Neler yeni
MEGAForum - Teknoloji Forumu

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı yada giriş yapmalısınız. Forum üye olmak tamamen ücretsizdir.

  • Web sitemizin içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için Web sitemize kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Web sitemize üye olmak tamamen ücretsizdir.
  • Sohbetokey.com ile canlı okey oynamaya ne dersin? Hem sohbet et, hem mobil okey oyna!
  • Soru mu? Sorun mu? ''Bir Sorum Var?'' sistemimiz aktiftir. Paylaşın beraber çözüm üretelim.

Karıncaların İlginç Özellikleri Nelerdir - Karıncaların Hayatı

OBERON

MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    20 Kas 2016
  • Mesajlar
    3,156
  • MFC Puanı
    41
Gören bir göz için...

Karıncaları çeşitli iletişim metodlarıyla birkaç yabancı dil konuşan insanlara benzetebiliriz. Aralarında konuştukları 3-4 farklı dille her konuda anlaşabilmekte ve hayatlarını en problemsiz şekilde sürdürebilmektedirler. Yaşamları boyunca bir karışıklığa sebebiyet vermeden yüzbinlerce hatta bazen milyonlarca nüfusa sahip kolonilerini devam ettirebilmektedirler.
Oysa şimdiye kadar anlattığımız bu iletişim sistemi dünya üzerindeki mucizevi olaylardan sadece biridir. Gerek insanları gerekse diğer tüm canlıları (tek hücreliden çok hücreliye kadar) incelediğimizde ekolojik bir düzen içerisine yerleştirilmiş birbirinden farklı ve her biri ayrı birer mucize olan özellikler keşfedebiliriz.
 

OBERON

MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    20 Kas 2016
  • Mesajlar
    3,156
  • MFC Puanı
    41
KARINCA TÜRLERİ

Karıncalar her ne kadar birbirlerine benzer görünseler de yaşayışları ve fiziksel özellikleri açısından çok çeşitli türlere ayrılırlar. Bu canlıların aslında yaklaşık 8800 çeşidi vardır. Her çeşidin de kendine özgü hayranlık verici özellikleri bulunur. Şimdi bu türlerin bir kısmını çarpıcı yaşam şekilleri ve özellikleriyle inceleyelim.
1. Yaprak Kesici Karıncalar
Diğer bir adı da "atta" olan yaprak kesici karıncaların belirgin özellikleri koparttıkları yaprak parçalarını başlarının üstünde yuvalarına taşıma alışkanlıklarıdır. Karıncalar sağlamca kenetlenmiş çenelerinde taşıdıkları kendilerine oranla oldukça büyük yaprak parçalarının altına gizlenirler. Bu nedenle işçi karıncaların gün boyunca çalıştıktan sonra yuvaya dönüşleri çok ilginç bir görünüm ortaya çıkarır. Böyle bir görüntüyle karşılaşan kişi ormanın zemini sanki canlanmış yürüyormuş hissine kapılacaktır. Yaprak kesiciler yağmur ormanlarında yere dökülen yaprakların yaklaşık %15'ini yuvalarına taşıyabilirler. Bu yaprak parçalarını taşımalarının sebebiyse elbette güneşten korunmak değildir. Karıncalar kestikleri bu yaprak parçalarını yiyecek olarak da değerlendirmezler. Peki bu kadar yaprağı ne için kullanırlar?
Attaların bu yaprakları mantar üretiminde kullandıkları hayretle keşfedilmiştir. Karıncalar yaprakların kendisini yiyemezler çünkü vücutlarında bitkilerde bulunan selülozu sindirebilecek enzimler yoktur. İşçi karıncalar bu yaprak parçalarını çiğneyerek bir yığın haline getirirler ve yuvanın yeraltındaki odalarında saklarlar. Bu odalarda ise yaprakların üzerinde mantar yetiştirirler. Bu yolla büyüyen mantarların tomurcuklarından kendileri için gerekli proteini elde ederler.
Ne var ki attalar yuvadan ayrıldıklarında oluşturdukları mantar bahçesi bozulacak ve zararlı mantarlara yenilecektir. Peki bahçelerini yalnızca "ekim" öncesinde temizleyen attalar zararlı mantarlardan nasıl korunabilmektedirler? Bunun sırrı yaprakları çiğnedikleri sırada kullandıkları tükürükte gizlidir. Tükürük istenmeyen mantarların oluşumunu engelleyici bir antibiyotik ve doğru mantarın gelişimini hızlandırıcı bir madde de içermektedir. Şimdi şunu düşünmek gerekir: Bu karıncalar mantar yetiştirmeyi nasıl öğrenmiştir? Bir gün karıncalardan biri tesadüfen ağzına bir yaprak alıp çiğnemiş sonra yine tesadüfen lapa haline gelen bu sıvıyı tamamiyle uygun bir yer olan kuru yaprak zeminin üzerine sermiş arkasından yine bir tesadüf sonucu diğer karıncalar buraya mantar parçaları getirip ekmiş son olarak da burada yiyebilecekleri bir besin yetişeceğini tahmin eden karıncalar bahçeyi temizlemegereksiz maddeleri ayıklama ve ürünü toplama işlemlerini yapmış olabilirler mi? Sonra da gidip tek tek bütün koloniye bu işlemi öğretmiş olduklarını düşünmek ne derece akılcı olabilir? Üstelik neden yiyemedikleri halde o kadar yaprağı yuvalarına taşıma zahmetine katlanmış olsunlar?
Diğer yandan bu karıncalar mantar üretimini sağlamak için yaprakları çiğnerken kullandıkları tükürüğü nasıl oluşturmuş olabilirler? Bu tükürüğü bir şekilde meydana getirdikleri düşünülse bile tükürüğün içinde istenmeyen mantarların oluşumunu engelleyici bir antibiyotik olmasını hangi bilgileriyle sağlayabilirler? Böyle bir işlemi gerçekleştirebilmek için ciddi bir kimya bilgisine sahip olmak gerekmez mi? Bu kimya bilgisine sahip olsalar bile-ki bu imkansızdır-nasıl olur da bu bilgiyi hayata geçirirek tükürüklerine antibiyotik madde özelliği kazandırabilirler?
Böylesine mucizevi bir olayı karıncaların nasıl gerçekleştirdiklerini düşündüğünde insanın karşısına yukarıdakilere benzer daha yüzlerce karmaşık ve yorucu soru çıkacaktır. Ve soruların hepsi de cevapsızdır.
Buna karşılık eğer tek bir açıklayıcı cevap verilirse bu soruların hepsi cevaplanmış olur: Karıncalar yaptıkları işi başarabilecek şekilde tasarlanmış ve programlanmışlardır. Gözlemlenen olay karıncaların çiftçiliği bilerek dünyaya geldiklerini daha doğrusu getirildiklerini kanıtlamaya yeterlidir. Böylesine karmaşık davranışlar zaman içinde aşamalarla gelişebilecek basit olaylar değildir. Kapsamlı bir bilginin ve çok üstün bir aklın eseridirler. Dolayısıyla evrim savunucularının zaman içinde yararlı davranışların seçildiği ve gerekli organların mutasyonlarla geliştiği iddiaları tamamen mantıksız hale gelmektedir. Tüm bu bilgileri var oldukları ilk günden itibaren karıncalara veren onları tüm hayret verici özellikleriyle yaratan şüphesiz "Sani" ("Sanatçı") olan Allah'tan başkası değildir. Atta karıncalarının yukarıda anlattığımız özellikleri karşımıza bu kitap boyunca sık sık rastlayacağımız bir tablo çıkarmaktadır. Söz konusu olan düşünme yeteneğinden yoksun bir canlıdır ama bu canlı insanın bile zihnini zorlayan büyük bir iş başarmakta müthiş bir akıl gösterisi sunmaktadır.
Yaprak kesici karıncalarla mantarlar arasındaki ortak yaşam sayesinde karıncalar beslenmede ihtiyaç duydukları proteini yaprakların üzerinde yetiştirdikleri mantar tomurcuklarından alırlar. Yukarıda karıncaların yetiştirmis olduğu bir mantar bahçesi görülmektedir.

1. Yuvanın içerisinde nispeten küçük işçiler yaprakları küçük parçalara ayırırlar.
2. Bir sonraki sınıf bu parçaları çiğneyerek lapa haline getirir ve enzimce zengin sıvılarla verimini artırır.
3. Diğer karincalar bu lapayi yeni odacıklardaki kuru yaprak zemininin üzerine serer.
4. Bir başka sınıf eski odacıklardan mantar parçaları sürükler ve yeni yaprak lapasına eker. Mantar burada yetişecektir.
5. Kalabalık bir sınıf bahçeyi temizler gereksiz maddeleri ayıklar ve diğerlerinin yemesi için ürününü toplar.

Peki bu tablodan ne çıkar?
Cevap basit ve tektir: Madem bu hayvanın gerçekte başardığı işi yapmasını sağlayacak bir düşünme yeteneği yoktur o halde yaptığı akıl gösterisigerçekte bize bir başkasının aklını tanıtmaktadır. Karıncayı var eden Yaratıcı kendi varlığını ve yaratışındaki üstünlüğü göstermek için bu hayvana onun "harcı" olmayan işler yaptırmaktadır. Karınca Yaratıcısının ilhamıyla hareket etmektedir dolayısıyla sergilediği akıl da gerçekte kendisini Yaratanın aklıdır.
Aslında tüm hayvanlar dünyasında buna benzer bir durum söz konusudur. Karşımızda müstakil bir akla ve muhakeme yeteneğine sahip olmadıkları haldeçok üstün akıl gösterileri sergileyen yaratıklar vardır. Karınca bunların en çarpıcılarından biridir. Ve o da diğer hayvanlar gibi gerçekte kendisini eğiten iradenin verdiği programa (ilhama) göre hareket eder. O irade sahibinin aklını ve gücünü yansıtır.

Attaların İlgi Çekici Savunma Yöntemleri
Üstte küçük boy koruması ile yaprak taşıyan bir atta görülüyor.
Yaprak kesici karınca kolonisinin orta boylu işçileri hemen hemen tüm günlerini yaprak taşımakla geçirirler. Bu taşıma esnasında kendilerini korumaları zorlaşmaktadır; çünkü kendilerini korumaya yarayan çeneleri ile yaprak taşımaktadırlar. Peki kendi kendilerini koruyamadıklarına göre kim onları korumaktadır?
Yaprak taşıyan işçi karıncaların yanlarında sürekli daha küçük boy olan işçiler ile dolaştıkları görülmüştür. Önceleri bu durumun tesadüf olduğu zannedilmiştir. Ancak daha sonra bu hareketin sebebi araştırılmaya başlanmıştır. Uzun bir inceleme sonucunda ortaya çıkan durum gerçekten şaşırtıcı bir işbirliğidir.
Yaprak taşımakla görevli olan orta boy karıncalar kendilerine düşman olan bir sinek türüne karşı ilginç bir savunma yöntemi kullanmaktadırlar. Düşman sinek yumurtalarını bırakmak için son derece farklı bir yer seçmiştir; her karıncanın baş kısmına bir tane yumurta bırakır. Karıncanın vücudunda zamanla gelişip yumurtadan çıkan yavru sinek hayvanın beynine kadar ilerleyerek ölümüne sebep olur. İşte işçi karıncalar yanlarında küçük boy yardımcıları olmadan her an saldırmaya hazır bu sinek türüne karşı savunmasız kalırlar. Normal zamanlarda üzerlerine konmak isteyen sinekleri makasa benzeyen keskin çeneleri ile derhal uzaklaştırmayı başaran işçi karıncalar yaprak taşırken bunu yapamazlar. Bu yüzden de kendileri adına savunma yapacak bir başka karıncayı taşıdıkları yaprağın üzerine yerleştirirler. Sineğin saldırısı sırasında da bu küçük koruyucular yaprağın üzerinden düşmana karşı mücadele verirler.
Attaların Anayolları
Attaların kestikleri yaprakları yuvalarına taşırken kullandıkları yol adeta minyatür bir anayol görünümündedir. Burada yavaşça ilerleyen karıncalar bütün dal parçacıklarını küçük çakıl taşlarını çimen ve yabani otları toplar ve yan taraflara bırakırlar. Böylece kendilerine tertemiz bir yol oluşturmuş olurlar. Uzun bir çalışmadan sonra bu anayol özel bir aletle yapılmış kadar düzgün ve pürüzsüz olur.


Attalar kestikleri yaprakları taşırken kullandıkları yolu her türlü çali-çırpı çakıl taşı ve ot artıklarından temizlerler. Böylece kendileri için adeta bir "anayol" hazırlarlar.
Resimde görülen işçi karınca taşıdığı yaprağın üzerinde ayrıca ufak bir karınca daha taşımaktadır. Bunun sebebi saldırabilecek muhtemel düşmanlara karşı korunabilmektir.

Atta kolonisi tek bir kum tanesi boyutundaki işçiler bu işçilerden kat kat büyük askerler ve orta boylu "maraton koşucular"dan oluşur. Maraton koşucularyuvaya yaprak parçaları getirmek için etrafında koştururlar. Bu karıncalar öylesine çalışkandırlar ki her 'koşucu' karıncanın yaprak taşıyarak 4 dakika ilerlemesi bir insanın omuzlarında 227 kg ağırlıkla 48 km. (30 mil) yol gitmesine denktir.
Bir Atta yuvasında 6 metre derinliğe kadar inebilen yumruk genişliğinde galeriler bulunur. Kum tanesi kadar olan işçiler bu labirentleri inşa ederken 40 ton kadar toprak çıkarırlar. Karıncaların birkaç sene içinde yaptığı bu yuvalar insanların Çin Seddi'ni inşa etmesiyle kıyaslanabilecek zorlukta ve profesyonelliktedir.
Attalar hakkında verilen bu bilgiler şüphesiz onların sıradan basit yaratıklar olarak görülemeyeceklerine delildir. Son derece çalışkan olan bu karıncalarbir insanın güçlükle yapabileceği karmaşık işlerin üstesinden başarıyla gelmektedirler. Şüphesiz bu yetenekleri onlara verebilecek tek güç sahibi de Allah'tır. Tüm bu maharetleri kendi başlarına ve kendi istekleriyle kazandıklarını söylemek mantık kurallarına aykırı olacaktır.
Attaların Yaprak Kesme Tekniği
Karınca çene kemikleriyle yaprağı parçalarken bütün vücudunun titrediği görülür. Bilim adamları bu titremenin yaprağı sabit tuttuğunu ve böylece kesilmesini kolaylaştırdığını farketmişlerdir. Aynı zamanda bu titreşim sayesinde karınca arkadaşlarına iyi bir iş üzerinde olduğu mesajını da verir. İnsanlar tarafından da çok zayıf bir ses olarak duyulabilen bu titreşimi sağlamak için karınca karın bölgesindeki iki küçük organı birbirine sürter. Bu titreşim karıncanın orak şeklindeki çene kemiklerine ulaşıncaya kadar vücut boyunca yayılır. Karınca arka ayaklarını hızla hareket ettirirken aynı şekilde çenesini de aşağı yukarı titreterek aprağı ay şeklinde keser. Bu metod tıpkı çok keskin elektrikli bir dilimleme bıçağının hareketini andırır.


Bu teknik yaprak kesimini kolaylaştırmaktadır. Ancak bu titreşimlerin başka bir amaca daha hizmet ettiği bilinmektedir. Yaprak kesen bir karıncayı görmek diğerlerini de buraya çekmektedir. Çünkü özellikle attaların yaşadığı iklim bölgelerindeki birçok bitki zehirlidir. Karıncaların her yaprağı kendilerinin test etmesi ve bu şekilde riske girmesi onlar için büyük bir tehlikedir. Bu yüzden daima diğerlerinin işlerini başarıyla tamamladıkları yerlere gitmektedirler.
 

OBERON

MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    20 Kas 2016
  • Mesajlar
    3,156
  • MFC Puanı
    41
Dokumacı Karıncalar

Dokumacı karıncalar ağaçlarda kendilerine yapraklardan yuvalar yaparak yaşarlar. Yaprakları birleştirerek çok fazla nüfusu barındırabilecek bir kaç ağaca hakim yuvalar oluşturabilirler.
Yuva oluşumunun aşamaları ilginçtir. Önce işçiler tek tek koloni bölgesi içinde genişlemeye elverişli yerler ararlar. Uygun bir ağaç dalı bulduklarında dalın yapraklarına dağılır yaprakları kenarlarından çekiştirmeye başlarlar. Bir karınca yaprağın bir bölümünü kıvırmayı başardığında yakınındaki işçiler de buraya yönelir ve yaprağı birlik halinde çekmeye devam ederler. Yaprak karıncanın boyundan daha geniş olduğunda ya da iki yaprağın beraber çekilmesi gerektiğinde işçiler birleştirilmesi gereken noktalar arasında canlı köprü vazifesi görürler. Daha sonra zincirdeki karıncaların bazıları yanlarındaki karıncaların sırtlarına çıkarak zinciri kısaltır ve böylece yaprak uçlarını birleştirirler. Yaprak çadır benzeri bir şekil aldığında bazı karıncalar bacak ve çeneleriyle yaprağı tutmaya devam ederken bazıları da eski yuvaya gidip özel yetiştirilmiş larvaları bu bölgeye taşırlar. İşçiler yaprağın bağlantı yerlerinde larvaları ileri geri sürterek onları bir ipek kaynağı olarak kullanırlar. Larvaların ağızlarının hemen altındaki girişten salgılanan ipekle yapraklar istenilen yerden tutturulur. Kısacası larvalar birer dikiş makinası gibi kullanılırlar.



Dokumacı karıncaların yuva yapımının aşamaları...
Karıncalar ilk aşamada yerleşmeyi planladıkları ağaç üzerinde uygun yaprakları seçip iki taraftan çekerek birleştirirler. Daha sonra en altta görüldügü gibi ipek üreten larvalarını getirerek onu adeta bir "dikiş makinası" gibi kullanırlar ve yaprakları birbirlerine dikerler.



İpekleri için büyütülmüş olan bu bir kısım larva diğerlerinden farklı olarak büyük ipek bezlerine sahiptir ama ebat olarak daha küçük oldukları için rahatça taşınabilirler. Larvalar mevcut olan bütün ipeklerini kendi ihtiyaçlarını karşılamak yerine kolonininkini karşılamak üzere verirler. Genişlemiş olan ipek bezlerinden yavaş yavaş ipek üretmek yerine en baştan bir kerede büyük miktarlarda ipek salgılarlar ve kendi kozalarını yapmaya yeltenmezler bile. Yaşamlarının kalan kısmında larvaların yapması gereken herşeyi onların yerine işçi karıncalar yapacaklardır. Anlaşıldığı gibi bu larvalar sadece "ipek üreticisi" olarak yaşamaktadırlar.
Her türlü ihtiyaca cevap verebilecek şekilde hazırlanmış bir yaprak yuva.
Karıncalar içinde böyle bir işbirliğinin nasıl geliştiği bilim adamlarınca bir türlü açıklanamamaktadır. Bir başka açıklanamayan konu da iddia edilen evrim süreci içinde bu davranışın ilk olarak nasıl oluştuğudur. Böceklerin kanatlarında omurgalıların gözlerinde ve diğer biyolojik mucizelerin varlığında olduğu gibi böylesine karmaşık ve yararlı bir hareketin ilk canlılardan bu yana nasıl oluştuğu Evrim'in temel ilkeleriyle açıklanamayan bir gerçek daha doğrusuEvrim'i savunanlar açısından bir çıkmazdır.
Larvaların günün birinde kendi aralarında bir şekilde anlaşarak "bazılarımızın bütün koloninin ipek ihtiyacını karşılamak amacıyla ipek üreticiliği yapması gerekiyor ağırlığımızı ve ipek bezlerimizi ona göre ayarlayalım" şeklinde ortak bir karar almış olduklarını söylemek elbette akılca bir iddia olmayacaktır. O halde larvaların ne yapmaları gerektiğini bilerek var olduklarını kabul etmek durumundayız.
 

OBERON

MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    20 Kas 2016
  • Mesajlar
    3,156
  • MFC Puanı
    41
Hasatçı Karıncalar

Karıncaların bazıları daha önce de söylendiği gibi uzman birer "çiftçi"dir. Bunların arasında biraz önce bahsedilen attalardan başka bir de hasatçı karıncaları saymak mümkündür.
Hasatçı karıncalar nişasta özlü tohumları özel odalara taşıyarak bunları işçilerin beslenmesinde kullanılacak hale getirirler.
Yanda görülen odacıklarda kuru mevsimde kullanılmak üzere hasatçı karıncalar tarafından tohumlar biriktirilir. Hasatçı karıncaların beslenme metodlarıdiğer karınca türlerinin beslenme metodlarına göre oldukça karmaşık ve zorludur. Bunlar tohum toplar ve bunları özel olarak hazırlanmış odalarda saklarlar. Nişastalı özlerden oluşan bu tohumlar larvaları ve diğer işçileri doyuracak olan şekerin üretilmesi için kullanılır. Birçok karınca tohum ve çekirdekleri yiyecek olarak kullanırken sadece hasatçı karıncalar tohum toplayıp bunları işleme üzerine kurulu bir sisteme sahiptirler.
Bu karıncalar gelişme mevsiminde tohumları toplar ve kuru mevsimde kullanmak üzere depolarlar. Yuvadaki özel odalarda tohumları yanlışlıkla getirilen diğer maddelerden temizlerler. Bu arada karıncaların bir grubu da yuvada kalır tohum özlerini çiğneyerek "karınca ekmeği"ni yaparlar. Sonra tohumdaki nişastayı yiyebilecekleri şekere dönüştürürler. Çiğneme sırasında salgıladıkları tükürüğün bu dönüşümü sağladığı bilinmektedir.
Burada bahsedilen karıncaların elbette bir kimya eğitimi yoktur. Tükürüklerinin rasgele topladıkları tohumları yiyebilecekleri şekere dönüştüreceğini de tahmin edemezler. Ancak bu karıncaların bütün hayatları hiç bilmedikleri bilemeyecekleri bir dizi kimyasal dönüşüme bağlıdır. İnsanlar dahi karıncaların vücutlarında oluşan böyle bir dönüşme işleminin farkında değilken ve detaylarını da yeni yeni öğrenebilmişken nasıl olup da karıncalar binlerce yıldır bu metodla beslenmelerini sağlamışlardır?
 

OBERON

MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    20 Kas 2016
  • Mesajlar
    3,156
  • MFC Puanı
    41
Bal Karıncaları

Bir çok karınca türü yaprak bitlerinin "bal" denen sindirim artıklarıyla beslenir. Bu maddenin gerçek bal ile ilişkisi yoktur. Ancak bitki özsularıyla beslenen bir yaprak bitinin sindirim artıkları yüksek oranda şekerli madde içerdiği için bu ismi alır. İşte bal karıncaları adıyla tanınan bu türün işçileri de besinin bol olduğu aylarda yaprak bitlerinden kabuklu bitlerden ve çiçeklerden bal alırlar.
Karıncaların yaprak bitlerinden bal alma biçimleri oldukça ilginçtir. Karınca yaprak bitine yaklaşarak onun karnını dürtüklemeye başlar. Yaprak biti de bir damla sindirim artığını karıncaya verir. Karıncalar yaprak bitlerinin karınlarını daha çok dürtükleyerek daha çok bal almaya çalışır ve çıkan sıvıyı emerler. Peki emdikleri bu şekerli besini nasıl kullanırlar ve bu besin daha sonra ne işe yarar?
Bal karıncalarında bu aşamada eşsiz bir görev paylaşımı vardır: Diğer işçiler tarafından toplanan bal özünü saklamak için bazı karıncalar "kavanoz" görevi görürler!...
Her yuvada bir kraliçe işçiler ve ayrıca bal taşıyıcılar vardır. Bu karıncaların kolonileri çoğunlukla işçilerin nektar toplayabildikleri cüce meşe ağaçları yakınında bulunur. İşçiler nektarı yutup yuvalarına taşıdıktan sonra burada ağızlarından geri çıkararak balı saklayacak olan genç işçilerin ağızlarına boşaltırlar. Bal taşıyıcı karıncalar vücutlarının alt kısmını şişirerek bal kesesi olarak kullanırlar. İşçiler tarafından toplanan bal özüyle beslenir ve adeta bir "fıçı" görevini görürler. Hatta bazen büyüklükleri küçük bir üzüm tanesi kadar olur. Balın sabit kalabilmesi için her odada 25-30 kadarı ayaklarıyla tavana yapışır ve yer değiştirmezler.30 Tavana yapışıkken küçük ve yarı saydam bir üzüm salkımı gibi görünürler. Eğer herhangi biri düşecek olursa işçiler tarafından hemen eski pozisyonuna döndürülür. Bal kavanozlarındaki bal karıncanın yaklaşık 8 katı ağırlığındadır.
Kışın ya da kurak mevsimde sıradan işçiler 'bal fıçıları'nı ziyaret ederek günlük besin ihtiyaçlarını karşılarlar. İşçi karınca ağzını "fıçı"nınkine yerleştirir ve "fıçı" bal kesesindeki kaslarını kasarak ufak bir damla bal damlatır. İşçi bu besin değeri yüksek balı elverişsiz mevsimlerde yiyecek olarak tüketir.
Bir canlının kendi ağırlığının tam sekiz katı bir ağırlığa ulaşarak bal deposu vazifesi yapmaya karar vermesi ve bu şekilde ayaklarından asılı kalarak hiç bir zarar görmeden yaşayabilmesi hayret ve ilgi uyandıran bir durumdur. Böylesine zor ve tehlikeli bir pozisyona girmeye neden ihtiyaç duymuşlardır? Bu benzersiz depolama tekniğini düşünüp vücut gelişimlerini de ona göre kendileri mi kontrol etmişlerdir? Düşünün ki bir insan vücudunda meydana gelen en basit bir gelişime bile hakim değilken gerçek manada bir beyne bile sahip olmayan karıncanın bunu kendi kendine yapabilmesi şüphesiz imkansızdır.
Bal karıncaları yine Evrim teorisinin açıklayamadığı bir davranış göstermektedirler. Balı depolama metodunu ve bunun için gerekli organları tesadüfen geliştirmiş olmaları kuşkusuz öne sürülemeyecek kadar mantık dışı bir fikirdir. Nitekim bilimsel kaynaklarda bu ve benzeri konularda söylenen pek çok gerçekçi ifadeye rastlanılmaktadır. Örneğin Paris Üniversitesi Biyoloji Enstitüsü Direktörü Prof. Étinne Rabaud'nun açıklaması şöyledir:
Bu örnekler (örneğin bal karıncaları) açıkça gösteriyor ki çeşitli organlar canlıların belirli fonksiyonları yapabilmeleri için meydana gelmiş değil aksine bunların önceden varolması belirli hareketlerin ve işlerin yapılmasına bazı kez olanak vermiş bazı kez de vermemiştir. Bu şunu gösteriyor ki organlar canlıların hayat koşullarına uymalarından meydana gelmemiş aksine gördüğümüz gibi hayat koşulları bu organların önceden var olmuş olmasından ve organların fonksiyonlarından doğmuştur. Darwin'in yaptığı gibi şu soru sorulabilir: Bu evrimde bu değişmede yaşama yeteneğini kaybedenin temizlenmesiayıklanması ya da organların yeni koşullara uyması olayı yok mudur? Biz de diyoruz ki olaylar böyle bir evrimin böyle bir değişmenin cereyan etmediğiaksine tümüyle bunun aksi bir olayın olageldiğini ispat etmektedir.
Besin depolayarak sişkinleşmiş 'bal fıçıları' yukarıdaki resimde görüldüğü gibi adeta küçük bir üzüm tanesi görünümündedir.
 

OBERON

MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    20 Kas 2016
  • Mesajlar
    3,156
  • MFC Puanı
    41
Odun Karıncaları

Odun karıncaları yeraltındaki yuvalarının üzerine çam iğnesi ve ince dallarla inşa ettikleri tepeciklerle ünlüdürler. Yuva genellikle bir ağaç kütüğü etrafında kurulur. Yuvanın yerin üstündeki bölümü küçük ve ince dallardan yaprak saplarından ya da çam iğnelerinden yapılmıştır ve bu kısım yuvanın çatısıdır. Bu çatı 2 m. yüksekliğe kadar ulaşabilir. Çatı aynı zamanda yağmurun içeri girmesini önler ve çok sıcak ya da soğuk havada yuvanın ısısının düzenini sağlar.
Resimde bir odun karıncası yuvası görülmektedir. Odun karıncalarının çam iğneleri ve ince dallarla inşa ettikleri bu yuvaların yüksekliği yaklaşık 2 metreye kadar varabilir.
Odun karıncaları da diğerleri gibi çok çalışkandırlar sürekli olarak yuvalarında değişiklik yaparlar. Orjinal yüzey katmanını aşama aşama alt katmanlara aktarırlar üst yüzeyin yerine de alt katmanlardan malzeme getirirler. Karıncaların yuvada yaptıkları değişikliklerle ilgili şöyle bir gözlem yapılmıştır: Karınca yuvasının tepeciğine mavi sprey sıkılmış dört gün sonra tepeciğin yeniden kahverengi olduğu görülmüştür. Mavi parçacıklar ise yüzeyden 8-10 cm. aşağıda bulunmuştur. 1 aylık sürede
ise bu parçacıklar 40 cm. derinliğe kadar inmişlerdir. Daha sonra da bu mavi parçacıklar yeniden yüzeye çıkmışlardır.
Peki acaba karıncalar sürekli taşıma işlemini boş yere "iş olsun" diye mi yapmaktadırlar? Hayır... Araştırmacılar odun karıncalarının neden böyle daimi bir hareket halinde bulunduklarını şu şekilde açıklamaktadırlar: Sürekli olan devr-i daim içteki nemli maddeleri yüzeyde düzenli olarak kurutmakta ve mantar oluşumunu engellemektedir. Aksi takdirde karıncalar zararlı mantarlar tarafından işgal edilmiş bir yuvaya sahip olacaklardır.
Böyle bir durumda iki ihtimal söz konusudur. Birinci ihtimal insanların uzun süren bilimsel araştırmalar neticesinde keşfettikleri mantarın nemli ortamlarda oluştuğu sonucunu karıncaların kendi araştırmaları neticesinde çok daha önce keşfedip bu sorunu gidermek için olabilecek en akılcı metodu geliştirmiş olmalarıdır! İkinci ihtimal ise bu mükemmel işlemi yürütebilmenin ancak üstün bir aklın ilhamı ile mümkün olabileceğidir. Birinci ihtimalin imkansızlığı ortadadır. Karıncalara zararlı mantarlardan korunmaları gerektiğini ve ne şekilde korunabileceklerini bilir.
Odun karıncaları kimyasal savaş için çok iyi silahlanmışlardır. Tehlikeyle karşı karşıya kalan odun karıncası karnının alt kısmını bacaklarının arasından öne doğru büker ve düşmanına formik asit fışkırtır. Veya dövüş sırasında sivri çenesiyle düşmanını ısırır ve yaranın içine asit enjekte eder. Bu özellikleriylecanlı bir kimyasal silah gibi görev görür. Formik asiti vücudunda kendisine zarar vermeden üretebilmesi ve en uygun şekilde kullanabilmeyi başarmasıelbette kusursuz bir tasarımın göstergesidir.
 

OBERON

MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    20 Kas 2016
  • Mesajlar
    3,156
  • MFC Puanı
    41
Odun Karıncalarında Farklı Üreme Metodları

Odun karıncalarının erkekleri ve kraliçeleri kanatlıdır fakat diğer küçük karınca türlerinde olduğu gibi bir çiftleşme uçuşu yapmazlar. Çiftleşme yuvanın yüzeyinde ya da yakın çevrede bir yerde gerçekleşir. Çiftleşmeden sonra kraliçe kanatlarını kopartır ve şu 3 hareketten birini yapar:
1. Genellikle daha önce larva olarak yaşadığı yuvasına geri döner ve yumurtalarını oraya bırakır.
2. Bazen çiftleşmeden sonra kendisini taşıyan işçilerle birlikte yuvadan ayrılır ve yeni yuva yapacak bir yer arar.
3. Eğer tek başına ayrılırsa akrabalığı olan ama daha küçük türlerin örneğin siyah karınca Formica Fusca'nın yuvasına girip oradaki kraliçeyi devre dışı bırakır. Kraliçe Fusca işçilerinin bakacağı yumurtalarını buraya yumurtlar. Bir süre için yuvada hem misafir işçiler hem de ev sahibi işçiler vardır. Ancak ev sahiplerinin kraliçesi olmadığı için bir süre sonra işçileri ölür ve böylece oduncu kraliçeler de hiç bir şey yapmadan kurulu bir odun yuva elde etmiş olurlar.
Kraliçe odun karıncalarının üçüncü maddede bahsedilen taktiklerinde açık bir şuur görülmektedir. Ancak bu şuurun karıncanın kendisine ait olamayacağı alenen ortadadır. Çünkü kendi yuvasının içindeki bir kaç metre karelik alandan başka bir yer görmemiş olan kraliçe karıncanın hiçbir zaman görmediğiyapısını düzenini bilmediği bambaşka bir koloninin içine girip bu kolonide kimi saf dışı bırakacağını anlayıp tüm engelleri aşarak bunu başarması... Bütün bunlar kraliçe karıncanın ilhamla hareket ettiğini şüphe götürmez bir şekilde ortaya çıkmaktadır.
 

OBERON

MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    20 Kas 2016
  • Mesajlar
    3,156
  • MFC Puanı
    41
Lejyoner Karıncalar

Ormanların en korkulan hayvanlarından biri lejyoner karıncalardır. Bu karınca topluluğuna "ordu" lakabının yakıştırılmasının sebebi yüzbinlerce askeri olan gerçek bir ordu disipliniyle hareket etmeleridir.
Lejyonerler etoburdurlar ve önlerindeki herşeyi silip süpürürler. Her bir karınca 6-12 milimetre boyundadır. Fakat inanılmaz sayıları ve disiplinleri küçük boyutlarının dezavantajını fazlasıyla telafi eder.
Birbirlerine ayaklarından tutunarak geçici bir yuva oluşturmuş olan lejyoner karıncalar.
Lejyonerlerin üzerine doğrudan gün ışığının gelmesi onları kısa zamanda öldürebilir. Bu yüzden çoğunlukla geceleyin ya da gölgede yolculuk yaparlar. Işığa duyarlı olmaları nedeniyle ilerlerken uzun tüneller inşa ederler. Karıncaların büyük kısmı bu tünellerde dışarıya çıkmadan ilerlerler. Bu hızlarını azaltmaz zira güçlü çeneleri sayesinde tünelleri son derece hızlı bir şekilde kazabilirler. Böylece yürüyüş hem hızlı hem de gizli olarak devam eder. Lejyonerler tamamen kör olmalarına rağmen çok büyük ordular halinde ateş ve su dışında tüm engelleri aşarak ilerlerler.
Lejyoner karıncalar avlarını buldukları yerde parçalar ve bu parçaları geçici yuvalarına taşırlar. Bir lejyoner karınca kolonisi için fazla miktarda yiyeceğe ihtiyaç vardır. Tahminlere göre 80.000 kadar ergin karınca ve 30.000 larvadan oluşan orta boyutlu bir koloninin günlük ihtiyacı yarım galonluk (2.27 litre) hayvansal yiyecektir.

Lejyoner karıncalar vücutlarıyla zincir yaparak yaşanacak bir yuva oluştururlar. Sürekli hareket eden lejyoner karınca kolonisi toprağa veya ağaçlara yuva kurmaz. Ama her gece işçiler kendi vücutlarıyla bir sığınak oluştururlar. Önce birkaç karınca toprağın yanında bir obje seçer ve pençeleriyle onu kavrar. Diğer karıncalar gelirler arkadaşlarının oluşturduğu ipten aşağı kayarak ipleri bir yığın haline getirene dek bağlayıp 1 metre uzunluğunda 200.000 ile 750.000 bireyden oluşabilen bir ordugah oluştururlar. Ortada kraliçe ve yumurtaları vardır. Sabahleyin karıncalar çözülür ve tekrar hareket etmeye ve savaşmaya başlarlar.
Lejyoner karıncaların sabit bir yuvaları olmadığı için sürekli hareket halindedirler. Kolonilerin hareketleri ve göçleri üreme devresine bağlıdır. Kraliçe her ay 2 gün boyunca tahminen 25-35 bin yumurta üretir. Yumurtlamadan birkaç gün önce koloni hareketini durdurur ve geniş bir alanda toplanır. Karıncalar çengel şeklindeki bacaklarıyla birbirlerine tutunurlar ve aşağıdaki resimde görüldüğü gibi geçici bir yuva oluştururlar. Ortadaki boş alan kraliçe ve yeni nesil için hazır oda görevini görür. Burada doğal olarak en yukarıdaki karıncanın bacak ve eklemlerine aşırı bir yüklenme olur. Ama kendi ağırlıklarının birkaç yüz katı ağırlığa dayanabilecek şekilde yaratılmış oldukları için bütün koloniyi zorlanmadan tutabilirler.
Lejyoner karıncalar gelişmekte olan yavruların ihtiyacına göre gerektiğinde durur gerektiğinde de göçebe hayatına devam ederler. 20 gün kadar süren dinlenme süresinde hareketsiz kraliçe 50.000-100.000 yumurta üretir. Bu sırada diğer yeni karınca nesli pupa evresindedir. Kendileri ve kraliçe için yiyecek arayan işçiler çoğu günler yuva merkez olacak şekilde çevreye kısa süren akınlar yaparlar ve avlanırlar. Her akında çok şaşırtıcı bir şekilde yönlerini ortalama 123° değiştirerek sürekli aynı yeri taramanın önüne geçmiş olurlar.
Karıncalar insanların bir alet olmadan hesaplayamayacağı 123°'yi tek başlarına hiç hata yapmadan hesaplayabilirler. Bu ciddi bir matematik bilgisine işaret etmektedir. Oysa karıncalar değil matematik; sayı saymayı dahi bilmezler. Bu da onların yaptıkları bu işi bilinçli olarak değil özel bir ilhamla yaptıklarını göstermektedir.
İlk larvalar yumurtadan çıktıktan sonra işçiler yiyecek toplarlar ve bu arada topluluk durağan kalır. Yiyecek parçaları doğrudan larvalara verilir. Kraliçenin tekrar yumurtlamaya hazır olması genellikle önceki larvaların pupa devresine geçmeleriyle aynı zamana rastlar. Bu dönemde topluluk bir kez daha durur. Kraliçenin yumurtlamasıyla larvaların pupa devresine girmelerinin aynı döneme denk gelmesi ordunun durduğu süreyi azaltması itibariyle bilinçli bir planlama izlenimi vermektedir.
Larvaların gelişimi yaşlı karıncaları yeni bir göçebe devresi başlatmaya teşvik eder. Bu da şöyle olur: Larvalar işçiler tarafından yalanıp temizlendiklerinde bir salgı sızdırırlar. Yapılan araştırmalar göç kararında bu sıvının etkili olduğunu göstermiştir.
Henüz bir karınca kimliği bile kazanamamış olan larvaların böyle bir sıvı salgılamayı aklederek bütün koloniyi kendi ihtiyaçları lehinde yönlendirdiklerini iddia etmek mantıksal bir zaaf olacaktır.

Kadife Karıncalar
Yaşamlarını çöllerde sürdüren kadife karıncalar aşırı kıllı bir vücut yapısına sahiptirler. Üzerlerindeki doğal palto ısıyı izole edici bir tabaka görevi görür; çöldeki soğuk gecelerde ısıyı içerde tutup gün içinde de onları sıcaktan korur. Diğer birçok karınca türünde olduğu gibi erkek kadife karıncalar kanatları sayesinde havada uçarak kumun sıcağından korunabilmektedirler. Ama dişi kadife karıncalar kanatları olmadığı için gün içinde sıcak kumun üzerinde dolaşmak zorundadırlar. Bu paltoya güneşten olduğu kadar yerden gelen sıcaklıktan korunmak için de ihtiyaçları vardır.
Bu resimlerde birbirinden farklı türdeki iki kadife karınca görülüyor. Kadife karıncaların ortak özellikleri resimlerde de görüldüğü gibi bulundukları ortamin sıcaklığından kendilerini izole edebilecek bir "palto" ya sahip olmalarıdır.
Peki hayvanın uygunsuz hava koşullarından korunabilmek için böyle bir "palto"ya sahip olmasının açıklaması nedir? Hayvanın bunu bir "evrim süreci" içinde doğaya adaptasyon sağlayarak kazandığını öne sürmek imkansızdır. Çünkü bu durumda pek çok soru cevapsız kalır: Böyle bir giysiye sahip olmadan önce dişi kadife karıncalar sürekli yüksek ısı sebebiyle ölüyorlar mıydı? Eğer durum buysa nasıl olup da "tesadüfen" bir palto edinmek için nesiller boyu beklediler? Nasıl bir "tesadüfle" bu vücuda sahip oldular?
Sorular elbette cevapsızdır. Çünkü bu havyanların kendilerini sıcaktan koruyacak olan "palto"larını evrimcilerin her zaman öne sürdükleri evrim mekanizmaları ile elde etmiş olmaları imkansızdır. Çünkü bu karıncalar söz konusu "palto" olmadan yaşayamazlar ve çok nadir gerçekleşen-ve hemen hepsi zararlı olan-mutasyonları bekleyecek zamanları yoktur. Havyanların içinde yaşadıkları iklimin koşullarına göre tasarlandıkları açıktır.
Dişi kadife karıncalar çiftleşmeden sonra bulundukları yerden uzaklaşarak faydalanabilecekleri herhangi bir tür böcek veya arı yuvası ararlar. Bulduklarında yuvanın içine girerler. Yuvadan dışarı atılma girişimlerinin her türlüsüne karşı tedbirlidirler ve sonuçta yuvada kalırlar. Zira kadife karıncaarıların kovanlarına girebilecek şekilde güçlü silah ve bir de zırha sahiptir. Dış kabukları olağanüstü denecek kadar kalın ve serttir. Zoologlar çelik bir iğneyi bile kadife karıncanın göğsüne batırmakta zorluk çektiklerini söylemektedirler.Arı yuvalarına yerleşebilmek için her türlü donanıma sahip bir kadife karınca kraliçesi bir kez yuvaya girdikten sonra artık onların bal stoğuyla beslenir. Ayrıca her hücrede bir yumurta olacak şekilde yumurtalarını arıların pupa hücrelerine ya da kozalarına bırakır. Bu yumurtalardan çıkan karınca larvaları ev sahibi pupalarla beslenir ve daha sonra kendileri de pupa evresine geçerler. Arılar yazın sonunda yuvalarını terkederler. Kadife karıncalar ise kışı bu yuvada pupa olarak geçirirler. Bir kayda göre çıkarılan bir hezen arısı yuvasında 76 kadife karınca ve sadece iki hezen arısı bulunmuştur. Bu örnek dişi kadife karıncanın dişi hezen arısıyla baş etmede ne kadar etkili ve başarılı olduğunu göstermektedir. Kraliçe kadife karınca burada da ince bir taktik güderek yuvayı içten fethetmekte ve kendisini yuvanın sahibi konumuna getirebilmektedir.
Şu durumda söylenecek şey kadife karıncanın hezen arılarını çok iyi tanıdığı ve onları nasıl kandırabileceğini çok iyi bildiğidir. Peki bunu ona ilham edenarının fiziksel özelliklerini yaşam tarzını yuva yapısını bilen daha doğrusu arıyı da yaratandan başkası olabilir mi? Makul olan tek açıklama ancak arıları ve karıncaları ve hatta tüm canlıları yaratan tek bir Yaratıcı'nın varlığını kabul ederek yapılandır.
 

OBERON

MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    20 Kas 2016
  • Mesajlar
    3,156
  • MFC Puanı
    41
Ateş Karıncaları

Ateş karıncaları küçük kırmızı böceklerdir. Ama bu küçüklüklerine rağmen çok büyük işler becerebilirler. Sadece Amerika'da 20 çeşidi bulunan bu karıncaların kraliçeleri günde 5.000 yumurta üretebilir. Birçok karınca türü kolonisinin birkaç yüz işçisi varken bu türün kolonilerinin sadece işçi sayısı yarım milyon kadardır. Ateş karıncalarının çiftleşmiş tek bir kraliçesi 240.000 işçilik bir koloni üretebilir.
Çok saldırgan olan ateş karıncalarının işçileri avlarına zehirli iğneleriyle hırçınca saldırırlar. Genç ateş karıncalarının sürüngenleri ve geyik yavrularını öldürdükleri ya da sakatladıkları görülmüştür. Ayrıca bu saldırgan karıncalar kimi zaman elektrik kablolarını parçalayarak elektrik kesintilerine de sebep olabilirler. Bir dönem Güney Amerika'yı istila etmişler ve insanları dehşete düşürecek zararlara sebep olmuşlardır. O yılın bütün tanınmış gazete ve dergilerinden anlaşılan elektrik kablolarını keserek elektrik kesintilerine sebep olan ekinlere milyarlarca dolar zarar veren asfaltları çöküntüye uğrataninsanları sokarak alerji şoklarına sebep olan bu karıncaların insanları açıkça çaresiz bıraktığıdır. Güçlü çeneleri sayesinde açtıkları tünellerle asfaltlarınyolların çökmesine sebep olmuşlar ve ayrıca çevreyi de yukarıda bahsedildiği şekilde tahrip etmişlerdir.
 

OBERON

MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    20 Kas 2016
  • Mesajlar
    3,156
  • MFC Puanı
    41
Mikroplardan Korunma

Amerikalı uzmanlar ateş karıncalarının sözkonusu istilalarını engelleyebilmek için çok çeşitli metodlar denediler. Bu amaçla karıncaların yedikleri sineklere mikrop vererek koloni içinde bulaşıcı bir hastalık yaymayı düşündüler. Ama hayret verici bir şekilde mikroplu sineklerin karıncalara hiçbir zarar veremediği görüldü. Yapılan incelemelerde ise karıncaların canlılar dünyasındaki ilginç savunma sistemlerinden birine sahip oldukları fark edildi: Boğazlarında yer alan mikroplardan koruyucu bir yapı... Bu yapı sayesinde karıncaların yedikleri herhangi bir şeyde bulunan bakteriler vücuda giremeden boğazda takılıyordu.
Ateş karıncalarının üstün bir aklın ürünü olan korunma sistemleri bununla da bitmez. Yuvanın çevresine ve larvaların üstüne zehir keselerinde üretilen anti-mikrobik bir sıvıyı püskürtürler. Bu sayede de yuvayı ve larvaları tamamen dezenfekte etmiş olurlar.
Son derece olağanüstü bir savunma sistemi ile donanmış bu karıncalar muhakkak ki bunun farkında bile değildirler. Vicdan sahibi bir insan böyle bir sistemin tesadüfen oluştuğunu iddia edebilir mi? Karıncaların böyle bir sistemi kendi başlarına kurdukları da söylenemez. O halde bu filtreyi karıncaların boğazlarına yerleştiren ve anti-mikrobik bir sıvı üretmeyi ilham eden kimdir?

Çalışkan Karıncalar
Savunma ustası ateş karıncaları aynı zamanda çok da becerikli ve çalışkandırlar. 30 cm. yüksekliğe ve 60 cm. genişliğe varan tepecikler inşa edip yerin altında 1.5 m. derinliğe inebilen labirent tüneller oluşturabilirler. Bazı alanlarda ateş karıncaları sayısı 350'ye varan tepecikler inşa etmişlerdir. Bu kadar küçük canlıların böylesine büyük yuvalar kurabilmesi elbette çalışkanlıkları sayesindedir. Peki karıncaları dünyanın en çalışkan canlılarından biri yapan güç nedir? Gün boyunca hiç durmadan dinlenmeden çalışmaları ve son derece geniş alanlara yayılmış yuvalar kurmaları gerçekten şaşırtıcıdır. Tek bir tanesi bile "ben bugün çok çalıştım biraz dinleneyim" veya "bugün de canım hiç çalışmak istemiyor en iyisi bir köşede oturayım" demez. Bu gerçekten de düşünülmesi gereken bir konudur. Unutmamak gerekir ki insanlar bir işi sonuçlandırmaları zaruri olduğu durumlarda bile yoruldukları veya üşendikleri için irade kullanamadıkları zamanlar olur. Oysa karıncalar son derece büyük bir çaba ve irade gösterip başladıkları işi mutlaka sonuçlandırırlar.

Savunma Sistemini Delebilen Taktik Ustası
Ateş karıncalarının en korkunç düşmanı asalak bir karınca cinsi olan Solenopsis davgeri'dir. İnsanların anlamakta bile zorlandığı çok yönlü savunma sistemini delebilen bu canlı yine bir başka karınca cinsidir. Bu parazit karıncanın ateş karıncasının yuvasına nasıl "sızdığı" bilinmemektedir. Ama bir kez yuvaya kabul edildi mi asalak karınca hemen kraliçeye saldırır ve antenine bacağına ya da boğazına kenetlenir. İşçi karıncaların doğal olarak bu saldırganı yoketmesi gerekirken hiçbir şey yapmamaları açıklama getirilmesi çok zor gibi görünen bir konudur. Oysa bunun cevabı basittir. Parazit boğazına kenetlenerek kraliçenin feromenini taklit etmektedir. Bundan sonra işçiler farkında olmadan bütün güçlerini kraliçeyi boyunduruğu altına alan bu asalağı beslemeye harcarlar. Çünkü feromenlerini taklit eden bu asalağı kendi kraliçeleri sanmaktadırlar. Kraliçeleri ise işçiler onu beslediklerini sanırlarken ölür.

Çöl Karıncaları
150 Fahrenheit sıcaklığındaki kavurucu kumda yaşayabilmek başta insanlar olmak üzere çoğu canlı için imkansızdır. Ama bu sıcaklıkta yaşamını sürdüren karıncalar vardır! Peki orta boyutlu uzun bacaklı siyah çöl karıncası olan Namib Ocymyrmex bu şiddetli sıcaklıkta nasıl yaşayabilir?
Namib karıncaları için çöldeki tipik bir gün belli bir saatte başlamaz. Günü başlatan standart kum yüzeyi sıcaklığıdır ki bu da 30 derecedir. İşte bu noktada karıncalar yeraltı yuvalarından çıkmaya ve yiyecek aramaya başlarlar. Vücutları çok soğuk olduğu için muntazam hareket edemez ve sendeleyerek yürürler. Fakat sıcaklık arttıkça daha fazla karınca ortaya çıkar ve daha düzgün daha hızlı hareket etmeye başlarlar. Yuvanın iç ve dış trafiğinin en yoğun olduğu sıcaklık 52.2 derecedir. Sıcaklık bu noktanın üstüne çıktığında hareket devam eder fakat ısı 67.8 dereceye ulaştığında trafik durur. Bu sıcaklığa öğleden yaklaşık bir saat kadar önce ulaşılır. Sıcaklığın düşmeye başladığı öğle sonrasında yemek arayışı yeniden başlar ve yüzey sıcaklığı 30 dereceye düşene kadar devam eder.
Bu karıncalar yaklaşık 6 gün boyunca yuvadan uzak bir şekilde hiçbir hayvana yem olmadan yiyecek arayabilirler. Bu süre zarfında eve 15-20 kez kendi ağırlıklarınca yiyecek taşırlar.
Çölde sıcaklık karıncaların yaşayamayacağı dereceye ulaştığında yuvaya dönme imkanı bulamayan karıncalar sıcaktan korunmak için oldukça değişik bir metod kullanırlar. Hava sıcaklığı kumdan yükseldikçe azalır. Örneğin kum sıcaklığı 67.8 derece iken biraz yükselindiğinde hava sıcaklığı 55 dereceye düşer. Bu yüzden kum yüzeyi sıcaklığı 52.2 dereceden fazla olduğunda karıncalar bitki gövdesi gibi nesnelere tırmanır ve serinlemek için bir süre burada kalırlar. Karıncanın küçük vücudunun sıcaklığı kısa sürede çevresindeki sıcaklık derecesine düşer. Ağaç gövdelerinde ise sıcaklık 30 ile 38.3 derece arasında değişir. Bu serinleme araları karıncanın kavurucu sıcakta kesik kesik de olsa yiyecek aramasını olanaklı kılar.
Yüksek sıcaklıklarda karınca bir kaç saniye içinde serin bir yer bulamazsa fazla sıcaktan ölecektir. Aslında 52.2 dereceden yüksek kum sıcaklıklarındaher yuvadan çıkışlarında böyle bir riske girerler. Peki ilk çöl karıncaları bu kaçınılmaz sondan nasıl kurtulmuşlardır? Bir termometre ile havanın sıcaklığını ölçmediklerine göre hangi sıcaklıkta ne yapmaları gerektiğini bilerek var olduklarını söyleyebiliriz.
Evet çöl karıncası çölde yaşayabilecek şekilde yaratılmış ve gerekli özelliklerle donatılmıştır.
 

OBERON

MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    20 Kas 2016
  • Mesajlar
    3,156
  • MFC Puanı
    41
ORTAK YAŞAM

Canlılardaki yaratılış delillerini incelerken kullanılması gereken temel bir mantık vardır. Bu mantığı basit bir örnekle açıklayabiliriz.
Issız bir arazide ilerlerken birden yerde metal bir anahtar bulduğunuzu düşünün. Bu anahtarı ne işe yarayacağını bilmeden aldığınızı ve yola devam ettiğinizi varsayın. Ve farzedin ki bu anahtarı bulduğunuz yerden bir kaç yüz metre ilerde terk edilmiş boş bir eve rastladınız. Ve yine farzedin ki anahtarıbelki işe yarar diye bu evin kapısının kilidinin içine soktunuz.
Eğer anahtar bu evin kapısını hiç zorlanmadan hemen açıverirse bu durumda mantıksal olarak ne sonuca varırsınız?
Cevap açıktır: Hiç tereddüt etmeden bu anahtarın bu evin kapısının kilidine ait olduğunu yani bir başka deyişle bu kilidi açması için bilinçli bir biçimde tasarlanmış bir araç olduğu sonucuna varırsınız. Açıktır ki anahtarı da kilidi de aynı usta ya da aynı tezgah üretmiştir. Dolayısıyla aralarındaki uyum da bilinçli bir tasarımın ürünüdür.
Buna karşılık eğer birisi çıkar da size "hayır yanılıyorsun o bulduğun anahtarın o kilitle ilgisi yok o anahtarın o kilide uyması tamamen tesadüfi bir durum" derse buna karşı ne düşünürsünüz? Elbette doğal olarak bu ihtimali hiç akılcı bulmayacaksınızdır. Çünkü dünyada hiç biri birbirini açmayan milyonlarca kilit ve milyonlarca anahtar vardır. Bu milyonlarca farklı parça içinde birbirine tamamen uygun olan iki tanesinin birbirlerine çok yakın bir biçimde yer almalarının bir tesadüf olduğu fikrinin anlamsızlığı da açıktır.
Üstelik eğer sözkonusu anahtar son derece girintili-çıkıntılı karmaşık bir yapıya sahipse-yani bir oda anahtarı gibi düz ve yalın değil de güvenlik için özel geliştirilmiş bir anahtarsa-sözkonusu "tesadüf" iddiasının saçmalığı daha da iyi anlaşılır. Çünkü anahtarın üzerindeki her detay bu detayın karşılığının kilitte de yer alması zorunluluğunu doğuracak ve böylece tesadüf ihtimalini milyonlarca kez daha azaltacaktır.
Hele bir de kapının bir değil üç kilidi varsa ve siz de tek bir anahtar değil yanyana üç anahtar bulmuşsanız ve bu anahtarların herbiri kilitlerin birini açmışsa... Bu anahtarların kilitlere tesadüfen uygunluk göstermiş birer metal parçası olduğu gibi bir iddiaya hiç ihtimal verir misiniz? Dahası bu tür bir iddiada bulunan bir kişinin ya aklından zoru olduğuna ya da sizi aldatmaya sizden bir şeyleri gizlemeye çalıştığına karar vermez misiniz?
Bu örneğin bize anlattığı mantıksal sonuç basit ama son derece önemlidir: Eğer birbirinden bağımsız olan iki ayrı parça arasında "bire-bir" uyum varsayani bu iki parçanın tüm detayları birbirlerine tam bir uyum gösteriyorsa bu durum ortada bilinçli bir tasarımın var olduğunu ispatlar. Anahtar kilide uyumludur çünkü bilinçli bir usta tarafından bu iş için yapılmıştır. Bir video kaset bir video cihazının içine kolayca girer ve oturur çünkü bilinçli bir tasarımcı tarafından bu iş için dizayn edilmiştir.
Tüm bunlara dayanarak da şu genel sonuca varılabilir: Eğer iki canlının arasında farklı organlarının birbirlerine tam tamına uymaları ile gerçekleşen bir uyum varsa bu uyumun bilinçli bir yaratışın açık delili olduğunu söyleyebiliriz. Var olan uyum tesadüflerle açıklanamayacak bir bilinci gösterdiğine ve bu bilincin kaynağı bu hayvanlar olamayacağına göre bu hayvanları "dizayn" eden bilinçli bir Yaratıcı'nın varlığını kabul etmek kaçınılmazdır.
Şimdi bu temel mantığı kullanarak karıncaların dünyasına yeniden girebiliriz. Bu bölümdeki konumuz karıncalarla ortak yaşayan -ve onlarla çok çarpıcı bir uyum gösteren- bazı canlılardır.


Karıncalarla Ortak Yaşayan Hayvanlar
Karıncalarla beraber yaşayan pek çok böcek türünün var olduğu ve aralarında 'sembiyotik' ilişkiler bulunduğu bir yüzyılı aşkın süredir biliniyor. Bunların çoğu bunu bir "yağmacı" olarak yapar. Diğer bölümü ise yaşamlarının bir bölümünde veya tamamında karınca topluluğuna bağımlı halde yaşarlar. Bu karınca ziyaretçileri arasında çeşitli pislikböcekleri keneler asalaklar sinekler ve yaban arıları vardır.
Bunların bir kısmı karıncaların yuvalarında yaşayıp tüm sosyal haklardan faydalanabilirler. Bazı durumlarda ev sahiplerinin larvalarını ve yumurtalarını yemelerine rağmen karıncalar misafirlerine inanılmaz derecede toleranslı davranır saldırganları yuvaya kabul etmekle kalmayıp larvalarını sanki kendi genç nesilleriymiş gibi besler ve yetiştirirler.
Peki karıncalar böyle bir saldırganlığa neden izin veriyor ve nasıl oluyor da bu böcekler senelerce üstün bir savunma sistemine sahip olan karıncanın yuvasında rahatça kalabiliyorlar? Şimdi bu anlaşılmaz olayın aşamalarını inceleyelim.
Bilindiği gibi karınca kolonisinde karmaşık bir iletişim sistemi vardır. Bu sistem sayesinde karıncalar kendi kolonilerine ait üyeleri yabancılardan ayırdedebilirler. Bu ayırdedebilme bir "sosyal savunma sistemi" gibi işler. Ancak yukarıda bahsettiğimiz ziyaretçiler çeşitli tekniklerle karınca yuvalarına girmeyi başarırlar. Bu da onların karıncaların iletişim ve ayırdedebilme şifrelerini bir şekilde çözdüklerini göstermektedir. Diğer bir deyişle de mekanik ve kimyasal metodlarla karıncaların dillerini konuşabilme yeteneğine sahip olduklarını...


Taklitçilik
Bir karıncanın başka bir karıncayla karşılaştığı zaman yaptığı tipik bir hareket vardır: Anteniyle karşısındaki karıncaya yavaşça dokunmak ve onun feromenini kontrol etmek. Sonra her iki karınca da yollarına devam ederler. Bu hareketi birbirlerini tanımak ve yabancı canlılardan korunmak için yaptıkları bilinmektedir.
İşçi karıncalar yuvalarında yaşayan böceklerle karşılaştıklarında da aynı hareketi yaparlar. Kimi zaman karşılarındakinin farklı biri olduğunu anlayarak onu derhal yuvadan atarlar. Ama kimi zaman da karşılarındaki böceğe sanki bir karıncaymış muamelesi yaparlar. Bu kabullenme bahsedilen böceklerin "kimyasal taklitçiliği" sayesinde gerçekleşebilmektedir.
Böceklerin bu taklitçiliği tamamen kimyasal olarak gerçekleştirdikleri kesin kabul görmüştür. Çünkü karıncalar kendilerine fiziksel olarak çok benzeyen böcekleri kimyasal açıdan yabancı bulduklarında hemen yuvadan dışarı atmışlardır. Oysa karıncalarla hiçbir benzerliği olmayan bir takım asalaklarkarınca yuvasının bir elemanı gibi kabul görmüşlerdir.
Bu böcek türlerinin karıncaların kimyasal özelliklerini nasıl öğrendiğini ve nasıl taklit ettiğini izah etmek ise çok güçtür. Böyle bir şey ancak bu feromenlerin böceklere bilinçli olarak eklenmiş olmalarıyla açıklanabilir. Bir böcek milyonlarca yıl da yaşasa bir kimyevi olayı çözemez ve uygulayamaz. Dolayısıyla böyle bir özelliği Yaratıcı'nın bilinçli bir tasarımı ile kazanmış olmalıdır.


Hidrokarbon Üreten Böcek ve Ateş Karıncaları
Bir böcek türü olan Scarabaeid ile ateş karıncaları taşıdıkları hidrokarbonların aynı olması nedeniyle birlikte yaşayabilmektedirler. Böceklerin karınca düşmanı olduğu düşünülürse bu iki canlı arasında uyumlu bir ilişki bulunması gerçekten çok şaşırtıcıdır. Peki bu anlaşma nasıl açıklanabilir?
Bu böcekler hem ateş karıncalarının sahip olduğu hidrokarbonlara sahiptirler hem de sadece kendilerine has olarak vücutlarında molekül ağırlığı yüksek olan başka hidrokarbon serileri bulunmaktadır. Böcekler ateş karıncalarının yuvasından ayrıldıklarında karıncalarla ortak olan bileşimleri kaybolurken kendilerine has ağır hidrokarbonlar kalmaktadır. Sonradan başka bir ateş karıncası türünün kolonisine gittiklerinde bu sefer de bu koloninin kokusunu oluşturmaktadırlar.
Böcek ateş karıncalarının yuvasına ilk geldiğinde kalın dış kabuğuna güvenir ve ölü taklidi yaparak kendisini korumaya çalışır. Birkaç gün içindekarıncaların hidrokarbonunu taklit ederek oluşturduktan sonra karınca yuvasına tam anlamıyla kabul edilir.
Peki bu böcek türü bir kokuyu nasıl taklit ederek kendi vücudunda salgılayabilir? Bu kokuyu oluşturarak karıncaları kandırabileceğini ve yuvalarına kabul edilebileceğini nereden bilir? Bir böcek bunları tek başına başarabilir mi?
Elbette ki başaramaz. Karıncaları kimyevi ve fiziki yönleriyle tanıması bir böceğin kendi başına başarabileceği bir olay değildir. Bu böceklerin karıncalarla uzun süre yaşayarak bir evrim geçirdiklerini ve sonunda da karıncaların kokusunu kimyasal olarak oluşturabildiklerini söylemek ise çok saçma bir iddia olacaktır. Zira hiçbir mutasyon ya da hiçbir tesadüf böyle hassas ve karmaşık bir özellik oluşturamaz. Buradan çıkabilecek tek sonuç; tanıma ve taklit etme yeteneğini bu böceğe veren bir Yaratıcının varlığıdır. Karıncaların ve böceklerin uyum içinde birarada yaşamalarını sağlayan birbirlerine düşmanca davranmalarını engelleyici kimyevi olayları gerçekleştiren de yine her iki hayvan türünü Yaratandır.

Ordu Karıncalarının Ziyaretçileri
Ordu karıncalarının vücutları üzerinde yaşayan keneler vardır. Bu kene türleri üzerinde yaşadıkları karıncanın arka kısmında yer alan zarımsı bölgeden aldıkları kanla veya ev sahiplerinin vücutlarındaki yağlı salgılarla beslenirler. Kimi zaman bu keneler karıncanın arka ayağının ucuna yerleşirler. Gerektiğinde de tüm vücutlarının karıncanın ayağının uç kısmı olarak "vekaleten" kullanılmasına izin verirler.
Ordu karıncaları daha önce de anlatıldığı gibi birbirlerine bacaklarından tutunarak zincirler oluştururlar. Bu zincirlerden de geçici yuvalar meydana getirirler. Yapılan laboratuvar incelemelerinde ayağındaki keneyle diğer işçiye tutunan karıncalarda kenenin arka bacaklarının tıpkı karıncanın pençeleri gibi şekil aldığı ve aynı görevi yerine getirdiği görülmüştür. Bu keneler bazı özel kenetlenme mekanizmalarıyla örneğin; sırtlarında dişlerle ya da uygun sırt yapılarıyla karıncanın vücuduna adapte olabilecek şekilde donanmışlardır.
Adeta birbirlerini tamamlayan bu iki varlığın doğada yaşamakta olan binlerce türün arasından birbirlerini bulmuş olmalarının bir takım rastlantılara bağlanması imkansızdır. Yaşamlarını sürdürmeleri büyük ölçüde birbirlerine bağlı olan bu iki canlı türünün günün birinde karşılaşarak vücutlarının ortak yaşama uyumlu olduğunu görmeleri ve daha sonra da sembiyoza karar vermeleri gibi bir "tesadüf" matematiksel olarak pratikte sıfır olasılığa sahiptir. Dolayısıyla bu mükemmel uyum da Allah'ın eksiksiz yaratışını gösteren detaylardan yalnızca biridir. Fakat bu küçük detaylar atlanıp geçilemeyecek kadar da kıymetlidirler. Yeryüzünde milyonlarcasına her gün şahit olabileceğimiz bu örnekler insanın Allah'ın sınırsız güç ve bilgisini ince sanatını görebilmesi için yaratılmışlardır.
Kurnaz Sinek Larvası
Karıncaların vücutları parazit canlılar için çok uygun bir alan oluşturmaktadır. Bu yüzden de pek çok parazit türü kendisine "ev" olarak karıncaların vücutlarını seçer. Bir sinek türü olan Strongygaster globula bu konuda özel olarak anılmaya değerdir.
Bu sineğin larvası karınca kolonisini kuran kraliçenin vücudunun arka bölümünde "endoparazit" (iç-parazit) olarak yaşar. Bu durumdaki kraliçenin davranışları yumurtlamayı kesmesi dışında farkedilir şekilde etkilenmez. Parazitin larvası ev sahibinin vücudunu terkettikten sonra pupa evresine geçer ve karıncalar tarafından sanki kendi pupalarıymış gibi bakım görür. Ancak uçma aşamasına gelince bu dostane tavır yok olur ve sinek yuvayı terketmek zorunda kalır. Kraliçe karınca ise parazitler yuvayı terkettikten sonra ölür.


(1) İlk sıradaki asalak üzerinde yaşadığı karıncanın vücut sıvılarıyla beslenir.
(2) İkinci asalak ise bir çeşit mayttır ve evsahibinin ayağının ucunda yaşar.
(3) Bu ilginç asalak türü karıncaları kandırarak onların larvaları ile beslenir. (4) Bu tür zamanının çoğunu işçi karıncaların üzerinde geçirir.
(5) Kendisine ev olarak karıncanın çenesinin uç kısmını seçmiştir.


Sinek larvalarının karıncanın vücuduna yerleşmeleri ve burada yaşayabilmeleri gerçekten çok sıradışı bir durumdur. Henüz yeni dünyaya gelmiş bir canlının kendine yuva olarak bir kraliçe karıncanın vücudunu bilinçli olarak seçmiş olması mümkün değildir. Anne sineğin yumurtalarını bırakmak için böyle bir mekan seçmesi için ise karıncanın vücudunu ve yaşam tarzını çok iyi tanımasıyla mümkün olabilir. Zira bulunduğu bölge içinde sineğin yumurtalarını bırakabileceği yüzlerce çeşit birbirinden farklı canlı türü vardır. Yavrularına düşkün olan sinek bunlar içinde en uygun olanı tercih etmekte ve kraliçe karıncayı seçmektedir. Ama yumurtalarının burada korunaklı bir biçimde gelişebileceğini ve hatta karıncalar tarafından özel bir bakıma tabi olacağını tahmin etmesi imkansızdır. Çünkü sinek karıncadan apayrı bir varlıktır ve karınca hakkında bilgi sahibi olması mümkün değildir.
O halde sineğin verdiği bu isabetli kararın bu küçük hayvanın kendi "ileri görüşlülüğü"nün değil kendisine yerleştirilen bir programın daha doğrusu yapılan bir ilhamın sonucu olduğunu söyleyebiliriz. Bir başka deyişle larvayı en uygun yaşam alanına yerleştiren sinek ve karınca üzerinde tam bir ilim ve hakimiyet sahibi olan güç yaratandır.
Mavi Kelebeklerin Sırrı
Mavi Kelebek adı verilen ve İngiltere'de yaşayan bir tür yüzyılın ikinci yarısında esrarengiz bir biçimde azalmaya başladı ve 1979 yılında türün son üyeleri de ortadan kalktılar. Bu kelebek türü üzerine çalışma yapan araştırmacılar kelebeğin bitkiler üzerine çok sayıda yumurta bırakmasına rağmen neden yok olduğunu uzun süre bulamadılar. Aslında bu sır kelebeğin çok şaşırtıcı olan hayat tarzı içinde gizliydi.


(1.) resimde büyük mavi kelebek karınca yuvasından ayrıldıktan sonra görülüyor. (2.) resimde ise mavi kelebek tırtılı henüz karıncalarla karşılaşmadan önce.

Mavi kelebek tırtılları yumurtadan çıktıktan sonra 3 hafta süreyle kekikle beslenirler. Bundan sonra yere düşerek kırmızı karıncalar için çok çekici olan bir sıvı salgılamaya başlarlar. Kırmızı karıncalar etrafta belirmeye başlayınca tırtıl şahlanarak kafasının arkasındaki deriyi şişirir ve karıncayı bile kandırabilecek şekilde "karınca" şekline girer. Bu olağanüstü taklit yeteneğine aldanan kırmızı karıncalar tırtılı kendi yuvalarına taşırlar ve larvalarının bulunduğu en korunaklı yere yerleştirirler. Mavi kelebek tırtılı burada karınca larvalarıyla beslenerek bütün kışı geçirir. Baharda ipek kozasını yaparak erişkin bir kelebeğe dönüşünce de karınca yuvasını tamamen terkeder.
Bu ortak yaşamın keşfedilmesi kelebeklerin soyunun tükenmesindeki sır perdesini de ortadan kaldırmıştır. Şöyle ki; bölgedeki ekolojik değişim nedeniylekırmızı karıncalar oradan uzaklaşmışlardır. Yumurtadan çıkan tırtıllar da yere düştükten sonra kendilerine aldanmayan diğer karınca türleri tarafından öldürülmüşlerdir.
Şimdi cevap aranması gereken sorular şunlardır: İnsanı şaşırtan bu yaşam ortaklığı "tesadüfen" orataya çıkmış olabilir mi? Kelebek-üstelik henüz yetişkin bir kelebek haline gelmemiş bir tırtıl olduğu halde-karıncayı nasıl kandırabileceğini nereden bilmektedir? Kuyruk kısmını şişirdiğinde karıncaya benzemesini sağlayan organlar nasıl ortaya çıkmıştır? Evrim teorisi bilinçli bir yaratışı kabul etmediğine göre bu organların tesadüfen ortaya çıktığını öne sürecektir. Oysa bir tesadüf bu denli kusursuz bir benzerlik oluşturamaz. Bu tür bir benzerliğin zaman içinde aşama aşama elde edilmiş olması da imkansızdır; çünkü bu benzerliği tam olarak kazanmamış olan bir tırtıl karıncalar tarafından avlanacak bu nedenle de soyunu devam ettiremeyecektir. Tırtılın kendi bedenini bilinçli olarak şekillendirmesi de mümkün olmadığına göre tek cevap bu hayvanın yaratıcı bir irade tarafından şekillendirildiği ve karıncaya benzer hale sokulduğudur.


Karıncanın Ağzından Beslenen Asalaklar
Bir asalak türü olan Dinarda koloni yuvasının etrafında dolaşır ve ev sahibi olan karıncanın getirdiği avlarla beslenir. Ayrıca ev sahibinin besin sıvılarından da yararlanır. Dolayısıyla bu asalak yeni gelen işçi ve avcıların besin paylaştıkları yer olan yuva odalarının etrafında gezinir. Taktiği karıncayı gördüğü zaman kendisine bir damla besin vermesi için dudağının kenarına dokunmaktır. Bu beslenme metodu ile aslında kendisini büyük bir tehlikeye de atmaktadır. Zira karınca asalağın bir yabancı olduğunu farkederse hemen saldırma pozisyonuna geçecektir. Ama asalak böyle bir duruma karşı tedbirini çoktan almıştır. Karıncanın saldırı hazırlığını gören asalak hemen karnını yukarı kaldırır ve karıncaya sakinleştirici bir sıvı püskürtür. Bu sıvı sayesinde saldırı sona erer ve asalak kaçar.
Zeki Göçmenler
Bazı böcek türleri (Atemeles) yazın yetiştirildikleri karınca (formica) yuvasından çıkıp başka tür bir karıncanın (myrmica) yuvasına göç ederler. Kışı orada geçirip yazın yine ilk çıktıkları yuvaya dönerler. Bu sezonluk değişimlerin elbette bir sebebi vardır: Kış aylarında Formica yuvasında gelişim dönemi görülmez. Bu yüzden de yemek akışı azalır. Bunun aksine Myrmica türünde kışın kuluçka dönemi vardır ve besin kaynakları burada çok zengindir.
Yandaki resimde bir böcekle karınca arasındaki besin değişimi görülüyor. Üstte böcek karıncaya antenleriyle dokunuyor. Ortada böcek karıncanın ağzına ön ayaklarıyla vuruyor. En altta ise karınca bu hareket karşısında bir damla sıvı besini taklitçi böceğe ikram ediyor.
Bu göç sırasında göçmenlerin eski yuvalarının yolunu bulmada zorlanmaları beklenebilir. Oysa bu konuda hiçbir zorluk çekmezler. Formica yuvaları ormanlık bölgede Myrmica yuvaları ise yeşil otluk bölgede bulunur. Formica yuvasını terk eden göçmenler yol bulmada çok önemli bir metod keşfetmişlerdir; ışığa yönelerek otluk araziyi yani yerleşecekleri yuvanın yerini bulurlar. Ama buraya ulaştıklarında da onları farklı bir problem beklemektedir. Myrmica karıncalarını diğer karınca kolonilerinden ayırdetmeleri gerekir. Yapılan araştırmalar göçmenlerin Myrmica yuvasından yayılan koku sayesinde doğru ev sahibini bulduklarını göstermektedir. Kısacası bu göçmenler gidecekleri yönü ışık yardımıyla bulma yeteneklerinin yanındakarınca kolonilerinin kokularını da birbirinden ayırtedebilme yeteneğine sahiptirler.
Senede iki kere yuva değiştiren bu göçmenlerin her iki karınca türü tarafından da kabul edilebilmeleri ve hemen yuva ortamına adapte olabilmeleri gerçekten çok ilgi çekicidir. Uzun yıllar karıncalar üzerine araştırma yapmış olan Wasmann bu türün henüz tam çözülememiş adaptasyon yöntemiyle en gelişmiş ortakyaşar olduğuna inanmaktadır. Zira göç ettikleri yuvaya kendilerini kabul ettirmede kullandıkları çok hayret uyandırıcı bir özellikleri vardır: Bu göçmenlerin savunma maddesi üreten bir bezleri bulunur ve burada ürettikleri güçlü bir kimyasal salgıyı karınca saldırısına uğradıkları zaman düşmanlarını sakinleştirmek için kullanırlar. Bu kimyasal açıdan o kadar güçlü bir salgıdır ki; göçmenler bu salgıyı uzun süre yuvasında yaşadıkları karıncalara sunduklarında karıncaların asalağa karşı çok daha "kibar" davrandıkları gözlenmiştir.
Yandaki resimde Atameles cinsi böceğin salgıladığı özel bir madde aracılığı ile kendini karınca yuvasına taşıtması görülüyor
Göçmen böceklerin bu son derece bilinçli faaliyetleri insanı düşündürmektedir. Bu böcek hangi mevsimde hangi yuvaya "taşınması" gerektiğini bildiğine göre karıncaları her yönleriyle çok iyi tanıyor olmalıdır. Peki bu ilgi çekici göç serüveni nasıl başlamıştır? İlk olarak pekçok böcek türü içinden seçim yaparak bir karınca yuvasına yerleşmeye karar vermelidir. Yüzbinlerce böcek çeşidi içinden bu zorlu seçimi yaptıktan sonra 8800 tür karıncanın içinden kendine uygun gördüğünü seçmeli ve daha sonra buradaki yiyeceklerin kış süresince azaldığını farketmelidir. Bunu farkettikten sonra yine binlerce çeşit karınca içinden kışın yiyeceğin bol olduğu yuvayı keşfetmelidir. Sayılan kararları vermesi gereken belki hayatımızda hiç rast lamadığımız bir böcektir. Bir böcekten bu tür kararlar almasını ummak ise oldukça mantıksızdır.
Yine de bu sistemin bir şekilde varolduğunu düşünsek bile karşımıza çıkan sorular tükenmemektedir. Bu böcek bir yuvadan diğerine taşınırken yuvaya nasıl ulaşmaktadır? Ormanda yol bulabilmek akıl sahibi bir insan için bile zorken insanın binde biri küçüklüğündeki göçmen böcek koskoca orman içindeki bir karınca yuvasını bulmayı nasıl başarmaktadır?"Işığa yönelerek bulmaktadır" cevabı bu konuya hiçbir açıklık getirmemektedir aslında. Çünkü ışık en az 2-3 farklı cepheden gelebilmektedir. Işığa yönelerek ulaştığı noktada da aradığı yuvanın bulunabileceği metrekarelerce alan vardır. (Unutmayalım ki bir böceğin büyüklüğüne göre metrekarelerce alan bizim için kilometrelerce kareyle ifade edilebilir.) Burada koku tanıma süreci başlıyor ama bu süreç oldukça şaşırtıcıdır. Çünkü yüzlerce karınca kolonisinin yaşadığı ayrıca onların koloni kokuları dışında birbirinden farklı binlerce çeşit kokunun bulanabildiği bir ormanda tek bir kokuyu diğerlerinden ayırtetmek oldukça zordur. Üstelik bütün bir yazı başka bir yerde geçiren böceğin böyle bir kokuyu hafızasında tutabilmesi ilginçtir.
Son olarak şunu düşünelim. Bu böceği alıp kendimiz uygun karınca yuvasının kapısına koysak bile yuvaya kabul edilip orada yaşaması çok zor olacaktır. Çünkü bilindiği gibi karıncaların oldukça güçlü bir tanıma yetenekleri vardır. Kendi kolonilerinden olmayan bir karıncayı bile yuvalarına kabul etmezlerkenbu böceğe elbette düşmanca davranacaklardır ve onu yuvadan hemen atacaklardır. Ama sonuç hiç de bu şekilde olmamakta aksine böcek çok misafirperver bir şekilde karşılanmaktadır. Bunun da vücudunda salgıladığı bir kimyasal maddenin karıncalar üzerinde bıraktığı olumlu etkiyle olduğu söylenmektedir. Acaba göçmen böcek bu madde ile karıncaları etkileyebileceğini ve düşmanca hareketlerini tam tersine döndürebileceğini nasıl anlamıştır? Yoksa böyle bir madde üretmeyi akledip uzun süren çalışmaları sonucunda ideal maddeyi üretmeyi kendi mi başarmıştır?
Şüphesiz bu sorulara olumlu cevaplar vermek mümkün değildir. Ortada açık bir tablo vardır: Sözkonusu böcek ciddi bir akıl ve muhakeme yeteneği gerektiren işler yapmaktadır. Oysa beyni bile olmayan bu yaratık için düşünme ve muhakeme yeteneğinden bahsetmek oldukça gülünç olacaktır. Dolayısıyla hayvanın yaptığı işlerdeki aklın kaynağının hayvanın "dışındaki" bir başka güç olduğunu kabul etmemiz gerekir.
Evrimciler karşı karşıya oldukları bu çıkmazı aşabilmek için "içgüdü" terimini üretmişler hayvanın hareketlerinin kaynağı belli olmayan bir takım "güdü"lerden kaynaklandığını öne sürmüşlerdir. Oysa bu terim sadece bir göz boyamadan ibarettir ve gerçekte hiçbir şeyi değiştirmez. Tablo hala çok açıktır: Hayvana hükmeden ve akılcı bir planlamanın ürünü olan "güdü"ler vardır. Hayvanda akılcı bir planlama olmadığına göre de bu güdülerin kaynağı hayvana hükmeden bir başka güç olmalıdır. Kendisi görünmeyen ama buna rağmen görünen dünyaya hükmeden büyük bir akla sahip olan ve bu aklı böcekler gibi bilinçsiz canlılar üzerine yansıtan bir güç...


Ölü Taklidi Yapan Böcek
Karınca yuvaları ABD'nin güney çölleri ve Meksika'da bulunan bir böcek türü için yüksek miktarda besin kaynağı diğer yırtıcı hayvanlara karşı bir sığınak ve uygun iklim şartları sağlar. Sözkonusu böcekler karınca yuvasına girmeyi bir kere başardıktan sonra doğruca kuluçka odasına giderek karınca larvalarıyla beslenirler.
Karıncanın yuvasına girmek için farklı yöntemler geliştirmişlerdir: Bazı türler direkt olarak karınca yuvasının girişine yürür bitkisel saplarla kaplanmış yığınları içeri doğru yararak yuvaya girerler. Bu böceklerin çok iyi korunmalarını sağlayacak kabukları vardır bu yüzden de karıncalar onları öldüremezler. Sadece hep beraber saldırıp zorla yuvadan dışarı atarlar.
Başarılı olamayan böcekler asla vazgeçmezler. Bu sefer de ölü taklidi yaparak karıncalara cazip görünürler ve bu sayede karıncalar da yiyecek olarak onları yuvalarına götürürler. Bu böcekler o kadar iyi ölü taklidi yaparlar ki antenlerini oluklarına geri çekerler ve bacaklarını da kaskatı hale getirerek karıncaları aldatırlar.
Yumurta odalarına ulaştıktan sonra anlaşılmaz bir şekilde karıncalar bu böcekleri gözardı ederler. Araştırmalar sözkonusu canlılar karınca kuluçkaları ile beslenirken tüylerinden salgılanan salgının da karıncaların dikkatini başka yöne çektiğini göstermiştir. Böylece karıncaların saldırganlıkları azalmakta ve kuluçkalarını korumaları engellenmektedir.
Ayrıca bu "zeki" böcekler kendi larvalarını da karınca yuvasına bırakırlar. Böcek larvaları burada sebze parçacıklarının yığınları arasında beslenerek gelişirler. Karıncalara karşı hiçbir savunma mekanizmasına sahip olmamalarına rağmen karıncalar tarafından bir saldırıya uğramazlar. Zamanla da kendilerini karıncalara karşı savunabilecek ve usta manevralarla kaçabilecek hale gelirler.

Karıncaları Tanıyan Sinek Larvaları
Aşağıda yine son derece etkileyici ve kusursuz bir yaratılış örneği göreceğiz; taklit yeteneğine sahip sinek larvalarını.
Çiçek sineklerinin (Microdon) larvaları karınca yuvasının derinliklerinde kışı geçirirler. Baharda da pupa olmak için yuvanın yüzeyine çıkarlar. Yapılan bir incelemede larvaların ilk pupa aşamalarında gözden kayboldukları görülmüş ve öldükleri sanılmıştı. Kalan bir larva ise bir karınca kozasının yüzeyine asılmıştı. Büyütülerek bakıldığında larvanın şişerek büyümekte olduğu derken birdenbire yok olduğu görüldü. Larva karıncanın ipeksi kozasını delmiş ve içine girebileceği kadar bir delik oluşturmuştu. Gözden kaybolan larvalar kozaların içindeydiler ve karınca pupasıyla besleniyorlardı. Daha sonra larvalar uzunlamasına katlanarak kendilerini karınca kozasına benzettiler. İşçi karıncalar da bunların kendi kozaları olduğunu sanıp onları yuvanın güvenlikli bir yerine yerleştirdiler.
Bu çok sıradışı bir taklitçilik örneğiydi. Karıncalar sinek larvalarını karınca kozası sanmışlardı. Yapılan araştırmada larva sineklerin ve larva karıncaların dıştaki katı kabuklarının kimyasının birbirine uymakta olduğu farkedildi. Bir başka deyişle sinek larvaları karınca kozalarını kimyasal olarak da taklit edebiliyorlardı.
Yapılan kimyasal analizler sonucu bunun gerçek bir kimyasal taklit vakası olduğu ortaya çıktı. Peki Microdon larvaları bu taklidi nasıl yapıyorlardı?
Larvaların bedenlerinin alt kısmındaki bölgede karıncanın kimyasallarını taklit edebildikleri bezler vardı.
Peki böylesine detaylı bir taklidi "kimya" kelimesinin anlamını bile bilmeyen bir varlık nasıl yapabilmektedir? Üstelik Microdon sineklerinin sadece larvaları böyle bir savunma sistemine sahiptirler. Yetişkinleri için böyle bir olay söz konusu değildir. Bu taklitçilik yetişkin sinekler tarafından bilinmediğine göre öğretilemez de. O halde larvalar bahsedilen taklit yeteneğine doğuştan sahiptirler.
Hiç bir tesadüf bir larvanın bedenine karınca taklidi yapmasını sağlayacak bir kimyasal düzenek yerleştiremez. Bu olaydan çıkarılabilecek tek sonuç larvaların yaratıcıları tarafından bu özellikle donatılarak dünyaya geldikleridir.
 

OBERON

MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    20 Kas 2016
  • Mesajlar
    3,156
  • MFC Puanı
    41
Oduncu Karıncalar ve Yaprak Bitleri (Apidler)

Şu ana kadar karıncalar hakkında okuduklarınız size "karınca dünyası" hakkında genel bir fikir vermiştir. Fakat bu sadece bir başlangıçtır. Çünkü karıncaların dünyasında bilmediğimiz özelliklerle donatılmış çok sayıda farklı cins bulunmaktadır. Bunlardan bir tanesi oduncu karınca olarak da bilinen "sütçü karıncalar"dır.
Sözkonusu oduncu karınca cinsi apidler (yaprak bitleri) vasıtasıyla yapraklardan süt elde eder. Karıncalarla yaprak bitleri arasındaki bu birlik bütün böcek dünyasındaki en ilginç ilişkilerden bir tanesidir.
Karıncalar tarafından bitkilere yerleştirilen apidler bitki kökündeki öz suyu alırlar. Apidin vücuduna giren bitki özsuları "bal özü" denen maddeye dönüştürülür. Bu bal özünden hoşlanan karıncalar apidlerin besini kendilerine vermesi için bir yol bulmuşlardır. Aç bir karınca yaprak bitine yaklaşırduyarga ve antenleriyle onu okşamaya başlar. Apid bundan çok hoşlanır ve küçük bir damla "bal özü" salgılar ve karıncaya sunar. Karıncalar da buna karşılık olarak apidlerine çok iyi bakarlar.

"Hayvan Yetiştiren" Karıncalar
Karıncalar tüm ilginç yeteneklerinin yanısıra "hayvan yetiştiriciliği" de yaparlar. Buradaki ve yan resimde görüldüğü gibi karıncalar kendilerine yaprak bitlerinden adeta bir "sürü" oluşturur ve bu "sürü" yü besin elde etmek için kullanırlar. Ama bunun karşılığında da "sürü" lerine çok iyi bakar onları yanlarından hiç ayırmaz düşmanlarına karşı korurlar.
Kuşkusuz karıncaların "hayvan yetiştiriciliği" böcekler dünyasındaki ilginç sembiyoz örneklerindendir.

Karıncalar sonbaharda apid yumurtalarını alır ve yumurtadan çıkıncaya kadar yuvalarında tutarlar. Daha sonra genç apidleri çeşitli bitkilerin köklerine yerleştirirler. Böylece apidler buradan özsu emecekler ve sütçü karıncalara süt sağlayacaklardır.
Bu noktada sormak gerekir: Yeryüzünde binlerce canlı varken "sütçü" karıncalar apidlerin bu özelliğini nereden bilirler tüm canlılar arasından nasıl onları tanıyıp seçerler?
Karıncanın apidin hoşuna giden hareketi bilmesi ve alacağı besin karşılığında onu okşaması ya da salgılanan sıvının tam karıncanın ihtiyacına göre olmasını bir raslantılar zinciri olarak değerlendirmek elbette ki imkansızdır. Bir kez daha ortada planlı bir eşleşme büyük bir uyum ve dolayısıyla açık bir yaratılış vardır.
 

OBERON

MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    20 Kas 2016
  • Mesajlar
    3,156
  • MFC Puanı
    41
Karıncalarla Ortak Yaşayan Bitkiler

Doğu Hindistan'ın sürahi bitkisi Nepenthes bicalcarata kendi ağaç gövdesi içinde karınca kolonilerini barındırmaktadır. Bu bitki tıpkı bir sürahi şeklindedir ve üzerine konan böcekleri yakalayarak içine alıp sindirir. Ama karıncalar bu etobur bitki üzerinde böcekleri ve diğer yiyecek maddelerini toplayarak gezmekte serbesttirler.
Çünkü karıncalar ve bitki ortak faydaları için bir alışverişte bulunmaktadırlar. Karıncalar bitki tarafından yenme tehlikesi altındadırlar ama buna karşılık bir ev kazanmışlardır. Bitkiler ise karıncalara bazı doku ve böcek kalıntılarını bırakırlar ve buna karşılık kendi düşmanlarına karşı karıncalardan koruma elde ederler.
Bu örnek bitkiler ve karıncalar arasındaki ortak yaşamın ana hatlarını tarif etmektedir. Karıncalar ve bunların ev sahipliğini yapan bitkilerin anatomileri ve fizyolojik yapıları aralarındaki karşılıklı ilişkiyi sağlayacak şekilde düzenlenmiştir. Her ne kadar Evrim savunucuları bu topluluklar arasındaki ilişkilerin milyonlarca yıl içinde yavaş yavaş yaygınlaştığını söyleseler de zeka sahibi olmayan bu iki yaratığın birbirleriyle anlaşarak böyle bir "karşılıklı fayda" sistemi düzenleyebilmiş olduklarını iddia etmenin mantıksızlığı ortadadır.
 

OBERON

MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    20 Kas 2016
  • Mesajlar
    3,156
  • MFC Puanı
    41
Karıncalar Ve Koku İzleri

İz iletişimi (koku izlerinin takibi) karıncalarda çok kullanılan bir metodtur. Konuyla ilgili pek çok ilginç örnek vardır:
Amerika çöllerinde yaşayan bir tür karınca ölü bir böcek bulduğunda onu taşımak ya da sürüklemek isterken çok geniş ve ağır olduğunu fark edersehavaya zehir kesesinde üretilmiş bir koku salgılar. Uzaktaki yuva arkadaşları kokuyu algılar ve kokunun kaynağına doğru gelmeye başlarlar. Kurbanın etrafında onu taşıyabilecek yeterli sayıda karınca birikince onu hep beraber yuvaya doğru taşırlar.
Ateş karıncaları ise besin aramak amacıyla yuvalarını terk ettiklerinde kısa bir süre koku izini takip ederler sonra birbirlerinden ayrılır ve tek başlarına araştırma yaparlar. Besin kaynağını buldukları karıncaların davranışlarından belli olur. Ateş karıncası besin keşfettiğinde yuvasına daha yavaş döner. Vücudu zemine iyice yakındır. Belirli aralıklarla iğnesini çıkarır ve iğnenin ucu kalemin ince bir çizgi çizmesi gibi zemine değer. Böylece ardında besine doğru ilerleyen bir iz bırakmış olur.
Pusula Görevi Gören Karıncalar
Yiyecek arayan karıncalar açıklanması çok zor bir faaliyeti gerçekleştirirler. Yiyecek kaynağına kıvrımlı büklümlü bir yoldan giderler ancak yuvalarına kestirme ve düz bir yoldan geri dönerler. Peki sadece bir kaç santimetre ötelerini görebilecek durumda olan karıncalar nasıl olup da böylesine düz bir yol oluşturabilmektedirler?
Richard Feynman adlı bir araştırmacı bu soruya yanıt bulabilmek için bir banyo tüpünün dibine şeker yerleştirdi ve bir karıncanın gelip bunu bulması için bekledi. Bir kaşif karınca bu şekeri bulup yuvasına ziyafet haberini vermek için döndüğünde Feynman renkli bir kalemle karıncanın izlediği zigzaglı yolu takip etti. Daha sonra bu izleri takip eden her karıncanın geçtiği yeri de işaretledi. İlginç bir sonuca vardı: Karıncalar izleri takip ederek ilerlememişlerdi. Bundan daha iyisini yaparak izleri düz bir çizgi haline getirmişler ve bu düz çizginin üzerinde yürümüşlerdi.
Daha sonra bir bilgisayar bilimcisi Alfred Bruckstein Feynman'dan esinlenerek karıncaların zigzaglı bir yolu düz bir yola matematiksel olarak nasıl dönüştürdüklerini inceledi. Vardığı sonuç aynıydı: Belli sayıdaki karıncadan sonra yolun uzunluğu en minimum değerine ulaşmakta iki nokta arasında olabilecek en kısa mesafeye yani düz bir çizgiye dönüşmekteydi. Karınca biyologların kısa bir süredir gözlemledikleri bu durum matematiksel olarak da ispatlandı.
Yukarıda anlatılan elbette büyük ustalık isteyen bir iştir. Çünkü bir insan kendi boyutuna uyarlanmış böyle bir uzaklık için mutlaka pusula saat ve hatta kimi zaman çok daha karmaşık aletler kullanmalı ve mükemmel bir matematik bilgisine sahip olmalıdır. Tek başına keşfe çıkan bir karıncanın ise rehberi güneş pusulası da dalların ve diğer işaretlerin konumudur. Daha sonra bunların şekillerini karıncalar hatırlarlar ve bu sayede de yuvalarına giden en kısa yolu hiç tanımadıkları halde bulabilirler.
Bunu söylemesi kolaydır belki ama açıklaması çok zordur! Bir beyne sahip olmayan düşünme ve muhakeme yeteneğinden yoksun bu küçücük canlılar nasıl olup da böyle bir hesap yapabilmektedirler?...
Bir insanın tanımadığı bir ormana bırakıldığını düşünün. Gitmesi gereken yönü biliyor dahi olsa yolunu bulmakta epey zorlanacaktır ve hatta büyük ihtimalle de kaybolacaktır. Bu arada etrafını dikkatle izleyerek hangi yöne gitmesinin daha uygun olacağını uzun uzun düşünmesi gerekecektir. Karıncalar ise yol bulma konusunda adeta kodlanmış gibidirler. Sabah besin bulmak için izledikleri yolu akşam her türlü şart değişmiş olsa bile rahatlıkla bulup izleyerek evlerine dönebilmektedirler.
 

OBERON

MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    20 Kas 2016
  • Mesajlar
    3,156
  • MFC Puanı
    41
Mükemmel Av Taktiği

Bazı karınca türleri dişlerini örümcek yumurtalarını kırkayakları böcekleri ve termitleri yemek için kullanırlar. Birçok karınca (örneğin Dacetine) özellikle kanatsız böcekler üzerinde uzmanlaşmıştır. Bu böcekler toprakta ve çürümüş yapraklar içinde sürüler halinde yaşarlar. Çok ihtiyatlı olan böceklerin vücutlarının altında katlanmış çatal şeklinde uzantılar vardır. Sallanarak doğrulduklarında bu organ onları sanki minyatür bir kanguru gibi havaya ve ileri doğru sıçratır. Dacetine karıncaları ise bu çok etkili manevrası karşısında çenelerini adeta bir hayvan yakalama tuzağı olarak kullanırlar. Yiyecek arayan karınca antenleriyle bir böceğin kokusunu aldığında çenesini 180 derece açarak bekler. Çenelerdeki küçük dişlerini ağzının üst damağına geçirerek kitler. Devamlı olarak antenlerini ileriye doğru atarak onlarla etrafını kolaçan eder. Karınca yavaş yavaş böceğe doğru yaklaşır. Antenleri ona dokunduğundaartık küçük böcek alt çene dişlerinin ulaşabileceği mesafededir. Karınca damağını indirdiğinde çenesi birden kapanır ve böcek bir kazığa saplanır gibi dişlerin arasına sıkışır.
Sözkonusu karıncalar avlarını hemen hiç kaçırmazlar çünkü dünyada refleksi en hızlı olan çeneye sahiptirler.
Gözümüzü kırpma hızımız tuzakçı karıncanın ısırma süratinin yanında oldukça yavaş kalır. Gözkapağının kapanması ve açılması saniyenin 1/3'i kadar bir süre alırken bu karıncaların (Odontomachus bawi) çenesi bunun neredeyse 100 katı hızda çalışır. Gözlenen en hızlı vuruşları 033 milisaniyede gerçekleşir.
Tuzakçı karıncaların çene yapıları yaklaşık 1.8 milimetre uzunluğundadır. İç kısımlarında soluk borusuna bağlı içi havayla dolu bir kese bulunur. Bu sistemdişin çok hızlı hareket etmesini sağlar. Çeneleri minyatür bir fare kapanı gibi işler. Avlanırken çene tamamen açıktır ve her an kapanmaya hazırdır. Isırma hızı ısırma işleminin sonuna yakın yavaşlar: Dişlerin birbirine hızla çarpmasını önlemek için özel kas sistemi ile çene hareketi yavaşlatılır.
Evrim yoluyla yani bilinçli bir tasarım olmadan ve tesadüfler sonucunda böyle kusursuz bir avlanma mekanizmasının gelişebilmesi ihtimal dışıdır.
SONUÇ
Tüm bu yaratılış harikaları insanların günlük hayatın akışı içerisinde akıllarına dahi getirmedikleri yahut da görüp geçtikleri mucizelerdir
 
Üst Alt