-
- Üyelik Tarihi
- 23 Kas 2013
-
- Mesajlar
- 592
-
- MFC Puanı
- 6
Bodrum Hakimi (I)
Bodrum Hakimi (I)
Yıl 1965 Düziçi İlköğretmen Okulundan yeni mezun olmuş çiçeği burnunda bir öğretmendim. İlk atamam Kastamonu'nun Azdavay ilçesinin Çengel köyüne çıktı. 27 Temmuz'da 1965 tarihinde göreve başladım.
Çengel Adana'ya oldukça uzaktı. İklimi ayrı gelenekleri ayrı. Biri Akdeniz öbürü Karadeniz. Yaşayış da çok farklı. Yollar sarp köy hayli uzaktı. İşte Bodrum Hâkimi'yle de Çengel köyünde ilkokul öğretmenliği yaptığım sırada tanıştım.
Çengel; Batı Karadeniz Dağları üzerinde bir orman içi köyü. Sahilden Cide'ye ( Karadenize) uzaklığı 7080 kilometre. Bu kadar yakın olmasına rağmen İstanbul'a gitmeyenler denizi hâlâ görmemiş.
Okulun bulunduğu Şatır Köyü iki dağın arasında. Diğer mezraların da merkezi. Onun için cami ve okul buraya yapılmış.
İstanbul; Anadolu'nun olduğu gibi Çengellilerin de ekmek kapısı olmuş. Her evden İstanbul'da bir çalışan vardı. Ekmek parası gurbetle özdeşleşmişti Çengel'de. Gurbet; ekmek ve su gibi. Onun için İstanbul'a müthiş bir göç vardı. Yeşilköy ve civarı Çengellilerin yoğun olarak bulundukları semtlerden biriydi.
Haftada pazar günleri İstanbul'dan Pınarbaşı'na (Eski adı Zarı Pazarı olan nahiye merkezi) bir otobüs geliryolcusu olan sevinçle nahiye merkezinin yolunu tutardı. O gün Pınarbaşı'nın pazarı olduğundan otobüsün gelişi de buna göre ayarlanmıştı. Nahiye merkezine ulaşım katır ve atla yapılıyordu. Köyle nahiye merkezinin yolu patika ve de oldukça zorlu bir yoldu. Pınarbaşı'na giden yol okulun dibinden geçerdi. Gidenlere sigara ısmarlar postaneye uğramalarını tembihler memleketten bir haber getirirler umuduyla pazarcıların dönüşlerini hacıyolu gibi beklerdim.
Çengel halkı müthiş rakı içerdi. Ben de rakı içmeye burada başlamıştım. Kastamonu ve Azdavay'ın o yıllarda rakı tüketiminde Türkiye 'de ilk sıraya girdiği söyleniyordu.
Köye okul yeni yapılmış kumu çakılı ve sair malzemesi de hayvan sırtında taşınmıştı. Ben okulun ilk öğretmeniydim. 5 parçadan oluşan Çengel'in en büyük parçası Gere idi. Gere Zaim Köyü Verve ve Çengel mezralarındaki öğrenciler Şatır Köyüne geliyorlardı. Okula en yakın mezra Çengel ve Zaim Köyü idi.
Çengel; ilçe merkezine pek uzak değildi ama ulaşım oldukça zordu. İlçenin yolu Pınarbaşı'ndan geçi yordu. İlçeye gitmek için nahiye merkezine (Pınarbaşı) atla veya yaya sonra da Faiklerin minibüsüyle Azdavaya ulaşmak gerekirdi. Minibüsü kaçırdığınız zaman kazaya gidememe gaygısı dolardı içinize. Ya ikinci kez minibüsün dolmasını bekleyeceksin ya özel tutacaksın ya da bir sonraki günü bekleyeceksin. Bu sıkıntılar yaşandıkça gurbet
denilen mefhum çekilmez olurdu Pınarbaşı'nda. Gırtlağında gözyaşları düğüm düğüm. Ağlayamazsın. Yarını veya bir sonraki arabayı beklemekten başka çare yoktur artık. Onun için her araba sesi yeniden bir umut ışığı olurdu.
Azdavay'la Pınarbaşı 2530 Çengel-Pınarbaşı yaklaşık 1015 Azdavay'ın Kastamonu'ya uzaklığı da 70 kilometreydi. O yıllarda ilçenin nüfusu ise 23 bin civarındaydı. Hiçbir sosyal aktivitesi yoktu. Bir sinema vardı. O da haftanın belirli günlerinde çalışıyordu. O sinemada filim seyretmek nasip olmadı. Fakat bir Cumhuriyet Bayramı kutlamalarında bağlama çaldım. Büyük sükse toplamıştı. Ondan sonra adım sazcı öğretmene çıktı. Azdavay ilçe merkezine bağlı öğretmenlerin hepsi tanımıştı. Adanalı Sazcı Öğretmen dendiğinde herkes bilirdi.
Çengel'de zamandan gayrı bol bir şey yoktu. Bakkal ve kahvehane memlekette kalmıştı. Temel ihtiyaç maddelerini nahiye doktor ve sağlık hizmetlerini ise ilçe merkezinden temin etmek gerekirdi. İhtiyaçları zamanında gidermezseniz haliniz perişan olur umutlar pazara kalırdı. Çengel 'de park bayram yeri çarşı pazar yoktu. Yok yoka karışmış "Tuz yok sabun yoktu". Ama havası ve suyu güzel doğayı tarif etmek imkânsızdı. Görevin dışında nasıl vakit geçireceğimin hesabını yapar köy eşrafından Niyazi Efendi (Niyazi Şen) ile nereye gidersek günü daha iyi değerlendiririz diye düşünür dururdum. Zaman akmayan bir sel bense onun deryasında boğulan bir Halil Atılgandım.
O yıllar iletişim araçlarının az 45lik plâkların yaygın olduğu dönemlerdi. Televizyon ise hiç yoktu. Uzun dalga Ankara Radyosu ile Mamak Muhabere Meteoroloji ve Polis Radyoları da kısa dalgadan yayın yapan istasyonlardı. Bunları dinlemekte oldukça güçtü. Sonra her radyoda bu istasyonları çekmezdi. Adana Erzurum İstanbul Radyoları ise ancak hitap ettiği bölgelerden dinlenilebiliyordu. Tek yoldaşım dayımın öğretmen okulunda 35 liraya aldığı bağlama ile demirbaş dostum pikaplı radyoydu. Niyazi Efendi ile bir yere gitmemişsek ya radyo dinler ya da evde bağlama çalardım. Bağlama çalmak Düziçi İlk Öğretmen Okulunun bir armağanıydı. Bu armağan zaman içinde çocuklarla ve köylüyle ilişkilerimi sıcak tutan en önemli bir araç olmuştu.
Şatır Köyü iki dağın arasında okul ise hemen alt başta Pınarbaşı'na giden yolun üstündeydi. Gün batımından önce her taraf yemyeşil gök masmavi olur. Güneş kaybolunca yeşiller bir yağmur bulutu gibi çökerdi okulun üstüne. İt havlaması at kişnemesine karışır hindiler biz de buradayız dercesine töm töm ederek koşar garip ötüşleriyle akşamın sessizliğini bozarlardı. Okulla lojman arasındaki antene küçük bir kuş konar tarifi mümkün olmayan hareketler yaparak gözden kaybolurdu. Bu ise hüzünlü bir Çengel akşamının ayak sesleriydi.
Okulun önünde üç büyük çam ağacı vardı. Hüzünlü akşamın gelişiyle onlara da bir sessizlik çökerdi. Akşam rüzgârıyla bozulan sessizlik bir uğultuya dönüşür içimi burkar sebepsiz bir korku sarardı her yanımı. Tarifsiz duygular içinde sancılı kadınlar gibi kıvranırdım. Yalnızlık kara bulut gibi çökerdi üstüme. Yalnızlığımı paylaşan tek dostum Niyazi Amca ve onun Çakır adındaki köpeği idi. Çakırla dost olmuştuk. İyi bakardım ona. Ekmek verir yemeğimi paylaşırdım. O beni ben onu çok sevmiştik. Çakır evinde konaklamaz
hep benimle yalnızlığımı paylaşırdı. Ayak sesimden geldiğimi bilir Çakır dediğimde üstüme atlar gece geç gelişlerime kızar gibi bir tavır takınırdı. Gözümün içine bakar başını bir o tarafa bir bu tarafa çevirir. Nerde kaldın diye beni sorguya çekerdi sanki. Lojmanının küçük bir girişi vardı. Duldaydı. Oraya bir çul sermiştim. En soğuk günlerde dahi orda sabahlar beni yalnız bırakmazdı. Çok sadıktı. Geceleri bazen ulurdu. Uluması içimi ürpertir çiğrirdim. Kalkıp sus artık dediğimde; ağlamaklı bir ses çıkartır kuyruğunu tap tap vurur. Başını ön ayaklarının üstüne koyar gözümün içine bakar mahcup tavırlar içinde sanki benden özür dilerdi.
Yalnız gecelerim bitmek bilmezdi Çengel'de. Çam ağacından ve mezarlıktan gelen baykuş sesleri bazen Çakır'ın sesini bastırır beni ürkütürdü. Lâmbanın titrek ışığı pat pat ederek ürkütmelere ortak olur gazın bittiğini ritmik bir ölçüyle haber verir üstelik camı da kirletirdi.
Önce de söylediğim gibi Çengel'de zamanı değerlendirme araçlarım radyo plâk bağlamaydı. Bağlamanın ayrı bir yeri ve değeri vardı. O benim için anaydı babaydı. Gözyaşlarıma mendil gurbet türkülerinin çilekeş dostuydu. Onda dile gelirdi "Gurbet yolu gariplerin yoludur" türküsü. Bildiğim öğrendiğim türküleri öğrencilere ve köylüye çalar söylerdim. Köylüler çok sevmiş bağrına basmıştı beni. Bir dediğimi iki etmezlerdi. Kısa dalgadan dinlediğim plâkları İstanbul'da çalışan Çengel köylüleri vasıtasıyla temin ederdim. Onun için hayli plâk repertuvarım olmuştu.
Bir gün kısa dalgadan yayın yapan Sofya Radyosu'ndan Bodrum Hâkimini dinledim. Sözler beni çok etkilemişti. Hemen getirteceğim plâklar arasına not ettim.
Plâkları bize İstanbul'dan Papaz'ın Oğlu Mustafa (Eski Muhtar İbrahim Kuru'nun oğlu) temin ederdi. Birinde hayli kalabalık bir liste göndermiştim. Onu dahi zorsunmadan temin edip yolladı. Gelen on beş yirmi plakın içinde ilk döndürdüğüm Bodrum Hâkimi oldu. Plâk klasik sazlarla çalınıyor Nazmi Yükselen tarafından da okunuyordu. Ön plândaki klârnet sesi sözlerle bütünleşerek yürek dağlıyordu. Plâk dönüyor bense sözleri türkü defterime kaydediyordum.
"Bodrumlular erken biçer ekini
Feleğe kurban mı gittin Bodrum Hâkimi
Nasıl attın Mefharet Hanım ipe de kendini
Altın makas gümüş bıçak ile doğradılar tenini
Hâkim hanımın memleketi Kütahya Tavşan
Hâkim hanım sen eyledin bizleri perişan
Nasıl attın Mefharet Hanım ipe de kendini
Çifte doktorlar doğradı o beyaz tenini "
Sözler açık seçik bir hadiseyi anlatıyordu. O zamanlar Bodrum bu kadar popüler değildi. Veya popülerdi de ben bilmiyordum. Bodrum'u ve Tavşanlı'yı bu plâkla duyuyor Mefharet Hanım'ın Bodrum Hâkimi memleketinin de Kütahya'nın Tavşanlı ilçesi olduğunu
anlıyordum. Parçayı dinleyen herkes de aynı şeyleri tespit edebilirdi.
Bodrum Hâkim; bekâr odamın dip köşesine yerleşmiş masadaki pikaptaydı. Şanslıydı. Hiçbir pikapta dönmemişti bu kadar. Döne döne müzik kulağıma yerleşmiş sözlerini ezberlemiş bağlamaya da dökmüştüm. Dilimize tespih olan türkü artık repertuarımıza girmiş Çengel gecelerinin de popüler türküsü olmuştu. Her içki masasında Niyazi Efendi ya plâğı çaldırtır ya da bana söylettirirdi. İşte Bodrum Hâkimi'yle böyle tanışmıştım.
Yıllar bizi acısıyla tatlısıyla hamur gibi yoğurdu. Az gittik uz gittik. Kendimizi halk müziği ve folklor camiasının içinde bulduk. Bu camia beni bilimsel çalışmalara sürükledi. Yaptığımız araştırmaları derlediğimiz türküleri yayımlama fırsatı verdi. Bu çalışmaları sürdürürken aklımda hep Kütahyalı Bodrum Hâkim vardı. Acaba bir gün; Çengel gecelerimi süsleyen havasında katre katre gezinen yalnız gecelerime fon müziği olan Bodrum Hâkimi'ni araştırabilecek miyim diye düşünürdüm...
Aradan 31 yıl geçtikten sonra böyle ezgileri çalmayan TRT Bodrum Hâkimi'ni yeniden gündeme getirdi. 196566 yılında çok popüler olan Bodrum Hâkim 1997 yılında TRT kurumunun Radyo Sanatçıları Halk Müziği Programında İzmir Radyosu sanatçılarından Mustafa Özcan tarafından okundu. Beste olan Bodrum Hâkim anonimleşmiş olacak ki TRT repertuar kurulundan geçerek yayın hakkını kazanmıştı. Ancak TRT den önceTolga Çandar Yatağanlı Mahmet Topçu ve Muğlalı Memiş Günüç Bodrum Hâkimini kasetlere okumuşMemiş Günüç kasetine Bodrum Hâkim adını bile vermişti. Böylece Çengel'deki yalnız gecelerimin baş plâğı yıllardan sonra yeniden gündeme geldi. Doğrusu gönlümdeki geçmiş günlerimin gösterime girmesi beniaşka inandığım şiirler yazdığım mektup gelmedi diye kahrımdan rakı içip sarhoş olduğum yalnız gecelerime ***ürdü. Yavuklumdan gelen aşk mektuplarını yastığımın altına koyup her fırsatta tekrar tekrar okuduğum günlerimi hatırlattı.
Yine TRT deki bir başka programda bu sefer Bodrum Hâkim Nazmi Yükselen tarafından okunuyor hem de derleyicisi ve kaynak kişisi olarak tanıtılıyordu. Bense türküyü Nazmi Yükselen'in bestesi olarak biliyor bir televizyon veya radyo programı yaparak konuyla ilgili gerçeklerin ortaya çıkmasını arzu ediyordum. Çok istememe rağmen arzum gerçekleşmedi. Ama Bodrum Hâkim içimde hep uhde olarak kalmış onu araştırıp höççetini öğrenmek ise benim için bir amaç olmuştu.
Amacım 1990 yılında Kültür Bakanlığı'na geçtikten sonra gerçekleşti. Kültür Bakanlığı HAGEM Şube Müdürlerinden Sn. Ahmet Çakır'la birlikte 1996 ve 1998 yılında olmak üzere iki defa Bodrum'a gittik. Bu gidişler Ahmet Çakır'la birlikte hazırladığımız Bodrum Türküleri ve Oyunları kitabının hazırlanmasına vesile oldu. Türküleri ben Sn. Çakır ise oyunları araştırdı.
Bodrum türkülerini araştırırken bende yıllardır esrarını koruyan Bodrum Hâkim perdesi de aralanmış oldu. Türkünün kaynağına ulaştık. Nasıl yakıldığını tespit ettik. Böylece içimdeki bilmece çözüldü. Sabırla koruk helva oldu. Gerçekleri öğrenmek ise beni çok mutlu etti. Bu mutluluğu gelecek sayıda sizlerle paylaşmak ve Bodrum Hâkim ile ilgili tespitlerimizi aktarmak dileğiyle...
Bodrum Hakimi (II)
Bodrum; üç tarafı denizle çevrili karadan Milas Yatağan ve Ula ilçe sınırlarına komşu tabii güzellikleriyle deniziyle milletlerarası üne sahip turistik bir yöremizdir. Eski adı Halikarnas olan Bodrum'un il merkezine uzaklığı 90km Muğla'nın diğer ilçelerine göre zengin ve de farklı bir halk müziği yapısına sahiptir. AydınDenizli Burdur illerinin Acıpayam ve Fethiye ilçesinin halk müziği özelliklerinden etkilenmiştir. İlçe merkezi olarak zengin bir repertuara sahip olan Bodrum'un türkü karakterinde zeybek tavrının ve üslûbunun hâkim olduğu görülür. Araştırmalarımız esnasında kaynak kişilerin genelde bütün ezgilere ve bölge oyunlarına zeybek demesi de bu Hâkimiyetin bir ifadesidir. Ayrıca; Evlerinin Önü adlı ezgiye Dirmil Havası demeleri de komşularından oldukça etkilendiğinin bir kanıtıdır. Ancak; çevreden her ne kadar etkilenmiş olsa datürküsüne Dirmil Havası dese de Burdur Dirmil ve Fethiyedeki Teke Zotlamalarından hiç etkilenmediği bir gerçektir.
Şimdiye kadar Bodrum ve çevresinden 12 türküyü TRT 37 türküyü de Kültür Bakanlığı Halk Kültürleri Araştırma ve Geliştirme Genel Müdürlüğü ( HAGEM ) derlemiş. HAGEM tarafından derlenen türkülerin 18 tanesi Repertuar Kurulu tarafından bazı türkülerin benzeri varyantı olduğu gerekçesiyle değerlendirilmemişdeğerlendirilenler ise 19 tane olup ses kayıtları adı geçen genel müdürlük arşivinde bulunmaktadır. İncelenen ezgilerin içinde sözsüz parçaların olmayışı da Bodrum Halk Müziğinin ayrı bir özelliği olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bodrum'a ilk gidişimizde yörenin mahalli sanatçılarıyla görüşmüştük. Bunlardan ilki Mehmet Topçu diğeri Rasim Eriş'ti. Mehmet Topçu Yatağanlı Rasim Eriş Bodrumluydu. Önce Mehmet Topçu ile Yatağan'da sonra da Bodrum'da Rasim Eriş'le görüştük. Rasim Eriş; yörenin halk müziği özelliklerini bilen ve de keman çalan iyi bir kaynak kişiydi. Bodrum Hâkim türküsünün Yeniköy'den (Karaova-Mumcular beldesi) lakabı Çelik olan Mustafa Bacaksız'a ait olduğunu ifade etmişti. Çelik'in cümbüş çaldığını Hayıtlı'dan Çıktım ve Karaova Düğünü Gece Kurulur adlı türkülerin de ona ait olduğunu ısrarla söylemiş Bodrum Hâkim türküsünün hikâyesini anlatmıştı. Bodrum türkülerini bilen emekli öğretmen Mehmet Uslu'da türkünün söz ve müziğinin Çelik'e ait olduğunu söyleyerek Rasim Eriş'i doğrulamıştı.
Bodrum'a ilk gidişimizde görev süremiz bittiğinden Bodrum Hâkimi türküsünün sahibine ulaşamadan Ankara'ya dönmüştük. Ama yörenin bütün türkülerini tespit etmiş olanların hikâyelerini derlemiş hazırladığımız Bodrum Türküleri ve Oyunları kitabında yayınlamak üzere beklemeye almıştık.
Derlediğimiz hikâyeler arasında biri vardı ki yürek yakıcıydı. Yürek yakıcılığı kadar da yanlış bilgilerle bezenmiş kaynak kişisi ve hikâyesi hakkında ise değişik bilgiler veriliyordu. İşte bu türkü Bodrum Hâkim'i idi. Türkü; bütün yanlışlıklara rağmen zaman içinde hiç değişikliğe uğramadan günümüze kadar gelmişpopüler olmuş çeşitli yayın organları vasıtasıyla çalınıp söylenmeye başlamıştı. Biz araştırma eksikliklerini tamamlamak ve Bodrum Hâkimiyle ilgili gerçekleri ortaya koymak amacıyla tekrar Bodrum'a gitmeye karar verdik.
Bu düşüncemiz 28.4.1998 tarihinde gerçekleşti. İkinci gidişimizde eksiklerimizi tamamlayıp Bodrum Hâkimi türküsüyle ilgili kapsamlı bir çalışma gerçekleştirdik. Yöredeki kaynak kişilerin çoğuna ulaştık. Doğruyu bulabilmek için kaynaklardan aldığımız bilgilerin müşterek olanlarını tespit ettik. Tespitlerimize göre: Üstüne türküler yakılan hâkime hanımın adı Mefharet Tüzün Kütahya'nın Tavşanlı ilçesinden. 24 Eylül 1951 yılında Bodrum'a tayin olmuş. Bodrum'a gelen ilk Bayan Hâkimlerden. 1954 yılında da intihar etmiş.
Anlatılanlara göre intihar sebebi birkaç tane. Kaynakların en çok aktardığı; nişanlısının ölümünden sonra kendisini öldürmesi. Bir başka sebep: Hâkim Hanım Bodrumlu bir gence idam cezası verir. Ceza alan kişinin abisi Hâkim Hanımı Çatal Adaları'na kaçırarak tecavüz eder. Tecavüzden sonra meseleyi hazmedemeyen Mefharet Hanım kendisini öldürür. (Bodrum Hâkim filminin konusu da buna yakın. Hatırlanacağı üzere filimde Hâkim Hanım sevdiği gence ölüm cezası verecektir. Sevdiği gence ölüm cezasını veremeyince Bodrum Hâkim ikinci yolu seçmiş aşkına yenik düşmüş kendisini öldürmüştür) . Diğer bir sebepte: Âşık olduğu Bodrum Savcısının kendisini terk etmesidir.
Bu konuyla ilgili de çeşitli söylentiler tespit ettik. Ama maalesef kesin bir sonuca ulaşamadık. Zira Hâkim Hanım Bodrumluların sevgisiyle efsaneleşmiş anlatılan her hadise de artık bir rivayet olmuştu. Ama gerçek olan Hâkim Hanımın büyük aşkının hüsranla bitmesi ve Bodrumluların onu çok sevmesi destanlaşan bu sevginin de Bodrum'da İz Bırakanlar takvimiyle gündeme gelip günümüze kadar ulaşmasıydı. Bulabildiğimiz tek yazılı kaynakta 1996 yılında yayınlanan bu takvimdi. Takvim: Bodrum Çökertme Gazetesi'nin sahibi Miyase Kalan tarafından yayınlanmış. Kasım ve aralık ayları da Mefharet Hanıma ayrılmış. Bodrum'da İz Bırakanlar takviminin Mefharet Hanıma ayrılan yapraktaki hüzünlü resminin altında ise:
Mefharet Tüzün
Tavşanlı 1906 1954 Bodrum
"Türkiye'nin ilk kadın hâkimlerinden olan Tüzün 24 Eylül 1951 yılında Bodrum'da göreve başladı. Keşiflere at sırtında gidip gelen Hâkime Hanım cesurluğu ve girişimciliği ile kısa zamanda yöre halkının sevgisini kazanmıştı. 1954 yılında kaybettiği nişanlısının ardından Tüzünün de beklenmedik ölümü Bodrum'da büyük bir üzüntü yarattı. Bodrumlular Hâkime Hanıma olan sevgilerini adına türkü yakarak yaşatmaya çalıştı" satırları yer almaktaydı. Ama bu satırlar bize yetmiyordu. Biz; bir akşam Karaova (Mumcular) bölgesine gidip Bodrum Hâkim'i türküsünün yakımcısı Mustafa Bacaksız'ı ( Çelik'i ) Yeniköy'de bulacak konuyla ilgili bilgiler alacaktık.
Amacımızı Rasim Eriş Ahmet Çakır Erol Köse ile birlikte 29. 4. 1998 tarihinde gerçekleştirdik. Akşam ezanı okunurken Yeniköy'e ulaştık. Çelik amca'nın evi tarif ettiklerine göre hemen yolun kenarındaydı. Biraz gittikten sonra arabamız durdu. Araba sesine yaşlıca biri kapıya çıktı. Merakı her halinden belliydi. "Dar akşam kim acaba bunlar" dercesine karşıladı bizleri. Ben bu Çelik amca olmalı diye düşündüm. Yanılmamışım. Hoşbeş ettikten sonra meramımızı anlattık. Çelik amca gönülsüz olsa da evine davet etti. Buna rağmen geriden geriden duruyorbir şeyler söylemeyeceğini davranışlarıyla belli ediyor Ankara'dan Kültür Bakanlığı'ndan geldiğimizi söylememize rağmen "Bu işleri bıraktım ben de bir şey kalmadı. Daha dün bir bayan geldi. Yalvardı yakardı. Ona da söylemedim" diyordu. Doğrusunu söylemek gerekirse umutlarımız kırılmış onca yolu boşuna tepmişüstelik Rasim Eriş'i de işinden gücünden ettiğimizin suçluluğu üstümüze karakuş gibi çökmeye başlamıştı. Zira Çelik amca kararlıydı. Hal hatır ederken kahvelerimiz geldi. Yudumlarken Rasim Eriş Çelik amcayla koyu bir sohbet başlatmış yöre insanı olmanın verdiği avantajı kullanmaya çalışıyor boş dönmemek için elinden gelen gayreti gösteriyordu. Biz türkünün nasıl yakıldığını kaç türkü yaktığını öğrenmeye çalışıyor onu konuşturmak için dil döküyorduk. Sonuçta kararlı tavrımız galip geldi. Çelik amca bizimle röportaj yapmaya karar verdi. Ahmet Çakır hemen sohbete başladı. Çelik amca kendini tanıttıktan sonra Bodrum Hâkimi türküsünü nasıl yaktığını anlatmaya başladı.
"1950li yıllarda benim çok hızlı olduğum cümbüş çalıp düğünlere gittiğim dönemlerdi. Bodrum'a bir Bayan Hâkim geldiğini duydum. O zamana kadar Bodrum'a bayan hâkim gelmemişti. Hâkim Hanım'ın halkla iç içe olması at sırtında keşiflere gitmesi kısa zamanda dillere destan olmasını ve de Bodrum'da çok sevilmesini sağlamıştı. Anlatılanlarla bizim de gönlümüze taht kurdu. Efsaneleşti Hâkim Hanım. Bir gün duyduk ki Hâkim Hanım ölmüş. Nişanlısının ölümünden sonra kendisi de intihar etmiş. Cenazesine katılamadım ama bütün Bodrum halkının arkasından ağladığını adının Mefharet memleketinin de Kütahya' Tavşanlı olduğunu öğrenmiştim
Hâkim Hanım'ın intihar etmesi beni çok etkiledi. Duygularımı dile getirmek Hâkim Hanımı da Bodrumluların gönlünde ilelebet yaşatmak istiyordum. Bunun da çaresi türkü yakmaktı. Düşün- düğümü uyguladım. Kısa bir müddet sonra türküyü besteledim. Kendi aramızda türkü çalınıp söyleniyordu. Milaslı Nazmi Yükselen Bodrum Hâkimine yaktığım türküyü duymuş olacak ki benden aldı ve plâğa okudu. Plâk çok tutuldu. Nazmi Yükselen altın plâk kazandı. Bana telif hakkı ödemediği için mahkemeye vermek istedim. Ama yöremizin insanı olduğundan çevrem ve arkadaşlarım buna mâni oldular. Hâsılı altın plâk kazanan eserimden beş kuruş boğazıma geçmedi. Adım dahi söylenmiyordu. Türkü dillere destan oldu. Filmi çevrildi Bodrum ise efsaneleşti.
Türkünün popüler olduğu dönemde köye iki jandarma geldi. Beni aldılar ***ürdüler Bodrum'a. Niye ***ürdüklerini de bilmiyordum. Adliyeye vardığımızda mahşeri bir kalabalık vardı. Kalabalık da neyin nesi diye düşündüm. Jandarmalar kalabalığı yararak mahkemeye çıkardılar. Beni görenler işte türküyü besteleyen budur diye bağırıyorlardı. Ne türküsü ne bestesi dediğim de: Bodrum Hâkimi Bodrum Hâkim'i diye bir alkış tufanı koptu. O zaman anladım ki Bodrum Hâkimine türkü yakmam suç olmuştu. Mahkemeye çıktım. Hâkim; şahsımla ilgili bilgileri aldıktan sonra Sen kim oluyorsun da devletin Hâkimine türkü besteliyorsun? Mefharet Hanım'a yaktığın türkü herkesin dilinde bu ne demek oluyor diye ifademi almaya başladı. Şimdi meseleyi daha iyi anlamıştım. Hâkim Hanım'a türkü yaktığım için devlet beni mahkemeye vermiş tazminat davası açmış ciddi ciddi de ifadem alınıyordu. Doğrusu mahkemeye düşeceğim hiç aklıma gelmemişti. Hâkim tekrar sordu. Niye türkü besteledin. Sen kimsin? Devletin Hâkimine nasıl türkü yakarsın dedi. Sinirimden ne diyeceğimi şaşırmıştım. Hâkim biraz daha sert sorunca. Dayanamadım. Hâkim bey elini kaldır sana da türkü yakayım dedim. Bu cevap Hâkimin hoşuna gitmiş olmalı ki beni serbest bıraktı. Adliyeden çıktığımda mahşeri kalabalık hâlâ beni bekliyordu. Halk beni sokaklarda omuzun da taşıdı. Yaşa Çelik varol Çelik diye inlettiler Bodrum sokaklarını."
Hava yumuşamış Çelik amca da konuya kaptırmıştı kendisini. Ben; Çelik amca her ne kadar da çalmayı söylemeyi bırakmışsa da birlikte olmayı arzu ediyordum. Rica ettik. Sağ olsun kırmadı bizleri. Köyün alt başındaki lokantaya gittik. Çelik amca da cümbüşünü getirdi. Bizimle oturdu masaya. O çaldı biz dinledik. Bodrum Hâkimini Kara Ova Düğününü Hayıtlı'dan Çıktım adlı parçalarını kendi sesinden kayıt ettik. Yeni parçalar da okudu. Okuduğu türkülerin hikâyelerini de bir bir anlattı...
Gece hayli ilerlemiş gitme zamanı da gelmişti. Evli evine köylü köyüne hesabı. Onlar evlerine biz Bodrum'a hareket ettik. Sn. Rasim Eriş ve Erol Köse dostlarımızın gayretleriyle verimli bir çalışmanın huzuruyla türkü çığıra çığıra kayıt cihazımızdan Çelik amcayı dinleye dinleye Bodrum'a ulaştık. Saat 02 00 olmasına rağmen Bodrum sokakları hâlâ hareketliliğini koruyordu. Otelimize ulaştığımızda Çelik amcanın sesi kulaklarımızdaydı.
Ertesi gün sabah çorbalarımızı içtikten sonra Yatağan'a ulaştık. Yatağanlı mahalli sanatçı Mehmet Topçu ile ilgili çalışmalarımızı da tamamladıktan sonra Ankara'ya döndük.
Böylece Bodrum çalışmaları sona ermiş Hâkim Hanım türküsünün Bodrum perdesi de aralanmıştı. Ama bunun bir de Kütahya'sı vardı. Çünkü kaynakların verdikleri bilgiler ve türkü sözlerinden anladığımız kadarıyla Hâkim Hanım Kütahya'nın Tavşanlı ilçesindendi. Doğrusu bu perdeyi de aralamak gerekirdi. Konuyla ilgili bilgileri almak için Tavşanlı Kaymakamlığı'na mektup yazma telefon etme gibi çareler üretirken 28. 6. 1998 tarihinde Milli Eğitim Bakanlığı'nın Kütahya'da yapacağı Liseler Arası Halk Müziği Türkiye Finali yarışmalarında seçici kurul üyesi olarak görevlendirilmem "körün taşı" gibi rast geldi. Gökte ararken yerde bulmuştum. Bu vesileyle Tavşanlı'ya kadar gider konuyu orada sorar soruştururum diye plân yaptım.
27 Haziran 1998 tarihinde Kütahya'da idim. Öğretme nevine yerleştikten sonra Bodrum Hâkim'i ile ilgili çalışmaları gerçekleştirmek için araştırmaya başladım. Tavşanlı eski Halk Eğitimi Merkezi Müdürü Sn. Coşkun'un bu konuda bilgisi olduğunu tespit ettim. Sn. Coşkun'la telefonla görüşerek 29 Haziran 1998 tarihinde Tavşanlı'da buluşmak üzere randevulaştım. Mefharet Hanım'la ilgili de bazı bilgiler aldım. Mefharet Hanım'ın Tavşanlı halkı tarafından çok sevildiğini Balıkesir Balyalı ilk görev yerinin Tavşanlı olduğunuBodrum'a tayini çıktığında büyük bir uğurlama töreni yapıldığını yöre halkının arkasından günlerce gözyaşı döktüğünü öğrendim. Ayrıca Hisarlı Ahmet'in Kasetini Kütahya Türküleri kitabını da temin ettim. Yöre sanatçılarının kasetlerini aldım. Çok kârlı bir gün geçirdim. Hele 29. 6. 1998 tarihindeki randevu işin en kârlısıydı.
28.6.1998 tarihinde Kültür Merkezi Salonu'nda Liseler Arası Halk Müziği yarışmaları yapıldı. Sonuçlar da hemen açıklandı. Solo ve koro olarak yarışan ekiplerin ilk üçe girenlerine ödülleri verildi. Ödül törenin ardından topluca akşam yemeğine gittik. Fakat 19 00 haberlerinde duyduğum Adana depremi perişan etti beni. Lokmam boğazımda kaldı. Apıştım. *****laştım. Ne yapacağımı şaşırdım. Zira ben de Adanalı idim. Benden gayrı (eşim hariç ) herkes Adana'da idi. Hemen telefona sarıldım. Ama telefonlar kilitlenmiş Adana ve
ilçeleriyle hatta Mersinle dahi görüşmek mümkün değildi. Uzun bir telefon mücadelesinden sonra aklıma Ankara'dan eşimi aramak geldi. Belki Adana'dan onu aramışlardır diye düşündüm. Yanılmamışım. Eşimle görüştüğümde kesin olmamakla beraber bizimkilerde ölü ve yaralı olmadığını öğrendim. Aldığım bilgiler az da olsa yüreğime bir su serpti.
Deprem haberini öğrenince randevuyu iptal edip o gece Ankara'ya döndüm. Düşlediğim çalışma da depremin kurbanı oldu. Ama Hâkim Hanım'ın Balıkesir Balyalı olduğunu öğrenmiştim. Tavşanlı araştırmasını yapamadık amma Balya olur diyerek konuyu beklemeye aldım. Balıkesir Bigadiç'te bu işlere aşina ve de türkü sevdalısı bir dostum vardı. Savcı Gökhan Göktaş. Hem onu ziyaret eder oradan da Balya'ya geçerim diye düşünüyordum. Düşüncemi 1998zi 99za bağlıyan yılın başında gerçekleştirdim. Hem ziyaret hem ticaret açısından eşimle Balıkesir Bigadiç'e gittik. Çok arzu etmeme rağmen maalesef Bigadiç'ten Balya'ya yol düşüremedik. Ama işin peşini de bırakmadık. Savcı dostum Gökhan Göktaş konuyla ilgili bilgileri muhakkak bana ulaştıracağına dair söz verdi.
Gerçekten de dost Gökhan Göktaş sözünü tuttu. Olağan üstü gayretiyle Balyalı Mefharet Tüzün'le ilgili gerekli bilgilerin bana ulaşmasını ve Balya Belediye Başkanı Sn. Zekâi Bayram'la görüşmemi sağladı. Erdek Nüfus İdaresi'nden temin ettiği nüfus kayıtlarını bana ulaştırdı.
Sn. Zekâyi Bayram'dan gönderdiği veraset ilâmından Erdek Nüfus Kütüğü kayıtlarından tespit ettiklerimize göre işte Bodrum Hâkim Mefharet Hanım'ın kısa hayat hikâyesi.
Bodrum Hakimi (I)
Yıl 1965 Düziçi İlköğretmen Okulundan yeni mezun olmuş çiçeği burnunda bir öğretmendim. İlk atamam Kastamonu'nun Azdavay ilçesinin Çengel köyüne çıktı. 27 Temmuz'da 1965 tarihinde göreve başladım.
Çengel Adana'ya oldukça uzaktı. İklimi ayrı gelenekleri ayrı. Biri Akdeniz öbürü Karadeniz. Yaşayış da çok farklı. Yollar sarp köy hayli uzaktı. İşte Bodrum Hâkimi'yle de Çengel köyünde ilkokul öğretmenliği yaptığım sırada tanıştım.
Çengel; Batı Karadeniz Dağları üzerinde bir orman içi köyü. Sahilden Cide'ye ( Karadenize) uzaklığı 7080 kilometre. Bu kadar yakın olmasına rağmen İstanbul'a gitmeyenler denizi hâlâ görmemiş.
Okulun bulunduğu Şatır Köyü iki dağın arasında. Diğer mezraların da merkezi. Onun için cami ve okul buraya yapılmış.
İstanbul; Anadolu'nun olduğu gibi Çengellilerin de ekmek kapısı olmuş. Her evden İstanbul'da bir çalışan vardı. Ekmek parası gurbetle özdeşleşmişti Çengel'de. Gurbet; ekmek ve su gibi. Onun için İstanbul'a müthiş bir göç vardı. Yeşilköy ve civarı Çengellilerin yoğun olarak bulundukları semtlerden biriydi.
Haftada pazar günleri İstanbul'dan Pınarbaşı'na (Eski adı Zarı Pazarı olan nahiye merkezi) bir otobüs geliryolcusu olan sevinçle nahiye merkezinin yolunu tutardı. O gün Pınarbaşı'nın pazarı olduğundan otobüsün gelişi de buna göre ayarlanmıştı. Nahiye merkezine ulaşım katır ve atla yapılıyordu. Köyle nahiye merkezinin yolu patika ve de oldukça zorlu bir yoldu. Pınarbaşı'na giden yol okulun dibinden geçerdi. Gidenlere sigara ısmarlar postaneye uğramalarını tembihler memleketten bir haber getirirler umuduyla pazarcıların dönüşlerini hacıyolu gibi beklerdim.
Çengel halkı müthiş rakı içerdi. Ben de rakı içmeye burada başlamıştım. Kastamonu ve Azdavay'ın o yıllarda rakı tüketiminde Türkiye 'de ilk sıraya girdiği söyleniyordu.
Köye okul yeni yapılmış kumu çakılı ve sair malzemesi de hayvan sırtında taşınmıştı. Ben okulun ilk öğretmeniydim. 5 parçadan oluşan Çengel'in en büyük parçası Gere idi. Gere Zaim Köyü Verve ve Çengel mezralarındaki öğrenciler Şatır Köyüne geliyorlardı. Okula en yakın mezra Çengel ve Zaim Köyü idi.
Çengel; ilçe merkezine pek uzak değildi ama ulaşım oldukça zordu. İlçenin yolu Pınarbaşı'ndan geçi yordu. İlçeye gitmek için nahiye merkezine (Pınarbaşı) atla veya yaya sonra da Faiklerin minibüsüyle Azdavaya ulaşmak gerekirdi. Minibüsü kaçırdığınız zaman kazaya gidememe gaygısı dolardı içinize. Ya ikinci kez minibüsün dolmasını bekleyeceksin ya özel tutacaksın ya da bir sonraki günü bekleyeceksin. Bu sıkıntılar yaşandıkça gurbet
denilen mefhum çekilmez olurdu Pınarbaşı'nda. Gırtlağında gözyaşları düğüm düğüm. Ağlayamazsın. Yarını veya bir sonraki arabayı beklemekten başka çare yoktur artık. Onun için her araba sesi yeniden bir umut ışığı olurdu.
Azdavay'la Pınarbaşı 2530 Çengel-Pınarbaşı yaklaşık 1015 Azdavay'ın Kastamonu'ya uzaklığı da 70 kilometreydi. O yıllarda ilçenin nüfusu ise 23 bin civarındaydı. Hiçbir sosyal aktivitesi yoktu. Bir sinema vardı. O da haftanın belirli günlerinde çalışıyordu. O sinemada filim seyretmek nasip olmadı. Fakat bir Cumhuriyet Bayramı kutlamalarında bağlama çaldım. Büyük sükse toplamıştı. Ondan sonra adım sazcı öğretmene çıktı. Azdavay ilçe merkezine bağlı öğretmenlerin hepsi tanımıştı. Adanalı Sazcı Öğretmen dendiğinde herkes bilirdi.
Çengel'de zamandan gayrı bol bir şey yoktu. Bakkal ve kahvehane memlekette kalmıştı. Temel ihtiyaç maddelerini nahiye doktor ve sağlık hizmetlerini ise ilçe merkezinden temin etmek gerekirdi. İhtiyaçları zamanında gidermezseniz haliniz perişan olur umutlar pazara kalırdı. Çengel 'de park bayram yeri çarşı pazar yoktu. Yok yoka karışmış "Tuz yok sabun yoktu". Ama havası ve suyu güzel doğayı tarif etmek imkânsızdı. Görevin dışında nasıl vakit geçireceğimin hesabını yapar köy eşrafından Niyazi Efendi (Niyazi Şen) ile nereye gidersek günü daha iyi değerlendiririz diye düşünür dururdum. Zaman akmayan bir sel bense onun deryasında boğulan bir Halil Atılgandım.
O yıllar iletişim araçlarının az 45lik plâkların yaygın olduğu dönemlerdi. Televizyon ise hiç yoktu. Uzun dalga Ankara Radyosu ile Mamak Muhabere Meteoroloji ve Polis Radyoları da kısa dalgadan yayın yapan istasyonlardı. Bunları dinlemekte oldukça güçtü. Sonra her radyoda bu istasyonları çekmezdi. Adana Erzurum İstanbul Radyoları ise ancak hitap ettiği bölgelerden dinlenilebiliyordu. Tek yoldaşım dayımın öğretmen okulunda 35 liraya aldığı bağlama ile demirbaş dostum pikaplı radyoydu. Niyazi Efendi ile bir yere gitmemişsek ya radyo dinler ya da evde bağlama çalardım. Bağlama çalmak Düziçi İlk Öğretmen Okulunun bir armağanıydı. Bu armağan zaman içinde çocuklarla ve köylüyle ilişkilerimi sıcak tutan en önemli bir araç olmuştu.
Şatır Köyü iki dağın arasında okul ise hemen alt başta Pınarbaşı'na giden yolun üstündeydi. Gün batımından önce her taraf yemyeşil gök masmavi olur. Güneş kaybolunca yeşiller bir yağmur bulutu gibi çökerdi okulun üstüne. İt havlaması at kişnemesine karışır hindiler biz de buradayız dercesine töm töm ederek koşar garip ötüşleriyle akşamın sessizliğini bozarlardı. Okulla lojman arasındaki antene küçük bir kuş konar tarifi mümkün olmayan hareketler yaparak gözden kaybolurdu. Bu ise hüzünlü bir Çengel akşamının ayak sesleriydi.
Okulun önünde üç büyük çam ağacı vardı. Hüzünlü akşamın gelişiyle onlara da bir sessizlik çökerdi. Akşam rüzgârıyla bozulan sessizlik bir uğultuya dönüşür içimi burkar sebepsiz bir korku sarardı her yanımı. Tarifsiz duygular içinde sancılı kadınlar gibi kıvranırdım. Yalnızlık kara bulut gibi çökerdi üstüme. Yalnızlığımı paylaşan tek dostum Niyazi Amca ve onun Çakır adındaki köpeği idi. Çakırla dost olmuştuk. İyi bakardım ona. Ekmek verir yemeğimi paylaşırdım. O beni ben onu çok sevmiştik. Çakır evinde konaklamaz
hep benimle yalnızlığımı paylaşırdı. Ayak sesimden geldiğimi bilir Çakır dediğimde üstüme atlar gece geç gelişlerime kızar gibi bir tavır takınırdı. Gözümün içine bakar başını bir o tarafa bir bu tarafa çevirir. Nerde kaldın diye beni sorguya çekerdi sanki. Lojmanının küçük bir girişi vardı. Duldaydı. Oraya bir çul sermiştim. En soğuk günlerde dahi orda sabahlar beni yalnız bırakmazdı. Çok sadıktı. Geceleri bazen ulurdu. Uluması içimi ürpertir çiğrirdim. Kalkıp sus artık dediğimde; ağlamaklı bir ses çıkartır kuyruğunu tap tap vurur. Başını ön ayaklarının üstüne koyar gözümün içine bakar mahcup tavırlar içinde sanki benden özür dilerdi.
Yalnız gecelerim bitmek bilmezdi Çengel'de. Çam ağacından ve mezarlıktan gelen baykuş sesleri bazen Çakır'ın sesini bastırır beni ürkütürdü. Lâmbanın titrek ışığı pat pat ederek ürkütmelere ortak olur gazın bittiğini ritmik bir ölçüyle haber verir üstelik camı da kirletirdi.
Önce de söylediğim gibi Çengel'de zamanı değerlendirme araçlarım radyo plâk bağlamaydı. Bağlamanın ayrı bir yeri ve değeri vardı. O benim için anaydı babaydı. Gözyaşlarıma mendil gurbet türkülerinin çilekeş dostuydu. Onda dile gelirdi "Gurbet yolu gariplerin yoludur" türküsü. Bildiğim öğrendiğim türküleri öğrencilere ve köylüye çalar söylerdim. Köylüler çok sevmiş bağrına basmıştı beni. Bir dediğimi iki etmezlerdi. Kısa dalgadan dinlediğim plâkları İstanbul'da çalışan Çengel köylüleri vasıtasıyla temin ederdim. Onun için hayli plâk repertuvarım olmuştu.
Bir gün kısa dalgadan yayın yapan Sofya Radyosu'ndan Bodrum Hâkimini dinledim. Sözler beni çok etkilemişti. Hemen getirteceğim plâklar arasına not ettim.
Plâkları bize İstanbul'dan Papaz'ın Oğlu Mustafa (Eski Muhtar İbrahim Kuru'nun oğlu) temin ederdi. Birinde hayli kalabalık bir liste göndermiştim. Onu dahi zorsunmadan temin edip yolladı. Gelen on beş yirmi plakın içinde ilk döndürdüğüm Bodrum Hâkimi oldu. Plâk klasik sazlarla çalınıyor Nazmi Yükselen tarafından da okunuyordu. Ön plândaki klârnet sesi sözlerle bütünleşerek yürek dağlıyordu. Plâk dönüyor bense sözleri türkü defterime kaydediyordum.
"Bodrumlular erken biçer ekini
Feleğe kurban mı gittin Bodrum Hâkimi
Nasıl attın Mefharet Hanım ipe de kendini
Altın makas gümüş bıçak ile doğradılar tenini
Hâkim hanımın memleketi Kütahya Tavşan
Hâkim hanım sen eyledin bizleri perişan
Nasıl attın Mefharet Hanım ipe de kendini
Çifte doktorlar doğradı o beyaz tenini "
Sözler açık seçik bir hadiseyi anlatıyordu. O zamanlar Bodrum bu kadar popüler değildi. Veya popülerdi de ben bilmiyordum. Bodrum'u ve Tavşanlı'yı bu plâkla duyuyor Mefharet Hanım'ın Bodrum Hâkimi memleketinin de Kütahya'nın Tavşanlı ilçesi olduğunu
anlıyordum. Parçayı dinleyen herkes de aynı şeyleri tespit edebilirdi.
Bodrum Hâkim; bekâr odamın dip köşesine yerleşmiş masadaki pikaptaydı. Şanslıydı. Hiçbir pikapta dönmemişti bu kadar. Döne döne müzik kulağıma yerleşmiş sözlerini ezberlemiş bağlamaya da dökmüştüm. Dilimize tespih olan türkü artık repertuarımıza girmiş Çengel gecelerinin de popüler türküsü olmuştu. Her içki masasında Niyazi Efendi ya plâğı çaldırtır ya da bana söylettirirdi. İşte Bodrum Hâkimi'yle böyle tanışmıştım.
Yıllar bizi acısıyla tatlısıyla hamur gibi yoğurdu. Az gittik uz gittik. Kendimizi halk müziği ve folklor camiasının içinde bulduk. Bu camia beni bilimsel çalışmalara sürükledi. Yaptığımız araştırmaları derlediğimiz türküleri yayımlama fırsatı verdi. Bu çalışmaları sürdürürken aklımda hep Kütahyalı Bodrum Hâkim vardı. Acaba bir gün; Çengel gecelerimi süsleyen havasında katre katre gezinen yalnız gecelerime fon müziği olan Bodrum Hâkimi'ni araştırabilecek miyim diye düşünürdüm...
Aradan 31 yıl geçtikten sonra böyle ezgileri çalmayan TRT Bodrum Hâkimi'ni yeniden gündeme getirdi. 196566 yılında çok popüler olan Bodrum Hâkim 1997 yılında TRT kurumunun Radyo Sanatçıları Halk Müziği Programında İzmir Radyosu sanatçılarından Mustafa Özcan tarafından okundu. Beste olan Bodrum Hâkim anonimleşmiş olacak ki TRT repertuar kurulundan geçerek yayın hakkını kazanmıştı. Ancak TRT den önceTolga Çandar Yatağanlı Mahmet Topçu ve Muğlalı Memiş Günüç Bodrum Hâkimini kasetlere okumuşMemiş Günüç kasetine Bodrum Hâkim adını bile vermişti. Böylece Çengel'deki yalnız gecelerimin baş plâğı yıllardan sonra yeniden gündeme geldi. Doğrusu gönlümdeki geçmiş günlerimin gösterime girmesi beniaşka inandığım şiirler yazdığım mektup gelmedi diye kahrımdan rakı içip sarhoş olduğum yalnız gecelerime ***ürdü. Yavuklumdan gelen aşk mektuplarını yastığımın altına koyup her fırsatta tekrar tekrar okuduğum günlerimi hatırlattı.
Yine TRT deki bir başka programda bu sefer Bodrum Hâkim Nazmi Yükselen tarafından okunuyor hem de derleyicisi ve kaynak kişisi olarak tanıtılıyordu. Bense türküyü Nazmi Yükselen'in bestesi olarak biliyor bir televizyon veya radyo programı yaparak konuyla ilgili gerçeklerin ortaya çıkmasını arzu ediyordum. Çok istememe rağmen arzum gerçekleşmedi. Ama Bodrum Hâkim içimde hep uhde olarak kalmış onu araştırıp höççetini öğrenmek ise benim için bir amaç olmuştu.
Amacım 1990 yılında Kültür Bakanlığı'na geçtikten sonra gerçekleşti. Kültür Bakanlığı HAGEM Şube Müdürlerinden Sn. Ahmet Çakır'la birlikte 1996 ve 1998 yılında olmak üzere iki defa Bodrum'a gittik. Bu gidişler Ahmet Çakır'la birlikte hazırladığımız Bodrum Türküleri ve Oyunları kitabının hazırlanmasına vesile oldu. Türküleri ben Sn. Çakır ise oyunları araştırdı.
Bodrum türkülerini araştırırken bende yıllardır esrarını koruyan Bodrum Hâkim perdesi de aralanmış oldu. Türkünün kaynağına ulaştık. Nasıl yakıldığını tespit ettik. Böylece içimdeki bilmece çözüldü. Sabırla koruk helva oldu. Gerçekleri öğrenmek ise beni çok mutlu etti. Bu mutluluğu gelecek sayıda sizlerle paylaşmak ve Bodrum Hâkim ile ilgili tespitlerimizi aktarmak dileğiyle...
Bodrum Hakimi (II)
Bodrum; üç tarafı denizle çevrili karadan Milas Yatağan ve Ula ilçe sınırlarına komşu tabii güzellikleriyle deniziyle milletlerarası üne sahip turistik bir yöremizdir. Eski adı Halikarnas olan Bodrum'un il merkezine uzaklığı 90km Muğla'nın diğer ilçelerine göre zengin ve de farklı bir halk müziği yapısına sahiptir. AydınDenizli Burdur illerinin Acıpayam ve Fethiye ilçesinin halk müziği özelliklerinden etkilenmiştir. İlçe merkezi olarak zengin bir repertuara sahip olan Bodrum'un türkü karakterinde zeybek tavrının ve üslûbunun hâkim olduğu görülür. Araştırmalarımız esnasında kaynak kişilerin genelde bütün ezgilere ve bölge oyunlarına zeybek demesi de bu Hâkimiyetin bir ifadesidir. Ayrıca; Evlerinin Önü adlı ezgiye Dirmil Havası demeleri de komşularından oldukça etkilendiğinin bir kanıtıdır. Ancak; çevreden her ne kadar etkilenmiş olsa datürküsüne Dirmil Havası dese de Burdur Dirmil ve Fethiyedeki Teke Zotlamalarından hiç etkilenmediği bir gerçektir.
Şimdiye kadar Bodrum ve çevresinden 12 türküyü TRT 37 türküyü de Kültür Bakanlığı Halk Kültürleri Araştırma ve Geliştirme Genel Müdürlüğü ( HAGEM ) derlemiş. HAGEM tarafından derlenen türkülerin 18 tanesi Repertuar Kurulu tarafından bazı türkülerin benzeri varyantı olduğu gerekçesiyle değerlendirilmemişdeğerlendirilenler ise 19 tane olup ses kayıtları adı geçen genel müdürlük arşivinde bulunmaktadır. İncelenen ezgilerin içinde sözsüz parçaların olmayışı da Bodrum Halk Müziğinin ayrı bir özelliği olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bodrum'a ilk gidişimizde yörenin mahalli sanatçılarıyla görüşmüştük. Bunlardan ilki Mehmet Topçu diğeri Rasim Eriş'ti. Mehmet Topçu Yatağanlı Rasim Eriş Bodrumluydu. Önce Mehmet Topçu ile Yatağan'da sonra da Bodrum'da Rasim Eriş'le görüştük. Rasim Eriş; yörenin halk müziği özelliklerini bilen ve de keman çalan iyi bir kaynak kişiydi. Bodrum Hâkim türküsünün Yeniköy'den (Karaova-Mumcular beldesi) lakabı Çelik olan Mustafa Bacaksız'a ait olduğunu ifade etmişti. Çelik'in cümbüş çaldığını Hayıtlı'dan Çıktım ve Karaova Düğünü Gece Kurulur adlı türkülerin de ona ait olduğunu ısrarla söylemiş Bodrum Hâkim türküsünün hikâyesini anlatmıştı. Bodrum türkülerini bilen emekli öğretmen Mehmet Uslu'da türkünün söz ve müziğinin Çelik'e ait olduğunu söyleyerek Rasim Eriş'i doğrulamıştı.
Bodrum'a ilk gidişimizde görev süremiz bittiğinden Bodrum Hâkimi türküsünün sahibine ulaşamadan Ankara'ya dönmüştük. Ama yörenin bütün türkülerini tespit etmiş olanların hikâyelerini derlemiş hazırladığımız Bodrum Türküleri ve Oyunları kitabında yayınlamak üzere beklemeye almıştık.
Derlediğimiz hikâyeler arasında biri vardı ki yürek yakıcıydı. Yürek yakıcılığı kadar da yanlış bilgilerle bezenmiş kaynak kişisi ve hikâyesi hakkında ise değişik bilgiler veriliyordu. İşte bu türkü Bodrum Hâkim'i idi. Türkü; bütün yanlışlıklara rağmen zaman içinde hiç değişikliğe uğramadan günümüze kadar gelmişpopüler olmuş çeşitli yayın organları vasıtasıyla çalınıp söylenmeye başlamıştı. Biz araştırma eksikliklerini tamamlamak ve Bodrum Hâkimiyle ilgili gerçekleri ortaya koymak amacıyla tekrar Bodrum'a gitmeye karar verdik.
Bu düşüncemiz 28.4.1998 tarihinde gerçekleşti. İkinci gidişimizde eksiklerimizi tamamlayıp Bodrum Hâkimi türküsüyle ilgili kapsamlı bir çalışma gerçekleştirdik. Yöredeki kaynak kişilerin çoğuna ulaştık. Doğruyu bulabilmek için kaynaklardan aldığımız bilgilerin müşterek olanlarını tespit ettik. Tespitlerimize göre: Üstüne türküler yakılan hâkime hanımın adı Mefharet Tüzün Kütahya'nın Tavşanlı ilçesinden. 24 Eylül 1951 yılında Bodrum'a tayin olmuş. Bodrum'a gelen ilk Bayan Hâkimlerden. 1954 yılında da intihar etmiş.
Anlatılanlara göre intihar sebebi birkaç tane. Kaynakların en çok aktardığı; nişanlısının ölümünden sonra kendisini öldürmesi. Bir başka sebep: Hâkim Hanım Bodrumlu bir gence idam cezası verir. Ceza alan kişinin abisi Hâkim Hanımı Çatal Adaları'na kaçırarak tecavüz eder. Tecavüzden sonra meseleyi hazmedemeyen Mefharet Hanım kendisini öldürür. (Bodrum Hâkim filminin konusu da buna yakın. Hatırlanacağı üzere filimde Hâkim Hanım sevdiği gence ölüm cezası verecektir. Sevdiği gence ölüm cezasını veremeyince Bodrum Hâkim ikinci yolu seçmiş aşkına yenik düşmüş kendisini öldürmüştür) . Diğer bir sebepte: Âşık olduğu Bodrum Savcısının kendisini terk etmesidir.
Bu konuyla ilgili de çeşitli söylentiler tespit ettik. Ama maalesef kesin bir sonuca ulaşamadık. Zira Hâkim Hanım Bodrumluların sevgisiyle efsaneleşmiş anlatılan her hadise de artık bir rivayet olmuştu. Ama gerçek olan Hâkim Hanımın büyük aşkının hüsranla bitmesi ve Bodrumluların onu çok sevmesi destanlaşan bu sevginin de Bodrum'da İz Bırakanlar takvimiyle gündeme gelip günümüze kadar ulaşmasıydı. Bulabildiğimiz tek yazılı kaynakta 1996 yılında yayınlanan bu takvimdi. Takvim: Bodrum Çökertme Gazetesi'nin sahibi Miyase Kalan tarafından yayınlanmış. Kasım ve aralık ayları da Mefharet Hanıma ayrılmış. Bodrum'da İz Bırakanlar takviminin Mefharet Hanıma ayrılan yapraktaki hüzünlü resminin altında ise:
Mefharet Tüzün
Tavşanlı 1906 1954 Bodrum
"Türkiye'nin ilk kadın hâkimlerinden olan Tüzün 24 Eylül 1951 yılında Bodrum'da göreve başladı. Keşiflere at sırtında gidip gelen Hâkime Hanım cesurluğu ve girişimciliği ile kısa zamanda yöre halkının sevgisini kazanmıştı. 1954 yılında kaybettiği nişanlısının ardından Tüzünün de beklenmedik ölümü Bodrum'da büyük bir üzüntü yarattı. Bodrumlular Hâkime Hanıma olan sevgilerini adına türkü yakarak yaşatmaya çalıştı" satırları yer almaktaydı. Ama bu satırlar bize yetmiyordu. Biz; bir akşam Karaova (Mumcular) bölgesine gidip Bodrum Hâkim'i türküsünün yakımcısı Mustafa Bacaksız'ı ( Çelik'i ) Yeniköy'de bulacak konuyla ilgili bilgiler alacaktık.
Amacımızı Rasim Eriş Ahmet Çakır Erol Köse ile birlikte 29. 4. 1998 tarihinde gerçekleştirdik. Akşam ezanı okunurken Yeniköy'e ulaştık. Çelik amca'nın evi tarif ettiklerine göre hemen yolun kenarındaydı. Biraz gittikten sonra arabamız durdu. Araba sesine yaşlıca biri kapıya çıktı. Merakı her halinden belliydi. "Dar akşam kim acaba bunlar" dercesine karşıladı bizleri. Ben bu Çelik amca olmalı diye düşündüm. Yanılmamışım. Hoşbeş ettikten sonra meramımızı anlattık. Çelik amca gönülsüz olsa da evine davet etti. Buna rağmen geriden geriden duruyorbir şeyler söylemeyeceğini davranışlarıyla belli ediyor Ankara'dan Kültür Bakanlığı'ndan geldiğimizi söylememize rağmen "Bu işleri bıraktım ben de bir şey kalmadı. Daha dün bir bayan geldi. Yalvardı yakardı. Ona da söylemedim" diyordu. Doğrusunu söylemek gerekirse umutlarımız kırılmış onca yolu boşuna tepmişüstelik Rasim Eriş'i de işinden gücünden ettiğimizin suçluluğu üstümüze karakuş gibi çökmeye başlamıştı. Zira Çelik amca kararlıydı. Hal hatır ederken kahvelerimiz geldi. Yudumlarken Rasim Eriş Çelik amcayla koyu bir sohbet başlatmış yöre insanı olmanın verdiği avantajı kullanmaya çalışıyor boş dönmemek için elinden gelen gayreti gösteriyordu. Biz türkünün nasıl yakıldığını kaç türkü yaktığını öğrenmeye çalışıyor onu konuşturmak için dil döküyorduk. Sonuçta kararlı tavrımız galip geldi. Çelik amca bizimle röportaj yapmaya karar verdi. Ahmet Çakır hemen sohbete başladı. Çelik amca kendini tanıttıktan sonra Bodrum Hâkimi türküsünü nasıl yaktığını anlatmaya başladı.
"1950li yıllarda benim çok hızlı olduğum cümbüş çalıp düğünlere gittiğim dönemlerdi. Bodrum'a bir Bayan Hâkim geldiğini duydum. O zamana kadar Bodrum'a bayan hâkim gelmemişti. Hâkim Hanım'ın halkla iç içe olması at sırtında keşiflere gitmesi kısa zamanda dillere destan olmasını ve de Bodrum'da çok sevilmesini sağlamıştı. Anlatılanlarla bizim de gönlümüze taht kurdu. Efsaneleşti Hâkim Hanım. Bir gün duyduk ki Hâkim Hanım ölmüş. Nişanlısının ölümünden sonra kendisi de intihar etmiş. Cenazesine katılamadım ama bütün Bodrum halkının arkasından ağladığını adının Mefharet memleketinin de Kütahya' Tavşanlı olduğunu öğrenmiştim
Hâkim Hanım'ın intihar etmesi beni çok etkiledi. Duygularımı dile getirmek Hâkim Hanımı da Bodrumluların gönlünde ilelebet yaşatmak istiyordum. Bunun da çaresi türkü yakmaktı. Düşün- düğümü uyguladım. Kısa bir müddet sonra türküyü besteledim. Kendi aramızda türkü çalınıp söyleniyordu. Milaslı Nazmi Yükselen Bodrum Hâkimine yaktığım türküyü duymuş olacak ki benden aldı ve plâğa okudu. Plâk çok tutuldu. Nazmi Yükselen altın plâk kazandı. Bana telif hakkı ödemediği için mahkemeye vermek istedim. Ama yöremizin insanı olduğundan çevrem ve arkadaşlarım buna mâni oldular. Hâsılı altın plâk kazanan eserimden beş kuruş boğazıma geçmedi. Adım dahi söylenmiyordu. Türkü dillere destan oldu. Filmi çevrildi Bodrum ise efsaneleşti.
Türkünün popüler olduğu dönemde köye iki jandarma geldi. Beni aldılar ***ürdüler Bodrum'a. Niye ***ürdüklerini de bilmiyordum. Adliyeye vardığımızda mahşeri bir kalabalık vardı. Kalabalık da neyin nesi diye düşündüm. Jandarmalar kalabalığı yararak mahkemeye çıkardılar. Beni görenler işte türküyü besteleyen budur diye bağırıyorlardı. Ne türküsü ne bestesi dediğim de: Bodrum Hâkimi Bodrum Hâkim'i diye bir alkış tufanı koptu. O zaman anladım ki Bodrum Hâkimine türkü yakmam suç olmuştu. Mahkemeye çıktım. Hâkim; şahsımla ilgili bilgileri aldıktan sonra Sen kim oluyorsun da devletin Hâkimine türkü besteliyorsun? Mefharet Hanım'a yaktığın türkü herkesin dilinde bu ne demek oluyor diye ifademi almaya başladı. Şimdi meseleyi daha iyi anlamıştım. Hâkim Hanım'a türkü yaktığım için devlet beni mahkemeye vermiş tazminat davası açmış ciddi ciddi de ifadem alınıyordu. Doğrusu mahkemeye düşeceğim hiç aklıma gelmemişti. Hâkim tekrar sordu. Niye türkü besteledin. Sen kimsin? Devletin Hâkimine nasıl türkü yakarsın dedi. Sinirimden ne diyeceğimi şaşırmıştım. Hâkim biraz daha sert sorunca. Dayanamadım. Hâkim bey elini kaldır sana da türkü yakayım dedim. Bu cevap Hâkimin hoşuna gitmiş olmalı ki beni serbest bıraktı. Adliyeden çıktığımda mahşeri kalabalık hâlâ beni bekliyordu. Halk beni sokaklarda omuzun da taşıdı. Yaşa Çelik varol Çelik diye inlettiler Bodrum sokaklarını."
Hava yumuşamış Çelik amca da konuya kaptırmıştı kendisini. Ben; Çelik amca her ne kadar da çalmayı söylemeyi bırakmışsa da birlikte olmayı arzu ediyordum. Rica ettik. Sağ olsun kırmadı bizleri. Köyün alt başındaki lokantaya gittik. Çelik amca da cümbüşünü getirdi. Bizimle oturdu masaya. O çaldı biz dinledik. Bodrum Hâkimini Kara Ova Düğününü Hayıtlı'dan Çıktım adlı parçalarını kendi sesinden kayıt ettik. Yeni parçalar da okudu. Okuduğu türkülerin hikâyelerini de bir bir anlattı...
Gece hayli ilerlemiş gitme zamanı da gelmişti. Evli evine köylü köyüne hesabı. Onlar evlerine biz Bodrum'a hareket ettik. Sn. Rasim Eriş ve Erol Köse dostlarımızın gayretleriyle verimli bir çalışmanın huzuruyla türkü çığıra çığıra kayıt cihazımızdan Çelik amcayı dinleye dinleye Bodrum'a ulaştık. Saat 02 00 olmasına rağmen Bodrum sokakları hâlâ hareketliliğini koruyordu. Otelimize ulaştığımızda Çelik amcanın sesi kulaklarımızdaydı.
Ertesi gün sabah çorbalarımızı içtikten sonra Yatağan'a ulaştık. Yatağanlı mahalli sanatçı Mehmet Topçu ile ilgili çalışmalarımızı da tamamladıktan sonra Ankara'ya döndük.
Böylece Bodrum çalışmaları sona ermiş Hâkim Hanım türküsünün Bodrum perdesi de aralanmıştı. Ama bunun bir de Kütahya'sı vardı. Çünkü kaynakların verdikleri bilgiler ve türkü sözlerinden anladığımız kadarıyla Hâkim Hanım Kütahya'nın Tavşanlı ilçesindendi. Doğrusu bu perdeyi de aralamak gerekirdi. Konuyla ilgili bilgileri almak için Tavşanlı Kaymakamlığı'na mektup yazma telefon etme gibi çareler üretirken 28. 6. 1998 tarihinde Milli Eğitim Bakanlığı'nın Kütahya'da yapacağı Liseler Arası Halk Müziği Türkiye Finali yarışmalarında seçici kurul üyesi olarak görevlendirilmem "körün taşı" gibi rast geldi. Gökte ararken yerde bulmuştum. Bu vesileyle Tavşanlı'ya kadar gider konuyu orada sorar soruştururum diye plân yaptım.
27 Haziran 1998 tarihinde Kütahya'da idim. Öğretme nevine yerleştikten sonra Bodrum Hâkim'i ile ilgili çalışmaları gerçekleştirmek için araştırmaya başladım. Tavşanlı eski Halk Eğitimi Merkezi Müdürü Sn. Coşkun'un bu konuda bilgisi olduğunu tespit ettim. Sn. Coşkun'la telefonla görüşerek 29 Haziran 1998 tarihinde Tavşanlı'da buluşmak üzere randevulaştım. Mefharet Hanım'la ilgili de bazı bilgiler aldım. Mefharet Hanım'ın Tavşanlı halkı tarafından çok sevildiğini Balıkesir Balyalı ilk görev yerinin Tavşanlı olduğunuBodrum'a tayini çıktığında büyük bir uğurlama töreni yapıldığını yöre halkının arkasından günlerce gözyaşı döktüğünü öğrendim. Ayrıca Hisarlı Ahmet'in Kasetini Kütahya Türküleri kitabını da temin ettim. Yöre sanatçılarının kasetlerini aldım. Çok kârlı bir gün geçirdim. Hele 29. 6. 1998 tarihindeki randevu işin en kârlısıydı.
28.6.1998 tarihinde Kültür Merkezi Salonu'nda Liseler Arası Halk Müziği yarışmaları yapıldı. Sonuçlar da hemen açıklandı. Solo ve koro olarak yarışan ekiplerin ilk üçe girenlerine ödülleri verildi. Ödül törenin ardından topluca akşam yemeğine gittik. Fakat 19 00 haberlerinde duyduğum Adana depremi perişan etti beni. Lokmam boğazımda kaldı. Apıştım. *****laştım. Ne yapacağımı şaşırdım. Zira ben de Adanalı idim. Benden gayrı (eşim hariç ) herkes Adana'da idi. Hemen telefona sarıldım. Ama telefonlar kilitlenmiş Adana ve
ilçeleriyle hatta Mersinle dahi görüşmek mümkün değildi. Uzun bir telefon mücadelesinden sonra aklıma Ankara'dan eşimi aramak geldi. Belki Adana'dan onu aramışlardır diye düşündüm. Yanılmamışım. Eşimle görüştüğümde kesin olmamakla beraber bizimkilerde ölü ve yaralı olmadığını öğrendim. Aldığım bilgiler az da olsa yüreğime bir su serpti.
Deprem haberini öğrenince randevuyu iptal edip o gece Ankara'ya döndüm. Düşlediğim çalışma da depremin kurbanı oldu. Ama Hâkim Hanım'ın Balıkesir Balyalı olduğunu öğrenmiştim. Tavşanlı araştırmasını yapamadık amma Balya olur diyerek konuyu beklemeye aldım. Balıkesir Bigadiç'te bu işlere aşina ve de türkü sevdalısı bir dostum vardı. Savcı Gökhan Göktaş. Hem onu ziyaret eder oradan da Balya'ya geçerim diye düşünüyordum. Düşüncemi 1998zi 99za bağlıyan yılın başında gerçekleştirdim. Hem ziyaret hem ticaret açısından eşimle Balıkesir Bigadiç'e gittik. Çok arzu etmeme rağmen maalesef Bigadiç'ten Balya'ya yol düşüremedik. Ama işin peşini de bırakmadık. Savcı dostum Gökhan Göktaş konuyla ilgili bilgileri muhakkak bana ulaştıracağına dair söz verdi.
Gerçekten de dost Gökhan Göktaş sözünü tuttu. Olağan üstü gayretiyle Balyalı Mefharet Tüzün'le ilgili gerekli bilgilerin bana ulaşmasını ve Balya Belediye Başkanı Sn. Zekâi Bayram'la görüşmemi sağladı. Erdek Nüfus İdaresi'nden temin ettiği nüfus kayıtlarını bana ulaştırdı.
Sn. Zekâyi Bayram'dan gönderdiği veraset ilâmından Erdek Nüfus Kütüğü kayıtlarından tespit ettiklerimize göre işte Bodrum Hâkim Mefharet Hanım'ın kısa hayat hikâyesi.