Neler yeni
MEGAForum - Teknoloji Forumu

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı yada giriş yapmalısınız. Forum üye olmak tamamen ücretsizdir.

  • Web sitemizin içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için Web sitemize kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Web sitemize üye olmak tamamen ücretsizdir.
  • Sohbetokey.com ile canlı okey oynamaya ne dersin? Hem sohbet et, hem mobil okey oyna!
  • Soru mu? Sorun mu? ''Bir Sorum Var?'' sistemimiz aktiftir. Paylaşın beraber çözüm üretelim.

Filozoflar

diShy

~ یơυℓℓεss ..
Onursal Üye
  • Üyelik Tarihi
    27 Kas 2009
  • Mesajlar
    24,120
  • MFC Puanı
    79
Thomas Aquinas
Aquinalı Thomas: 1225-1274 yılları arasında yaşamış olan, ünlü Hıristiyan filozoftur.

Düşünce tarihinin tanıdığı en büyük kafalardan biri; Platon ve Aristoteles klasik dünya ya da Yunan felsefesi için neyse, Ortaçağ Ortaçağ felsefesi için o olan veya senteziyle, felsefenin Ortaçağda ulaştığı en yüksek düzeyi ifade eden Aquinalı Thomas her şeyden önce kendisinden önceki Hıristiyan düşünürlerin yapmış olduğu gibi, tutarlı bir teoloji geliştirmek, Kilisenin veya Kilise Babalarının öğretisindeki kimi çelişik unsurları ortadan kaldırmak ve Hıristiyan inancını sistemleştirmek işiyle meşgul olmuştur. Fakat Aquinalı Thomas’ın gerçekleştirdikleri, o aynı zamanda bir büyük filozof olduğu için, bundan ibaret değildir. Onun içinde yaşadığı ve Hıristiyanlığın hakim olduğu dünya bir süreden beri öylesine değişmiş ve genişlemiştir ki, Hıristiyan teolojisinin salt öte dünyacı şeması tatmin edici olmaktan çıkıp, önemli ölçüde yetersiz hale gelmeye başlamıştır. Yeni sanat formları, üniversitelerin doğuşu, doğa bilimine dönük ilginin ilk kez olarak zuhuru, İslam dünyasından yapılan çevirilerin ardından klasik dünyaya yönelik bakışın gözden geçinilmesine duyulan ihtiyaç var olan teolojik şemayı zorlamaya başlayınca, Aquinalı Thomas Hıristiyan dünya görüşünü yeni ilgiler ve bu ilgilerin doğurduğu yepyeni bilgilerle zenginleştirme ve geliştirme ihtiyacı içinde olmuştur. Başka bir deyişle, o Ortaçağ insanı XIII. yüzyıldan itibaren Ortaçağ karanlığından yavaş yavaş çıkmaya başlayıp, kültür ve uy*garlığını yeniden inşa eder ve dünyevi şeylere ilgi duymaya başlarken, teolojiyle felsefenin, iman ile aklın, Hıristiyan dünya görüşüyle klasik dünya görüşünün, çağının ihtiyaçlarına uygun düşen yeni ve sağlam bir sentezini yapmıştır. Thomas’a bu sentezinde en büyük yardımı, hiç kuşku yok ki Aristoteles ve felsefesi sağlamıştır.

Aquinalı’nın temel eserleri, Katolik inancının bir savunmasından oluşan Summa Contra Gentiles [Kafirlere Karşı], Tanrı’nın var oluşu, özü, sıfatları, insanın durumu, kurtuluşuyla ilgili alabildiğine ayrıntılı bir Skolastik Öğretiyi açımlayan, başyapıtı niteliğindeki Summa Theologica [Teolojiye Dair Savunma], De Principiis Naturae [Doğanın İlkeleri Üstüne], De Ente et Essentia [Öz ve Varoluş Üzerine], ve De Unitate İntellectus [Aklın Birliği Üstüne]’tur.

Siyaset Aquinalı Thomas, siyaset felsefesi alanında da Aristoteles gibi düşünür. Şu farkla ki, Aristoteles’in kent devletinin oluşturduğu genel çerçeve içinde düşündüğü ve insanın salt bu dünyadaki amacını dikkate aldığı yerde, feodal dönemin düşünürü olan Thomas, insanın doğal amacına ek olarak, onun Tanrı’ya olan yönelimini de dikkate almıştır. Bu bağlamda, insanı toplumsal bir hayvan, devleti de doğal bir kurum olarak gören filozof, insanın tinsel yaşamıyla ilgili konular söz konusu olduğunda, devletin Kiliseye tabi olması gerektiğini söylemiştir.

 

diShy

~ یơυℓℓεss ..
Onursal Üye
  • Üyelik Tarihi
    27 Kas 2009
  • Mesajlar
    24,120
  • MFC Puanı
    79
Anaksimenes (Anaximenes)
Milet Okulu'nun, bu ilk doğa felsefesi çığrının üçüncü ve sonuncu düşünürü olarak da Anaximenes gösterilir. Anaximandros'un öğrencisidir.

Anaximenes de arkhe sorunu üzerinde durur; o da, Anaximandros gibi ana maddenin, bu varlık temelinin birlikli ve sonsuz olması gerektiğini söyler. Ama bu sonsuz şeyi, o da Thales gibi belirli bir şeyle bir tutar: Ona göre ilkmadde havadır. Hava, sonsuz bir hava denizi olarak evreni kuşatır ve yer de bu hava denizinde düz bir tepsi gibi yüzer.

Anaximenes'in iki anlayışı var ki felsefeye iki yeni görüş olarak girip yerleşmişlerdir.

1. Anaximenes: "bir hava (soluk) olan ruhumuz -psykhe- bizi nasıl ayakta tutuyorsa, bunun gibi, bütün evreni (kosmos) de soluk ve hava sarıp tutar" diyor. Böylece, ruh kavramı felsefede ilk defa olarak ortaya çıkmış oluyor. Burada ruh, insanın canlı vücudunu ayakta tutan, daha doğrusu bir arada tutan, onu canlı kılan, onun cansız bir yığın olarak dağılmasını önleyen "şey"dir; burada ruh, yaşam diye, canlı vücudu cansızdan ayıran diye anlaşılıyor ve soluk ile bir tutulduğu için, maddi bir şey olarak düşünülüyor. Nasıl hava –soluk- olan ruh, insanın vücudunu cansız bir madde olarak dağılmaktan koruyorsa, bunun gibi hava da evrenin bütününü, onun düzenini ayakta tutar. Hava; canlı, canlandıran şey, etkin olan bir ilkedir. Onun bu canlılığı, etkinliği olmasaydı, evren, sadece, ölüm, dağılan bir yığın olurdu; boyuna yeni biçimler alan, kendini canlı olarak değiştiren, yaratıcı bir varlık olmazdı.

2. Anaximenes, ana maddenin canlı olması gerektiğini düşünmekle, "madde" kavramının belirlenmesine doğru önemli bir adım atmış oluyordu. Anaximenes, havayı hayatın ve ruhun asıl maddesi saymakla genel olarak madde kavramı da kendisinde bir şeyler olan, bir şeyler geçen, madde kavramı belirmiş, bununla da bu maddede olup bitenler üzerinde, maddedeki süreç üzerinde bir düşünmeye yol açmış oluyordu. Gerçekten Anaximenes, bu soru üzerinde durup düşünmüştür. Kendi kendisiyle, aynı kalıp değişmeyen, bununla birlikte bir yığın kılığa giren ana maddedeki bu süreç, bu değişme nasıl oluyor? Anaximenes'in öğrettiğine göre: Hava, yoğunlaşma ve gevşemesiyle çeşitli nesnelere dönüşür. Genişlemesi ve gevşemesiyle ateş olur; yoğunlaşmasıyla rüzgarlar, bulutlar meydana gelir: Bulutlardan su, sudan toprak, yüksek bir yoğunlaşma derecesinde de taşlar meydana gelir. Böylece, ateş, sıvı ve katı–maddenin bu üç ana biçimi- özü bakımından hep kendisiyle aynı kalan tek birana maddenin çeşitli yoğunlaşma ve gevşeme evrelerinden başka bir şey değildir.

Ayrıca Anaximenes, Milet Okulu'nun son filozofudur.



 

diShy

~ یơυℓℓεss ..
Onursal Üye
  • Üyelik Tarihi
    27 Kas 2009
  • Mesajlar
    24,120
  • MFC Puanı
    79
Arkesilaos
Arkesilaos yada Arkesilas (316-241). Aeolia bölgesinde Pitane'de doğmuş. Önce Aristoteles'in en yakın dostu, iş arkadaşı ve ardılı Theophrastos'un öğrencisi olmuş, sonrada Akademia'ya girmiş. Pyrrhon'un çok etkisi altında kalmış. Keskin zekalı, alaycı bir hatip olarak ün salmış.

Pyrrhon'un öğretisini değiştirmeden bütünü ile benimseyen Arkesilaos, bir Akademialı olarak Platon felsefesi üzerinde durup, bu felsefenin, özelliklede Sokrates'in yönteminin şüpheci yönlerini belirtmeye çalışır.

Sokrates hep kendisinin bir şey bilmediğini ileri sürerdi: kendisi konuşmalarında hiçbir sav ileri sürmez, savları karşısındakine söyletirdi; sonrada bir takım sorular ve itirazlarla ona bir şey bilmediğini itiraf ettirirdi.

Platon'un gençlik diyaloglarında bulduğumuz bu yöntem, Arkesilaos'a göre, “her savı, bundan yana ve buna karşı olan eşit güçte kanıtlarla destekleyebileceğimizi” ileri süren şüpheci ilkenin bir anlatımıdır. Nitekim Arkesilaos'un kendiside tartışmalarında Sokrates'in bu yöntemini kullanırmış. Yalnız; Sokrates gibi, karşısındakini kendi, üzerinde bir düşünceye zorlamak, sonuçları kendisinin bulmasına yol açmak için değil de, onu şüpheci görüşe geçirmek için bu yöntemi kullanırmış. Arkesilaos'un bilgi anlayışı asıl niteliğini, başlıca karşıtı stoa ile, daha doğrusu Zenon ile olan savaşımında kazanmıştır. Stoa'ya göre gerçek üzerine olan bilgimiz duyu algılarına dayanır, bu bilginin kaynağı burasıdır. Yalnız, bütün duyu tasavvurları değil de, ancak kataleptik tasavvurlar doğruyu sağlarlar, ancak “kavranmış”, ruhumuzda sağlam kök salarak “saklanmış” olan tasavvur (katalepsiz) besbellidir, apaçıktır, dolayısıyla kesindir, sarsılmazdır; katalepsiz doğru bilginin ölçüsüdür. Stoa'nın bu anlayışını Arkesilaos şöyle eleştirir: bir tasavvurun doğru mu yanlış mı olduğunu, yani bu tasavvurun var olan bir şeyle mi yoksa var olmayan bir şeyle mi ilişkili olduğunu bize güvenle bildirecek böyle bir doğruluk ölçüsü yoktur. Duyu yanılmalarında, rüyalarda, delilikte de tasavvur mutlak bir apaçıklık niteliği taşırlar ve bizi kendilerini onamaya zorlarlar, oysa bunlar yanlış tasavvurlardır. Bu da gösteriyor ki, tasavvurumuzun yanlış mı, doğru mu olduğunu hiçbir zaman bilemeyiz.

Bu yüzden stoalıların doğruluk kriteriumu işe yarayan bir ölçü değil. Arkesilaos'un bilgi teorisi, hemen hemen, dogmatizmin baş temsilcisi Stoa'ya karşı yaptığı bu eleştirmede sona erer.


M.Ö. 315-241 yılları arasında yaşamış ve Krates'in ölümünden sonra, Akademi'nin başına geçmiş olan Yunanlı düşünür. Hem Stoacılığa hem de Epikürosçuluğa karşı çıkmış olan Arkesilaos, Pyrrhon'unki kadar radikal olmayan bir kuşkuculuğu benimsemiştir.

Ahlak öğretisinde Arkesilaos'un daha olumlu bir görüşü var. Burada Sokrates –Platon geleneğine de dayandığından, yargı ve eylemden kaçınmayı (epokhe'yi) öğütleyen Pyrrhon gibi pratik hayattaki davranışa tam bir ilgisizlik göstermez; epokhe bir değer, ama en yüksek değer değil; insanın eylemde de bulunması gerek. Burada karşısına şu soru çıkar: Amaçlar ve ilkeler açık olarak bilinmeden eyleme olabilir mi? Sırf algı ve buna dayanan alışkanlık ile Arkesilaos yetinmek istemediğinden, eyleme kılavuz olarak "akıllılık" (phronesis) ve "iyice temellendirmeyi” (enlogia) ileri sürer.



 

diShy

~ یơυℓℓεss ..
Onursal Üye
  • Üyelik Tarihi
    27 Kas 2009
  • Mesajlar
    24,120
  • MFC Puanı
    79
Auguste Comte
19 Ocak 1798 - 5 Eylül 1857

Comte, olguculuğun ve sosyolojinin kurucusu sayılır. Bugün de üniversitesi ile tanınan Montpellier'de doğdu. Montpellier, 1289 da kurulan üniversitesi, Petrarca, Rablais, John Locke gibi tanınmış ziyaretçilerine ev sahipliği yapmasıyla tanınan önemli bir kültür kentiydi.

Yaşam öyküsünün bazı detayları onun düşüncelerini anlamak açısından bizlere yardımcı olabilir.

Vergi memuru olan babası ve annesi, kralcı ve koyu Katolik'ti. O dönemde Fransa'da yayılan Cumhuriyetçiliğe ve kuşkucu görüşlere karşıttılar. Küçük Comte bu çatışmalı ortamda tarafını belirledi: Katolik Kilisesi'ne ve kralcılığa karşı çıktı.

Fiziki açıdan sağlıksızdı. Çelimsiz bedeni, miyopluğu, mide hastalığı yaşamı boyunca sorun oldu.

Anne babasının tuttuğu yaşlı bir öğretmenden Latince dersi aldıktan sonra, 9 yaşında ortaokula başladı. Yatılı hayatı ona zor geldi. Ancak zihinsel gelişimi yaşının ilerisinde olduğundan, derslerinde çok başarılı oldu.

14 yaşında Katolik Kilise'sinden ayrıldı. 15 yaşında Paris Politeknik Okulu sınavına girdi. Çok başarılı olmasına karşın yaşının küçüklüğü nedeniyle okula kabul edilmedi. Lise son sınıfta hastalanan matematik öğretmeninin yerine ders verecek kadar konuya egemendi.

Ekim 1814 de Paris Politeknik okuluna girdi. Okulun zamana bağlı sıkı disiplini, baş eğmez tavırlı Comte'a göre değildi. Burada 2 yıl kaldı.

Napolyon Elbe adasına kaçtığında, ondan nefret ettiği halde, Paris'in yabancı işgalinden kurtarılması amacıyla savaşa giden öğrencilere katıldı. Geceleri okuldan kaçıp, Paris sokaklarında dolaşması, okul yönetimine yönelik bazı davranışları nedeniyle, polis gözetiminde Montpollier'e gönderildi. Okulu da Cumhuriyetçi eğilimlileri nedeniyle, yönetim tarafından kapatıldı. (Comte'un yüzyılı)

Comte, adeta toplumun aynası olan Paris'ten uzak kalamadı. 18 yaşında Paris'e döndü. Bu yeni döneminde, özellikle Felsefe ve Tarih kitapları okudu. 18. yy. Fransız düşünürlerinden, Montesiquieu, Condorcet, Turgot'nun görüşlerinden etkilendi. Etkilendiği düşünürler arasında, Hume ve Kant da bulunuyordu. İçinde yaşadığı toplumsal koşullar ve anılan düşünürlerin görüşlerinden de yararlanarak kendi özgün sentezini oluşturdu. Tanıştığı kişiler arasında, daha sonra bozuşacağı, sosyalizmin kurucularından Saint-Simon da vardı. Toplumsal konuların yanı sıra, matematik, astronomi, fizik, kimya, biyoloji çalışmalarını da sürdürdü.

1821 yılında şöhreti iyi olmayan bir hanımla evlendi. Doğduğu yerde eski dostları tarafından iyi karşılanmadı. Paris'e dönerek özel bir gruba ders verme girişimi, ruh sağlığı sorunları yüzünden yarıda kaldı. 1827 yılı başlarında “Sen” nehrine atlayarak intihar girişiminde bulundu. Tam olarak sağlığına 1827 yazında kavuşabildi. 1829 yılında yarım kalan konferans dizisine tekrar başladı. Bu defa başarılı oldu. Bu konferanslarını 6 cilt olarak “Olgusal Felsefe Dersleri” başlığı ile yayınladı.

1830-48 yılları arasında her yıl programlı olarak işçilere dersler verdi.(Temel astronomi kursu) Politeknik Okul'da matematik öğretmeye başladı. Ancak Felsefe Dersleri 6. ciltte bir görevliye sataştığı için okuldan uzaklaştırıldı.

1838'de kitabı The Edinburg Review'da incelendi. John Stuart Mill'in çabasıyla üç İngiliz'den para yardımı aldı.

1844(45) yılında öğrencilerinden birinin kız kardeşi ile başlayan ve platonik düzeyde kalan ilişki, Comte için mutluluk ve acı dolu günler getirdi. Sevdiği kızın 1846'da veremden ölmesinden sonraki acılı dönemini geride bırakıp yeni bir güçle çalışmaya başladı. Sekiz yılını alan, “Olgusal Siyasal Sistem” (1851-54) adlı yapıt, sosyolojinin tanımını da içeriyordu.Yazıları geniş bir kitleyi etkilemeye başlamıştı. Dünyanın her yanındaki olgucu gruplarla yazışıyordu.

Mayıs 1857'de, eski bir arkadaşının cenaze töreninde yakalandığı soğuk algınlığından kurtulamadı, eylül ayında öldü. Kendi isteği olarak mezar taşına şunlar yazıldı: “İlke olarak aşk, temel olarak düzen, amaç olarak ilerleme”

Isidore Marie Auguste François Xavier Comte, kısaca Auguste Comte (17 Şubat 1798 - 5 Eylül 1857), Fransız sosyolog, matematikçi ve filozoftur. Sosyolojinin babası olarak tanımlanabilir.

Fransa'nın Montpellier kentinde doğdu. Katolik bir aileden gelen Comte, ailenin üç çocuğundan biriydi. Babası vergi dairesinde memur, annesi ise ev hanımıydı.

Auguste Comte, sosyoloji ismini öne süren ilk sosyologdur. "Sosyoloji neden diğer bilim dalları gibi bir dal olmasın" tezini savunarak sosyolojinin temelini o zamanlarda attı. Ayrıca felsefede pozitif düşünce üzerine de çalışıyordu. Daha sonraları fizik, gökbilim ve kimya ile de uğraştı.

Sosyolog yönüyle Augusto Comte

Fransız Devriminden hemen sonra doğduğu için -Sosyoloji alanındaki- çalışmaları Fransız Devrimine ve Aydınlanma Düşüncesine bir tepki niteliğindedir. Sosyolojiyi Sosyal Statik ve Sosyal Dinamik olmak üzere ikiye ayırır. Sosyal Statik; her toplumdaki göreli istikrarlı ilişkiler ile sosyal yapı üzerinde odaklanır. Sosyal Dinamik ise, insanlığın bir aşamadan diğerine geçmesini, yani toplumdaki değişimi ifade eder. Comte evrimcidir. Tarihi bir ilerleme süreci olarak görür yani iyimserdir. Comte' un üç hal kanununa yani evrim kuramına göre toplumlar üç aşamadan geçer;

- Teolojik aşama
- Metafizik aşama
- Pozitivist aşama



 

diShy

~ یơυℓℓεss ..
Onursal Üye
  • Üyelik Tarihi
    27 Kas 2009
  • Mesajlar
    24,120
  • MFC Puanı
    79
Archimedes
(M.Ö. 287, Sicilya - M.Ö. 312, Sicilya)

Yunan matematikçi, fizikçi, astronom, filozof ve mühendis. Bir hamamda yıkanırken bulduğu iddia edilen suyun kaldırma kuvveti bilime en çok bilinen katkısıdır.Ancak pek çok matematik tarihçisine göre integral hesabın kaynağı da Archimedes'tir.

Roma generali Marcellus, Sirakuza'yı kuşattığında, Archimedes mühendisin yapmış olduğu silahlar nedeniyle şehri almakta çok zorlanmıştı. Bunların çoğu mekanik düzeneklerdi ve bazı bilimsel kurallardan ilham alınarak tasarlanmıştı. Örneğin, makaralar yardımıyla çok ağır taşlar burçlara kadar çıkarılıyor ve mancınıklarla çok uzaklara fırlatılıyordu. Hatta Archimedes'in aynalar kullanmak suretiyle Roma donanmasını yaktığı da rivayet edilmektedir. Ancak bütün bunlara karşın M.Ö. 212 yılında Romalılar Sirakuza'yı zapt ettiler ve şehrin diğer ileri gelenleriyle birlikte Arşimet'i de öldürdüler.

Söylentilere göre; "bu sırada Archimedes kum üzerine çizdiği çemberlerle hesaplar yapmaktadır. Elinde boynuna vurulmak üzere kaldırılan bir kılıçla yaklaşan romalı askere aldırmaz bile. Başını hesaplarından kaldırmadan "çemberlerime dokunma" der. Arşimedin kesik başı çemberlerin arasına düşer."

Archimedes hem bir fizikçi, hem bir matematikçi, hem de bir filozoftur. Gençliğinde bir süre İskenderiye'de bulunmuş, burada Eratosthenes ile arkadaş olmuş ve daha sonra da onunla mektuplaşmıştır. Archimedes'in mekanik alanında yapmış olduğu buluşlar arasında bileşik makaralar, sonsuz vidalar, hidrolik vidalar ve yakan aynalar sayılabilir. Bunlara ilişkin eserler vermemiş, ancak matematiğin geometri alanına, fiziğin statik ve hidrostatik alanlarına önemli katkılarda bulunan pek çok eser bırakmıştır.

Geometriye yapmış olduğu en önemli katkılardan birisi, bir kürenin yüzölçümünün 4πr2 ve hacminin ise 4/3 πr3 eşit olduğunu kanıtlamasıdır. Bir dairenin alanının, tabanı bu dairenin çevresine ve yüksekliği ise yarıçapına eşit bir üçgenin alanına eşit olduğunu kanıtlayarak pi'nin değerinin 3 +l/7 ve 3 +10/71 arasında bulunduğunu göstermiştir.

Archimedes'in en parlak matematik başarılarından biri de, eğri yüzeylerin alanlarını bulmak için bazı yöntemler geliştirmesidir. Bir parabol kesmesini dörtgenleştirirken sonsuz küçükler hesabına yaklaşmıştır. Sonsuz küçükler hesabı, bir alana tasavvur edilebilecek en küçük parçadan daha da küçük bir parçayı matematiksel olarak ekleyebilmektir. Bu hesabın çok büyük bir tarihi değeri vardır. Sonradan modern matematiğin gelişmesinin temelini oluşturmuş, Newton ve Leibniz'in bulduğu diferansiyel ve entegral hesap için iyi bir temel oluşturmuştur.

Archimedes Parabolün Dörtgenleştirilmesi adlı kitabında, tüketme metodu ile bir parabol kesmesinin alanının, aynı tabana ve yüksekliğe sahip bir üçgenin alanının 4/3'üne eşit olduğunu ispatlamıştır.

İlk defa denge prensiplerini ortaya koyan bilim adamı da Archimedes'dir. Bu prensiplerden bazıları şunlardır:

- Eşit kollara asılmış eşit ağırlıklar dengede kalır.

- Eşit olmayan ağırlıklar eşit olmayan kollarda aşağıdaki koşul sağlandığında dengede kalırlar: f1 · a = f2 · b

Bu çalışmalarına dayanarak söylediği "Bana bir dayanak noktası verin Dünya'yı yerinden oynatayım." sözü yüzyıllardan beri dillerden düşmemiştir.

Archimedes, kendi adıyla tanınan sıvıların dengesi kanununu da bulmuştur. Söylendiğine göre, bir gün Kral II Hieron yaptırmış olduğu altın tacın içine kuyumcunun gümüş karıştırdığından kuşkulanmış ve bu sorunun çözümünü Archimedes'e havale etmiş. Bir hayli düşünmüş olmasına rağmen sorunu bir türlü çözemeyen Archimedes, yıkanmak için bir hamama gittiğinde, hamam havuzunun içindeyken ağırlığının azaldığını hissetmiş ve "Buldum, buldum" diyerek hamamdan fırlamış.Archimedes'in bulduğu şey; su içine daldırılan bir cismin taşırdığı suyun ağırlığı kadar ağırlığını kaybetmesi ve taç için verilen altının taşırdığı su ile tacın taşırdığı su mukayese edilerek sorunun çözülebilmesi idi.

Archimedes'in araştırmalarından önce, tahtanın yüzdüğü ama demirin battığı biliniyordu; ancak bunun nedeni açıklanamıyordu. Archimedes'in bu kanunu doğada tesadüflere yer olmadığını, her zaman aynı koşullarda aynı sonuçlara ulaşılacağını göstermiştir. Archimedes, 23 yüzyıl önce, modern bilimsel yöntem anlayışına çok yakın bir anlayışla, bugün de geçerli olan statik ve hidrostatik kanunlarını bulmuş ve bu katkılarıyla bilim tarihinin en büyük üç kahramanından biri olmaya hak kazanmıştır.

Sirakuza Savunması

M.Ö. 216 yılında Archimedes 70 yaşını aşmış, akrabalarından biri olduğu söylenen Sirakuza kıralı Hieron ölmüştü. İkinci Bhon Savaşı sonunda da şehir yenilgiye uğramış, Kartaca'lılarla birleşmeyi kabul etmişti. Bunun üzerine Romalılar, ünlü konsüllerinden biri olan Claudius Marcellus'u bir orduyla Sirakuza'ya gönderdiler.

Yaşlı Archimedes, hiçbir zaman katılmadığı siyaset alanından uzakta kendini çalışmalarına vermiş, sessiz ve sakin bir hayat sürüyordu. Ama onun hikmet ve zekâsına hayranlık duyan hemşehrileri şehri savunması için kendisinden yardım dilediler. Archimedes, bu çağrıyı adeta istemeyerek kabul etti.

Romalılar, onun bir mucit ve mühendis olarak yaratıcı kabiliyetini öğrenmekte gecikmediler. Bir gün, kıyıdaki şehir surlarına kadar sokulan bir Roma savaş gemisi birdenbire dev gibi korkunç bir kerpetenle karşılaştı. Duvarların arkasından çıkan bu alet gemiyi pruvasından yakaladığı gibi çeneleri arasında kıstırarak parçaladı. Kaldıraç kolları ve dönel kasnaklar yardımıyla işleyen bu aletin çalışma prensipleri Archimedes tarafından ortaya konulmuştu. Böylece bir kaldıraç mekanizması ilk defa olarak gerçekleştiriliyordu.

Bu arada surların arkasına yerleştirilen dev mancınıklar, düşmanın üzerine ağır oklar ve taş yağdırıyordu. Güvertesi ve bordası delik deşik olan gemilerin direkleri parçalanıyor, gemidekilerin üzerine düşüyor, düşman ağır kayıplar veriyordu.

Archimedes'in Güneş ışınlarını büyük bir ayna aracılığıyla düşman üzerine yansıtıp gemileri ateşe verdiği de söylenir. Ama inanılması oldukça güç olan bu hikaye, belki de bir efsaneden başka bir şey değildir.

Bununla birlikte Archimedes'in icat ettiği makineler, Romalıların gözlerini o derece yıldırmıştı ki surların üzerinde bir ip ya da değnek gördükleri zaman gene onun bir makinesi sanarak bağırıp kaçışıyorlardı. Claudius Marcellus, ister istemez hayranlık duyduğu bu düşmanıyla kendi mühendislerinin başa çıkamayacağını anladı. "Bu matematik devi ile neden savaşalım ? Bizimle alay eder gibi kıyıda oturup donanmamızı yok ediyor !" diyerek Sirakuza'yı tam bir ablukaya aldı.Çok ünlü bir insan olmuştur.

Arşimet'ten Seçme Sözler

- Eureka!; Buldum!
- Bana bir dayanak noktası verin Dünya'yı yerinden oynatayım.
- Noli turbare cirkulos meosi; (Lütfen dairelerimi bozmayın.) Son sözüdür

 

diShy

~ یơυℓℓεss ..
Onursal Üye
  • Üyelik Tarihi
    27 Kas 2009
  • Mesajlar
    24,120
  • MFC Puanı
    79
Anselmus
1033-1109 yılları arasında yaşamıştır. İtalyalıdır ama 1093’den sonra İngiltere’de Canterbury başpiskoposluğu yapmış ve orada ölmüştür.

Augustinus’un “anlamak için inanıyorum” önermesini almış, inancı akıl ile temellendirmeye çalışmıştır. Anselmus’un bu çabası, skolaztizmin, akıl ile inancı birleştirmeye çalışmasının bir göstergesidir.

Anselmus, yargıların mutlağı olmalıdır der. Örneğin iyi varsa mutlak iyi de olmalıdır. Varlık varsa mutlak varlık da olmalıdır. Bu düşünce yoluyla Tanrı’nın varlığı ispatlanmış olur. Anselmus’un, bir başka Tanrı kanıtlaması da şöyledir; Tanrı en yetkin varlıktır. Tanrı’nın var olmadığını düşünürsek, bir yanıyla Tanrı eksik kalmış olur. Oysa Tanrı’nın tanımı en yetkin varlık olduğudur. Demek ki Tanrı vardır. (bu kanıtlama çok meşhurdur) Anselmus, Augustinus’un ilk günahın bütün nesiller boyu sürdüğü düşüncesini kabul eder.

Ona göre Tanrı insanları bu ilk günahtan kurtarmak için insan biçimine girmiş (İsa) ve bütün insanları ilk günahtan kurtarmak için çarmıha gerilmiştir. Skolastizmin bu ilk döneminde din ve felsefe uzlaştırılmaya çalışılmıştır. Dinsel kavramlar, akılla açıklanmaya çalışılmış ve bunun için Platon’nun kavram realizmi kullanılmıştır.


Anselmus 1033-1109 yılları arasında yaşamış olan ve Tanrı'nın varlığına ilişkin ontolojik kanıtıyla tanınan Hıristiyan filozoftur.

"İnanmak için, anlamaya çalışıyorum" değil de "Anlamak için inanıyorum" tavrının başlatıcısı olan ve inanç - akıl ilişkisi söz konusu olduğunda, akıl karşısında inanç ya da imana, bilgi karşısında da otoriteye öncelik veren Hıristiyan düşünürdür.



 

diShy

~ یơυℓℓεss ..
Onursal Üye
  • Üyelik Tarihi
    27 Kas 2009
  • Mesajlar
    24,120
  • MFC Puanı
    79
Antisthenes
M.Ö. 444-365 yıllarında yaşamış ve Kinik okulu kurmuş olan Yunanlı düşünür.

Önce sofist filozof Gorgias'ın ve ardından da Sokrates'in öğrencisi olmuştur. Sokrates'ten sonra okulunu kurmuş ve felsefesinin örnek kişisi olarak Sokrates'i referans almıştır.Köpeksi anlamında olduğu belirtilen Kyon sözünden türetilmiş Kinik okulunun kurucusudur ve bu akımın önemli açılımlarını yapmıştır.

Antisthenes'e göre önemli olan erdemdir ve erdemde bilgelikle elde edilebilen kendine yeterlilik durumudur. İnsan her tür gereksinimden kendini kurtararak, yalnızca kendi kendine dayanarak var olabilmelidir, özgürlük bu anlamda gereksinimlerden kurtulmak, toplumsal bağları aşabilmektir. Antistenes'in felsefi düşünceleri bu anlamda uygarlık değerlerinin eleştirisini ve yadsınmasını içerir.

Gorgias'tan da önemli ölçüde etkilenmiş olan Antisthenes, felsefesinde sofizmin etkilerini taşır. Varlığın birliği ve tanımlarımızın yetersizliği konularında önemli ölçüde Gorgias'ın yaklaşımına yakındır. Bilgi, nesnelerin adlandırılması için ortaya konulan sözlerdir ve yargılarımız da bu sözlerin bir araya getirilmesinden başka bir şey değildir. Platon'un kavramları gerçek sayan yaklaşımından farklı olarak, bir tür nominalist düşüncesi söz konusudur burada.

Yaşamın amacı mutluluktur (endaimonia) ve buna ancak erdemle ulaşılabilir. Erdem ise bilgeliktir, yani kişinin kendine yeterliliği ile. Bu anlamda erdem ruhun özgürlüğüdür ya da ruhsal özgürlüktür. Sağlık, güzellik, şan, ün, şeref, namus, vb. şeyler şüpheyle karşılanması gereken, kuruntu ve yapmacık şeylerdir; kinik düşüncede olsa olsa bunların karşıtlarım bir değer ifade eder. İhtiyaçsızlık, adsızlık, mülksüzlük, bilinen toplumsal ahlaki kodlardan yoksunluk, gerçek anlamda insanın kedine yeterliliği ve özgürlüğünü sağlar.

Bu değer eleştirisinde Antisthenes hazcı bir eğilime sahip değildir, aksine hazcılığa sert bir tepki gösterir. Haz, insanın köleleşmesinin sebebidir çünkü. Mutluluk amacı için, erdemin kendi başına fazlasıyla yeterli olduğunu ve başka hiçbir şeye gerek bulunmadığını savunan Antisthenes'e göre, erdem arzunun yokluğu, isteklerden bağımsızlıktır. Doğrudan doğruya yaşamın korunmasına ve sürdürülmesine yaramayan her şeyi kinik filozoflar reddederler, daha doğrusu bunlara karşı aldırışsızlık gösterirler. Bu tutum onları uygarlık karşıtlığına götürmüştür. Bilinen ahlaka, toplumsal değerlere, dine, aileye ve devlete karşı kayıtsız kalırlar ya da bunları yadsırlar. Antisthenes, devletin kendisiyle hiç ilişkisi olsun istemez.



 

diShy

~ یơυℓℓεss ..
Onursal Üye
  • Üyelik Tarihi
    27 Kas 2009
  • Mesajlar
    24,120
  • MFC Puanı
    79
Aristippos
Aristippos, M.Ö. 435-386 yılları arasında yaşamış olan Yunanlı düşünür. Sokrates'in öğrencisi olan Aristippos, Kirene okulunun kurucusu olarak bilinir. Eserlerinden hiçbiri günümüze ulaşmamış olan filozof, acıdan kaçınan ve akla ya da ölçülülüğe dayalı doğrudan hazzı temele alan bir ahlak öğretisi geliştirmiştir. Kynikler'in 'dünyaya sırtını dönen bilgin'ine karşı Aristippos, 'dünyadan akıllıca tat almayı bilen bilgin' görüşünü temsil eder.

Yunan filozofudur. Kyrene okulunun veya Hazcılık adı ile tanınan öğretinin kurucusu. Sokrates'in derslerine devam etti. Bu derslerden, sadece, felsefeye pratik bir nitelik vermek gerektiği düşüncesine vardı. Hükümdarlara dalkavukluk etmek sanatının ustasıydı. Ömrünün bir kısmını Sicilya'da Dionysios'ların sarayında geçirdiği söylenir; ama hakkında söylenen her şeyin doğru olduğu şüphelidir.

Kendisine mal edilen bir öğretiye göre mutluluk, haz aramaktan başka şey değildir. Yaşamın amacının mümkün olduğunca çok haz almak olması gerektiğine inanıyordu. "en üstün iyilik hazdır" ve "en büyük kötülük acıdır" diyordu. Bununla birlikte, bu öğretiyi ilk olarak ortaya koyanın, torunu Genç Aristippos olması da mümkündür.

 

diShy

~ یơυℓℓεss ..
Onursal Üye
  • Üyelik Tarihi
    27 Kas 2009
  • Mesajlar
    24,120
  • MFC Puanı
    79
Jean Piaget
(1896 - 1980)

İsviçreli psikologdur.

Genetik epistemoloji ve bilişsel gelişim alanında çığır açıcı çalışmalar yapmış olan Piaget çocukta düşünce ve dil gelişiminin bir süreklilik içinde değil de, evrelerden geçerek oluştuğunu ve birey çevre ilişkilerinde etkin bir şekilde yapılandığını ortaya koymuştur.

Dış dünyadan yalnızca izlenimler almakla kalmayıp zekasını etkin bir tarzda yapılandıran çocukta bilişsel yapı, Piaget'ye göre, dört evrede gerçekleşir:

- Duyusal motor dönem (0-2 yaş)
- İşlem öncesi dönem (2-5/6 yaş)
- Somut işlemler dönemi
- Soyut işlemler dönemi

Piaget ayrıca, çocuk zihniyetinin yetişkinin zihniyetiyle hiçbir ilişkisi olmadığını öne sürmüştür. Çocuğun mantığı kendine özgü olduğu gibi, ona göre, düşüncesi de benmerkezlidir. O kendisi için gelişir, kendi tarzında eğlenir; aklın kavramsal bilgileriyle ilgisi yoktur, çelişki bilmez. Çocuk ancak başkalarının düşüncesiyle temasa, geçtiği zaman mantıklı olmaya başlar.

Ayrıca gelişim düzeyi kavramını Jean Piaget'ye borçluyuz. "Piaget Teorisi" olarak bilinen teorisi, herkesin değişmez bazı düzeylerden geçtiğini ve bunların birbirinden ölçülebilir olarak ayrıldığını ortaya koymuştur.

Temel Eserleri

Le Langage et la Pensée chez l’En*fant - Çocukta Dil ve Düşünce
La Représentation du Monde chez l’Enfant - Çocukta Dünya Tasarımı
Introduction à l’Épistemologie génétique - Genetik Epistemolojiye Giriş
La Naissance de l’Intelli*gence - Zekânın Doğuşu.

 

diShy

~ یơυℓℓεss ..
Onursal Üye
  • Üyelik Tarihi
    27 Kas 2009
  • Mesajlar
    24,120
  • MFC Puanı
    79
Aristoksenos
(M.Ö. IV. yüzyıl sonları)

Yunanlı gezgin, filozof ve müzisyendir. Tarentum'da doğan Aristoksenos Aristoteles'in çömeziydi. Suidas lugatçesine göre 453 eser yazdı; bunların en önemlisi filozof ve yazarları konu alan "Ünlü Kişilerin Hayatlar"dır. Aristoksenos, ünlü bir müzikçi olan babası Spintharos'un Sokrates ile ilgili anılarını kaleme aldı. Bugün elimizde, en eski müzik inceleme kitabı olarak bilinen Armonikon Stoikheion (Armoni Öğeleri) ile, Rythmika Stoikheia (Ritim Öğeleri) adlı incelemeden yalnız bir parça vardır.

Aristoksenos, öğretiminde, duygu ile deneye büyük bir yer verilmesini isterdi. Bu görüş, Pythagoras'ınkine karşı bir tepki niteliğinde olduğu için, olumlu karşılandı. Sonradan, Aristoksenos ile Pythagoras'ın çömezlerini birbirinden ayırt etmek içi kulaktan armoniciler ve hesapçı armoniciler deyimleri kullanılır oldu.



 

diShy

~ یơυℓℓεss ..
Onursal Üye
  • Üyelik Tarihi
    27 Kas 2009
  • Mesajlar
    24,120
  • MFC Puanı
    79
Athenagoras
(M.S. II. yüzyıl)

Yunan filozofu. Hıristiyanlığı kabul eden Athenagoras Marcus Aurelius ile oğlu Commodus'a hitaben Presbeia peri Khristianon'u (y. 177 Hıristiyanlar İçin Elçilik) yazdı. Bu eserinde, Hıristiyanlığın inanç ve ibadet ilkelerini Yunan ve Roma dünyasına açıklamak, Hıristiyanları devlete sadakatsizlik ve ahlaksızlıkla suçlayan putperestlerin savlarını çürütmek amacıyla Yeni Platoncu kavramları ilk kez kullanmıştır.

Öbür eseri Peri Anastaseos Mekron (Ölülerin Dirilişi Üzerine) başlığını taşır. Bu eserinde, bedenin ruhun zindanı olduğunu ileri süren Platoncu görüşü yadsır, madde ve ruhun birbirini bütünlediğini savunur. Ölülerin bugünkü bedenleri ile dirileceği savını, tanrının her şeye gücünün yettiği ve kendi suretini insanlara sonsuza değin göstermeyi amaçladığı temeline dayandırır.

Athenagoras, M.S. 2. yüzyılda yaşamış ve Hıristiyanları ahlaksızlık ve devlete itaatsizlikle suçlayan putperestlerin iddialarına karşı çıkmak ve Hıristiyan inancıyla ibadet ilkelerini Yunan ve Roma dünyasına yaymak için, 177 yılında bir apoloji kaleme almış olan Hıristiyan düşünürdür.



 

diShy

~ یơυℓℓεss ..
Onursal Üye
  • Üyelik Tarihi
    27 Kas 2009
  • Mesajlar
    24,120
  • MFC Puanı
    79
Francis Bacon
Francis Bacon (1561 - 1626), İngiliz devlet adamı ve filozofudur.

Hayatı

22 Ocak 1561'de doğan Francis Bacon, Kraliçe 1. Elizabeth'in adalet bakanı Nicholas Bacon'ın oğludur. Her ne kadar Francis Bacon'ın ünü babasınınkini gölgede bıraksa da, babası, Nicholas Bacon da sıradan birisi olmaktan çok öte, döneminin ünlü isimlerindendi. Francis Bacon, oniki yaşında girdiği Trinity College, Cambridge'de skolastik felsefeyle tanıştı ve skolastik felsefeye karşıt görüşlerinin tohumları burada atıldı. 1576'da Hukuk okumaya başladıktan sonra, Fransa'daki İngiliz elçisinin yanında çalışması için bir teklif aldı. Teklifi kabul ederek, öğrenimine ara verdi ve Fransa'ya gitti. Bacon'ın felsefeye olan aşkının iyice filizlenmeye başladığı bu yıllarda, ansızın, 1579'da babasının vefat haberini aldı. Cepleri boş bir şekilde İngiltere'ye döndüğünde yapabileceği tek şey hukuk öğrenimine devam etmek oldu. Öğrenimini tamamladıktan sonra avukatlık yapmaya başladı. Çocukluğundan beri alıştığı lüks yaşama özlem çekiyordu, bu yüzden avukatlık yaparken bir taraftan da siyasi bir kariyer için çalıştı. Nitekim 1584'de Parlementoya seçildi.

Essex kontuyla yakın bir arkadaşlığı vardı. Fakat arkadaşlıkları, Essex kontunun Kraliçe 1. Elizabeth'i devirmek üzere kurduğu planlar nedeniyle bozuldu. Kraliçeye olan bağlılığının büyük olduğunu belirten Bacon, uzun süre arkadaşını fikirlerinden döndürmeye çalıştı. Kraliçeye yapılan başarısız bir suikast girişiminden sonra Essex kontu tutuklandı. Bacon'ın da çabalarıyla salıverilen kont, daha sonra Kraliçeyi devirmek için yeni bir girişimde bulundu. Bu sefer tutuklandığında, suçlu bulundu ve idam edildi. Bu sırada Bacon'ın yıldızı parlamaktaydı, her ne kadar Essex kontuyla olan bu ilişkileri sonucu onu hayatı boyu tehdit edecek düşmanlar edinmiş olsa da Kraliçeye olan bağlılığı hiç kuşkusuz ona kariyer açısından büyük fırsatlar vermişti.

1603'de Kraliçenin veliahtı olarak James I tahta geçince hızlı bir şekilde önemli mevkilere geldi. Önce "Sir" unvanı aldı, sonra 1606'da başsavcı, 1618'de ise İngiltere başyargıcı oldu. Kariyerinin zirvesindeyken, çöküşü kapıyı çaldı. 1621'de rüşvet suçuyla tutuklanıp yargılandı. Suçlu bulundu ve hapis cezasına çarptırıldı. Hapishanede fazla kalmadı ve salıverildi, fakat ne Parlementoda ne de herhangi bir politik konumda bulunması bundan sonra imkansızdı. Siyasetten kopan Bacon hayatının geri kalan yıllarını felsefi düşüncelerine adadı. 1626'da zatürree olduğu varsayılan bir hastalık yüzünden vefat etti.

Bacon ve Tanrı

Her ne kadar zaman zaman tanrıtanımazlıkla (ateizmle) suçlanmış olsa da, Bacon tanrıtanımazlığa karşı olduğunu açık bir şekilde belirtmiştir. Felsefesi seküler bir temelde, fazlasıyla akılcı bir biçimde yükselirken, ve eserlerinde dinbilime çok da değer vermezken, belki de okuyucularını şaşırtacak fikirlerini sunar din ve Tanrı üzerine; "Bu evrensel çerçevenin başıboş olduğunu düşünmektense, kutsal efsanelere inanırım, daha iyi. Az felsefe, insan zihnini Tanrıtanımazlığa götürür; ama felsefede derinlik, insanların zihinlerini dine döndürür."



 

diShy

~ یơυℓℓεss ..
Onursal Üye
  • Üyelik Tarihi
    27 Kas 2009
  • Mesajlar
    24,120
  • MFC Puanı
    79
Roger Bacon
Roger Bacon (1220 - 1292) İngiliz bilim adamı ve filozof.

"Deneysel bilim" yolunda çaba harcamış olan Bacon, çağdaş bilimin deneysel yaklaşımının tarihsel bakımdan erken olgunlaşmış bir temsilcisi olarak kabul edilir. İnsanın bilgisizliğinin nedenleri üzerinde duran Bacon, otoriteye dayanmanın, geleneğin etkisinin, önyargıların ve kişinin cehaletini saklayan sözde bilgeliğin, insanı hakikate ulaşmaktan alıkoyduğunu söylemiştir.

Felsefenin görevinin insanı Tanrı'nın bilgisine götürmek ve O'nun hizmetine koşmak olduğunu dile getiren Bacon, matematiğe özel bir önem vermiş ve matematiği tüm bilimlerin anahtarı olarak kabul etmiştir. Zamanının bilimiyle ahlakına yoğun eleştiriler yöneltmiş olan Bacon, tümevarım ve tümdengelimden meydana geldiğini söylediği bilimsel yöntem konusunda önemli katkılar yapmıştır.

Roger Bacon, ortaçağ ile çağdaş bilimadamlarının karışımı sayılabilir. Fransiskan bir keşiş olan ve eğitimini Oxford ve Paris’te sürdüren Bacon, kendisini özellikle matematik çalışmalarına (bu dal bütün bilimlerin temeli olarak kabul edilir ve aritmetik, geometri, astronomi ve müzik alanlarını da içerir) ve fizik bilimlerine—bunlar arasında perspektif, simya, tarım, tıp, astroloji ve sihir bulunmaktadır- adamıştır. Bunun yanı sıra Yunanca, İbranice, Arapça ve Arami (Chaldean) dilleriyle ilgilenmektedir. Bunların tanrıbilim ve felsefeden ayrılamaz olduğunu düşünmektedir. Metafiziği, ilk nedenin bilimi olarak tanımlamaktadır. Bacon düşüncelerini ansiklopedik bir çalışma olan Opus Majus’da toplamıştır.

Bacon, bilginin iki yönteminin kanıtlama ve deneyim olduğunu söylemektedir. “Deneyim olmadan hiçbir şey yeterince bilinemeyecektir.” “Deneyim, iki katlıdır: Dışsal duyumlara bağlı olan insan ya da felsefe ve içsel görünüm ya da tanrısal esinlenme. Böylece, bilgi, yalnızca tinsel şeyler değil, aynı zamanda yapısal konular ve felsefe bilimleridir” sonucuna ulaşılmaktadır. Böyle içsel deneyim aracılığı bir esrime ya da gizemli bilgi konumuna ulaşılır.

Bacon’un bilimsel tutumu, çağdaş bilimin ruhundan farklıdır. Bir yığın fantastik idea ile boş inançlar bulunmaktadır: astroloji, astronomi ile karışmıştır, büyü ile mekanik, simya ile kimya için de aynı şeyler söylenebilmektedir; ve iki katlı deneyim öğretisi, deneysel bilimlerin gelişimine zararlı olanaklılıkların tüm çeşitlerine kapılarını açmaktadır; Bacon doğayı gözlemlemekte ve çalışmalarını bu doğrultuda sürdürmektedir.



 

diShy

~ یơυℓℓεss ..
Onursal Üye
  • Üyelik Tarihi
    27 Kas 2009
  • Mesajlar
    24,120
  • MFC Puanı
    79
Jose Ortega y Gasset
9 Mayıs 1883 - 18 Ekim 1955)

Madrid doğumlu İspanyol filozoftur.

Madrid ve Alman üniversitelerinde okudu. 1910'da doğduğu kente (Madrid) dönerek metafizik profesörü oldu. Çeşitli dergiler çıkararak İspanya'da kültür ve edebiyatı yeniden canlandırma hareketinde önemli bir isim oldu. La Revista de Occidente bu dergilerin en tanınmışıdır. İç savaşın çıkmasıyla İspanya'dan ayrılan Gasset, önce Fransa, sonra Arjantin'de yaşadı.

Yaşamının son yıllarında tekrar İspanya'ya döndü ve 1955'te Madrit'te öldü. Ne söylediği kadar nasıl söylediğine de önem veren bu İspanyol filozof, Camus'ye göre "Nietzsche'den sonra belki de en büyük Avrupalı yazar"dır.

Kültürel ve siyasi açıdan muhafazakar biri olan Gasset, tıpkı diğer varoluşçu düşünürler gibi, insan söz konusu olduğunda, özün varoluştan önce geldiğini söyler. Ona göre, taşa bir varoluş verilmiştir, onun olduğu şey olması için çarpışması, mücadele etmesi gerekmez; oysa, insan, içinde bulunduğu her anda, varoluşunu yeniden yaratmak, özünü belirlemek durumundadır.


José Ortega y Gasset (9 Mayıs 1883-18 Ekim 1955) Madrid ve Alman üniversitelerinde okudu. 1910’da doğduğu kente (Madrid) dönerek metafizik profesörü oldu. Çeşitli dergiler çıkararak İspanya’da kültür ve edebiyatı yeniden canlandırma hareketinde önemli bir isim oldu. La Revista de Occidente bu dergilerin en tanınmışıdır. İç savaşın çıkmasıyla İspanya’dan ayrılan Gasset, önce Fransa, sonra Arjantin’de yaşadı.

Yaşamının son yıllarında tekrar İspanya’ya döndü ve 1955’te Madrid’te öldü. Ne söylediği kadar nasıl söylediğine de önem veren bu İspanyol filozof, Camus’ye göre “Nietzsche’den sonra belki de en büyük Avrupalı yazar”dır.

Bir aficionado’dur. Bir entelektüel torero olma eğilimindedir. Bir felsefeci olarak çok fazla hayata ilişkindir. Bu yüzden hep eleştirilir. Ama o, susmak ve salt felsefe yapmak yerine hep konuşur. Her şey üzerine: Aşk, kadınlar, İspanya, Anne de Noailles’in şiiri, Roma İmparatorluğu, nüfus patlaması ve başka ne varsa.

Bir sürgün ama ülkesinin geçmişiyle, bugünüyle ve yarınıyla samimiyetle ilgili bir İspanyol: Avrupa’da da kendini evinde hisseden bir dünya insanı. Çünkü Gasset, bir âşık, bir konser izleyicisi, bir boğa güreşi meraklısı, bir magazin okuru aynı zamanda.

Başlıca yapıtları: Adán el parasío (1910: Adem Cennette), Meditaciones del Quijote (1914: Kişot Üzerine Düşünceler), El tema de nuestro tiempo (1923: Çağımızın Konusu), España invertebrada (1922: Omurgasız İspanya), La Rebelión de las masas (1929: Kitlelerin Ayaklanışı).

Gasset’nin bitiremediği büyük yapıtının derslerinde de kullandığı uzun bir bölümü, 1957’de El hombre y la gente (İnsan ve Adamlar) adıyla yayımlandı. Ortega y Gasset’nin Türkçedeki ilk kitabı 1992 yılında Tarihsel Bunalım ve İnsan adı altında bir seçki olarak Metis Yayınları’ndan çıkmıştı.

Eserleri

- Adán el parasío (1910: Âdem Cennette)
- Meditaciones del Quijote (1914: Kişot Üzerine Düşünceler)
- El tema de nuestro tiempo (1923: Çağımızın Konusu),
- España invertebrada (1922: Omurgasız İspanya)
- La Rebelión de las masas (1929: Kitlelerin Ayaklanışı)

Gasset'nin bitiremediği büyük yapıtının derslerinde de kullandığı uzun bir bölümü, 1957'de El hombre y la gente (İnsan ve Adamlar) adıyla yayımlandı. Ortega y Gasset'nin Türkçedeki ilk kitabı 1968 yılında May Yayınları tarfından çıkarılan "Kitlelerin Ayaklanışı"dır.

Jose Ortega y Gasset'ten Seçme Sözler

- Aşık olan bir insanın ruhu, kapalı kalmış hasta odasının kokusunu taşır - bu odanın havası, bayatlamış nefes kokusuyla doludur.

- Seveni kurtarabilecek tek şey dıştan gelecek şiddetli bir şok, ona zorla dayatılacak bir tedavidir.

- Aşık olduğunuzda dikkatinizi başka bir insana isteyerek yoğunlaştırırız; ama yaşamın gerektirdiği zorunluluklarda dikkatin bir yere saplanması, isteğimizin tersine dışarıdan dayatılan bir zorunluluktur.

- Evin hanımı, hizmetçinin aklının başka yerde olduğuna dikkat etmeye başlayınca kızın aşık olduğunu anlar. Zavallı hizmetçinin dikkati, çevresindeki nesnelere yönelme özgürlüğünü yitirmiştir artık.

- Çek onları bir kenara, sevgilim, çünkü ben uçuş halindeyim.

- Nerede ortaya çıkarsa çıksın erme durumundaki coşku insanın, dünyanın ve kendisinin dışında olmasına dayanır.

- İnsan sistemi kendiliğindenliğin yerine tümüyle geçebilseydi, kişiliğinin gölgeli derinliklerine dalmak için hiç bir neden kalmazdı.

- İnsanın ruhsal açıdan yorumlanması, rastlantının payını ve insan yaşamına karışan mekanik olayları abartma eğilimine dayanır.



 

diShy

~ یơυℓℓεss ..
Onursal Üye
  • Üyelik Tarihi
    27 Kas 2009
  • Mesajlar
    24,120
  • MFC Puanı
    79
Wilhelm Wildelband
Felsefe tarihçisi olarak büyük ün yapmıştır. Ayrıca felsefe tarihçiliğinde “problem tarihçiliği” olarak anılan bir tarzın başlatıcısıdır. Buna göre, felsefe tarihçiliği, filozofların ve felsefe okullarının temel kavram, görüş ve sistemlerini anlatan bir tarz yanında, esasen problemleri anlatan ve filozofların görüşlerine problemlere getirdikleri çözüm önerileri olarak yer veren bir tarzı benimsemelidir. Kendisini bu yolda izleyen ve daha sonra Okul’dan ayrılan Nicolai Hartmann’a göre de, felsefe tarihinin gövdesini filozofların görüşleri ve felsefe sistemleri değil, tersine felsefe problemleri oluşturur.

Filozofların görüşleri ve sistemler, gövdeye tutunan dal ve yapraklar gibidir; bazıları solar, çürüyüp gider; fakat problemler hep ayakta kalır. Windelband’ın Handbuch der Philosophiegeschichte, 1892 (Felsefe Tarihi El Kitabı) adlı yapıtı, günümüzde de sık sık yeni baskıları yapılan bir yapıt olmuştur. Bunun gibi Einführung in die Philosophie, 1914 (Felsefeye Giriş) adlı kitabı da, felsefenin bir arkitektoniğini sunmakla, yine günümüzde, bir temel başvuru kaynağı olmayı sürdürmektedir. Windelband, Kant’ın önemini, Marburg Okulu’nda olduğu gibi, onun bilim ve felsefe arasındaki bağı yeni bir şekilde kurmasında bulur. Ne var ki, aynı anda, Kant’ı matematiksel doğa bilimlerini öne çıkardığı, buna karşılık kendisinden sonra büyük bir gelişme gösteren tarih/tin/kültür bilimlerinin hakkını vermediği için eleştirir ve bu onun Marburg Okulu’nun doğabilimciliğini de eleştirdiği nokta olur.

Windelband, bu eleştiriyle birlikte ve Kant felsefesinin bir açığını kapatmak amacıyla, tarih/tin/kültür bilimlerinin (pozitivist bilim felsefesi geleneğindeki adıyla: “sosyal bilimler”in) özgül yapısını ve metodiğini ele alır ve Kant’tan bilinçli olarak uzaklaşarak bu bilimlere bir felsefi temel arar. Windelband’a göre, “Mantık düşünmenin etiğidir”; nasıl düşünmemiz gerektiğini bir ahlaksal buyrukmuş gibi bize dikte eder. Mantık ilkelerine dayalı olarak düşünmek sadece bir bilişsel zorunluluk değil, aynı zamanda bir ahlaksal gereklilik, bir buyruktur da. Bunun gibi evreni algılayışımız da sadece bilişsel bir hal değildir; evreni aynı zamanda mantık kalıplarına göre kavrama gerekliliği yani buyruğu da bu algılayışa eşlik eder. Öyle ki, her türlü bilgisel ve ahlaksal yapı, esasen bizim oluşturduğumuz, bizim geçerlilik kazandırdığımız bir yapıdır. Bilgisel ve ahlaksal, her türlü geçerliliğin kaynağı biziz. Ve her şey bize kendi ürünümüz olan geçerlilik kalıpları içinde açıktır. Mantık ilkeleri bile ahlaksal buyruk kipinde olduklarına göre, tüm geçerlilik kalıpları aynı zamanda değer kalıplarıdır da.

Windelband insan düşünmesinde ve yaşamında dört “geçerlilik kipi” ve dört “değer kalıbı”ndan söz eder. Mantık ilkeleri ve bunların geçerliliği en ilksel ve evrensel olanlarıdır. Daha sonra sırasıyla bilgisel (Doğru), ahlaksal (İyi) ve estetik (Güzel, Yüce) değer kalıpları gelir. Bu durumda felsefe esasen bir değerler bilimi veya bir değerler felsefesinden başka bir şey olmaz. Öyle ki, felsefe, bir yandan evrensel/rasyonel ilişkilerin (mantıksal, bilgisel değerlerin), öbür yandan tüm kültürlerin temellerinde yatan ve hepsi de değer kaynaklı olan ahlaksal ve estetik düşünüş ve duyuş/seziş biçimlerinin a priori kaynaklarını araştırma etkinliği haline gelir. “Felsefenin tümü bir değerler bilimidir” savıyla yola çıkan Windelband, Doğru, İyi, Güzel, Yüce başlıkları altında, mantıksal, bilgisel, ahlaksal, estetik değerlerin dünyayı kavrayış tarzımızı öncelediklerini, zaten felsefenin de tam da bu nedenle bir “değerler bilimi” olması gerektiğini tekrarlar. İşte, tarih/tin/kültür bilimlerinin konusu da, insanların ve toplumların değerlere bağlı olarak gerçekleştirdikleri bir dünya, bir kültür dünyasıdır.

Windelband, 1894’de Strassburg Üniversitesi rektörü olarak yapmış olduğu ve Geschichte und Naturwissenschaft (Tarih ve Doğa Bilimi) başlığını taşıyan ünlü rektörlük konuşmasında, doğa bilimleri ile tarih/tin/kültür bilimlerini aşağıdaki kriterlere göre birbirinden ayırır. Windelband “sosyal bilimler” terimine, Comte pozitivizminin bir terimi olması nedeniyle başvurmak istemez. O “nomotetik bilimler” (yasa ortaya koyucu bilimler) ve “idiografik bilimler” (bir defalık olanı anlayıcı bilimler) terimlerine başvurur ki, ilk kez onun kullandığı bu terimler, günümüz bilim felsefesi çalışmalarında en sık kullanılan klasik terimler haline gelmişlerdir. Windelband’ın bilim felsefesi tarihine mal olmuş bu ayrım tablosu şöyledir:

Nomotetik Bilimler

1. Genel, zorunlu (apodiktik) yargılarla çalışırlar.
2. Genelin bilgisine yönelirler.
3. Gerçekliğin aynı kalan, tekrar eden formunu dikkate alırlar.
4. İde (modern bilimde: doğa yasası) peşindedirler; bilgisel amaçları yasalara ulaşmaktır.
5. Soyutlamacı bir tutumla çalışırlar.
6. Nomotetik çalışırlar; yasalar ortaya koymak isterler.
7. Yasa bilimidirler.
8. Konuları doğadır.

İdiografik Bilimler

1. Tekil, yalın (assertorik) yargılarla çalışırlar.
2. Özgül olanın bilgisine yönelirler.
3. Gerçekliğin bir defalık, tekrar etmeyen, bir anlık içeriğini dikkate alırlar.
4. Tekil bir durum, şey, olay peşindedirler. Bilgisel amaçları bir defalık hallerin bilgisine ulaşmaktır.
5. Görüye, sezgiye, empatiye ve anlamaya dayalı bir tutumla çalışırlar.
6. İdiografik çalışırlar; tekil ve tekrar etmeyeni anlamak isterler.
7. Olay bilimidirler.
8. Konuları insan, tarih ve kültürdür.


Windelband, tarih/tin/kültür bilimlerinin temellendirilmesinde tekil/tarihsel nesnenin seçimini şart koşan değersel bakış açısında yoğunlaşır. Şüphesiz, olup biten her şey tarihsel olay niteliği taşımaz. Tarihsel olay, herhangi bir anlama sahip, herhangi bir anlama göre olup bitmiş olaydır. Fakat bu, tarihsel bakımdan “anlamlı olma”nın ne olduğunu belirtmeyi, onun bir ölçütünü ortaya koymayı gerektirir. Bu tür ölçütler de, ancak, felsefenin yerini alacak olan genelgeçer bir değerler sisteminden çıkarılabilir. Çünkü anlamlı olma, değer-bağımlı olma demektir. Ve insan ve kültür dünyasında değer-bağımlılık alanından başka bir anlam alanı yoktur.

Felsefenin yerini alacak böyle bir değerler sisteminin temel taslağı, değerlerle hiç ilgilenmemiş olsa da, zaten Kant tarafından Üç Kritik’te insan tininin edimleri olarak verilmiştir: Düşünme, İsteme, Hissetme. En yüksek değerler, bu üç temel edime koşut olarak, Doğru, İyi ve Güzel’dir. Marburg Okulu filozofları gibi Windelband da dine özel bir yer ayırır. Windelband’a göre, daha önce de belirtildiği gibi, insanın değere bağlı edimlerinin çerçevesi, mantıksal, etik ve estetik değerlerle ortaya çıkar. Din ise özel bir kültür alanı değildir. Bu yüzden Doğru, İyi ve Güzel gibi genelgeçer değerler (veya değerler sınıfı) yanında Kutsal gibi bir özel değer (veya değerler sınıfı) yoktur.

Tersine, duyularüstü bir gerçeklikle ilgili oldukları kadarıyla, bunlardan, doğruca adı geçen değerler kastedilir aslında. Buna bağlı olarak Windelband, değerlerin statüsünü, hocası Lange’nin etkisiyle, var olmayan ama geçerli olan şeyler olmalarında bulur. Onların bir normal bilinçte kendi aşkın yerlerini buldukları kabul edildiğinde, değer teorisinin tüm özgüllüğü ortaya çıkar. Değerler öznel edimselliğin ideal temelleridir; fakat onların herhangi bir teolojik, dinsel veya metafizik kökeni yoktur. Windelband sadece tarih/tin/kültür bilimlerinin temellendirilmesi bakımından bir kültür felsefesinin dayanacağı bir değer teorisi taslağı ortaya koymakla ilgilenmez; aynı zamanda son yıllarında teolojik ve metafizik içermelerinden arındırılmış bir Hegelciliğin yenilenmesine de çalışır ve Kantçı çizgiden çok Yeni Hegelciliğe yakın bir çizgi izler.

Alman, filozof. Yeni-Kantçı Baden Okulu'nun kurucusudur.

11 Mayıs 1848'de Postdam'da doğdu, 22 Ekim 1915'te Heidelberg'te öldü. Ortaöğrenimini doğduğu kentte bitirdikten sonra önce tarih okudu, sonra filozof Lotze ve Kuno Fischer'den esinlenerek, bütün çalışmalarını, felsefe alanında topladı. Kant'ın yapıtla*rını inceleyince, onun düşünce yöntemini benimsedi, nesnelerin bağımsız birer varlık olmadığı görüşünden yola çıkarak Yeni-Kantçı Baden Okulu'nu kurdu. 1876'da Zürich, 1877'de Freiburg, 1882'de Strasburg, 1903'ten sonra da Heidelberg üniversitelerinde felsefe profesörü olarak görev yaptı.

Windelband'ın düşüncesinin odağını tümel geçerlik taşıyan değerlerin açıklanması oluşturur. Ona göre felsefenin konusu insan başarılarının kaynağı olan ve kültür varlıklarının yaratılmasına olanak sağlayan değerleri belli bir dizge içinde toplayıp bütünleştirmektir. Felsefe yeni değerler yaratamaz, ancak var olan değerleri dağınıklıktan kurtarmayı, açıklığa kavuşturmayı amaçlar. Sorunlara çözüm aranırken, karşılıklı bağlantılar göz önünde tutulmalı, nesneler birbirinden soyutlanmamalı, tasarımla eylem, güzelle haz arasındaki varlık ilişkisi düşünülmeden soruna çözüm aranmamalıdır. Einleitung in die Philosophie ("Felsefeye Giriş") ve Prdludien ("Giriş") adlı yapıtlarından nesnel bilginin tümellik ve gerekimlilik kuralına dayandığını, onda toplum ve ahlak öğeleriyle uzlaşımcı bir özelliğin bulunduğunu ileri sürer. Onun ortaya attığı bu düşünce Yeni-Kantçılık öğretisine Baden Okulu'nun getirdiği yeniliği gösterir.

Windelband'ın üzerinde durduğu önemli bir konu da tarihtir. Ona göre tarihte olayların yinelen*mesi, söz konusu değildir. Bu nedenle tarihte genel geçerlik taşıyan, değişmeyen bir yasa da yoktur. Öte yandan doğada ilerleme, yetkinleşme gibi evrimle ilgili gelişmeyi gösteren süreçler de yoktur, oysa tarihte vardır. Bundan dolayı ancak tarih insan varlığına dayanılarak açıklanabilir, doğa değil. İnsan, çevresinde tarih olaylarının gerçekleştiği, bir odaktır, onun bir tarih varlığı olmasının nedeni de budur. Tarihsel kültürü oluşturan öğeler insan değerlerinin de kurucu ilkeleridir, bu bakımdan toplumbilimin de tarihe dayanması gerekir. Toplumbilimin kapsadığı bütün sorunlar insanla bağlantılıdır.

Toplumbilim, değişmeyen, bütün çağlar için geçerli sayılabilecek yasalar aramayı değil, her dönemi kendi kültür varlıklarının biçimlendirdiği değerler bütünü olarak görmelidir. Her dönem ancak kendi değerleriyle anlaşılabilir. Gerek toplumbilimin, gerek tarih felsefesinin ilgi alanına giren değerler birer ahlak kuralı değil, bireylerin yaşadıkları dönemlere göre, biçimlendirdikleri varlıklardır. Birey, geçmişten aldığını, kendi yaşama ortamına uygun olanı bularak, değiştirir. Çünkü her değer, ortaya konduğu dönemle sınırlıdır. Bu durum insan doğasının devingen oluşundan kaynaklanır.

Windelband'ın geliştirdiği kuram H. Rickert, E. Troeltsch gibi filozoflarca benimsenerek, din ve felsefe sorunlarının açıklanmasına uygulanmıştır.

YAPITLARI

Gescbichte der neueren philosophie, 2 cilt, 1878-1880, ("Yeni Felsefenin Tarihi"); Geschichte und Natunvissenschaft, 1894, ("Tarih ve Doğabilim") ; Platon, 1900, ("Platon"); Über Wllensfreiheit, 1904, ("İstenç Özgürlüğü Üstüne"); Prâludien, 1905, ("Giriş"); Einleitung in die Philosophie, 1914, ("Felsefeye Giriş").

 
Üst Alt