Neler yeni
MEGAForum - Teknoloji Forumu

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı yada giriş yapmalısınız. Forum üye olmak tamamen ücretsizdir.

Felsefe Sözlüğü

Lilith

ad astra per aspera
MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    5 Ağu 2017
  • Mesajlar
    1,117
  • MFC Puanı
    11
Aydınlanma Felsefesi Nedir?

18. yüzyıl felsefesi.

Klasik felsefe tarihlerinde 18. yüzyıl felsefesine aydınlanma felsefesi adı verilir. İ.Ö. 5. yüzyılda da bir antik aydınlanma ya da Grek aydınlanması gerçekleşmiştir. Her ikisinin de Alman düşünürü Immanuel Kant'ın tanımıyla aydınlanma (Al. Aufklaerung) adıyla anılması benzer ıralar taşımalarındandır. Her iki aydınlanmada da inakçılığa (dogmatizme) karşı çıkılmış ve insan usu bilgi ölçüsü olarak değerlendirilmiştir. Her ikisinde de spekülasyonlara sırt çevrilmiş, insan ve kültür sorunlarına eğilinmiştir. Her ikisinde de toplumun düzenlenmesi amaçlanmış ve bilginin halka yayılmasına çalışılmıştır. Grek aydınlanmacıları bilgicilerdi (sofistler) 18. yüzyıl aydınlanmasıysa İngiliz düşünürü Locke'la başlar. Hume, Condillac ve Fransız özdekçileri bu aydınlanmanın önemli temsilcileridir. Daha sonra Kant ve ünlü Alman düşüncecileri (Fichte, Schelling, Hegel) bu aydınlanmanın geliştiricisi olmuşlardır. Gerçek aydınlanma felsefesiyse 19. yüzyılda gerçekleşmiştir.
 

Lilith

ad astra per aspera
MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    5 Ağu 2017
  • Mesajlar
    1,117
  • MFC Puanı
    11
Anlıkçılık Nedir?

Bütün varlıkları anlıksal temele indirgeyen öğretilerin genel adı.

İradecilik karşıtı ve özellikle bilgibilimde usçulukla anlamdaş olarak kullanılmıştır. Törebilimsel anlam, ahlaksal davranışların anlıkla belirlendiği anlayışını dile getirir; eş deyişle ahlaksal davranışlar bir bilgi ve uslamlama işidir.

Genellikle anlığın başatlığında birleşen Platon, Descartes, Spinoza, Leibniz, Wolf, Kant, Hegel gibi birlerinden az ya da çok farklı birçok düşünürlerin öğretileri anlıkçılık genel adı altında toplanırlar. Genellikle küçümseyici anlamda kullanılan terimin ayırıcı niteliği, varlıkları anlıksal temele indirgemektir.

Anlıkçılar içinde Platon gibi nesnel gerçekliği anlıksal gerçekliğin bir kopyası sayan, Kant gibi nesnel gerçekliğin varolduğunu, ama asla bilinemeyeceğini ileri süren, Berkeley gibi nesnel gerçekliği tümüyle yadsıyan düşünürler vardır. çünkü açık, gizli, dolaylı olmak üzere çeşitli yollardan da olsa anlıkçıların düşüncecilik temelinde birleşirler.
 

Lilith

ad astra per aspera
MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    5 Ağu 2017
  • Mesajlar
    1,117
  • MFC Puanı
    11
Bağıntı Nedir?

Diyalektik özdekçi dünya görüşü, bağıntı terimiyle, evrensel bağımlılığı dile getirir. Bunun sonucu olarak da bilgi, mümkün olduğu kadar çok bağıntıyı bilmektir.

Diyalektik yöntem, nesneleri, bağıntılarıyla birlikte inceleyen bir araştırma yöntemidir. Her somut bütünlük, birbirleriyle ve ayrıca bağlı oldukları bütünle bağıntılı birçok parçalardan meydana gelir. Ayrıca her somut bütünlük başka somut bütünlüklerle de bağıntılıdır. Örneğin ekonomik bütünlük sosyal bütünlükle ilişkilidir.
 

Lilith

ad astra per aspera
MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    5 Ağu 2017
  • Mesajlar
    1,117
  • MFC Puanı
    11
Bağıntıcılık Nedir?

Bilginin bağımlılığını ileri süren klasik öğretilerin başında Kant'ın eleştiriciliği gelir. Kant'a göre her bilgi bir yargıdır, her yargı da bir bağımlılık taşır. Örneğin ısı, genişlik, nesne kavramları tek başlarına birer bilgi değildirler; ancak bunların ‘'Isı nesneleri genişletir'' gibi bir yargı meydana getirmek için birbirleriyle bağıntılı kılınmasıdır ki bilgiyi gerçekleştirir. Ne var ki bu birleştirmeyi, kendinde bulunan önsel kalıpların içinde, insan aklı yapar. Öyleyse bilgi insan aklına göredir. İnsan aklı, kendi kalıplarında meydana getirdiği bilginin gereçlerini duyular aracılığıyla dışarıdan alır. Öyleyse bilgi, duyu imkanlarıyla sınırlıdır ve duyu imkanlarına göredir. Anadan doğma bir körde renk, anadan doğma bir sağırda ses bilgisi gerçekleşemez. Bilgi, hem akıl, hem duyularla bağıntılıdır.

Metafizik ve idealist bağıntıcılık bilgiyi öznel sayar ve onun nesnelliğini yadsır. Bu anlayışa göre bilgi ya kesin, değişmez, saltık olarak vardır (dogmacılık) ya da her insana göre başkadır, değişir, saltık değildir (şüphecilik) ve bundan ötürü de bilinemez (bilinemezcilik).

Bu anlayışın tümüyle karşıtı olan eytişimsel bağıntıcılık, bilginin tarihsel olduğunu ve tarihsel aşamalarının her birinde nesnel ve birbiriyle bağıntılı hakikati içinde taşıyarak ilerlediğini bilir. Bilgi, görelilikle saltıklığı birlikte taşır.

Bilgi görelidir; çünkü sürekli olarak gelişmekte, yetkinleşmekte ve doğrulanmaktadır. Bilgi saltıktır; çünkü her göreli bilgi saltık bilginin doğrultusunda gelişir, yetkinleşir ve doğrulanır. Göreli bilgi, saltık bilginin bilgi sürecinde her an biraz daha gerçekleşen parçalarıdır. Demek ki göreli bilgi, saltık bilgiyi zorunlu olarak içerir. Her eksik bilgide tam bilginin bir parçası yatar. Öyleyse pek açıktır ki göreli bilgi sürecinde saltık bilgi de gelişir ve sürer. Bilgi'nin tarihsel süreci içinde her an eksik,, tamamlanmamış, kimi yerde yanlış ve kimi yerde pek dar, tek sözle göreli oluşu saltık bilgiyi yok etmez. Tersine saltık bilginin her zaman ve her biçimde varolduğunu tanıtlar.

Bilgi, değişmez olmadığı gibi bundan ötürü saltık da değildir, evrimsel aşamalarda nesnel hakikati parça parça yansıtarak gelişir ve bilginin bütün parçaları birbirleriyle bağıntılıdır. Bağıntıcılık deyimi, ilişkincilik ve görecilik deyimleriyle anlamdaştır.
 

Lilith

ad astra per aspera
MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    5 Ağu 2017
  • Mesajlar
    1,117
  • MFC Puanı
    11
Bağıntılılık Kuramı Nedir?

Alman fizik bilgini Einstein'ın zaman-mekan-madde'nin bağımlılığını tanıtlayan kuramı.

Einstein (1876-1955) özel ve genel bağıntılılık kuramlarıyla felsefe alanda çok önemli sonuçlar doğuran fizik gerçekleri tanıtlamıştır. Einstein'ın pratikle doğruladığı gibi "evren, zaman-mekân-madde bağımlılığından ibarettir." Bu demektir ki evren özdeksel yapıdadır ve özdeksellik koparılamaz bir biçimde zaman ve mekan'ı da kapsamaktadır. Zamansız mekân ve mekânsız zaman düşünülemeyeceği gibi zaman-mekân'sız madde ve madde'siz zaman-mekân da düşünülemez.
 

Lilith

ad astra per aspera
MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    5 Ağu 2017
  • Mesajlar
    1,117
  • MFC Puanı
    11
Belit Nedir?

Bir gerçeği tanıtlamak için dayanılan tanıtlanması gerekmeyecek kadar açık ilke.

Descartesçılar ve özellikle Spinoza bir geometri terimi olan beliti felsefeye uygulamışlardır. Örneğin Descartes, felsefesini şu belite dayamaktadır: Düşünüyorum, demek ki varım. Bu konuda önemli olan şudur: Ne türlü bir belitten yola çıkılırsa o türlü bir sonuca varılır. Belitlere dayanan bir felsefe, belitlerin yanlışlığı meydana çıkınca, çöker. Örneğin A'nın A'ya eşit olduğu özdeşlik beliti Hegel'in diyalektiğiyle yıkılınca bu belite dayanan bütün spekülatif felsefeler çöküvermiştir. Hegel, A'nın A'ya eşit olamayacağını, çünkü değişmekte bulunduğunu tanıtlamıştır.
 

Lilith

ad astra per aspera
MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    5 Ağu 2017
  • Mesajlar
    1,117
  • MFC Puanı
    11
Bencilik Nedir?

İng. egoism

İnsanın bütün çevresini kendi yararına uydurma isteği.

Bencilik, başkalarının zararından sevinç duyma olmadığı gibi, insanın kendi benliğini büyütme duygusu da (egoizm) değildir. ruhbilime göre bencilik, korunma içgüdüsünden doğar. Toplumsal eğilimin temeli de dayanışma, ortaklaşma, yardımlaşma gibi bencilik gerekleridir. Özgecilik, ancak toplumsal içgüdünün gelişmesi sonunda belirir. Bencilik, bireyin, özgecilik, toplumun ürünüdür. Ancak özgeciliğin gelişebilmesi toplum koşullarına bağlıdır.
 

Lilith

ad astra per aspera
MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    5 Ağu 2017
  • Mesajlar
    1,117
  • MFC Puanı
    11
Beniçincilik Nedir?

Her şeyi kendi benliğine indirgeme eğilimi.

Felsefede, insanın kendisini evrenin merkezi kılmak ve görmek eğilimi olarak kullanılmaktadır. Örneğin egzistansiyalizm (Varoluşçuluk) bu anlamda bir beniçinciliktir. Beniçinciliği, bir insanın kendisini değil de, insan denilen varlığı evrenin merkezi sayması anlamında kullanılan insaniçincilik (antroposantrizm)le karıştırmamalıdır.
 

Lilith

ad astra per aspera
MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    5 Ağu 2017
  • Mesajlar
    1,117
  • MFC Puanı
    11
Biçimcilik Nedir?

biçimcilik'i öz'den üstün tutan öğretilerin genel adı. Antikçağ Yunan düşünürü Aristoteles mantığında ve metafiziğinde, Alman düşünürü Kant törebiliminde. Alman düşünürü Herbart estetiğinde vb. biçimcilikcidirler.

Sanat alanında sanat, sanat içindir görüşü de biçimcilikci bir görüştür, çünkü sanatsal biçimciliki düşünsel öz'e üstün tutar. Bu düşünceye göre, sanat, biçimcilikdir. Herbart da estetiğinde güzeli biçimcilikde bulmaktadır. Burjuva toplumunun soyut sanat anlayışı, kübizm, gerçeküstücülük, dadaizm, pürizm, fovizm, taşizm vb. gibi hemen bütün sanat akımları biçimcilikcidirler ve sanatın özsel niteliğini yadsıyarak biçimciliki üstün tutarlar.

biçimcilikcilik, biçimcilikle öz ilişkisinde biçimcilikin rolünü abartan ya da onu tek geçerli değer kılan yanlış bir tutumdur. Bu yanlış tutum, aynı zamanda zarar vericidir. Öyle bir tarla düşünün ki ekimin bütün biçimciliksel gerekleri yerine getiriliyor; nadaslanıyor, sürülüyor, gübreleniyor, sulanıyor. Ne var ki içine tohum atılmıyor.

Bu tarladan ürün alınabilir mi? Bir yargı düşünün ki yargıç, hukukun bütün biçimciliksel kurallarını titizlikle uyguluyor, ne var ki davanın gerçeklerle aydınlatılmasına önem vermiyor, bu yargı tüzeyi gerçekleştirebilir mi? İçerikten, özden yoksun ya da içeriği önemsenmemiş biçimcilik, zorunlu olarak metafiziğe ve idealizme düşer.
 

Lilith

ad astra per aspera
MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    5 Ağu 2017
  • Mesajlar
    1,117
  • MFC Puanı
    11
Bilgelik Nedir?

Bilgililik.

Bilgelik terimi, tarih boyunca çeşitli anlamlarda kullanılmıştır. Felsefenin ilk adı bilgelikti. Antik Çağ Yunan felsefesinde bilgelik, akla uygun davranmaktı. Sokrates bu terimi kendini tanımak anlamında kullandı. Stoacılara göre bilgelik, doğaya uygun davranmaktır. Törebilim bu terimi tutkulara kapılmama anlamına çekmiştir. Bilgelik, bilgenin niteliği olduğuna göre, aynı zamanda ahlaklılığı ve örnek insanlığı da içerir. Epikuros'a göre de bilgelik erdem yoluyla varılan yüksek bir sarsılmazlık (Yu. Ataraksia) durumudur, salt dinginlik ve aldırmazlıktır. Tanrıbilimsel anlamda bilgelik, tanrılık bir niteliktir ve Tanrı'ya özgüdür. Felsefesel düşünceye, ünlü yedi bilgesinin (ki ilk Yunan düşünürü Thales de bunlardan biriydi) özdeyişleriyle başlamış olan Antik Çağ Yunan felsefesi bir bilgelik felsefesidir ve bilgelik anlayışına göre bilgelik erdemsel bir ülküyü gerçekleştirir, en üstün iyi’dir ve mutluluktur. Bilgelik tarihsel bir olgudur ve çağdaş bilginlik (Âlimlik)'le karıştırılmamalıdır.
 

Lilith

ad astra per aspera
MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    5 Ağu 2017
  • Mesajlar
    1,117
  • MFC Puanı
    11
Bilgicilik Akımı Nedir?

Antik Çağ Yunan felsefesinin eleştiri akımı.

Sofistik deyimi sıfat olarak bilgiciye ve bilgiciliğe değgin anlamını dile getirir. İsim olarak da Antik Çağ Yunan bilgicilerinin öğretisini adlandırır. Bununla beraber daha çok sofistler adıyla anılırlar.

Sofistik deyimi Fransızcada cins ismi olarak da bozuk, uydurma ve ciddilikten uzak felsefe anlamında kullanılır. Yunanca sophistes deyimiyle dile getirilen bilgici terimi birçok anlamlar değiştirmiş, önce bilgeliği yeğleyen öğreti, sonra bilgi öğretmeni, Protagoras'a göre önce siyasada yararlı olma sanatı, sonra söz söyleme sanatı anlamlarında kullanılmıştır. İ.Ö. V. yüzyıl, antikçağ Yunan felsefesinde bilgicilik akımının egemen olduğu cağdır. Bu çağa Antik Aydınlanma Çağı adı verilir.

İlk düşünür sayılan Thales'ten beri ortaya atılan sayısız varsayımlar, sonunda, insan zekasını şahlandırmış ve bütün olup bitenleri yeniden gözden geçirerek kıyasıya eleştirmeye yöneltmişti. Doğa bilimlerinin denetinden yoksun insan düşüncesi, varlığın temeli konusunda daldığı hayal aleminden kendisine dönüyordu. Bilgicilik akımının inceleme amacı insanın kendisiydi. Protagoras'ın ünlü sözüne göre, "İnsan, her şeyin ölçüsü"ydü.

Bilgi, teorik bir merak değil, pratik bir yarar olmalıydı. Protagoras, "Tanrılara gelince, ben onların ne var olduklarını ne de yok olduklarını bilirim" diyordu. Bilgici Hippias, giydiği elbiseyi kendisi diktiği için "bağımsızlığa kavuşmakla" övünüyordu. İnsan, her türlü yapma bağlardan kurtarılmalı ve insansal yasa (nomos)'nın yerine doğal yasa (physis) konulmalıydı. İnsan ve dolayısıyla toplum yaşamının birinci plana alınması, zorunlu olarak törebilim sorunlarını meydana çıkarıyordu. Ünlü törebilimci Sokrates, bu akımın çocuğudur. On sekizinci yüzyıl aydınlanması nasıl Kant'ı yetiştirecek koşulları hazırlamışsa, antik aydınlanma da Sokrates'i ve Platon-Aristoteles'i yetiştirecek koşulları hazırlamıştır.

Bilgiciler (Protagoras, Gorgias, Prodikos, Hippias, Antiphon, Alkidamas, Lykophron, Kallikles, Kritias, Simonides), şüphe ve eleştirinin gereği saydıkları tartışma (diyalektik) yöntemiyle çalışmışlardır. Bu yöntem, Sokrates'in de yöntemidir. Bilgiciler, özdekçi düşünceler ileri sürmekle beraber, ürünü oldukları idealist çizgiyi sürdürmüşler ve dünyayı tanıma olanağını yadsımışlardır. İşte bu idealist çizgidir ki, bir yandan bilgicilik akımını yozlaştırarak felsefeyi güzel söz söyleme oyununa dönüştürürken öte yandan idealist ilkelerin gelişmesi sonucunu doğurmuş ve Sokrates'de "Ben"in bilginin kaynağı olması imkanlarını hazırlamıştır. Platon, bu çizginin zorunlu sonucudur.
 

Lilith

ad astra per aspera
MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    5 Ağu 2017
  • Mesajlar
    1,117
  • MFC Puanı
    11
Bilgi Kuramı Nedir?

Bilginin bilgisi.

Doğrudan doğruya bilgi olgusuyla bilme olayını inceleyen genel bilim dalını adlandıran bilgi kuramı deyimi, Al. Erkenntnistheorie deyiminin çevirisidir ve başka dillerde de (örneğin Fr. théorie de la connaissance, İng. theory of knowledge) yerleşmiştir. Gerçekte gnoseoloji ve epistemoloji deyimlerinin Türkçe karşılığı bilgibilimdir.

Bilgi kuramı terimi, doğrudan doğruya bilginin ne olduğunu inceleyen bir bilim dalını adlandırır ve şu sorunun karşılığını araştırır: Bilgi olgusu nasıl gerçekleşiyor? Bu soru bilginin özü, kaynakları ve sınırı sorunlarını kapsar. Hind-Avrupa dil grubuna bağlı Batı dillerinde birbirlerine pek yakın anlamlarda kullanılan epistémologie (Os. İlmiyât), gnosgologie (Os. Mebhası mârifet) ve théorie de la connaissance (Os. Nazariyei ilim) terimlerinin Türkçeye bilgi kuramı terimiyle çevrilmiş olması karışıklıklar doğurmaktadır. Ne var ki bu karışıklık bir dereceye kadar Batı dillerinde de vardır. İngiliz düşünürü Baldwin, bu yüzden, bilgi olgusunun özü-kaynağı-sınırı sorunlarını inceleyen bilim dalının epistémologie ve bilgi olgusunun varlık değeri bakımından eleştirisinin gnoséologie terimleriyle dile getirilmesini önermiştir. Gerçekte, bu iki terim arasındaki anlam ayrılığı, bilgi elde etmek için kullanılan yöntem ayrılığından doğmaktadır. Epistémologie terimi bilimsel bilginin ne olduğunu inceleyen bilim dalını, gnoséologie terimi sezgisel bilginin ne olduğunu inceleyen bilim dalını adlandırır. Théorie de la connaissance ise bilenle bilinen arasındaki ilişkilerin ne olduğunu inceler. Ayrıca bilgi kuramı deyimi, bilginin kaynağı üstünde savlar ileri süren usçuluk, duyumculuk, sezgicilik, deneycilik vb. gibi çeşitli bilgi öğretilerini de adlandırır. Bir yandan da bilginin değerini araştıran bir felsefe dalıdır. Ne var ki bütün bunlar metafizik felsefenin araştırma ve incelemeleridir. Diyalektik materyalist felsefenin bilgi kuramı, yansı kuramıdır ki bilginin ne olduğunu, nasıl elde edildiğini, geçerliğini ve zorunluluğunu açık seçik sergiler.
 

Lilith

ad astra per aspera
MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    5 Ağu 2017
  • Mesajlar
    1,117
  • MFC Puanı
    11
Bilim Nedir?

Yöntemli bilgi.

Önceleri bilgi terimiyle eşanlamlı kullanılan bilim terimi, günümüzde olayların yasalarını bulmak amacını güden araştırmaları dile getirmektedir. Bilim, yöntemle elde edilen ve pratikle doğrulanan bilgidir. Bu yüzden de idealizmle bağdaşmaz, çünkü idealist bilgi pratikle doğrulanamaz. Bundan başka bilim idealizmle çelişme halindedir, idealizm, bilimin konusu olan özdeksel doğayı yadsır.

Çağdaş bilim zorunlu olarak diyalektik özdekçiliği doğurmaktadır. Evreni, sanat, artistik imgelerle, din fantastik imgelerle, bilimse mantıksal kavramlarla açıklar. Ne var ki kavramlar göreli bir bağımsızlığa sahiptirler, sürekli insan pratiğiyle nesnel dünyaya bağımlı kılınmadıkları hallerde kendi kendilerine yeter bir duruma gelmek ve gerçeklerden kopmak tehlikesiyle karşı karşıyadırlar. İdealizmi doğuran bu kopuş, bilimi doğuransa insan pratiğinin sağladığı bu bağımlılıktır. Eylemsel pratikle düşünsel teorinin karşılıklı ve sürekli etkileşimi, bilimsel gelişmenin baş koşuludur. Bilim, evreni, gerçeklikleri insan eylemleriyle doğrulanmış kavramlar, ulamlar ve yasalarla yansıtır. Bilimin itici gücü, toplumun üretim gereksileridir. "Toplumun teknik gereksileri, bilimin gelişmesinde on üniversiteden daha etkindir". Buna karşı, bilimi doğuran insan pratiği bilim olmaksızın olanaksızlaşır (eksik kalır N.). Bilim insanlara nesnel yasaların bilgisini verir ki insanlar pratik eylemlerini gerçekleştirebilmek için bu bilgiye muhtaçtırlar. "Emek, doğa ve dolayısıyla bilim’le insan arasında gerçek tarihsel ilişkidir. Bundan ötürüdür ki emek, insan yeteneklerinin bir gerçekleşme biçimi olarak anlaşıldığı takdirde, doğanın insansal özünü ya da insanın doğal özünü kavramak olanaklaşır".

Bilimler, çeşitli çalışma alanlarıyla ilgileri bakımından fizik, kimya biyoloji, toplumbilim, vb. gibi çeşitli adlar almışlardır. Bundan başka, onları toplum bilimleri (felsefe, tarih, ekonomi politik vb.)’yle doğa bilimleri (fizik, kimya vb.) olmak üzere iki bölüme ayırtmak gelenekleşmiştir. Ne var ki "Tarihin kendisi doğal tarihin, eş deyişle doğanın insansal gelişiminin bir parçasıdır. Nasıl insan bilimi doğa bilimiyle birleşiyorsa bir gün doğa bilimi de insan bilimiyle birleşecek ve tek bir bilim varolacaktır".
 

Lilith

ad astra per aspera
MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    5 Ağu 2017
  • Mesajlar
    1,117
  • MFC Puanı
    11
Bilinç Nedir?

İnsanın çevresini ve kendisini anlamasını sağlayan anlıksal süreçlerin toplamı.

Metafizikte bilinç insandan bağımsız bir güçtür ve insana verilmiştir, evrensel ya da tanrısaldır. Metafizik düşünme dizgesi içinde yer alan düşünceciliğe göre de bilinç, özdekten ayrı ve bağımsız bir güçtür. Bu savda temellenen düşüncecilik antikçağ Yunan düşünürü Anaksagoras'la başlar. Anaksagoras nus (Nous N.) adı altında bir evrensel us düşünmüş ve onu özdeğin karşısına koymuştur. Aristoteles'in deyişiyle, "Anaksagoras, nus'un yaratan ve özdeğin yaratılan olduğunu söylemiştir. Çünkü her şey bir aradayken nus gelip düzenlemiştir". Bu anlayış, bilinç'le özdeği birbirinden tümüyle ayrı şeyler sayan Descartes'dan geçerek, onu evrenselleştiren Hegel'de uçlaşır. Hegel'e göre önce evrensel bir bilinç vardı ve bütün doğa bu evrensel bilincin ürünüdür, doğa diyalektik evriminin sonunda gene bu bilince ulaşarak kendi kendini tanıyacak ve evrim böylelikle son bulmuş olacaktır. İdealist akımın karşısında yer alan ve antikçağ Yunan düşünürü Demokritos'la başlayan materyalist akım, kaba ya da vülger özdekçilik adıyla adlandırılan bilim-öncesi özdekçilerinin bilinç'i özdekle aynılaştırmalarıyla uçlaşır. Bunlara göre de, "Karaciğerin safra salması gibi beyin de bilinç salar". İdealist akımın düştüğü yanılgı kadar yanlış olan bu sonuç, bilim-öncesi materyalistlerinin gerçekte tek yanlı metafizik düşünme sistemine bağlılıklarından doğmaktaydı.

Eytişimsel özdekçi felsefeye göre bilinç; insanın düşüncesi, duygusu, iradesi, karakteri, heyecanı, anlağı, kanısı, sezisi vb. gibi bütün anlıksal süreçlerinin toplamıdır. Nesnel gerçekliğin insandaki yansıtıcısıdır. Özdeksel olan insan beyninin bir özelliğidir. Önce özdeksel doğa vardı. Doğasal evrim insana ve bilince kadar gelişti. Bilinç elbette doğasal, eş deyişle özdeksel bir üründür ama özdekle ayrılaştırılamayacağı gibi aynılaştırılamaz da. Nitekim çocuk da annesinin ürünüdür ama annesinin aynı değildir. bilinç, toplamsal bir üründür ve dil'le sımsıkı bağımlıdır. Dil olmaksızın bilinç de olmaz. Çünkü dil, başkaları için gerçekleşen pratik bilinçtir. Hayvanın ön ayaklarının elleşmesi ve ellerin emekle kullanılmasıyla başlayan insanlaşma, zorunlu toplumsallaşma olgusundan geçerek, dil-bilinç olgusunu meydana getirmiştir.

Bilinç olgusu insanların yaşama biçimlerinin ürünüdür. Öyleyse pek açıktır ki bilinç, insanların yaşama biçimlerini yansıtır. Ama bilinç sadece yansıtmakla yetinen basit bir ayna değil, belirmesiyle birlikte diyalektiğe girmiş etken bir güçtür. "Bir sarayda, bir kulübedekinden başka türlü düşünülür". Ama saray koşullarından doğan saray düşüncesi de saray koşullarını etkiler ve değiştirir. Diyalektik ipin iki ucundan biri eylem (pratik), öbürü de bilinç (teori)'dir. Çeşitli yanlış anlamalar ve yorumlar bu ipin iki ucunu birden elde tutamamaktan doğmaktadır. İnsansal girişkenlik (Fr. Initiative), bilinç'le gerçekleşir, insan, olaylardan oluşan bilinciyle o olaylara egemen olabilir. Bilim-öncesi felsefede insanların yaşama biçimleri düşünme biçimleriyle açıklanırdı, oysa düşünme biçimleri yaşama biçimlerinin sonucuydu. İnsan, bilimsel olarak bunun bilincine vardıktan sonradır ki, bilinç'li etkinliğiyle yaşama biçimlerini de değiştirmeye başlamıştır. hiçbir şeyi değiştiremeyen hayvansal çabayla her şeyi değiştirebilen insansal çaba arasındaki tek fark, insansal çabanın bilinç'li oluşudur. "Bilinçli amaç, istenmiş bir erek olmaksızın hiçbir şey meydana gemez". Bilinç, insanın, kendisini çevreleyen şeyleri fark etmesini, algılamasını ve algıladıktan sonra kavramasını, gerçekleştirdiği gibi istemesini ve istediğini yapmasını da gerçekleştirir. Bilinç ne kadar eskiyse dil de o kadar eskidir. Dil, başkaları için varolan ve ancak bundan ötürüdür ki benim için de gerçekte varolan 'pratik bilinç'in ta kendisidir. Dil, tıpkı bilinç gibi, başkalarıyla ilişki kurma zorunluluğundan doğmuştur. Nerede bir ilişki varsa orada insansal bir şey vardır. Hayvanın hiçbir ilişkisi yoktur, hayvanın başkalarıyla ilişkisi onun için bir ilişki değildir. Demek ki bilinç, başlangıcından beri bir toplumsal üründür, insanlar varoldukları sürece de öyle kalacaktır. Demek ki insan topluluğunun dışında insan bilinci olamaz. Bilincin ürünü olan düşünce de, kendisinin özdeksel iskeleti olan dilin dışında varolamaz. Bundan ötürü bilinç, ilk anından beri dil temeli üstünde biçimlenir. Bilim, konuşmanın ortaya çıkışının, maymun beynini adım adım bilinçlendirerek insan beynine dönüştürdüğüne özellikle dikkatleri çekmiştir.
 

Lilith

ad astra per aspera
MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    5 Ağu 2017
  • Mesajlar
    1,117
  • MFC Puanı
    11
Bilinemezcilik (Agnostisizm) Nedir?

Nesnelerin kendiliklerinin (ve tanrının olup olmadığının) hiçbir zaman bilinemeyeceğini ileri süren felsefe akımı.

Bilinemezcilik terimi, ilkin, İngiliz düşünürü Huxley tarafından Yunanca bilinemez anlamındaki agnostos sözcüğünden türetilerek kendi öğretisini adlandırmak için kullanılmıştır ve pek yenidir. Terim, daha sonra, geriye götürülerek bütün bilinemezci öğretileri kapsamıştır.

Bilinemezcilik, tarihsel olarak bilimin denetinden yoksun insan düşüncesinin düştüğü büyük yanılgılara bir tepki olarak belirmiştir. Bu tepkiyi ilkin antikçağ Yunan bilgicileri (sofistler) göstermiştir. Duyumcu olan bu sofistlere göre bilgi, duyuların sonucudur, duyularımızla elde ettiğimizin dışında başkaca hiçbir bilgiye erişemeyiz. Her kişinin duyusu kendine göre olduğundan her kişinin bilgisi de zorunlu olarak kendine göre olacaktır, herkes için geçerli bir bilgi olamaz. İnsan, kendisi için bilinebilecek tek şeyle, kendisiyle yetinmelidir. ("İnsan her şeyin ölçüsüdür", "Tanrılara gelince, ben onların ne var olduklarını ne de yok olduklarını bilirim" Protagoras. "Bildiğim bir şey varsa hiçbir şey bilmediğimdir." 'Ben' bilginin kaynağıdır. Sokrates. Bilgiciler (sofistler), özdekçi düşünceler ileri sürmekle beraber, ürünü oldukları idealist çizgiyi sürdürmüşler ve dünyayı tanıma olanağını yadsımışlardır.

Antik Çağ Yunanlıları, tarihsel koşulları içinde, bu tepkiyi göstermekte haklıydılar (çünkü bilimsel bilgiden yoksunlardı). Ne var ki bilinemezcilik akımı Kant'tan, Auguste Comte'dan, Spencer'den, William James'den geçerek yüzyılımızın ilginç düşünürleri Sartre'lara ve Camus'lere kadar sürüp gelmiş bulunmaktadır.

Kant'a göre ancak görünen bilinebilir, öz bilinemez: "Bizler sırlarla dolu bir evrende bir üryanın rüyasını görmekteyiz. Gerçekte bildiğimiz hiçbir şey yoktur. Bildiğimizi sandığımız şey sadece olaylardır. O olaylar ki, bilmediğimiz bir objeyle asla bilemeyeceğimiz bir sujenin birbirlerine olan ilişkisinden doğmuştur".

Amerikalı pragmacı Wiiliam James'e göre, "İnsanın evrendeki durumu, bir kedinin kitaplıktaki durumu gibidir. Görür ve işitir, ama hiçbir zaman anlayamaz".

Pozitivist Auguste Comte'a göre, "Nesneler üstü metafizik kadar nesnelerin kendisi fizik de bilinemez. Bilim, bu iki bilinemez alanın ortasında, sadece duyularımızla algıladığımız deney ve gözlemlerin konusu olan olgularla uğraşabilir".

Akıma adını koymuş olan 19. yüzyıl İngiliz düşünürü Huxley de aynı kanıdadır.

20. yüzyılın Fransız düşünürü Camus'ye göre de, "Evren uyumsuzdur ve bilinemez. İşte ağaç, sertliğini duyuyoruz. Bu kadarla yetinmek zorundayız. Bilim, giderek bize elektronların bir çekirdek çevresinde toplandıkları görünmez bir gezegenler takımından söz edecektir. Bu bir varsayımdır. Böylece dönüp dolaşıp şiirin alanına geldiğimizi ve hiçbir şeyi bilemeyeceğimizi anlarız".

Bütün bu yanlış düşünceler çağdaş diyalektiği bilmemenin ya da bilmez görünmenin (ya da kavrayamamış olmanın) sonucudur. Metafizik bilinemezcilik haklıdır, çünkü metafizik bir takım gerçekdışı tasarımlarla uğraşır, gerçek olmayan şey yok demektir ve yok olan şey de elbette bilinemez. Oysa bilimci olduklarını iddia eden bütün bilinemezcilik'ler bilimdışıdırlar, çünkü bilimin konusu olan nesnelerin kendilikleriyle bilimin amacı olan bilinebilirliği yadsımaktadırlar. Bu bilinemezcilik'lere, çağdaş diyalektikten çok önce, Alman düşünürü idealist Hegel gereken karşılığı vermiştir: "Bir nesnenin bütün niteliklerini biliyorsanız, nesnenin kendiliği'ni de biliyorsunuz demektir. Geriye bu nesnenin sizin dışınızda varolmasından başka hiçbir şey kalmamaktadır. Duyularınız size bu gerçeği de öğrettiği zaman Kant'ın o ünlü bilinemez'inin geri kalan yanını da kavramış olursunuz''.

Bununla beraber Kant, yaşamının son yıllarında, ‘'inana yer bırakmak için bilgiyi sınırlandırmak'' istediğini itiraf etmiştir. Gerçekten de bilinemezcilik her zaman Tanrıbilimden ve egemen sınıflardan yana olmuştur. Çünkü nesnel gerçekliğin bilinemeyeceğini söylemek, insanları inana çağırmak demektir. Ünlü bir diyalektikçi şöyle der: ‘'Böylesine görüşlerin niçin ileri sürüldüğü sorulabilir. Çünkü bilgi ışık saçar, ışıksa herkesi hoşnut etmez. Karanlık çıkarlar ancak karanlıkta elde edilir. Bilgiyle aydınlanan insan daha önce göremediği ve yapamadığı birçok şeyi görebilir ve yapabilir. Buysa karanlık saçan sömürücülerin ölesiye korktukları bir şeydir''.

Bilinemezcilik biçimle özü ayrıştırmaktan ve görünüşten gerçeğe geçememekten doğmuştur. Antikçağ Yunan felsefesinde ‘şüphecilik' biçiminde belirmiş olan bilinemezcilik giderek bilimi yadsımaya varmıştır ve bilmeye uğraşmaktansa bilinemez saymanın kolaylığı ve rahatlığı içinde hızla yayılmıştır. Şüpheciler ya şüphe ettikleri için bilinemez sayıyorlar ya da bilinemez saydıkları için şüphe ediyorlardı. Onlar için bu bir yöntemdi, doğa bilimlerinden yararlanamayan düşünsel felsefenin aşırı tasarımlarına bir tepki olarak ileri sürülmüştü (zamanında ilerici bir rol oynamıştı N.). Ama, 18., 19. ve 20. yüzyıl bilinemezcilerinin, böyle bir durumda bulunmadıkları gibi böylesine tepkileri de gereksemedikleri kesindir (çağdaş bilinemezciliğin nedeni de, nereden gelip nereye gittiğimizi anlamak için gerçekte yeterli olan bilgiyi yeterince edinmemiş olmaktır).

Ünlü bir diyalektikçinin dediği gibi, "kauçuk yapıyoruz, demek ki kauçuğun ne olduğunu biliyoruz" (yeterince bilmeden de yapılabilir, kullanılabilir; örneğin elektrik kullanımı, elektriğin ne olduğu tam olarak bilinmezken üretilmeye ve kullanılmaya başlamıştır vb. N.). "Kavranamaz nesneler, bilimin dev adımlarıyla ilerlemesi sırasında kavrandılar, çözümlendiler, üstelik yeniden üretildiler. Üretebildiğimiz şeyin bilinemez olduğunu elbette düşünemeyiz. Bugün de bilmediklerimiz vardır, ama bugün bilmediklerimizi yarın bilemeyeceğimizden şüphe etmeye hiçbir neden yoktur."
 
Üst Alt