Neler yeni
MEGAForum - Teknoloji Forumu

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı yada giriş yapmalısınız. Forum üye olmak tamamen ücretsizdir.

Felsefe Sözlüğü

Lilith

ad astra per aspera
MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    5 Ağu 2017
  • Mesajlar
    1,117
  • MFC Puanı
    11
Bütünlük Nedir?

Bütünün niteliği.

Parçaları birbirine eksiksiz bağlı olan birliği dile getirir. Alman düşünürü Kant, bütünlük'ü düşüncenin ana kavramlarından saymış ve teklikle çokluğun bireşimi olarak tanımlamıştır. Bütünlük, Kant'ın on iki ulamından biridir. Ruhbilimci Paulhan'a göre de ruhsal öğeler çağrışımlarla toplaşma, bütünleşme eğilimindedirler. Eytişimsel özdekçilik dilinde evrensel bağlantı olarak tanımlanır. Evren, parçaları çeşitli biçimlerle birbirine bağlı bir bütündür. Örneğin bir elma, elma ağacının değil, bütün bir doğanın ürünüdür. Evrensel bağlantı, insan bilincinden bağımsız ve nesnel bir bağlantıdır. Özdeğin birliğini dile getiren bu bağlantısal bütünlük anlayışı, karşılıklı etkileri içinde bilim-felsefe bütünlüğünü de gerektirir.
 

Autocrat

"Korkaklıkta AR İlerlermekte ŞEREF Var"
MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    7 Haz 2017
  • Mesajlar
    4,081
  • MFC Puanı
    -5
baya yazı yarısını okudum yaslılık :f38:

tesekkurler
 

Lilith

ad astra per aspera
MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    5 Ağu 2017
  • Mesajlar
    1,117
  • MFC Puanı
    11
Canlıcılık (Animizm) Nedir?

Canlı ve cansız bütün doğanın ruhlu olduğu ve ruhlarla yönetildiği inancı.

İngiliz antropoloğu Edward Burnett Tylor (1837-1917) tarafından Primitive Culture adlı yapıtında ileri sürülmüştür. Tylor, ruh anlamına gelen La. Anima sözcüğünden türettiği bu deyimle ilkellerin çevrelerindeki hayvan, bitki, ağaç, taş, toprak vb. gibi bütün doğa nesnelerini ve belirtilerini ruhlu saydıkları varsayımını dile getirir. Dilimize ruhçuluk deyimiyle de çevrilmiştir.

Günümüz antropoloji ve etnolojisinde geçerliliğini yitirmiş bulunan bu kurama göre can ya da ruh düşüncesi uyku ve uyanıklık hallerinin birbirine karıştırılmasından doğmuştur. İlkel uykuda gördükleriyle uyanıkken algıladıklarını bir tutar. Örneğin düşünde bir şey yemişse uyandığında o şeyi gerçekten yemiş olduğuna inanır. Bunun gibi düşündeki gezip dolaşmaları da ilkelde bedenden çıkıp dolaşan bir ruh düşüncesi doğurmuştur. İnsanda varsayılan bu ikinci varlık, ruh varlığı, bedenle kıyaslanamayacak kadar akıcı ve yumuşaktır. Çünkü ağız ve burun gibi beden deliklerinden kolaylıkla çıkıp girebilmektedir. İlkellerin, bedene yapılan etkinin ruhu da etkilediğine inandıkları saptanmıştır. Örneğin Avustralya ilkelleri düşmanlarını öldürdükten sonra sağ ellerini keserler ve onların ruhlarının ok atmasını engellemiş olduklarına inanırlar. Tylor'a göre ruh düşüncesinin elde edilmesini sadece düşler değil, ateşli hastalıklar, esirme, delilik, baygınlık, inme, katalepsi vb. gibi psiko-fizyolojik olgular da sağlamış olabilir.

Tylor'un bu varsayımına katılan İngiliz düşünürü Spencer de ruh düşüncesinin oluşması yolunda cadı kuramı'nı ilerisürmüştür. Tylor ve Spencer' e göre insanın ölümünden sonra bedenden büsbütün ayrılan ruhlar ilkel inanca göre, bağımsızca insanlar arasında gezip dolaşmaya başlamışlardır. Gezip dolaşmakla da yetinmemişler, yaşayan insanların bedenlerine de girip çıkmışlardır, bundan ötürüdür ki yaşayan insanların başına gelen tüm iyilik ve kötülüklerin nedeni bu ruhlardır. Tylor ve Spencer din düşüncesinin oluşmasını da bu inanca bağlamaktadırlar. Çünkü insanlar kötülüklerden korunmak ve iyiliklere kavuşmak için bu ruhlara dua'ya ve kurban kesip adak vaat etmeye başlamışlardır. Dua, kurban ve adak, dinin temel öğeleridir. Ruh (La. Animia) bedenden kurtulunca tin (La. Spiritus)'e dönüşmüş, giderek put ve tanrı olmuştur. Ruhu tine dönüştüren ölüm olduğu içindir ki ilk dinsel inançlar ata ruhlarında gerçekleşmiştir. İlk kurban, ölüm yeri olan mezarlarda kesilmiş ve atalara tapılmaya başlanmıştır.Bu ruhlar ya da tinler, canlı insanlara girebildikleri gibi taşa, toprağa, ağaca, bitkiye de girmektedirler; demek ki her şey canlıdır, eşdeyişle ruhludur.

Atalar tapımından sonra doğa tapımı da böylelikle başlamıştır (Tylor, La Civilisation Primitive, c. 1, s. 326-555)

Spencer bu noktada Tylor'dan ayrılmış, hayvanların bile ayırt edebildikleri canlıyla cansızı insanların, ne kadar ilkel de olsalar, kolaylıkla ayırt edebileceklerini ilerisür müştür. Spencer'e göre çok tanrıcılığın oluşumu, ilkellerin bütün cansızları da canlı sanmalarından değil, mecazlarla gerçekleri birbirine karıştırmalarındandır. Örneğin bir yıldıza boğa adını veren ilkel, o yıldızı gerçekten boğa sanmaya başlar , ya da kendisine meşe ağacı adını takan ilkel meşe ağacını da kendisi sanır. Atalar tapımından hayvan, bitki, nesne vb. tapımlarına bu karıştırma yüzünden geçilmiştir (Spencer, Principes de Sociologie, c. 1, s. 184)

Bu varsayımın dışında canlıcılık terimi, metafizikte ruhun örgensel yaşamın da ilkesi olduğunu varsayan öğretileri adlandırır. Stahl, Ravaisson, Bouiller vb. gibi düşünürler bu anlamda canlıcıdırlar. Çocuk ruhbiliminde de çocuğun çevresindeki bütün nesneleri canlı sanması dönemine canlıcılık denir.
 

Lilith

ad astra per aspera
MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    5 Ağu 2017
  • Mesajlar
    1,117
  • MFC Puanı
    11
Canlıözdekçilik Nedir?

Özdeği canlı sayan öğretilerin genel adı...

Antik Çağ Yunan düşüncesinin ilk düşünürleri Thales, Anaksimandros, Anaksimenes, ilkneden olarak düşündükleri Su, apeiron ve psykhe özdeklerini canlı olarak tasarlamışlardı. Bütün bunlar canlıdırlar, çünkü her şey bunlardan türüyor ve oluşuyordu. Daha sonra stoacılar da özdeksel doğayı canlı saydılar.

Çağdaş bilim, antikçağ düşünürlerinin bu düşünsel varsayımlarını doğrulamıştır. Canlı olan, devinendir ve doğada devinmeyen hiçbir şey yoktur. İlkin 17. yüzyılda kullanılan canlıözdekçilik deyimi, bütün antikçağ Yunan özdekçilerini dile getirdiği gibi Giordano Bruno'ya Jean-Baptiste Robinet'e kadar yakın çağların birçok özdekçilerini de niteler.

Canlıözdekçiliğin tek yanılgısı bütün özdeklerin canlı olmaları dolayısıyla duyumlara da sahip olduklarını varsaymasıdır. Oysa duyumlar, ancak, çok gelişmiş örgensel özdeklerde meydana çıkmışlardır. (Özdekte de kimyasal ve fiziksel duyarlılık vardır, canlıcılık ve canlıözdekçilik bunun sezilmesi ve yansımasıdır. N.)
 

Lilith

ad astra per aspera
MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    5 Ağu 2017
  • Mesajlar
    1,117
  • MFC Puanı
    11
Çağrışımcılık Nedir?

Düşünceler arasındaki mantıksal bağlantıları ve usun işleyişini ansal otomatizme indirgeyen öğreti. İngiliz düşünürleri Stuart Mill, David Hume, Herbert Spencer bilginin, tikellerin birbirlerini çağırarak tümelleşmesiyle meydana geldiğini ileri sürmüşlerdir.

Çağrışımcılık düşüncesi, antikçağ Yunan düşünürü Aristoteles'le başlamıştır. Aristoteles, belleği incelerken çağrışımın bitişiklik, benzerlik, karşıtlık ilgileriyle gerçekleştiğini ileri sürmüştü. Çağrışım terimini ortaya atan İngiliz düşünürü John Locke'dur.

İngiliz özdeksizcisi Berkeley, gerçekte varolmayan düşüncelerden meydana gelmiş bir evren öğretisinde çağrışımcılıktan yararlanmaya çalışmıştır. Gerçekten de tüm bilgi olgusunu çağrışımla açıklamak immaterialism'e yol açmak demektir, her şey çağrışımlarla bilinçte olup bitiyorsa özdeği yadsımamak için hiç bir neden kalmaz. Düşünceci çağrışımcılık David Hume'un fenomenalizmiyle başlamıştır.

Hume'a göre çağrışımı gerçekleştiren özneyle nesnenin karşılıklı etkileşimi değil, izlenim demetlerindir. Bu görgücü görüşe göre tüm bilgiler, deneyler sırasında ortaya çıkan düşünce çağrışımlarıyla oluşmuştur. Buna karşı özdekçi çağrışımcılık Thomas Hobbes'un mekanik Özdekçiliğine dayanan David Hartley tarafından geliştirilmiştir, tüm ruhsal yasam çağrışımlarla oluşmaktadır ve çağrışımlar beyin titreşimlerinden meydana gelmektedir.

Bütün bu yanlış sonuçlar, ister düşünceci ister özdekçi yönde olsun, metafizik anlayışın tek yanlı görüşünden doğar. Çağrışım ansal bir işlemdir, bu parçalı bilgiyi tek yanıyla ele alıp bütünleştirmek ve bilginin bütününe götürmek soyut ve yanlış sonuçlar verir.
 

Lilith

ad astra per aspera
MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    5 Ağu 2017
  • Mesajlar
    1,117
  • MFC Puanı
    11
Çatışkı Nedir?

Saltığı çözümlemek isteyen usun düşmek zorunda bulunduğu çelişki.

Kant terimidir, Yunanca yasalar arasındaki çelişki anlamına gelen antinomia sözcüğünden alınmadır. Alman düşünürü Kant'a göre saltığın alanındaki bütün önermeler çatışıktır, çünkü bu önermeler deneye vurulamayacaklarından karşılıkları da aynı aynı güçle ileri sürülebilir. Örneğin "Evren sınırlıdır"a karşı "Evren sınırsızdır" denilebilir ve bunların her ikisi de deneysel olarak tanıtlanamaz. Sözcük oyunlarına dayanan kozmolojik tanıtlarsa her iki karşıt önerme için de aynı güçle ileri sürülebilir. Kant, nesneye olduğu gibi özneye de kesin bir bilinemezlik yakıştırdığından, bu gibi kozmolojik önermelere 'saf usun çatışkıları' adını vermiş ve bunları dört ana çatışkıda toplamıştır. Kant'a göre çatışkıyı doğuran dört kozmolojik ide vardır:

1. Nicelik çatışkısı "Evren sınırlıdır-Evren sınırsızdır",
2. Nitelik çatışkısı "Özdek bölünmez atomlardan yapılmıştır-Özdek sonsuzca bölünebilir",
3. Bağıntı çatışkısı "Her şey zorunlu olarak bağıntılıdır-Hiçbir şey zorunlu olarak bağıntılı değildir, özgür nedenler vardır",
4. Kiplik çatışkısı "Evrenin nedeni olan zorunlu bir varlık vardır-Evrenin nedeni zorunlu bir varlık değildir"...

Kant'a göre anlık, duyumsal deneyin sınırlarını aşamayacağından duyumsal deneyin dışında kalan bu gibi önermelerin savı kadar karşısavı da aynı kesinlikle tanıtlanabilir (Nitekim Kant bunları uzun uzun tanıtlama denemelerine girişmiştir), bu halde de hem savı hem de karşısavı doğru saymak gerekir ki bu bir çatışkıdır.

Çatışkılar, Elealı Zenon, platon, Aristoteles gibi antikçağ Yunan düşünürlerince de biliniyordu. Zenon bunlara 'çıkmaz' anlamında 'apriori' diyordu. İ.Ö. 4. yüzyılda Milet'li Eubulides buna örnek olarak "bu tümce yanlıştır" önermesini ileri sürmüştü, bu söz doğruysa içeriğinin yanlış olduğu ve yanlışsa içeriğinin doğru olduğu kabul edilmek gerekiyordu ki bu da bir tümceyi hem doğru hem yanlış saymak, eş deyişle çatışkı'ya düşmek demekti.

Çağdaş semantikçiler de buna benzer antinomileri çözümlemeye çalışırlar.

Uslamlamayı çelişmeye düşürdükleri için çatışık sayılan bu sav ve karşısavların çatışkısı gerçekten tam ve doğru formülleştirilememelerinden kaynaklanmaktadır. Zenon'un ünlü çıkmazları gibi söz oyunlarının dışında kalan mantıksal çatışkılar tam ve doğru olarak dile getirilmekle kolaylıkla çözülebilirler. Kant'ın bu konuda düştüğü yanılgı "Tanrı vardır" ya da "Tanrı yoktur" gibi önermeleri tanıtlanabilir saymış olmasıydı, gerçekte bilgi sürecinde ne böyle bir sav, ne de böyle bir karşısav vardır.
 

Lilith

ad astra per aspera
MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    5 Ağu 2017
  • Mesajlar
    1,117
  • MFC Puanı
    11
Çatışma Nedir?

Karşıtların itişmesi.

Antik Çağ Yunan felsefesinde 'çatışma' kavramını 'kavga (Polemos)' deyimiyle ileri süren ilk düşünür Herakleitos'tur. Eytişimin babası sayılan Herakleitos bu deyimle 'karşıtların savaşı'nı dile getiriyordu. Harekleitos'un doğada gördüğü bu çatışma, yüzyıllarca sonra, eytişimsel ve tarihsel özdekçi dünya görüşünün doğa, toplum ve bilinç bütünlüğünde keşfettiği üç büyük yasadan birini, 'karşıtların birliği ve savaşımı yasası'nı oluşturacaktır. Herakleitos çok doğru bir seziyle, evrensel 'gelişme'yi bu çatışma'ya bağlıyordu ve çatışmanın geliştirici tek etken olduğunu ileri sürüyordu. Antikçağ Yunan felsefesinde buna benzer bir anlayışı da Empedokles, 'oluş'u yadsımakla beraber 'devim'i onaylıyor ve devimin sevgi'yle nefret'in çatışması'ndan meydana geldiğini söylüyordu.

Bu çatışmalara karşı karşıtların birliği anlayışının izlerini Yunan mitolojisinde bulmak mümkündür. Anteros kavramı, bu birliğin mitolojik simgesidir. Yunan mitolojisinde Anteros, kişiliğinde çok önemli bir karşıtlığı dile getirir. Sözcük olarak 'karşıt sevgi' anlamını taşır ve büyük kardeşi Sevgi (Eros)'un gelişmesi için annesi Aphrodite tarafından dünyaya getirilmiştir. Eros, Anteros'la beraber büyümüş ve ancak onunla beraberken mutluluğunu duymuştur. Eros, Anteros yanındaysa neş'eli ve ondan uzaktaysa kederli olurmuş. Herakleitos'un polemos kavramının ilk mitolojik belirtisi Anteros'tur.

Toplumbilim terimi olarak çatışma, eytişimsel ve tarihsel özdekçilik anlayışına uygun olarak 'sınıf çatışması' ve 'toplumsal çatışma' deyimlerinde dile getirilir. Çatışma terimi kimi yerde 'çelişme' terimiyle anlamdaş olarak kullanılmaktadır. (Kimi çeviriciler aynı anlamı savaş, kavga, mücadele deyimleriyle de dile getirmektedirler. Gerçekte kavga ya da savaş sadece toplumsal çelişmelerin uyuşturulamaz karşıtlığına özgü bir çatışma biçimidir. Toplumsal çelişkilerde de sürüp giden çatışma, sadece, toplumun uyuşturulamaz karşıtlığında kavga ya da savaş'a dönüşür). Bir eytişim ustasının dediği gibi, ''gelişme, karşıtların çatışmasıdır''. Doğada, toplumda ve insan bilincinde (eş deyişle insan düşüncesinde) gelişme süreci, karşılıklı olarak birbirlerini yadsıyan karşıtlıkların çatışmasıyla oluşur. Bu çatışma, eski biçimlerin olumsuz yanları yok edilip olumlu yanları özümsenerek, yeni biçimlerin gerçekleşmesini doğurur.

Çatışma, açık seçik anladığımız sözcük anlamında, en belli biçimlerde insan toplumlarında gerçekleşir. Organik ve inorganik doğadaysa, her zaman sözcük anlamında kavrayamayacağımız değişik biçimler gösterir. Toplumdaki çatışmayı, ona verdiğimiz, örneğin bir elmanın gelişme sürecinde göremeyiz. Ne var ki elmanın gelişme sürecinde de kendine özgü bir çatışma olup bitmektedir. Doğa, toplum ve bilincin temel eytişim yasası şudur: bir olan, birçok karşı olanlara bölünür, bu karşı olanlardan kimileri birbirlerine düşmanca karşıt'tır, karşıt olanlar birbirleriyle çelişme'ye başlarlar. Bilimsel felsefenin büyük ustalarından bir şöyle der:''Çelişme şuradadır ki bir şey hem kendisinin aynı hem de kendisinin aynı olmayan'dır, yani hem kendisinin aynı olarak kalır hem de durmadan değişir. İşte gelişme, bu 'kalıcılık'la 'değişme' arasındaki karşıtlık'tır''. Kalıcılık, eş deyişle değişmeden kalma nisbi ve geçici; değişmeyse temel ve süreklidir. Doğa ve toplum çelişmelerle gelişir. Ancak her çelişmenin yüksek bir kesime varabilecek gelişme gücü yoktur. Gelişme gücü olan çelişmelerde 'çatışma' başlar. Çelişen karşıtlıklar keskinleşir ve çatışmayla aşılan çelişme yüksek bir düzeye ulaşır. Gelişme otomatik olarak sürüp giden bir süreç değildir. Çelişmenin aşılabilmesi ve böylelikle gelişmenin gerçekleşmesi için, çelişmenin 'çatışma'ya dönüşmesi gerekir. Gelişme gücü taşımayan (yanlış olanlar ve nesnel doğruya varmış olanlar N.) ve çatışma'yı gerçekleştiremeyen çelişme söner. Örneğin Türkiye'nin bağımsızlıkla kölelik çelişmesi, Atatürk'ün yönettiği bağımsızlık savaşı çatışmasına dönüşmeseydi aşılamaz ve sönerdi. Nitekim bireysel insan yaşamında da sayısız biyolojik ve toplumsal çelişmeler çatışma'larla aşılabildiği sürece hayat devam eder, sürüp giden bu çelişmeler çatışma'ya dönüşüp aşılamazsa ölüm gerçekleşir. Hegel, Mantık adlı yapıtının birinci bölümünde şöyle der: ''Nerede çelişmenin gücü yoksa, karşı durulan varlık bu çelişme yüzünden ölür''
 

Lilith

ad astra per aspera
MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    5 Ağu 2017
  • Mesajlar
    1,117
  • MFC Puanı
    11
Çelişik Nedir?

Aralarında çelişme bulunanların niteliği.

Mantık terimidir, nitelik ve nicelik bakımından birinin doğruluğu ötekinin yanlışlığını ve birinin yanlışlığı ötekinin doğruluğunu gerektiren önermeleri dile getirir.

Çelişik önermelerin, özneleriyle yüklemleri aynı olduğu hâlde, nitelik bakımından biri olumlu ve öteki olumsuz, nicelik bakımından biri tümel öteki tikeldir. Örneğin, "Bütün insanlar akıllıdır-Kimi insanlar akıllı değildir" önermeleri nitelik ve nicelik bakımından çelişiktirler, çünkü biri olumlu, öbürü olumsuz, biri tümel ve öbürü tikeldir. Bu çelişik önermeler birbirlerini yalanlarlar, biri doğruysa öbürü yanlış ve biri yanlışsa öbürü doğrudur. İkisi birden doğru ve ikisi birden yanlış olamazlar. Bu yüzden konuşma dilinde birbirini yalanlayan düşünce, görüş, duygu ve davranışlara çelişik denir. Mantıkta önermelerin dışında birinin varlığı öbürünün yokluğunu ve birinin yokluğu öbürünün varlığını gerektiren kavramlar da çelişiktir. Örneğin renkli-renksiz kavramları çelişiktir, çünkü bir şey renkliyse mutlaka renksiz değildir, renkli değilse mutlaka renksizdir ve bunların arasında üçüncü bir olanak yoktur.

Eytişimsel dilde çelişik terimi, mantık dilindeki anlamından büsbütün başka bir anlamda, "devindirici ve geliştirici karşıtlığın niteliği" anlamında kullanılır. Çelişik teriminin mantıksal ve eytişimsel dillerdeki anlam ayrılığı, çelişme teriminin mantıksal ve eytişimsel dillerdeki anlam ayrılığına uygun düşer.
 

Lilith

ad astra per aspera
MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    5 Ağu 2017
  • Mesajlar
    1,117
  • MFC Puanı
    11
Çelişik Birlik Nedir?

Çelişiklerin birliği.

Örneğin her bağıntılı bilginin bir saltık bilgiyi içermesi, her tikel öznenin bir genel özneyi taşıması, zorunluluğun özgürlüğü kapsaması bir "çelişik birlik"tir. Doğasal ve toplumsal bütün varlıklar, kendi çelişkilerini de birlikte taşıdıklarından ve ancak böylelikle varolduklarından, birer "çelişik birlik"tirler. Örneğin yaşamak biraz ölmektir, öyleyse yaşam ölümü birlikte taşır ve canlı varlık ancak bu çelişik birlikle varolabilir.
 

Lilith

ad astra per aspera
MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    5 Ağu 2017
  • Mesajlar
    1,117
  • MFC Puanı
    11
Çelişme Nedir?

Varlığı gerçekleştiren karşıtlığın geliştirici devimi.

Mantık dilinde çelişme terimi birbirlerini olumsuzlayan iki kavram, önerme, yargı ya da kuramın aralarındaki bağlantılı durumu dile getirir. Bunlar birbirleriyle çelişme durumundadırlar aynı zamanda ikisi birden yanlış ve ikisi birden doğru olamazlar. Örneğin, "Ahmet akıllıdır-Ahmet akılsızdır" önermeleri çelişiktir, Ahmet'in akıllı olduğu doğruysa akılsız olduğu mutlaka yanlıştır. Ya da akılsız olduğu yanlışsa akıllı olduğu mutlaka doğrudur. Ne var ki bu, Ahmet'i somut yaşamından soyutlayıp, eş deyişle onu onu her türlü devim ve değişmelerinden ayırıp kavram, önerme, yargı, ya da kuramlaştırdığımız hallerde böyledir. Yoksa Ahmet somut yaşamında bir olayda akıllı ve bir başka olayda akılsız olabileceği gibi akıllılığı aynı zamanda akıllılığını da içerir. Eytişimsel anlamda Ahmet'in aklı, akılsızlıkla çelişerek gelişir.

Soyut düşünme alanına özgü bulunan 'mantıksal çelişme'yle somut yaşam alanına özgü bulunan 'eytişimsel çelişme' birbirine karıştırılmamalıdır. Somut yaşam alanına özgü bulunan eytişimsel çelişme, soyut düşünme alanına özgü bulunan mantıksal çelişmenin tam tersine her şeyin aynı zamanda karşıtını da içerdiğini dile getirir, hem düşünce ve hem de varlığın evrensel gelişme yasasıdır. Eytişimsel dilde buna 'çelişme ilkesi' ya da çelişme yasası denir.

Mantıksal anlamda çelişme, tutarsız düşünüşün ölçütüdür. Tutarlı düşünebilmek için düşünceyi mantıksal çelişmelerden arındırmak gerekir. Eş deyişle kavramlarımız, önermelerimiz, yargılarımız ya da kuramlarımız çelişmez olmalıdır ki düşüncemiz doğru ve tutarlı olabilsin (soyut çelişmelerle somut çelişmeler uyumlu olmalıdır. N.).çelişik kavramlar, önermeler, yargılar ya da kuramlarla işleyen düşünce yanlış ve tutarsızdır.

Mantıksal çelişme ilk dile getirilişini antikçağ Yunan düşünürü Aristoteles'in biçimlendirdiği 'çelişmezlik ilkesi' ya da 'çelişmezlik yasası'nda bulmuştur. Birçok skolastik ve metafizik düzeltmelerden geçen bu ilke ya da yasa, 19. yüzyılda Hegel tarafından yaşayan varlığa uygulanmıştır. Hegel'e göre her türlü yaşamın kaynağı, Aristoteles'in ileri sürdüğü gibi çelişmezlik değil, tam tersine çelişmedir. Ne var ki Hegel bu çok doğru savını yaşayan varlığın kavramlaştırılmasıyla sınırlıyor ve ''eşyanın çeşitliliğini ve ayırt edilişini çelişme halinde keskinleştiren düşünen akıldır'' diyordu. Bu ileri sürüş, Hegel'in idealist anlayışının zorunlu sonucudur. Tarihsel ve eytişimsel özdekçilik, Hegel'in bu idealist savını özdeksel temeline oturtmuş, onun doğal ve toplumsal özünü açık seçik sergilemiştir. Gerçekte çelişmelerle gelişen, kavramlar değil, doğa ve toplumdur (Hegel de bunu demek istiyor N.). Kavramlar, bu nesnel (doğasal ve toplumsal) gelişmeden yansır. ''Hareketin kendisi bir çelişme'dir. Basit mekanik, bir uzay değişmesi, bir çelişme olduğu gibi, özdeğin daha yüksek biçimlerindeki hareketleri (özellikle organik hayatın gelişmesi) için bu daha da doğrudur. Yaşam, çelişme'den ibarettir. Yaşayan her şey, her an hem kendisidir hem kendisi olmayan'dır. Bu her an oluşan, durmadan yenilenen ve çözülen bir çelişme'dir. Çelişme biter bitmez yaşam da sona erer ve ölüm gelir''. ''Matematikte diferansiyel ve entegral, mekanikte hareket ve karşı hareket (etki-tepki N.), fizikte artı elektrik ve eksi elektrik, kimyada atomların birleşmesi ve ayrılması çelişme'nin evrenselliğini tanıtlar''.
 

Lilith

ad astra per aspera
MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    5 Ağu 2017
  • Mesajlar
    1,117
  • MFC Puanı
    11
Çelişmelerin Genelliği Nedir?

Çelişmelerin sürekliliği ve evrendeki bütün olgularda bulunuşu.

Çelişmelerin genelliği deyimi iki anlamda kullanılır:

1. Evrendeki bütün oluşmaların çelişme'yle gerçekleşmesi,
2. Çelişme'nin her gelişme sürecindeki sürekliliği...

Çelişme; doğasal, toplumsal ve bilinçsel bütün oluşmaların geliştirici gücüdür. Nerede ve ne türlü bir yaşam varsa orada mutlaka çelişmeler vardır. "Çelişme biter bitmez yaşam da sona erer ve ölüm başlar". Bu evrensel kapsam çelişmelerini genelliği'ni dilegetirir. Bundan başka her çelişme sürecinde 'birlik' gelip geçici, çelişme'yse sürekli ve temeldir. Engels'in dediği gibi, " Hareket demek çelişme demektir". Hareketsiz özdek ve özdeksiz hareket bulunmadığından bu süreklilik kapsamı da çelişmelerin genelliği'ni dile getirir. En durgun bir birlik halinde görülen oluşumlarda bile sayısız çelişmeler kaynaşır. 'Çelişmelerin genelliği' deyimi, 'çelişmelerin evrenselliği' ve 'çelişmelerin saltıklığı' deyimleriyle anlamdaştır.

Her özel çelişme, yukarıdaki nedenlerden ötürü saltıklığını da içinde taşır. Çelişmelerin (genel-evrensel-saltık)'lığıyla (özel-özgül-bağıntılı)'lığı da ayrıca birbirleriyle çelişirler.
 

Lilith

ad astra per aspera
MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    5 Ağu 2017
  • Mesajlar
    1,117
  • MFC Puanı
    11
Çelişmezlik İlkesi Nedir?

Bilimsel mantığın düşünmede tutarlılığı sağlayan temel ilkelerinden biri.

Çelişmezlik yasası da denir.

Antikçağ Yunan düşünür Aristoteles'in, çeşitli düzeltme denemelerinden geçmekle beraber yerini diyalektik mantığa bırakıncaya kadar temelde aynı kalan, biçimsel mantığın üç ilkesinden ya da yasasından biri çelişmezlik'tir.

Bu ilke çeşitli biçimlerde dile getirilmiştir: Bir şey, aynı zamanda hem kendisi hem de kendisinden başkası olamaz-A aynı zamanda B olamaz-Bir şey aynı zamanda hem olumlanıp hem de yadsınamaz-İki çelişik önermenin ikisi birden hem doğru hem yanlış olamaz...Sonuncu deyiş kimi düşünürlerce ikiye ayrılmış ve birinci bölümü (iki çelişik önermenin ikisi birden doğru olamaz) çelişmezlik ilkesi sayılarak ikinci bölümü (İki çelişik önermenin ikisi birden yanlış olamaz) almaş ilkesi sayılmıştır.

Gerçekte çelişmezlik ilkesi biçimsel mantığın özdeşlik ilkesi'nin olumsuz biçimde dile getirilmesinden başka bir şey değildir. özdeşlik ilkesi'ne göre Ahmet Ahmet'tir, çelişmezlik ilkesine göre de Ahmet Hasan olamaz, ancak Ahmet olabilir. Bu ilke mantıkta şu simgeyle gösterilir(A.À). bu simgede nokta bağlaç ve ikinci harfin üstündeki çizgi olumsuzluk işaretidir.

Bu kuramın geçerliliği soyut düşünme alanındadır, her türlü değişme ve gelişmeden soyutlanmış kavram ve önermelerdedir. Yoksa, Hegel'in gösterdiği gibi, kavram ve önermeler de gelişmeye başladıkları an çelişmeye başlarlar. Kavram ve önermeler de, çelişmezlik'le değil, ancak çelişme'yle gelişebilirler.
 

Lilith

ad astra per aspera
MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    5 Ağu 2017
  • Mesajlar
    1,117
  • MFC Puanı
    11
Çevre (Lamarckçılık) Nedir?

Bir canlı varlığın bağıntı kurduğu olaylarla varlıkların tümü.

Çevre herhangi bir varlığın belirlenmesinde dış etkenleri dile getirir, diyalektik anlamda 'dış çelişmeler'i kapsar. Örneğin bir yumurtadan civciv çıkması için çevresel bir ısı gereklidir. Oysa bu çevresel ısı bir taş parçasını civcivleştiremez. Çevreni etken olabilmesi için aynı zamanda 'iç çelişmeler' de gereklidir. Bunun gibi örneğin Beethoven bir müzisyen çevresinde yetişmeyip bir köy çevresinde yetişseydi müzik ustası değil, çiftçi olabilirdi, ama Beethoven'ı yetiştiren müzik çevresi de içsel yeteneği olmayan herhangi bir insanı bir müzik ustası yapamaz. Nitekim yumurta da gereken çevresel ısıyı bulamazsa civcivleşemez.

Çevre terimi, dönüşümcülüğün kurucusu Fransız bilgini Lamarck (1744- 1829) öğretisinin de başkavramıdır. Lamarck, Le Philosophie Zoologique adlı ünlü yapıtında hayvan türlerinin çevrenin zoruyla değişerek tek bir türden oluştuklarını ileri sürmüştü. Tek türü farklılaştırıp birçok türler meydana getiren çevreye uyma zorunluluğuydu. Bu uyma (Fr. Adaptation) türün hem alışkanlıklarını değiştirmiş, hem de çeşitli örgenlerinin görevlerini başkalaştırmıştı. Bir türün özellikleri ancak uygun çevrelerde kalıtımla korunabilirdi, yoksa çevre değişiklikleri tür değişikliklerini gerektiriyordu. Böylelikle çevrenin etkisi eski türlerden yeni türler meydana getirmişti. Lamarck, ''ihtiyaç organ yaratır'' diyor ve örneğin zürafanın yüksek ağaçlı bir çevrede ağaçların yapraklarını yiyebilmek için uzun boyunlu olduğunu ileri sürüyordu, eş deyişle zürafanın boynu bu yüzden uzamış ve kalıtımla bu özellik korunarak yeni bir zürafa türü türemişti. Lamarck, idealist görüşlerine rağmen, 1809 yılında yayımladığı adı geçen yapıtıyla evrim kuramına öncülük etme şerefini taşır. Aynı zamanda kendi çağında pek etkili olan Cuvier ve Linne'nin yaratımcılık kuramına (ki bu kurama göre örneğin kedi, kedi olarak yaratılmıştır ve sonsuzca kedi olarak kalacaktır) karşı çıkmak ve bu metafizik düşçülüğü sarsmak şerefi de onundur. Lamarck'ın 'çevre' ve 'kalıtım' savları, elli yıl sonra büyük İngiliz bilgini Charles Darwin tarafından geliştirilip bilimselleştirilmiştir...

Bundan başka 19. yüzyıl Fransız düşünürleri A. Comte'la H. Taine'in, çevrenin insanlar üstündeki büyük etkisine dair ileri sürdükleri idealist görüşlere de 'çevre kuramı' denir.
 

Lilith

ad astra per aspera
MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    5 Ağu 2017
  • Mesajlar
    1,117
  • MFC Puanı
    11
Çevrimsel Devim Kuramı Nedir?

Alman düşünürü idealist Oswald Spengler'in tutuculuğu ve gericiliği desteklemek için ileri sürdüğü bu kuram, her devimin kendi üstüne çevrildiğini ve başladığı noktada son bularak, hiçbir gelişme sağlamadığını savunmaktadır. Çevrimsel devim sonsuzca tekrarlanır durur ve evren eskiden nasılsa bugün de öyledir, yarın da öyle olacaktır.(böyle gelmiş böyle gidecektir N.)

Aynı düşücede olan İngiliz tarihçisi idealist Toynbee de, "Tarih bir tekrarlamadır" savını ileri sümektedir. İdealist Spengler ve Toynbee, yeni ilkbaharın aynı ilkbahar ve yeni doğan insanın ölen insan olmadığını bilmezlikten gelerek, evrimi ve sarmal gelişim'i yadsımaya çalışmaktadırlar. Bu düşüncede olan bir başka idealist düşünür Alman düşünürü Leopold von Wiese kuramın amacını açıklamaktan çekinmemiştir: "bulunduğunuz durumu değiştirmeye çalışmayınız, çünkü daha geri bir noktaya geleceksiniz".

Bilimsel verilere tümüyle aykırı olan bu kurama göre, taş çağından atom çağına evrilen, geçmişte binecek taşıtı olmadığından yaya yürürken bugün uçakla aya varan insan ilerlememiş, tersine gerilemiştir. Bilimse, bu kuramın tam tersini, çevrimsel devim'i değil, sarmal devim'i ve böylelikle de sonsuz ve sürekli gelişmeyi doğrulamaktadır. Her bitiş, aynı başlayışı değil, daha üstün düzeyde bir başlayışı doğurur. Çevrimsel devim kuramı, geriliği savunan her gerici öğretinin başına geldiği gibi, her gün biraz daha, gerileyen değil, ilerleyen bilimle yalanlanmaktadır. Nesnel yasalara göre sürüp giden yükselici bir gelişme anlayışı, bilimin insana kazandırdığı en değerli bilgidir. İnsanın dün yapamadığını bugün yapmasına, ilerlemek değil de, gerilemek demek, bilimdışı bir hafifliktir.
 

Lilith

ad astra per aspera
MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    5 Ağu 2017
  • Mesajlar
    1,117
  • MFC Puanı
    11
Çıkarsama Nedir?

Doğruluğu bilinen bir önermeden yeni bir önerme çıkarma.

Uslamlama ile eşanlamlı değildir, uslamlama araçlı çıkarsamaları kapsar. Örneğin "taş, insan, değildir" önermesinden "insan , taş değildir" sonucunu araçsız olarak çıkarırız. Oysa "nişasta besleyicidir" önermesinden "ekmek nişastadır" aracı önermesini bilmeksizin "ekmek besleyicidir" sonucunu çıkaramayız. Uslamlama, tümdengelim ve tümevarım çıkarsama'nın özel biçimleridir.

Özetle, ister uslamlama, ister tümdengelim ve ister tümevarım yoluyla olsun belli bir bilgiden yeni bir bilgi çıkarmaya çıkarsama denir.
 
Üst Alt