Canın Acıdı Mı?
Nefs, ziyneti ister. Ama bir küpecik takmaya kalksa kişi, önce alır, canını yakacağını bile bile kulağını delerler. O da süslenmeyi sevdiğinden, acıya itiraz etmez. Bilirsin ki kardeşim, her nîmetin külfeti, rahmetin de zahmeti olur. Şimdi, aşağıda okuyacağın yazıyı, içinde çeşit çeşit küpelerin olduğu bir mücevher kutusu olarak düşün. Önce canının biraz acıyabileceğini peşînen kabul et; ardından, dilediğin cümleleri kulağına küpe et...
*
Edepsizlik odur ki, Hakk’ın, cevherini ağzından saçtığı sevgili kulunu, edepsiz addedersin.
*
Emerek emek vermeden sütün gelmeyeceğini, bebekler bile bilir, sen bilmez misin?
*
“Uzaktayım, makbul değilim.” diye vesvese etme. Kim kıymetlidir, güvenir, vazifeye gönderirler. “Yakındayım, herhâlde hamım.” da deme, zira bazen armut, dibine düşer…
*
Fakirliği sev… Ulular eteğinde büzüşüp, kedi gibi sığınmayı da… Ve ulunun gölgesinde, kendi gücünden soyunmuş, garip, zavallı, hatta aşkı sebebiyle biraz da densiz bir muhtaç olmaktan çekinme…
*
Çürük de olsa, -Yaratana hürmeten- yerden kaldır ki, ayaklar altında ezilmesin... Seni tutup kaldırmalarını, sağlamlığından mı zannedersin?
*
Her geleni Hızır bilmen, her gelene “hınzır” damgası vurmandan, elbette kat kat iyidir. Allah aşkına söyle, bu güne kadar sû-i zandan ne kazandın?
*
Veriyorsan, senden alan Hak’tır. Alıyorsan, ikram eden Hak’tır. De ki, madem, alan da, veren de O, şu seninki nice ezilmek ya da nice havalanmaktır?
Ümitsizlik sana yakışmaz. Yıllarca arayıp da bulamadığın, özlediğin ve uğrunda nice yorgunluk çektiğin hâlde ulaşamadığın şey neyse, onun izini bulduğunu var say ve öylece umutla bak, içinden geçtiğin anlara... Ve dilerim, o şey, Yâr olsun…
*
Sen sen ol, çok kolay sevinebilen birini bile sevindiremeyecek kadar beceriksiz ve hissiz olma...
*
Niceleri, çok atmış ve atlamış olmalarına rağmen, bir türlü hedefe ulaşamamışlardır ve bunun tatminsizliğini yaşarlar. Buna karşın ısrarlı bir “Ben bilirim!” havası estirirler ki, sen öyle zamanlarda sıkı sıkı giyin, rüzgar almamaya bak.
*
Burası dünyadır kardeşim! Kimisi yorulur; ama kavuşabilmiş değildir, ayrılık çeker. Kimi ise vuslat içre hasretin yorgunluğundadır. Kendine ait kanaat, bilgi, fikir, karar, ölçü, her ne varsa kurtul da nimetlerin en büyüğünü, “yanıp yok olmayı” dile. Sadece bu dileği lûtfettiği için şükretmeye kalksan, zaten başedemezsin. O hâlde senin de yorgunluğun, şükürden âciz kaldığını hissetmenin ağırlığından oluversin.
*
Ne vakit yakıcı bir alev etrafında dönmeye başlarsın, işte şenliğin, sevincin, huzurun bu olsun. Zîrâ Habîbullâh “Beni seven, sıkıntıyı kendine örtü edinsin” buyurdu. Ateş, yanında civarında olur da, kanatların ne vakit acır, işte o zaman, üzerinde bir şefkat elinin dolandığını hissedersin. O el birine değer de, hiç o kişide dert mi kalır? O el değince, çileler safâya, gamlar sürûra dönüşür… Madem böyledir, Sevgilinin seninle muhatap olmasına yol açan işi sıkıntı sayıp da, nankörler arasına katılma.
*
Kim yana yana, nefesi kesile kesile aramış da bulamamış ki… Aramaktan hâlsiz ve yorgun düşmüşsen, bulma vaktin de yakına gelmiştir. İş ki, sen, kavuştuğun nîmetten gâfil kalma.
*
Kınayan ve kusur bulan bakışların, bazen o kadar keskin ki, doğrusu bu kadar keskinlik, üzerinde edep de bırakmıyor. İlle de böyle bakmaya devam edeceksen, öncelikle ve özellikle, geç, aynada kendine bak!
*
Her soru sormayanı aynı kefeye koyma. Kimisi, ilgilenmediği ya da sormayı bile beceremediği için; kimisi de teslim olduğundan veya zaten bildiğinden sormaz. Sorusuzluk, bazen tümüyle büyük bir mesele, bazen de tümüyle bir güzellik olabilir. İyi ayırd et.
*
Vazifeyi almak değil, hakkıyla yapmak zordur. Vazifenin üstüne atlayana değil, onu ihlâsla, adam gibi yapana “evlât” derler.
*
Mârifeti, orada burada boy göstermek, görünmek sanıyorsan, yanılıyorsun. Ama “Yok, ben ille de görüneceğim.” diyorsan, o zaman bari kabuğunu düzelt de, bakanların gözü yorulmasın.
*
Her yerde olmak gibi bir duân varsa, gönüllere gir. Çünkü sevenler sevdiklerini gönüllerinde taşırlar ve nereye gitseler, oraya götürürler. Âşık neredeyse, mâşuk da oradadır.
*
Küçük çocukların saf bir tarafı vardır ve onlar, kâr-zarar hesapları yapmadıkları gibi, gururları da yoktur. Verdiklerinin büyüklüğünden ziyâde, vermenin sevincine dalmışlardır. Oysa “Ben büyüdüm” diyenleri görürsün, onlar hem bir ekmek parasını değersiz görüp, “Bundan ne olacak, versem ne, vermesem ne!?” derler; hem de “Vallahi kardeş, hele olmasın bak, ekmek veren oluyor mu?” diyerek, o paradan vazgeçemezler. Sen, küçük hesaplarda boğulmuşlardan olma.
*
Bir ihtiyaç arz edildiğinde “Allah yardımcın olsun, vah yazık çok üzüldüm, ne diyeyim, Allah versin.” diyeceğine, aklını başına al da, Allâh’ın, “eliyle verdiği sebep” olmaya bak.
*
Diyorlar ki; şefkat tokadı yiyen, döner yine sarılır, “Ana!” diye ağlar. Kahır tokadı yiyen ise; daha iflâh olmaz, dinden îmândan çıkar, yıldızlardan düşmüşe döner de parçası bile bulunmaz. Rûhu ölür, rûhun hayat eseri olan muhabbet, ihlâs, edep ve teslîmiyetten soyunur. Küfür sıfatına geri döner. Oyun biter, perde kapanır... Dikkat et.
*
Duydum ki, katre meşrepli mürşidin kabrinden selâmsız geçsen, tokadı yersin. Derya meşrepli mürşidin kabri başında ne densizlik etsen, bir şey demez, dokunmaz imiş. Madem öyle, mürşidin yüzünü tokatladıysa, bil ki, hakkındır ve günahına kefârettir. Tersine, yüzüne her zaman tebessümle bakıyorsa, bil ki, bu da senin güzelliğinden değil, mürşidinin enginliğindendir.
*
Kardeşinin günahını diline dolama da, kendi günahlarına ağla. Zîrâ sen, onun dedikodusunu yapmakla Hak’tan uzaklaşırken, kardeşin, kendi günahına ağlamakla, Hakk’a yaklaşmaktadır. Duâ et de Allah seni, o kınayıp durduğun günahkâr kardeşin hürmetine affetsin.
*
Uyanık ol! Gözünde büyüttüğün sevapların yüzünden, cehenneme düşme! Zîrâ ibadeti, ilmi ve makamı sebebiyle, bir çokları ucup bataklığında kaybolmuştur. Nice günahkâr ise, tevbe ve pişmanlık içinde, Allâh’ın affına mazhar olmuştur.
*
Mü’min kardeşinde gördüğün her bir günâha, duâsız dilin ve duyarsız hâlin ile ortaksın! O hâlde hadi, biraz aklın varsa gayretini kavîleştir. Bunun yolu sadece söz ile değil, hâl ile de duâya koyulmandır. Bırak olmayan hazineni uzaktakilerle paylaşmanın hayalini de, elinde olanı yanı başındaki kardeşinle bölüşmeye bak! Zîrâ paylaşmayı unutmuş olmasaydın, o belki de günahtan korunacaktı. Üstelik bu sebeple, sen de rahmete gark olunacaktın. Hâlbuki şüphesiz ihtiyaç sahipleri, dünyada vermediğin haklarını, âhirette söke söke alacaklar. İşte o gün “Hayret…” diyeceksin, “Günahkâr o idi, eziyet neden bana?!.”
*
Bilmiyor musun ki azîz eden de zelîl eden de Hak’tır. Sen Yûsuf kıssasını da mı duymadın ki, orada bir Züleyhâ vardır. Ve Allah, onu dedikodularıyla yerin dibine batırmak için didinen gâfillerden birini değil, onların kınayıp durduğu Züleyhâ’yı peygamberine hanım seçmiştir. Susup beklemesini bil. Ne “Oldum!..” de, ne de “Olmadım!..” Olmayacak iş yoktur.
*
Bazen, bütün ömrünü anlamaya adasan, yine de yetmez. O hâlde, her iş için akıl yürüterek durumunu zorlaştırmak yerine, mürşidini taklid ederek, sükûnetle yaşamaya bak. Böyle yapa yapa umulur ki, bir gün, hakikate erişenlerden olursun.
*
Bir güzel dedi ki: Mecnûn olmayan, onun hâllerinden de, yasından da, bayramından da bîhaberdir. Aşk anlatılmaz, âşık anlaşılmaz... Kimse bir başkasının aşkını anlayamaz...
Aşk, parmak izi gibidir. Aynaları olmakla birlikte, aynısı yoktur. O hâlde, sana tuhaf gelse de, mecnun kimseyi hor görme.
*
Her türlü ziynet, sende ancak emânettir. Bölüştüğün, ikram ettiğin sürece bereketlenir. O hâlde, şu sözlerden ne kadarını kulağına küpe ettiysen, önce sevdiklerinden başlamak üzere, Allâh’ın kullarıyla paylaş…
Neslihan Nur Türk