- Konum
- Maldivler??
-
- Üyelik Tarihi
- 28 Şub 2020
-
- Mesajlar
- 24,446
-
- MFC Puanı
- 200,440
MARTIN EDEN / JACK LONDON
Yaklaşık bir haftadır bana yol arkadaşlığı yapan Martin ile az önce vedalaştık. Hayatım boyunca unutamayacağım kahramanlarım arasında artık Martin de var.
Jack London’ un yarı otobiyografik romanı olarak bilinen ‘Martin Eden’, toplumsal sınıf ve zihniyet farkları konusunda Amerikan Edebiyatı’nın vazgeçilmezleri arasında yerini garanti eder diye düşünüyorum. Martin’in yol hikayesi ve mücadelesi oldukça yorucu, itiraf etmeliyim ki Brissenden ’in ‘bundan sonra yalnız kalmayasın diye seni bu akşam kitap okuyan diğer adamlarla tanıştıracağım’ dediği ve onu bir avuç çulsuz fikir insanının arasına attığı 36. Bölüme kadar zaman zaman çok yavaş ilerliyor kitap. Beni en çok etkileyen bölümü ise mücadelesinin sonunda kazandığı maddesel zafere rağmen uçup giden heyecanı ve bu bölümlerdeki psikolojik çözümlemeler.
Pek çok eleştirmen esere zengin kız fakir oğlan temasında yaklaşmış. Kitabın arka yüzündeki metinde bile ‘aşkı uğruna eğitimsiz genç bir işçiden başarılı ve rafine bir yazara dönüşüm mücadelesi’ olarak tanıtılmış. Bu bakış açısı oldukça yüzeysel, katılmıyorum:
1. Öncelikle burjuva sınıfının gerçek yüzünü gördüğü aydınlanma anlarını saymazsak, Martin’in geçirdiği bir dönüşüm yok, diğer insanların ve toplumun Martin’e karşı geçirdiği bir dönüşüm söz konusu. Martin romanın en başından en sonuna kadar hep aynı, kaldı ki şöhreti yakaladığı eserler bile zamanında yayınevleri tarafından reddedilen eserleri.
2. Öte yandan bunca yaşadığı çabanın sebebi bence zannedildiği gibi ‘aşkı uğruna’ değil, (motivasyonu aşkı olsaydı Ruth’un babasının yanında işe başlayarak hem ‘aşkı’ na kavuşabilirdi hem de bütün karakterler musmutlu bir final yapardı), onunkisi bireysel yaradılış sancısı. İçinde bulunduğu burjuva toplumu tarafından kabul görme, onlara kendisini ifade etme, onlarınki gibi maddesel anlamda daha kolay bir hayat sürme, daha kolay para kazanma ve her şeyden öte onların sınıfına kendi kurallar ile meydan okuma...
Bu motivasyonlar ekseninde sarf ettiği çabaya bakınca Martin’in, sosyalist Jack London’dan farklı olarak, bireyselliği temsil ettiğini söyleyebiliriz. Ta ki çok gıpta ettiği burjuva toplumunun gerçek yüzünü anlayıp, bu gerçeklik yüzünden bütün motivasyonunu kaybetmesine tanık olup hazin sonunu görene kadar. Martin’in çöküşü bireyselliğin çöküşü ve London’un sosyalizme yaptığı trajik bir katkıdır.
Bu kitap, bütün düşünen okurlara ısrarlı tavsiyemdir. Benim gibi geç kalanlardan olmamanız dileğiyle...
Yaklaşık bir haftadır bana yol arkadaşlığı yapan Martin ile az önce vedalaştık. Hayatım boyunca unutamayacağım kahramanlarım arasında artık Martin de var.
Jack London’ un yarı otobiyografik romanı olarak bilinen ‘Martin Eden’, toplumsal sınıf ve zihniyet farkları konusunda Amerikan Edebiyatı’nın vazgeçilmezleri arasında yerini garanti eder diye düşünüyorum. Martin’in yol hikayesi ve mücadelesi oldukça yorucu, itiraf etmeliyim ki Brissenden ’in ‘bundan sonra yalnız kalmayasın diye seni bu akşam kitap okuyan diğer adamlarla tanıştıracağım’ dediği ve onu bir avuç çulsuz fikir insanının arasına attığı 36. Bölüme kadar zaman zaman çok yavaş ilerliyor kitap. Beni en çok etkileyen bölümü ise mücadelesinin sonunda kazandığı maddesel zafere rağmen uçup giden heyecanı ve bu bölümlerdeki psikolojik çözümlemeler.
Pek çok eleştirmen esere zengin kız fakir oğlan temasında yaklaşmış. Kitabın arka yüzündeki metinde bile ‘aşkı uğruna eğitimsiz genç bir işçiden başarılı ve rafine bir yazara dönüşüm mücadelesi’ olarak tanıtılmış. Bu bakış açısı oldukça yüzeysel, katılmıyorum:
1. Öncelikle burjuva sınıfının gerçek yüzünü gördüğü aydınlanma anlarını saymazsak, Martin’in geçirdiği bir dönüşüm yok, diğer insanların ve toplumun Martin’e karşı geçirdiği bir dönüşüm söz konusu. Martin romanın en başından en sonuna kadar hep aynı, kaldı ki şöhreti yakaladığı eserler bile zamanında yayınevleri tarafından reddedilen eserleri.
2. Öte yandan bunca yaşadığı çabanın sebebi bence zannedildiği gibi ‘aşkı uğruna’ değil, (motivasyonu aşkı olsaydı Ruth’un babasının yanında işe başlayarak hem ‘aşkı’ na kavuşabilirdi hem de bütün karakterler musmutlu bir final yapardı), onunkisi bireysel yaradılış sancısı. İçinde bulunduğu burjuva toplumu tarafından kabul görme, onlara kendisini ifade etme, onlarınki gibi maddesel anlamda daha kolay bir hayat sürme, daha kolay para kazanma ve her şeyden öte onların sınıfına kendi kurallar ile meydan okuma...
Bu motivasyonlar ekseninde sarf ettiği çabaya bakınca Martin’in, sosyalist Jack London’dan farklı olarak, bireyselliği temsil ettiğini söyleyebiliriz. Ta ki çok gıpta ettiği burjuva toplumunun gerçek yüzünü anlayıp, bu gerçeklik yüzünden bütün motivasyonunu kaybetmesine tanık olup hazin sonunu görene kadar. Martin’in çöküşü bireyselliğin çöküşü ve London’un sosyalizme yaptığı trajik bir katkıdır.
Bu kitap, bütün düşünen okurlara ısrarlı tavsiyemdir. Benim gibi geç kalanlardan olmamanız dileğiyle...