Neler yeni
MEGAForum - Teknoloji Forumu

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı yada giriş yapmalısınız. Forum üye olmak tamamen ücretsizdir.

  • Web sitemizin içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için Web sitemize kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Web sitemize üye olmak tamamen ücretsizdir.
  • Sohbetokey.com ile canlı okey oynamaya ne dersin? Hem sohbet et, hem mobil okey oyna!
  • Soru mu? Sorun mu? ''Bir Sorum Var?'' sistemimiz aktiftir. Paylaşın beraber çözüm üretelim.

Filozoflar

diShy

~ یơυℓℓεss ..
Onursal Üye
  • Üyelik Tarihi
    27 Kas 2009
  • Mesajlar
    24,120
  • MFC Puanı
    79
Platon(Eflatun):

Yunan filozofudur. Sokrates'in öğrencilerindendir. Sokrates ölüm cezasına çarpılınca (M.Ö. 399) Atina'dan ayrılan Platon (M.Ö. 429-347), Mısır ve Güney İtalya'ya yolculuklar yaptıktan sonra Dionysos I'in kayınbiraderi Dion tarafından Syrakusai'e çağrıldı. Bir süre sonra Atina'da kendi felsefe okulunu (Akademia) kurup Dionysos I'in ölümünden (M.Ö. 367) sonra yeniden Syrakusai'e giderek, Dionysos II'yi bir "düşünür-kral" olarak yetiştirmeye çalıştı.

M.Ö. 361'de üçüncü kez Syrakusai'e gidip genç kralla antlaşmazlığa düştüğü için kısa bir süre cezaevine kapatıldıktan sonra Atina'ya döndü. Ölürken akademisini yeğenine bıraktı.

Platon'un yapıtları 35 söyleşiden (diyaloglar) oluşur. Platon, matematik prensiplere hayrandı. O, diğer konuların da matematik prensiplere dayandırılmasını istiyor, matematiğin bir kesinlik ölçüsü olduğuna inanıyordu. Matematik, felsefe için bir giriş idi. O bakımdan Platon, Akademia'nın kapısına "Geometri bilmeyen buradan içeri girmesin" diye yazdırmıştır.

Platon felsefesi, akılcılık ve spiritüalizmin temalarından esinlenerek bu iki felsefe akımının bir tür bileşimini oluşturmuştur. Gerçeği araştırmak için Sokrates'in soru yanıt yöntemini felsefenin bütün alanlarına yayan Platon'a göre, anlaşılabilir bir dünyada idealar, gerçek varlığı oluşturur; sezgilenen her şey, bu ideaların birer eksik ve değişken yansımasıdır.

Platon, gerçekliği iki bölüme ayırmıştır. Birinci bölüm, duyular dünyasıdır. Bu dünya hakkındaki yaklaşık ve mükemmel olmayan bilgilerimizi, beş duyumuzu kullanarak edinebiliriz. Duyular dünyasındaki her şey için "her şeyin değiştiği" ve hiç bir şeyin sonsuza dek var olmadığı gerçeği geçerlidir. Duyular dünyasında hiç bir şey var değildir; burada bir şeyler ortaya çıkar ve sonra ortadan kaybolur. İkinci bölüm idealar dünyasıdır. Aklımızı kullanarak bu dünya hakkında kesin bilgilere ulaşabiliriz. İdealar dünyası, duyularla algılanamaz. Buna karşılık idealar (ya da biçimler) mutlak ve değişmezdir.

Platon, insanların ikiye ayrılmış yaratıklar olduğunu düşünür. "Değişen" bir vücudumuz vardır. Vücudumuz, duyular dünyasına bağımlıdır ve bu dünyadaki diğer şeylerin kaderini paylaşır. Tüm duyularımız vücudumuza bağlıdır ve dolayısıyla güvenilmezdir. Ancak bizim bir de ölümsüz bir ruhumuz vardır ki bu ruh, aklın yuvasıdır. Ruh, maddesel olmadığı için idealar dünyasına girebilir. Platon daha da ileriye giderek, ruhun bir vücuda yerleşmeden önce de var olduğunu ve ruhun önce idealar dünyasında var olduğunu söylüyordu.

Platon'a göre anlaşılabilir dünyayı topluca kavramayı sağlayan yüce bilgi, diyalektiktir. İdealar, birbirinden ayrı gerçeklikler değil, aynı ile başkanın, bir ile çokun, son ile sonsuzun karışmasından oluşan karışımlardır. Dolayısıyla, idea ve anlaşılabilir gerçek de birer karışımdır.

Platon'a göre insan vücudu üçe ayrılır: baş, göğüs ve karın. Bu bölümlerin her biri ruhsal bir erdeme karşılık gelir. Baş akla, göğüs isteme, karın da haz ya da arzuya karşılık gelir. Bu üç ruhsal yeti, bir ideale ya da bir değere bağlanabilir. Akıl, bilgeliğe ulaşmaya çalışır; istek cesaret gösterir; arzu da insanın ölçülü olması için denetlenir. İnsanın bu üç bölümü bir bütün içerisinde hareket etmeye başladığı zaman uyumlu ya da "bütünlüklü" bir insan ortaya çıkar.

Platon, "Devlet" adlı diyaloğunda "ideal devlet"i anlatır. Burada anlatılan örnek bir devlet ya da "ütopik" bir devlettir. Platon, bu devletin filozoflar tarafından yönetilmesi gerektiğini söyler. Platon, tıpkı bir insan vücudu gibi yaratılmış bir devlet düşünür. Bu devlet aynı şekilde üçe bölünmüştür. Vücudun "başı", "göğsü" ve "karnı" olduğu gibi devletin de yöneticileri, bekçileri (veya askerleri) ve ticaretle uğraşanları (bunlara zanaatkârlar ve köylülerde dahildir) vardır. Ona göre sağlıklı ve uyumlu bir insan nasıl dengeli ve ılımlı ise, "adil" bir devlet de herkesin bütün içindeki yerini bilmesiyle ortaya çıkar.

Platon'un felsefesinde genel olarak geçerli olduğu gibi, onun devlet felsefesi de rasyonalizmden etkilenir. İyi bir devlet yaratmanın yolu, bu devletin mantıkla yönetilmesinden geçer. Başın vücudu yönetmesi gibi toplumu yönetenler de filozoflar olmalıdır.

Platon, kadınların da erkekler gibi yönetici olabileceklerini söylüyordu. Bunun da nedeni, yöneticilerin siteyi yönetmesinin tam da akılla mümkün olmasıydı. Kadınlar da erkekler gibi aynı mantığa sahipti. Kadınları yetiştirmeyen bir devletin yalnızca sağ kolunu çalıştırıp güçlendiren bir insana benzediğini söyler.

Platon, aile ve özel mülkiyeti de reddediyor, bunların devleti yönetenler ve koruyanlar tarafından idare edilmesini savunuyordu. Görüşleriyle Plotinus'u ve Hıristiyan din bilimcileri etkilemiş olan Platon'un başlıca söyleşileri arasında Devlet, Şölen, Phaidon, Gorgias, Protagoras sayılabilir.
 

diShy

~ یơυℓℓεss ..
Onursal Üye
  • Üyelik Tarihi
    27 Kas 2009
  • Mesajlar
    24,120
  • MFC Puanı
    79
ZEUS', eski Yunan mitolojisi'nde Olympos dağının tek sahibidir. Şimşek, kartal ve meşe ağacı Zeus'un simgeleridir.

Gökyüzünün, şimşek ve gökgürültülerinin tanrısıdır. Çoğu zaman elinde bir şimşek ile resmedilmiştir.


Rheia, Zeus'u doğurur fakat Zeus'un titanlar'a düşman olacağını önceden bilen titanların annesi Gaia Zeus'u öldürme emrini 2.ci oğlu Kronos'a verir. Kronos Rheia'ya giderek olayı anlatır ve Rheia, Zeus'u titanlara vereceğine dair söz verir. Fakat Zeus doğduktan sonra bu sözünden vazgeçer ve Zeus'u bir kartala emanet eder. Kronos gelince de bebeğe benzeyen bir taş parçasını beze sarıp Kronosa uzatır. Kronos taşı farketmeden yutar ve geri gider, fakat Gaia olayı öğrenmiştir ve oğlu Kronos'u yok eder. Zeus ise bir mağarada büyür yeterli güce ulaşınca annesini ve kardeşleri Hades ve Poseidon'u esir eden Kronos'nun elinden kurtarır ve titanlara savaş açar. Titanların ruhlarını yakalayarak onları esir eder fakat en büyük titan olan Atlas, bu olayı duyunca hemen savaş bölgesine gider ve tam Gaia ve dört kardeşi esir olacakken onları kurtarır. Zeus'da Atlas'ın ruhunu yakalar ve onu sonsuza dek dünyayı taşımaya mahkum eder. Kurtulan diğer titanlar yer altında daha güvenli bir yerde yaşamaya başlamışlardır. Anne titan Gaia Zeus'tan intikam almak için oğlu Prometheus'u Olympos dağındaki hayat ateşini çalmak için gönderir. Prometheus ateşi Zeus dan çalmayı başarır. Gaia bu ateşle insanoğlunu yaratır ve Zeus'a düşman etmek için uğraşır ama insanlar Zeus'un tanrı olduğuna inanır ve ona taparlar. Gaia'nın bu planı da boşa gitmiştir. Aradan uzun zaman geçer ve Zeus'un üç tane çocuğu olur; Ares, Athena ve Feyim adlı bu üç yeni savaş tanrısı olympos dağının üyesi olurlar. Tüm bilgilerin yanısıra haşin ve cömertliği ile bilinen Zeus'un oğlu Feyim olympos dağında öğrenim görmüştür. Kültürlü, zeki, çevik ve ahlaklı bir yapısı vardır.

Zeus'un oğulları içinde en hayırlısıdır. Athena ya olan karşıtlığıyla tanınmaktadır. Fikirsel konularda her daim ayrı düşmüşlerdir. Zeus'un oğlu Feyim babasına işlerinde yardım ederdi. Bu neden ile Zeus onu çok severdi. Truva Harbinde Truvalıları desteklemiş ancak sözünü geçirememiştir. Bunun üzerine Yunanlılar Athena'nın safına geçmiştir. Kaybeden Truvalılar İtalya'ya giderek orada bir koloni kurmuştur. Ayrıca bazı Yunan kolonileri ona adeta tapardı.Bu neden ile eski Truvalılar Zeus düşmanlığı ile tanınır. Ares'e olan düşmanlığı ve Athena'nın ona duyduğu kıskançlık Athena'yı ve Ares'i Feyim'e düşman yapmıştır. Bir gün Feyim tahtında otururken Athena yanına gelip Feyim'e kırmızı şarap ikram eder. Feyim bu duruma şaşırır ama belli etmez. Şarabı içer ve taşa dönüşür. Athena Feyim'i öldürmek için şaraba zehir koymuştur. Bundan öncede bir savaş sırasında Ares, Feyim'e gökten taş yağdırmıştır. Fakat Feyim babasından dolayı sahip olduğu şimşekleriyle Ares'in saldırısını geri çevirmiştir. Feyim taş olduktan sonra Zeus olayın duyulmaması için Feyim'in taşlaşmış halini günümüzdeki İstanbul'a gönderir. Geçen zaman dilimi içerisin de Bizantion adında bir ticaretci günümüz İstanbul'unda Feyim'in taşlaşmış halini bulunca Feyim adına anıtlar dikilmiştir.Ancak günümüzde bu anıtlara rastlanılmamaktadır.

Zaman ile tahrip olan anıt yok olmuştur. Feyim anıtının geriye kalan parçaları üçe bölünüp, biri Yunanistan'a, diğeri eski Bizans Kralları'nın kaçış yolu olarak bilinen Kayabaşı'nda ki Şahintepe Mağarasına,sonuncusu ise Çemberlitaş Kulesi'nin altında olduğu çeşitli tarih ve arkeologlar tarafından savunulmaktadır.Zeus'un oğlunun mezarı Alaiye(Alanya) dadır.

Athena titanlarla dost olur. Bunu öğrenen Ares, babası Zeus'a bildirir, Zeus da Athena'ya bir daha yeryüzüne inmeme cezası verir ve Athena artık Ares'e düşman olmuştur. Bu olayı duyan Feyim de Ares'e düşman olmuştur. Ares'in dünyayı ele geçirmek için topladığı orduyu Athena yok eder. Ares'de buna karşılık Athena'nın şehri Atina'yı yıkmak için işe koyulur fakat ares Atina'ya giremez. Şehri yok etmenin yollarını düşünen Ares, Atina olan bir savaşı izler. Bu savaş barbarlarla Sparta'lıların savaşıdır. Yenilen Sparta ordusundan geriye tek bir kişi kalır, o da Sparta ordusunun komutanı Kratos'dur. Kratos evinden ayrılırken karısına ve kızına ölmemek için söz verir. Barbar lideri ise Kratos'u köşeye sıkıştırır ve tam öldürecekken Kratos düşmanını yok etmesi karşılında hayatını Ares'e satar. Ares'in eline büyük bir fırsat geçmiştir. Kratos'u Atinayı yıkmak için kullanmak ister ve kratos un önerisini kabul eder ve tüm barbarları yok eder. Kratos'a kaos bıçaklarını verir bu bıçaklar üç metrelik bir zincire bağlıdır. Bu zincirler kratos'un eline yapışır. Kratos artık bir tanrı gücüne kavuşmuştur. Ares kratos'dan kratos'un köyündeki herkesi öldürmesini ister ve kratos herkesi öldürür ve geriye bir tek kızı ve karısı kalır. Ares kratos'un iradesini alır ve karısını ve kızını öldürür. Kratos artık ares'ten nefret etmektedir.

Zeus aşktan çok güzellikle ilgilidir tanrıçaların en güzellerinden Hera ile evlenebilmek için hayli uğraşmıştır.Ama bu yalnızca evliliğin kutsallığını bozmuştur.Buna çok kızan Hera ona yaşamını zindan etse de aldırdığı yoktur.Hera nın korkusundan aşk meceralarına hayvan kılığına girip öyle gider.Hera evlilik tanrıçası olduğu için Zeus la iyi geçinmek zorunda olsa da Zeus'un evlilikdışı çocuklarına ve ilişkiye girdiği kadınlara yapmadığını bırakmaz.Zeus başlangıçtaki yumuşaklığını kaybeder o ve posedion'un öfkesi korkunçtur.Tek fark Zeus'unkini çabuk geçmesidir.Zeus yine sevecen tavırlar takınmaya başlar.

Tanrıçalarla evlilikler

* Metis: Athena
* Themis: Hora'lar ve Moira'lar
* Dione: Aphrodite
* Eurynome: Kharis 'ler
* Mnemosyne: Musa'lar
* Leto: Apollon, Artemis
* Demeter: Persephone
* Hera: Ares, Hebe, Eileithya (Hephaistos)

Kadınlarla evlilikleri

* Alkhemene: Herakles
* Antiope: Amphion, Zethos
* Kallistro: Arkas
* Danae: Perseus
* Aigina: Aiaskos
* Elektra: Dardanos, lasion, Harmonia
* Europa: Minos, Rhadamanthys
* İo: Epaphos
* Leda: Helena, Dioskur'lar
* Maia: Hermes
* Niobe: Argos,Pelasgos
* Pluto: Tantalos
* Semele: Dionysos
* Taygere: Lakedaimon
* laodamia:sarpedion
 

diShy

~ یơυℓℓεss ..
Onursal Üye
  • Üyelik Tarihi
    27 Kas 2009
  • Mesajlar
    24,120
  • MFC Puanı
    79
Prometheus, Hesiodos'a göre İapetos'la ve Klymene'nin oğlu ve Atlas, Menoitios ve Epimetheus'un kardeşidir. Bazı metinlerde Prometheus'un annesi Asia ve kardeşi Athos olarak gösterilir. Prometheus, öteki kardeşleri gibi, tanrısal düzene kafa tutmuş, karşı çıkmış ne var ki öteki kardeşlerinden farklı olarak sonunda insanlar yaratmak ve onlara ateşi (yaratıcılığı, bilimi, uygarlığı) vermekle bu düzeni değiştirmeyi başarmıştır.

Olympos tanrılarının kuvvet ve kudretine karşılık, Prometheus'da kurnazlık ve zeka vardır. Titanların isyanları sırasında tarafsızlığını korumuş ve başkaldırmamış bir Titan oğlu olarak Zeus'un gözüne girmeyi başarmıştı. Zeus onu Olympos'daki ölümsüzlerin arasına aldı. Oysa o Zeus ve arkadaşlarına karşı kin besliyordu. Dedelerinin öcünü almak için, kendi gözyaşıyla yoğurduğu balçıktan ilk insanı yarattı. Sonra onun acizliğine acıyarak, Hephahistos (Ateş Tanrısı) alevler saçan ocağından bir kıvılcım çaldı ve insanlara armağan etti. Bunun için Tanrı Zeus tarafından Kafkas Dağında zincire vurulmuş ve Prometheus Desmotes (zincire vurulmuş Prometheus) adıyla anılmıştır. Tanrılarca görevlendirilen bir kartal(bazen akbabayla karıştırılır) sürekli olarak, her gece yeniden oluşan karaciğerini kemirmektedir. Onu Kafkas dağının tepesindeki bu işkenceden Zeus'un oğlu yarı tanrı, ölümlü Herakles kurtarır. Prometheus; "Zeus tahtından düşmedikçe benim işkencelerimin sonu yoktur" der, böylelikle insanlığa özgürlüğün yolunu göstermiş olur.
Bu arada Zeus, kendisini hiçe sayan insanlara da bir ders vermek için, Hephaistos'a su ve balçıktan ilk bakirenin heykelini yaptırdı ve kalbine ruh yerine Prometheus'un ateşi çaldığı yerden aldığı bir kıvılcımı koydu ona Pandora ismini verdi. Onu insanlara yollarken eline verdiği kutuda ise tüm kötülük ve ızdıraplar vardı. Zeus böylece insanlardan da intikamını aldı.

Zincire vurulmasındaki asıl neden Zeus'un ondan korkuyor olmasıdır. Geleceği görme yetisi olan bir titan'dır ve bu yetisini kullanarak Zeus'un Kronos'u tahttan indirmesine yardımcı olmuştur. Gelecekte de Prometheus'un bu özelliğini kendisinin tahttan düşürülmesi için de kullanacağından korkan Zeus, Prometheus'un ateşi (bilgiyi) çalarak insanlara vermesi ile ondan kurtulmak için gerekli fırsatı elde etmiştir. Bu işkence 30000 yıl sürmek üzere planlanmıştı, fakat Herkül'ün onu serbest bırakmasıyla Prometheus kendisinin karaciğerini her gün yiyen kartalı buldu ve öç olarak Zeus'un Prometheus'u cezalandırmakla görevlendirdiği kartalın karaciğerini yedi. Zeus bu şekilde cezasını sonlandıran Prometheus'u affetti ve tekrar ölümsüzler arasına aldı.
 

diShy

~ یơυℓℓεss ..
Onursal Üye
  • Üyelik Tarihi
    27 Kas 2009
  • Mesajlar
    24,120
  • MFC Puanı
    79
1623-1662 yılları arasında yaşamış olan Fransız düşünürü ve matematikçisidir. Aynı zamanda büyük bir matematikçi olan Pascal, Toricelli deneyi üzerine eserler yazmıştır ve bir hesap makinesi icat etmiştir. Temel eseri ölümünden sonra yayınlanmış olan Düşünceler’dir. 1654 yılında dini bir tecrübe yaşamış, hayatının bundan sonraki dönemine, bilimsel çalışmalarından çok, din ve Tanrı konusundaki görüş ve tartışmaları damgasını vurmuştur. Başka bir deyişle Pascal deist bir hümanizm, rasyonel bir kuşkuculuğun ve özgür düşüncenin egemen olduğu bir çağda ve toplumda, Tanrı’nın ve tanrısal kayranın gerekliliğine egemen olduğu bir çağda ve toplumda, Tanrı’nın ve tanrısal kayranın gerekliliğini ve gücünü gösterme çabası içinde olmuştur.

Büyük Fransız matematikçisi kısa süren yaşamına rağmen, matematik tarihinde vazgeçilmezler arasına adını yazdıracak kadar önemlidir. 1623 yılında Clermont’da doğmuştur. Çok genç yaşlardan itibaren matematiğe olan ilgisi ve yeteneği sayesinde, hızlı bir ilerleme göstererek, yaşıtlarının çok ilerisindeki matematik konularıyla ilgilenmeye başlamıştır.

Descartes ve Fermat gibi çok ünlü ve Fransız matematiğine çok şeyler katan iki büyük bilginle aynı zamanı paylaşmak şansını bulabilmiştir. Onlarla tanışmak, görüşmek ve bazen de mektuplaşmak fırsatını bulmuştur. Bu arada, bu gibi buluşmalarda ya da tanıştırmalarda yine Fransız Mersenne’in rolü de unutulmamalıdır. Babası bir amatör matematikçiydi. Denilebilir ki, Pascal, matematik sevgisini ve ilk bilgileri ondan almış olmalıdır. Belli bir olgunluk yaşına gelince, babasıyla birlikte Paris’te bulunan Mersenne Akademisi’ne kabul edileceklerdir.


Onun çalışmalarında zaman zaman fizikçi yönü de öne çıkmaktadır. Nitekim Toriçelli tarafından yapılan deneylerin bir kısmını da yakından izlemiştir. Kendisi de konuya dahil olarak, barometre deneyini farklı yükseklikler için, özellikle 1648′de Puy de Döme’da yinelemiştir. Bu deneylerine ve bulgularına Traite du vide adındaki eserinde yer veriyordu. O ayrıca sıvılardaki denge üzerine ve havanın ağırlığı ile ilgili olarak bazı çalışmalar yapıyor ve bunlara ait vardığı sonuçları çeşitli makalelerinde bilim dünyasına sunuyordu. Fizik ile çalışmaları bu gibi konularla oldukça sınırlıdır. Onun esas çalışmaları, matematik ile ilgili olanlardır.

Matematiğe ilişkin çalışmalarını değişik alanlara yönlendirmiştir. Q bir yandan olasılık ile ilgileniyor, bir yandan da kendi adını verdiği hesap makinesi için çalışıyordu. Bir taraftan da analizin bazı konularıyla ilgileniyordu. 16 yaşındayken koniklerle ilgili yaptığı çalışma dikkat çekiciydi. 1642-1643 yılı, onun hesap makinasını icat ettiği yıllardır. Bu tamamen mekanik düzenekli ve sadece toplama ve çıkarma işlemlerini yapabilen basit bir düzenek olsa da, türü itibariyle bir ilkti.

Babası 1651 yılında vefat etti ve kızkardeşi Port-Royal’e giderek rahibe oldu. Pascal bir bakıma yalnızdı artık. Zengin ve kibar çevrelere katılıyor, orada özel insanlarla tanışıyordu. Örneğin Roannez Dükü ve talih oyunları üzerine dikkatini yoğunlaştırmış Mere şövalyesi bunlardan ikisiydi. Pascal bu konudaki fikrini, rastlantı geometriye dökülebilir şeklinde açıklayarak ve bir anda bu gibi kimselerin ilgi odağı olacaktır. Böyelikle, çevresindeki bu kumarbazlar ve talih oyuncularının yüzünden olasılık hesabına yönelecektir. İşte bu aşamada O’nun imdadına, O’nun adıyla anılan ünlü Pascal üçgeni yetişir. Bu üçgen bilindiği gibi bir aritmetik dizgedir, (a+b)n binom açılımındaki katsayıların oluşturduğu düzeneğe verilmiş bir addır.

Katsayıların varlığı ve oluşum kuralı yüzyıllar boyu bilinmektedir. M.֒sinde Çin’lilerden başlayarak Türk ve İslam matematikçileri tarafından bulunmuş ve kullanılmıştır. bu kadar bilinen bir şeyin Pascal adına tescil edilmesi yanlışlığı, ya yukarıda sözü edildiği gibi bilim dışı ortamlarda bunu kullanarak işini görmesinden ya da Avrupa’nın kendine özgü anlayışından kaynaklanmaktadır.

(a+b)n açılımının katsayıları: n=0 için 1n=1 için 11n= 2için 121 n =3 için 1331n=4 için 14641n=5 için 1 5 10 10 5 1
şeklinde düzenlenmiş olacaktır. İşte bu şekilde oluşan bu dizge Pascal üçgeni adımı almaktadır. Pascal bir ara yeni çalışmalara yönelmiştir. Burada sikloit üzerine çalıştığı görülecektir. Daha sonra Leibniz’in de yararlanacağı, Traite des sinüs du auart du cercle Çeyrek çemberin sitüsleri üzerine bir inceleme adlı eserinde bu çalışmalarından söz etmektedir. Bu eserinde sözünü ettiği en önemli buluşu ise karakteristik üçgen olmuştur. 31 yaşına girdiği 1654 yılında bu gibi çalışmalardan, tam da anlaşılamayan bir nedenle elini çekiyor ve 23 Kasım 1654 günü, daha önce kızkardeşinin girmiş olduğu Port-Royal’e girerek, kendini tamamen dine adıyordu. Bu farklı yaşamında da bilimsel çalışmalarına devam ediyordu. bu çalışmaların sonunda, gerçekten söz edilmeye değecek düzeyde önemli bir eser ortaya çıkarmıştır. Bu eserin adı Pensees’ti, yani Düşünceler.

Bu kitabında yine matematikten ve özellikle olasılıktan söz eder. Burada açıkladığı bazı kavramlar ileride de bu konuyla ilgileneni matematikçiler tarafından aynen kullanılacaktır. Bir oyunda, matematik ümit, fiyatın değerinin onu kazanmak olasılığıyla çarpımıdır şeklindeki yargısı o gün için çok çarpıcı kabul edilmelidir.

Pascal için ebedi saadetin kıymeti sonsuzdur. Bu konuda şöyle düşünmektedir, ‘Tam bir dini yaşam sürerek ebedi saadeti kazanmak ihtimali çok az olsa bile matematik ümit sonsuz olduğundan bir yaşamın bu şekli mükafatlandırılacaktır.’ Bu gibi görüşler içinde kaleme aldığı Pensees’de yaşam ile olasılığı bir arada tartıştığı görülmektedir. Ancak bu yapıtıyla birlikte artık sağlıklı bilgiler ürettiği kuşkulu görülmeye başlanmıştır.

1658 yılında, bir hastalığa yakalandı. Uyku saatleri haricinde şiddetli baş ağrılarından şikayet etmeye başlamıştı. Böylece gittikçe artan şiddetli ağrılara katlanarak dört yıl geçirdi. 1662 yılının Haziran ayında, evini bir fakir aileye bağışlayarak, kızkardeşinin yanına giderek ona sığınacak ve kısa bir süre sonunda da ızdıraplar içinde kıvranarak ölecektir. 39 gibi genç bir yaştayken vefat etmiştir.
 

diShy

~ یơυℓℓεss ..
Onursal Üye
  • Üyelik Tarihi
    27 Kas 2009
  • Mesajlar
    24,120
  • MFC Puanı
    79
Arnold Geulincx
Arnold Geulincx 31 Ocak 1624′te Antwerp’te doğan ve 1969 Kasım’ında vefat eden Descartes sisteminden yola çıkan bir filozoftur. Geulincx öğretisini daha çok mistik yönde geliştirmiştir.

O da Descartes gibi düşüncesinin varlığını çıkış noktası olarak esas alır. Bilinçte iki türlü hal vardır. Birincisi istemek, duymak, yargılamak gibi kendi yarattıklarımız; ikincisi ise algılarımız sonucunda oluşanlardır. Bu ikincileri biz yaratmayız ve cisimlerin hareketlerinin nasıl meydana geldiğini, bu hareketlerin nedenini veya kim tarafından meydana getirildiğini bilemeyiz. Şu sonuca varılıyor ki, biz sadece bir seyirciyiz, tüm yaşam bizim dışımızda gelişiyor, vücudumuz ruhumuzdaki algının nedeni değil ve ruhumuzdaki bir isteme vücudumuzdaki bir hareketin doğrudan nedeni değildir. Bunlar sadece birer vesiledir asıl neden değildir.

Asıl neden Tanrı’dır. Tanrı vücuttaki bir uyarma ile ruhumuzda bir düşünme meydana getirir ve bir isteme vesilesiyle vücudumda bir hareket sağlar. Descartes’de ruh ve madde arasındaki ilişki bir problem olarak ortaya çıkmıştı. Ruhun nasıl olup da maddeyi etkilediği kavranılamaz olarak görünüyordu. Böylece Geulincx ruh ve madde arasındaki ilgiyi Tanrı’nın etkilemesi yoluyla açıklamıştır. Tek neden, tek etkileyen Tanrı’dır. Diğer her şey edilgen durumdadır ve Tanrı’nın istemesini birer vesile olarak yaşarlar.


Ahlak yönünden kendisini gösteren bu sonuç Geulincx’e göre ruh arasında hiçbir bağ bulunmayan madde dünyasından hiçbir şey istememelidir. İnsan sadece bir seyirci olduğundan Tanrı’nın her türlü istemesine uymak zorundadır, hatta kendisi üzerinde bile bir şey istemeye hakkı yoktur. Bu şekilde Descartes’in dine karşı ilgisiz olan sistemi yumuşatılmış ve mistisizme yaklaştırılmış oluyor. ayrıca Genulincx vesilecilik (Occasionalism) diye bilinen görüşü ortaya atmıştır.

Arnold Geulincx Okkasyonalizmin Malebranche’le birlikte kuruculuğunu yapan ünlü fransız Descartesçi düşünürdür. Descartes’in büyük bir varlık alanının madde ve ruh, beden ve zihin olarak kesin çizgilerle ikiye ayırmasından, birlikli, bütünlüklü tek bir töz olan insandan, aralarında ortak hiçbir nokta bulunmayan iki töz çıkartıp, iki töz arasında mantıksal bakımdan olanaksız olan ilişkiyi, biraz da yapay bir biçimde etkileşimcilikle açıklamasından sonra, Descartesçi filozoflar için iki alternatif söz konusu olmuştur.

- Etkileşim olgusunu kabul etmek ve daha sonra Descartesçi bu etkileşimin nasıl ortaya çıktığını açıklama güçlüğü içinde bırakan kuramları, kozalaksı bez anlayışını yeniden ele almak,

- Descartes’in düalist bakış açısını benimsemekle birlikte, etkileşimi yadsıman. Bunlardan ikinci alternatifi seçen Geulinecx, bu bağlamda, her türlü faaliyet ya da gerçek nedensellikte, eylemi başlatan, eyleme neden olan güç ya da öznenin, eylemde bulunduğunu ve nasıl eylediğini bilmek zorunda olduğu tezini, kendisini öncül yapmıştır.



 

diShy

~ یơυℓℓεss ..
Onursal Üye
  • Üyelik Tarihi
    27 Kas 2009
  • Mesajlar
    24,120
  • MFC Puanı
    79
Thomas Hobbes
5 Nisan 1588′de doğan Hobbes, 4 Aralık 1679 yılında vefat etmiştir. İngiliz felsefeci olan hobbes 1651 yılında Leviathan adlı çalışması, batı siyaset felsefesinin izleyeceği yolu çizmiş ve başucu eseri yapmıştır. Bugün bir siyaset felsefecisi olarak tanınsa da, tarih, geometri, etik, genel felsefe gibi pek çok alanla ilgilenmiştir.

Hobbes Felsefesi

Thomas hobbes, var olan her şeyin fizik madde olduğunu ve her şeyin maddenin hareketiyle açıklanabileceğini öne sürmüştür. Belli bir sınıfa alınması güç olan bir filozof thomas Hobbes, Locke, Berkeley ve hume gibi bir empiriktir ve onlara benzemeksizin matematik yöntemin hayranıdır. Yalnız matematikte değil, onun uygulamalarıyla da ilgilenmiştir. Genelde Bacon’dan çok, Galilei’den esinlenmiştir.

Hobbes, 15 yaşındayken Oxford’a gitmiş ve orada skolastik mantık ve Aristoteles felsefesi öğrenmiştir. 22 yaşındayken Lord Hardwick’in eğiticisi olmuş ve 1610 yılında onunla büyük bir gezi yapmıştır. Çok etkilendiği Galilei ve Kepler üzerinde çalışmaya başlaması da bu tarihlere denk gelmektedir. İtalya’da, Galilei’yi ziyaret etmiş, sonra İngiltere’ye dönmüştür. Uzun parlamento 1640′da toplandığı ve Laud’la Strafford Londra Kulesi’ne hapsedildiğinde Hobbes dehşete kapılıp Fransa’ya kaçmış ve 11 yıl boyunca dönmemiştir.


Bir süreliğine Hobbes, geleceğin II. Charles’ına matematik öğretmiştir. Bununla birlikte Leviathan’ı yayımlanınca, kitabın etkisi ani ve büyük olmuştur. II. Charles’ın 1660′da tahta geçerek monarşiyi yeniden kurması Hobbes’a bir kez daha öne çıkma olanağı sağlamıştır. Piskoposlar ve adalet bakanı saraya alınmasına tepki gösterdilerse de, Hobbes’un kıvrak zekasından ve nüktelerinden hoşlanan kral ona yılda 100 sterlin maaş bağlamış ve portresini saraydaki galeriye astırmıştır.

Avam Kamarası’nın 1666′da dine saygısızlığa ve ateizme karşı hazırladığı yasa tasarısı ise Hobbes’u güç duruma düşürmüştür. Yasa tasarısının gönderildiği komiteye Leviathan’ı da incelemeye alma talimatının verilmesi üzerine 80′ine yaklaşan Hobbes tehlikeli gördüğü yazılarını yakmıştır. Leviathan adlı yapıtın rasyonalist ve seküler ruhu mültecilerin çoğunun canını sıkmış ve hem Anglikanları hem de Fransız Katoliklerini sinirlendirmiştir. bu yüzden başka tercihi olmayan Hobbes gizlice Londra’ya kaçmış ve korunma için İngiliz Hükümetine başvurmuştur. Orada Cromwell’e boyun eğmiş ve her türlü siyasal çalışmadan kaçınmıştır.

Boş zamanlarını doldurmak için, 84 yaşında Latince ve nazım olarak kendi yaşam öyküsünü kaleme almıştır. 87 yaşındayken Homeros çevirisi yayınlanmıştır. Thomas Hobbes felsefede materyalizmi, etikte haz ahlakını, siyasette monarşiyi benimseyen İngiliz filozoftur. En tanınmış eseri, Leviathan’dır. Leviathan, Tevrat’ta geçen bir canavarın adıdır ve Hobbes’ta her şeye egemen olan devletin simgesidir.

Francis Bacon’un ampriziminden etkilenen Hobbes’a göre dünya mekanik hareket yasaları tarafından yönetilen cisimlerin bütünüdür. İnsan ve hayvan bu bütünün bir parçasıdır. Onların fiziksel ve ruhsal yaşamları da tümüyle mekanik hareket yasalarına bağlıdır. Bu bakımdan dünyada ruh, melek, tanrı diye bir şey yoktur. Bunlar imgelerin ürünüdür. Hobbes’a göre evrende töz olarak yalnızca madde vardır. Felsefenin konusunu bu madde ve maddenin biçim almış bir durumu olan cisimler oluşturur. Cisimler de ancak gözlem ve deney yoluyla incelenir. Maddenin dışında kalanlar tanrı, ruh gibi ise, ilahiyata ait inanç konularıdır.



 

diShy

~ یơυℓℓεss ..
Onursal Üye
  • Üyelik Tarihi
    27 Kas 2009
  • Mesajlar
    24,120
  • MFC Puanı
    79
Gottfried Leibniz
Leibniz, Gottfried Wilhelm 1646 – 1716 yılları arasında yaşamış ünlü bir Alman filozofudur. Bilim dünyasının en önemli sistemci düşünürlerinden biridir. Matematik, metafizik ve mantık alanlarında ileri sürdüğü yeni düşünce ve görüşleriyle tanınır.

Leibniz, Leipzig’de doğdu. Babası buradaki üniversitede ahlak felsefesi dersleri veriyordu. Leibniz babasının ölümünden sonra okuldan çıkarak kendi kendini yetiştirmeye başladı. Tarihe karşı büyük bir ilgi duyuyordu. Sekiz yaşına geldiği zaman Latince’yi öğrenmişti. 12 yaşında ise Yunanca öğrenmeye başladı. Bir yandan da mantık bilimiyle ilgili kitaplar okudu. 15 yaşında Leipgiz Üniversitesi’ne girdi. Almanya’da felsefe tarihinin kurucusu sayılan Jakob Thomasius’tan felsefe okudu. 1663′te Jena’ya giderek buradaki ünlü matematik bilginlerinden ders aldı.

Leibniz, 25 yaşına geldiği sırada yayınlanmış birçok önemli eseri vardı. Bir süre politikayla ilgilendi ve bu konuda da bazı eserler verdi. Politika çalışmaları hiçbir zaman Leibniz’in felsefe ve matematik alanlarındaki çalışmalarına engel olmadı. Leibniz 1672 yılında, 26 yaşındayken ileri modern matematik çalışmalarına başladı. Bundan 3 yıl sonra Isaac Newton’dan bağımsız olarak Calculus’un temel teoremini keşfetti. Pek çok yıl Leibniz ve Isaac Newton taraftarları arasında kimin Calculus’u keşfettiğine dair bir tartışma olsa da şuan Leibniz ve Isaac Nweton Calculus’un babaları olarak kabul edilmektedir.


1700′de görevini bırakarak Viyana’ya gitti. 1714 yılına kadar bu şehirde yaşadı. 1700′de gelen bir davet üzerine Berlin’e gitti. Berlin Üniversitesi’nin kurulmasını sağlayarak üniversitenin ilk müdürü oldu. 1712′de Leibniz’e baron payesi verildiyse de dört yıl sonra Hannover’de öldüğü zaman fakir bir adam gibi gömüldü. Onun arkasından ağlayan tek adam, arkadaşı J.G von Erckhart oldu. Sonradan yazdığı hatıralarında bu cenazeyi ‘ülkesinin şerefini temsil eden bu adam, bir dilenci gibi toprağa verildi.’ cümlesiyle anlatmıştır.

 

diShy

~ یơυℓℓεss ..
Onursal Üye
  • Üyelik Tarihi
    27 Kas 2009
  • Mesajlar
    24,120
  • MFC Puanı
    79
Nicola Malebranche
Malebranche, 17. yüzyıl felsefesinde Descartes’ten sonra Fransa’daki en büyük filozoflardan birisi olarak kabul edilmektedir. Bu yüzyıl filozoflarının genelinde olduğu gibi Malebranche’nin felsefi çıkış noktası da Descartes felsefesinde temellendirilen ‘töz’ kavramı olmuştur. Occasionalizm olarak adlandırılan Descartesçi felsefe eğilimini en son mantıksal sınırlarına kadar götürmüştür. Malebranche, maddi ile ruhsal olanı birbirinden ayırır ve bunları birbirleriyle ilişkili kılanın Tanrı olduğun söyler.

Her türlü etkinliğin temel nedeni sonsuz töz, yani Tanrı’dır. Gerçek bir felsefe bu tek nedenin geçerliliğini kabul eder ve buna göre çalışır. Buna göre insan bilgisi ne öznenin kendisiyle ilgilidir ne de nesnenin kendisiyle, doğrudan bilgiyi ruha yerleştiren Tanrı’dır. Bilginin temeli bu bakımdan kendi bilincimizi yani Tanrı’yı bilmektir. Açık ve seçik olan yegane tasarım Tanrı’dır. Dolayısıyla kendi var oluşumuzu açık ve seçik olarak bilmemiz, kendimizi sonsuz tözün bir parçası olarak bilmemizden ileri gelir.

Böylece her tür bilgi Tanrı’nın bizdeki ışığı olarak açıklanabilir. Malebranche’nin metafizik görüşü, hem bilgi teorisini hem de etik anlayışını temellendirir. bu etik anlayışına göre, her tür istemimizin sonul ereği Tanrı olmalıdır. İstemlerimiz tanrı sevgisinin bir parçasıdır. Mutluluk ve erdem bu dünyayı unutmak ve sonsuz tözü bulmak, bilmek ve istemektir. Descartes felsefesinin yanı sıra Malebranche’de Augustinus etkisi görmek mümkündür. Tanrı bilgisi ile insan bilgisinin bir tür kaynaştırımı olan bu düşüncelerde, hem rasyonalizme hem de mistisizme varmak mümkündür. Malebranche iki yolu da birleştirerek bir senteze ulaşmaya çalışır.


Malebranche genç yaşta kendisini düşünmeye ve yalnızlığa vermiştir. Oratorium adındaki bir tarikatta çalışırken Descartes’in felsefesiyle tanışır ve çok etkilenir. Kısa süre sonra da bu öğretiyi geliştirmeye çalışacaktır. O da Descartes’in ruh ve madde kavramı arasındaki bağı Geulincx gibi Tanrı’nın bir vesilesinin sağladığına inanır. Bu ikisi birbirini etkileyemez. sonlu yapılar birbirini etkileyemezler der. Buradan çıkan sonuç cisimler ruhları etkileyemediği gibi birbirlerini de etkileyemezler. Cisimlerdeki hareket Tanrı’nın bir istemesidir. Evrende tek etkiyen kuvvet Tanrı’dır. Tanrının istemesi olmadan insan ruhu ne algılayabilir ne de isteyebilir. Tek neden Tanrı’dır. Ayrıca Tanrı ruha her türlü bilgiyi koyar, hiçbir bilgiyi biz kendimiz yaratamayız.

İnsanın ruhuna tüm bilgiyi koyan Tanrı’dır. Malebranche şöyle söyler; “Biz her şeyi Tanrı’da görürüz.” Tanrı cisimleri yaratmıştır; fakat bunu yaparken kendisinde bulunan cisimlerin ideallerine, örnek bilgilerine göre yaratmıştır. Bizim cisimler üzerine bilgimiz de yaratılmış reel cisimlerin bilgileri olmayıp Tanrı’daki bu örnekleri, idealleridir. Tek tek ruhlar da Tanrı’dan pay almış birer parçadır. Ruhlarda cisimlerde bağımsız değillerdir. Tanrı onların nedenidir. Tanrı ruhların, uzay da cisimlerin yeridir.

Bizdeki tüm isteme Tanrı’nın bir vesilesidir. Yani Tanrı’nın bir istemesidir. Ancak ruh Tanrı’dan pay almış eksik bir parça olduğu için bu isteme tek tek nesnelere yönelir. Doğru olan bütünü istemektir. En tümel olan, en yetkin olan varlık Tanrı olduğu içinde doğru isteme Tanrı’yı istemedir. İnsan tek cisimlerle olan ilgisini kesmeli ve sadece Tanrı’yı istemelidir. Aslında bu da Tanrı’nın kendi kendisini istemesi ve sevmesidir. Çünkü isteyen ruh Tanrı’nın bir parçası gibidir.



 

diShy

~ یơυℓℓεss ..
Onursal Üye
  • Üyelik Tarihi
    27 Kas 2009
  • Mesajlar
    24,120
  • MFC Puanı
    79
René Descartes
31 Mart 1956′da doğan ve 11 Şubat 1650 yılında vefat eden Descartes, Fransız matematikçi, bilimadamı ve filozoftur. Batı düşüncesinin son yüzyıllardaki en önemli düşünürlerinden biridir. Descartes, 1628′den itibaren, 15 yıl süren geziler, savaşlar ve serüvenlerden sonra yerleştiği Hollanda’da, batı düşüncesini altüst eden bir felsefe sistemi kurmuştur.

Öğrendiğinin, gördüğünün, duyduğunun, inandığının hepsini birden büsbütün silerek, her şeyden kuşkulanmaya başladı. Yalnız tek bir şeyden emindi, o da düşüncenin varlığı. Buradan hareketle, evrenin açıklamasını yaptı.

Metot üzerine konuşmada hep karmaıştan basite inerek, gerçeği kuşatmaya yarayacak kuralları bir bir saydı. Felsefeyi, bütün inceleme kitaplarının Latince yazıldığı bir çağda, Fransızca yazarak ve sağduyu dünyada en iyi bölüştürülmüş şeydir diyerek herkesin uzman olmayanların bile anlayabileceği bir duruma indirgedi. Descartes her tür araştırmanın pratik niteliği üzerinde ısrarla durur. Ona göre en önemli bilimlerden mekanik, insanlara yardım edecek makineleri yapma sanatı; tıp, vücudu ve ruhu tedavi etme sanatı, ahlak, mutlu yaşama sanatıdır.


Descartes, zamanının bilginleriyle, hükümdarlarıyla ve soylularıyla ilişkiler kurmuştur. Ona hayran olan İsveç kraliçesi Cristina, Descartes’i sarayına davet etti. Descartes, elii dört yaşında Stockholm’de öldü. Şüpheciliğe farklı bir yaklaşım getirir. Septik şüphe ve metodik şüphe.

Ona göre septik şüphe anlamsızdır. Olması gereken metodik şüphedir. Metodik şüpheyi Descartes şu şekilde uygulamıştır; önce tanrıdan, çevreden, kendinden ve başka insanlardan şüphe eder. bunu şüphe edemeyeceği son sınıra kadar götürür. Şüphe etmek düşünmektir. Düşünmek varolmaktır. Düşünüyorum, o halde varım noktasına ulaşır. Her şeyden şüphelenen en önemli sözlerindendir.

 

diShy

~ یơυℓℓεss ..
Onursal Üye
  • Üyelik Tarihi
    27 Kas 2009
  • Mesajlar
    24,120
  • MFC Puanı
    79
Baruch Spinoza
24 Kasım 1632′de Amsterdam’da doğan Spinoza 21 Şubat 1677′de Lahey’de vefat etmiştir. Benedictius de Spinoza veya Bento d’Espinoza olarak da bilinmektedir. René Descartes ve Gottfried Leibniz’le birlikte 17. yüzyıl felsefesinin en önde gelen rasyonalistlerinden biri olarak kabul edilmektedir. Zamanında anlaşılmayan pek çok filozof gibi Spinoza’da yanlış anlaşılmanın muhatabı olmuş, tuhaf bir çelişkiyle hem en büyük din düşmanlarından biri sayılmış hem de eserinin temel kaynağının Tanrı sevgisi olduğu söylenmiştir. bunlarla birlikte Spinoza’nın tam bir bilge yaşamı yaşadığı belirtilebilir. en büyük eseri Ethica isimli kitaptır.

Spinoza, Hollanda’da ticaretle uğraşan bir ailenin çocuğu olarak doğdu. Ailesi Yahudi’yi ve Portekiz’den engizisyonunun baskıları dolayısıyla kaçıp önce Nantes’a sonra da Amsterdam’a gelmişlerdi. Bilimsel buluşların, dinsel bölünme ve çatışmaların, siyasal değişikliklerin ve felsefi gelişmelerin yoğun olduğu bir sırada Hollanda’da yaşadı. Spinoza’nın babası ticaretin yanı sıra sosyal alanda da gelişme kaydetmiş ve amsterdam’daki Sinagog’un ve Yahudi okulunun müdürü olmuştu. Ailesi spinoza’nın Yahudi hahamı olarak yetişmesini istemiş ve bu yönde gelişmesi için her türlü eğitim olanaklarını sağlamıştı. Spinoza bu sebeple erken yaşta gittiği Yahudi okullarında ve Sinagoglarda İbranice öğrenmiş, Yahudi ve Arap teologların çalışmalarını öğrenme imkanı bulmuştur.

Spinoza’nın laik ve sorgulayıcı düşünceyle güçlü bağlantısının başlangıcında eğitim sürecinin başlarında yer alan öğretmeni liberal haham olarak bilinen Manasseh ben Israel’in atkisi olduğu söylenebilir.


1650 yılında Franciscus van den Enden’in okulunda Latince, doğa bilimleri ve felsefe okumaya başalmıştır. 1651′de spinoza’nın Descartes’in eserlerini okumaya başladığı söyleniyor. 1652′de babasının tüm karşı çıkışına rağmen Spinoza mercek yontma işine başlar. 1653′de Jan de Witt Hollanda bölgesi konsey yönetimine atanır. 1654′de Spinoza’nın babası Micheal vefat eder. 1655′de Spinoza, Cemaat Mahkemesi tarafından din dışılıkla suçlanır. Bu sorgulamada Tanrı’nın bir bedene sahip olduğunu savunan Spinoza, sonunda hahamlar tarafından din düşmanı olmakla suçlanır ve pişman olması için zorlanır. bu yıl içinde spinoza Tanrı, İnsan ve İnsanın Refahı Üzerine Kısa Bir İnceleme adındaki eserini tamamlar. bu kitap çok güçlü olmakla birlikte spinoza’nın felsefesini tüm temel tezlerini barındıran bir yapıt olarak değerlendirilir.

1656′da 24 yaşındaki genç Spinoza amsterdam Sinagog’u tarafından, her ikisi de Dekartçılığın bir formuna dayanan, Tanrı’nın evren ve doğanın işleyişi olduğu, bir kişiliği olmadığı ve İncil’in Tanrı’nın doğasını öğretmek için mecazi ve simgesel bir kitap olduğu iddialarını savunduğu için Yahudi cemaatinden kovulur. Kovulmasının ardından, ismini Benedictus’a çevirdi. Cherem’in şartları çok kesindi, ceza asla geri alınmazdı. 1660′da Amsterdam Sinagog’u yerel yetkililere Spinoza için her türlü din ve ahlak için bir tehdit diyerek şikayette bulunur.

1661′de spinoza Amsterdam’ı terk eder, yakınlarındaki Rjinsburg’a yerleşir. Etika’sını yazmaya başlar ve hayatının sonuna kadar mektuplaşacağı Henry Oldenburg ile tanışır. 1662′de Tractatus de intellectus emendatione isimli eserini bitirdiği tahmin edilmektedir. 1663′de Lahey yakınlarındaki Voorburg’a ressam Daniel Tydemann ile birlikte yerleşir. 1664 yılında Lahey’de Descartes Felsefesi’nin İlkeleri isimli kitabını yayınlar. Bu kitabın Metafizik Düşünceler adlı çalışması yer almaktadır. Aralık 1664′den Haziran 1665′e kadar amatör bir Kalvinist teolog olan ve spinoza’ya şeytan konusunda sorular soran Blyenbergh ile mektuplaşır. 1665′in son aylarında Oldenburg’a, 1670′te basılacak olan yeni kitabı Teolojik Politik İnceleme’ye çalışmaya başladığını yazar.

Bazı arkadaşları nedeniyle politik kamplaşmalarda taraf olmak durumunda kalmış, yazdığı ve isimsiz olarak yayınladığı Teolojik- Politik İncelemeler kitabı bu kamplaşmalar dolayısıyla tepkiyle karşılanmıştır. Spinoza bu kitabından sonra yazmamaya karar verir. 1670′de Teolojik-Politik İncelemeler amsterdam Kilise Konseyi tarafından dininden dönen bir Yahudi ve Şeytan tarafından cehennemde uydurlmuş ve sayın jan de witt’in bilgisi dahilinde yayınlanmıştır ifadesiyle eleştirilmiştir. Spinoza Lahey’de Stille Veerkade’de yaşamaya başlar.

1671′de Leibniz ona Notita opticae promoteae isimli eserini oda Leibniz’e Teolojik-Politik İncelemeler eserini yollar. 1673′te kendisine teklif edilen Heidelberg Üniversitesi’ndeki felsefe kürsüsünü de reddeder, çünkü din adamlarını rahatsız etmeme koşulu vardır bu önerinin. Etika isimli eserini 1675′te tamamlar. Bu eser belirli bir çevrede dolaşır, tartışılıp, değerlendirilir; fakat Spinoza yaşadığı sırada izin vermediğinden basılmaz. Ölümünden bir yıl önce 1676′da Leibniz ile görüşür. Aynı yıl Lahey Sinodu Teolojik-Politik İncelemeler’in yazarı hakkında takip kararı alır. 21 Şubat 1677′de ölen Spinoza’nın eserleri, Amsterdam’da, arkadaşları tarafından Opera Posthuma politicus, Tractatus de intellectus emendatione, Epistoale, Compendium Grammatices Linguae Hebrae adıyla yayınlanır. 1678′de Spinoza’nın eserleri Flemenkçe, yani kendi dilinde yayınlanır.



 

diShy

~ یơυℓℓεss ..
Onursal Üye
  • Üyelik Tarihi
    27 Kas 2009
  • Mesajlar
    24,120
  • MFC Puanı
    79
İbn Bace
Aristotelesçiliği ve Yeni Platonculuğu Endülüs'e taşıyan İbn Bâcce, idarî görevlerinin yanısıra hekimlik de yapmış ve botanik, astronomi ve müzik ile ilgilenmiştir. Aristotelesçidir; Batlamyus'un eksantrik ve episikl düzeneklerini eleştirmiş ve Aristoteles fiziği ile uyum içinde olan yeni bir kuram arayışına girmiştir.

İbn Bâcce de, diğer Müslüman filozoflar gibi, İlahî Hakikat'a ulaşmak ister ve ona göre, bunun yolu, sezgiden değil akıldan geçer. Gazâlî bunun aksini savunmak suretiyle, hem yanılmış hem de yanıltmıştır.



 

diShy

~ یơυℓℓεss ..
Onursal Üye
  • Üyelik Tarihi
    27 Kas 2009
  • Mesajlar
    24,120
  • MFC Puanı
    79
Albert Magnus
Albertus Magnus (1207-1280) Dominiken tarikatına girmiş ve Aristoteles'i ve Fârâbî, İbn Sînâ, İbn Rüşd ve İbn Tufeyl gibi Müslüman filozofların Aristoteles felsefesine ilişkin yorumlarını öğrenmiştir; daha sonra bu yorumlara dayanarak Hıristiyan inançlarıyla bağdaşabilecek yeni yorumlar getirmiştir. Felsefe sorunlarını akılla çözmeye çalışırken Kutsal Kitap'la çatışmamaya ve dolayısıyla inançla çelişmemeye büyük bir özen göstermiş ve bu yaklaşımıyla öğrencisi Thomas Aquinas'ı büyük ölçüde etkilenmiştir. Albertus Magnus'un Platon'dan çok Aristoteles'in felsefesini seçmiş olması tesâdüfî değildir ve bu seçimi, özellikle İbn Rüşd gibi Müslüman filozofların etkisi ile açıklamak olanaklıdır.

Albertus Magnus'a göre, biri akıl ve öbürü ise inanç için doğru olan ve birbirleriyle çelişen iki doğru yoktur; gerçekten doğru olan her şey, büyük bir uyum içinde birleşmiştir.

Birçok bilimle ilgilendiği için Doctor Universalis (Evrensel Bilgin) lâkabıyla tanınan Albertus Magnus, kimya alanında da çalışmış, nitrik asidin madenler üzerindeki etkisi ve altının arıtılması gibi kimyevî konuları incelemiştir; ayrıca astronomi ve biyoloji ile de ilgilenmiştir.

Albertus Magnus biyoloji alanındaki çalışmalarında kelime kelime Aristoteles'in Arapça çevirilerini izlemiş ve bunlar üzerinde yorumlar yapmıştır; kendisine özgü gözlemler ve saptamalar da bulunmaktadır. Hayvanlar Hakkında adlı eserinde kuş ve balıkların kan damarlarının dağılımı konusunda Aristoteles'in verdiği bilgilerden ayrılmıştır. Yumurtadan itibaren embriyonun gelişmesini anlatırken, organların sırasıyla nasıl şekillendiğini, göbek kordonu denen yapının yerini gelişim süreci içinde hangi damarın aldığını açık ve seçik bir şekilde anlatmıştır.

Bitkilerle de ilgilenmiş ve bu konuya ilişkin Bitkiler Hakkında adlı bir eserinde, ana çizgileriyle bitki betimlemeleri yapmıştır. Bir ara İtalya'ya giden Albertus Magnus orada portakal ağacını görmüş, bundan çok etkilenmiş ve özellikle portakal yapraklarını ayrıntılı bir biçimde tanıtmıştır.

 

diShy

~ یơυℓℓεss ..
Onursal Üye
  • Üyelik Tarihi
    27 Kas 2009
  • Mesajlar
    24,120
  • MFC Puanı
    79
Joseph II
İkinci Joseph, 1741 yılında Viyana'da doğdu. Macar asıllı bir mürebbi tarafından yetiştirildi. Bunların yaptığı aşırı dini telkinlere tepki olarak dine karşı cephe aldı. Çeşitli diller öğrendi. Profesör Martini'den tabii hukuk dersleri aldı ve Fransız filozofların düşüncelerini benimsedi. Babasının ölümünden sonra imparator olunca, ülkede her şeyi kökünden düzeltmek için mücadele etti. Birçok dış seyahatte bulundu. Ülkesinde önemli reform hareketleri yapmaya başladı. Papanın yetkilerini kısıtladı. Mahalli devletler temsilcilerinin yerine, yüksek öğrenim görmüş memurlar tayin etti.

Eyaletlerde aynı tip idare bölümleri kurdurdu. Milli bir ordu kurulmasını sağlamak amacı ile askeri reform kanunları çıkarttı. Bu sırada Rus Çariçesi İkinci Katarina, İkinci Joseph'i Osmanlılara karşı kışkırtıyordu. Eyaletlerdeki ayaklanmalardan korkan İkinci Joseph, yaptığı reformlardan vazgeçti. Türk seferlerinden bitkin dönen Joseph, 20 Şubat 1790'da öldü.

 

diShy

~ یơυℓℓεss ..
Onursal Üye
  • Üyelik Tarihi
    27 Kas 2009
  • Mesajlar
    24,120
  • MFC Puanı
    79
Epikuros Epikür
MÖ 341'DE Samos'ta veya Atina'da doğan Epikuros, önce Lesbos (bugün, Midilli) Adası'nda, sonra Anadolu'nun Lampsakos (bugün, Lapseki) Kenti'nde ders verdikten sonra, MÖ 306'da, Atina'da, okulu kendi adıyla anılan büyük bir bahçeye yerleşti. Orada ölümüne kadar bir filozoflar ve dostlar meclisini çevresine topladı: Epikuros'un Bahçesi.

Maddeci bir filozof olan Epikuros, Demokritos'un atomculuğunu sürdürmüş, yenilemiş ve onun temelleri üzerinde insan mutluluğunu öne çıkaran bir haz felsefesi kurmuştur. Epikuros'a ait 300 kadar eserden günümüze kadar ancak Diogenes Laertios'un on kitaplık "Ünlü Filozofların Yaşamları, Öğretileri ve Özdeyişleri"nde (Peri Bion Dogoraton kai Apoftegmaton) yer alan üç mektubu ve 40 özdeyişini içeren "Temel Öğretiler" (Kriai Dohiai) adlı eseri ulaşmıştır. Heredetos'a yazdığı mektup, fizik üzerinedir ve atomculuğun temel ilkelerini içerir. Pitokles'e mektubu, jeoloji, meteoroloji ve gök olayları konularını içermekte; Moekeus'a mektubuysa, etik dolayısıyla, yaşama sanatı ve bilgelik üzerinedir.

Epikuros'un felsefesiyle ilgili diğer kaynaklar, Herculanum kazılarında Papiri Evi'nde bulunan papirüsler ve çok daha yeni olarak XIX. yy'da Vatikan el yazmalarında ortaya çıkarılan "80 Vatikan Özdeyişi"dir.

 

diShy

~ یơυℓℓεss ..
Onursal Üye
  • Üyelik Tarihi
    27 Kas 2009
  • Mesajlar
    24,120
  • MFC Puanı
    79
Frederik II
Büyük Frederik adı ile de tanınan Prusya Kralı Frederick, 1712'de doğdu. Babası Birinci Wilhelm'in isteği ile askeri eğitim görmesine rağmen, edebiyat ve felsefeye karşı büyük ilgi duydu. Babasına karşı komplo hazırlamakla suçlanan Frederik, Küstrin kalesine hapsedildi. 1733 yılında Brunswick-Bayern prensesi Christine ile evlenerek Rheinsberg şatosuna çekildi.

Çevresine sanatçı ve filozofları toplayarak kendisini felsefe ve edebiyat çalışmalarına verdi. 1740 yılında babasının yerine tahta geçer geçmez, Avusturya ile savaşa girdi. Silezya'ı Avusturya'dan aldı. Yedi yıl, savaşlarında kendisine karşı güç birliği yapan Avusturya, Fransa ve Rusya'ya karşı kafa tutmayı başardı. Rus Çarı Petro ile bir barış antlaşması yaptı.

Despot bir hükümdar olmasına karşın, bir ordu düzenleyicisi ve komutan olarak askerlik sanatı tarihinde önemli yeri olan bir kişidir. Sanatsever biri olarak tanınan Frederik, sanatçı ve edebiyatçıları korurdu. Meşhur yazar Voltaire'i 1750-1753 yılları arasında sarayında misafir etmişti. Büyük Frederik hazırlattığı medeni kanunla, hukuk alanında da yararlı çalışmalar yapmıştır.



 
Üst Alt