mahallede top oynamak isterken, ama bunun nedenini kendin bile bilmezken; bisikletten düşüp dizlerini kanattığında anneannenin "bisiklet tepelerinde ne işin var senin oh olsun erkek fatma" dediğinde farkettirmeden başlar kadın olmak. yedi yaşındaki bedenine inat bilge aklın kavramıştır terazinin erkeklerden yana bastığını, erkek olmak daha avantajlıdır ama sen el kadar şaşkın, kafası karışık bir kadınsındır. ilkokulda saygınlık kazanmanın yolunu erkeklerin ettiği küfürlere, küfür ederek karşılık vermek olduğunu düşünürsün. ancak ilk küfürünün tadı hala ağzındayken anlarsın sana verilen rol bu değildir; küfür ağzına büyük gelmiştir.
yavaş yavaş geçer zaman, ergenliğe doğru koşar adım... memelerin çıkmaya başladığında utançtan ne yapacağını şaşırırsın, göğüs kafesinde bandajlar, bol tshirtlerle beden derslerine girersin, koşarken zıpladıkları belli olmasın diye kambur durursun. çok sonra anlarsın bir çok kadının kamburluğunun, kendine güvensiz duruşunun sütyenli ilk beden dersinden kaldığını.
boyun, bacakların uzar, belin incelir. (on sene sonra bu haline geri dönmek için kendine ne eziyetler edeceğini bilmeden, utanırsın kendinden) üstelik bu değişimin farkında olan birtek sen değilsindir, yolda yürürken, denize girerken, bakkaldan ekmek alırken bakışlarda bir tuhaflık hissedersin. yıllardır abi, amca dediğin adamların gözündeki ince şeytanlığı yakalarsın.
erkekler ağızlarının suyu aka aka her yerde 31den bahsederken, sen seksi iğrenç bulursun. aşkın en ilkel versiyonları kanında yavaş yavaş dolanır belki de aşık olabileceğin en ilkel adamı o zaman bulursun. bana kaşar derler diye kimseyle çıkmasın, ama kaşarların pervasızlıklarına, onların göğüslerini saklamadan salına salına okulda dolanmalarına, sen saçlarını sıkı sıkı örürken, onların rüzgarda uçuşan saçlarına imrenirsin. kadın olmak istersin, birden büyümek, hemen bütün bu saçmalıklarla başa çıkabilecek kadar güçlü olmak istersin. en azından öyle görünmek... annenin fondötenlerinden aşırıp sivilcelerine boca edersin, üstüne kendi paranla aldığın turuncuya kaçan ucuz pudralar sürer, hilkat garibesi bir halde aynanın karşısına geçer; işte budur! dersin. dünyanın en kafası karışık palyaçosu olarak okula gidersin bir süre. sonra birgün annen seni görür ve demediğini bırakmaz, komik göründüğünü, neden böyle birşey yaptığını sorar. herşeyden nefret ediyorum dersin, kimse beni anlamıyor dersin..
okula giderken otobüste hayatının ilk fortçusuyla tanışırsın. don giymemiş bol kot pantolonlu adam bomboş otobüste seni takip eder. nereye gitsen kıçına yapışır, utancından, şaşkınlığından ne yapacağını şaşırırsın. durumu gören amcalar kafasını çevirir, aman bulaşmayalım bakışıyla ilk kez orada tanışırsın. bana dokunmayan yılan bin yaşasın anlayışı kelimenin tam anlamıyla otobüsün içindedir. ilk durakta iner ağlaya ağlaya, ağzına geleni saya saya okula gidersin.
ilk kez regl olduğunda annene "sakın bana vurma" dersin. sınıftaki arkadaşların tokat yemiştir çünkü. annen salaklaşma der, güler. ancak durum bir çoğu için böyle değildir. regl olur olmaz okuldan alınan arkadaşına, pedden önce türban alınan arkadaşına üzülürsün.
kıyafetlerinle derdin o zaman başlar. etek, şort giydiğinde, askılı elbise giydiğinde, azıcık dar bir tshirt giydiğinde rahatsız olursun. otobüse binemezsin, vapura binemezsin. dünyada gördüğü ilk kadın senmişsin gibi sana bakan adamlar gözleriyle bir güzel seni soyarlar, sonra vapurun ortasında ırzına geçip üzerine demli çay ve sigarayla keyif yaparlar. bir süre sonra onları görmeme, "bok mu var da bakıyosun?" deme refleksi geliştirirsin.
ilk öpücüğün hiç de o filmlerdekine benzemez. daha çok vicdan azabıdır hissettiğin.
erkeklerin apoletlerinde yattıkları kadın sayıları olur o zaman anlarsın. erkekler yattıkları kadını, onu evire çevire nasıl becerdiğini arkadaşlarına ince ince ayrıntılarıyla anlatırken, kadınlar herşeyi içinde, kendinde yaşamak zorunda bırakılır.
türkiyede kadınsan geceleri yaşayamazsın mesela...
ondan sonra yanında erkeği (babası, kardeşi, kocası, sevgilisi, arkadaşı) olmayan kadın minibüse bindiğinde, istisnasız herkes tarafından tek tek süzülür. acaba nereden geliyor, acaba nereye gidiyor soruları kafalarda dolanır.. dolanır..
gece bir kapkaç, taciz yaşanmışsa, karakolda o saatte orada ne işin vardı diye sorulur. sen gece sokakta dolanan, onun bunun nefsini uyandıran bir "yollu"sundur. öyle ya dişi köpek kuyruk sallamazsa... derdini anlatamazsın, sizi ilgilendirmez diyemezsin.
eğlenmek için bir yere girerken çantanda silah bulunması, prezervatif bulunmasından daha saygındır.
erkek arkadaşın yan koltukta sen araba kullanırken sizi bariyerlere sürükleyen adam bulunamazken, sen günlerce komada kalırsın. ölsen de biri kadın iki kişi öldü denir haberlerde.
iş yerinde seninle aynı işi yapan erkek meslektaşından daha az maaş alırsın ve tek neden onun ev geçindirdiği senin ev geçimine katkıda bulunduğundur. erkek dünyasında tutunmaya çalışan, didinen, yırtınan bir ucube haline gelirsin zamanla. çocuk doğurduğunda yavaş yavaş kapıyı gösterirler, "herşey için teşekkür ederiz, ileride yine çalışmak ümidiyle.."
türkiyede kadın olmak...
kocaman bir ikiyüzlülüğün, namussuzluğun en kırılgan öznesi olmaktır. babanın, dedenin, amcanın, abinin tecavüzüne uğrayıp "komşunun oğluyla konuşuyorlarmış namussuzlar" gerekçesiyle öldürülmektir. tecavüze uğrayıp hamile kaldığında yaşadıklarını derin bir solukla içine çekip, öz kardeşinin kurşunuyla ölmektir. namus senin bacaklarının arasındadır çünkü.. bacaklarını isteyerek açmanla, bacaklarının zorla açıktırılması arasında fark yoktur onlar için. bacaklarının arası o kadar önemlidir o kadar önemlidir ki, okula bile kampanyalarla gidersin o da baban herşeye rağmen kalbini temiz tutabilmiş biriyse.
bazı kadınlar için iyi kader çoğu zaman görücü usulüyle evlenilmiş kocadan az dayak yemek, şanslıysan hiç dayak yememektir. ha birde erkek çocuk doğurmaktır. evlenmeden önce kuramadığı iktidarı, hiç değilse oğlunun üzerinde kurmak ister, o nelerden, kimlerden çektiğini unutan kadın onlardan biri olmak ister bir oğlan doğurarak. bükemediği eli öper, oğlan doğurarak, "erkek" olmak ister. alem buysa, kral o'dur.