca nikahları kıyıldı Fakat Mübârek, kızın yanına gitmiyordu Bu hâl kırk gün sürdü Bir vesîle ile anne durumdan haberdâr olunca dayanamadı;


"Kızımızı kölene verdin, aradan bunca zaman geçtiği halde dönüp yüzüne bile bakmadı, bu yaptığı nedir? Bu nasıl iş?" diye şikâyet ve sitemde bulundu Bunun üzerine kâdı;


"Ey Mübârek! Kızıma nâz mı ediyorsun? Niçin yanına gitmiyorsun?" demekten kendini alamadı Buna karşılık dâmâd:

"Ey müslümanların kâdısı! Ey efendim! Bu nasıl söz? Sizin kerîmenize nâz etmek ne haddime Lâkin kâdısınız Ola ki kızınız şüpheli bir şey yemiştir Şüpheden uzak olmak için bu zamâna kadar bekledim ve ona helâl yemek yedirdim Belki Allahü teâlâ bize sâlih bir evlâd verir Bundan başka bir düşüncem yoktur" dedi


Kırk gün geçtikten sonra ehline yaklaştı Haram ve helâle bu derece dikkat ettiği için Allahü teâlâ ona Abdullah isminde bir çocuk verdi
 
Üst Alt