Neler yeni
MEGAForum - Teknoloji Forumu

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı yada giriş yapmalısınız. Forum üye olmak tamamen ücretsizdir.

  • Web sitemizin içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için Web sitemize kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Web sitemize üye olmak tamamen ücretsizdir.
  • Sohbetokey.com ile canlı okey oynamaya ne dersin? Hem sohbet et, hem mobil okey oyna!
  • Soru mu? Sorun mu? ''Bir Sorum Var?'' sistemimiz aktiftir. Paylaşın beraber çözüm üretelim.

Filozoflar

diShy

~ یơυℓℓεss ..
Onursal Üye
  • Üyelik Tarihi
    27 Kas 2009
  • Mesajlar
    24,120
  • MFC Puanı
    79
Daniel Schleiermacher
(d. 1768 – ö. 1834)

Alman idealist düşünürüdür.

Düşüncesinin merkezinde din bulunan Schleiermacher için en önemli problem, aklı olduğu kadar gönlü, yüreği de tatmin edecek bir gerçeklik anlayışına ulaşmak olmuştur. O, bu konuda Kant, Fichte, Schelling ve Spinoza'nın görüşlerinden yararlanarak eklektik bir sistem oluşturmuştur. Schleiermacher, tüm gerçekliği benden türettiği için Fichte'nin idealizmini reddeder ve gerçek dünyanın var oluşunu onaylar. Ona göre, biz düşünce ve varlığın aşkın bir temeline ulaşmak zorundayız; var olan her şeyin kaynağı, ona göre, hepsinin mutlak birliği olan, kendisinde tüm farklılık ve karşıtlıkların çözüldüğü bir ilkede bulunur. Biz, ona göre, yalnızca fenomenleri değil fakat şeylerin bizatihi kendilerini de bilebiliriz. Schleiermacher'e göre, ideal olanı dinsel duygu ya da sezgide yakalayabiliriz. Düşünce ve varlığın mutlak birliği ya da özdeşliği, doğrudan ve aracısız olarak bilinçte tecrübe edilir. Din, sonlu olan her şeyin sonsuz olduğunun ve var oluşunu sonsuz olana borçlu bulunduğunun, zamansal olan her şeyin ezeli-ebedi olduğunun ve ezeli-ebedi olana dayandığının bilincine varılmasıdır. Tanrı zaman ve mekanın dışında olan bir varlıktır. Tanrı'ya ona göre, kişilik atfedemeyiz, zira bu O'nu sonlu bir varlık haline getirir. O'na düşünce ve irade yükleyemeyiz, çünkü bunlar birbirleriyle çelişirler. Zira her tür düşünme ve irade zorunlu olarak sonludur. Tanrı ezeli-ebedi, evrensel yaratıcı güçtür, yaşamın kaynağıdır. O'na göre, din kuramsal birtakım dogmalardan oluşmadığı gibi, ibadetten de meydana gelmez, çünkü Tanrı bilinemez.

 

diShy

~ یơυℓℓεss ..
Onursal Üye
  • Üyelik Tarihi
    27 Kas 2009
  • Mesajlar
    24,120
  • MFC Puanı
    79
Erich Fromm
Erich Fromm (23 Mart 1900, Frankfurt - 18 Mart, 1980), Musevi kökenli Almanya doğumlu Amerikalı ünlü bir psikanalist ve sosyologdur. Ruh bilimine Marksist - Sosyalist ve insancıl yaklaşımın en önemli temsilcilerindendir.

Hayatı

Heidelberg ve Münih Üniversiteleri'nde toplum bilim ve psikanaliz eğitimleri gördü. 1922 yılında Heidelberg Üniversitesi'nde doktora öğrenimini tamamladı. Münih'te ruh hekimliği ve ruh bilim üzerine ek incelemeler yaptıktan sonra, Berlin Psikanaliz Enstitüsü'nde eğitim gördü ve 1931 yılında mezun oldu.

30'lu yılların başlarında Almanya'da Nazi hareketinin güçlenmesi nedeni ile İsviçre'nin Cenevre şehrine yerleşti. 1933 yılında Chicago Ruh çözümleme Enstitüsü'nden aldığı davet üzerine Amerika Birleşik Devletleri'ne gitti. 1934 yılında, 1938'e kadar kadrosunda bir uzman olarak görev aldığı Frankfurt Toplumsal Araştırma Enstitüsü ile birlikte New York'a taşındı. Özel çalışmalarını sürdürdü ve Columbia Üniversitesi'nde öğretim görevlisi olarak çalıştı.

1946 yılında William Alonson White Ruh Hekimliği, Ruh Çözümleme ve Ruh Bilim Enstitüsü'nün kurucuları arasında yer aldı. Yale Üniversitesi, New York Üniversitesi Bennington Koleji, Michigan Eyalet Üniversitesi'nde öğretim görevlisi olarak çalıştı.

1949 yılında Meksika Ulusal Özerk Üniversitesi'nden gelen bir profesörlük önerisini kabul etti ve tıp fakültesi lisansüstü bölümünde ruh çözümleme şubesini kurdu, 1965 yılında emekli olana kadar orada çalıştı.

Emeklilik yıllarını geçirdiği 1980 yılında İsviçre'de öldü.

Marxist ve sosyalist, insancıl dünya görüşünü benimseyen Fromm, batı kapitalizmi ve sovyet komünizmini reddetmiştir.

Biyofili hipotezine olan katkıları, evrimsel psikoloji konusundaki araştırmalara temel sağlamıştır.

Erich Fromm'un çalışmaları birçok dile çevrilmiştir.

Felsefesi

Libidonun toplum içinde şekillendiğini savunur. Libido, ailelerde ortaya çıkar görüşündedir. Bu da bir bakıma kültür olarak adlandırılabilir. Mesela kapitalist toplum içindeki kapitalist ruh, kapitalizmi ayakta tutan libidodur.

Fromm'daki libido, Marx'ın tutku kavramına tekabül eder.

Fromm, yabancılaşma kavramını açıklarken kapitalizmin etkisinden söz eder. Zihinsel emekle maddi emek kişilik gelişimini önler. İş kişinin dışına çıkar, kişiyi belirler. Tüketim anlayışı, kişisel farkları ortadan kaldırır.

Kendilik kavramının yerine ben kavramı kullanılır. Bu da self kavramının yerine egonun kullanılmasıdır. Kendilik kavramı bir özdeşlik bildirir, "var" kelimesi de dışarıda olana sahibim demektir.

Eserleri

- Özgürlükten Kaçış (1941)

- Kendini Savunan İnsan / Ahlak Felsefesinin Psikolojisine İlişkin Bir Araştırma (1947)

- Ruh Çözümleme ve Din (1950)

- Unutulmuş Dil (1951)

- Sağlıklı Toplum (1955)

- Sevme Sanatı (1956)

- Sigmund Freud'un Kişiliği ve Etkileri (1959)

- Bırakın İnsan Kazansın : Bir Sosyalist Manifesto ve Program 1960

- Zen Budizm ve Ruh Çözümleme - D.T. Suzuki ve Richard de Martino ile birlikte (1960)

- Marx'ın İnsan Anlayışı (1961)

- Yeni Bir İnsan Yeni Bir Toplum (Yanılsama Zincirlerinin Ötesinde) Marx ve Freud'un Kıyaslanması (1962)

- Sevginin ve Şiddetin Kaynağı (1964)

- Tanrılar Gibi Olacaksınız (1966)

- Umut Devrimi (1968)

- Meksika Köyünde Toplumsal Karakter - Michael Maccoby ile birlikte (1970)

- Ruh Çözümlemeciliğin Bunalımı : Freud'un Denemeleri, Marx ve Toplumsal Ruh Bilim (1970)

- İnsandaki Yıkıcılığın Kökenleri (1973)

- Sahip Olmak mı, Olmak mı? (1976)



 

diShy

~ یơυℓℓεss ..
Onursal Üye
  • Üyelik Tarihi
    27 Kas 2009
  • Mesajlar
    24,120
  • MFC Puanı
    79
Lukianos
(M.S. 125- 192)

Yunan filozofu ve belagatçisi. İlk olarak öğrenimini tamamlamak için İonia okullarına gitti. Gezgin sofistlere duyduğu yakınlık yüzünden konferanslar vererek çeşitli ülkeleri gezdi. 161'e doğru yeniden Doğuya dönerek önce İonia'da sonra Antakya ile Samosata'da kaldı (163). Bir yıl sonra Atina'ya gitti ve orada yirmi yıl kaldı. Hayatının son yıllarında yeniden gezici sofistliğe başladı, sonra Mısır'da yüksek memur olmak için sofistliği bıraktı ve orada öldü.

Lukianos imzasını taşıyan seksen iki eser ve bir de taşlamalar derlemesi vardır. Bu eserlerin bir kısmının gerçekliği tartışma götürür. Lukianos önce bir süre belagat kitapları yazdı. Bunun yanında felsefi, ahlaki eserler ve hicivli taşlamalar yazdı. Bu çok zengin ve çok çeşitli eserlerinde Lukianos değişik üsluplar kullandı, çağının bütün fikirlerini didikledi, gelenekleri ve ön yargıları alaya aldı. Böylece hiciv diyalogu türünü yarattı ve tam anlamıyla Atinalılara özgü olan arı bir üslup içinde, zekası ve atılganlığıyla bu diyalogu geliştirdi.

 

diShy

~ یơυℓℓεss ..
Onursal Üye
  • Üyelik Tarihi
    27 Kas 2009
  • Mesajlar
    24,120
  • MFC Puanı
    79
Pierre Gassendi
Pierre Gassendi (d. 22 Ocak 1592 – ö. 24 Ekim 1655) Fransız düşünür, matematikçi ve bilim adamıdır.

Kendisinden sonraki felsefi ve bilimsel spekülasyonla tavır üzerinde oldukça etkili olmuş olan Gassendi, eski ilkçağ atomculuğunu canlandırmıştır. Felsefeyi, Hellenistik dönemde Epiküros'un yaptığı gibi, mantık, fizik ve ahlak felsefesi olarak üçe ayıran Gassendi, önce Descartesçı doğuştan düşünceler anlayışına karşı çıkmış ve bilginin esas kaynağının duyular ve tümevarım olduğunu öne sürerek, deneyci bir bakış açısı benimsemiştir.

Matematikçiliğinin de etkisiyle, tümdengelimden hiç vazgeçmemiş olan Gassendi, felsefi atomculuğu geleneksel maddi yorumundan sıyırmış ve onu, matematikle mekaniğin kendisine uygulanabileceği bir şekle büründürmüştür.

 

diShy

~ یơυℓℓεss ..
Onursal Üye
  • Üyelik Tarihi
    27 Kas 2009
  • Mesajlar
    24,120
  • MFC Puanı
    79
Ernst Bloch
1885'te Yahudi bir küçük memur ailesinin çocuğu olarak Ludwigshafen'de doğdu. Münih'te, fizik ve müzik yan dallarıyla destekleyerek, felsefe doktorası yaptı. "Emperyalist işgal savaşı" olarak gördüğü Birinci Dünya Savaşı'nın başlaması üzerine İsviçre'ye iltica etti.

1920'lerde Berlin'de bulunduğu yıllarda, Marksist tiyatrocu-yazar Brecht'le ve düşünür Benjamin'le yakın ilişkisi vardı. Nazilerin iktidara gelmesi üzerine tekrar ülke dışına çıktı. Son olarak gittiği Prag'ın da Nazi işgaline uğraması arefesinde ABD'ye göç etti. 1949'da, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Sovyetler Birliği himayesinde kurulan Demokratik Almanya Cumhuriyeti'ne taşındı, Leipzig Üniversitesi'nde çalıştı ve bir süre "devlet filozofu" muamelesi gördü. 1956'da Sovyetler Birliği'nin Macaristan'daki liberal-sosyalist rejime müdahalesini eleştirmesi ve derslerinde bu eleştirisi doğrultusunda "özgürlük ideali"ni işlemesi üzerine, zorunlu emekliliğe sevk edildi. 1961'de Batı Almanya'ya geçti ve Tübingen Üniversitesi'nde ders vermeye başladı. 1968 öğrenci hareketine eleştirel ama hararetli bir destek verdi.

1977'de Tübingen'de öldü. Üç bine yakın öğrencinin meşaleli yürüyüşüyle uğurlandı.

Başlıca Eserleri

- Geist der Utopie [Ütopyanın Tini], 1918;

- Thomas Münzer als Theologe der Revolution [Devrimin Teologu Olarak Thomas Müntzer], 1921;

- Freiheit und Ordnung [Özgürlük ve Düzen], 1947;

- Spuren [İzler], 1930;

- Subjekt – Objekt [Özne-Nesne], 1949;

- Erbschaft dieser Zeit [Bu Çağın Mirası], 1935;

- Avicenna und die aristotelische Linke [İbn-i Sina ve Aristotelik Sol], 1949;

- Das Prinzip Hoffnung [Umut İlkesi], 1954-1959;

- Naturrecht und menschliche Würde [Doğal Hukuk ve İnsan Onuru], 1961;

- Tübinger Einleitung in die Philosophie [Tübingen Mukaddimesi- Felsefeye Giriş], 1963;

- Atheismus im Christentum [Hıristiyanlıktaki Ateizm], 1968;

- Das Materialismusproblem, seine Geschichte und Substanz [Materyalizm Sorunu, Tarihi ve Özü], 1972;

- Experimentum Mundi. Frage, Kategorien des Herausbringens, Praxis [Dünya Deneyi. Soru, Çıkarsamanın Kategorileri, Praxis], 1975.

Kronoloji

- 8 temmuz 1885'te demiryollarında memur bir babanın oğlu olarak Ludwigshafen'da doğar.

- 1905-1908 arasında Münih ve Würzburg'ta felsefe, fizik ve Alman dili ve edebiyatı eğitimi alır.

- 1908'de Rickert ve Modern Bilgi Kuramı Üstüne Eleştirel İncelemeler başlıklı tezi ile doktora derecesini alır.

- 1908-1911 arasında Berlin'dedir, Georg Lukács ile kurduğu dostluk Heidelberg'de Max Weber çevresinde bulunmasına yol açar.

- 1917-1919 arasını Alman fetih savaşını protesto ederek İsviçre'de mülteci olarak geçirir.

- Yirmili yıllarda Bloch özellikle Berlin'de serbest gazeteci olarak çalışır ve Bertolt Brecht, Kurt Weill, Otto Klemperer, Walter Benjamin, Siegfried Kracauer, Theodor W. Adorno ile dostluk kurar.

- 1933'te tekrar İsviçre'ye iltica eder, daha sonra Viyana'ya, Paris ve Prag'a (burada Yeni Dünya Sahnesi'nin bir üyesi olarak çalışacaktır) geçer ve 1938'de en sonunda ailesi ile birlikte ABD'ye gider. Bu ülkedeki sürgün yaşamı yazarlık açısından son derece verimli bir dönem olarak kendini gösterir.

- 1949'da Leipzig'deki felsefe kürsüsündeki görevi kabul eder.

- 1953'ten itibaren Deutsche Zeitschrift für Philosophie'nin yayın kurulundadır.

- 1955'te Alman Demokratik Cumhuriyeti ulusal ödülünü kazanır ve Alman Bilimler Akademisi'nin sürekli üyesi olur.

- 1956'da Macaristan ayaklanmasının Sovyetler Birliği'nce bastırılmasının ardından Bloch'un özgürlük öğretisi Almanya Sosyalist Birlik Partisi'nin çizgisiyle çatışmaya girer. 1957'de Bloch zorla emekli edilir.

- 1961'de, Berlin Duvarı'nın inşasından sonra gittiği bir Federal Almanya ziyaretinden geriye dönmez ve Tübingen'de konuk profesörlük görevi alır.

- 1967'de Frankfurt Aziz Paul Kilisesi'nde Alman Yayıncılar Birliği'nin Barış Ödülü'nü alır.

- 1972'den itibaren sayısız ödülle onurlandırılır (örneğin Zagreb, Sorbonne, Tübingen üniversitelerinden onursal doktoralar).

- 4 ağustos 1977'de Tübingen'de ölene dek çalışmalarına devam eder.

 

diShy

~ یơυℓℓεss ..
Onursal Üye
  • Üyelik Tarihi
    27 Kas 2009
  • Mesajlar
    24,120
  • MFC Puanı
    79
Alain Badiou
(doğ. 1937, Rabat, Fas)

Önde gelen Fransız sol kanat düşünür, École Normale Supérieure ENS'nin eski Felsefe bölüm başkanıdır.

Badiou aynı zamanda Sorbonne'da kurs aldığı bir süre olan 1956 ile 1961 arasında öğrencisi olduğu ENS'de bir felsefeci olmak üzere resmi eğitim aldı. Matematiğe yönelik her zaman canlı ve sürekli bir ilgisi vardı. Çok genç yaşlarda siyasal alanda etkin oldu, SFIO Sosyalist Partinin bir uzantısı olan Birleşik Sosyalist Partinin (PSU) kurucularındandı. PSU özellikle Cezayir'in sömürge olmaktan kurtulması için etkin bir mücadele içindeydi.

İlk romanı Almagestes'i 1964'te yazdı. 1967'de Louis Althusser tarafından oluşturulan ve Jacques Lacan'ın etkisinde hızla büyüyen bir çalışma grubuna katıldı. Mayıs 1968'de öğrenci ayaklanmaları Badiou'nun aşırı sola geçmesine neden oldu ve UCFML gibi aşırı radikal komünist ve Maoist gruplara katıldı. 1969'da karşı-kültür düşüncesinin kalesi olan 8. Paris Üniversitesi fakültesine (Vincennes-Saint Denis), girdi.

Burada, felsefe çalışmalarını Althusserci "bilimsel" Marksizm programından sağlıksız sapmalar olarak gördüğü profesör Gilles Deleuze ve Jean-François Lyotard ile ateşli entellektüel tartışmalar yaptı. 1980'lerde hem Althusserci Marksizm hem de Lacan'cı psikanaliz bir düşüşe geçince (Lacan'ın ölümü ve Althusser'in akıl hastanesine yatırlması ile), Badiou, Théorie du sujet (1982) ve en büyük eseri, Being and Event (1988) gibi daha teknik ve soyut felsefe çalışmalarını yayınladı. Bununla birlikte, Badiou, son çalışmalarında da kullandığı, Althusser veya Lacan'ı ve Marksizm'e ve psikanalize dönük sempatik başvurularını, hiç bir zaman elden bırakmadı. ENS'deki şimdiki pozisyonunu 1999'da aldı.

Aynı zamanda başka bir çok kurumda da çalışmaktadır; Collège International de Philosophie (Uluslararası Felsefe Okulu) gibi. Kendisi şimdi, 1985'te Maoist UCFML'den bazı yoldaşlarıyla kurduğu "L'Organisation Politique"'in bir üyesidir. Badiou aynı zamanda bir tiyatro yazarı olarak Ahmed le Subtil gibi yazdığı oyunlarla büyük başarılar kazanmıştır. Son on yılda , artan sayıda eseri Deleuze, Manifesto for Philosophy(Felsefe için Manifesto), Metapolitics(Meta Politikalar), ve Being and Event gibi İngilizce'ye çevrilmiştir.

İngilizce yayınlanan New Left Review ve Cabinet Magazine gibi dergilerde Badiou'dan kısa metinler yayınlanmaktadır.

Felsefesi

Badiou felsefesinde bir çok düşüncenin tekrar kullanımını gerçekleştirir. Onun amaçlarından biri gerçeğin bu kategorilerinin her türlü felsefe eleştirisi için kullanışlı olduğunu göstermektir. Bu nedenle, bunları sanat ve tarih kadar ontoloji ve bilimsel keşifler için de kullanır.

Dört Diskur

Badiou'ya göre, felsefe, felsefi gerçekleri üretmesi açısından kendisinin gerçek prosedürler olarak kabul ettiği dört durum (Sanat, Aşk, Politika ve Bilim) içinde yapılabilir. Badiou çalışmalarında sürekli olarak, kendisinin felsefik bir "hastalık" olarak nitelendirdiği, bu diskurlardan her hangi birine kendi gerçeğini dayatmaktan felsefenin sakınması gerektiğini dile getirir. Badiou sıklıkla "birleşme noktalarını" veya farklı diskurlar tarafından üretilen gerçekler arasındaki istisnai bağlantı sahalarını bulmaya çalışmıştır. Badiou'nun gerçeklik prosedür içeriğinin dış gerçekliğin inkarı imasını içermediği akılda tutulmalıdır. Badiou, Lacan'ı takip ederek,'gerçeği', gerçeklik prosedürleri çerçevesinde etkide bulunacaklar üzerinde tekrar etkide bulunacak şekilde öğretilebilecek varolanın hacmini ancak sembolize edilemeyecek gerçekliği tasarlamak için kullanmaktadır. Böylece, bir gerçeklik prosedürüne gerçeğe ulaşmak için ihtiyaç duyulduğunda ,'gerçek' aynı zamanda onların gerçeği üretimi olasılığında bir dış sınır olarak iş görür.

Estetik Dışı

"The Handbook of Inaesthetics"(Estetik Dışının El Kitabı) kitabında Badiou,'inestetik' ifadesini "yansıma/nesne ilişkisi"ni inkar eden artistik yaratıcılık içeriğine gönderme yapmak için uydurmuştur. Mimesis düşüncesine veya'tabiatın' şiirsel yansımasına karşı bir tepki göstermek adına, Badiou sanatın'içkin' ve'biricik" olduğunu iddia eder. Bir sanat eserindeki aracısızlıkta sunulan gerçeklik duygusuyla, içkin ve sanat ve sadece sanatta bulunan gerçeklik duygusuyla, biricik. Felsefe ve sanat arasındaki bağ hakkındaki görüşü, kendisinin işlevlerini "bilginin biçimlerini onların içinde bazı gerçeğin bir delik açabilecek şekilde düzenlendiği" biçiminde iddia ettiği pedogoji motifine bağlıdır. Bu fikirlerini Samuel Beckett'in düz yazıları, Stephane Mallarme'in ve Fernando Pessoa'nun (bunlar O'na göre felsefenin şimdilik nüfuz edemediği eserler meydana getirdiklerini iddia ettiği sanatçılardır) şiirleri ve diğerlerinin eserlerinden oluşan örneklerle geliştirmektedir.

Türkçedeki Eserleri

- Sonsuz Düşünce Metis Yayınları, Nisan 2006, 2. Hamur
- Etik: Kötülük Kavrayışı Üzerine Bir Deneme Metis Yayınları, Mart 2004, 2. Hamur
- Felsefe İçin Manifesto Aralık Yayınları, Kasım 2005, 2. Hamur



 

diShy

~ یơυℓℓεss ..
Onursal Üye
  • Üyelik Tarihi
    27 Kas 2009
  • Mesajlar
    24,120
  • MFC Puanı
    79
La Mettrie
Frederick Julien Offray de La Mettrie (1709-51) bir doktordu. Ateşin anlık ve düşünce üzerinde yaptığı etkileri kendisinde gözleyerek fizyolojik etmenler ve ruhsal işlemler arasındaki ilişkileri incelemeye yöneldi. Histoire naturelle de l'âme başlıklı çalışması 1745'de çıktı, ve ertesi yıl Fransa'dan sürüldü. 1748'de Leyden'de L'homme machine'yi yayımladı, ve aynı yıl Hollanda'dan sürüldü. Büyük Frederick'den sığınma hakkı istedi. L'homme plante 1748'de Potsdam'da çıktı.

Ruhun Doğal Tarihi başlıklı çalışmasında (ki daha sonra Ruh Üzerine İnceleme olarak adlandırıldı) La Mettrie insanın ruhsal düşünce ve istenç yaşamının duyumlardan doğduğunu ve eğitim tarafından geliştirildiğini ileri sürer. Duyuların olmadığı yerde hiçbir düşünce yoktur; daha az duyu daha az düşünce demektir; ve nerede eğitim ve öğretim düzeyi düşükse, orada düşüncelerin bir yetersizliği söz konusudur. Ruh ya da anlık özsel olarak bedensel yapı üzerine bağımlıdır, ve ruhun doğal tarihi fizyolojik süreçlerin sağın gözlemleri yoluyla incelenmelidir. Duyular, der La Mettrie, onun filozoflarıdırlar. Özünlü olarak bedenden bağımsız tinsel bir ruh kuramı gereksiz bir önsavdır.

İnsan Bir Makine'de La Mettrie Descartes'ın dirimli bedeni bir makine olarak betimlemesine değinir. Ama onun görüşünde Descartes'ın ikiciliği ileri sürmek için, eş deyişle insandan özdeksel-olmayan ve özgür bir düşünen töz ile uzamlı bir tözden, bedenden oluşuyor olarak söz etmek için hiçbir dayanağı yoktu. Fiziksel örgenliğe ilişkin yorumunu bütün insana uygulaması gerekirdi. Aynı zamanda La Mettrie kendi özdek düşüncesinde Descartes'dan önemli ölçüde ayrılır. Çünkü özdek salt bir uzam değildir: ayrıca devim gücüne ve duyum sığasına da iyedir. En azından, örgütlenmiş ya da düzenlenmiş özdek onu düzenlenmemiş özdekten ayıran bir devim ilkesine iyedir; ve duyum devimden doğar. Bu doğuşu açıklayamıyor ya da sonuna dek anlayamıyor olabiliriz; ama özdeğin kendisini ve temel özelliklerini sonuna dek anlamamız olanaksızdır. Gözlemin bize devimin, eş deyişle örgütlü özdeğin ilkesinin doğduğu güvencesini vermesi yeterlidir. Ve, devim ilkesi verildiğinde, yalnızca duyum değil ama tüm başka ruhsal yaşam biçimleri de doğabilirler. Kısaca, tüm yaşam biçimleri en sonunda değişik fiziksel örgütleniş biçimleri üzerine bağımlıdır. Hiç kuşkusuz, bir makine andırımı insanı betimlemek için yeterli değildir. Ayrıca bir bitki andırımını da kullanabiliriz (bu yüzden, L'homme plante). Ama bu demek değildir ki Doğada kökensel olarak birbirlerinden ayrı düzeyler vardır. Onda tür ayrımlarından çok derece ayrımlarını buluruz.

Din sorunlarında La Mettrie tam bir bilinmezcilik ileri sürdü. Ama yaygın bir biçimde bir tanrıtanımaz olarak görülüyordu. Ve, gerçekten de, Bayle'in tanrıtanımazlardan oluşan bir Devlet olanaklıdır önesürümünü bunun yalnızca olanaklı değil ama istenebilir de olduğunu ekleyerek geliştirmeye çalıştı. Başka bir deyişle, din yalnızca ahlaktan bütünüyle ayrı olmakla kalmaz, üstelik ona düşmandır da. La Mettrie'ün törel düşüncelerine gelince, bunların doğası çalışmasının başlığı tarafından yeterince belirtilir.



 

diShy

~ یơυℓℓεss ..
Onursal Üye
  • Üyelik Tarihi
    27 Kas 2009
  • Mesajlar
    24,120
  • MFC Puanı
    79
Wilhelm Maximilian Wundt
(16 Ağustos 1832 – 31 Ağustos 1920)

Alman psikologdur.

Wilhelm Wundt formel ve akademik bir bilim olarak psikolojinin kurucusudur. Wundt; ilk psikoloji laboratuvarını kurmuş, ilk psikoloji dergisini hazırlamış ve deneysel psikolojiyi bir bilim olarak bilim dünyasına kazandırmıştır.

Wundt'un ilgi alanları; duyum ve algı, dikkat, duygu, tepki ve çağrışım konuları olmuştur.

Wundt Almanya'nın küçük bir kasabasında doğdu ve hayatının ilk yıllarını yoğun bir yalnızlık duygusu içerisinde yaşadı. Okulda düşük notlar aldı ve tipik bir "evin tek çocuğu" hayatını yaşadı (abisi yatılı bir okuldaydı)- Yaşıtı olan tek arkadaşı iyi huylu fakat şöyle böyle konuşabilen zihinsel özürlü bir çocuktu.

Wundt'un babası bir papazdı. Anne babası oldukça şen şakrak ve sosyal olmalarına karşın Wundt'un babasıyla ilgili ilk hatıraları pek hoş değildi. Wundt 80 yaşlarındayken çok canlı bir biçimde, babasını izlemeye çalışırken merdivenlerden nasıl düştüğünü hatırlıyordu. Ayrıca babasının onu bir gün okuldayken ziyaret ettiği ve öğretmenine dikkatini yöneltmediği için tokatladığı da hatıraları arasındaydı. İkinci sınıfın başlangıcında Wundt'un eğitimini babasının asistanı olan genç bir mahalle papazı üstlendi. Wundt bu gence ebeveynine olan duygusal bağlılığından çok daha güçlü bir bağlılık hissetti. Mahalle papazi başka bir kasabaya gönderildiğinde Wundt alt üst oldu. Bunun uzerine bu genç mahalle papazıyla birlikte yasamasına izin verildi. Ve 13 yaşına dek onunla kaldı.

Wundt'un ailesinde, hakikaten her disiplinde tanınmış insanlar ve güçlü bir bilginlik geleneği vardı. Söylenen oydu ki, "hakikaten Almanya'daki hiçbir aile ağacında Wundt'un ailesindeki kadar zihinsel olarak aktif ve üretici bireyler yoktur" (Bringmann, Balance, Evans, 1975, s. 288) Ne yazık ki, bu etkili aile geleneği gene Wundt tarafından sürdürülemeyeceğe benziyordu.

Wundt vaktinin çoğunu ders çalışmaktan çok hayal kurarak geçiriyordu ve Gymnasium’un ilk senesinde sınıfta kaldı. Sınıf arkadaşlarıyla iyi geçinemiyor, öğretmenlerden birisi tarafından sıklıkla tokatlanırken diğerleri tarafından alaya alınıyordu. Ve bir seferinde dayanamayarak okuldan kaçtı. Bu durum hiç de ümit verici bir başlangıç değildi.

Wundt yavaş yavaş hayallerini kontrol altına almayı öğrendi ve hatta oldukça popüler birisi oldu. Okul hayatından hiçbir zaman hoşlanmamış olmasına rağmen, zihinsel ilgilerini ve kabiliyetlerini geliştirdi. 19 yaşında okuldan mezun olduğunda üniversiteye hazırdı.

Wundt hayatını kazanırken aynı zamanda da bilim üzerine çalışmak amacıyla doktor olmaya karar verdi. Tedaviye yönelik çalışmaları Wundt'un bir yılını Tübingen Üniversitesi'nde geçirmesine sebep oldu Sonraki üç buçuk yılını anatomi, fizyoloji, ilaç ve kimya okuduğu Heidelberg’te geçirdi ve burada kimya alanında ünlü olan Robert Bunsen'den çok etkilendi. Yavaş yavaş tıp eğitiminin kendisine göre olmadığını anladı ve fizyolojiye yöneldi.

Berlin'de büyük fizyolog Johannes Muller ile geçen bir sömestrlik çalışmadan sonra Wundt 1855 yılında doktorasını yapmak için Heidelberg'e döndü. Fizyoloji alanında Heidelberg'te 1852'den 1864'e dek sürecek doçentlik dönemi başladı. 1858 yılında Helmholtz'un asistanı olarak atandı. Fakat yeni öğrencileri laboratuarın esaslarına alıştırma işi ona sıkıcı geldi ve bu rutinden birkaç yıl sonra vazgeçti. 1864 yılında yardımcı profesör oldu ve 1874 yılına dek Heidelberg’te kaldı.

Heidelberg'te fizyoloji araştırmaları yaptığı sırada, bağımsız ve deneysel bir bilim olarak psikoloji fikri Wundt'un zihninde canlanmaya başlamıştı. Yeni bir bilim olarak psikolojiyle ilgili ilk düşünceleri Duyusal Algılama Teorisine Katkılar başlıklı kitabında yer aldı. Bu kitabın çeşitli kısımları 1858 ve 1862 yılları arasında basıldı. Wundt bu kitabında evindeki donanımsız laboratuarında yaptığı orijinal deneylerini anlatmanın yanı sıra, yeni psikolojinin metodlarına ilişkin görüşlerine de yer vermişti. Wundt ilk kez deneysel psikoloji'yi ele aldı. Fechener'in Elementler (1860) adlı kitabıyla Wundt'un bu çalışması çoğunlukla yeni bilimin literatür alanındaki doğuşu olarak düşünüldü.

Beitrage'yi 1863 yılında ondan daha önemli başka bir kitap izledi: İnsan ve Hayvan Zihinleri Üzerine Dersler. Kitabın ilk baskısından yaklaşık 30 yıl sonra İngilizce tercümesiyle revizyondan geçirilmesi ve Wundt'un 1920'de ölümüne dek yeni baskılarının tekrar tekrar basılması bu kitabın öneminin bir işaretidir. Kitap birkaç yıl boyunca deneysel psikologların dikkatini çeken pek çok problemi tartışıyordu.

Wundt 1867 yılında, Heidelberg'te fizyolojik psikoloji dersi vermeye başladı. Bu, Wundt'un böyle bir dersi ilk kez resmi bir şekilde sunuşuydu. Heidelberg'teki bu çalışmanın dışında sık sık psikoloji tarihinin en önemli kitabı şeklinde anılan Fizyolojik Psikolojinin İlkeleri 1873 ve 1874 yıllarında iki bölüm halinde basıldı. Kitabin 37 yıl içerisinde, sonuncusu 1911 yılında olmak üzere altı baskısı yapıldı. Kuşkusuz, Wundt'un şaheseri olan bu kitap psikolojinin kendine özgü problemleri ve deneyleme metotlarıyla, bir laboratuar bilimi olarak resmen kurulmasını sağlamıştır. Uzun yıllar Grundzüge'nin müteakip baskıları deneysel psikologlara bir bilgi deposu ve yeni psikolojinin yükselişinin bir tutanağı olarak hizmet etti. Bu hizmet Wundt'un kitabin ön-sözünde belirttiği "yeni bir bilim alanının işaret edilmesi" girişiminin amacıydı. Kitabın kullandığı fizyolojik psikoloji başlığı yanıltıcı olabilir. 19. yüzyılın ortalarında "fizyolojik" kelimesi Almanca'da 'deneysel' kelimesinin eşanlamlısı olarak kullanılıyordu. Bu nedenle, Wundt bugün bildiğimiz fizyolojik psikolojiyi değil, deneysel psikolojiyi yazıp öğretiyordu. (Blumenthal, 1980)

Ek Bilgiler

Almanya'da 1879 yılında ilk psikoloji laboratuvarını kurarak deneysel psikolojinin adımlarını atmıştır. Zihnin yapısını incelemeye alan yapısalcılık ekolünün kurucusu sayılır. Almanya'da Leipzig Üniversitesi'nde kurulan bu laboratuvar sayesinde insan davranışlarının sebepleri bilimsel ortamda araştırmaya tabi tutulmuştur.

 

diShy

~ یơυℓℓεss ..
Onursal Üye
  • Üyelik Tarihi
    27 Kas 2009
  • Mesajlar
    24,120
  • MFC Puanı
    79
Granville Stanley Hall
(1844-1924)

Amerikalı psikologdur.

Granville Stanley Hall, Amerikan psikolojisinin en etkili ve önemli isimlerinden birisidir.

Hall, Wundt'un Leipzig'deki ilk psikoloji laboratuvarının ilk Amerikalı öğrencisi ve aynı zamanda Amerika'da psikoloji alanında doktora alan ilk isimdir. Hall bunların dışında Clark Üniversitesi'nin ilk rektörü ve Amerikan Psikoloji Derneği'nin de ilk başkanı olmuştur.

Hall, insanın psikolojik gelişim evreleri üzerine çalışmalar yapmış ve bu alanda ortaya koyduğu "evrimci gelişim tezleri"yle "Ruhun Darwin'i" olarak adlandırıldı. On göre insan zihninin normal gelişimi, bir dizi evrimsel aşamadan geçmektedir.



 

diShy

~ یơυℓℓεss ..
Onursal Üye
  • Üyelik Tarihi
    27 Kas 2009
  • Mesajlar
    24,120
  • MFC Puanı
    79
Jean Francois Lyotard
(10 Ağustos 1924-21 Nisan 1998)

Jean François Lyotard; filozof, edebiyat teorisyeni, postmodernizmin ve postmodern felsefeJean Francois Lyotardnin öncülerinden olan çağdaş Fransız düşünürüdür.

Modernizmin-sonrası ya da ötesi olarak algılanan süreci Lyotard Postmodern Durum olarak tanımladı ve aynı adlı kitabında moderniteyi ve modern düşünceyi bu bağlamda sorunsallaştırdı. Postmodern felsefe içinde ve postmodernizm üzerine yapılan tartışmalarda en çok gönderme yapılan isimlerden birisi oldu. Postmodernizmin en önemli teorisyenlerinden biri olan Lyotard'ın temel eseri Postmodern Durum'dur.

Lyotard, postmodernliği endüstri sonrası toplumun içinde bulunduğumuz şu anki evresine karşılık gelen bir durum ya da koşul olarak tanımlamıştır. Modernliği, bilim ve devleti meşrulaştırmak amacıyla kullanılan üstanlatıların oynadığı rol ile açıklayan Lyotard, bu üstanlatılardan ilerlemenin kesinliğini ve vazgeçilmezliğini vurgulayan iki tanesinin, modern bilimle Fransız Devriminin sonucu olan siyaset anlayışının özgürleştirici anlatısıyla, Hegelcilik ve Marksizmin spekülatif tarih felsefelerinin Batı kültürünü anlamak açısından büyük önem taşıdığını savunur.

Lyotard'ın çözümü, Wittgensteincı dil oyunlarının meydana getireceği heterojen ve çoksesli yapıdır. Lyotard'a göre, mutlak bir konsensüs değil de, zamansal ve yerel konsensüsler aranmalı, geçici sözleşmelerin peşine düşülmelidir. Başka bir deyişle, görüşlerinin ifade ettiği kökten kuşkuculuğa karşın, Lyotard ahlaki ya da siyasi hiççiliğe düşmemiştir.

Adaletin ne modası geçmiş, ne de kuşkulu bir değer olduğunu öne süren Lyotard, modernliğin demokratik potansiyelinin yenilenmesi ve derinleştirilmesi, onun demokratik güç ve itkilerinin diyalektik bir biçimde yoğunlaştırılması gerektiğini belirtmiştir. Dil oyunlarının indirgenemez çokluğunu ve çeşitliliğini benimseyen filozof, bakış açılarının çeşitliliğiyle seslendirilme hakkının yılmaz bir savunucusu olmuştur.

Yaşamı

Jean-François Lyotard 10 Ağustos 1924'de Versailles'de doğdu. 1956 yılında felsefe yeterlik sınavlarını başarıyla verdikten sonra, Cezayir'in Konstantin kentindeki lisede bir yıl ve ardından Fransa'da La Fléche adlı lisede yedi yıl boyunca felsefe öğretmenliği yaptı.

1954 ile 1964 yılları arasında Sosyalizm ya da Barbarlık adlı Fransız radikal Marksist dergiye, ardından İşçi Gücü adlı başka bir dergiye düzenli yazılar yazdı. Düşünsel yaşamının başlangıcında Marksist bir konumda bulunan Lyotard daha sonra, 1974 yılından itibaren (Economie Libidinale–Libidinal Ekonomi kitabıyla birlikte) Marksizm ve Modernizm temelli öğretileri eleştiren bir yöne geçti. Lyotard'da bu kitaptan itibaren Nietzsche'ci bir teorik-politik konuma geçişin izleri görülür.

1968 Mayıs'ı olayları sırasında, Lyotard Sorbonne-Nantere'de dersler verdi. 1987 yılında emekli olana dek önce Paris Üniversitesi'nde, daha sonra ise Saint-Denis'de öğretim üyesi olarak çalıştı. Aynı zamanda Paris'teki Uluslararası Felsefe Koleji'nin kurucu üyesi olan Lyotard, degisik araliklarla bulunduğu sekiz yıl boyunca ABD'nin çeşitli üniversitelerinde Fransız felsefesi ile eleştirel kuram üstüne dersler verdi. Bir süre Almanya'da da konuk profesör olarak da bulunmuştur.

Lyotard, 21 Nisan 1998'de Paris'te lösemiden öldü.

Düşüncesi

Lyotard'ın ilk çalışmalarından itibaren Fenomenoloji, Yapısalcılık, Hegelci diyalektik ve Marksçi siyaset kuramı gibi belli başlı alanlarda farklı açılımlar ortaya koyduğu ve eleştirel bir bakış açısı geliştirmeye yöneldiği söylenebilir. Dolayısıyla bu ögelerin kendi üzerinde etkisi de söz konusudur. 1954 yılında yayımladığı "La Phénoménologie" ( Fenomenoloji ) başlıklı kitabında Martin Heidegger ve Marlau-Ponty etkisi görülür; burada nesnelci, öznelci ve idealist eğilimleri aşmak üzere fenomenolojinin olanaklarından yararlanmaya çalışıldığı görülür.

Bunlardan başka Lyotard'ın üzerinde WittgensteinJean Francois Lyotardın, Immanuel Levinas'in, Theodor AdornoJean Francois Lyotardnun, Jacques Derrida'nın etkili olduğunu belirtmek gerekir. Lyotard, yapısalcı anlayıştan önemli şeyler almakla birlikte birçok kuramsal meselede ona karşı çıkmış, hem Dil'i anlamak bakımından dilbilimde hem de özellikle Sigmund Freud'un değerlendirilmesi bakımından psikanalizde yapısalcılık-dışı bir yol izlemiştir. Jacques Lacan'ın okuduğu anlamda Freud'u benimsemez.

Lyotard ve Post-modern Durum

Postmodern Durum adlı kitabı 1979 yılında yayınlandığında, yalnızca Fransa da ve belli bir entelektüel çevrede değil, her alanda ve ülkede etkili olmus, ve kısa sürede sürekli göndermeler yapılan bir metne dönüşmüştür.

1983 yılında Le Differende yayımlanır, burada Lyotard Wittgensteinci bir dil felsefesini uyarlamış olarak görünür. Lyotard bu doğrultuda kışkırtıcı modernizm okumaları gerçekleştirmiş ve kıta felsefesinin eleştirel kolunun güçlü isimlerinden biri olarak yer almıştır.

Lyotard, Wittgenstein'dan aldığı dil oyunları anlayışını geliştirir. Her dil oyunu'nun kuralları yalnızca kendi içinde belirlenimli olduğundan dolayıdır ki Lyotard'a göre dil oyunlarının çoğulluğunu benimsemek gerekir. Lyotard dil oyunlarının indirgenemez çokluğunu ve çeşitliliğini benimser. Dolayısıyla Lyotard'a göre, her dil oyunu kendini kendi bakış açısının çeşitliliğiyle seslendirme hakkına sahip olabilmelidir.

Lyotard'a göre post-modern durum, hem maddi koşullardaki değişimleri hem de düşünsel alandaki kopuşları içeren bir sürecin toplam ifadesidir. Buna yol açan her şeyden önce derin bir inançsızlık hali ya da başka bir değişle kökensel bir kuşkudur. Burada söz konusu olan ModerniteJean Francois Lyotardnin ya da Modernliğin meşruiyetine dair bir kuşkudur ve tüm bir modern projenin kendisine ve temel nosyonlarına yöneliktir. Lyotard, bu kuşkunun izlerini sürer ve anlamlandırır. Buna göre artık Büyük Anlatılar olarak adlandırdığı modernizme içkin bir düzine temel kavramın ( İlerleme, Aydınlanma, Rasyonellik, Özgürlük, Evrensellik vb.) inandırıcı olmadığı tespit edilir. Bu kuşku halinin kendisiyle birlikte başlayan yeni yaşam tarzı dönemin adı post-modern durumdur.

Bu durum içerisinde, Lyotard bilgiyle ilgili modernist hedeflerin tamamen tartışmalı olduklarını belirtir ve amaçlarla ilgili bu tartışmayı bir karara bağlamanın sağlam ya da nihai bir yolunun olmadığını gözler önüne serer. Burada ortaya ölçülemezlik ya da karşılaştırılamazlık denilen teorik sorun çıkar. Buna göre farklı adalet ve hakikat konumları birbiriyle karşılaştırılamaz ve birbirine indirgenemezdirler. Şu halde tek bir hakikate, salt bir akıl'a, evrensel bir yaşam konumuna yani tarihin ve ilerlemenin tek ve evrensel bir yönü olduğuna inanmak ve bunu teorik olarak temellendirebilmek olanaklı değildir.

Bu beraberinde meşruiyet sorununu getirir. Bilginin meşrulaştırımı artık bir Büyük Anlatı Jean Francois Lyotardya dayandırılamayacaktır, çünkü Endüstri-sonrası- toplumlar Jean Francois Lyotarddaki kültürel ve toplumsal gelişmelerin bir sonucu olarak artık Büyük AnlatılarJean Francois Lyotarda duyulan güven yerini derin bir kuskuya bırakmıştır.Endüstri-sonrası-toplum, bilgi ve informasyon teknolojisinin büyük bir rol oynadığı üretim yapısına geçiş yapmıştır. Bunun sonucunda gelişen Büyük Anlatılar'a yönelik inançsızlık tüm tarih felsefeleri'ne, teleolojik anlayışlara ve erekselci tarihsel vaatlerle ortaya çıkan politik ideolojiler Jean Francois Lyotarde kuşkuyla bakılmaktadır. Açıktır ki böyle bir değerlendirmenin eleştirel hedefi Modern toplum ve devlet anlayışları olduğu gibi, Marksist öğretinin kendisidir de.

Lyotard'a göre post-modernizmin siyasal anlamı, totaliterliğe karşı çıkıştır. Bu yönde aşırı iyimser olmakla eleştirilmiştir. Totaliterizm, modernizmdeki her tür öğretiye içkin hale gelen birlik ve düzen anlayışlarından, dahası mutlak akıl ve hakikat anlayışından gelir. Bunlara karşı heterojen ve çoksesliliği önerir, ki bu onun Wittgensteinci dil oyunları anlayışına uygun bir görüştür.Mutlak bir uzlaşmaya değil, geçici sözleşmelerin peşinde olunmalıdır. Lyotard'in kuşkuculuğu, nihilizme varmaz, adalet modası geçmiş bir kavram değildir ona göre, moderliğin demokratik potansiyeli vardır ve yapılması gereken onun yenilenmesi ve derinleştirilmesidir.



 

diShy

~ یơυℓℓεss ..
Onursal Üye
  • Üyelik Tarihi
    27 Kas 2009
  • Mesajlar
    24,120
  • MFC Puanı
    79
Nicola Malebranche
Malebranche, 17. yüzyıl felsefesinde Descartes'ten sonra Fransa'daki en büyük filozoflardan birisi olarak kabul edilir. Bu yüzyıl filozoflarının genelinde olduğu gibi Malebranche'nin felsefi çıkış noktası da Descartes felsefesinde temellendirilen "töz" kavramı olmuştur. Occasionalizm olarak adlandırılan Descartesci felsefe eğilimini en son mantıksal sınırlarına kadar götürmüştür. Malebranche, maddi ile ruhsal olanı birbirinden ayırır ve bunları birbirleriyle ilişkili kılanın Tanrı olduğunu söyler.

Ayrıca her türlü etkinliğin temel nedeni sonsuz töz, yani Tanrı'dır. Gerçek bir felsefe bu tek nedenin geçerliliğini kabul eder ve buna göre çalışır. Buna göre insan bilgisi ne öznenin kendisiyle ilgilidir ne de nesnenin kendisiyle, doğrudan bilgiyi ruha yerleştiren Tanrı'dır. Bilginin temeli bu bakımdan kendi bilincimizi yani Tanrı'yı bilmektir. Açık ve seçik olan yegane tasarım Tanrı'dır ve dolayısıyla kendi var oluşumuzu açık ve seçik olarak bilmemiz, kendimizi sonsuz tözün bir parçası olarak bilmemizden ileri gelir.

Böylece her tür bilgi Tanrı'nın bizdeki/içimizdeki ışığı olarak açıklanabilir. Malebranche'nin metafizik görüşü, hem bilgi teorisini hem de etik anlayışını temellendirir. Bu etik anlayışına göre, her tür istemimizin sonul ereği Tanrı'dır. İstemlerimiz (doğru ve yerinde olan istemlerimiz) tanrı sevgisinin bir parçasıdır. Mutluluk ve erdem bu dünyayı unutmak ve sonsuz tözü bulmak ve bilmek istemektir. Descartes felsefesinin yanı sıra Malebranche'de Augustinus etkisi görmek mümkündür. Tanrı bilgisi ile insan bilgisinin bir tür kaynaştırımı olan bu düşüncelerde, hem rasyonalizme hem de mistisizme varmak mümkündür. Malebranche iki yolu da birleştirerek bir senteze ulaşmaya çalışır.

Ek Bilgiler

Malebranche genç yaşta kendisini düşünmeye ve yalnızlığa vermiştir. Oratorium adındaki bir tarikatta çalışırken Descartes'in felsefesiyle tanışır ve çok etkilenir. Kısa süre sonra da bu öğretiyi geliştirmeye çalışacaktır. O da Descartes'in ruh ve madde kavramı arasındaki bağı Geulincx gibi Tanrı'nın bir vesilesinin sağladığına inanır. Bu ikisi birbirini etkileyemez. Sonlu yapılar birbirini etkileyemezler der. Buradan çıkan sonuç cisimler ruhları etkileyemediği gibi birbirlerini de etkileyemezler. Cisimlerdeki hareket Tanrı'nın bir istemesidir. Evrende tek etkiyen kuvvet Tanrı'dır. Tanrının istemesi olmadan insan ruhu ne algılayabilir ne de isteyebilir. Tek neden Tanrı'dır. Ayrıca Tanrı ruha her türlü bilgiyi koyar, hiçbir bilgiyi biz kendimiz yaratamayız.

İnsanın ruhuna tüm bilgiyi koyan Tanrı'dır. Malebranche şöyle der: "Biz her şeyi Tanrı'da görürüz." Tanrı cisimleri yaratmıştır; ancak bunu yaparken kendisinde bulunan cisimlerin ideallerine, örnek bilgilerine göre yaratmıştır. Bizim cisimler üzerine bilgimiz de yaratılmış reel cisimlerin bilgileri olmayıp Tanrı'daki bu örnekleri, idealleridir. Tek tek ruhlar da Tanrı'dan pay almış birer parçadır. Ruhlarda cisimlerde bağımsız değillerdir, Tanrı onların nedenidir. Tanrı ruhların, uzay da cisimlerin yeridir.

Bizdeki tüm isteme Tanrı'nın bir vesilesidir. Yani Tanrı'nın bir istemesidir. Ancak ruh Tanrı'dan pay almış eksik bir parça olduğu için bu isteme tek tek nesnelere yönelir. Doğru olan bütünü istemektir. En tümel olan, en yetkin olan varlık Tanrı olduğu içinde doğru isteme Tanrı'yı istemedir. İnsan tek cisimlerle olan ilgisini kesmeli ve sadece Tanrı'yı istemelidir. Aslında bu da Tanrı'nın kendi kendisini istemesi ve sevmesidir çünkü isteyen ruh Tanrı'nın bir parçası gibidir.

 

diShy

~ یơυℓℓεss ..
Onursal Üye
  • Üyelik Tarihi
    27 Kas 2009
  • Mesajlar
    24,120
  • MFC Puanı
    79
Niccolo Machiavelli (Makyavel)
Niccolò di Bernado dei Machiavelli (Makyavel olarak da bilinir) (3 Mayıs 1469 – 21 Haziran 1527) Tarih ve politika biliminin kurucusu sayılan Floransalı düşünür, devlet adamı, askeri stratejist, şair, oyun yazarı. İtalyan Rönesans hareketinin en önemli figürlerindendir. En ünlü eseri Prens'te, politik yazının tarihinde ilk kez iktidarın alınışı ve korunması gibi bir sorunu dinsel ya da ahlaki kaygıları dikkate almaksızın kendinde bir amaç olarak inceledi. Tüm yaşamı boyunca İtalya'nın birliği ideali için mücadele verdi. Fikirleri politik yazında olduğu gibi yaygın düşünüşte de giderek büsbütün olumsuz ve ilkesiz bir politik hırsın anlatımı olarak görüldü, "Makyavelizm" terimi bir düşünce sisteminden çok "amaç için her yolu mübah gören" politikacının tutumunu anlatan suçlayıcı bir sıfat haline geldi. Yine de Diderot, Rousseau, Fichte ve Hegel gibi büyük düşünürler Machiavelli düşüncesinin olumlu yönünü açığa çıkarmaya çalıştılar. Hegel'e göre "Machiavelli'nin gayesi, yani İtalya'nın bir devlet mertebesine çıkarılması, bu yazarın eserinde tiranlığın haklı gösterilmesinden ve muhteris bir despot için imal edilmiş altın yıldızlı bir aynadan başka bir şey görmeyen bütün görme özürlülerce anlaşılamadan kalmıştır." Hegel O'nun yöntemini şöyle özetler: "kangren olmuş uzuvlar lavanta suyuyla iyileştirilemez." İtalyan komünist filozof Antonio Gramsci ise O'nu "erken gelmiş Jakoben" olarak tanımlar.

Machiavelli, İtalyan halk dilini birleştirici bir ulusal temel olarak neredeyse yeniden yaratan Dante'nin eseriyle, Romalı sanatsal ve politik ideallerine büyük hayranlık besledi.

Öte yandan kendisinden yaklaşık üç yüz yıl önce Arap kökenli İbn-i Zafer Adil "Prens" isimli eseriyle ona öncülük etmiştir. İki eser arasında muazzam paralellikler bulunmaktadır. Ayrıca, mezar taşına "Hiçbir övgü bu adın büyüklüğüne erişemez." yazdırmıştır.



 

diShy

~ یơυℓℓεss ..
Onursal Üye
  • Üyelik Tarihi
    27 Kas 2009
  • Mesajlar
    24,120
  • MFC Puanı
    79
Menippos
(M.Ö. III. yüzyıl)

Yunan filozofudur. Ürdün Gadara kentinde doğan Menippos, Diogenes'in Kinik felsefesini izledi. Menippos yergisi adıyla bilinen yarı gülünç, yarı ciddi bir edebiyat türü geliştirmiştir. Yunanlı ve Latin yazarların öykündüğü bu tür Latin yergi sanatının gelişmesinde etkili olmuştur. Menippos'un yazıları günümüze kadar ulaşmamıştır, ama ona öykünen Latin yazarlardan, özellikle de Var, Seneca ve Lukianos'tan yapıtlarının niteliğiyle ilgili bir fikir edinilebilir.

Menippos'un eleştiri yaklaşımı felsefi düşüncelerin sergilenmesinde bir yenilikti. Olabildiğince geniş bir okur kitlesine ulaşmak amacıyla, diyalog biçiminin yerine, kurumları, düşünceleri ve gelenekleri alaya alarak düzyazı ve şiir karışımı bir yergi biçimi kullandı.

Yapıtlarında Hades'e iniş, müzayede ya da şölen gibi alışılmamış mekanları çarpıcı biçimde kullandı. Latin yazarlarda aynı yolu izlediler. Petronius'un M.S. I. yüzyılda yazdığı Satyricon, Menippos geleneği içinde yer alır. Daha sonraki bir başka örnek, birkaç kralcının, Katoliklerce kurulan Kutsal Birlik üzerine yazdığı düzyazı ve şiir karışımı Fransızca Satire Menippee'dir (1594).

 

diShy

~ یơυℓℓεss ..
Onursal Üye
  • Üyelik Tarihi
    27 Kas 2009
  • Mesajlar
    24,120
  • MFC Puanı
    79
Albertus Magnus
Albertus Magnus, Dominiken tarikatına girmiş ve Aristoteles'i ve Farabi, İbn Sina, İbn Rüşd ve İbn Tufeyl gibi Müslüman filozofların Aristoteles felsefesine ilişkin yorumlarını öğrenmiştir; daha sonra bu yorumlara dayanarak Hıristiyan inançlarıyla bağdaşabilecek yeni yorumlar getirmiştir. Felsefe sorunlarını akılla çözmeye çalışırken Kutsal Kitap'la çatışmamaya ve dolayısıyla inançla çelişmemeye büyük bir özen göstermiş ve bu yaklaşımıyla öğrencisi Thomas Aquinas'ı büyük ölçüde etkilenmiştir. Albertus Magnus'un Platon'dan çok Aristoteles'in felsefesini seçmiş olması tesadüfi değildir ve bu seçimi, özellikle İbn Rüşd gibi Müslüman filozofların etkisi ile açıklamak olanaklıdır.

Albertus Magnus'a göre, biri akıl ve öbürü ise inanç için doğru olan ve birbirleriyle çelişen iki doğru yoktur; gerçekten doğru olan her şey, büyük bir uyum içinde birleşmiştir.

Birçok bilimle ilgilendiği için Doctor Universalis (Evrensel Bilgin) lakabıyla tanınan Albertus Magnus, kimya alanında da çalışmış, nitrik asidin madenler üzerindeki etkisi ve altının arıtılması gibi kimyevi konuları incelemiştir; ayrıca astronomi ve biyoloji ile de ilgilenmiştir.

Albertus Magnus biyoloji alanındaki çalışmalarında kelime kelime Aristoteles'in Arapça çevirilerini izlemiş ve bunlar üzerinde yorumlar yapmıştır; kendisine özgü gözlemler ve saptamalar da bulunmaktadır. Hayvanlar Hakkında adlı eserinde kuş ve balıkların kan damarlarının dağılımı konusunda Aristoteles'in verdiği bilgilerden ayrılmıştır. Yumurtadan itibaren embriyonun gelişmesini anlatırken, organların sırasıyla nasıl şekillendiğini, göbek kordonu denen yapının yerini gelişim süreci içinde hangi damarın aldığını açık ve seçik bir şekilde anlatmıştır.

Bitkilerle de ilgilenmiş ve bu konuya ilişkin Bitkiler Hakkında adlı bir eserinde, ana çizgileriyle bitki betimlemeleri yapmıştır. Bir ara İtalya'ya giden Albertus Magnus orada portakal ağacını görmüş, bundan çok etkilenmiş ve özellikle portakal yapraklarını ayrıntılı bir biçimde tanıtmıştır.

Ek Bilgiler

Albertus Magnus, Derin ve çok geniş kapsamlı bilgisiyle, ortaçağda kendisine doktor üniversalis unvanı verilmiş olan 13. yüzyıl Alman düşünürü.

Zamanının hemen her alandaki tüm bilgilerini serimleyip yorumlayışıyla ün kazanmış olan Büyük Albertus, inanç ve vahiy yoluyla kazanılan bilgiyi birbirinden ayırmış ve bu ikisinin birbirine karşıt olmadığını söyleyerek inanç için bir hakikat, akıl için de ona çelişik bir hakikat bulunmadığını iddia etmiştir.



 

diShy

~ یơυℓℓεss ..
Onursal Üye
  • Üyelik Tarihi
    27 Kas 2009
  • Mesajlar
    24,120
  • MFC Puanı
    79
James Mill
(d. 6 Nisan 1773 – ö. 23 Haziran 1836)

İskoç tarihçi, ekonomist, politika teorisyeni ve filozoftur.

Northwater Bridge'de doğdu. Babası bir ayakkabıcı olan James Mill, annesi Isabel Fenton'dır. İskoçya'da zengin aileye mensup olmayanlara tanınan eğitim imkanlarından yararlanarak eğitimini tamamladı. Sir John Stuart M.P.'nin yardımıyla Montrose Akademisi'nden, felsefe ve Yunanca eğitimi aldığı Edinburg Üniversitesi'ne gitti. Daha sonra papazlık eğitimi aldı. 1801 yılında ise Londra'da gazeteci olarak çalışmaya başladı.

Ek Bilgiler

Forfarshire'li bir ayakkabıcının oğlu olan Mill, 1773 yılında doğdu. İskoçya'da zengin aileye mensup olmayanlara tanınan eğitim imkanlarından yararlanarak eğitimini tamamladı. Sir John Stuart M.P.'nin yardımıyla Montrose Akademisi'nden felsefe ve yunanca eğitimi yaptığı Edinburg Üniversitesi'ne gitti. Daha sonra papazlık eğitimi aldı. 1801 yılında ise Londra'da gazeteci olarak çalışmaya başladı.

1808 yılında Jeremy Bentham ile tanıştı. Mill, taraftarı olduğu Bentham'ın bazı çalışmalarının yayınlanmasında O'na yardımcı oldu. 1807 yılında David Ricardo ile tanıştıktan sonra Ricardo'nun "Principles of Political Economy and Taxation" adlı eserinin yazılmasında önemli bir rol oynadı.

Mill, 1806 yılında yazmaya başladığı üç ciltten oluşan "History of British India" adlı kitabını 1818 yılında yayınladı. 1819 yılında East India House'a atandı. Bu görev sırasında hazırladığı "Elements of Political Economy" adlı çalışmasını 1828 yılında yayınladı. 1816 ve 1823 yılları arasında Britannica Ansiklopedisi için başta hükümet ve kolonilerle ilgili olmak üzere çeşitli konularda makaleler yazdı. 1824 yılında radikal ve "faydacı" fikirleri savunan bir gazete olan Westminster Review'in kuruluşunu destekledi. 1824 ve 1828 yılları arasında daha sonra Londra Üniversitesi olan kurumun kuruluşunda görev aldı.


6 Nisan 1773'te İskoçya'da Forfar (Angus) bölgesinde Northwater Bridge'de doğdu, 23 Haziran 1836'da Londra'da öldü.

Edinburgh Üniversitesinde felsefe öğrenimi gördü. 1802'de gazetecilik yapmak üzere Londra'ya gitti. Londra'da Anti-Jacobin Re-view, Britiih Revieıv, Eclectic Revieıv ve Edinburgh Revieıv dergilerine sürekli yazı yazdı. Philanthropist adlı derginin yayın yönetmenliğini yaptı. 1808'de Yararcılık Utilitarianism adı verilen ahlak kuramını ortaya atan Bentham ile tanıştı ve onun etkisi altında kalarak, bir eylemin eğer mutluluğa yol açıyorsa doğru, mutluluğa yol açmıyorsa yanlış olduğunu savunan Yararcılık akımının önderlerinden biri oldu.

"Felsefi köktenciler" olarak da bilinen bu reformcu grubun etkinliğini genişletmek için çalıştı. Mill,1816-1823 yıllarında Encyclopedia Britannica'ya yazdığı hükümet, eğitim, basın özgürlüğü ve sömürgeler maddelerinde yararcılık ilkelerini bu konulara uyguladı ve 1823'tt Bentham ile birlikte çıkardığı We$tminster Review'de yazdığı, yasama ve cezaevleri konularındaki yazılarla görüşlerini yaymaya çalıştı. On bir yıl üzerinde çalıştığı Histoty of Britiih India'yı ("İngiliz Hindistanı'nın Tarihi") 1817'de üç cilt olarak yayımladı. Bu kitap toplumsal koşul ve dengeleri göz önüne alarak, Hindistan'ın sömürgeleştirilmesinin geniş kapsamlı bir irdelenmesi olması anlamında, alanında ilkti. Aynı zamanda, Hint uygarlığının gelişimi ve İngiliz egemenliğinin Hint gelenekleri üzerinde yaptığı tahribat üzerine incelemeleri de içeriyordu.

Mili yaygın oy hakkı ve üyeleri kısa aralıklarla yenilenen yasama organlarına dayalı bir temsil sisteminin, kendiliğinden, yasamanın yürütme üzerinde denetim kurmasına yol açacağını düşünüyordu. Mill'e göre, çoğunluk egemenliği, en çok sayıda kişinin en büyük mutluluğunun zorunlu önkoşulu değildir. Despot bir hükümdar, aydın ve iyilikseverse bu mutluluğu bilgisiz çoğunluğun yönetiminden daha etkin bir şekilde sağlayabilir, ama bunu güvenceye alacak bir kurumsal aygıt gereklidir. Mill'ii, öte yandan, "yoksulların", "ona sınıflar"a kendilerini temsil hakkını vereceğinden kuşku duymayarak, toplumsal sınıflar yerine bireylerin temsil edilmesi üzerinde duruyor, ve bu "ona sınıflar'a seçim hakkının verilmesiyle, "yoksullar"ın taleplerinin gerçekleşeceğine inanıyordu. Mili'in, 1806'da doğan ve eğitime ilişkin ilkelerini sıkı biçimde uygulayarak yetiştirdiği oğlu John Stuart Mill'e göre, babası, aklın gücüne fazla güvenmekte ve yasamanın bir sınıfın çıkarını temsil etmekten çıktığı durumda genel çıkara uygun işleyeceğine inanmaktadır. Mili, 1821'de yayımladığı Elementi of Political Economy'de ("Politik İktisadın Öğeleri") "felsefi köktencilerin klasik iktisat ve özellikle Ricardo iktisadı üzerine görüşlerinin bir özetini vermektedir. Bu kitabında, Malthus'un nüfus üzerine görüşlerinden yola çıkarak, sermayenin nüfusla aynı oranda artmadığı varsayımıyla, siyasal reformcuların temel sorununun nüfus artışı olduğunu savunmuş, Ricardo'nün görüşleri doğrultusunda da, esas olarak, toprağın "hak edilmemiş" değer artışının vergilenmesi gerektiğini ileri sürmüştür.

Yararcılık'ın psikolojik temelini netleştirmek için yazdığı Analysis of the Phenomena of the Humarı Mind'dî ("İnsan Aklının Görüngülerinin Çözümlemesi") Bentham'ın Hartley'den alarak, Yararcılık bağlamında kullandığı Çağırışımcılık Assodationism kavramı üzerinde durmuştur. Zihinsel görüngüleri çağrışım ile açıklamaya çalışmış, Yararcılık'ın, mutluluğun haz alarak ya da acıdan kaçınarak oluştuğu şeklindeki önermesini genişleterek, bireyin oluşturduğu çağrışımları, bireysel hazzın kaynağı olarak yorumlamıştır. Mill'in önemi, Bentham'ın düşüncelerini popüler hale getirmesinden ve onun kuramından yola çıkarak dönemin önde gelen birçok filozof, iktisatçı, tarihçi ve hukukçusunu içine alan bir okul kurmasından ileri gelmektedir. Özgün bir katkısı olmayan Mill'in çalışmalarında, Bentham ya da Hartley'de olmayan pek az şey vardır. Yararcılık kuramına katkısı, hükümet ve eğitim üzerine makalelerinde ve Hartley'nin çağrışımcı psikolojisini genişletmesindedir.

Başlıca Çalışmaları

- An Essay on the Impolicy of a Bounty on the Exportation of Grain, 1804.

- "Lord Lauderdale on Public Wealth", 1804, Literary Journal

- Commerce Defended, 1808.

- Thomas Smith on Money and Exchange, 1808.

- History of British India, 6 vols., 1817

- "Government", 1820, Encycl. Britannica

- Elements of Political Economy, 1821

- "Liberty of the Press", 1823

- Essays on Government, Jurisprudence, Liberty of the Press, Education, and Prisons and Prison Discipline, 1823.

- An Analysis of the Phenomena of the Human Mind, 2 vols., 1829

- Essay on the Ballot and Fragment on Mackintosh, 1830.

- "Whether Political Economy is Useful", 1836

- The Principles of Toleration, 1837.



 
Üst Alt