Neler yeni
MEGAForum - Teknoloji Forumu

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı yada giriş yapmalısınız. Forum üye olmak tamamen ücretsizdir.

  • Web sitemizin içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için Web sitemize kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Web sitemize üye olmak tamamen ücretsizdir.
  • Sohbetokey.com ile canlı okey oynamaya ne dersin? Hem sohbet et, hem mobil okey oyna!
  • Soru mu? Sorun mu? ''Bir Sorum Var?'' sistemimiz aktiftir. Paylaşın beraber çözüm üretelim.

A'dan-Z ye Dini Hikayeler

ekecikli24

MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    20 Ağu 2011
  • Mesajlar
    100
  • MFC Puanı
    0
Devlet Hazinesi




Hazreti Ömer (ra) Halife Bir gece Makamında Ashabtan biri ziyaretine gelir Selam verir Selamı alınmamıştır Oturur Ömer işiyle meşgul Sahabe bekler Ömer çalışır Selam alınmamış, yüzüne bile bakılmamıştır

İş biter Ömer mumu söndürür Bir başka mumu yakar O anda selamını alır Konuşmaya başlar

Sahabe sorar:

- Ya Ömer, niçin hemen selamımı almadın ve niçin bir mumu söndürüp diğer mumu yaktın ve ondan sonra benle konuşmaya başladın?

Hazreti Ömer (ra):

- Evvelki mum devletin hazinesinden alınmışdı O yanarken özel işlerimle meşgul olsaydım Allah indinde mes'ul olurdum Seninle devlet işi konuşmayacağımız için kendi cebimden almış olduğum mumu yaktım, ondan sonra seninle meşgul olmaya başladım Sahabenin gözleri yaşarır, ellerini kaldırarak şöyle dua eder:

-Ya Rabbi! Hattab oğlu Ömer'i bizim başımızdan eksik etme!
 

ekecikli24

MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    20 Ağu 2011
  • Mesajlar
    100
  • MFC Puanı
    0
Dinine İmanına Bir Güreş Tutalım Var mısın?

Kanuni devrinde Avrupa'dan İstanbul'a yaman bir güreşçi gelmiş dünyaya hükmeden bir padişahın şehrinde herkese meydan okuyor
-Hodri meydan, çekiyormuş

Bunu duyan Kanuni, Çırağan'a dergaha gitmiş Selam kelâm ve hoş beş faslından sonra Yahya Efendi'ye:

- Ağabey, demiş, Avrupa keferesinden bir pehlivan gelmiş, bizimkilere meydanı dar edermiş Merak ettim gidip seyredeceğim, uygunsa sizde de gelin

Yahya Efendi

-Hay hay, neden olmasın Kul Allah'ın, kudret Allah'ın Gidelim seyredelim, demiş

Güreş Yeniköy'deymiş Avrupadan gelen pehlivan önüne geleni deviriyor, devirdikçe de pdişaha ve seyircilere bakarak böbürleniyormuş Bir iki üç demekle bitmemiş, gelenin sırtı yeri öpmüşYahya Efendi sonunda dayanamayarak Kanuni'ye:

-Gayretim kabardı kardeşim bir de ben güreş tutacağım bununla, diyerek ayağa kalkınca,

Kanuni:

-Ağabey, ne yapıyorsun? Adam insan değil sanki dev diyene kadar, Yahya Efendi, sarığını cübbesini sıyırarak :

-Meydan Hüdanın, diyerek mindere yürrümüş ve önüne geleni deviren Avrupalı Pehlivana:

- Evlat, dinine imanına bir güreş tutalım seninle var mısın?

Avrupalı Pehlivan, tuhaf bir şaşkınlık içinde:

- Bre baba, etme Elimi boşlukta savurtma benim Senin nerenle güreş tutacağım ben? Var git yerinde otur sen

Yahya Efendi:

-Evlat, havanı boş yere harcama, hamleni yap sen Seninle güreş tutmadan şurdan şuracığa gitmem ben Yalnız şartımı söyledim dinine imanına bir güreş tutacağız seninle Yenilirsen, sen benim dinime geleceksin, yenersen, ben senin dinine varacağım Var mısın?

O güne kadar sırtı yere gelmeyen Avrupalı Pehlivan:

-Varım, demesiyle birlikte kepçeleme bir dalış yapmış

Niyeti, kendisine meydan okuyan bu tatlı yaşlıyı tek eliyle havada gezdirip tozdurduktan sonra sırt üstü mindere uzatıvermemiş ama, Yahya Efendi'yi yerinden oynatamamış Bir, beş, on hamle, fakat faydası olmamış Avrupalı Pehlivan köpürdükçe köpürerek:

-Baba, pes doğrusu pes Senin paçandan tutmaya bile mecalim kalmadı, hamle senin, diye teslim olunca, Yahya Efendi:

-Ya Hayyyyy! diyerek öyle bir dalış yapmışki, daha evel hiç kimsenin deviremediği pehlivanın sırtı anında yeri bulmuş

Yahya Efendi, sağ elin yenik pehlivanın kalbinin üstüne koyarak:

-Sözünü yerine getirecekmisin evlat? diye sormuş Kan ter içinde kalan, ne olduğunu anlamayan Avrupalı Pehlivan:

- Ya ya , ya hay! demiş vee Müslüman olmuş
 

ekecikli24

MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    20 Ağu 2011
  • Mesajlar
    100
  • MFC Puanı
    0
Doğruluk

Zalim bir vali vardı Bu vali bir gün adamlarını göndererek Hasan Basri Hazretleri'ni yakalatmak istedi O da bir vakit ders verdiği Habib-i Acemi Hazretleri'nin kulübesine gelip saklandı Valinin adamları geldi ve hışımla:

- Hasan Basri'yi (ra) gördün mü? diye sordular

O gayet sakin:

- Evet, dedi

- Nerede?

- İşte şu kulübemde

Adamlar kulübeye daldı, fakat bir türlü Hasan Basri Hazretleri'ni bulamadılar Dışarı çıkınca tehdit edip:

- Ya şeyh, niçin yalan söylüyorsun? dediler

- Ben yalan söylemedim, dedi Siz göremedinizse, benim suçum ne?

Tekrar girdi, aradı, fakat bulamadılar Onlar gidince, Hasan Basri Hazretleri:

- Ey Habib! Biliyorum ki Rabb'im senin hürmetine beni onlara göstermedi Fakat yerimi niçin söyledin, hocalık hakkı yok mudur? dedi

Hazreti Habib mahcub bir şekilde:

- Ey Üstadım! Sizi bulamamaları benim hürmetime değil, doğru söylediğimizdendir Çünkü bilirsiniz ki, Doğruların yardımcısı Allah'tır Eğer yalan söyleseydim, sizi de beni de götürürlerdi, dedi

Tevil yapmaya, bir zalimin elinden bir mazlumu kurtarmak için, yalan söylemeye ruhsatın olduğu yerler olsa bile, efdal olan, eğer Habib-i Acemi Hazretleri gibi bir teslimiyetiniz varsa, doğruyu söylemektir
 

ekecikli24

MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    20 Ağu 2011
  • Mesajlar
    100
  • MFC Puanı
    0
Dört Dirhemlik Gömlek

Ashab-ı Kiram'dam Ebu'd-Derda ra Hazretleri anlatıyor:

Günün birinde bir gömlek almak için çarşıya çıkmıştı Yolda Ebu Zerr ra Hazretleri onunla karşılaştı, nereye gittiğini sordu Ebu'd Derda ra dedi ki:

- On dirheme bir gömlek satın almak istiyorum Ebu Zerr ra ise:

- Dikkat edin! Ebu'd-Derda müsriflerdendir! diye seslenmeye başladı Ebu'd-Derda ra gizlemek istediyse de bunu yapamadı ve dedi ki:

- Ebu Zerr, böyle yapma! Benimle gel de beni sen giyindir

Birlikte çarşıya gittiler Ebu Zerr, Ebu'd-Derda'ya onun parasından dört dirheme bir gömlek alıverdi

Ebu'd-Derda ra diyor ki:

Dönüp gelirken, avret yerlerini bile kapatmaktan uzak, çıplak bir adama rastladım Onu örtüsüne dikkat etmesi için uyardım O ise örtünecek elbisesi olmadığın söyledi Ben de aldığım giysiyi ona verdim Çarşıya dönüp dört dirheme bir gömlek daha aldım

Evime dönerken, bu kez de yolda ağlayan bir hizmetçi kadın gördüm Ona niçin ağladığını sordum Şunu söyledi:

- Yağ konan kabım kırıldı Aileme dönmek için de geç kaldım

O kadınla birlikte çarşıya gittim Bir dirheme ona bir kap yağ alıverdim Bu defa kadıncağız dedi ki:

- Ey efendi, bana yapacağın iyiliği yaptın Aileme kadar da benimle geliver Çünkü ben eve geç kaldım Beni dövmelerinden korkuyorum Benimle gelirsen, belki bana dokunmazlar

Onunla beraber efendisine gittim ve ona dedim ki:

- Hizmetçiniz geç kalmış da onu dövmenizden endişe etmiş Bunun için benimle birlikte size gelmemi istedi, onun için buradayım

- Madem seninle gelmiştir, dedi adam; artık o Allah için hür ve serbesttir!

Bunu görünce kendi kendime dedim ki:

- Ebu Zerr benden doğrusunu yaptı Toplam on dirheme bana bir gömlek alıverdi, bir fakire de bir gömlek giydirdi, bir köleyi de hürriyetine kavuşturdu
 

ekecikli24

MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    20 Ağu 2011
  • Mesajlar
    100
  • MFC Puanı
    0
Dua aynı dua, ama okuyan ağız

Muhyiddîn-i Arabî (kuddise sırruh) hazretlerinden:
Fakirin biri, bir ağaç dibinde gölgelenmekte olan Hz Ali (ra)'ye gelir, ihtiyaçlarını arz eder:

- Çoluk-çocuk sıkıntı içindeyim, ne olur bana biraz yardımda bulunun, der

Hz Ali (ra) hemen yerden bir avuç kum alır, üzerine okumaya başlar Sonra da avucunu açar ki, kum tanecikleri altın külçeleri hâline gelmiş

- Al, der fakire İhtiyacını karşıla!

Fakirin gözleri yerlerinden fırlayacak gibi olur:

- Allah aşkına söyle yâ Emîre'l-mü'minîn! Ne okudun da kum tanecikleri altın oluverdi? der Hz Ali (ra) anlatır:

- Kur'ân-ı Kerîm, Fâtiha sûresine gizlenmiştir Bende Kur'an-ı Kerîm'i okudum, yani Fâtiha sûresini okudum bu kumlara

Bunu öğrenen fakir durur mu? O da bir avuç kum alır ve başlar okumaya Okur, okur, okur Ama kumlarda bir değişiklik yoktur Altın filan olmuyor, aynen duruyortekrar gelir ve İmam Ali kerremallâhü vechehû hazretlerine:

- Ben de okudum, ama birşey değişmiyor; kumlar altın olmuyor, der Emîrü'l- Mü'mînin Hz Ali (ra) boynunu büker, mahcup bir edâ ile cevap verir:

- Ne yapayım, der Duâ aynı duâ; ama, okuyan ağız aynı değildir! Duâ tamam; lâkin, okuyanın ihlâsı ve teveccühü tamam değildir!

İşte bütün mesele buradadır Okuyanın ihlâsında ve teveccühünde Aynı duâ; aynı îman, aynı İhlâs ve aynı teveccühle okunacak ki, aynı netice elde edilebilsin Yoksa kumu altın yapmak gibi bir iksire sahip olabilmek mümkün olmaz
 

ekecikli24

MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    20 Ağu 2011
  • Mesajlar
    100
  • MFC Puanı
    0
Dünya da Sana Verilmişti

Salihlerden bir kimse çok fakir olup dünyalık hiç bir şeye malik olmadığı için, ailesi «Bu hale nasıl sabredelim Cenabı Hak'tan bir miktar dünyalık istesek olmaz mı?» diye, gece-gündüz efendisi ile münakaşa edermiş
Nihayet o salih zat da dua eder ve duası kabul buyurulur Bir de ailesi bakar ki evin köşesinde, altundan bir kerpiç bulur ve hemen efendisine getirir, ihtiyaçlarımızı karşıla diye verir

Efendisi o gece rüyasında görür ki, cennette altundan bir köşk içinde bulunuyor Lâkin köşkün bir kerpici eksik olduğu için güzelliğinde bir eksiklik vardır O kerpicin ne olduğunu sorunca «Dünyada sana verilmişti» derler

Uyanınca hemen hunu ailesine anlatır Kadın da dünyayı istediğine pişman olur


Efendisi tekrar «Ya Rabbi, bana dünya gerekmez O kerpici geri yerine gönder» diye dua eder Bakarlar ki, evin köşesinden kerpiç kaybolmuştur

Hadis-i şerifte buyurulmuştur ki:

"Bir kimsenin dünyada yediği lokmanın karşılığı, âhiretteki hissesinden eksilir"

Kaynak: Büyük Dini Hkayeler, İbrahim Sıddık İmamoğlu, Osmanlı Yayınevi
 

ekecikli24

MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    20 Ağu 2011
  • Mesajlar
    100
  • MFC Puanı
    0
Düşünen sahip olduğu nimetin farkına varır

İsa aleyhisselam bir ağacın altında dua eden birini gördü Dikkatlice baktığında adamın ayakları yürümeyen bir kötürüm olduğunu anladı İki gözü de görmüyordu Vücudunda ise baras hastalığı olduğu anlaşılıyordu Ama adam bütün bunlara rağmen ellerini kaldırmış mutluluktan uçacakmış gibi dua ediyordu:
– Ey nice zenginlere vermediği nimeti bana ikram eden Rabbim! Sana ağaçların yaprakları sayısınca şükürler olsun! Hazret-i İsa kötürüm adama yaklaştı:

– Ayağın yürümüyor, gözün görmüyor Bedenin de sıhhatli görünmüyor? Buna rağmen çoğu zenginlere verilmeyen nimetlerin sana verildiğini düşünmekte, bunun için de büyük bir mutlulukla şükretmektesin Hangi nimettir nice zenginlere verilmediği halde sana verilen?

Kapalı gözleriyle sesin geldiği yana yönelen kötürüm adam dedi ki:

– Efendi! Allah bana öyle bir kalp vermiş ki, o kalple Onu tanıyorum Öyle de bir dil vermiş ki, o dille de ona şükrediyorum Halbuki, dünyanın serveti elinde olan nice zenginler var ki, kalbinde Onu tanıma sevinci, dilinde de Ona şükretme mutluluğu yoktur Ama gel gör ki, ayakları topal, gözleri kör, bedeninde hastalıklar bulunan bu kötürüm adama Rabbim, bu sevgiyi ihsan eylemiş, bu nimetin farkına varma tefekkürünü nasip eylemiş İşte bunu düşününce kendimi tutamıyor da:

– Nice zenginlere vermediği nimeti bana veren Rabbim! Sana ağaçların yaprakları sayısınca şükürler olsun! Diye teşekkürden kendimi alamıyorum

Kafa gözü kapalı da olsa kalp gözü açık olan bu adama yaklaşan İsa aleyhisselam:

– Ver şu elini öyle ise! diyerek elinden tutar, eğilerek görmeyen gözlerinden öper

Peygamberin dudaklarının değdiği gözler anında açılır Karşısındakinin İsa aleyhisselam olduğunu görünce heyecanlanan adam:

– Sen şu ölüleri dirilten, hastalara şifalar bahşeden mucizelerin sahibi Peygamber değil misin? der İsa Peygamber:

– Belli olmuyor mu? deyince:


– Gözlerimden belli oluyor da ayaklarımdan henüz belli değil, der Tebessüm eden Hz İsa:

– Sen hele bir ayağa kalkmayı dene! Deyince, silkinen kötürüm adam dimdik ayağa kalkar

Ayakları üzerine dikilebildiğini anlayınca söylediği ilk sözü şu olur:

– Ey Allahın Nebisi, sendeki bu mucizeler de O’ndan değil mi? Öyle ise izin ver de geç kalmayayım, O’na şükredeyim, diyerek hemen yere iner, başını secdeye koyar ve der ki:

– Rabbim! Seni tanıyan bir kalple, şükreden bir dil nimetinin şükrünü yapmaktan acizken, şimdi gören bir çift gözle, yürüyen iki de ayak da lütfettin Artık bilemiyorum nasıl şükretmem gerekiyor bu eşsiz nimetler karşısında?

Bu sırada çevreden toplanan halk, gösterdiği bu mucizelerden dolayı İsa aleyhisselamın elini öpmek isterler Ama Allahın Nebisi işaret eder:

– Benim değil secdedeki şu kötürüm adamın elini öpün!

Derler ki:

– Onu secdeye indiren nimetlere biz baştan beri sahibiz Ama hiç birimiz onun duyduğu gibi bir mutluluk duymadık

– Öyle ise, der, tefekkür edin, siz de düşünün

Sözünü şöyle bağlar Allahın Nebi’si:

– Düşünen sahip olduğu nimetin farkına varır Düşünmeyen ise kendisini mahrumiyette sanır!
 

ekecikli24

MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    20 Ağu 2011
  • Mesajlar
    100
  • MFC Puanı
    0
Ebabil Kuşları

Habeşistan Krallığı'nın Yemen valisi olan Ebrehe, milâdî 570 yıllarında San'a şehrinde, 'Kulleys' adı verilen muhteşem bir kilise yaptırmıştı Maksadı, Kâbe ziyaretine rağbet gösteren Arapların ziyaretlerini oraya çevirmekti Bu duruma tepki gösteren bir adam da, gecenin birinde Kulleys'e girip içine pislemişti Bu hakarete çok öfkelenen ve koyu bir hıristiyan olan Ebrehe, gidip Kâbe'yi yıkmaya karar verdi Topladığı onbinlerce asker (altmış bin olduğu söylenir), Mahmud adlı büyük bir fil ve daha başka fillerle Mekke'ye doğru yola çıktı Önüne çıkan bazı kuvvetleri de mağlup ederek ilerledi Taif şehrine gelince askerlerin bir kısmını Mekke'ye gönderdi Onlar da Peygamber sav'in dedesi ve Kureyş'in reisi Abdülmuttalib'in ikiyüzü aşkın devesiyle ahalinin hayvanlarını sürüp götürdüler

Bu olayın peşinden Abdülmuttalib, gidip Ebrehe'yle görüştü, develerinin geri verilmesini istedi Ebrehe dedi ki:

- Benden develerin istiyorsun da, Kâbe'den hiç söz etmiyorsun Halbuki ben onu yıkmaya geldim

- Ben develerin sahibiyim Kâbenin de onu koruyacak sahibi vardır!

Bu görüşme sonunda develer geri verildi Mekke halkı bu güçlü orduyla savaşamayacağı için, anlaşma gereği dağlara çekilip neticeyi beklemeye başladı

Ebrehe ordusu büyük fili önden sürerek Mekke sınırına dayandı Kâbe'yi halatla bağlayıp fillerle çekerek yıkmak istiyorlardı Bu sırada Ebrehe'nin yol kılavuzlarından Nüfeyl b Habib, koca filin kulağından tutarak şöyle bir şey söyledi, sonra da koşarak dağa çıktı:

- Ey Mahmud çök! Sakın ileri gitme, sağ salim geriye dön!

Mekke'ye girişte büyük fil direndi, zorlanınca yere yattı Onu bir türlü Kâbe cihetine yürütemediler O anda sürü halinde ebabil kuşları ortaya çıktı Her birinin ağzında ve ayaklarında nohut gibi birer taş vardı Bu taşları ordu üzerine mermi gibi boşalttılar Kime rastlarsa delip geçiyordu Askerlerin çoğu öldü; 'Fil Ordusu' dağılarak Yemen'e döndü Ebrehe de dönüşte öldü Kâbe ise olduğu gibi kaldı Kur'an'da Fil Suresi bu olayı anlatır
 

ekecikli24

MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    20 Ağu 2011
  • Mesajlar
    100
  • MFC Puanı
    0
Ebul Vefa Hazretleri

İstanbul'un alındığı, Bizans'ın yıkıldığı yıllardır Ama Akdeniz huzursuzdur hâlâ Rodoslu çapulcular Bahr-ı Sefid'in çıbanıdırlar Evet bu adada güzel üzüm yetişir ve nefis zeytin olur Ama ada sakinleri bağla bahçeyle uğraşmaz Ticaretten ve sanattan da uzaktırlar İyi bildikleri tek iş vardır: 'Yol kesmek!'

O yıllarda Rodoslu haydutlar ticaret gemilerini yağmalar, sahil köylerini basarlar Zahmetsiz kazandıklarını saza, şaraba yatırırlar Liman kenarındaki batakhaneler eşkıya kaynar Bu işrethanelere abone olabilmenin tek yolu vardır: Daha fazla soygun yapmak, daha fazla can yakmak

İşte günün birinde, içinde Ebûl Vefa hazretlerininde bulunduğu hac kafilesi şakilerin saldırısına uğrar Mübâreğin kaybedecek bir şeyi yoktur Hepi topu üç beş ölçek hurma, birkaç testi zemzem Ama korsanlar insan sarrafıdırlar Müminlerin ona gösterdiği hürmeti gözden kaçırmazlar Böylesi asil biri para etse gerekdir Öyle ya, Osmanlı âliminin uğruna neler vermez ki?

ZİNDANI AYDINLATAN NUR

Mübârek kendisini hapise tıkan zalimlere kızmaz 'Bunda da bir hayır olmalı' der, büker boynunu Hatta acıma duygusu ağır basar 'Ah!' der, 'Ah bir hakikatleri görebilseler!'


İnsan haydut da olsa insandır Nitekim zindancı bu büyük velinin yüzündeki şefkati yakalar, veya o şefkate yakalanır Cezayı göze alır, zincirlerini çözer, onu aydınlık bir koğuşa taşır Uzun kış geceleri ocak başında sohbet ederler


Mübarek kısa sürede Rumca öğrenir, muhafızlarla dost olur Hastalarını tedavi eder, dertlerini dinler Bir muhabbet köprüsüdür kurar gönüllere Şövalyeler bu iltiması görmezden gelirler, zira bu rehineden yüklüce bir fidye beklerler


Kahramanoğlu İbrahim Bey, bir Ebûl Vefa sevdalısıdır Mübareğin Rodoslular'ın elinde olduğunu öğrenince beyninden vurulmuşa döner İstenen meblâğı tez günde denkleştirir, koşar adaya


RUMLARLA KOMŞULUĞU SEÇEN VELİ

Ebûl Vefa Hazretlerinin ayrıldığı gün zindancı bir hoş olur Bu küflü dehlize böylesi bir bilge gelmemişdir Ve bundan böyle zor gelir Hapiste geçirdiği günler Ebûl Vefa Hazretleri'ne çok tesir eder İstanbul'da Rumların kesif olduğu bir semte (Vefa'ya) dergahını kurar ve bu insanlara kapılarını açar Bıkıp usanmadan hakkı tebliğ eder Gülene de anlatır, sövene de Kimi dergâha râm olur, kimi aleyhinde konuşur Mübarek güler yüzlü ve nüktedandır En çetrefil meseleleri basite indirger ve maharetle nakşeder zihinlere

Ebûl Vefa'nın Fatih'e karşı hususi bir sevgisi vardır Onu bir kere bile görmez ama geceler boyu dua eder Genç Sultan'ı güçlü tasarrufu ile kuşatır ve ona manevi zırh olur Fatih bu himmeti iliklerine kadar hisseder Rüyalarını nur yüzlü veli süsler Günün birinde dayanamaz, dergahın kapısını tıkırdatır Ancak Ebûl Vefa Hazretleri 'Hayır!' der, 'Görüşmesek daha iyi'

Koca sultan yüzgeri giderken mübârek hıçkırmaktadır Bir hüzündür çöker mekâna Talebeleri muammayı çözemezler Sıradan Rumlar'ın bile kıymet verilip, buyur edildiği bir tekkenin kapısı cihan padişahına neden açılmaz? Nitekim içlerinden biri dayanamaz 'Bağışlayın ama efendim' der, 'Hem hünkârı üzdünüz, hem kendiniz üzüldünüz Bunun bir hikmeti olsa gerek?'


Mübârek 'Doğru söylüyorsun' der, 'Ama aramızdaki muhabbet vazifelerimizi unutturacak kadar fazla Eğer o, sohbetin tadını alırsa sarayda duramaz, sultanlık çelik çomak oyunu gibi basit gelir gözüne Korkarım tacı tahtı bırakır, dervişliğe kalkışır' (Hatırlayacaksınız Fatih'in dervişliğe olan meylini ilk keşfeden ve yüz vermeyen Akşemseddin'dir)

ASIRLAR SONRA

Ebûl Vefa Hazretleri bulunduğu semtte çok sevilir Mahalle halkı mübareğin naaşına sahip çıkar, dahası güzel bir camiyle adını yaşatırlar İşte bu gün bile Unkapanı, Fatih, Süleymaniye arasında kalan muhit onun adıyla tanınır Esnaf ona Fatiha okumadan dükkan açmaz, çocuklar okul yolunda bir lahza durur, mırıl mırıl dua okurlar

İnsanın 'şu işe bakın!' diyesi geliyor, koca koca imparatorlar silinip gidiyor, Allah dostları hatırlanıyor daima
 

ekecikli24

MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    20 Ağu 2011
  • Mesajlar
    100
  • MFC Puanı
    0
Efendisinin kulağını çeken köle


Hazret-i Ömer (ra) hilâfeti zemânında, Şâm şehrine gitmek îcâb etmişdi Se'âdet ve izzetle, Eshâb-ı güzînden bir cemâ'ati de yanlarına alıp, Medîne-i Münevvereden çıkıp, yola revân oldular Hazret-i Ömerin bir deveden başka bineceği yokdu Mugîre adlı bir köle var idi Bir sâat hazret-i Ömer (ra) o deveye binerdi Mugîre yaya kalınca, deveyi yederdi Bir sâat Mugîre binerdi Hazret-i Ömer önünde piyâde olurdu Allahü teâlânın hikmeti, Şâm şehrine girecekleri vakt, deveye binmek nöbeti Mugîreye gelmişdi


Eshâb-ı güzîn, hazret-i Ömere geldiler, dediler ki,


-Efendim, ihsân eyleyin Bu sâatde deveye se'âdetle sizin binmenizi ricâ ederiz


Hazret-i Ömer buyurdu ki,


-Önce nöbet benim idi, bu sâat nöbet Mugîrenindir Deveye niçin ben bineyim


Eshâb-ı güzîn dediler ki,


-Bugün Şâm şehrine girilecekdir Şâm şehrinin bütün ileri gelenleri, sizi karşılamağa gelirler Onlar atlı, siz halîfe iken yaya yürümek münâsib değildir Lutfunuzdan ümmîd ederiz ki, ricâmızı makbûl tutup, red etmeyiniz

Hazret-i Ömer (ra) huzûrsuz olup, dedi ki,


-Siz bu evhâmdan kurtulmadınız mı? İslâm dîninin kadrini böyle mi anladınız Bize islâm şerefi yetmez mi İslâm dîninden ekrem ve eşref bir nesne var mıdır Bu se'âdet ve bu devlet ve bu izzeti Allahü teâlâ hazretleri bize ihsân eylemişdir Dîn-i islâm tâcını başına koymak, kime müyesser olmuşdur Resûlullahın (sav) getirdiği islâm elbisesini arkamıza giydirdi Kelime-i şehâdeti dilimize çırağ eyledi Kur'ân-ı azîm ile kalbimizi münevver eyledi İslâmiyyetin kadrini acaba niçin anlamamışsınız ki, kendinizi halka, at ile, don ile göstermek istersiniz Yalnız Habîb-i ekremin (sav)ümmeti olmak şerefi size yetmez mi, diye cevâb verince, kimse söze kâdir olamayıp, bir şey diyemediler

Mugîre, bu güç zemânda deve hâzırlayıp, hazret-i Ömerin (ra) huzûr-ı şerîflerine getirip, çökdürdü ve dedi ki,


-Yâ halîfe! O Allahü teâlâ hakkı için ki, ondan gayri Allah yokdur Bu ahvâl gönlümden geçmişdir Eshâbın rey'i ile değildir ben düşündüm Kalbimden halâl eyledim İhsân eyle ve benim isteğimi kabûl eyle Bugün deveye se'âdetle sizin binmenizi ricâ ederim, dedi


Emîr-ül mü'minîn önünde eğilip,


-Yâ halîfe arkama basıp, devenin üzerine devletle bin diye iltimâs eyledi


Hazret-i Ömer (ra) Mugîrenin cân-ı gönülden ricâsını görünce, hâtırı için o gün se'âdetle deveye bindiler

Ondan sonra, bütün islâm askeri içinde nidâ etdirdi ki,


-İşte bugün Şâm şehrine girmek müyesser oldu Buradan sağ ve selâmetle çıkacağımızı Allahü teâlâ bilir Her kimin bizde hakkı var ise, gelip bizden taleb eylesin


Bütün islâm askeri hazret-i Ömere hayr düâ eylediler


Dediler ki,


-Yâ Allahü teâlânın halîfesi Senden herkes râzıdır Senden kimse huzûrsuz değildir Bir ferdin sizde hakkı yokdur Münâdîler yüksek sesle çağırdılar Hiçbir kimse gelip, bir hak taleb etmedi Hepsi şükrân üzere olduklarını hazret-i Ömere haber verdiler Halk arasından kimse gelmeyince, hazret-i Ömerin Mugîre adlı kölesi ileri gelip, dedi ki,


-Yâ Emîr-el mü'minîn! Birgün, hiç suçum yok iken, kulağımı çekip, ağrıtdın Diyorsunuz ki, kimin hakkı var ise dünyâda iken taleb etsin Hâlâ bu hakkım sizin üzerinizdedir, bilmiş olunuz


Hazret-i Ömer (ra) buyurdu ki,


-Yâ Mugîre gel, sen de benim kulağımı çek, berâber olalım


Eshâb-ı güzîn hep birden tekbîr getirdiler


Arablarda âdetdir ki, bunun gibi bir acâib ahvâl zuhûr etdikde, tekbîr getirirler


Dediler ki,


-Yâ halîfe, senin gibi âdil pâdişâh gelmemişdir İ'tikâdımız budur ki, şimdiden sonra da gelmiyecekdir Kölenin, bu şeklde küstâhlığa cür'et etmesi uygun mudur Husûsen kişi, kendi kölesini azârlamasına bir şey lâzım gelmez Nerede kaldı ki, bir mikdâr kulağını çekmiş olsun Kölenin üzerine gidip,


-Niçin edebsizlik eyledin diye azarladılar


Hazret-i Ömer (ra) buyurdular ki, ey Eshâb-ı güzîn! Lutf edip, incitmeyin ki, âhıretde cezâsını çekmekden ise, dünyâda çekip, kurtulmak evlâdır Sonra, yâ Mugîre, gel sen de benim kulağımı çek Dünyâda senin ile halâllaşalım, âhırete kalmasın, dedi Mugîre de hazret-i Ömerin kulağına yapışıp, bir mikdâr çekdi Hazret-i Ömer, buyurdu,


-Yâ Mugîre, niçin ziyâde çekmedin


Mugîre dedi ki,


-Ahıretde kısâsdan korkarım Çok çekersem, senin hakkın benim üzerimde kalır


Hazret-i Ömer (ra) böyle sultân idi ki, kölesi hakkında bunun gibi durumu kabûlden çekinmeyip, dünyâda cezâsını çekdi Kölesi de, acâib değilmidir ki, efendisi hakkında bu şekilde cezâ verdi Efendisi Hak ehli olduğunu muhakkak bilip, değil huzûrsuz olmak, kalb-i şerîflerine zerre kadar bir şübhe gelmediğine iitikâdı temâm olduğundan, bu fi'ile cesâret etmişdir Belki hazret-i Ömerin (ra) Mugîrenin böyle yapması ile muhabbeti şerîfleri ona, evvelki durumundan dahâ çok artmışdır


Hazret-i Ömerin (ra) menâkıb-ı şerîflerine nihâyet yokdur Yalnız bu yetmez mi ki, rey'lerine uygun olarak onyedi yerde, Cebrâîl aleyhissalâm Resûlullah (sav) hazretlerine âyet-i kerîme getirmişdir Tefsîr ve târîh kitâblarında da vardır

Kaynak: Menakıb-i Çihar Yar-i Güzin
 

ekecikli24

MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    20 Ağu 2011
  • Mesajlar
    100
  • MFC Puanı
    0
Eğer Göndermeseydi


Hazret-i Ömer (ra), hilâfeti zemânında, rûm pâdişâhına adam gönderip, dîne da'vet eyledi Rûm pâdişâhı da kıymetli hediyyeler ile elçi gönderdi Elçi Medîne-i münevvereye geldi Hediyyesini alıp, hazret-i Ömer (ra) ile buluşulduğu mahalde, hazret-i Ömer, bir kadıncağızın dıvârını yapıyor idi O hâlde iken, haber verdiler ki,


-Rûm pâdişâhının elçisi geldi Emriniz nedir


Buyurdular ki,


-Ssöyleyin, gelsin Ellerinizi yıkayıp, bir yerde otursanız, olmaz mı, dediler Râzı olmadı Ne yapsınlar Elçiyi çağırıp, hazret-i Ömer ile buluşdurdular


Elçi, hazret-i Ömeri bu hâlde görüp, dedi ki,


-Arab pâdişâhı bu mudur Eğer böyle olduğunu bilseydim, gelmezdim Rûm pâdişâhı da beni buraya göndermezdi


Hazret-i Ömer iki mubârek parmaklarıyla işâret edip, buyurdular ki,


-Eğer göndermeseydi, onun iki gözünü çıkarırdım

Târîh yazdılar ki, meğer hazret-i Ömer böyle işâret etdiği gibi, rûm pâdişâhı oturduğu yerde iki balçıklı parmak gelip, iki gözünü çıkardı Hattâ parmaklarının balçığı iki gözünün üzerinde yapışıp kaldı Her ne kadar uğraşdılar ise de, gidermek mümkin olmadı Bir zemândan sonra elçi, izin alıp, rûm pâdişâhına geldiğinde, gördü ki, iki gözü de amâ olmuş Sebebini süâl eyledi Ahvâli anlatdılar Ta'accüb edip, o da hazret-i Ömer ile geçen ahvâli bunlara bildirdi

Ba'zı rivâyetlerde, rûm pâdişâhının elçisi geldiği vakt, Eshâb-ı güzîn hazret-i Ömerin (ra) yanında otururlar idi Hazret-i Ömer, hurma lifinden bir gömlek giymiş, dokuz yerinden yamanmış idi Acabâ, sultânım, mubârek arkanıza bir kaftan alsanız câiz olmaz mı, dediklerinde, hemen hazret-i Ömer (ra) gadaba gelip, dedi ki:


-Dahâ bu iitibâr görmek arzûsundan kurtulmadınız mı Dîn-i islâmda kudreti böyle mi fehm etdiniz Bize dîn-i islâmın şerefi yetmez mi Dîn-i islâmdan efdal ve eşref bir nesne varmıdır ki, ona i'tibâr edersiniz Bu se'âdet ve bu devlet ki, Hak sübhânehü ve teâlâ hazretleri bize ihsân eylemişdir Kime müyesser olmuşdur ki, dîn-i islâm tâcını başımıza koydu Şer'ı şerîfi Muhammedî elbisesini arkamıza giydirdi Kalbimizi kelime-i şehâdet ile münevver eyledi Allah, Allah! Dîn-i islâm kadrini bilmemişsiniz Ancak kendinizi halka libâs ile mi göstermek istersiniz

O şeklde gadaba geldi ki, belki kimse öyle gadaba gelmemişdir Söyliyenler pişmân olup, artık, cevâba kâdir olmayıp, başlarını aşağıya eğip, sükût eylediler Şimdi, bizim sultânlarımız bu hâl ile dünyâda geçinip, asla i'tibâr etmeyince, bize de lâyık olan budur ki, onların yolunu gözetip, kıyâmet gününde, Allahü teâlânın huzûruna ve Habîbullahın (sav) huzûruna vardıkda mahcûb olmayalım

K
 

ekecikli24

MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    20 Ağu 2011
  • Mesajlar
    100
  • MFC Puanı
    0
Ekmek İstedin Afiyet İstemedin
İmam Kuşeyri (ks) naklediyor:

Sufinin birisi sürekli,

''Allah'ım, senden afiyet istiyorum, Allah'ım senden afiyet istiyorum!'' diye dua ediyordu Kendisine niçin sürekli böyle dua ettiğini sorulunca, şöyle anlattı:

''Ben, manevi terbiyeye ilk girdiğim günlerde hamallık yapıyordum Birgün ağırca bir un yükü taşıyordum,
dinlenmek için yükü bir yere koydum Orada,


''Ya Rabbi, eğer her gün bana yorulmadan iki ekmek versen, onlarla yetinirdim!'' diye dua ettim O sırada önümde iki kişi döğüşmeye başladılar; ben de aralarını bulayım diye yanlarına vardım Birisi, elindeki şeyi hasmına vurmak isterken başıma vurdu, yüzüm kana bulandı O sırada mahallenin asayişinden sorumlu kimse gelip ikisini yakaladı, beni de kana bulanmış görünce, kavgacı zannedip onlarla birlikte hapse attı Bir müddet hapiste kaldım, her gün iki ekmek veriyorlardı

Bir gece rüya gördüm, birisi bana,

''Sen her gün yorulmadan iki ekmek istedin fakat Allah'tan afiyet (beden,din ve dünya selameti) istemedin, işte istediğin sana verildi! dedi

Rüyadan uyandım, ondan sonra hep,

''Ya Rabbi, afiyet ver, Ya Rabbi afiyet ver!'' diye dua etmeye başladım Bir ara hücrenin kapısı çalındı, birisi,


''Hamal ömer nerede ?'' diye beni sordu Beni götürdü, ellerimi çözüp serbest bıraktılar''


Resûlullah (sav) buyurur ki:

"Allah'tan afiyet isteyin Kula kamil imandan sonra afiyetten daha büyük bir nimet verilmemiştir''
 

ekecikli24

MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    20 Ağu 2011
  • Mesajlar
    100
  • MFC Puanı
    0
Ekmek Veren Eli Kıran Baba


Bağdat'ı kıtlık kırıp geçiriyordu Herkesten önce de hamallar açlık çekiyordu İçinde ekmek piştiği, sokağa kadar yayılan kokudan belli olan bir evin kapısından seslendi hamalın biri:

- Allah rızası için birazcık ekmek Günlerdir lokma girmedi ağzımdan

Tandırın başındaki kadın taze ekmekleri kızına uzattı "Ver şu adama" dedi Kızcağız ekmekleri güzelce katlayıp verdi aç hamala

Hamalın sevincine sınır yoktu Evine doğru hızlandı Kim bilir kaç günlük açlığını giderecekti? Tam bu sırada karşıdan gelen birinin sert ikazı durdurdu onu:

- Çabuk söyle, bu ekmeği hangi evden aldın?

Geriye bakıp eliyle işaret etti:

- İşte şu evden

Adam kızgın şekilde salladı başını:

- Yanılmamışım, böyle zamanda başka kimin evinden alınabilir ekmek? diyerek eve doğru ilerledi

Kapıyı açar açmaz da sordu:

- Kim verdi ekmeği hamala?

Hanım korkudan kızını gösterdi Güya kızına acır, bir şey yapmaz diye düşünmüştü Halbuki adamın şükürsüzlük ve cimrilik içine işlemişti Elindeki sopayı hızla havaya kaldırdı, kızının ekmek veren eline öyle bir indirdi ki bilek zedelenip burkuldu, el çarpık kaldı Söyleniyordu kendi kendine:

- Ben herkese ekmek versem bu evde ekmek kalır mı? diye

Halbuki nimet şükür isterdi Şükürsüzlük nimetin gitmesine sebepti Nitekim bu şükürsüzlüğün akibeti de öyle olacaktı Olmaya başladı bile Kısa zamanda işleri bozuldu, çarşının en işlek yerindeki dükkanını satması da onun bozulan işlerini Bir ara o hale geldi ki, evine ekmek alamaz duruma bile düştü Nitekim bir akşam eve gelmiş, kızcağızına da acı sözü söylemişti;

- Artık benden ümidinizi kesin Çünkü bu akşam ekmek alacak kadar da olsa elime para geçmedi Çarşıya in, ekmek parası iste

Kızcağız çarşıya inmiş, utana sıkıla sattıkları dükkanın karşısına geçerek bir tanıdık görürüm diye beklemeye başlamıştı Kendisini gören dükkandaki adam hemen yanına gelerek:

- Sen masum birine benziyorsun, ne bekliyorsun burada? diye sormuştu O da anlatmıştı gerçek durumu:

- Ekmek alacak paramız kalmadı, bir tanıdıktan ekmek parası istemek üzere bekliyorum burada

Hemen elini cebine attı adam Hatırı sayılır bir miktar parayı uzatarak "Al" dedi "Bununla istediğin kadar ekmek alabilirsin Ben de nimetin şükrünü eda etmiş olurum böylece"

Kızcağız elinin birini arkasına saklamış, ötekiyle parayı alırken adamın dikkatin çekti bu saklayış;

- Elinde bir yara bere varsa tedavi ettireyim, niçin saklıyorsun? Allah bana nimet verdi, şükrünü eda etmek için iyilik yapmam gerek, dedi

Kızcağız önce açıklamak istememişse de adamın ısrarı üzerine anlattı elinin durumunu:

- Ben bir yoksula ekmek vermiştim Babam yolda rastlayıp sormuş, o da evi gösterip 'İşte oradan aldım' demiş, bizi haber vermiş Babam eve gelince elindeki sopayla ekmek veren elime öylesine bir darbe indirdi ki, elim böylece çarpık kaldı Göstermekten utanır oldum Bu yüzden de evde kaldım

Bu açıklamayı dinleyen adam bağırmaya başlar:

- Komşular! Çabuk buraya gelin, ben hayalimdeki altın kalpli kızı buldum, hayat arkadaşım işte karşımda, siz de şahit olun diyerek başlar anlatmaya:

- Ekmeği isteyen fakir bendim Ben o gün bir hamaldım Demek ki elinin çarpık kalmasına ben sebep olmuşum Hem sebep olayım hem de seni bu halinle baş başa bırakayım Buna Allah razı olmaz Seni görünce içimden bir sevgi selinin koptuğunu anladım, bana ekmek veren kıza ne kadar da benziyor diye düşünmüştüm Yanılmamışım Baban şükürsüzlük ettiğinden Allah onun dükkanını elinden alıp bana nasip eyledi Şimdi ise imtihan sırası bana geldi, ben de aynı şükürsüzlüğe düşmek istemem Haydi gel, nikahımızı yaptırıp birlikte babanı sıkıntıdan kurtaralım

Yola koyulurlar, ekmek veren eli sakatlayan şükürsüz babaya doğru

"Şükrederseniz çoğaltırım, etmezseniz elinizden alır şükredene veririm Şükürsüze de azabım şiddetli olur" (Kur'an-ı Kerim, 14/7)
 

ekecikli24

MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    20 Ağu 2011
  • Mesajlar
    100
  • MFC Puanı
    0
Emanet Fare


Yûsuf adında gezgin bir zât, Zünnûn-i Mısrî hazretlerinin İsm-i âzamı bildiğini öğrenince, Mısır’a gitti Huzûruna varınca, önceleri iltifat görmedi Sonra huzûra kabûl edildi ve Zünnûn-i Mısrî hazretlerine bir sene hizmet etti Bir gün ona;


- Ey üstâd, sana bir sene hizmet ettim, artık hakkımı vermen gerekir Senin İsm-i âzamı bildiğini söylediler Onu, benden iyi emânet edeceğin bir başka kimse olmayacağını bilirsin,dedi Sükût etti Ona cevap vermedi Altı ay sonra bir tabağa konmuş ve bir mendile sarılmış bir şey çıkardı


Ona;


- Fustat’ta bulunan falan dostumuzu bilirsin değil mi?” diye sorunca;


- Evet, dedi


Zünnûn hazretleri ona;


- İşte bunu ona götür dedi


O da sarılı tabağı aldı, giderken;


- Zünnûn-i Mısrî gibi bir zât hediye gönderiyor Acabâ nedir, ne kadar kıymetlidir? diye düşündü Merakını yenemeyerek tabağı açtı İçinden bir fare fırladı ve kaçıp kayboldu Bu duruma kızarak, Zünnûn-i Mısrî'nin yanına geldi Zünnûn-i Mısrî ona;


- Biz seni denedik Sana bir fâre emânet ettik, ona hıyânet ettin Hiç sana İsm-i âzamı güvenip teslim edebilir miyim? dedi
 

ekecikli24

MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    20 Ağu 2011
  • Mesajlar
    100
  • MFC Puanı
    0
Gafletten Hidayete

Sahabeden Amr İbnü'l Cemuh ra Hazretleri, İslâm'dan önce Medine'nin önde gelen şahıslarındandı Ağaçtan yaptığı 'Menaf' adlı bir puta büyük saygı duyardı Üç oğlu ise müslüman olmuştu
Bir gece Amr b Cemuh'un oğulları, bir arkadaşlarıyla birlikte Menaf'ı yerinden aldılar, götürüp bir lağım çukuruna attılar Kimseye görünmeden de geri döndüler Sabahleyin saygı için putuna giden Amr, onu yerinde bulamadı

- Yazıklar olsun size! Bu gece tanrımızı kim çaldı? diye söylenmeye başladı Bağıra çağıra, çevresine tehditler savurarak putunu aramaya koyuldu Sonunda onu bir çukurda başaşağı devrilmiş olarak buldu Kaldırıp temizledi, güzel kokular sürdü ve eski yerine koyarak şöyle dedi:

- Bu işi yapanı bir bilebilsem, onu perişan ederdim

Ertesi gece gençler yine putu çalıp, bir gün önceki gibi yaptılar Sabah olunca adam yine onu aradı ve pislikler içinde buldu Alıp temizledi, güzelce kokulayıp yerine koydu

Gençler ertesi gece yine aynısını yaptılar Amr'ın sabrı taşmıştı Yatmadan önce puta gitti, kılıcı boynuna taktı ve dedi ki:

- Ey Menaf! Bu işi sana kimin yaptığını bilemiyorum Şayet sende bir hayır varsa, al sana kılıç! Artık sen kendini koru!

Gençler, yaşlı Amr'ın derin uykuya daldığını anlayınca, putun boynundan kılıcı attılar Evin dışına götürdüler ve bir köpek leşine bağlayıp bir lağım kuyusuna atıverdiler

Adam uyanıp putunu bulamayınca, yine aramaya başladı Bu kez de bir lağım kuyusunda, üstelik bir köpek leşine bağlı ve yüzüstü devrilmiş vaziyette buldu Fakat bu defa onu çukurda olduğu gibi bıraktı ve şöyle dedi:

- Vallahi sen tanrı olsaydın, köpek leşine bağlı olarak bu kuyuda böyle bulunmazdın!

Amr müslüman oldu Canını, malını ve çocuklarını Allah yolunda Rasulullah sav'in hizmetine verdi
 
Üst Alt