Neler yeni
MEGAForum - Teknoloji Forumu

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı yada giriş yapmalısınız. Forum üye olmak tamamen ücretsizdir.

  • Web sitemizin içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için Web sitemize kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Web sitemize üye olmak tamamen ücretsizdir.
  • Sohbetokey.com ile canlı okey oynamaya ne dersin? Hem sohbet et, hem mobil okey oyna!
  • Soru mu? Sorun mu? ''Bir Sorum Var?'' sistemimiz aktiftir. Paylaşın beraber çözüm üretelim.

Şiraze'den Şiraze'ye Mektuplar

Asrevya

Özgürlük=Öze B/akış
MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    14 Ocak 2014
  • Mesajlar
    1,409
  • MFC Puanı
    354
flatcastturkserit16t1qeg.gif

“seninle konuşmalıydım Şiraze

çok çok önceleri ilk karşılaştığımda, bir park duvarı üzerine oturmuş yoldan geçenlerin nereye gittiklerini merak eden bakışlar taşımaktaydın yanında

ben de belli ki senin henüz farketmediğin o eşsiz güzelliğini doya doya seyredebilme telaşıyla bir köşe buldum kendime

affına sığınarak aşık oldum sana

bilmedin

üzerindeki küçük çiçekli, fırfırları ayak bileğinizi okşayan bordo etek tüm sadeliğiyle içime akıyordu hep

gözlerindeki o pus hiç gitmedi... hiç gitmedi... anladığım oydu ki; hiç de gitmeyecekti

neden bu kadar üzgün sardunyalarla süslüyordun gördüklerini?

neden hep aynı yere geçip, aynı yalnızlığın içinde kayboluyordun?

neden hep susuyordun?

neden hep susuyorduk?

neden hep...



seninle konuşmalıydım Şiraze

ne kadar da benden olduğunu anlatmalıydım
her sabah yumuşak bir buse ile seni uyandıran...

her kahvaltıda demli çayını ince belli bardağına dolduran...

her aynanın karşısına geçtiğinde saçlarını okşayan...

her kapıyı kapatışında ardında peşine takılan...

her sokakta adım adım seni izleyen...

ve içinden taşanları bir bir tutmaya çalışan...

işte hepsini... hepsini... yapan benim

hâsılı; ben Şiraze, sen Şiraze...

seninle konuşmalıydım Şiraze

kendini artık dinlemek zorunda olduğunu bir şekilde anlatmalıydım sana

boş boş baktığın kalabalıklardan değil, kendinden medet...

o, benim evet; yani sen

ben Şiraze, sen Şiraze...



seninle konuşmalıydım Şiraze

zaman aktı geçti yanından, durdun hep

birşeylerin geçip giderken, sen dursan bile, senden çok şey alıp götürdüğünü,

parçaların bir bir eksildiğini artık farketmeliydin

sevgililer gider Şiraze... sevgililer hep gider

biz kalırız artakalan onlardan

ve

bize artabıraktıkları...

sevgililer hep gider Şiraze...



seninle konuşmalıydım Şiraze

birgün ‘yarın’ diye bir şey olmayacak

o olmayacak yarın’ımız bize varmadan ne mümkünse yapmalıyız beraberce

tut elimden Şiraze

rüzgarlara katıp kendimizi uçalım, altımızda atlas

tut elimden Şiraze

yağmurlarla sulayıp yüreğimizi turnaların izini sürelim, ışık yol

tut elimden Şiraze

uyanmak için geç olmadan yola çıkalım, rüyalar bizi kilitlemeden



seninle konuşmalıydım Şiraze

ben Şiraze, sen Şiraze...”

...........



her dilden söyleniyorum sana işte, her telden çalıyorum...

hayat devam ediyor Şiraze; bazen kıyısında dünyanın, bazen en içinde...

hayat, her şeye rağmen devam ediyor Şiraze


Ş İ R A Z E

 

Asrevya

Özgürlük=Öze B/akış
MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    14 Ocak 2014
  • Mesajlar
    1,409
  • MFC Puanı
    354
flatcastturkserit16t1qeg.gif


Bıraktığım hiçbir şeyin bıraktığım gibi olmadığını

olmadığını kendimin bile o şehirdeki gibi...

biliyorum

zaman tepeleyip geçiyor her şeyi; beni, seni, damdaki kediyi, kaf dağı’nı, anıların her an’ını...

zaman ilerledikçe netleşiyor geçmiş, geçmişin satıraraları canlanıveriyor

isimler yüz hatlarına bürünüp çıkıyorlar karşıma, ‘bak’ diyorlar bana, ben de bakıyorum

tanıdık gelen çok çizgi var yüzlerinde, onlarda bir parça benden harf görüyorum

‘zaman’ diyorum bir potin gibi ayağımda, koncu uzun mu uzun, dolanıyor... dolanıyor... dolanıyor...

ürperiyorum

zamandan yapılma potinler her geçen gün biraz daha sıkıyor beni

sen yoksun diye belki

sen hiç olmadın diye belki

sen hiç olmayacaksın diye belki

sen hiç...

oysa seni şarkıların en manidar kelimelerinde gizledim

oysa seni ebrulî hayatların penceresinden seyrettim

oysa seni bir resim atölyesinin en karanlık köşesindeki ışık belledim

oysa...

bana yakıştırılan gitmek oldu Şiraze, sen kal ben gideyim şimdi

sen kal ben gideyim şimdi

eğer biri gitmek zorunda ise ille de, sen kal ben gideyim şimdi

bir kere gitmeyi başarmış olan, artık sürekli gidebiliyor çünkü

bir kere gittim Şiraze, sen kal ben gideyim şimdi

ben ürkek yaşadım hep, ürkek dolaştım yollarda, ürkek baktım dağlara, ürkek konuştum insanlarla

ürktüm hep

farkederler varlığımı diye

farkederler de gözlerime bakarlar diye

hani gözlerime baksalar seni görürler diye

seni görür sorarlar diye

‘kim’

ben ürkek yaşadım hep, ürkek boyadım resimlerimi, ürkek yazdım, ürkek çıktım evden dışarı

ürktüm hep

adımı sorarlar diye

‘sorsalar ne çıkar’

ben adımı bile unuttum Şiraze, ben adımı bile unuttum

ben ürkek yaşadım hep, ürkek giydim eteklerimi, ürkek baktım aynalara, ürkek okudum şiirleri

ürktüm hep

beni fotoğraflarına hapsederler diye

beni ak yeleli, hırçın atın sırtından alırlar diye



ne desem az, ne desem çok

ne desem boş, ne desem yersiz ve yetersiz

Aşk’ına vurdum başımı, iflah olmam; ne kadar su verirsen ver, artık susuzluğumu gideremezsin

ne kadar ışık tutarsan tut, artık karanlığımı ışıtamazsın

içimde hiç dinmeyen bir fısıltı olarak kalacaksın

Şiraze... seni kaybetmek bir daha bulamamak demekti, geç anladım



Şimdi gölgemizi de alıp yanımıza, ‘ufuk’ dedikleri yeri hedefleyelim gel seninle

gel seninle Şiraze...

Ş İ R A Z E

 

Asrevya

Özgürlük=Öze B/akış
MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    14 Ocak 2014
  • Mesajlar
    1,409
  • MFC Puanı
    354
flatcastturkserit16t1qeg.gif

buz tutmuş türkülerin dilinden damlıyorum; ben hep yabancıyım, nereye gitsem yabancı

dediğim güz başka, eylül başka, havada dolaşan bulutun tadı başka

bilmiyorsun, kaç gece namludan baktım göğe; senden bittim,

senden son uçurumundan düştüm derinlere, ‘pat’ diye

kuru bir yaprak gibi çatladı yanlarım, seni aramıyorum uzun zamandır

seni yabancı topraklarda yabancılaştığım kendimde bile aramıyorum artık

bulduğum yerde yitirdiğim, yitirdiğim yerde bulacağım, bile bile kuytusunda

gizli ölümlere mezar kazıyorum

en’inde piramidin dalgalanıyorum, şlapp... şlapp...

ellerim havalanıp yüzüme tokat gibi iniyor

gidemediğim yerlerin hasretiyle boyadım seni,

girmek isteyip giremediğim sırların giziyle

sırça saraylara, elyazma evraklara kilitledim seni; boğazımda bıçak sancısı

kanadıkça yanıyorum, bundan sonrası hep bu sancı, ötesi silikleşecek

her habbede medet umarak, gözlerimi geceye kapatıyorum

sus ebede kadar, sus ebedden de öteye kadar; ne sesini duymak dileğim

ne sessizliğini... yok olmak mümkünse eğer, hiç olmamış gibi ol diliyorum

bilmiyorsun içimdeki sancının kanayan yarasının derinliğini

sen ‘ol’ dediğin an olsun diyenlerdensin, kendini insanlıktan çıkarmanın bedeli

mor kadar sıcak mıdır? bu kadar az olma, bu kadar az olup tükenme

kimse bir cesaret altın halatlarla uzanamaz sana, ben hem var hem yok arası

serzenişlerde, bir metamorfoz öncesi aşk’ına ok saplayan divaneyim



ey’leme beni, artık hiçbir ey’ine dönmeyeceğim kararan yüzümü

seni her sabah suskun uyandırışımda bıraksaydım bu kadar yok olmayacak

bu kadar tiz’leşmeyecektin

ne bir çınarım yıkılışım dört bir yandan görünsün, ne bir kasırgayım

savururşum dört yanı dağıtsın, ne bir afet, ne bir güneş, ne bir... ne bir... ne bir...

dünya içinde kaybolduğumu seziyorken dünya, gözlerinin parlaklığının farkındayım

bu kadar büyük bir hapisanede bile daralıyorum, öylece yükseliyorum yukarılara

oradan yıldız toplayıp heybeme atacağım, göktaşlarıyla oynarken biri elimden uçup

dünyaya doğru havalanacak belki, belki senin olduğun bir alana yönelecek

sen korkuyu yerleştirip bakışlarına, kaçacak yer arayacaksın küçük bedenine

bulamayacaksın... bulamayacaksın

postallarını çıkarmadığın yaz sıcağında terleyeceksin, alnından düşen damlaların

gümbürtüsü sallayacak zemini, her hâlinden endişeye kapılacak

yüreğine ‘dursun artık’ istemleriyle bakacaksın, nafile... nafile...

bir kere başladın mı artık ‘bitmek’ denen kayboluyor, sürekli başlıyorsun, sürekli

ardı ardına bağlanmış ip gibi asılı kalıyorsun zamana

dursa ne çıkar, başladı ve bitmeyecek, yön değiştirecek, görüntü değiştirecek,

isim değiştirecek, renk... mekan... dil... ama bitmeyecek hiç



her şeye bir sözünüz vardı, ben ne kadar her şeye susuyorsam

siz o kadar her şeye çok tanıdıkmışsınız gibi görünüyordunuz, bilmediğimdendi

susuşum, parmağına büyük gelen kara taş yüzüğün büyüklüğünden utandığım

kimin aklına gelirdi,

kim bendeki benden başka bir ben oluşturmadan beni kabul etmeyi ta baştan kendine

söylemişti

kış kadar dayanılmazdı zaman, kitap raflarında aradığım asıl bulmak istediğimdi

kış önümü kesmeyi sevdi hep, bir cümle yeterdi ısıtmaya içimi, içim kedi kadar mır’layan

bir sevgi düşkünüydü, ‘hep olmayacakları mı ister insan, hep olmayacağa mı yönlendirir yoksa olayları’

takvim kağıdından damladılar ellerime, onları alıp yüzüme sürdüm

şimdi yabancı takvimlerle sarılıyım, okuduğumda anlamadığım kelimelerle dolu

damlıyorlar belki, parmaklarımın arasından kayıp gidiyorlar mazgallara

buralarda çok mazgal var

buralarda üstü açık çok mazgal var

bir gece birisinin içinde kırılacağım, ‘çat’ diye



ritmik tik tak’larımı duyurmak çabasından çok uzaklaştım, benim tik tak’larım

benim tik tak’larım

hepsini mora boyayıp, boynuma astım; tik tak... tik tak... tik tak...

bunlar eylülün dansından geri kalanlar

ver elini Şiraze, aşk’ın bizi bıraktığı sahilden başlayıp açalım içimizdeki tüm gereksiz

kuşkuları, kanat takıp uçsunlar

ben cebimden bilyelerimi çıkarayım, sen cebinden topacını çıkar

bir hacıyatmaz yerden yere savursun kendini

ver elini Şiraze, ‘her şey iyi olacak’ diye diye yolu yarıladık bak

hiç çocuk olmamışım gibi geliyor bana, hepsi bir rüyaydı başladı bitti havasında

unuttuklarımı bir bilsen, hatırladıkça yeniden doğuyorum pırıl pırıl gökte

gök bana beşik Şiraze, bir ucu bir ucuna erişmeyen bir beşik...

salla beni, gözlerime çöken uykunun tadına bakayım, hiçbir tam değil Şiraze

hiçbir sona götürmüyor Şiraze...



Ş İ R A Z E


 

Asrevya

Özgürlük=Öze B/akış
MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    14 Ocak 2014
  • Mesajlar
    1,409
  • MFC Puanı
    354
flatcastturkserit16t1qeg.gif

Az zamanda öyküler biriktirdim içimde, sen öyküleri bilir misin Şiraze?

Ben bildiğini bilirim, ben bilirim bildiğini...

Anaforlarına takılıp dönenlerin öfkesinden sakınmak adına sığındığım karanlık dere ve yarık kaya’nın uğuldayan dik yamaçlarının çevrintisiyle titrediğim gece...

Şiraze bir tek sendin dizinde dinlendiğim.

Öyle bakma dedim kaç kez, öyle pencerelerden gece vakti salınışın yollara

ve bir gölge gibi süzülüp duvar diplerinden kayışın köşebaşlarına

beklediğimdin sen

sen bir ömür beklemeyi seçtiğimdin.

Bir dahası olmasın görmeyeyim gözlerini,

bir dahası olmasın dolunaysız gecelerde tutmayayım elini,

bir dahası olmasın ‘yaş gidiyor’

anmaktan başka güzelliği kalmadı senliliğin.



Sen ile ben Şiraze, öğrenmeliydik yalnızlığın kaç bucak olduğunu... Ve bir... ve iki... ve üç... ve dört Şiraze.

Sen ve ben, ömür son demine vardığında ‘yaşandı bitti’ diyebilecek gücü şimdiden toplamalıydık.

Geç mi kaldık?

Geç kaldığımızı anlamak için bile mi geç kaldık?

Yok böyle bir şey; biz her şeye arası kapatılamayacak mesafelerce çoktan geç kaldık.

Bitmek varsa eğer, geçmişi ak sayfalara kaydedecek zaman bitti Şiraze.

Artık onları hiçkimse okuyamayacak, artık onları hiçkimse dost bilip sarılamayacak, artık onları hiçkimse çantasına doldurup yanında taşıyamayacak... ve bir sürü artık işte.

Biz zamanın tellerinden her birine asılı kaldık.



Bir an’da, hiç olmayacak bir vakitte; nedir bu kalabalık bir kumpanya edasında? Ellerinde pankartlar: ‘Aşk bir ihtilâldir!’ – ‘Aşk bir arayıştır!’ – ‘Aşk bir tutunuştur!’ – ‘Aşk bir başkalaşımdır!’ – ‘Aşk bir yitiştir!’

Sarmışlar bin yanımı; elini uzat Şiraze, uzat elini... ben kendi ihtilâlimden endişedeyim.

‘Buralardan her kim geçerse iz bırakır, aşk’ına dideban olup asrın engebelerinde kaybolur’

edasında kol kola sevdalılar; ‘aşk bir ihtilâldir’ derken gözyaşından nehirlerde boğulur

bak nihan bakışlı şebnemler oynaşıyor yapraklarda

yapraklar ki, bahar kadar taze...

ben her dokunduğumu inciten, ben her uzandığımı dumura uğratan; bir felaket kadar felaket

bir afet kadar afet...

o nihan bakışlı şebnemlerin oynundan çok ırak mekanlar seçmişim kendime Şiraze.

Bir tebessüm et yeter; yıkılsın mefhumu şiddetin

Ben seni gecelerde aradım, yıldız gibi

Ben seni denizlerde aradım, inci gibi

Ben seni türkülerde aradım...

Şiraze! Ben seni içimde, görülmemiş rüya gibi yaşadım



Aşk belki, ağlamaktır...

Nasıl da yumuşatır gözyaşı insanı; nasıl da eritir, inceltir...

Gel seninle bir daha ağlayalım; yaşanmışlara, bir de yaşanmamışlara, bir de hiç yaşanamayacaklara

Ağlamak güzeldir Şiraze, ağlamak yüreğin temizlik eylemidir

Bilir misin, lale’ler de işte böyle şebnemlenir



Ş İ R A Z E

 

Asrevya

Özgürlük=Öze B/akış
MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    14 Ocak 2014
  • Mesajlar
    1,409
  • MFC Puanı
    354
flatcastturkserit16t1qeg.gif

Önce birşeyleri resmetmenin güçlüğünü farkettim.
Sen resmedilemeyecek kadar gizlerden örülme imişsin.

Oysa ki, öyle garip bir acı yerleşmişken neyi söylemeli, kime ne anlatmalı, kimden ummalı bir çıkış. Olmayacağını bile bile... Seni büyüten, besleyen seni bir başka raftan alıp bir başka rafa koyan ve bir türlü en uygun mekanı bulamayan, hasılı hiçbir mekanı yakıştıramayan sana...

Aşk belki... diyerek çıktım yola. Aşk belki, her bitenle başlayandı.



Ben kapattım gözlerimi görmek için. Ben kararttım manzarayı seni bulmak için. Ben bende aramaya başladım, aşk dediğim benden doğandı. Tüm gerçek senin söylediğin hiçbir şeyi anlamayışımdı. Uzaklarına çekilip, uzaklarından bakmayı seçtim. Kim bilirdi ki gitmeye karar verenin, gitmek için hangi sözün ardına gizlendiğini? Şimdi uzakların suyuyla suladığım aşkın yeşillenişini seyretmedeyim. Çiçeklerinin kokusuyla dönen başım beni bir sandala koyup gezdiriyor bir süre. Göl kıyısını hiç bulamıyoruz. Çek kürekleri Şiraze... çek kürekleri Şiraze... asla kıyılara ulaşamayacağız!



Kış yüklenmişken beyaz dallarına ağaçların. Kış ağırlığını taşıtıyorken yüreklere. Adımların yavaşlaması havanın soğukluğundadır kandırmacasındayım. Oysa ağırlığı veren içimdeki. Hüznün sertliğiyle çatlayan ellerimin oyuklarına dolan kan ve acısıyla buruşan yüzüm ve hiç bitmeyeceğini düşündüğüm siyahlığın orta yeri... Her okuduğum satırdan damlayan kederle çalkalanıyorum yeniden. ‘Eğer yeniden gelme şansım olsaydı hayata, tüm hatalarımı yeniden yaşardım’ diyen şairin inanılmaz umutsuzluğuyla karşı karşıyayım. Bir daha dönemeyecek olmak... bir daha başlayamayacak olmak... bir dahası olmayacak Şiraze... bir dahası hiç olmayacak Şiraze... asla yeniden doğmayacağız bu hayata!



Kıvrımlarını takipteyim şimdi yolların. Kenar örtüsü rüzgardan hafif dalgalanırken ben titrek bir mum alevinden bakmadayım. Onu titreten gözkapaklarımın sürekli açılıp kapanması. Ardında gözbebeğinin siyah noktası bir büyüyor, bir küçülüyor. Kış hâlâ duruyor olduğu yerde. Ben duruyorum. Durmayanlar yanımdan geçiyor. Uzaklara yollanacak bir mektubu taşıyorum çantamda. Adresini benim bile bilmediğim bu mektubun gideceği yerin dünyanın hangi köşesinde beklendiğinin farkında bile değilim. Yazılanlar çoktan yazıldı bitti Şiraze... yazılanlar çoktan yazıldı bitti Şiraze... asla yinelemeyeceğiz bir daha!



Ş İ R A Z E

 

Asrevya

Özgürlük=Öze B/akış
MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    14 Ocak 2014
  • Mesajlar
    1,409
  • MFC Puanı
    354
flatcastturkserit16t1qeg.gif

Aşk belki bilmediğim ya da bilip de bilmediğimi sandığım ya da bilip de bilmezden geldiğim...

satır aralarına bile sığdıramadığım belki, hangi renge boyasam karar veremediğim, içine düşsem bir türlü sevemediğim...

aşk; acıtan, kanatan yaranın yanında gözlerinin özlemi; gözyaşının tuzlu tadı, karanlığın gölgesinin ayak izi belki belki sen, belki ben,

belki aşk’ın korkuya galip gelemediği meydan



gün’e baktıkça sararan saçların kırılıp savrulması; bir bacadan tüten siyahın, bulutları bir şerit gibi boyaması; ağlaması çınar’ın, yağlı boya tablonun ve üzerinden binbir güçlükle geçilmiş toprağın...



aşk belki, her şeyin tanıyıp kokladığı, benim uzanamadığım



dokunmayı denediğimde kaybolan entari; bana hoş kokan bir yemeğin nefisliği; annemin beni sallarken kucağında, alnında biriken ter ve bitmeyen emekler...



belki hep sahip olduğum da hiç farkedemediğim



soracaksın belki tüm yönlendirmelerden kaçıp bulamayışımı sen’i; soracaksın belki bitmeyecekmiş gibi davrandığım bu yolculuğun neden’ini; soracaksın belki uzanıp tuttuğum ellerini her güzelliğin, varlık sebebi’ni... ne diyeceğim?



şu an

tasavvur bile edemediğim her şey’ini, karşımda bulduğum zaman, korkmanın da ne basit kaldığını görüp korkunun yanında, sokulacağım bir kovuk bulup kendime, yiteceğim bir zerrede, biteceğim... biteceğim... biteceğim... neye yarar?



yolculuk çok oldu başlayalı; aşk, korksam da sana kavuşmamdır; belki



ben etiketimi yanlış yere yapıştırmışlığımdan belki; bileğime boncuk dolayamayışımdan, sivri topuklarla salınamayışımdan belki böyleyim



boynumda eski zamandan kalma bir ince halka şeffaf, sana aşık olamayacak kadar insanım



toplu taşıma araçlarına binmeden istediğim yere gidemiyorum, içimdeki güç beni havalandıramayacak kadar sönük belki, kanatlarımsa ya hiç olmadı ben var sandım ya da var, kullanma klavuzum yok belki



ben kendi kendine aşk’ı bulup aşık bile olamayanım



yanıldığım bir gerçek

aşk merdiveninden üçer-beşer yuvarlandım



………. Yusuf’’ un Züleyha’ sının lotus çiçekleri ile…

Ş İ R A Z E

 

Asrevya

Özgürlük=Öze B/akış
MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    14 Ocak 2014
  • Mesajlar
    1,409
  • MFC Puanı
    354
flatcastturkserit16t1qeg.gif

Bugün mektuplarımı postalamak için çıktım sokağa;
‘kış’ dedim, ‘henüz gitmek için hazırlık yapmıyor’... yukarıya gri bir kilim sermiş gökyüzü, buzlarda çatırdıyor adımlarım...
‘kış’ dedim, ‘en az birlikte olmak istediğim, ama hep en çok karşıma çıkan’... renkli zarflarda içi boş kağıtlar ve üzerine var olup olmadığı bilinmeyen adresler...

Bugün mektuplarımı postalamak için çıktım sokağa; ‘çocuklar okulda’ dedim, ‘kızaklarına binip tepelerden bırakmıyorlar kendilerini’... vakit haylice erken, ben mektuplarımı postalamak için çıktım sokağa.

Ceviz ağaçlarının yapraksız dalları altında yürüdüm. ‘Kış beni hep karamsar yapar’ dedim, ‘103 numaralı dolmuş da gidiyor işte, kavşaktan şimdi döndü’... eğilip yerden metal bir para aldım. Tam önümde bana parlıyordu.

‘kumbarana koy bunu Şiraze

sen biriktirmeyi seversin’

kuru yaprakları, çakıl taşlarını, rengarenk boncukları, sinema biletlerini, elişi kağıtlarını, htıraları, acıları, gözyaşını, sorulamamış soruları ,senden kalan sesleri, yaşanamamış paylaşılmışlıkları, birlikte harcamak üzere siyah deri cüzdanında biriktirilmiş zamanları ve hüznü… ve özlemi...

bugün mektuplarımı postalamak için çıktım sokağa; ‘siyah’ dedim, ‘herkesin üzerinden akan renk’... bir mektup da ‘yaz mevisimine postalamalı’... ‘renklerini topla da gel’ demeli... Sen de sıcağı seversin Şiraze; onun sevdiği kadar hep kaynayan bir neşeyle savrulurdun hayatın içinde yön seçmeden. Ben yüzüme kondurduğum hüzünle boyardım her şeyi. Bugün mektuplarımı postalamak için çıktım sokağa; sırf bir sebep üzre evden ayrılmış olmak için belki.

lombozların gerisinden bakmak benim tüm yaptığım. Yorucu... Tüm yüz hatlarını farkettirmeden inceliyorum karşılaştıklarımın. Tanıdık değil hiçbiri. Bu yüzden belki Şiraze, tebessüm etmiyorlar. bugün mektuplarımı postalamak için çıktım sokağa; ‘her kapıya bırakmalı bir mektup’ dedim. ‘gülümseyin kendinize’ diye başlayan.

Yağmur da başladı Şiraze. Rüzgarın en delisi beni buluyor yine. O an, ‘dünyayı karış karış dolaşsam’ diyorum kendime. Gülümsüyorsun... ne de çok yakışıyor gözlerine tebessüm. Dünyayı karışlamayı unutuyorum gözlerinde. Ucu seçilmeyen bir derya uzanıyor içinde. Engininde martılar dalgalanıyor. Jonathan Livingston, ‘en yüksek uçan martı, en uzağı görendir’ derken aralarında çığlık çığlığa dolanıyor: ‘Binlerce yıldır balık kafaları kovalayıp durduk, ama şimdi bir yaşama nedenimiz var; öğrenmek, keşfetmek ve özgür olmak...’ Gülümsüyorsun yine. Ne de çok yakışıyor gözlerine tebessüm. Oysa bugün mektuplarımı postalamak için çıktım sokağa... martılar dolan gözlerinde yitiverdim.

yağmur hızlandı, rüzgar da... ‘kış’ dedim, ‘çok azimli.’ Beni hırpalamak istiyor. Hırkamın içine gömülürken mektuplarımı aldım ellerime Şiraze. ‘Onları şimdi adreslerine doğru fırlatmalıyım’ dedim. Rüzgarın önüne savurdum bir bir. Uçtular... uçtular... uçtular... bugün mektuplarımı postalamak için çıktım sokağa; ben de takıldım köşelerine. En güzeli senin hiç gitmeyeceğini bilmek Şiraze. Biz yağmur da olsa, kış da... rügar da olsa, kar da... herdem Şiraze.

şimdi adımlarım ağırlaştı, dönme zamanı

dizlerimdeki ağırlık, ‘daha fazlası çok gelecek’ diyor

çekilip kuytularıma, mum yakacağım; her ne varsa birikmiş içeride dökeceğim orta yere

yeni mektup sayfalarına döküleceğim, akacağım tepelerden tepelere

tut beni Şiraze, yoksa karanlıklara emileceğim...

yağmur düşleri ile...

Ş İ R A Z E

 

Asrevya

Özgürlük=Öze B/akış
MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    14 Ocak 2014
  • Mesajlar
    1,409
  • MFC Puanı
    354
flatcastturkserit16t1qeg.gif

Hadi ver elini artık Şiraze, aşk’ın bizi bıraktığı sahilden başlayıp açalım içimizdeki tüm gereksiz

kuşkuları, kanat takıp uçsunlar

ben cebimden topacımı, sen cebinden, bilyelerini çıkar

bir hacıyatmaz yerden yere savursun kendini

ver elini Şiraze, ‘her şey iyi olacak’ diye diye yolu yarıladık bak

hiç çocuk olmamışım gibi geliyor bana, hepsi bir rüyaydı başladı bitti havasında

unuttuklarımı bir bilsen, hatırladıkça yeniden doğuyorum pırıl pırıl gökte

gök bana beşik Şiraze, bir ucu bir ucuna erişmeyen bir beşik...

salla beni, gözlerime çöken uykunun tadına bakayım, hiçbir uyku tam değil Şiraze

hiçbir uyku sona götürmüyor Şiraze...


Ardında olmayı düşünüyorum bu aralar. Bu aralar ardındalığın sahibini arıyorum şiraze.

Sokaklar pus, adımlar sus şiraze.
Geceler, yıldızlar, hayat böyle hep suspus şiraze.



Zamansız kendimden geçmelerimde yine elim ayağım dolanıyor, dilim oldu epeydir sus.

Ya senin olmayışının kesinleştiği vakte denk düştü bu, ya da zaten hiç olmamışlığının farkındalığına şiraze.

yüreğim suspus şiraze. Korkuyorum boş gitmekten.

Korkuyorum bakide kaybetmekten.

Bıraktım anlatsın hâl dilim düştüğüm karanlığı.




unuttum ben her şeyi

ve bir de bu her şeyle beraber kendimi.

ne yana bakarsam bakayım Şiraze yüzümde aynı ifade,

ne yöne gidersem gideyim aynı rutin duruştayım;

heyecansız ve isteksiz ve tâkatsiz

ve bütün şatafattan, süsten, debdebeden arınmış.

aklımın bir köşesinde hep şeb-i arus Şiraze.

sıradan bir gün, akşam üzeri;
“git” emrine uymanın rahatlığı içinde,

yeryüzü şekillerinin çeşitliliği arasında gezinmedeyim.

her yerde dağ ya da ırmak;

her yerde çöl ya da vâdi; her yerde deniz ya da göl; her yerde orman ya da bozkır...

her yer aynı işte Şiraze;

yollar, yollar, yollar... bir kere gittim diye duramıyorum,

bu gidişi durduramıyorum, gitmelerden dönemiyorum.

her hâlimle taraflıyım, tarafım;

kesin, net ve bir o kadar eğik.

tarafım Şiraze;

her kitapta arandın, her kitapta parçalandım,

her kitapta biraz daha anladım:

okudukça daha çok kaybolacağım; her kitapta Şiraze, her kitapta...

hiç başlamasaydım olmayacaktı sonun;

hiç başlamasaydım böyle bitmeyecek, böyle bitirmeyecektim seni.

Şiraze,

ölçülü bir sensizlik sevdası tutturmuşum;

ne uzun, ne kısa...


Ş İ R A Z E

 

Asrevya

Özgürlük=Öze B/akış
MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    14 Ocak 2014
  • Mesajlar
    1,409
  • MFC Puanı
    354
flatcastturkserit16t1qeg.gif

Ebrâr ile hemhâl olayım diye günlerin ötesine geçtim

iki dirhem irademle bir ince mücâdele içinde,

sanırım ben tuz ile buz eyledim

ebrûlî vakitleri aklen ve fikren ve bilâistisna...



Bir hırka bir de sarık, kapanmış bir devrin izini sürmek benimkisi;
kula kulluğunu hatırlatan esrar mıdır yolumu kesen,
yoksa bu kula kul olunanın yolunu aydınlatmak mıdır Şiraze?

Seni sâkî-nâme’de karşıma çıkaran şerhsiz sâdeliğin kıvrımları, bir de kaydı

Tutulamamışların savruluşudur alevlere.

Bir yelkenli açıklardan geçerken devrilir,
bin kelâm hebâ olur da ulaşamaz müstesnâ raflarına o gizemli keşişler adasının.

Kim anar beni bin yıl sonra desem Şiraze,
böyle hassâs dokunuşlarla kelâmıma?

Zamanı kapattığımda üzerime,
kim duyacak benim soluğumu sürûr ile, şevk ile, ilm ile, ihsân ile, lûtf ile?...



Ey su güzeli!


tütsülendiğim Peştere'den, İset'in şûh güzelliğinden,

Beyaz Deniz üzerinden gel.

perestroyka'dan, intellijenti'den, pravda'dan gel.

dilersen dünyayı dört dön öyle gel.

her hâlini soyun da libâssız dilersen, dilersen arşa uzan da iştiyâksız gel.

gel de nasıl / nereden gelirsen gel.”

...
hâleliyim yine,

mevsim sonu kederi bu, ne soğuk ne sıcak tutumlar arası kararsızlık.

sanki bir şey düşecek üzerime çok yükseklerden,

sanki düşecek de, bir tereddüt dolanmış eylemine; hisler arası garîb bir karışıklık.

Bil ki Şiraze; benimkisi, çok yerde yapılmış bir tek yanlışlık.





Cihangir’de çeşme başında bir andı

ne ben sultân idim, ne o pâdişahtı

görüntü tamdı, sanki tamamdı... lâkin;

anlıktı

ara ara dırahşan bir tutumla yaklaşıyorum bozkırlarıma, insan sevmeyi de öğrenebiliyor nefret büyütmekten artık vazgeçip.

eninde sonunda Şiraze, insan değer biçemiyor tüm kaybettiklerine sagîr kebîr ayırmaksızın.

sonsuzca bir elemin içine düşmemek için bu yüzden,
ağırbaşlı bir eğilim eşliğinde,
ayrılık ağıtlarına hiç bulaşmadan ve yormadan bedenimi ve gözyaşını salıvermeden,
biraz durgun ve biraz soğuk belki,
törensel edâmı takınıp toprağa vermeliyim atîk olanı.

Gelecekseniz söyleyin,

gideyim.

Gelmeyecekseniz söyleyin,

beklemeyeyim.

uzun cümleler kurmak geçiyor içimden Şiraze,
noktalı virgülle bolca süslenmiş;
okuduğumda bir türlü sonuna varamayacağım.

sonra alabildiğine saydam şekiller çizip “evim” diye onlara yerleşmek istiyorum önüne geçemediği bir arzuyla;
bir kenarında çam, diğer yanında selviler boylanan.

duvarlarında derin çatlaklar, basamaklarında tamiri güç kırıklar, ahşap kirişlerinde her rüzgârda garip çatırtılar...
şimdi de aynı neşeyi ulaştırsa ve eskimese zaman ve eskimese hiçbir mekân ve eskimese ne varsa yaşanan.

sonsuzluğun kapısında durup beklemekteyim Şiraze,
yanımda hiçkimse; ama bir yığın yaşanmışlık;
çuvallar dolusu, bohçalar dolusu, sandıklar dolusu;
say ki çıfıt çarşısı:

kimi uçurum boylarında açan çiçekler;
adını “sen” koyduğum, rengini mora vurduğum, kokusunu “esans” diye sana sunduğum.

kimi teyzem kadar karîb, kimi annem kadar baîd;
bir beyaz kurdelem olsa saçıma bağlayacağım, düşmeyecek o vakit zülüf küçük kahve gözlerime ve benim satırlarım okunacak o kara lekede; ufak ufak.

kimi tasalı günlerin artığı, kimi en sorumsuzluğun mihmandarı...
yanlı yansız, hatta çoğu zaman yakışıksız, kırık ve bana tanık.

kimi gölgeli, kimi bana çokça öfkeli ve hatta kiminde özenli kenar süsleri...

.........................

biliyorum bu tükeniş mi, çırpınış mı, çabalayış mı;

mücâdele, muhârebe, mukatele ben yaşadıkça Şiraze, bitmeyecek...


Ş İ R A Z E

 
Üst Alt