Neler yeni
MEGAForum - Teknoloji Forumu

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı yada giriş yapmalısınız. Forum üye olmak tamamen ücretsizdir.

  • Web sitemizin içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için Web sitemize kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Web sitemize üye olmak tamamen ücretsizdir.
  • Sohbetokey.com ile canlı okey oynamaya ne dersin? Hem sohbet et, hem mobil okey oyna!
  • Soru mu? Sorun mu? ''Bir Sorum Var?'' sistemimiz aktiftir. Paylaşın beraber çözüm üretelim.

Filozoflar

diShy

~ یơυℓℓεss ..
Onursal Üye
  • Üyelik Tarihi
    27 Kas 2009
  • Mesajlar
    24,120
  • MFC Puanı
    79
Karl Raimund Popper
(d. 28 Temmuz 1902 - ö. 17 Eylül 1994)

Avusturya kökenli İngiliz felsefecidir. Bilim felsefesine önemli katkılarda bulunmuştur.

Karl Raimund Popper 28 Temmuz 1902'de Viyana'da doğdu. 1918-1928 yılları arasında Viyana Üniversitesi'nde öğrenim gördü. Aynı dönemde, yirmi yaşındayken, Viyanalı usta Adalbert Pösch'ten marangozluk eğitimi de aldı ve 1924'te kalfa oldu. 1928 yılında dil kuramcısı Karl Bühler'in danışmanlığında doktorasını verdi. Naziler'in Avusturya'yı işgalinden önce, 1937'de, Yeni Zelanda'ya göçtü. Burada, Canterbury University College'da doçent oldu ve 1945 yılı sonuna dek felsefe dersleri verdi.

1945'te İngiliz vatandaşlığına geçti. 1946'da İngiltere'ye giderek, London School of Economics and Political Science'ta mantık ve bilimsel yöntem profesörü olarak çalıştı. 1961'de Tübingen'deki bir toplantıda, Theodor W. Adorno'yla "olguculuk tartışması"na (Positivismusstreit) girişti. 1965 yılında Kraliçe II. Elizabeth tarafından kendisine "Sir" unvanı verildi. 1969'da London School of Economics and Political Science'tan emekli oldu. Bu tarihten sonra, çeşitli üniversitelerde konuk profesör olarak dersler vermeyi sürdürdü, birçok ödüle layık görüldü ve çalışmalarını daha çok kitaplarının yazımında yoğunlaştırdı. 17 Eylül 1994'te East Croyden'da (Londra) öldü.

YAPITLARI

- Logik der Forschung, 1934 (Bilimsel Araştırmanın Mantığı, YKY, 1998);

- The Open Society and Its Enemies, 1945 (Açık Toplum ve Düşmanları 1-2, Remzi Kitabevi, 1994);

- The Poverty of Historicism, 1957 (Tarihselciliğin Sefaleti, İnsan Yayınları, 1998);

- Conjectures and Refutations, 1963;

- Objective Knowledge, 1972;

- Unended Quest: An Intellectual Autobiography, 1976;

- The Self and Its Brain, 1977;

- Die beiden Grundprobleme der Erkenntnistheorie, 1979;

- Realism and the Aim of Science, 1982;

- The Open Universe: An Argument for Indeterminism, 1983;

- Quantum Theory and the Schism in Physics, 1984;

- A World of Propensities, 1990;

- Alles Leben ist Problemlösen, 1994. (Hayat Problem Çözmektir, YKY, 2005)



 

diShy

~ یơυℓℓεss ..
Onursal Üye
  • Üyelik Tarihi
    27 Kas 2009
  • Mesajlar
    24,120
  • MFC Puanı
    79
Poseidonios
(M.Ö. 135 - 51)

Yunan filozofudur. Döneminin ve bir olasılıkla tüm Stoacı okulun en bilgili üyesi olarak kabul edilir. "Atlet" lakabıyla anılan Poseidonios Suriye'de Apameia kentinde doğdu. Yunanlı Stoacı filozof Panaitios'un öğrencisi oldu ve bir çok yere gittikten sonra Rodos'a yerleşip ders vermeye başladı. Onun ünü pek çok bilgini buraya çekmeye başladı. Yazıları ve kişisel ilişkileriyle Stoacılığın Roma dünyasında yaygınlaşmasında Panaitios'dan sonra en etkili kişi oldu. Hiç biri günümüze ulaşmayan 20'yi aşkın yapıtının yalnızca başlıkları ve konuları bilinmektedir.

Orta dönemin öteki Stoacıları gibi Poseidonios da daha eski Stoacılar'ın görüşleriyle Platon ve Aristoteles'in görüşlerini birleştiren eklektik bir düşünürdür. Ama insan tutkularının yalnız yanlış yargılar değil, içsel nitelikler olduğunu savunan etik öğretisiyle çağdaşı Stoacılar'dan ayrılır. Doğa bilimi, coğrafya, astronomi ve matematikle de ilgilenen Poseidonios, Yer'in çapını, Ay'ın gel-git üzerindeki etkisini, Güneş'in uzaklığını ve büyüklüğünü hesaplamaya çalışmıştır. M.Ö. 146-88 arasını kapsayan 52 ciltlik tarih çalışması ilkçağ yazarları için güvenilir bir bilgi kaynağı olmuştur.



 

diShy

~ یơυℓℓεss ..
Onursal Üye
  • Üyelik Tarihi
    27 Kas 2009
  • Mesajlar
    24,120
  • MFC Puanı
    79
Paracelsus
(1493 - 1541)

Paracelsus, on altıncı yüzyılın önemli bilim adamlarından biridir. Doktor olan babasından ilk temel bilgileri aldıktan sonra üniversiteye gitmiş ancak burada edinmiş olduğu bilgiler kendisini tatmin etmediği için çeşitli bilim merkezlerine seyahatler etmiştir. Günün tedavi şekline, otoritelerin tıbbi kuramlarına karşı çıkmış ve bunun sonucunda Galen, Hipokrates gibi otoritelerin eserlerini yakmıştır. Bu hareketiyle büyük bir tepkinin doğmasına sebep olan Paracelsus, hemen hiçbir yerde fazla kalamamış, şehir şehir dolaşmıştır.

Paracelsus, bütün varlıkların ortak bir temeli olduğunu ileri sürmüştür; bu temel, daha önce ileri sürülen 4 elementin yanı sıra, onun materia prima (ilk maddeler) adını verdiği tuz, civa ve kükürtten ibaretti. Daha önce verilen bilgiden de anlaşılacağı gibi, bunlardan cıva ve kükürt, İslâm Dünyası'nda, transformasyon teorisi kapsamı içinde temel iki element olarak sunulmuştu. Bu yedi temel element, canlı veya cansız bütün varlığın temel maddesini teşkil ediyordu. Dolayısıyla aslında canlılar ve cansızlar özde farklılık göstermezler; temel yapı olarak aynıdırlar. Öyleyse, onların fonksiyonları arasında da bir paralellik olmalıdır. İşte bu ilkeden hareket eden Paracelsus, kimyada kabul ettiğimiz yasa ve ilkelerin, aslında canlılar için de geçerli olduğunu savunmuştur. Eğer bir canlı, belli bir kimyasal yapıya sahipse, o taktirde, buna bağlı olarak o yapıda meydana gelecek olan bozukluklar aslında kimyasal kökenli olacaktır ve kimyasal ilkelerle açıklanabilecektir; bu durumda yapının düzeltilebilmesi de, ancak kimyasal maddelerle mümkündür. İşte bu anlayışa iatrokimya denmiştir.

Bu anlayışa dayanarak, Paracelsus, vücut fonksiyonlarının, örneğin midenin işleyişinin kimyasal bir süreç oluşturduğunu ileri sürmüştür. Mide sindirim görevini besin maddelerini ısıtıp, ıslatarak veya onları bazı hareketlerle parçalayarak yapmaz; midenin salgıladığı bazı sıvılar vasıtasıyla onu kimyasal bazı değişimlere tabi tutar. Bu anlayışı temele alan sonraki yüzyıllarda, bazı bilim adamları, dikkatlerini salgı bezleri üzerinde yoğunlaştırmışlardır.

Paracelsus, modern farmakolojinin de (ilaç bilimi) kurucusu olarak nitelendirilmektedir. Çeşitli kimyasal maddeler üzerinde araştırmalar yapmıştır. Bunların sonucu olmak üzere antimonu bulmuştur ki daha sonra 17. ve 18. yüzyıllarda antimon sık sık iatrokimya görüşlerini destekleyenler tarafından ilaç olarak veya ilaç terkipleri içinde kullanılmıştır; bu tip ilaçlara arkana tipi ilaçlar denir. Paracelsus'un bazı terimleri Arapça'dan aldığı söylenir ve buna örnek olarak da alkol terimi gösterilir.

Paracelsus daha sonraki dönemlerde birçok bilim adamını etkilemiştir. Bunlardan van Helmont özellikle sindirim ve solunum sistemlerini incelemiştir. Onun, Silvester gazı dediği karbondioksit gazını bulduğunu biliyoruz.

İatrokimya görüşünün yanında, yine 16. yüzyılda fizik bilimini ve fizik ilkelerini canlı yapının açıklamasında temele alan görüşler gelişmiştir ki bu görüşlerin temsilcileri arasında Galilei, Descartes ve Steno sayılabilir. Bunların görüşleri ise iatrofizik olarak adlandırılmıştır. Bu okulun temsilcilerinin daha çok tekniğin gelişmesinde etkin olduğu görülmektedir. Örneğin Galileo ve bir grup arkadaşı Academia del Cimento'yu kurmuşlardır; onların çalışmaları sayesinde mercek üzerinde yapılan çalışmalar daha sonraki yıllarda gelişmiş ve mikroskop ve teleskop bilimsel araştırmalar yapmak maksadıyla kullanılmaya başlanmıştır.

İatrokimya ve iatrofizik görüşleri, daha sonra mekanik okulu oluşturacak şekilde birleşmiştir; mekanik okul, canlı ve cansız bütün varlıkların yapı ve işlevlerinin birbirine benzediğini ve dolayısıyla fizik ve kimya olaylarının açıklanmasında kullanılan prensiplerin biyolojide de geçerli olduğunu kabul etmiştir.

Bu görüşten hareket eden bilim adamları, canlının da cansız gibi, laboratuvarda incelenebileceği fikrini savunmaya başlamışlardır; bunun sonucunda biyolojide deneysel yöntemin yaygın olarak kullanılması söz konusu olmuştur.



 

diShy

~ یơυℓℓεss ..
Onursal Üye
  • Üyelik Tarihi
    27 Kas 2009
  • Mesajlar
    24,120
  • MFC Puanı
    79
Protogoras
Sofistler arasında düşünür olarak özgünlüğü nedeniyle kuşkusuz en önemli yeri tutan Abderalı Protagoras tahminen MÖ. 481-411 yıllarında yaşamıştır; Platon’un ifadesine göre o Grek topraklarında ‘bilgelik öğretmeni” olarak 40 yıldan fazla etkinlikte bulunmuştur. Sicilya ve güney İtalya’da, ama özellikle sık sık ziyaret ettiği, uzun süre kaldığı Atina’da da kendisinden övgüyle söz ettirmiştir. Bu kentte bir yabancı için eşi görülmemiş, şaşkınlık verici bir saygınlık kazanmış, hatta Periklesle tanışmış, onun nüfuzu sayesinde, yeni kurulan Thurioi (M.Ö. 444-443) kenti için yasa taslağı hazırlamıştır. Sofist olarak gezgin yaşamında nereye gittiyse, bize adeta masal gibi gelen bir rağbet görmüş, buna uygun olarak yüksek ücretler almıştır (ilk kez bir “bilgelik öğretmeni” olduğunu iddia eden ve bu etkinliği için dinleyicilerinden ücret alan Protagoras’tır). Atina’nın seçkin gençleri üzerinde bıraktığı büyüleyici etkiyi Platon ünlü diyaloGu “Protagoras”ta eşi bulunmaz bir canlılıkla betimler. Ancak ömrünün sonuna doğru “Tanrılar Üstüne’ adlı eserinin başlangıcındaki tanrıtanımaz ifadeler yüzünden, eski inançlara bağlı Atinalılardan bir kişi Protagoras’ı mahkemeye vermiştir; Protagoras idama mahkum edilmiş, eserleri devlet eliyle toplatılmış ve pazar meydanında yakılmıştır. Gerçi kendisi karar infaz edilmeden kaçmış, ama gemiyle Sicilya'ya giderken yolda ölmüştür. Sayısı pek çok olan eserlerinin listesinden bize sadece ek bölüm kalmıştır.

A. Retorik

1 Platon, Protagoras 339 A = 74 A 25:


Sanırım bir kimse için eğitiminin ana konusu, şiir yapıtlarını anlamakta yeteneğini göstermek olmalıdır, yani şairin ne dediğini değerlendirerek hakkında karar verebilmelidir: Neyi yerinde neyi yersiz söylediğini, şiiri analiz etmeyi, yapıda ilgili .sorulara cevap vermeyi iyi bilmelidir.

B. Felsefe

1. Diyalektik

2Aristoteles, Retorik II 24. 1402 a 23 vd. = 74 A 25:


Ve “zayıf tarafı güçlü hale getirmek” işte budur. Bu yüzden insanlar Protagoras’ın söylediklerine haklı olarak içerlemiştir. Zira bu bir yalandır ve doğru değildir, sadece olasılığın görünüşlerinden biridir, buna retorik ve eristikten başka hiçbir sanatta rastlanmaz.

4 Diogenes Laertius IX 51 – 74 A ı

Her konuda birbirine karşıt iki görüş açısının bulunduğunu ilk defa Protagoras öne sürdü. Sorularını da buna dayanarak <dinleyicilerine> yöneltiyordu’; bu, ilk defa onun bulduğu bir yöntemdir.

5 Clemens, İçeriği çeşitli yazılar VI 65 — 74 A 20:

Protagoras örneğinden sonra Grekler her savın karşısında başka bir savın bulunduğunu iddia ediyorlar.

6 Seneca, Mektuplar 88,43 = 74 A 20:

Protagoras der ki insan her konuda aynı hakkı tanıyarak iki yönden de tartışabilir, hatta her konuda iki yönden de tartışılıp tartışılamayacağı konusunda bile.

7 Diogenes Laertius IX 52 vd. — 74 A 1:

İlk defa Protagoras 100 Mine tutarında bir ücret talep etmiş ve zamanın bölümlerini ayırt eden de ilk defa o olmuştur. “Tam zamanında”nın anlamı üzerinde düşünmüş ve tartışma müsabakaları düzenlemiştir; tartışanlara sofizmin uygulanışını öğretmiş, adlar üzerinde düşünmeye yönelerek görüşmeler yapmış ve bugün çok yaygın olan eristikçiler sınıfını meydana getirmiştir. Bu yüzden Timon onun hakkında “kavga gürültünün ortasında, tartışmasını çok iyi bilen Protagoras” der. Konuşmanın Sokratesçi biçimini ilk defa uygulayan da odur. Ve aksini iddia etmenin mümkün olmadığına dair An tisthenesin göstermeye çalıştığı argümanı. “Euthydemos’ diyaloğunda Platonun belirttiği gibi, ilk defa bir konuşma biçiminde ele aldı. Ayrıca ortaya atılan bir konu hakkında irtica ten konuşarak hemen cevap vermeyi de ilk defa o bir adet haline getirdi...

II. Öznelcilik

8 Sextus Emp VII 60 fr. 1 <varsayımla birlikte>,


Kimileri Abderalı Protagoras’ı da, bilginin ölçüsünü yok eden filozoflardan saymıştır; çünkü onun savına göre, her tasarım ve düşünce doğrudur, doğruluk göreli şeylere aittir, zira bir kimsenin tasarladığı ve düşündüğü her şey bu bakımlardan <da> gerçekten doğrudur.

9 Platon, Theaitetos 151 E vd. — fr. 1 <varsayımla birlikte>:

<Sokrates ile Theaitetos konuşur.> Sokrates: Bilginin özü hakkında yararsız düşünceler değil, Protagorasın ifade etme alışkanlığında olduğu aynı düşünceleri açıkladın gibime geliyor. Ne ki, o aynı görüşü değişik biçimde belirtmiştir. Zira bir yerde şöyle der: “insan her şeyin, var olan şeylerin varlıklarının, var olmayanların yokluklarının ölçüsüdür.’!’ Bunu okumuşsundur herhalde? — Theaitetos: Evet, hem de birkaç defa. — Sokrates: O bununla şunu kastetmiyor mu: Her tekil şey bana nasıl geliyorsa, o benim için <gerçekten> öyledir ve sana nasıl geliyorsa, senin için de öyledir? Oysa sen de benim gibi bir insansın, değil mi? ... Esen aynı rüzgarın kimini üşüttüğü, kimini de üşütmediği, kimine hissedilmeyecek kadar hafif, kimine ise sert geldiği zaman zaman görülmüyor mu? — Theaitetos: Kuşkusuz. — Sokrates: Şimdi rüzgarın kendinde soğuk olduğunu mu yoksa olmadığını mı iddia edeceğiz, ya da Protagoras’a inanarak, üşüyene göre soğuk, diğerlerine göreyse soğuk olmadığını mı söyleyeceğiz?— Theaitetos: Olabilir. — Sokrates: Her iki tarafa da öyle geliyor zaten, değil mi? Evet. — Sokrates: Ancak ‘geliyor sözcüğü o kişinin duyusal bir izlenim edindiğini belirtmiyor mu? — Hiç kuşkusuz. Sokrates: Demek ki sıcaklığı ve buna benzer şeyleri duyumsarken tasarım ile duyusal izlenim tek ve aynı şey oluyor. Çünkü bir kimse bir şeyi nasıl algılı yorsa o şey diğerlerine de öyle gelir

10 Aynı yerde 161 C <74 B 1de>:

O öteki konuyu, yani. bir kimseye nasılsa öyle gelen şeyin bunlara göre de gerçekten <öyle> olduğunu,tamamen hoşnut kalmama yetecek şekilde açıkladı. Yalnız konuşmasının başlangıcı beni hayrete düşürüyor; Gerçek” adlı eserinin başında her şeyin ölçüsünün, niçin duyularıyla algılayan bir domuz ya da maymun ya da herhangi garip bir yaratık olduğunu söylemedi; bilgeliğinden dolayı kendisine bir tanrı gibi şaşkınlıkla baktığımızı bize hissettirerek konuşmasına gösterişle ve kibirle başlamıştı; oysa feraseti, değil sıradan bir insanla, küçücük bir kurbağayla kıyaslandığında bile pek de üstün değil.

11 Platon, Euthydemos 286 c = 74 A 19:

Sokrates: Birçok kişi tarafından savunulduğunu sık sık duyduğum bu sava her defasında şaşırıyorum. Protagoras ve yandaşları, hatta daha eski düşünürler buna büyük önem veriyorlardı; oysa bu ve diğer bütün savlar bana çok garip geliyor, hatta kendi kendilerini çürütüyorlar.

12 Aristoteles, Metafizik 111 4. 1007 b 18 vd. <74 A 19’da>:

Ayrıca, tek ve aynı konuda, birbiriyle çelişen bütün savlar doğruysa, her şeyin tek ve aynı olduğu açıktır. Protagorasın öğretisini savunanlar gibi her konuda bir şeyler öne sürmek ya da yadsımak caizse, o zaman bir savaş gemisi, bir duvar ve bir insan tek ve aynı şeydir. Zira bir kimseye bir insan savaş gemisi gibi gelirse, onun bir savaş gemisi olmadığı bellidir. Bu yüzden, eğer diğer say doğruysa, sözü geçen insan demek ki <aynı zamanda> bir savaş gemisidir.

13, Platon, Theaitetos 166 D vd. 74 A 21 a

<Protagorasın savunmasında.> Gerçek söz konusuysa, bunun yazdığım gibi oldu iddia ediyorum: Yani her birimiz varolanın da varolmayanın da ölçüsüyüz, ama bir kimse şu bakımdan binlerce defa diğerlerinden farklıdır: Bir kimseye bir şey başkasına göre değişik gelir ve değişiktir. Bilgeliği ve bilge insanların varlığını yadsımak aklımdan geçmez, ama ben bilge diye, bizden birine kötü gelen ve kötü olan bir şeyi, onun fikrini değiştirerek iyi diye gösteren ve iyi hale getiren kişiye derim ... <167 B:> Ancak, haleti ruhiyesi iyi olan bir kimsenin, haleti ruhiyesinin kötü olmasından dolayı kötü fikirler besleyen bir başkasını, <bunların yerine’> iyilerini düşünmesi bakımından etkileyeceğine inanıyorum; bazıları bu fikirleri bilgisizliklerinden dolayı ‘doğru sayar. Bense, gerçi birini diğerinden daha iyi diye nitelerim, ama hiçbirini doğru diye değil. Ve bilge diye ... insan bedeni söz konusu olunca hekimlere, buna karşılık bitkiler söz konusuysa tanrıcılara derim. Zira iddia ederim ki, bu sonuncular da, tamamen sağlıklı değillerse bitkilerin duyusal yönden kötü izlenimler bırakacak yerde iyi ve sağlıklı, böylece ‘doğru’ izlenimler bırakmasına neden olurlar; ama bilgeler ve iyi hatipler kötünün yerine iyinin devletlere uygun gelmesini sağlarlar. Çünkü bir devlete uygun ve iyi gelen şey, devlet onu böyle gördüğü sürece, —kanıma göre— devlet için uygun ve iyidir. Bilge ‘ise zararlı olan şeylerin insanlara iyiymiş gibi gelmesini ve onlar için iyi olmasını sağlar. işte bu yüzden öğrencilerini bu anlamda eğitebilen bir “sofist” de bilgedir ve eğittiği kişilerin gözünde yüksek bir ücret almayı hak eder. Bu anlamda, bir kişi diğerinden daha bilgedir, ama hiç kimse yanlış bir fikre sahip değildir ve sen de —ister istemez— ölçü olmayı kabul etmek orundasın. Zira’ bu öğreti buraya kadar açıkladıklarıma dayanarak geçerlik kazanır.

III. Görecelik

14 Sextus Empiricus, Pyrrhonculuğun Ana Hatları I 216 =74 A 14

Protagoras sadece, bir kimseye <nasılsa öyle> gelen şeyi doğru diye kabul ediyor ve böylece göreciliği öğretiyor.

Maddenin akış halinde olduğunu öne sürüyor; sürekli akış halinde olduğu yerlerde ise azalma yerine çoğalmalar meydana geliyormuş; duyusal izlenimler de insanın yaşına ve bedensel durumuna göre dönüşüp değişiyormuş. Ama o, fenomenlerin nedenlerinin maddede bulunduğunu da iddia ediyor, böylece madde, içinde bulunan şeyler insanlara nasıl geliyorsa öyle olabilirmiş. Oysa insanlar değişen durumlarına uygun olarak <bunların> bazen birini bazen de diğerini anlı yormuş. Zira haleti ruhiyesi normal olan insan maddede bulunan <özellikleri> haleti ruhiyesi normal bir insana nasıl geliyorsa öyle anlar, kavrar; buna karşılık haleti ruhiyesi anormal insan bu özellikleri haleti ruhiyesi anormal kişilere geldiği gibi anlar. Değişik yaş gruplarına, insanın uyur ya da uyanık durumda olmasına göre ve genelinde her çeşit <ruhsal> duruma uygun olarak aynı önerme. geçerlidir. Demek ki buradan, Protagore. şeylerin öl insan Olduğu sonucu çıkıyor. Zira insana öyle gelen şeyler gerçekten de öyledir; ama kimseye görünmeyen bir şey asla mevcut değildir. Görüldüğü gibi o, maddenin akış halinde olduğunu, tüm fenomenlerin nedenlerinin maddede bulunduğunu öne sürüyor; bu fenomenleri <aslında> idrak etmemek mümkün değildir ve bunlar hakkında vereceğimiz kararlarda ihtiyatlı davranmak zorundayız.

Protagoras da Etik Konusunda Acaba Göreceliği mi Savunuyor?

15 Platon, Protagoras 333 D vd. = 74 A 22:

Sokrates: İnsana yararlı olan şey demek ki iyidir de? — “Tanrı hakkı için, evet!” diye cevap verdi, “insana yararlı ol masa bile o şeye iyi derim...’ Sokrates: Kimseye yararlı olma yan şeyi mi kastediyorsun Protagoras yoksa genel olarak yararlı olmayanı mı? Bu tür şeylere de iyi der misin? — ‘Hayır, ama ben —<bazı> yiyeceklerin, içeceklerin, zehirlerin ve binlerce başka şeyin— insana yararsız, ama başka bakımdan yararlı olduğunu biliyorum. Buna karşılık insana ne yararlı ne de zararlı, ama atlara yararlı olan başka şeyler vardır “ 2

IV. Duyumculuk

16 Hermias, Grek Filozoflannın Hicvedilişi = 74 A 16:

Ancak diğer tarafta Protagoras duruyor ve şu savı öne sürerek beni kendi tarafına çekmeye çalışıyor: Şeyleri belirleyen hakkında karar veren insandır, sadece duyularının alanına giren’ şeyler mevcuttur; girmeyenler ise töz biçimlerinde asla mevcut değildir.

17 Aristoteles, Metafizik IX 3. 1047 a 5 vd—74 A 17:

Cansız şeylerde de aynı durum söz konusudur. Zira duyularıyla kimse algılamıyorsa bir şey ne sıcak ne soğuk ne de tatlı ya da herhangi bir şekilde algılanabilir olacaktır. Bu yüzden onlar bu savla Protagorasın önermesini savunmaktan başka bir şey yapmıyorlar,

V. Kuşkuculuk

1. Tanrılar Hakkında

18 fr. 4 <Varsayımla birlikte. Tanrılar Üstüne’ adlı eserinden>:

Tanrılar hakkında bir tespitte bulunamıyorum, ne var oldukları ne olmadıkları ne de nasıl bir biçime sahip oldukları hakkında; zira bu konuda bilgi edinmeyi pek çok şey engelliyor: Sorunun müphemliği ve insan ömrümün kısalığı.

2. Bilgi Hakkında

19 fr. 7 <Aristoteles, Metafizik II 2. 997 b 32 vd.>:

Geometrinin görünür ve geçici niceliklerle uğraştığı da doğru değildir. Çünkü bu nicelikler yok olursa, o da yok olurdu. Ama astronomi de görünür nicelikleri ve bu <görünür> gök <kubbeyi> ele almaz. Zira görünür çizgiler, matematikçilerin kastettiği gibi değildir asla Çünkü görünür <çizgilerden> hiçbiri <matematikçilerin düşündüğü gibi> düz ya da eğik değildir. Düz çizgi <görünür> daireye <sadece> bir noktada değil, Protagoras’ın matematikçileri çürütmeye çalışırken öne sürdüğü gibi <tamamen o şekilde> değer. Gökyüzündeki hareketler ve. eğrilen, astronomi tarafından araştırılanlara benzemezler, ve <matematiksel> noktalar <görünür> yıldızlarla aynı nitelikte değildir.



 

diShy

~ یơυℓℓεss ..
Onursal Üye
  • Üyelik Tarihi
    27 Kas 2009
  • Mesajlar
    24,120
  • MFC Puanı
    79
Proteus
(M.S. 100 - 165)

Yunan filozofu. Misya'da Parion kentinde doğan Pergrinos Proteus, olimpiyat oyunları ateşinde kendini yakmasıyla tanınan Kinik bir filozoftur. Babasını öldürdüğünden kuşkulanılması üzerine Filistin'e kaçtı. Hıristiyan cemaati içinde nüfuzlu bir konum kazanınca tutuklandı. Serbest bırakıldıktan sonra gittiği Mısır'da Kinik filozof Agathobulos'tan ders aldı ve oradan Roma'ya geçti.

İmparator Antoninus Pius'a hakaret ettiği için kovulunca Yunanistan'a döndü. Önceleri iyi karşılandıysa da yönetici Herodes Atticus'u küçük düşürerek popülerliğini yitirdi. Bunun üzerine kendisini yakacağını ilan etti ve olimpiyat oyunları sırasında, aralarında Lukianos'un da bulunduğu bir seyirci kitlesi önünde, yanmakta olan bir odun yığınına atlayarak intihar etti.



 

diShy

~ یơυℓℓεss ..
Onursal Üye
  • Üyelik Tarihi
    27 Kas 2009
  • Mesajlar
    24,120
  • MFC Puanı
    79
Pierre Bayle
1647-1706 yılları arasında yaşamış olan Fransız filozofudur. Temel eseri "Tarihsel ve Eleştirel Sözlük" olan Bayle, felsefi akıl yürütmenin evrensel bir kuşkuculuğa yol açtığını, doğanın ise insanı körü körüne inanca zorladığını savunmuştur. Rasyonel çaba ve çalışmanın değersiz olduğunu öne süren Bayle, yine de insanın dış dünyada varlıkların, nesnelerin var olduğu ve Tanrı'nın aldatan bir varlık olmadığı görüşünü temellendirmek için, saf insanca dayanılması gerektiğini belirtmiştir.

Bayle, 17. yüzyıl felsefesinin şüpheci düşünürlerindendir. Akla yönelik şüpheyi derinleştirmiş ve sistematik bir septisizme varmıştır. Din ile bilimin uzlaştırılamazlığı fikrinden hareket etmiştir, dinsel dogmalarla aklın bilgileri arasında bir uzlaşma sağlanamayacağını öne sürmüştür. Dolayısıyla Pascal ile aynı şekilde her şeyin akıl ile aydınlatılabileceğine inanmamaktadır.

Bayle, çifte doğruluk önermesini ileri sürer, bunlar; aklın doğruları ve inancın doğrularıdır. Bayle'nin şüphesi kartezyen felsefenin ilkelerini de kapsar. O hem "düşünüyorum"dan, hem de matematik aksiyomların kesinliğinden şüphe eder. Ona göre bilginin hiç bir yerinde şüpheyi sona erdirecek bir kesinlik söz konusu olamaz.



 

diShy

~ یơυℓℓεss ..
Onursal Üye
  • Üyelik Tarihi
    27 Kas 2009
  • Mesajlar
    24,120
  • MFC Puanı
    79
Parmenides
Parmanides, doğa filozoflarından sayılmakla birlikte Antik Yunan felsefesinde rasyonalizm geleneğinin ilk filozoflarından biridir. M.Ö. 600 ile M.Ö. 500'lerde yaşadığı ve yalnızca düşünür olarak değil yasa koyucu ve devlet adamı olarak da rol oynadığı sanılmaktadır.

Parmenides'e göre, evrende değişen hiçbir şey yoktur. Gerçeklik, yani varlık, mutlak anlamda birdir, kalıcıdır, süreklidir, yaratılmamıştır, yok edilemez; o ezeli ve ebedidir; onda hareket ve değişme yoktur.

Parmenides'in Felsefesi

Mantık diyalektik'in ilk kullanıcılarındadır. Felsefi görüşlerinde Anaximenes, Xenophanes ve Pythagorasçilar'ın etkileri olduğu görülür, ancak o daha çok kavramsal düşünmeye yönelmiştir. Doğru ile sanıyı kavramlar üzerinden ayırmaya çalışır. Onun birci görüşü, bir takım mantıksal çıkarsamalarla evrende değişimin olmadığını kanıtlamaya çalışır. Gerçeklik ebedi ve değişmez olan, yaratılmamış ve yok edilemez olan, sürekli ve kalıcı olan birdir. Varlık var olan gelmiştir, parçalı değil bir bütündür, hareket ve değişim söz konusu değildir.

Varlık hakkında söylenebilecek tek şey varlığın var olduğudur. Böylece ortaya özdeşlik ilkesi çıkmıştır. "Varlık var olandır, hiçlik ya da var olamayan var değildir" der Parmanides. Yalnızca var olan düşünülebilir ve var olmayan düşünülemez. Buna bağlı olarak da yaşadığımız dünyanın bir görünüşler dünyası olduğu, gerçek olmadığı önermesine varılır. Ontolojik düzlemde görünüş ile gerçeklik, epistemolojik düzlemde akılsal ile duyumsal olanın ayrıştırılması böylece ortaya konulmuş olunmaktadır. Onun geliştirdiği anlamda diyalektik, salt kavramlarla düşünme yöntemidir.

Parmenides'ten günümüze Doğa Üstüne adında sadece fragmanları bulunan uzun şiiri kalmıştır. Parmenides bu şiirinin kendisine Tanrıça'nın hakikati ilhamı üzerine genç yaşta kaleme almıştır. Şiirinde Parmenides Tanrıça'nın katına yükseltildiğini ve dizelerini ondan aldığını söyler. Parmenides'in dönemindeki diğer yazarlarda da gökyüzüne yükselme veya cehenneme inişi teması sık görülmektedir. Eser iki bölüme ayrılmaktadır; ilk bölümde hakikat ikinci bölümde illüzyon dünyası ele alınır. Duyu dünyası yanılgı üretir. Görünenlerin ardında değişmeyen, sınırlanmayan, bölünmeyen bir şey bulunmaktadır ancak bu fenomenal dünyanın algısından doğrudan çıkarılamaz. Görünen fizik dünyanın gündelik algısı illüzyon üretir (Parmenides buna doxa der) dünyanın gerçekliği ise yukarıda sıfatları sayılan "Bir Varlığa" dayanır.

Parmenides'in Pisagor, Empedokles ve diğerleri gibi peygamber, büyücü ve şifacı olduğu, felsefesini mitoloji ve karışık mistik vizyonlarla edindiği ve dizelerle sunduğu söylenmiştir çünkü kendisi öne sürdüğü felsefeyi yer altı dünyasının Tanrıçası Tartaros'dan aldığını söylemiştir. Eserde Tanrıçanın şu ifadeleri de bunu göstermektedir:

"Hoş geldin ölümsüz sürücülerin kendisiyle ilgilendiği ve yolculuğunda seni bulunduğumuz yere kısrakların taşıdığı genç adam. Bu yolda seni bekleyen kötü kader yok ve bu yol insanların genelinin hak ve adalet dışında çıktığı bir yol da değil. Burada her şeyi, içinde hiçbir doğru inancın olmadığı ölümlülerin hakikat ve görüşlerinin etrafında dolaştığı sarsılmaz kalbi bulacaksın."

 

diShy

~ یơυℓℓεss ..
Onursal Üye
  • Üyelik Tarihi
    27 Kas 2009
  • Mesajlar
    24,120
  • MFC Puanı
    79
Platon (Eflatun)
Eflatun (d. M.Ö. 427 - ö. M.Ö. 347) çok önemli bir Antik Yunan filozofu. Hayatını geçirdiği Atina’daki ünlü akademiyi kurdu. Asıl adı Aristokles'di. Geniş omuzları ve atletik yapısı yüzünden, Yunanca Platon (geniş göğüslü) lakabı ile anıldı ve tanındı.

Yirmi yaşından itibaren ölümüne kadar yanından ayrılmadığı Sokrates’in öğrencisi ve Aristoteles’in hocası olmuştur. Atina’da Akademi’nin kurucusudur. Eflatun’un felsefi görüşlerinin üzerinde hala tartışılmaktadır. Eflatun, batı felsefesinin başlangıç noktası ve ilk önemli filozofudur. Antik çağ yunan felsefesinde, Sokrates öncesi filozoflar (ilk filozoflar veya doğa filozofları) daha ziyade materyalist (özdekçi) görüşler üretmişlerdir. Antik felsefenin maddeci öğretisi, atomcu Demokritos ile en yüksek seviyeye erişmiş, buna mukabil düşünceci (idealist) felsefe, Eflatun ile en doruk noktasına ulaşmıştır. Eflatun bir sanatçı ve özellikle edebiyatçı olarak yetiştirilmiş olmasından büyük ölçüde istifade etmiş, kurguladığı düşünsel ürünleri, çok ustaca, ve şiirsel bir anlatımla süsleyerek, asırlar boyu insanları etkilemeyi başarmıştır.

Modern filozoflardan Alfred North Whitehead’e göre Eflatun’dan sonraki bütün batı felsefesi onun eserine düşülmüş dipnotlardan başka bir şey değildir. Görüşleri İslam ve Hıristiyan felsefesine derin etkide bulunmuştur.

Eflatun, eserlerini diyaloglar biçiminde yazmıştır. Diyaloglardaki baş aktör çoğunlukla Sokrates’tir. Sokrates insanlarla görüşlerini tartışır ve onların görüşlerindeki tutarsızlıkları ortaya koyar. Eflatun çoğunlukla görüşlerini Sokrates’in ağzından açıklamıştır.

Eflatun, algıladığımız dış dünyanın esas gerçek olan idealar ya da formlar dünyasının kusurlu kopyaları olduğunu, gerçeğe ancak düşünce ve tahayyül yoluyla ulaşılabileceğini savunmuş, insan ruhunun ölümden sonra beden dışında kalıcı olan idealar dünyasına ulaşacağını söylemiştir. Görüşleri ortaçağda İslam filozofları tarafından korunmuş ve İslam düşünce dünyasındaki Yeni Eflatunculuk akımına neden olmuştur. Rönesans sonrasında Batı Avrupa'da Antik Yunancadan çevirileri yapılmıştır.



 

diShy

~ یơυℓℓεss ..
Onursal Üye
  • Üyelik Tarihi
    27 Kas 2009
  • Mesajlar
    24,120
  • MFC Puanı
    79
Plotinos
Milattan sonra 205-270 yılları arasında yaşamış ve Platon'un metafiziğini, biraz daha farklı bir versiyon içinde yeniden öne süren, ve öğretisi sayesinde, Platon'un, Hellenistik çağda ve bu arada Ortaçağda, hem Hıristiyan felsefesinde ve hem de İslam felsefesinde etkili olmaya devam ettiği, ünlü Yunan filozofudur.

Felsefesinde, Platon'un Devlet'te yer alan İyi İdeasıyla ilgili görüşlerinden yola çıkan Plotinos, Platon'un İyi İdeasını tanrılaştırmış ve var olan her şeyi Tanrı'dan başlayan bir türüm ya da sudur süreciyle açıklamıştır. O da tıpkı Platon gibi, maddi dünyanın, sürekli olarak değiştiği için, gerçek olamayacağını düşünür.

Yalnızca değişmeyen bir şey gerçekten var olabilir. Bundan dolayı, bu değişmeyen gerçeklik, Platon'un da göstermiş olduğu gibi, maddi dünyadan farklı ve ayrı olmalıdır. Bu varlık ise, Plotinos'a göre, Tanrı'dır.

O Tanrı hakkında, Tanrı'nın bu dünyadaki her şeyi aştığını söylemek dışında, hiçbir şey söylenemeyeceğini iddia eder. Tanrı bu dünyayı aştığı, maddi dünyanın ötesinde bulunduğu için, maddi, sonlu ve nihayet bölünebilir olan bir varlık değildir. Madde, ruh ve zihinden her biri değiştiği için, o ne madde, ne ruh, ne de zihindir.

Plotinos'a göre, Tanrı, insan zihninin düşünceleriyle sınırlanamayacağından, insanın diliyle ifade edilemez. Duyularımız da ona ulaşamaz. Plotinos için Tanrı'ya ulaşmanın tek yolu, rasyonel akılyürütmeden ya da duyusal bir tecrübeden, deneyden bağımsız olan mistik bir vecd hali içine girmektir. Tanrı'nın bütünüyle saf ve basit olduğunu, Tanrı'da kompleks hiçbir şey bulunmadığını belirtmek, Tanrı'nın Mutlak Birlik olduğuna işaret etmek için, Plotinos Tanrı'dan Bir diye söz eder. Bir olan Varlık olarak Tanrı tanımı, Tanrı'nın değişmediğini ve dolayısıyla O'nun yaratılmamış ve bölünemez olduğunu gösterir.

Zira Tanrı değişse, bölünebilse ya da yaratılmış olsa, birliğini kaybeder. Plotinos'a göre, Tanrı bir olduğu için, içinde yaşadığımız duyusal dünyadaki şeyleri yaratmış olamaz. Çünkü yaratma bir eylemdir ve her eylem bir değişme halini zorunlu kılar. Bundan dolayı, Tanrı aşkındır, O her türlü düşünce ve varlığın ötesindedir. O'na ne öz, ne varlık, ne de yaşam yüklenebilir. Çünkü bütün bu ayırım ya da yüklemler bir ikiliğe yol açarlar.

Öyleyse, Tanrı hakkında, yalnızca O'nun bir, bölünemez, değişmez, ezeli ve ebedi olduğunu, varlığın ötesinde bulunduğunu, kendi kendisiyle hep aynı kaldığını, O'nun için geçmiş ya da gelecekten söz edilemeyeceğini söyleyebiliriz. Plotinos, işte bu durumda dünyanın yaradılışını ve var oluşunu açıklamak için, felsefe tarihinin ilk türüm öğretisini geliştirmiştir.

Ek Bilgiler

Plotinus (204-264), Mısır’da Lycopolis’te doğdu ve İskenderiye’de Ammonius Saccas’ın denetimi altında on bir yıl boyunca felsefe üzerine çalışmalarda bulundu. 243 yılında Roma’ya giderek orada bir okul kurdu; ancak elli yaşına kadar yazılarında kendi felsefesinden bahsetmedi. Ölümünden (269) sonra öğrencisi Porphyry onun yazılarını gözden geçirdi ve yayımladı. Öğretmeninin yaşamöyküsünün de bulunduğu altı adet Ennead (dokuzluk) günümüze ulaşmıştır.

 

diShy

~ یơυℓℓεss ..
Onursal Üye
  • Üyelik Tarihi
    27 Kas 2009
  • Mesajlar
    24,120
  • MFC Puanı
    79
Georges Politzer
(d. 3 Mayıs 1903- ö. 23 Mayıs 1942)

Macar kökenli Fransız marksist yazar ve felsefecidir. "Kızıl Kafalı Filozof" olarak tanınır. Bugünkü Romanya'nın Nagyvárad (Oradea) kentinde doğmuştur.

Politzer daha 1919 yılındaki Macar ayaklanması sırasında aktivist olmuştu. Béla Kun yönetimindeki komünist konsey cumhuriyetinin yenilgiye uğramasından sonra ülke Avusturya-Macaristan amirali Miklós Horthy'nin baskıcı egemenliği altına girerken, Politzer de 17 yaşında sürgüne gitmek zorunda kaldı.

Viyana'da Sigmund Freud ve Sándor Ferenczi ile tanıştıktan sonra 1921 yılında Paris'e yerleşti. Beş yıl sonra felsefeninkilere varana kadar bütün akademik literatürü okumuştu. 1929 ve 1931 yılları arasında Fransız Komünist Partisi'ne katıldı.

1930 yılının başında Fransız Komünist Partisi 1939'da Alman işgaline kadar faaliyet gösterecek olan Paris İşçi Üniversitesi'ni kurmuştu. Bu üniversitedeki faaliyeti sırasında Politzer Diyalektik-Materyalizm derslerini üstlendi.

Marx ve Lenin'in taraftarı olarak psikolojiyle ilgilendi. Bu alanın özellikle somut görünümlerini ön plana çıkartırken, geleneksel psikolojiyi soyut olarak değerlendiriyordu. Başlarda Freud'un geliştirdiği psikanaliz teorisine ve onun uygulanma olanaklarına büyük ilgi gösterdi. Ancak zamanla komünist partinin psikanalize karşı tutumunun da etkisi altında psikanalizden uzaklaştı. Bu dönemde Saint-Maur Lisesi'nde felsefe öğretmeni olarak çalışıyordu.

Nazi Almanyası'nın Fransa'yı işgali sırasında 1940 yılındaki seferberlikte Paris'te görevlendirildi. Komünist Partisinin gizli önderliğine bağlı kaldı. Temmuz 1940'da seferberlik bittikten sonra, illegal bir gazetenin yayıncıları arasında yer aldı.

Dünyaca ünlü fizikçi, Politzer'in dostu ve yoldaşı Paul Langevin'in Ekim 1940'da tutuklanması üzerine fizikçinin tutuklandığını bildiren ve İkinci Dünya Savaşı boyunca faşizmin suçlarını ifşa eden Özgür Üniversite'nin (L'Université Libre) ilk sayısını yayınladı. L'Université Libre 1940 ve 1941 yıllarında tekrar yayınlandı.

Şubat 1942'de Politzer kendisi gibi bir direnişçi ve komünist olan eşi Mai'yle birlikte tutuklandı. 20 Mart 1942'de Nazi işgalcilere teslim edildi ve ağır işkenceden geçti. İllegal bir Fransızca akademik dergi yayınlamaya başlamasından kısa süre sonra, 23 Mayıs 1942'de kurşuna dizilerek idam edildi. Eşi Mai Auschwitz imha kampına gönderildi ve Mart 1943'de orada öldü.

Felsefeye Katkıları

Mükemmel ve inatçı kararlılığı sayesinde ve militanlığına karşın Politzer, Sardinya'lı felsefeci Antonio Gramsci gibi, Fransa içinde ve dışında bir çok aydına ilham kaynağı oldu. Buna karşın militan yönelimi resmi ve akademik felsefeciler ve tarihçiler tarafından hoşgörülmedi ve hafifsendi. Taraftarları açısındansa açık ve öğretici bir tarzda yazılmış olan eserleri geniş bir kabul gördü. Öğrencileri tarafından alınan notlara dayanan ve ölümünden sonra yayınlanan eseri Felsefenin Temel İlkeleri (Principes Élémentaires de Philosophie) Türkiye'de de geniş bir okuyucu kitlesi buldu ve 12 Eylül darbesi sonrasında yasaklanan ilk kitap oldu.



 

diShy

~ یơυℓℓεss ..
Onursal Üye
  • Üyelik Tarihi
    27 Kas 2009
  • Mesajlar
    24,120
  • MFC Puanı
    79
Blaise Pascal
(d. 19 Haziran 1623 – ö. 19 Ağustos 1662).

Fransız matematikçi, fizikçi ve düşünürdür. En bilinen eseri "Düşünceler"dir.

Pascal (1623-1662) küçük yaşta kendini gösteren bir deha örneğidir. Henüz 12 yaşında iken hiç geometri bilgisine sahip olmadığı halde daireler ve eşkenar üçgenler çizmeye başlayarak, bir üçgenin iç açılarının toplamının iki dik açıya eşit olduğunu kendi kendisine bulmuştur; çünkü avukat olan ve matematik ile çok ilgilenen babası, onun Latince ve Yunancayı iyice öğrenmeden matematiğe yönelmesini istemediğinden, bütün matematik kitaplarını saklayarak Pascal'ın bu konu ile ilgilenmesini yasaklamıştı.

Pascal çocukluğunda "geometri neyi inceler?" sorusunu babasına sormuş, o da "doğru biçimde şekiller çizmeyi ve şekillerin kısımları arasındaki ilişkileri inceler." demiştir. Pascal, işte bu cevaba dayanarak gizli gizli geometri teoremleri kurmaya ve kanıtlamaya başlamıştır. Sonunda babası onun yeteneğini anlamış ve ona Euclides'in Elementler'ini ve Apollonius'un Konikler'ini vermiştir.

Dil derslerinden arta kalan boş zamanını bu kitapları okuyarak değerlendiren Pascal, 16 yaşında konikler üzerine bir eser yazmıştır. Bu eserin mükemmelliği karşısında, Descartes bunun Pascal kadar genç bir kimsenin eseri olduğuna inanmakta çok güçlük çekmiştir. Pascal 19 yaşındayken, aritmetik işlemlerini mekanik olarak yapan bir hesap makinesi icat etmiştir.

Pascal yalnızca teorik bilimlerde değil, pratik ve deneysel bilimlerde de yetenekli bir filozoftu. 23 yaşında, Torriçelli'nin (1608-1647) atmosfer basıncı ile ilgili çalışmasını incelemiş ve bir dağa çıkartılan barometredeki cıva sütununun düştüğünü, yani yükseklerde hava basıncının azaldığını, cıva sütununu hava basıncının tuttuğunu, yoksa Aristotelesçilerin söylediği gibi, tabiatın boşluktan nefret etmesinin rolü olmadığını göstermiştir. Diş ağrısından uyuyamadığı bir gece de rulet oyunu ve sikloid ile ilgili düşünceler üzerinde durmuş ve sikloid eğrisinin özelliklerini keşfetmiştir. Pascal, Fermat ile yazışarak olasılık teorisini kurmuş ve bir binom açılımında katsayıları vermiştir. "Pascal Üçgeni"nin keşfi de ona aittir. 25 yaşında iken kendisini felsefi ve dini düşüncelere adamıştır. Sağlığı çok bozuk olan Pascal, 39 yaşında iken Paris'te ölmüştür.

Blaise Pascal'dan Seçme Sözler

- Bana filozofların değil, peygamberlerin haber verdiği tanrı gerek.

- Eğer herkes dost sandığı kimselerin bir de kendi arkasından söylemiş olduklarını duysaydı, dünyada pek az dost kalırdı.

- Kalbin kendine has nedenleri vardır ki akıl hiç bir zaman anlayamaz.

- Kuvvete dayanmayan adalet aciz, adalete dayanmayan kuvvet zalimdir.

- Yasama güçsüzleşince, ahlak dejenere olur.

- İnsanlar pek çok şeyi öğrenmişler; kuşlar gibi uçmayı, balıklar gibi yüzmeyi... fakat çok basit bir şeyi öğrenememişler: "İnsan gibi yaşamayı..."

- Şairlerin, sevgiyi kör olarak göstermeye hiç hakları yoktur: sevginin gözündeki bağ çıkarılmalı ve görme gücü bundan böyle ona geri verilebilmelidir.

Ek Bilgiler

Bir Fransız matematikçi, fizikçi ve aynı zamanda teolojist olan Blaise Pascal, Etienne Pascal'in üçüncü çocuğu ve tek oğluydu.Daha üç yaşındayken annesinin ölümü üzerine yetim kalır. 1632 yılında babası dört çocuğuyla beraber Clermont’u terkederek Paris’e yerleşir.

Babası antiortodox olduğu için O’nu kendisi yetiştirmeye karar verir. Kendisi de zamanının iyi matematikçilerinden olan Etienne Pascal, oğlunun 15 yaşından önce matematik calışmaması gerektiğine karar vererek evini matematik dokümanlarından arındırır. Fakat bu küçük Pascal’in sadece matematik merakını ateşler, 12 yaşında kendisi geometri çalışmaya başlar. O zamanlarda üçgenin iç açılarının toplamının, iki dik açının toplamına eşit olduğunu bulur, bunun üzerine babasi teslim-i silah eder ve ona incelemesi için Euclid’in teoremlerini içeren dökümanları verir. Yani matematikle ilgisi çocukluk döneminde matematik eğitimi almadan başlar, sonraları babasıyla beraber "Academie Parsienne"deki derslere katılmaya başlar, 16 yaşına geldiğinde burada aktif olarak rol alır ve profesör Girard Desargues'in bir numaralı yardımcısı ve öğrencisi olur. Bu esnada özellikle konikler üzerinde çalışarak konu hakkında kitapçık yayınlar. 1639 yılında da "Pascal'ın Esrarengiz Altıgeni" ile geometriye katkıda bulunur.

Aynı yıl babasının bir vergi toplama memuru olarak tayini çıkması üzerine Paris'i terkederek Rouen şehrine yerleşirler. Burada babasına yardımcı olmak amacıyla ilk rakamsal hesap makinasını yapar, bunu gerçekleştirmek için üç yıl çalışır, 1642-1645.

1646-1648 yıllarında atmosfer basıncı üzerinde değişik deneyler yapar, ve şu sonuca varır: Atmosfer basıncı yükseklikle doğru orantılı olarak düşer ve atmosferin üzerinde bir boşluk vardır.

1653'ten itibaren matematik ve fizik üzerinde çalışarak “Sıvıların Kararsızlıgı” üzerine bir kitapçık yazar, bu kitapçıkta Pascal'ın basınç kanunu açıklanır.

Kendisi binom üçgeni üzerinde çalışan ilk matematikçi olmasa da bu konuda çalışması değişik gelişmelere ışık tutmuştur.

Pascal'ın felsefeyle ilgili en meşhur kitabı "Pensées" ("Düşünceler"), din, hayat, bilim üzerine, O'nun daha çok dinsel yönünü ve Allah inancını ortaya kor, bunu da şöyle diyerek gösterir; "If God does not exist, one will lose nothing by believing in him, while if he does exist, one will lose everything by not believing." (Eğer Allah yoksa insan ona inanmakla hiçbirşey kaybetmeyecek, fakat varsa inanmamakla çok şey kaybedecek.) Bu kitabı yaşadığı devirde yayınlanmasına izin verilmese de ölümünden birkaç yıl sonra yayınlanmıştır.

Pascal 39 yaşında 1662 yılında kansere yenik düşerek hayata gözlerini yumar.



 

diShy

~ یơυℓℓεss ..
Onursal Üye
  • Üyelik Tarihi
    27 Kas 2009
  • Mesajlar
    24,120
  • MFC Puanı
    79
Gilbert de la Porree
(? -1154)

"Chartes Okulu"na bağlı olanlar, daha çok bilgin denilmeyi hak etmiş kişilerdir. Bunların en önemlisi ise Gilbert de la Porree'dir. Batıda "İslam" eserlerinin etkisine (özellikle matematik, doğa bilimleri ve tıbba ait eserler) ilk kez bu Chartes Okulunda rastlarız. Bu okul İbni Sina'yı biliyordu ve eserlerinden yararlanıyordu. İslâm fiziği ve bunun dayandığı Aristo'nun doğa felsefesi ve ayrıca mantığı, Batıya bu okulun yardımıyla girmeyi başarmıştır.

Sözünü ettiğimiz bu dönemde; Roscelinus, Abelard, Chartes gibi çeşitli "Fransız" isimleri dikkatimizi çekiyor. Fransa bu dönemde ilahiyat ve felsefeye ait araştırmalar bakımından özellik taşıyan bir ülkedir. Bu dönemde ulusal özellikler henüz belirmemiştir. Söz gelişi Anselmus aslında İtalyandır. Fakat sonraları Canterburg Başpiskoposu olmuştur. Bu dönemin düşünürleri, doğal olarak, hep "Latince" yazıyorlardı.

Fransa'da XII. yüzyılda "ilk üniversite" (Sorbonne) kurulmuştur. Bunu XIII. yüzyılda İngiltere'de Oxford Üniversitesi izlemiştir. Yeni kurulan bu üniversiteler, bilimsel incelemelerin ve Skolastiğin parlak dönemindeki araştırmaların "merkezi" oldu. Üniversitelerden önce yalnızca manastırlara bağlı olan medreseler vardı.

Üniversitelerde yapılan bilimsel ve felsefî araştırmalara paralel olarak, bu dönemde bir akımın, "Fransisken ve Dominiken" tarikatlarına bağlı olanların başlattığı bir akımın, doğuşuna tanık oluyoruz.



 

diShy

~ یơυℓℓεss ..
Onursal Üye
  • Üyelik Tarihi
    27 Kas 2009
  • Mesajlar
    24,120
  • MFC Puanı
    79
Paulus
(10 - 67 ?)

Aynı şeyi dört incilden sonra yazılmış olan Paulus'un mektupları için de söyleyebiliriz. Kendisine, haklı olarak, Hıristiyanlığın ikinci kurucusu diyebileceğimiz Paulus, mektuplarında insanın günahtan arınması için, İsa'nın yolunda yürümesi, yani ölüp sonra yeniden dirilen Allah'a inanması gerektiğine dikkat çeker. Ölüm günahın sonucudur; o halde ölümden kurtulmak, ancak günahtan kurtulmakla mümkündür. Paulus mektuplarında bu nokta üzerinde özellikle durur.

Bu mektuplardaki ikinci önemli düşünce, insanın "tek basına" günahkâr yapısını hiçbir zaman yenemeyeceği inancıdır. Paulus'a göre insan iyiliğin neyde olduğunu bilir; fakat buna rağmen onda, bir türlü önüne geçemediği, kötüye karşı bir eğilim vardır.

Bu görüş ile Sokrat'ın görüşlerini bir karşılaştıralım: "Erdem bilgidir" ve "hiç kimse bilerek kötülük yapmaz" diyen Sokrat'ın bu iki ana görüşünde; temelde günahın ve suçun bir hatadan ileri geldiği düşüncesi gizlidir. Bunun için, gerçek mutluluğun nerede ve neden oluştuğunu bilen bir insan, hataya düşmez, bunun sonucu olarak da hiçbir zaman kötülük yapmaz.

Sokrat'ın bu ana görüşü sonraları Stoacılara, Epikürcülere ve dahası Yeni Eflâtunculara hâkim olmuştur. Özellikle bu noktada, kuruluş durumunda bulunan Hıristiyanlık ve bu yeni dini kurmakta büyük rol üstlenen Paulus, Sokrat'ın tam karşıtı bir inanç taşır. İlk Hıristiyanlığa göre insan "iyi"yi bilir; fakat buna rağmen iyi olamaz.

Yeni doğmakta olan Hıristiyanlığın en önemli misyonerlerinden biri olan Paulus, pekçok Hıristiyan cemaatleri kurmuş ve sonunda Neron'un kovuşturmasına uğramış ve yaşamını yitirmiştir. Hıristiyanlığın ilk müminleri; aydın insanlardan çok, yoksul halk kitlelerindeki cahil kimselerdi. Hıristiyanlığın Allah'ının aşağılanan bir insan biçiminde görünmesi (tecelli), özellikle işçileri kendine çekmiştir. Başlangıçta böyle olmasına rağmen, sonraları durum değişmiş, öteki sosyal tabakalar ve sonunda filozoflar da Hıristiyanlığa katılmışlardır.

Milâdın aşağı yukarı (takribi) ilk iki yüzyılında, yalnızca Hıristiyanlığın "savunması" için yazılmış olan birtakım eserlerle karşılaşıyoruz. Bu eserler Hıristiyanların Roma devletinin resmî kulları (tab'a) olmadıkları konusundaki görüşleri yanıtlamaya çalışırlar. İkinci olarak da bu savunmalar, Hıristiyanları ateistlik, yani Allah'ın varlığını reddetme suçlamalarına karşı dururlar.

Hıristiyanların Allahsızlık!? suçlanması, yeni dinin öteki dinlerin Allahlarını benimsemeyişi yüzünden oluyordu. Üçüncü olarak bu savunmalarda Hıristiyanlığın ahlâkına ait yapılan eleştiriler yanıtlanır. Sonuç olarak bu savunma yazıları Hıristiyanlığın, felsefenin en yüksek görünüşlerine, söz gelişi bir Stoa ya da Yeni Eflâtunculuğa hiç de aykırı olmadığını vurgularlar.

Bu arada Hıristiyanlıkta ruhun ölümsüzlüğü düşüncesinin bulunduğuna değinilir ve aynı düşüncesinin, Hıristiyan dinindeki biçimde olmasa bile, Stoa'da ve Yeni Eflâtunculukta da var olduğu ileri sürülür. Birinci dönemdeki bu savunma çabalarından sonra, Hıristiyanlık düşünüşünün ikinci döneminde, Hıristiyan dininin ilkelerini "felsefi açıdan temellendirmek" denemelerinin başlatıldığına tanık oluyoruz.

Bu ikinci dönemde özellikle bir konu ile, "iman ile bilgi" arasındaki, yani Hıristiyanların dogmaları ile felsefe arasındaki ilişki konusuyla uğraşılır. Hıristiyanlık vahiy yolu ile indirilmiş olan birtakım dogmalara dayanır. Bu dogmaların mümine yakışan bir inançla, benimsenmesini ister. Acaba saf bir inançla benimsenmesi istenen bu dogmaların felsefe ile ilişkileri nedir? İşte bu dönem, temelde, bu konuyu ele alır.

Bu dönemde bu soruya "değişik" yanıtlar verilmiştir. İlk yanıtı, M.S. I-II. yüzyıllarda rastlanan ve öteki hellenistik dinlerde de görülen, "Gnosis" doktrininde buluruz. Gnosis, (kelime anlamı), dinsel bir bilgi, yani seçkin ve mistik yapılı insanlara has olan bir bilgidir.

Bu nedenle Gnostikler "doğa. üstü" bir bilgiye sahip olan ayrıcalıklı insanlardır. İşte bu Gnostikler dinin dogmalarına yalnızca inanmanın yetmediği, dogmaların Gnostik bir yorumlamasının şart olduğunu ileri sürerler. Böylece Gnostikler, kişisel ve mistik bilginin dogmadan üstün olduğunu benimsemiş oluyorlar.

Bu Gnosis akım bütüncül (vahdet) olmayıp, çeşitli kollara ayrılmıştı. Ayrıca Gnosistler, sistemlerine Hıristiyanlığınkinden başka dogmaları da almaya eğilimlidirler. Bu bakımdan Gnosis, dönemin eğilimlerine uygun olan bir akımdır. Şayet bu akım üstünlük sağlanabilseydi, belki de Hıristiyanlık bu akımın dinsel eğilimleri içinde kaybolur giderdi. Gittikçe güçlenen Hıristiyan kilisesi tehlikeyi görmüş ve Gnosis akımı ile şiddetli bir kavgaya girişmiştir.

 

diShy

~ یơυℓℓεss ..
Onursal Üye
  • Üyelik Tarihi
    27 Kas 2009
  • Mesajlar
    24,120
  • MFC Puanı
    79
Proklos
(410 - 485)

Soyut düşünceye olan yetenek ve eğilimini matematik alanındaki başarılarıyla kanıtlamış olan Proklos, bu katıksız matematikçi, Tanrılar konusunda hayal ürünü olan düşüncelere de sahiptir. Geniş bilgi sahibi bir bilgin olan Proklos, çeşitli ulusların çok iyi bildiği efsanelerini bir sistem halinde toplamaya ve sistemini, nedenleri ile birlikte açıklayacak biçimde kurmaya çalışmıştır.

Bu sistemin karakteristik olan noktası, hep üçlü gruplar oluşturmaya ve bunlar arasında ilişkiler kurmaya çalışılmasıdır. Böylece Proklos, sonradan Hegel'de de Taslayacağımız, dinle k tik bir sema, (çizelge) kurmuş olur.

Proklos'un eksik yanı, ekzakt gözlemler yapmamasıdır. Aristo ve okulunun temelde benimsediği kesin gözlemler, artık Yeni Eflâtunculukta önemini tümden yitirmiştir. Gerçek, doğanın kendisinde değil de, "kitaplar"da aranmaya başlanmıştır. Yeni Eflâtunculuğun son dönemlerinde ilgi odağı olan konulardan biri, Eflâtun ve Aristo'yu "yorumlamak"tır.

Bu, gerçeği, yalnız kitaplarda aramaya kalkışma akımına, tüm İlkçağın sonlarında, bir bakıma tüm Ortaçağda rastlarız. Gerçeği kitaplarda değil de gözlemi yapılan olaylarda aramak düşüncesi ancak Rönesans'ta yeniden ortaya çıkacaktır.

Proklos Atina'da yaşamış ve Akademi'de müdürlük yapmıştır. Proklos'un zamanında Atina'da eski felsefe okullarının devam ettiğini görüyoruz. M.S. 529 yılında Atina'daki felsefe okulları Bizans İmparatoru "Justinianus" tarafından kapatılmıştır. Bu olayı "Antik Felsefe "nin sona ermesinin dış imajı olarak düşünebiliriz.

Yeni Eflâtunculuğun, zamandaşı olan Hıristiyanlık üzerindeki etkilerine geçmeden önce, Antik evrenin sonunda rastladığımız düşünce akımlarını bir daha gözden geçireceğiz: Bu dönemde pozitif bilimler, felsefeden tam bağımsız olarak, kendi yollarında ilerlemiştir.

Bu dönemin önem verdiği bilimler arasında aritmetik, geometri ve astronomiyi sayabiliriz. Yalnız astronomi, astroloji ile karışık olduğu için, dinsel bir niteliğe bürünmüştür. Gramer alanında da, bilimsel filolojinin bir çeşit başlangıcı sayılabilecek olan, çalışmalar yapılmıştır. Oldukça gelişmiş ileri bir coğrafya bilimi bulunan bu dönemde, temeli Aristo'ya dayanan bitkiler (botanik) ve hayvanlar (zooloji) da ilgi alanı içindedir.

Felsefeye gelince: İlkçağın bu son döneminde Sextus Empirikus'un kişiliğinde rastladığımız şüphecilikten başka, Stoa okulunun da varlığını sürdürdüğüne tanık oluyoruz. Ancak dinsel eğilimli Yeni Eflâtunculuğu, dönemin felsefe akımı olarak algılamamız gerekir.



 

diShy

~ یơυℓℓεss ..
Onursal Üye
  • Üyelik Tarihi
    27 Kas 2009
  • Mesajlar
    24,120
  • MFC Puanı
    79
Philon
(d. M.Ö. 25, ö. M.S. 50)

İskenderiyeli Yahudi bir filozoftur.

Philon, Yunan felsefesi ile Tevrat'ın özdeş olduğunu kanıtlamaya çalışmış, yahudilerin kutsal kitabını Platon'un felsefesi ışığında yorumlamıştır. Kendisi tıpkı Plotinos gibi Tanrı ile insan arasında iyi ve kötü ruhların varolduğunu savunmuştur. Philon felsefe ile dinin içiçe geçtiği görüşünü benimsemiştir.

MÖ. 25 yılında doğan ve MS.50 yılında ölen Philon İskenderiye’de yaşadı. Platon’un, zamanın ve mekanın üstünde gerçek varlıklar olarak düşündüğü ideaları, Philon, Tanrı’nın onları düşünmesiyle idealar varlık kazanırlar diyerek, Platon ve Aristoteles’te görülen mimar Tanrı kavramı yerine, yaratan Tanrı kavramını ortaya atmıştır.

Philon’a göre Tanrı, saltık ve en yetkin varlıktır. O, her şeyin tek nedenidir; tümel kudrettir, saltık mutuluktur, hiçbir belirli yerde değildir. O, evrenle ilişki için, kendine özgü araçlar yaratmıştır. Philon, bu araçları idealar, kuvvetler (melekler) ve ruhlar olarak sınıflandırmıştır. Tanrı, yani saltık varlık, logos ise yansır. Logos ise tanrısal söz olarak (Ruh el-kudüs), tanrısal insanın (oğul) ideasıdır. Tanrı, oğlu logos aracılığıyla kaostan kosmosu yaratmıştır. Yeryüzündeki bütün yaratıkların en yetkini Adam (model insan)dır, çünkü tanrısal ideayı (logosu) ve en yüksek nitelikleri kendinde toplamıştır. Ruhun asıl yaratıcı yönü anlıktır. Duyular edilgindir. Tanrı’nın yüzü bir nur olarak içte ve esrime ile görülebilir; bunun için arınmalı ve ruhu bilgi ve nur ile yüceltmelidir.



 
Üst Alt