Winter
Forum Yöneticisi
- Üyelik Tarihi
- 20 Haz 2022
- Konular
- 177
- Mesajlar
- 4,435
- MFC Puanı
- 41,940
Bir zamanlar bir adam yaşarmış, ihtişamlı şehrin köhne köşesinde minicik taş bir dükkanda. Terziymiş bu adam. Kristal bir makası varmış. Rutubet kokulu dükkanında tek değerli şey bu makasmış. Değerliymiş, çünkü bu makasın kesemediği hiç bir şey yokmuş bu dünyada.
Rengarenk kumaşlardan narin kağıt parçalarına, mercandan elmasa, hayattan zamana...
Terzi ömrünü bu dükkanda tezgah arkasında önüne ne geldiyse biçerek geçirmiş. Dokunduğu herşeyin içinde bir boşluk oluşturan makası ile yıllar boyunca böbürlenmiş. Yalnızmış terzi.. Soluğu bile yabancıymış ona. Parmaklarının arasında ki güçten sarhoş ruhu , kristal makas dışında hiçbir şeyi önemsemezmiş. Ne ailesi, ne sevdiği kadın, ne de evlatları.. Hiç birinin önemi yokmuş bu keskin, parlak, acımasız katilden başka. Güzelliğe dair ne varsa yok edebilirmiş terzi. Sonsuza dek parlayabilecek çiçeklerden, amber kokulu rüzgarlara kadar. Gecenin kadife kumaşını, gündüzün alacalığı şafağını, mutluluğun altın anahtarını...ışığa kavuşmak için adeta kanatlanan yürekleri.. Var olmuş, olacak olan , tüm iyiliği...
Şehir onun sayesinde en parlak dönemini yaşıyormuş. Dükkanı ve makası görmek için sıraya giren gezginler, meraklı ve zengin hanımefendiler, herşeyi paraya çevirmek isteyen, kursağı dolu yüreği aç centilmenler. Tüm bu silüetler birer sinek gibi üşüşürken taş dükkanın kapısına, kalabalığın içinde büyük bir yalnızlık kaplıyormuş terzinin kararmış yüreğini... Ona göre hayatı tek sahnelik bir oyun ve tek oyuncuda kendisiymiş. Kendinden bir parça olan ışıl ışıl makası ile gösteriler sunarmış. Onu izleyenler şaşırır, korkar ama sonunda hep bir hayranlık ile karışık bir saygı duyarlarmış. Ruhunu doyuma ulaştırmak, terzi için herşeyden daha önemliymiş.
Öyle ya var olmuş en aç şey ruhtur. Bilgiye, güce, yok etmeye, yönetmeye.. yoksa kraldan çok kralcı olur muydu bu dengesi şaşmış bilinçsiz yörüngeler öbeğinde...
Tüm bunlara rağmen terzinin ruhu hep huzursuzmuş. Herşeyi yok eden, iliklerine kadar ayırabilen, kemiklerini ezebilen, lime lime doğraya bilen makası ruhlara dokunamazmış. Zamanı parça parça eden, hisleri acımasızca törpüleyen, tüm ahengi tersinden diken bu terzi bir türlü ruhuna söz geçiremezmiş. Aynaya her baktığında herkesin tanıdığı ama kimsenin bilmediği o adama lanetler yağdırırmış. Gözlerinde ki kayıp ruhun onda yarattığı karmaşa ne kristal makasın soğuk tenine, ne de adamın çaresiz yakarışlarına temas edermiş...
Terzi kendi kuyruğunu kovalayan bir tilki gibi kendini bildi bileli bu ezeli rekabet sürermiş. Zaten insanın elinde nasıl bir güç olursa olsun kendini yenemez, terzi kendi söküğünü dikemez, kendine yakışan kaftanı biçemezmiş....ve er ya da geç zamanı gelince Tanrılarda göçermiş..
Pessoa ve onun kurgu tanımayan dev eseri bizi alışa gelinmemiş bir yolculuğa çıkartıyor. Her birimizi tıpkı bahsettiğim terzi gibi kendimizle yüzleşmeye, huzursuzluğun derinlerinde ki huzuru bulmak için cesarete ve elbette ki herşeyi tekrar gözden geçirmeye çağırıyor... Geç kalmışlık hissi sürekli kemirdi beni...belki sizi de yakalar bir yerlerden ..
Rengarenk kumaşlardan narin kağıt parçalarına, mercandan elmasa, hayattan zamana...
Terzi ömrünü bu dükkanda tezgah arkasında önüne ne geldiyse biçerek geçirmiş. Dokunduğu herşeyin içinde bir boşluk oluşturan makası ile yıllar boyunca böbürlenmiş. Yalnızmış terzi.. Soluğu bile yabancıymış ona. Parmaklarının arasında ki güçten sarhoş ruhu , kristal makas dışında hiçbir şeyi önemsemezmiş. Ne ailesi, ne sevdiği kadın, ne de evlatları.. Hiç birinin önemi yokmuş bu keskin, parlak, acımasız katilden başka. Güzelliğe dair ne varsa yok edebilirmiş terzi. Sonsuza dek parlayabilecek çiçeklerden, amber kokulu rüzgarlara kadar. Gecenin kadife kumaşını, gündüzün alacalığı şafağını, mutluluğun altın anahtarını...ışığa kavuşmak için adeta kanatlanan yürekleri.. Var olmuş, olacak olan , tüm iyiliği...
Şehir onun sayesinde en parlak dönemini yaşıyormuş. Dükkanı ve makası görmek için sıraya giren gezginler, meraklı ve zengin hanımefendiler, herşeyi paraya çevirmek isteyen, kursağı dolu yüreği aç centilmenler. Tüm bu silüetler birer sinek gibi üşüşürken taş dükkanın kapısına, kalabalığın içinde büyük bir yalnızlık kaplıyormuş terzinin kararmış yüreğini... Ona göre hayatı tek sahnelik bir oyun ve tek oyuncuda kendisiymiş. Kendinden bir parça olan ışıl ışıl makası ile gösteriler sunarmış. Onu izleyenler şaşırır, korkar ama sonunda hep bir hayranlık ile karışık bir saygı duyarlarmış. Ruhunu doyuma ulaştırmak, terzi için herşeyden daha önemliymiş.
Öyle ya var olmuş en aç şey ruhtur. Bilgiye, güce, yok etmeye, yönetmeye.. yoksa kraldan çok kralcı olur muydu bu dengesi şaşmış bilinçsiz yörüngeler öbeğinde...
Tüm bunlara rağmen terzinin ruhu hep huzursuzmuş. Herşeyi yok eden, iliklerine kadar ayırabilen, kemiklerini ezebilen, lime lime doğraya bilen makası ruhlara dokunamazmış. Zamanı parça parça eden, hisleri acımasızca törpüleyen, tüm ahengi tersinden diken bu terzi bir türlü ruhuna söz geçiremezmiş. Aynaya her baktığında herkesin tanıdığı ama kimsenin bilmediği o adama lanetler yağdırırmış. Gözlerinde ki kayıp ruhun onda yarattığı karmaşa ne kristal makasın soğuk tenine, ne de adamın çaresiz yakarışlarına temas edermiş...
Terzi kendi kuyruğunu kovalayan bir tilki gibi kendini bildi bileli bu ezeli rekabet sürermiş. Zaten insanın elinde nasıl bir güç olursa olsun kendini yenemez, terzi kendi söküğünü dikemez, kendine yakışan kaftanı biçemezmiş....ve er ya da geç zamanı gelince Tanrılarda göçermiş..
Pessoa ve onun kurgu tanımayan dev eseri bizi alışa gelinmemiş bir yolculuğa çıkartıyor. Her birimizi tıpkı bahsettiğim terzi gibi kendimizle yüzleşmeye, huzursuzluğun derinlerinde ki huzuru bulmak için cesarete ve elbette ki herşeyi tekrar gözden geçirmeye çağırıyor... Geç kalmışlık hissi sürekli kemirdi beni...belki sizi de yakalar bir yerlerden ..