Neler yeni
MEGAForum - Teknoloji Forumu

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı yada giriş yapmalısınız. Forum üye olmak tamamen ücretsizdir.

  • Web sitemizin içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için Web sitemize kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Web sitemize üye olmak tamamen ücretsizdir.
  • Sohbetokey.com ile canlı okey oynamaya ne dersin? Hem sohbet et, hem mobil okey oyna!
  • Soru mu? Sorun mu? ''Bir Sorum Var?'' sistemimiz aktiftir. Paylaşın beraber çözüm üretelim.

KANSER ÇeşitLeri

Reis888788988

MFC Üyesi
Konum
ßayrampaşa
  • Üyelik Tarihi
    20 Tem 2008
  • Mesajlar
    90
  • MFC Puanı
    -4
Mesane Kanseri

Erkek mesane kanseri olması riski kadınlardan üç kat daha fazladır. Amerika da her yıl yaklaşık kırk bin yeni mesane kanseri olayı teşhis edilir ve onbeş binden fazla ölümün nedeni bu hastalıktır. Mesane kanseri kırk yaşın altındakilerde nadiren görülür. Bunun en azından çevresel faktörlerle ilişkili olduğu düşünülmektedir. Bu hastalık sigara içenlerde boya, kimya ve lastik sanayiinde çalışan işçilerde daha fazla görülür.


Belirtiler

-İdrarda kan;
-Pelvik sancı (ön ve yanlardaki kalça kemiklerinde sancı);
-İdrar yapmada zorluk;
Teşhis


En sık görülen ilk belirti, ağrı ya da başka bir rahatsızlık olmaksızın, idrarda kan bulunmasıdır. Sık yapılan bir teşhis hatası, idrardaki bu kanın mesane iltihabına bağlanmasıdır. Eğer mesane kanserini düşündüren şikayetleriniz varsa, doktorunuz kanserli hücreleri saptamak üzere idrar tahlili yaptıracaktır. IVP denilen özel bir böbrek röntgeni çekilebilir ve doktorun mesanenin içini görebilmesi için, sistoskopi yapılacaktır. Sistoskopi sırasında, habis hücreler açısından mikroskop altında incelenmek üzere, mesane duvarından parça alınır.
Eğer kanser saptanırsa, doktorunuz kanserin hangi evrede olduğunu saptamak için, karın ya da pelvis tomografisi isteyebilir. Kanserin mesane dışına yayılıp yayılmadığını anlamak için yapılan testler, göğüs röntgeni ve kan tahlilleridir.
Eğer mesanedeki tümör küçükse ve mesaneyi kaplamamışsa, iyileşme şansı yüksektir. Bu türden mesane kanseri olan insanların yaklaşık %50si ile 70i arasında kalan kısmı üç yıllık bir süre içerisinde iyileşme gösterecektir. Ancak kanser yine de önemli olacaktır.
Kanseri kaslara ve yağ dokusuna yayılan şahısların yaklaşık %45i radyasyon tedavisinin yapılmış olması koşuluyla en azından 5 yıl süreyle yaşarlar.
Mesane kanseri diğer organlara da sıçrayan insanların büyük bir çoğunluğu tedavi görse de 2 yıldan fazla yaşayamaz.

Tedavi

Yüzeysel mesane kanserindeki tedavi genellikle tümörün kendisinin alınması şeklindedir. Bunun için büyük bir ameliyat gerekmez, çünkü cerrah tümörü bir sistoskop aracılığıyla alınabilir. Yüzeysel tümörün alınmasından sonra biyopsiyi ihtiva eden sistoskopik değerlendirme her 3 ile 6 ayda bir kanserin yeniden oluşup oluşmadığını belirlemek için yapılır. Eğer bu olay yinelenirse, tümör yeniden sistoskopi ile alınabilir. Ancak bu sefer gelecekteki mesane kanseri olasılığını azaltmak için kanserle mücadele edici ilaçlar verilir.
Eğer hastalık mesane kasları ve yağ dokusunu kaplarsa mesanenin kendisinin, erkeklerde de prostat bezinin de birlikte olmak üzere, alınması gerekir. İlerlemiş mesane kanseri olan kadınlarda da yumurtalıkların, rahmin ve vajinanın bir kısmının alınması gerekir.
Mesanenin alınması, idrarın geçeceği bir açıklığın yaratılmasını gerektirir. Bunu yapmanın değişik yolları vardır. En başarılı olan tekniklerden birinde üreterler, bir parça bağırsaktan yapılmış yapay bir mesaneye bağlanırlar. Yani mesane göbeğin yan tarafından vücudun iç kısmına tutturulur. Daha sonra idrarı giysilerin altından vücut üzerinde bir torbaya boşaltmak üzere karın duvarından bir delik açılır. Buna ileal kanal işlemi denir.
Bazı hekimler, invazif (yayılma gösteren) mesane kanseri için bu operasyondan sonra radyasyon terapisi ve kemoterapi önerirler. Tümör lenf ise kemoterapi kullanılabilir. Metastatik hastalığı (diğer organlara yayılan kanser) olan şahısların %30 ile 70 i arasındaki kısmında kemoterapi kanserin yayılmasını kontrol altına almak ve ağrıyı hafifletmek açısından yararlıdır. Ancak bunun yararı 6 aydan daha fazla sürmez ve kanser bu süreden sonra ilerlemeye devam eder. Mesanenin ameliyat ile alınması veya radyasyon terapisi ile devam eden kemoterapinin bir kombinasyonu yayılma gösteren (invasiv) hastalığı olan şahısların bazılarında yaşamı uzatır.

Merkel Hücreli Karsinom

Merkel hücreli karsinom, cildin nöroendokrin kanseri olarakda bilinen, malign (kanser) hücrelerin cildin hemen üzeri veya yanında ve kıl folikülleri içinde bulunan nadir bir hastalıktır. Merkel hücreli karsinom genellikle ciltte ağrısız, katı parlak kitleler şeklinde fark edilir. Bu tümörler kırmızı,mpembe veya mavi olabilir ve çeyrek inçden küçükten 2 inçten büyüğe değişen boyutlarda görülür. Merkel hücreli karsinom genellikle güneşe maruz kalan baş, boyun, kol ve bacakta bulunur. Genellikle 60-80 yaş arası, beyaz tenlilerde bulunur, ancak başka ırk ve farklı yaşlarda da görülebilir.
Merkel hücreli karsinom hızlı büyür ve sıklıkla vücudun başka kısımlarına metastaz (yayılma) yapar. Küçük tümörlerin bile metastaz yapabilme yeteneği vardır. Hastalık yayıldığı zaman genellikle bölgesel (komşu) lenf bezlerine yayılır ayrıca, karaciğer, kemik, akciğer ve beyinede yayılabilir. Lenf bezleri küçük, fasulye şeklinde yapılar olup, tüm vücutta bulunur. Bu bezler enfeksiyonla savaşan hücreler üretip depolarlar.
Merkel hücreli karsinomun tedavisi hastalığın evresine, hastanın yaşına ve genel durumuna bağlıdır..
 

Reis888788988

MFC Üyesi
Konum
ßayrampaşa
  • Üyelik Tarihi
    20 Tem 2008
  • Mesajlar
    90
  • MFC Puanı
    -4
Mide Kanseri


Mide, sindirim sisteminin bir parçasıdır ve karnın üst sol kısmında diyaframın altında bulunur. Üst ucu yemek borusu ile bağlantılıdır, alt ucu ise, adına kapıcı dediğimiz, halka şeklindeki kapama kasları ile onikiparmak bağırsana bağlıdır.
Midedeki kötü huylu tümörler genellikle mukoza zarında gelişir ve % 95 oranında bez epitelinden (adenokarsinom) yola çıkar. Skuamöz epitel karsinomlar, lenfomlar – yani lenf dokusunda gelişen kanserler – ve kas yapısında gelişen sarkomlar daha ender görülür. Hastalığa yeni yakalananların yılda toplam olarak yaklaşık 20.000 kişiyi bulduğu mide karsinomu, erkeklerde en sık görülen beşinci, kadınlarda ise en sık görülen dördüncü kötü huylu tümördür.


Mide Kanserinin nedenleri:
• Mide kanserinin oluşumunda beslenme alışkanlıkları önemli bir rol oynamaktadır.
• Beslenmeye dayalı iyi bilinen risk faktörleri; çok tuzlu yemeklerin sıklıkla yenilmesi ve taze meyve ve sebzenin az tüketilmesidir.
• Izgarada pişirilmiş, tütsülenmiş ve tuzlu salamura gıdaların sıklıkla yenmesi de riskli olabilmektedir. Izgara ve tütsüleme esnasında tam olmayan yanma sonucu kanseri tetikleyen maddeler oluşmaktadır (kanserojenler). Et ürünlerinin salamurası (tuzlama) yapılırken nitrat tuzları ve nitrit tuzları kullanılmaktadır. Bunlar, ısıtma esnasında veya mide içinde Nitrosaminleri oluştururlar ki, bunlarda kuvvetli birer kanserojendir. Nitrosaminler gıdaların bakteri veya mantarlarla teması esnasında da oluşabilmektedir. Yukarıda bahsi edilen mide karsinomu vakalarındaki gerilemenin nedeni, soğutucu ve dondurucu araç ve gereçlerin (buzdolabı, derin dondurucu) genel olarak daha sık kullanılmaya başlanması ve taze meyve ve sebzenin daha kolay tedarik edilebilmesine dayandırılabilir. Tuzlamak gibi konservasyon metodları (yiyeceklerin bozulmasını önlemek) son on yıllarda dondurucu ve soğutucular ve/veya vakumlu steril ambalajlar sayesinde geri planda kalmıştır.
• Mide kanseri, kronik bir mide mukozası iltihabı şekli olan ve mide ülserinde sıklıkla ortaya çıkan helicobacter pylori bakterisinin sebep olabileceği atrofik gastritis ile bağlantılı olabilmektedir. Helicobacter enfeksiyonu ile mide kanseri arasında yakın bir bağlantı olasılığının çok olduğu kabul edilmektedir. Büyük bir olasılıkla midenin helicobacter ile uzun süreli bir istilası (enfeksiyonun çocuk yaşta gerçekleşmesi) daha yüksek bir risk oluşturmaktadır, bu nedenle yetişkin yaşta bu bakterinin ortadan kaldırılması rizikonun azaldığı anl..... gelmemektedir.
• Sigara ve aşırı alkol tüketimi risk faktörü olarak kabul edilmektedir, çünkü bunların tüketimi büyük bir olasılıkla mide mukozası iltihabına yani gastrite neden olabilmektedir. Adenomatöz mide polipleri de (mukoza bezlerinde başlangıçta iyi huylu oluşumlar) mide kanseri hastalığı için risk faktörleri arasındadır.
Örneğin bir ülser hastalığı nedeniyle midenin kısmen alınması da (günümüzde ender olarak uygulanmaktadır) mide kanseri riskini arttırmaktadır.
• Kalıtım yoluyla alınan genler de mide kanserinin oluşmasını destekleyebilir. Ancak burada iki tür mide karsinomu biribirinden ayrı tutulmalıdır: Biri, öncelikle sınırlı olarak büyüyen intestinal tür, diğeri ise difüz tür olanıdır ki, bu türü daha kötü huylu olup hızla çevredeki dokuları sarar. İntestinal türde daha çok beslenme faktörleri ön planda olurken, difüz türde genetik faktörler sorumlu tutulmaktadır.


Belirtiler
En sıklıkla,
• Hazımsızlık
• İştahsızlık
• Yemeklerden sonra şişkinlik hissi
• Kusma
• Yorgunluk
• Bağırsak işlevinde kan yada siyah dışkı
• Kilo kaybı
Teşhis
En emniyetli ve kesin sonuç veren muayene şekli, mikroskop (Histoloji) ile ayrıntılı incelemenin yapılması için doku örneklerinin de alınmasını sağlayan, daha önce bahsi edilen, mide içinin gözetlenmesidir (gastroskopi). Kuşkulu bölgenin derinlerinden ve kenarlarından alınan örnekler, olası kanserin mide duvarına ne kadar yayıldığını tespit etmeye yarar. Kontrast maddelerle mide ve bağırsaklara uygulanacak ilave bir röntgen muayenesi, mide duvarının geniş alanlarını da inceleme imkanı verir.
Tedavi
Mide kanserinde ameliyat, en önemli ve en belirleyici tedavi önlemidir. Buna ilave olarak kemoterapi ve bazı durumlarda ışın tedavisi (Radyoterapi) de uygulanmaktadır.
Tedaviden sonra ne oluyor?
Tedavinin tamamlanmasından sonra, yani ameliyattan sonra, erişilebilecek en iyi netice olarak, hastalar tümörlerinden tamamen kurtulmuş olurlar. Bundan sonraki tıbbi kontrolün amacı, tedavinin istenmeyen sonuçları ile olası bir geri dönüşü yani hastalığın olası yeniden nüksetme halini tespit etmektir. Genelde tedavi sonrası kontroller ilk zamanlar 3 ayda bir yapılır, 2 yıldan sonra ise 6 ayda bir gereklidir. Muayene normalde vücudun incelenmesini, laboratuar testlerini, röntgen ve ultrason muayenesini ve midenin bir bölümü alınmış ise bir de gastroskopiyi kapsar.

Mikozis Fungoides ve Sezary Sendromu

Mikozis Fungoides ve Sezary Sendromu hastalığı, lenf sisteminde (T-lenfosit adı verilen) bazı hücrelerde görülen ve cildi etkileyen (malign/habis) bir kanser türüdür. Lenfositler kemik iliği ve lenf sistemindeki diğer organlar tarafından üretilen, enfeksiyonlarla savaşan beyaz kan hücreleridir. T-hücreleri vücutta bulunan bakteriler ile diğer zararlı organizmaların yok edilmesi görevinde vücudun bağışıklık sistemine yardımcı olan özel lenfositlerdir.

Lenf sistemi bağııklık sisteminin bir parçası olup bu sistem, deri dahil vücudun tüm bölümlerinde bulunan kan damarları gibi, vücudun tam..... yayılan ince tüpçüklerden oluşmaktadır. Lenf damarları, lenfosit içeren renksiz bir sıvı olan lenf sıısı taşır. İnce tüp altı boyunca sıras sı?ra dizili şekilde, fasulye tanesi şeklinde lenf düğümü adı verilen organlar bulunmaktadır. Lenf düğümü kümeleri oltukaltında, pelvis, boyun ve abdomen bölgesinde bulunmaktadır. (Üst abdomen bölgesinde bulunan, lenfosit üreten ve eski kan hücrelerini kandan süzen bir organ olan) dalak, (göğüs kafesi altında bulunan küçük bir organ olan) timüs ile (boğazda yerleşik bir organ olan) bademcikler de lenf sisteminin parçasıdır.

Çeşitli lenfoma türleri bulunmaktadır. En yaygın görülen lenfoma türü Hodgkin hastalığı ile Non-Hodgkin hastalığıdır.

Bu lenfoma türlerinin başlangıcı genellikle lenf düğümlerinde ve dalakta olmaktadır.
Mikozis Fungoides ve Sezary Sendromu genellikle, yıllar içerisinde yavaş gelişim göstermektedir. Hastalığın başlangıç evrelerinde deride batma ve kuruluk hissedilecek ve deri yüzeyinde koyu renkli bölgeler oluşacaktır. Hastalık daha da ilerledikçe, Mikozis Fungoides adı verilen bir durum olan deri üzerinde tümör oluşumu meydana gelecektir. Hastalıktan etkilenen deri bölgesi artıkça deri efekte olacaktır. Hastalık lenf bezleri ile dalak, akciğer ya da karaciğer gibi vücudun diğer organlarına da yayılabilir. Kanda yüksek miktarda tümörlü hücre tespit edildiğinde ise bu duruma Sezary Sendromu adı verilmektedir.

Kütanöz lenfoma semptomları bulunmakta ise doktor derinin üzerinde oluşan lenfomadan bir parça alarak bunu mikroskop altında inceleyecektir. Deride başlayan diğer kanser türleri bulunmaktadır. En yaygın olan türleri ise bazal hücreli kanser ile skuamöz hücreli kanserdir.

 

Reis888788988

MFC Üyesi
Konum
ßayrampaşa
  • Üyelik Tarihi
    20 Tem 2008
  • Mesajlar
    90
  • MFC Puanı
    -4
Miyeloproliferatif Hastalıklar

Miyelodisplastik/miyeloproliferatif hastalıklar, bir zamanlar miyelodisplastik sendromlar şemsiyesinin altına dahil olan bir grup bozukluktur. O zamandan bu yana ayrı bir sınıflandırmaya tabi tutulmaktadırlar, çünkü bu hastalıklarda, kemik iliği çok az değil de, çok fazla sayıda kan hücresi üretmektedir. Belirtileri ve semptomları miyelodisplastik sendromlarınkiler ile benzer olsa da, miyelodisplastik/miyeloproliferatif hastalıkların bulunduğu kişilerin ayrıca dalağı büyümüş ve lenf düğümleri şişmiş olabilir.

Petekiyalar pıhtılaşmaya yardımcı olan kan hücrelerinin (pıhtı hücreleri) sayısının az olması nedeniyle, derideki küçük kan damarlarının (kılcal damarlar) derinin içinde kanamasından (hemoraj) ileri gelir. Petekiyalar renkleri kırmızıdan mavimsi mora kadar değişebilen minik noktalar olarak ortaya çıkar.

Belirtiler ve Semptomlar
Miyelodisplastik sendromun bulunduğu kişiler, hastalığın erken aşamalarında nadiren sorun yaşarlar. Ancak kemik iliği sınırlı sayıda sağlıklı kan hücresi üretmeye devam ettikçe, aşağıdakileri de içeren belirtiler ve semptomlar baş göstermeye başlar:
Yorgunluk
Nefes darlığı
Kansızlık nedeniyle olağan dışı solgunluk (benzi uçukluk)
Kolay veya olağandışı çürüme ya da kanama
Derinin hemen altında, kanamanın neden olduğu, toplu iğne başı boyutunda kırmızı lekeler (petekiyalar)
İstem dışı kilo kaybı
Sık sık enfeksiyonlara yakalanma
Nedenleri
Kan hücreleri, belirli kemiklerin içinde bulunan süngersi doku olan kemik iliğinde üretilir. Çocuklukta kemiklerin çoğu kan hücrelerinden oluşur, ancak yaş ilerledikçe temel olarak, omurlar, omuzdaki kürek kemikleri, kaburgalar ve leğen kemiğinde de kan hücreleri oluşur.
Tüm kan hücreleri farklılaşmamış kök hücreleri olarak başlar (pluripotent kök hücreler). Normal şartlarda, bu hücrelerin yaklaşık olarak yüzde 5’i olgunlaşmadan kalır ve vücudunuz bunlara ihtiyaç duyuncaya dek yedekte tutulur. Gerisi bir dizi olgunlaşma aşamasından geçer, bu dönem boyunca blast hücreleri olarak adlandırırlar, nihayet özelleşmiş üç kan hücresi türünden birine dönüşürler:
Alyuvar hücreleri (eritrositler). Bunlar vücudunuzda en bol bulunan kan hücreleridir; her bir beyaz hücreye karşılık, yaklaşık 600 kırmızı kan hücreniz vardır. Alyuvar hücreleri, kana karakteristik rengini veren ve akciğerlerden geri kalan dokulara oksijen taşıyan bir protein olan hemoglobini içerirler. Sağlıklı alyuvar hücrelerinin eksik olması (anemi) miyelodisplastik sendromlarla bağlantılı, yorgunluk, halsizlik, olağandışı soluk renkte cilt ve nihai olarak nefes darlığı gibi sorunların çoğunun nedenidir.
Akyuvar hücreleri (lökositler). Akyuvar hücreleri, bağışıklık sisteminin bir parçası olarak, enfeksiyonlarla savaşılmasına ve vücudun çeşitli istilacı patojenlere karşı korunmasına yardımcı olurlar. Akyuvar hücreleri sistemi karmaşıktır ve beş ana türden hücre içerir: monositler, lenfositler, nötrofiller, bazofiller ve özinofiller. Toplu olarak granülositler adı ile bilinen son üçü, bakterilerin ortadan kaldırılmasında büyük önem taşır. Bu hücrelerin eksikliği, miyelodisplastik sendromunun çoğu zaman ilk belirtilerinden biri olan sık enfeksiyona yakalanmaya neden olabilir.
Pıhtı hücreleri. Bu hücreler, vücut hücreleri olarak sınıflandırılsalar da, aslında bir tür kemik iliği hücresinin parçalarıdır (megakaryosit). Pıhtı hücreleri, kanamanın kontrol edilmesi ve hasarlı kan hücrelerinin onarılmasının harekete geçirilmesi için, pıhtı oluşumuna yardımcı olan kimyasal maddeler içerir. Bu hücrelerin sayısının çok az olması (trombositopeni) olağandışı kanamaya veya çürümeye yol açabilir.
Alyuvar hücreleri olgunlaştığı zaman, akyuvar hücreleri ve pıhtı hücreleri kan dolaşımına salınarak, burada beklenen yaşam sürelerini tüketirler; bu süre alyuvar hücrelerinde ortalama 20 gündür, bazı akyuvar hücreleri ve pıhtı hücreleri için ise birkaç saat ila birkaç gün gibi kısa bir zaman dilimidir. Her gün, kemik iliğiniz milyonlarca hücre üretir ve milyonlarca daha fazlası da ölür. Bunun sonucunda, vücudunuzun, yeni ve eski hücreler arasındaki hassas dengeyi oturtması gerekir, bu süreç, kısmen, kemik iliği içindeki, büyüme faktörleri adı verilen, hormon benzeri maddelerce kontrol edilir.
Ancak miyelodisplastik sendromlarda, hücrelerin düzenli ve denetimli bir şekilde üretimi, en temel düzeyde, kök hücrelerin üretilmesinde başarısız olur. Olgun olmayan hücreler çoğu zaman kusurludur ve normal gelişim göstermek yerine, kemik iliğinde veya kan dolaşımına girdikten hemen sonra ölürler. Bu durum sadece sağlıklı hücrelerin sayısının az olmasına neden olmakla kalmaz, aynı zamanda genel olarak hücre üretimi için de daha az yer bırakır. Bu döngü süregeldiğinden ötürü, sorun genellikle zaman içinde daha kötü bir hal alır.
Miyelodisplastik sendromlar kanser midir?
Birçok uzman miyelodisplastik sendromları, bir tür kan ve kemik iliği kanseri olarak düşünmektedir, çünkü başka kanserlerde olduğu gibi, tüm anormal hücreler tek bir kusurlu hücreden kaynaklanıyor görünmektedir ve hepsi birbirinin aynı görünüme sahiptir. Son olarak da, miyelodisplasytik sendromu olan yaklaşık üç kişiden birinde, olgun olmayan kan hücrelerini etkileyen, hızlı seyreden bir kanser olan akut miyelojenöz lösemi gelişir. Yine de, miyelodisplastik sendromların aslen kanser olup olmadığı, tartışma konusu olmaya devam etmektedir.
Miyelodisplastik sendromun alt türleri
Miyelodisplastik sendromların sınıflandırılması, birçok karmaşık hastalık gibi zor olmuştur. Bununla birlikte, bozuklukların alt sınıflara ayrılması, doktorların ve araştırmacıların, büyük insan gruplarındaki farklı bozuklukların seyrini izlerken, hastalıkla ilgili daha fazla bilgi edinmelerine yardımcı olur.
Uluslararası bir hekimler grubu tarafından geliştirilen ilk miyelodisplastik sendromlar sınıflandırma sistemi, 1990ların sonunda Dünya Sağlık Örgütü (WHO) tarafından yeniden elden geçirildi. Bu sistem, alandaki bazı uzmanlar tarafından hala tartışılmaya devam etse de, klinik uygulamalarda gitgide yaygın hale gelmektedir.

WHO kemik iliğindeki değişikliklere ve dolaşımdaki kan hücresi sayılarına dayalı olarak, miyelodisplastik sendromlarının sekiz alt türünü tanımaktadır.
Refrakter anemi. Bu miyelodisplastik sendromunun bulunduğu kişilerde, alyuvar hücrelerinin sayısının az olması nedeni ile anemi (kansızlık) vardır, ancak akyuvar ve pıhtı hücreleri normaldir.
Halkalı sideroblastlı refrakter anemi. Bu refrakter anemiden, mevcut alyuvar hücrelerinin aşırı miktarlarda demir (halkalı sideroblastlar) içermesi bakımından ayrılır.
Çok kökenli displazili refrakter sitopeni. Bu miyelodisplastik sendromda, iki veya üç türdeki kan hücresi anormaldir, kan dolaşımındaki hücrelerin yüzde 1'inden daha azı olgun olmayan hücrelerdir (blastlar).
Çok kökenli displazili ve halkalı sideroblastlı refrakter sitopeni. Bu sendrom, alyuvar hücrelerinin daha büyük bir yüzdesinin demir fazlası içermesi açısından, refrakter sitopeniden farklılaşır.
Aşırı blastlı refrakter anemi — tip 1 ve 2. Bu sendromların her ikisinde de, alyuvar, akyuvar ve pıhtı hücreleri olmak üzere, üç hücre tipinden herhangi birinin sayısı düşük olabilir ve mikroskop altında anormal görünebilirler. Tip 2 refrakter anemi hastalığı olan kişilerin üçte birine kadar olan kesiminde nihai olarak lösemi baş gösterir.
Sınıflandırılmamış miyelodisplastik sendrom. Yaygın olmayan bu sendromda, olgun kan hücrelerinin üç türünden birinin sayısı azalır veya akyuvar hücreleri ya da pıhtı hücreleri mikroskop altında anormal görünürler.
Yalıtılmış del (5q) kromozom faaliyeti ile bağlantılı miyelodisplastik sendrom. Bu sendromun bulunduğu kişilerde alyuvar hücresi sayıları azdır, ancak pıhtı hücresi sayıları normaldir veya artmıştır. Bu sendromla birlikte görülen genetik bir kusur olsa da, prognoz genellikle diğer alt türlerdekine göre çok daha iyidir.
Anormal kemik iliği ve kan hücrelerinin nedeni nedir?
Çoğu miyelodisplastik sendrom belirgin hiçbir neden olmadan ortaya çıkar. Nedeni belirlenebilir olan sendromlara ikincil miyelodisplastik sendromlar adı verilir ve tedavi edilmeleri nedeni bilinen miyelodisplastik sendromlara (birincil veya de novo miyelodisplastik sendromlar) genellikle daha zordur.
Farklı miyelodisplastik sendromu alt türlerinin nedenlerinin farklı olması olasıdır, ancak araştırmacılar henüz bu neden sonuç bağlantılarını bulmamışlardır. Aşağıdaki faktörlerin genel olarak miyelodisplastik sendromlara neden olabileceğini bilmektedirler.
Kanser tedavisi geçirmiş olma. Miyelodisplastik sendromların muhtemelen en açık seçik bilinen nedeni, mekloretamin, prokarbazin ve klorambusili de içeren belirli kemoterapi ilaçları ile yapılan tedavidir. Bu ilaçlar, kemik iliği için zehirleyici özellik taşır ve radyasyonla birlikte kullanılması halinde bu özelliği daha da artabilir. Çoğu miyelodisplastik sendrom Hodgkin dışı lenfoma, Hodgkin hastalığı ve akut lenfotik lösemi tedavisinden sonra meydana gelir; ancak meme, akciğer, testis ve sindirim yolu kanserini içeren başka kanser türlerinin yanı sıra, bazı öz bağışıklık hastalıklarına yönelik kemoterapi uygulanmasından sonra da gelişebilir. Buna ek olarak, miyelodisplastik sendromlar organ naklinden önce yüksek dozda kemoterapi ilaçlarının verilmesi nedeniyle, kök hücre nakillerinin yapıldığı kişileri de etkileyebilir.
Çevre toksinleri. Büyük miktarlarda iyonlaştırıcı radyasyona ve benzen ile başka bazı kimyasallara maruz kalmak, miyelodisplastik sendromlara sebebiyet verebilir. Yaygın olarak kullanılan bir sanayi kimyasalı olan benzen, gazolinde, mobilya cilasında, deterjanlarda, sigara dumanında ve zaman zaman kirli kuyu suyunda bulunur. Bazı araştırmalara göre aynı zamanda miyelodisplastik sendromlar ile ağır metallere, böcek ilaçlarına, tarım ilaçlarına ve kimyasal gübrelere uzun süre maruz kalma arasında da bir bağlantı vardır.
Risk Faktörleri
Belirli kemoterapi ilaçları ile tedavinin ve yüksek dozda radyasyona ve bazı kimyasallara maruz kalmanın yanı sıra, şu faktörler miyelodisplastik sendromlarla ilgili riski artırabilir:
Yaş. Çoğu miyelodisplastik sendrom 60 yaşından sonra, çoğunlukla hayatın yedinci veya sekizinci on yılında gelişir. Bu sendromlar, çocuklarda ve genç yetişkinlerde ender olarak görülse de, gitgide daha fazla genç insanın kemoterapi rejimleriyle tedaviden sağ çıkması sonucunda, çocuklardaki vakalar da artış göstermektedir. Aynı nedenden ötürü, miyelodisplastik sendromlar daha ileri yaştaki yetişkinler arasında da artış göstermektedir.
Cinsiyet. Erkeklerde miyelodisplastik sendromlara yakalanma olasılığı kadınlara göre biraz daha yüksektir.
Sigara içme. Sigaranın içindeki benzen ve kansere neden olan diğer maddeler kan dolaşımınızda emildiğinden ötürü, kemik iliğini ve kan hücrelerini etkileyebilir. Araştırmacılar pasif sigara içmenin benzer bir etkisi olup olmadığını henüz bilmemektedir.
Doğuştan gelen bazı hastalıklar. Ender görülen genetik bir hastalık olan Fanconi anemisinin bulunması, miyelodisplastik sendroma yakalanma olasılığını artırmaktadır. Down sendromu da dahil olmak üzere başka doğum kusurları ile dünyaya gelen çocuklar da kemik iliği bozukluklarına karşı daha savunmasız olabilirler.


Myelodisplastik Sendromlar

. Myelodisplastik sendromlar kemik iliğinin yeterli sağlıklı kan hücreleri yapamaması ile oluşan bir hastalıklar grubudur.
. Myelodisplatik sendromların bir çok tipi vardır.
. Yaş ve geçmiş devrede yapılan kemoterapi veya radoterapi myelodisplastik sendrom gelişme riski oluşturur.
. Myelodisplastik sendromun muhtemel bulguları halsizlik hissi ve kısa kısa solunumu içerir.
. Kan ve kemik iliği inceleme testleri myelodisplastik sendrom teşhisinde ve tayininde kullanılır.
. Myelodisplastik sendrom kemik iliği ve kan hücrelerinde değişikliklere bağlı olarak teşhis edilir.
.Temel faktörler prognozu (Düzelme şansını) ve tedavi seçeneklerini etkiler.

Myelodisplastik sendromlar kemik iliğinin yeterli sağlıklı kan hücreleri yapamaması ile oluşan bir hastalıklar grubudur.
Myelodisplastik sendromlar kan ve kemik iliğinin hastalıklarıdır. Normal olarak, kemik iliği kök hücreleri (ümmatüre hücreler) oluşturur, bunlarda olgun kan hücrelerine dönüşür. Burada 3 tip olgun (matür) kan hücresi vardır. .Kırmızı kan hücreleri oksijen ve diğer materyalleri vücudun tüm dokularına taşır.
. Beyaz kan hücreleri enfeksiyon ve hastalıklarla savaşır.
. Trombositler kan pıhtılaşmasını sağlayarak kanamayı önlemeye yardımcıdır.
Myelodisplastik sendromda kök hücreler olgun sağlıklı kırmızı kan hücrelerine, beyaz kan hücrelerine veya trombositlere dönüşemez. Blastdiye adlandırılan olgunlaşmamış kan hücreleri normal fonksiyon görmez ve ya kemik iliğinde veya kana geçtikten hemen sonra ölür. Bu kemik iliğinde gelişen sağlıklı beyaz kan hücreleri, kırmızı kan hücreleri ve trombositleri yerini alır. Burada kan hücreleri azaldığında infeksiyon, kansızlık ve kolay kanamalar oluşabilir.

Myelodisplastik sendromların birçok çeşidi vardır.
Myelodisplastik sendromlarda kan veya kemik iliğinde sağlıklı kan hücrelerinin bir veya daha fazlası vardır. Myelodisplastik sendromlar aşağıdaki hastalıkları içerir.
. Dirençli kansızlık (Refractory anemia).
. Yüzük şeklindeki sideroblast ile birlikte dirençli kansızlık ( Refractory anemia with ringed sideroblasts).
. Ağrılı blastlarla dirençli kansızlık (refractory anemia with excess blasts)
. Transformasyonda ağrılı blastlarla dirençli kansızlık (refractory anemia with excess blasts in transformation)
. Refractory cytopenia with multilineage dysplasia.
. Myelodisplastik sendromlar tek başına 5q kromozom anormalliği ile birliktedir.
. Sınıflandırılamayan myelodisplastik sendromlar.


Risk faktörleri aşağıdakileri içerir:
. 60 yaşından fazla olmak
. Geçmişte kemoterapi veya radyoterapi almış olmak
. Tütün içimi,böcek zehiri ve benzen gibi çözücüleri içeren bazı kimyasal maddelere maruz kalma

Myelodisplastik sendromun muhtemel bulguları halsizlik hissi ve kısa kısa solunumu içerir.

Myelodisplastik sendromlar sıklıkla erken semptom vermezler ve rutin kan testinde bazen bulunur. Diğer şartlar aynı semptomlara sebep olabilir. Aşağıdaki semptomlardan herhangi birisi var ise doktora konuşulmalıdır.
. Nefes yetmemesi
. Halsizlik veya yorgunluk hissi
. Alışılandan daha soluk cilde sahip olunması
. Kolayca ezilme ve kanama
. Peteği ( deri altında düz noktacıklar tarzında kanamanın sebep olduğu oluşumlar)
. Ateş veya sık enfeksiyon.
 

Reis888788988

MFC Üyesi
Konum
ßayrampaşa
  • Üyelik Tarihi
    20 Tem 2008
  • Mesajlar
    90
  • MFC Puanı
    -4
Orofarinks kanseri (Yutak Kanseri)

Orofarinks kanseri, orofarinks dokularında kanser hücrelerinin var olduğu bir hastalıktır. Orofarinks, farinks (yutak) denen boğazın orta kısmıdır. Farinks 5 inç ( 12.5 cm ) uzunluğunda, genizden başlayıp mideye giden bir boru olan özefagusun (yemek borusu) üst parçası olarak boynun alt kısmına kadar uzanır. Hava ve gıda, trakea (hava borusu) veya özefagusa giden yol üzerindeki farinksten geçer. Orofarinks dil kökü, tonsiller, yumuşak damak (ağızın arkası) ve farinks duvarlarını içerir.

Orofarinks kanseri en sıklıkla orofarinksi döşeyen hücrelerden başlar.

Bir kişide geçmeyen boğaz problemi, yutma güçlüğü, kilo kaybı, genizde veya farinkste bir kitle, seste bir değişiklik veya kulak ağrısı varsa, bir doktora görünülmelidir.
Bulgular varsa, bir doktor ışık ve ayna ile boğazı muayene edecektir. Ayrıca doktor boğazı kitleler için inceleyecektir. Anormal doku bulunursa, doktorun küçük bir parça kesmesi ve kanser hücrelerinin var olup olmadığına mikroskopla bakılması gerekecektir. İyileşme şansı (prognoz) kanserin boğazın neresinde olduğuna, kanserin boğazın tam içinde olup olmadığına veya diğer dokulara sıçramasına (evresine) ve hastanın genel sağlık durumuna bağlıdır. Tedavi sonrası, baş veya boyunda ikinci bir primer kanser olma şansı yüzünden, düzenli olarak bir doktora görünülmelidir. Tedavi sonrası sigara veya alkol içme ikinci bir primer kanser gelişme şansını arttırır.


Ösafagus Kanseri (Yemek Borusu Kanseri)

ÖSAFAGUS CA HAKKINDA GENEL BİLGİ

- Ösafagus ca kanserli hücrelerin ösafagus dokusundan köken aldığı bir kanser türüdür
- Sigara,alkol kullanımı,barret ösafagus kanser riskini arttırır
- Ösafagus kanserinin en yaygın semptomları yutma güçlüğü ve kilo kaybıdır
- Ösafagus ca tanısında bazı testler kullanılmaktadır
- Prognoz ve tedavi seçeneklerinin seçimine birçok faktör etki etmektedir

ÖSAFAGUS CA KANSERLİ HÜCRELERİN ÖSAFAGUS DOKUSUNDAN KÖKEN ALDIĞI BİR TÜR KANSERDİR

Ösafagus katı ve sıvı gıdaların boğazdan mideye geçişini sağlayan müsküler bir tüptür.Ösafagus duvarı müköz membran,kas ve bağ doku olmak üzere birçok doku katından oluşmuştur.Ösafagus kanseri iç duvardan başlayıp tümoral doku büyüdükça dış tabakalara doğru yayılım gösterir.

En sık rastlanan ösafagus kanseri türleri malign hücrelerin kökenine göre isimlendirilmiştir;

-Yassı hücreli karsinom:kanser ösafagus yüzünü döşeyen ince,düz hücrelerden köken almıştır.Bu tip kanser genellikle üst orta ösafagus bölümünde görülmesiyle beraber ösafagusun herhangi bir bölgesinde de oluşabilir.Epidermoid karsinoma şeklinde de adlandırılmaktadır.

-Adenokarsinoma:Kanser sekretuar (glandüler) hücrelerden köken alır.Glandüler hücreler ösafagusa yerleşmiş mukus gibi salgılar üreten hücrelerdir.Adenokarsinom genellikle ösafagusun mideye yakın alt segmentinde ortaya çıkar.

Risk Faktörleri

-sigara alışkanlığı
-aşırı alkol tüketimi
-Barret ösafagus
-ileri yaş
-erkek cinsiyet
-zenci ırk

Sık Görülen Semptomlar

-güç veya ağrılı yutma
-kilo kaybı
-sternum arkasında ağrı
-horlama veya öksürük
-hazımsızlık

Ösafagus Ca Tanısında Kullanılan Tetkikler

-direkt göğüs grafisi
-baryumlu ösafagus grafisi:mide ve ösafagusun seri halinde çekilmiş direkt grafileridir.Hastaya baryum içeren bir tür sıvı içirilir sıvı ösafagusu kaplar ve bu esnada ösafagus görüntülenir.
-Ösafagoskopi:ince ışıklı bir tüple ösafagusun iç yüzüne bakılarak hastalıklı bölgelerin araştırılması işlemidir.
-Biyopsi:Hastalıklı bölgeden örnek hücre yada dokuların alınarak mikroskop altında incelenmesi işlemidir.Bu işlemde kanser görülmese bile kansere ilerleme olasıkları olan lezyonların saptanması açısından önemlidir.

TEDAVİ

Ösafagus Kanserinde Beş Tip Standart Tedavi Protokolü Mevcuttur;

Cerrahi:Cerrahi ösafagus ca da en sık tercih edilen tedavi yöntemidir.Ösafajetomi adı verilen cerrahi prosedürle ösafagusun bir kısmı çıkarılabiliroktor geriye kalan hastalıksız ösafagus parçası ile mideyi birbirine bağlayabilir ki yutma işlevi devam edebilsin.Bağlantı yapmak amacıyla barsak dokusu veya plastik tüpler de kullanılabilir.Ösafagus etrafındaki lenf nodları da çıkarılıp kanser içeriği açısından örneklenebilir.Eğer ösafagus lümeni tümör tarafından kısmen kapatılmışsa ösafagusu açık tutmaya yönelik stent uygulaması yapılabilir.

Radyoterapi:Radyoterapi ösafagus ca da iki şekilde uygulanabilir;radyoterapi cihazı ile dışardan uygulama yapılabileceği gibi vücuda yerleştirilen tüpler aracılığıyla internal olarak da uygulanabilir.

Kemoterapi:Kemoterapi kanser hücrelerini öldürmeye yada çoğalmalarını engellemeye yönelik uygulanan ilaç tedavisidir.
Lazer tedavisiazer tedavisi lazer ışınları kullanarak kanser hücrelerini öldürme işlemine verilen addır.
Elektrokoagülasyon:Elektrokoagülasyon tedavisi elektrik akımı kullanılarak kanser hücrelerini öldürme işlemine verilen addır.

 

Reis888788988

MFC Üyesi
Konum
ßayrampaşa
  • Üyelik Tarihi
    20 Tem 2008
  • Mesajlar
    90
  • MFC Puanı
    -4
Paratiroid Kanseri

Paratiroid kanseri malign hücrelerin paratiroid dokusunda bulunduğu nadir görülen bir kanserdir.Paratiroid bezi boynun tabanında tiroid bezinin hemen yanında yerleşmiştir.Paratiroid bezi kalsiyum kullanımı ve depolanmasını sağlayan parathormon isimli hormonu salgılar.

Paratiroidle ilgili sorunlar sık görülmekte olup genellikle kanserle ilgisi yoktur.Eğer paratiroid kanseri mevcutsa paratiroi bezinden fazla miktarda parathormon salgılanıyor olabilir.Bu durum kan kalsiyum seviyesinin yüksek düzeyde olmasına neden olabilir.ekstra PTH kalsiyumun kemiklerden fazla çözülmesini sağlayarak kemik ağrılarına, böbrek bozukluklarına ve diğer başka bozukluklara sebebiyet varebilir.Paratiroid bezinin çok miktarda PTH üretmesine neden olan başka durumlar da vardır.Eğer ailenin diğer bireylerinde de hiperparatiroidizm mevcutsa paratiroid kanseri ihtimali oldukça artmıştır.

Eğer kemik ağrısı ,boyunda şişlik ,kas güçsüzlüğü,konuşmada zorluk,kusma gibi semptomlar mevcutsa mutlaka doktora başvurulmlıdır.

Prognoz kanserin paratiroidde sınırlı olup olmaması,vücudun diğer bölgelerine yayılmış olup olmaması ve hastanın genel durumuyla yakından ilişkilidir.


Rektal Kanser (Kalın Bağırsak Kanseri)

Kalınbarsak kanseri, erkeklerde prostat ve akciğerden, kadınlarda da meme ve akciğerden sonra üçüncü sıklıkta görülen kanserleri oluşturmaktadır. Bütün kanselerin yaklaşık olarak % 15’ ini oluşturmaktadır. ABD’ nde, kanser ölümlerinin ikinci en sık nedenidir. 1973 ve 1995 yılları arasında, kalınbarsak kanserine bağlı ölüm oranı % 20 azalırken görülme sıklığı da yaklaşık olarak % 7 azalmıştır. Bu azalma da meyve ve sebze tüketimindeki artış ile NSAİİ’ ların kullanılmasındaki artışa bağlanmaktadır. 5 yıllık sağkalım oranı, tüm hastalar ele alındığında yaklaşık % 62’ dir. Kalınbarsak kanseri riski yaşla birlikte artmaktadır. Hastaların % 90’ ı 50 yaş ve üzerindekileri kapsamaktadır. Hastalık 70 yaşında zirve yapmaktadır. İleri evre kanserli hastalarda, adjuvant kemoterapi ve cerrahi tedavi tekniklerindeki gelişmelerle ölüm ve nüks riski azaltılmıştır.
Kanserin tedavisinde büyük ilerlemeler sağlanmakla birlikte, kanserle mücadelenin en önemli unsuru korunmadır. Kanserden birincil korunmada, kanserin altında yatan genetik, biyolojik ve çevresel faktörlerin saptanması gereklidir. Kansere dönüşme riski olan anormal oluşumların (adenom) çıkarılması, birincil korunma olarak etkili olabilir.
Yapılan çalışmalarda, kalınbarsak kanserinin gelişiminde, genetik yatkınlık ile çevresel faktörlerin etkileşiminin rol oynadığı düşünülmektedir. En önemli risk faktörü aile hikayesidir. Alınan besinlerin, kalınbarsak kanserinin gelişiminde önemli bir rol oynadığı düşünülmektedir. Adenom denen oluşumlar, kalınbarsak kanserlerinin gelişiminde önemli bir yer tutar. Bunların görülme sıklığının azaltılması ile kalınbarsak kanserinde azalma sağlanabilir. Sigmoidoskopi ile adenom saptanırsa, daha ileridekileri görebilmek için kolonoskopi yapmak gereklidir. Küçük adenomlardan kanser gelişmesi yıllarca sürmektedir.

Diyetle yağ ve et alımı : Yapılan çalışmalarda, diyetle yüksek miktarda yağ alan kişilerde kalınbarsak kanseri gelişme riskinin daha yüksek olduğu gösterilmiştir. Diyetle yağ alımı düşük olanlarda ise, kanser gelişme riski azalmaktadır. Alınan toplam kalorinin % 40-45’ ini yağlardan karşılayan topluluklarda kanser riski yüksek iken, sadece % 10’ unu yağlardan karşılayan topluluklar kalınbarsak kanseri için düşük risk grubunu oluşturmaktadır. Japonya’ da yapılan bir araştırmada, et tüketimi fazla olanlarda kalınbarsak kanseri sık saptanırken, vejetaryanlarda daha az sıklıkta saptanmıştır. Yapılan araştırmalarda, kalınbarsak adenomlarının gelişmesinde, diyetin çok önemli bir yer tutttuğu gösterilmiştir. Bu çalışmalardan bazılarında, diyetteki yağ miktarının adenom geliştirme riskini arttırdığı gösterilmiştir. Ayrıca, diyetle yüksek miktarda yağ alınmasının poliplerin çıkarılmasını takiben adenomun tekrar oluşma riskini arttırdığı gösterilmiştir.
Safra asidi : Safra asitlerinin, kalınbarsak kanserinin gelişimindeki rolü araştırılmıştır. Diyetle alınan yağ, barsaklara geldiğinde safra asitlerinin salınımını uyarır. Kalınbarsaktaki safra asidi miktarını, temel olarak diyetteki yağ oranı belirlemektedir. Bununla birlikte, safra asitlerinin kalınbarsak kanserinde oynadıkları rol tam olarak bilinmemektedir. Fakat, diaçilgliserol isimli madde üzerinden etkili olduğu düşünülmektedir. Diyetle alınan fosfolipidlerin, barsaklarda bulunan bakteriler tarafından diaçilgliserole çevrilme işlemi; yüksek yağ diyetiyle artmaktadır. Diaçilgliserolün, hücrelerde hücreiçi sinyal iletimini düzenleyen protein kinaz C isimli molekülü uyararak etkili olduğu düşünülmektedir.
Diyetle alınan sebzeler ve lifli gıdalar : Yapılan çeşitli çalışmalarda, diyetle alınan lifli gıdaların, kalınbarsak kanserine karşı koruyucu olduğu gösterilmiştir. Lifli gıdaların, kalınbarsak kanserine karşı koruyucu olmasının çeşitli mekanizmaları vardır. Bu mekanizmaları şöyle sıralayabiliriz: safra asitlerini bağlayarak zararlı etkilerinin azaltılması, dışkının barsakta kalış süresinin kısalmasıdır. Lifli gıdalar, bakteri miktarını arttırarak bütirat gibi kısa zincirli yağ asitlerinin yapılmasını arttırırlar. Bütiratın kansere karşı koruyucu etkisi olduğu gösterilmiştir. Yapılan çalışmalarda, lifli gıdadan zengin diyetle beslenmenin kalınbarsak kanseriyle ters ilişkili olduğu gösterilmiştir. Bu besin maddeleri, fenolik bileşikler, sülfür içeren bileşikler ve flavonları içermektedir. Bir başka çalışmada, sebzeden zengin beslenmeyle kalınbarsak kanseri gelişmesi arasında ters ilişki saptanmıştır.
Kalsiyum : Ağızdan alınan kalsiyumun, safra asitlerine ve yağ asitlerine bağlanarak onların barsak hücreleri üzerine olan zararlı etkilerini azalttığı ileri sürülmüştür. Yapılan çalışmalarda, kalsiyum alınması ile kanser arasında ters ilişki olduğu gösterilmiştir. Amerika’ da kalsiyumdan zengin olan süt ve süt ürünlerini bol olarak tüketen iki toplulukta, kalınbarsak kanserinin daha az görüldüğü gösterilmiştir. Bazı hayvan çalışmalarında ve insanlarda yapılan çalışmaların hepsinde olmamakla birlikte bir kısmında, kalsiyum sitrat kullanılmasını takiben kalınbarsak epitel hücre çoğalmasının azaldığı gösterilmiştir. Rastgele, plasebo kontrollü yapılan bir araştırmada, dışarıdan kalsiyum verilmesinin adenomun tedavi sonrasında tekrarlama riski üzerine etkisi araştırılmıştır. Kalsiyum, 1200 mg elemental kalsiyum içeren 3 gram/gün kalsiyum karbonat ile verilmiştir. Bu çalışmada kalsiyum verilmesinin, adenomun tekrarlama riskinde ve oluşan adenomların sayısında azalma olduğu gösterilmiştir. Bu çalışmanın en önemli dezavantajı, sadece adenom saptanmış hastaları kapsaması; kalsiyum alımının ilk adenom gelişmesine etkisini göstermemesi ve adenomdan kanser gelişimini izleyecek kadar uzun süreli olmamasıdır. Çalışmalarda günde ortalama 1250-2000 mg kalsiyum dışarıdan uygulanmıştır.
Non-steroidal antiinflamatuar ilaçlar (NSAİİ) : Yapılan araştırmaların çoğunda, aspirin kullanılmasının kalınbarsak kanserinin görülme riskini azalttığı gösterilmiştir. Amerika’ da yapılan büyük bir araştırmada, aspirin kullanan kişilerde, kalınbarsak kanserine bağlı ölümlerin % 40 daha az görüldüğü saptanmıştır. Başka bir çalışmada da NSAİİ kullanan ve romatoid artritli 11.000 erkek ve kadın hastada, kalınbarsak kanseri görülme sıklığının % 37 daha az olduğu gözlenmiştir. 47.000 erkek üzerinde yapılan başka bir çalışmada, düzenli olarak aspirin kullanan (haftada enaz iki defa) erkeklerde, kalınabarsak kanseri görülme riskinde % 30 azalma saptanmıştır. Aspirin dışında NSAİİ kullanan 65 yaş üstündeki hastalarda, kalınbarsak kanseri görülme riskinin azaldığı gösterilmiştir. Yapılan başka bir çalışmada ise; 40-84 yaş arasındaki 22.000 erkeğe rastgele plasebo veya aspirin (325 mg/gün) verilmiştir. 4,5 yıllık takip süresinde, kalınbarsak kanseri veya adenom gelişme riskinde herhangibir azalma saptanmamıştır. Arkasından yapılan 12 yıllık takip değerlendirilmesinde, aspirin kullanılması ile kalınbarsak kanseri görülme sıklığı arasında herhangibir ilişki saptanmamıştır. Sulindak isimli NSAİİ ile yapılan birçok çalışmada, familyal polipozis hastalarında kullanıldığında adenomların sayısında ve büyüklüğünde azalma olduğu gösterilmiştir. Piroksikam isimli NSAİİ, 20 mg/gün kullanıldığında, adenom hikayesi olanlarda, rektal prostaglandin düzeylerini yaklaşık olarak % 50 azaltmaktadır. NSAİİ’ ların yeni üyesi ve COX-2 isimli enzimi inhibe eden Celecoxib (Celebrex), bu alanda çalışmaları yoğun olarak yapılan bir diğer ilaçtır. Genel olarak NSAİİ’ ların, kalınbarsak kanseri ve adenom riskini azaltmak için kullanılması henüz önerilmemektedir. Bu konuda daha kapsamlı araştırmalar gereklidir. Çünkü, NSAİİ kullanılmasının ülser, şoka neden olabilecek mide-barsak kanaması yapma riskleri vardır.
Fiziksel aktivite : Hareketsiz bir hayatı olan kişilerde, çalışmaların bazılarında kalınabarsak kanseri riskinde artış olduğu gözlenmiştir. Başka bir çalışmada ise, hareketsiz işlerde çalışanlarda rektum kanseri riskinde artış olduğu saptanmıştır. Öte yandan, doymuş yağ alımı ve kalınbarsak kanseri gelişmesi riski arasındaki ilişki; aktif hayat yaşayanlara göre hareketsiz hayat yaşayanlarda daha belirgin saptanmıştır.
Alkol kullanılması : Yapılan büyük bir araştırmada, alkol kullanılması ile kalınbarsak kanseri gelişmesi riski arasında zayıf bir ilişki saptanmıştır. Başka bir derlemede de, özellikle bira içen erkeklerde rektal kanser riskinde istatistik olarak anlamlı artış olduğu gösterilmiştir. Açıklama olarak, alkolün kalınbarsak mukozası hücrelerinin çoğalmasını uyardığı ve barsaklarda karsinojenezisin başlamasını uyardığı öne sürülmektedir. Sonradan yayınlanan araştırmalarda, alkol kullanılması ile kalınbarsak kanseri gelişmesi arasında ilişki olduğu desteklenmiştir. Çok sayıdaki çalışmalarda, alkol alınması ve kalınbarsak adenomu gelişmesi arasında ilişki olduğu gösterilmiştir. Çalışmalar, alkol alınmasının adenom-kanser ilişkisi üzerinde etkili olabileceğini düşündürmektedir.
Vitaminler : Yaklaşık olarak 35.000 kadında yapılan bir çalışmada, vitamin E alınması ve kalınbarsak kanseri gelişmesi arasında ters ilişki saptanmıştır. Başka bir çalışmada da, vitamin D alınması ile kolorektal kanser gelişmesi arasında ters ilişki saptanmıştır. Günde 400 mcg’ dan fazla folik asit alınması ile 200 mcg/gün veya daha az alanlar karşılaştırıldığında, yüksek vitamin alanlarda, kalınbarsak kanserinin riskinde azalma olduğu gözlenmiştir.
Sigara içilmes i: Çalışmaların çoğunda, sigara içenlerde adenom gelişme riskinde artış olduğu gösterilmiştir. Ayrıca, adenom nedeniyle polipektomi geçirenlerden sigara içen erkek ve kadınlarda adenomların tekrarlama riskinin yüksek olduğu saptanmıştır. Kanser gelişiminin olması için en az 35 yıl sigara içilmesinin gerektiği öne sürülmektedir. Ayrıca, ince ve kalınbarsak adenomu olanlarda, kanser gelişiminin uyarılmasının en az 35 yıl sigara içilmesiyle ilişkili olduğu saptanmıştır. Ayrıca, halen sigara içiyor olma veya son on yıl içinde sigara içiyor olma ile, kalınbarsak kanseri gelişmesi arasında ilişki olduğunu destekleyen veriler vardır. Günde bir paketten daha fazla sigara içenlerde, hiç içmeyenlere göre kalınbarsak kanseri riskinin % 50 daha fazla olduğu gösterilmiştir. 28 yıllık takibin yapıldığı bir çalışmada, çalışmanın başlangıcında sigara içip içmemenin riski arttırmadığı saptanmıştır. Fakat, sürekli sigara içenler ayrı bir grup olarak ele alındığında, diğerlerine göre kalınabarsak kanseri gelişme riskinin % 57-71 daha fazla olduğu saptanmıştır. Bu yüzyılın ortalarına kadar kalınabarsak kanserinden ölüm oranlarının erkeklerde kadınlara göre daha yüksek olmasının nedeni olarak, erkeklerin daha fazla sigara içmesine bağlanmaktadır. Kalınbarsak kanserinin yaklaşık olarak % 20’ sinin sigara içilmesi nedeniyle geliştiği düşünülmektedir.
Polip alınması (polipektomi) : Yapılan bir çalışmada, kolonoskopik polipektomi sonrasında kalınbarsak kanseri görülme sıklığının % 75 azaldığı gösterilmiştir. Bu da 50 yaşından sonra veya aile hikayesi olan daha genç hastalarda tarama tetkiklerinin önemini göstermektedir.
 

Reis888788988

MFC Üyesi
Konum
ßayrampaşa
  • Üyelik Tarihi
    20 Tem 2008
  • Mesajlar
    90
  • MFC Puanı
    -4
KALINBARSAK KANSERİ TARAMASI NASIL YAPILIR ?

Kalınbarsak kanserin taranması; daha önceden bu hastalık nedeni ile tedavi olmamış, hastalıkla ilişkili olabilecek yakınmaları olan hastalarda yapılabilmektedir. Böylece erken tanı ve daha başarılı bir tedavi uygulanabilmektedir. Kalınbarsak kanserinin taraması için bir çok yöntem kullanılmaktadır.

Makattan parmakla muayene: Hastanın makadı, hekim tarafından parmakla muayene edilir. Bu işleme tıp dilinde rektal tuşe ismi verilmektedir. Bu yöntem, prostat bezinin muayenesinde de kullanılmaktadır. Dikkatle yapıldığında genellikle ağrı olmaz. Bu yöntemle, makatta kitle olup olmadığı anlaşılabilir.
Dışkıda gizli kan testi: Bu testle, dışkıda gözle görünmeyen miktarlarda kanama olup olmadığı araştırılır. Kalınbarsak adenomu veya kanserinin yüzeyindeki damarlar, çabuk hasar görmeye eğilimlidirler ve bu yolla dışkıya kan karışabilir. Bu kanamanın miktarına göre, dışkının rengi değişebilir. Fakat sıklıkla, dışkıya az miktarda kanama olur ve bu da dışkının rengini değiştirmez. Gizli kan testi ile böyle az miktardaki kanamalar saptanabilir. Dışkıda gizli kan testi pozitif olanlarda, kanser açısından daha detaylı incelemeler başlatılır. Testin pozitif olması, her zaman polip veya kanser olduğunu göstermez. Divertikülit, hemoroid vs. gibi diğer kanama nedenleri de görülebilir. Et ürünlerinden alınan kan ve ağızdan demir preparatlarının kullanıldığı durumlarda, test yanlış pozitif çıkabilir. Kalınbarsak kanseri taramasında, bu testin tek başına kullanılması önerilmemektedir.
Sigmoidoskopi: Sigmoidoskop, parmak kalınlığında, silindir biçiminde, esnek, ışıklı, görüntü ileten bir tüptür. Makattan sokularak kalınbarsakların son 30 cm’ lik kısmı incelenir.Ayrıca, video bağlantısı ile görüntü daha da büyültülebilir. Polipler, yavaş büyürler ve ileride kansere dönüşebilirler. Bu test hasta için çok rahatsız edici olsa da yararlı ve ağrısızdır. Uzunluğu 60 santimetre olması nedeni ile kalın barsağın sadece yarısı izlenebilmektedir.
Kolonoskopi: Kolonoskopi de sigmoidoskopiye benzer yapıdadır, fakat daha uzundur. Tetkik esnasında polip görülürse alınır. Polipler, tanı anında kansere dönüşmemiş olabilir. Fakat, ileride kanserleşme riski taşıması nedeni ile alınırlar. Bu işleme polipektomi denmektedir. Alınan polipler, mikroskopla incelenerek kanserleşme olup olmadığı değerlendirilir. Eğer tetkik esnasında şüpheli bir kitle görülürse, buradan biyopsi alınarak patoloji laboratuarında tetkik edilir. Böylece kitlenin kanser olup olmadığı anlaşılabilir. Kesin tanı için biyopsi gereklidir. Kolonoskopi de hasta için rahatsız edici bir işlemdir, fakat; ağrı genellikle hafiftir veya olmaz. İşlem esnasında, hastayı rahtlatmak ve uyutmak için toplardamar içine ilaç uygulanmaktadır.
Çift kontrastlı baryumlu kalınbarsak grafisi: Bu tetkik esnasında baryum ismi verilen madde kullanılmaktadır. Bu madde, kalın barsağın yüzeyini kaplayarak ince bir tabak oluşturur. Makattan uygulanır. Kalın barsağın yaklaşık olarak yarısına kadar baryum doldurulur ve hasta röntgen makinesinin altında çevrilerek bu baryumun dağılması sağlanır. Hava verilerek kalın barsakların genişlemesi ve daha iyi görüntü alınması sağlanır. Hastalara, bir gece önceden ve sabahtan barsak temizliği yaptırılır.

Amerika Kanser Cemiyeti’ nin, kolorektal kanserlerin taraması için yaptığı öneri:
* 50 yaşın üstündeki bütün sağlıklı erkek ve kadınlar için aşağıdaki üç yöntemden birisinin uygulanması önerilmektedir;
Yılda bir kez dışkıda gizli kan testi ve her 5 yılda bir sigmoidoskopi veya
Her 10 yılda bir kolonoskopi veya
Her 5-10 yılda bir çift kontrastlı baryumlu kalın barsak grafisi çekilmesi
Makattan parmakla muayene; sigmoidoskopi, kolonoskopi veya çift kontrastlı baryumlu grafiyle beraber yapılmalıdır.
** Kalınbarsak kanseri için aşağıda belirtilen risk faktörlerinden birisi bulunan kişilerde, daha sık aralıklarla ve/veya daha erken yaşlarda taramalar yapılmalıdır:
Kalınbarsak kanserinin veya polipin güçlü aile hikayesi olanlar ( 60 yaşından genç birinci derecede akrabalardan birinde veya herhangibir yaşta birinci derecede akrabaların ikisinde bu hastalıkların olması )
Kalıtsal kalınbarsak kanseri sendromları olan aileler (ailesel adenomatöz polipozis ve herediter-kalıtsal non-polipozis kalınbarsak kanseri)
Kişide süregen iltihabi kalınbarsak hastalığının olması
KALINBARSAK KANSERİNİN BULGULARI NELERDİR ?

Aşağıdaki şikayetlerinden herhangibirisi olan hastalar, hekimlerine başvurmalıdır;
Birkaç günden daha uzun süren ishal, kabızlık veya hiç dışkılayamama gibi tuvalet alışkanlıklarında değişiklik olması
Makattan kanama veya dışkıda kan gözükmesi
Kramp tarzında veya sürekli karın ağrısı
İştahsızlık
Zayıflama ve yorgunluk
Sarılık ( ciltte ve gözün beyaz kısmında yeşil-sarı renk değişikliği )
Enfeksiyonlar, hemoroid ve iltihabi barsak hastalığı gibi diğer hastalıklarda da bu tür şikayetler olabilir. Bu şikayetlerin neye bağlı olduğunu ancak doktor anlayabilir. Bu bulgular, belki de hastalığın erken teşhisini ve tedavisini sağlayabilir. Hasta, hekimiyle görüşerek yakınmalarını iletmelidir. Fakat, bazen kalınbarsak kanseri, hiçbir şikayete neden olmaz. Yakınmalar başladığında ise kanser, sıklıkla ileri evrede saptanır.

KALINBARSAK KANSERİNİN TANISI NASIL KONMAKTADIR ?
Hastanın yakınmalarını dinleyen hekim, kalınbarsak veya rektum kanserinden şüphelenirse; hastanın geçmişini sorgular ve muayene eder. Sonrasında tanı için, bazı tetkikler istenir.
Hastanın hikayesi ve fizik muayenesi: Hastanın hikayesi ; hastanın yakınmalarının ve risk faktörlerinin sistemli bir şekilde doktor tarafından sorgulanmasıdır. Fizik muayenede ise; rektal tuşe (makatın, parmakla muayenesi) dahil, karnın detaylı muayenesi (organ büyümesi veya kitle vs.. açısından) ve vücudun diğer önemli kısımlarının muayenesini kapsar.
Kolonoskopi: Daha önceden hakkında bilgi verdiğimiz kolonoskopi, erken tanıda yardımcı olurken, kesin tanıya da yardımcı olur. Kolonoskopik inceleme esnasında görülen kitlelerden veya şüpheli alanlardan alınan biyopsinin, mikroskop altında incelenmesi ile kesin tanı konabilmektedir. Küçük polipler, bu işlem esnasında tamamen alınıp incelenebilmektedir. Eğer kitle büyükse, sadece parça alınarak tanıya gidilebilir. Bu işlem esnasında alınan biyopsiler, yaklaşık olarak 3 mm çapındadır.
Çift kontrastlı baryumlu kalınbarsak grafisi: Bu radyolojik tetkikten daha önce ayrıntılı olarak bahsedilmiştir. Bu film ile, kitle olup olmadığı, nerede yerleştiği ve özellikleri görülebilmektedir. Fakat, kesin tanı için diğer tetkiklere ihtiyaç vardır.
Ultrason: Transdüser isimli özel bir cihaz tarafından üretilen ses dalgalarının, yakında bulunan organlardan yansıması ile elde edilen görüntünün değerlendirilmesine dayalı radyolojik tetkiktir. Ses dalgalarının yansıması, transdüser isimli cihaz tarafından alınır ve bilgisayar tarafından organ veya dokunun görünümü değerlendirilerek monitöre yansıtılır. Normal ve kanserli bölgenin, ses dalgalarını yansıtma özelliği farklıdır. Ultrasondan ayrıca, hastalığın sınırlı veya yayılmış olup olmadığını anlamada yararlanılır. Kalınbarsak ve rektum kanserlerinin tanısında iki türlü ultrason kullanılmaktadır. Endorektal ultrason denen yöntemde, bu işlem için özel bir transdüser doğrudan rektuma sokulur. Bu tetkikle, rektum kanserinin barsak duvarını aşıp aşmadığı, çevre dokulara yayılıp yayılmadığı değerlendirilebilir. İntraoperatif ultrason denen yöntemde, cerrah batını açıp içeri girdiğinde öncelikle karaciğer başta olmak üzere (kalınbarsak kanserli karaciğere çok sık olarak yayılım gösterir) batıniçi organların değerlendirilmesinde kullanılır.
Bilgisayarlı Tomografi (BT): Bu radyolojik tetkikte, x ışınları ile vücut çeşitli açılardan, seri filmlerle değerlendirilir. Alınan bu şekiller, bilgisayarla değerlendirilir ve monitöre aktarılır. Daha net görüntülerin alınabilmesi için, sıklıkla toplaramar içine kontrast madde olarak isimlendirilen solüsyonlar verilir. Kalınbarsak kanserinin en çok yayılım gösterdiği, karaciğer ve akciğer gibi organlar ile karın içine yayılım olup olmadığı BT ile değerlendirilebilir. Portografili spiral BT denen yöntemde; karaciğeri besleyen damarlardan olan portal vene kontrast madde verilerek işlem yapılır. Böylece, sık olarak kalınbarsak kanserinin yayılım gösterdiği karaciğer daha net olarak değerlendirilebilir. Ayrıca, batın içindeki şüpheli kitlelerden BT eşliğinde iğne biyopsisi yapılabilir. BT eşliğinde alınan biyopsi yaklaşık 13 mm uzunluğunda ve 3 mm çapındadır. Alınan bu örnek, mikroskop altında değerlendirilir.
Akciğer grafisi: Bu tetkikle, kalınbarsak kanserinin sık olarak yayıldığı akciğerler değerlendirilir.
Manyetik rezonans görüntüleme (MRG): BT’ ye benzer şekilde, vücudun bir çok açıdan görüntülerini alır. BT’ den farklı olarak radyasyon kullanılmaz. Güçlü manyetik alan kullanılır. Bu tetkikte, manyetik alan olması nedeni ile, vücudunda metal protez olanlar, kalp pili olanlarda tetkik yapılmaz. Bu yöntem, çok çeşitli açılardan görüntü alabilmesi nedeni ile, metastazları saptamada BT ve akciğer grafisinden daha değerlidir.
Pozitron emisyon tomografisi (PET): Bu tetkikte, radyoaktif atom içeren glükoz (şekerin kimyasal biçimi) kullanılır. Bu maddeden, atomdan küçük olan pozitron isimli partiküller açığa çıkar. Özel bir kamera ile vücut görüntülenerek bu pozitronların dağılımı izlenir. Vücuttaki hücreler; bu radyoaktif şekeri değişik miktarlarda alırlar. Bu miktardaki değişiklik, hücrelerin metabolizma hızları ile orantılıdır. Bu nedenle PET; diğerlerinden farklı olarak, içyapıların şekli yanında onların metabolizmalarıyla ilgili bilgi verir. Kanser hücrelerinin metabolizması, normal hücrelerden farklı olduğu için kitlelerin kanser olup olmadığı ve yayılım yapıp yapmadığı değerlendirilebilir. Fakat günümüzde, PET rutin olarak kullanılmamaktadır. PET, kalınbarsak kanserinde araştırma amaçlı kullanılmaktadır.
Anjiografi: Bu tetkikte, damar içine ince bir kanül sokularak incelenecek bölgeye doğru çeşitli manevralarla ilerletilir. İncelenecek bölgeye gelindiğinde, hızlıca kontrast madde verilir ve seri olarak röntgenleri çekilir. İşlem sona erdiğinde, kanül damardan çekilir. Anjiografi, kalınbarsak kanserinin tanısında ve tedavi planlanmasında nadiren kullanılır. Daha çok karaciğer metastazı olan hastalarda, operasyonun daha az kan kaybıyla bitirilmesine yardımcı olabilmesi nedeni ile kullanılmaktadır. Çıkarılamayan karaciğer kitlelerinde de, kanlanmayı sağlayan damarın belirlenmesinde, doğrudan kitleye ilaç uygulamasında yardımcı bir tetkiktir.
Kan biyokimyası ve hemogram:Tam kan sayımı, hastanın kanındaki çeşitli hücrelerin miktarının saptanmasını sağlar. Kan hücrelerinin azalması, kanserden kanamaya bağlı olarak görülebilir. Bu kan kaybı nedeni ile demir eksikliği anemisi gelişebilir (kanamayla birlikte, kan hücrelerinin yanı sıra demir iyonu da kaybolur). Demir eksikliği anemisi, erişkinlerde sıklıkla kanamaya bağlıdır. Kadınlarda, demir eksikliği özellikle ülkemiz başta olmak üzere sık görülmektedir. Kadınlarda demir eksikliğinin daha sık görülmesi, doğumlar ve adet kanamaları ile olan kayıplara bağlıdır. Fakat, doktorların demir eksikliğinin neye bağlı olduğunu iyice değerlendirmeleri gereklidir. Gereğinde, kayıp bölgesi olarak mide-barsak sistemi değerlendirilmelidir. Kemoterapi ile tedavi edilecek olan hastaların, düzenli olarak bu tetkiklerini yaptırmaları gereklidir (ilaçların kemik iliğini etkilemeleri nedeni ile). Kanserin karaciğer ve kemiğe yayılma riskinin olması nedeni ile oluşabilecek biyokimyasal bozuklukların saptanabilmesi için, düzenli olarak kan biyokimya tetkikleri yapılmalıdır.
Karsinoembriyonik antijen testi (CEA): CEA, kalınbarsak ve rektum kanseri hücrelerinin çoğu tarafından üretilerek kan dolaşımına salınır. CEA testi; kalınbarsak kanseri nedeni ile tedavi almış hastaların takibinde, diğer testlerle birlikte kullanılır. CEA düzeyleri, hastalığı tekrarlayanlarda erken dönemde yükselebilir ve bu da erken tanı konmasını sağlayabilir. CEA düzeylerinde yükselme olması; kalınbarsak kanseri dışında başka nedenlerle de olmaktadır. Ülseratif kolit, barsakların kanser olmayan tümörleri, bazı karaciğer hastalıkları ve müzmin akciğer hastalıklarında da CEA yükselebilmektedir. Sigara içilmesi de, CEA düzeyinde yükselmeye neden olmaktadır. CEA’ nın kanser dışı nedenlerle de yükselebilmesi nedeni ile, insanların kanserli olup olmadığının araştırılmasında kullanılması uygun değildir. CEA, kalınbarsak kanseri tanısı konmuş ve tedavi almış veya halen tedavi alan hastaların izlenmesinde çok yararlıdır.
 

Reis888788988

MFC Üyesi
Konum
ßayrampaşa
  • Üyelik Tarihi
    20 Tem 2008
  • Mesajlar
    90
  • MFC Puanı
    -4
Renal Hücreli Kanser (Böbrek Kanseri)

• Renal Hücreli Kanser böbrek tübül hücrelerinden köken alır.
• Sigara tüketimi ve ağrı kesicilerin yanlış kullanımı renal hücreli kanserin oluşumunda risk faktörüdür.
• Renal Hücreli Kanserin olası bulguları idrarda kan görülmesi ve karında kitle.
• Abdominal bölgeyi ve böbrek bölgesini değerlendiren tetkikler bu kanserin tanı ve tanımlanmasında kullanılır.
• Belirgin faktörler prognozu ve tedavi seçeneklerini etkiler.
-Renal Hücreli Kanser böbrek tübül hücrelerinden köken alır.
Renal Hücreli Kanser(Böbrek Tümörü,Böbrek adenokanseri olarak da tanımlanır.) böbreğin tübüllerinde bulunan bir kanserdir.
2 tane böbrek vardır, belin her iki boşluğunda yer alırlar,(göğüs kafesinin altında).Böbrekteki küçük tübüller filtrasyon yapar,kanı temizler ve artıkları atar ve idrarı oluşturur.İdrar her böbrekten üreter yardımıyla mesaneye gider.Mesane idrarı vücuttan atılıncaya kadar depo eder.
Üreter ve renal pelvisten köken alan kanser reanl hücreli kanserden farklıdır.
-Sigara alışkanlığı ve ağrı kesicilerin yanlış kullanımı renal hücreli kanserin oluşumunda risk faktörüdür.

Risk Faktörleri:
• Sigara tüketimi
• Ağrı kesicilerin fazla ve yanlış kullanımı
• Genetik yatkınlığın olması (Von Hippel- Lindau hastalığı,Kalıtsal Papiller renal hücreli kanser varlığı)
-Renal Hücreli Kanserin olası bulguları idrarda kan görülmesi ve karında kitledir.

Bu semptomlar renal hücreli kanser ve diğer durumlarda da görülebilir.Erken dönemde hiçbir semptom görülmeyebilir.Tümör büyüdükçe semptomlar ortaya çıkabilir.Aşağıdaki problemlerden herhangi biri mevcutsa doktora başvurulmalıdır:
• İdrarda kan görülmesi.
• Karında şişlik görülmesi
• Kenarda hiç geçmiyen ağrının olması
• İştahın kaybolması
• Nedeni belli olmayan kilo kaybı.
• Anemi.
-Abdominal bölgeyi ve böbrek bölgesini değerlendiren tetkikler bu kanserin tanı ve tanımlanmasında kullanılır.

- Fizik muayene ve Hikaye :

Genel ve kapsamlı bir şekilde yapılan muayenede kitle yada anormal bir görünümün olması önemlidir.Hastanın sağlıkla ilgili olarak alışkanlıkları, geçirilmiş hastalıklar ve tedaviler sorulmalıdır.

- Kan biokimyasının değerlendirilmesi:

Organlar ve dokular tarafından kana salgılanan maddelerin kandaki miktarını değerlendirmek için kan örneği alınır.Bir maddenin kandaki anormal değeri (yüksek/düşük) onu üreten organ yada dokunun hastalığını işaret edebilir.
-İdrar analizi: idrarın rengi ve içeriği değerlendirilir (şeker,protein,kan,bakteri).

- Karaciğer fonksiyon testleri:

Kana karaciğer tarafından salgılanan enzimler değerlendirilir.Bu enzimlerden herhangi birinin anormal miktarı hastalığın karaciğere yayıldığını gösteren bir işaret olabilir.

- IVP:

Bu organlarda (böbrek,üreter,mesane)kanserin olup olmadığını belirlemek için yapılan seri görüntülemedir.Kontrast madde damardan iğne ile verilir.Bu kontrast madde böbrek,üreter,mesane den geçerken oluşabilecek engellenmeyi görüntülemek amacıyla seri filmler çekilir.

- USG:

Bu tetkik yüksek enerjili ses dalgalarının dokulara gitmesi ve yansımalarının toplanması ile yapılan bir tetkiktir.Bu yansımaların sonucunda oluşan resme sonogram denir.

-Bilgisayarlı Tomografi:
-MRIMagnetik Rezonans Görüntüleme):

Vücuttaki organları magnetik yada radyo dalgaları kullanarak bilgisayar yardımıyla yapılan bir görüntüleme yöntemidir.

- Biopsi:

Bu yöntemle alınan doku yada örnekler kanser teşhisi için mikroskop altında değerlendirilir.Bu yönteme Nükleer MRI da denir.
-Belirgin faktörler prognozu ve tedavi seçeneklerini etkiler.


 

Reis888788988

MFC Üyesi
Konum
ßayrampaşa
  • Üyelik Tarihi
    20 Tem 2008
  • Mesajlar
    90
  • MFC Puanı
    -4
Safra Kesesi Kanseri

Safra kesesi kanseri, kanser hücrelerinin safra kesesi dokusundan kaynaklandığı bir hastalıktır.
Bayan olmak Safra kesesi kanseri gelişme riskini etkileyebilir.
Safra kesesi kanserinin olası belirtileri sarılık, ağrı ve ateştir.
Safra kesesi kanserinin erken tanı ve tespiti zordur.
Safra kesesi ve komşu organları incelemek için kullanılan testler tespit, tanı ve evreleme için kullanılır.
Belirli faktörler prognoz (iyileşme şansı) ve tedavi seçeneklerini etkiler.

Safra kesesi kanseri, kanser hücrelerinin safra kesesi dokusundan kaynaklandığı bir hastalıktır.

Safra kesesi kanseri, kanser hücrelerinin safra kesesi dokusundan kaynaklandığı nadir görülen bir hastalıktır. Safra kesesi armut şeklinde karnın üst tarafında karaciğerin hemen altında yerleşmiş bir organdır. Safra kesesi, karaciğer tarafından yağların sindirilmesi için yapılan safrayı depolar. Yiyecekler mide ve ince barsaklara geldiği zaman safra safra kesesinden ana safra kanalı adı verilen ve karaciğer ve safra kesesini ince barsakların ilk kısmına bağlayan tüp şeklinde yapıya salgılanır.
Safra kesesinin duvarı 3 ana tabakadan oluşur.
Mukoza (en iç tabaka)
Musküler (orta, kas) tabaka
Seroza (dış tabaka)
Bu tabakalar arasında destekleyici bağ dokusu bulunmaktadır. Primer safra kesesi kanseri en iç tabakadan başlayıp, büyüdükçe dışa doğru yayılır.

Bayan olmak Safra kesesi kanseri gelişme riskini etkileyebilir.
Safra kesesi kanserinin olası belirtileri sarılık, ağrı ve ateştir.

Bu ve diğer semptomlar safra kesesi kanserinden kaynaklanabilir. Bazı diğer durumlarda aynı sempromlara neden olabilir.Aşağıdakilerden herhangi birisinin varlığında Doktora başvurmalıdır.
Sarılık (derinin ve gözün beyaz kısmının sararmasıdır)
Mide üzerinde ağrı
Ateş
Bulantı ve kusma
Şişkinlik
Karında kitleler
Safra kesesi kanserinin erken tanı ve tespiti zordur.
Safra kesesi kanserinin erken evrelerinde farkedilebilir semptom ve bulgu yoktur.
Safra kesesi kanserini bulgu verdiğinde, bu diğer bazı hastalıklarınkine benzer.
Safra kesesi karaciğerin arkasında saklıdır.
Safra kesesi kanseri, bazen safra kesesini başka nedenlerle çıkartıldığında farkedilir. Safra kesesi taşı olanlarda nadiren Safra kesesi kanseri gelişir.

Safra kesesi ve komşu organları incelemek için kullanılan testler tespit, tanı ve evreleme için kullanılır.

Safra kesesinin ve çevre dokuların resmini oluşturan işlemler ile tanı ve hastalığın yayılımı hakkında fikir edinilir. Kanser hücrelerinin safra kesesi içine ve dışına yayılımını değerlendirme işlemine evreleme denir.

Tedavi planını belirlemek için, safra kesesinin cerrahi olarak çıkarılıp çıkarılmayacağını bilmek önemlidir. Safra kesesi kanserini tespit, teşhis ve evreleme için yapılan test ve işlemler genellikle aynı zamanda yapılır.

 

Reis888788988

MFC Üyesi
Konum
ßayrampaşa
  • Üyelik Tarihi
    20 Tem 2008
  • Mesajlar
    90
  • MFC Puanı
    -4
Serviks Kanseri (Rahim Ağzı Kanseri)

SERVİKS KANSERİNİN BELİRTİ VE BULGULARI NELERDİR ?
Serviks kanserinin ilk başlangıç evrelerinde genellikle belirti ve bulgu görülmez.
Çoğunlukla kanser yayıldıktan sonra belirti ve bulgular ortaya çıkmaktadır.
Aylık adet kanamaları dışında vajinadan anormal akıntı gelmesi serviks kanserinin bir işareti olabilir.
Cinsel ilişki sonrası kanama olması sık görülen bir belirti olup yine cinsel ilişki sırasında ağrı olması da serviks kanseri belirtisi olabilir.
Ancak bütün bu belirtiler serviks kanseri dışında diğer hastalıklara bağlı da gelişebileceği unutulmamalıdır. Örneğin iltihabi bir hastalık da ağrı yada kanamaya sebep olabilir. Bu nedenle bu belirtiler olduğu zaman mutlaka bir hekimle görüşülmesinde yarar vardır. Belirtilerin olmasını beklemeden düzenli olarak pap testi ve pelvik muayene yaptırmak daha akılcı bir yoldur.

Serviks kanserinin risk faktörleri nelerdir?
çok sayıda erkekle cinsel ilişkide bulunma,
diğer üreme sistemi bölümlerinin kanserleri,
geçmişte squamöz intraepitelyal lezyon tanısı almış olma
ilk cinsel ilişkinin erken yaşta (16 yaş veya küçük) olması,
geçmişte insan papilloma virus (HPV) enfeksiyonu yada diğer cinsel yolla bulaşan hastalıkları geçirmiş olma,
aktif yada pasif sigara içiciliği,
şimdiki ya da geçmişteki cinsel partnerlerin cinsel ilişki ile bulaşan hastalık riski taşıması,
immün eksiklik,
HIV (+) olma,
kötü beslenme
Serviks kanserinin gelişiminde en önemli faktörün insan papilloma virusunun (HPV) olduğu kabul görmektedir. Cinsel yolla bulaşan diğer faktörler arasında bulunan HSV2 virusunun aynı şekilde etki gösterdiği düşünülmektedir. Serviks kanser hücrelerinde bu virüsün genetik yapısının bulunması bu bulguyu desteklemektedir. Günümüzde 70 den fazla HPV tipi belirlenmiş olup bunların yaklaşık 24 tanesinin insan üreme sisteminde hastalık etkeni olduğu saptanmıştır. Bunlar arasında da tip 16 ve tip 18’ in serviks kanseri gelişiminde en önemli rol oynadığı saptanmıştır.
HPV enfeksiyonunun önlenmesinde;
Doğum kontrol yöntemi olarak prezervatif gibi engelleyici yöntemlerin kullanılması,
Spermisid adı verilen kremlerle doğum kontrolü yapılması,
Tek eşliliğin tercih edilmesi yararlı olabilmektedir.
Sigara içilmesi kadınlarda squamöz hücreli serviks kanseri riskini arttırır. Bu risk sigara içiminin süresi, miktarı ve yoğun sigara dumanına maruz kalma ile daha da artar. Hiç sigara içmeyen ve duman maruziyeti olmayan kadınlara göre bu kadınlarda risk 3 kat daha fazladır.
Bazı vaka kontrollü çalışmalarda çeşitli gıdaların kanser riski üzerine etkileri araştırılmıştır. Diyet içerikleri karoten, C vitamini, E vitamini ve folik asitten zengin olan kadınlarda serviks kanserinin daha az görüldüğü bildirilmiştir. Yapılan çalışmalarda A vitamininin az alınmasının riski arttırdığı gösterilmiştir. Yine benzer çalışmalarla beta-karoten düzeyinin serviks kanser oranı ile ters orantılı olduğu saptanmıştır. Ancak ağız yoluyla folik asit verilen iki randomize çalışmada koruyucu etkinlik gösterilememiştir. A vitamininin HPV ile ilişkili proliferasyonu önlediğini gösteren bazı deneysel çalışmalar mevcuttur.
Çalışmalar henüz tamamlanmamıştır. Bu nedenle rastgele vitamin kullanılmamalıdır. Bu konuda hekiminizle görüşerek daha detaylı bilgi alabilirsiniz.

Serviks kanseri erken tanınabilir mi ?
Serviks kanseri, düzenli pap testi ve jinekolojik muayeneler ile birlikte kanserin belirti ve bulgularına karşı uyanık olmakla erken yakalanabilir. Erken tanı konması tedavinin başarı şansını arttırmaktadır.


Serviks kanseri tanısı nasıl konur?
Tıbbi hikaye ve fizik muayene: Kişi doktora başvurduğunda kişisel ve aile ile bazı bilgiler sorulur. Bu soruların amacı risk faktörlerinin belirlenmesi ve serviks kanserinin hastadaki belirtilerini ortaya koymaktır. Ayrıntılı fizik muayene ile genel olarak sağlık durumu değerlendirilir. Jinekolojik muayene ile değerlendirme tamamlanır.
Sistoskopi, proktoskopi ve genel anestezi altında muayene: Sistoskopi işleminde, ışıklı, uzun ve dar bir tüp ile üretradan (idrar yollarının sonu) girilerek mesaneye ulaşılır. Bu yöntemle üretra ve mesane kanser yayılımı açısından incelenir. Şüpheli alanlardan milimetrik biyopsiler (parçalar) alınabilir. Sistoskopi, bölgesel anestezi ile sadece girilecek olan bölge uyuşturularak ya da bazı hastalarda genel anestezi altında yapılır.
Rektoskopi: Işıklı bir tüp ile rektumdan (kalın barsağın sonu) girilerek kanser varlığı araştırılır.
Biyopsi: Eğer alınan biyopsi (parça) sonucunda serviks kanseri olduğunuz ortaya çıkmışsa, bu tip kanserlerin tedavisi ile uğraşan bir cerraha başvurmanız gerekir.

Pap (smear) testi nedir?
Pap (smear) testi; servikste (rahimağzı) kansere dönüşebilecek hastalığı bulunan ya da serviks kanseri için yüksek risk taşıyan kadınları belirleyen bir tarama testidir. Smear (pap) yönteminin güvenilirliği, örneğin alınma tekniğine ve sitolog tarafından yeterli incelenmesine bağlıdır. Pap testinin invaziv kanserde kanseri atlama olasılığının % 50 olması nedeniyle pap testi negatif bile olsa, serviksde gözle görülür bir lezyon varlığında mutlaka biyopsi yapılmalıdır. Serviks, muayenesinin rahatlıkla yapılabilmesi nedeni ile hastalığın ve tedaviye cevabın değerlendirilmesi konusunda hekime avantaj sağlar.

Görüntüleme Testleri nelerdir?
Akciğer grafisi: Serviks kanserinin akciğerlere yayılıp yayılmadığı gösterilebilir.
Bilgisayarlı Tomografi (BT): Serviks kanserinin pelvis ve para-aortik bölgede lenf düğümlerine yayılım durumu BT ile gösterilebilir. Bu görüntüleme yönteminde, bir X-ışını demeti vücudun etrafında döndürülerek, çeşitli açılardan değişik görüntüler alınır. Alınan görüntüler bir bilgisayar aracılığı ile biraraya getirilerek vücudumuzun içinin görüntüleri oluşturulur. Ayrıntıları daha iyi gösterebilmek için damar yoluyla kontrast madde adı verilen özel bir boya kullanılır.
Manyetik rezonans görüntüleme (MRG): Serviks kanserinin komşuluğundaki veya uzağındaki diğer organlara ya da lenf düğümlerine yayılıp yayılmadığını gösteren bir diğer görüntüleme yöntemidir. MRG’ da manyetik alan ve bilgisayar kullanılarak vücudun iç yapısının ayrıntılı görüntüleri elde edilir. MRG’da X ışınları kullanılmaz. MRG, serviks kanseri tanısında rutin olarak kullanılmamaktadır. Çünkü BT hem daha ucuzdur hem de BT ile MRG’ dakine benzer görüntüler elde edilir.
İntravenöz Urografi (IVU): IVU, damar yoluyla özel bir boya verildikten sonra, idrar yollarının X ışınları ile çekilen filmidir. Bu boya kan dolaşımından böbrekler yoluyla atılır. Böbreklerden üreterlere ve oradan mesaneye geçer. Böbreklerden çıkan idrar yollarındaki anormallikleri gösterir. Serviks kanseri pelvik lenf düğümlerine yayılıp, üreter adı verilen, mesane ile böbrekleri birleştiren idrar yollarına bası uygulayıp buranın tıkanmasına neden olabilir. IVU ile tıkanıklık olup olmadığı anlaşılabilir.

 

Reis888788988

MFC Üyesi
Konum
ßayrampaşa
  • Üyelik Tarihi
    20 Tem 2008
  • Mesajlar
    90
  • MFC Puanı
    -4
Testis Kanseri

Testis kanseri çoğunlukla, sperm üreten hücrelerde başlar. Kanser ilk olarak testiste bezelye büyüklüğünde sert bir yumru olarak dikkat çeker. Bu yumru genellikle dokunulduğu zaman acımaz. Erken safhalarda başka belirti yoktur. Birçok erkek tümörü kendisi keşfeder. Ne kadar erken fark edilirse o kadar iyidir. Genellikle kanser sadece tek testisi etkiler.

Belirtiler

- Testiste yumru veya şişme;

- Muhtemelen bölgesel ağrı veya hassasiyet

- Testiste ağırlık hissi (bazen).

Testis kanseri genç erkeklerde, özellikle 15-35 yaşlarında ve siyah erkeklere kıyasla beyaz erkekler arasında daha çok görülür. Eğer testislerin biri veya her ikisi doğumda inmemişse, ileride her iki testis için de kanser riski daha büyüktür. Erken tespit edilerek tedavi edilirse, kanser genellikle iyileşebilir.

Teşhis

Kendi kendini muayene ile skrotum içindeki tümör veya başka bir oluşumun varlığı fark edilebilir. Böyle bir yumru fark ederseniz, acıyıp acımadığına bakmadan hemen doktora danışın. Teşhisi doğrulamak için ultrasonografi yapılabilir.

Testisteki bir tümör hemen her zaman habistir, ama tümörün varlığından emin olmak için doktor muayenesi gereklidir. Testisleri ve skrotumu etkileyen başka şartlarda da benzer yumrular ortaya çıkabilir. Epididimit, Hidrosel, Vanikosel ve Orşit gibi. Bunların bir kısmı da zararsızdır.

Testiste tümör varsa, ameliyatla çıkartılması şarttır. Tümör habis ise, vücudun başka yerlerine dağılıp dağılmadığını anlamak için, kan testleri, röntgen ve başka testler gerekir.

Testis kanseri teşhisi konulan erkeklerin yüzde 70 i tedaviden sonra 5 yıl veya daha fazla yaşarlar (5 yıl sağ kalma oranı). Ancak, bu geç safhada keşfedilmiş kanserleri de kapsamaktadır. Testis kanserlerinin en çok görülen türü olan seminom erken teşhis ve tedavi edilirse, hemen hemen bütün vakalarda iyileşebilir.

Tedavi-Ameliyat

Hasta testisin ameliyatla alınması gereklidir. Bu erkekliğin kaybedileceği anl..... gelmez, çünkü geride kalan sağlıklı testis vücudun normal cinsel ve hormon üretme işlevlerini yerine getirebilir. İki testis de kaybedilirse, kısırlık meydana çıkar. Ancak 3 haftada bir enjeksiyonla erkeklik hormonu verilerek gerekli olan normal cinsel işlev sağlanabilir.

Diğer Tedaviler

Kanserlerin vücudun diğer kısımlarına yayılmasını önlemek veya yayılmışsa ona karşı mücadele edebilmek için radyoterapi veya kemoterapi kullanılır.
 

Reis888788988

MFC Üyesi
Konum
ßayrampaşa
  • Üyelik Tarihi
    20 Tem 2008
  • Mesajlar
    90
  • MFC Puanı
    -4
Tiroid Kanseri

Genellikle tiroid kanserinin ilk belirtisi boynun tiroid bölgesinde oluşan bir yumrudur ancak sadece bunların çok azı (%5 kadar) kötü huyludur. Bazen ilk işaret büyümüş bir lenf düğümüdür. Varolan bazı diğer belirtiler ise ağrı, seste değişme ve hipertiroid ya da hipotiroiddir.

Fiziki muayene sırasında bir yumru bulunduktan sonra bir endokrinoloji ya da tiroidoloji uzmanına başvurmak en doğru yaklaşımdır. Bu uzmanlar yumruların varlığının taahhüt edilmesi için öncelikle bir ultrason kontrolü uygulayacak ve tiroid bezinin durumunu inceleyeceklerdir. TSH ve diğer antitiroidlerin varlığı tiroid kanserinin Hashimoto tiroditi gibi diğer tiroid bozukluklarından ayırt edilmesini sağlayacaktır. Yumruların kötü huylu olup olmadığının tesbitinde en hassas etkin ve ucuz yöntem tiroid ince iğne aspirasyon biyopsisi(TİİAB - fine needle aspiration biopsy)dir. Bu yöntemde ultrason yardımı ile ince bir iğne ile yumruya ulaşılarak doku örneği alınır.

Tiroid kanserinin türüne göre ameliyat uygulanır ve kanserli doku alınır.

Tüylü Hücreli Lösemi

• Tüylü hücreli lösemi kemik iliğinin çok sayıda lenfosit ( beyaz kan hücrelerinin bir tipi) ürettiği bir kanser türüdür.
• Cinsiyet ve yaş tüylü hücreli lösemi gelişme riskini etkileyebilir.
• Tüylü hücreli löseminin muhtemel belirtileri yorgunluk, infeksyon ve kaburga kemikleri altında ağrıdır.
• Kan ve kemik iliğini inceleyen testler tüylü hücreli lösemi tanısını koymak için kullanılır.
• Bazı faktörler tedavi seçeneklerini ve prognozu (iyileşme şansını) etkiler.

Tüylü hücreli lösemi kemik iliğinin çok sayıda lenfosit ( beyaz kan hücrelerinin bir tipi) ürettiği bir kanser türüdür.
Tüylü hücreli lösemi kemik iliği ve kanın kanseridir. Löseminin bu nadir tipi yavaş yavaş kötüleşir. Hastalığa tüylü hücreli lösemi denmesinin nedeni lösemi hücrelerinin mikroskop altında tüylü gözükmesindendir.
Normalde kemik iliği daha sonra olgun kan hücrelerine gelişen kök hücreler (olgunlaşmamış hücreler) üretir. 3 tip olgun kan hücresi vardır:
• Kırmızı kan hücreleri oksijen ve diğer maddeleri vücudun tüm dokularına taşır.
• Beyaz kan hücreleri infeksyon ve hastalıklarla savaşır.
• Trombositler kan pıhtısı oluşturarak kanamayı önlerler.
Tüylü hücreli lösemide çok sayıda kök hücre lenfosit denen bir tip beyaz kan hücresine gelişir.
Bu lenfositlere lösemik hücreler de denir. 3 tip lenfosit vardır.

• B lenfositler infeksyonlarla savaşmak için antikor üretirler.
• T lenfositler B lenfositlerin infeksyonlarla savaşması için antikor üretmesine yardım ederler.
• Dojal öldürücü hücreler kanserli veya virüs taşıyan hücrelere saldırırlar.

Tüylü hücreli lösemide B lenfositler normal çalışmaz. Lenfositlerin sayısı kemik iliği ve kanda arttığı için ,sağlıklı kırmızı kan hücreleri, beyaz kan hücreleri ve trombositlere çok az yer kalır. Bu da infeksyon kansızlık ve kolay kanamaya neden olabilir. Bazı lösemi hücreleri dalakta toplanarak büyümesine neden olur.
• Erişkin akut lenfoblastik lösemi tedavisi 1.
• Çocukluk çağı akut lenfoblastik lösemi tedavisi 2.
• Kronik lenfositik lösemi tedavisi 3.
• Erişkin akut myelosit lösemi tedavisi 4.
• Çocukluk çağı akut myelosit lösemi / diğer myelosit malinite tedavisi 5.
• Kronik myelojen lösemi tedavisi 6.
Cinsiyet ve yaş tüylü hücreli lösemi gelişme riskini etkileyebilir.
Tüylü hücreli lösemi nedeni bilinmemektedir. Daha çok yaşlı erkeklerde görülür.
Tüylü hücreli löseminin muhtemel belirtileri yorgunluk, infeksyon ve kaburga kemikleri altında ağrıdır.
Bu ve diğer belirtiler tüylü hücreli lösemi veya başka durumlar tarafından meydana getirilir. Eğer aşağıdaki sorunlar olursa bir doktora danışılmalıdr.

* Halsizlik veya yorgunluk hissi.
• Ateş veya sık infeksyon.
• Kolay morarma veya kanama.
• Nefes darlığı.
• Sebebi bilinmeyen kilo kaybı.
• Kaburga kemikleri altında ağır veya dolgunluk hissi.
• Boyun, kolaltı, mide veya kasıkta ağrısız kitleler.

 

Reis888788988

MFC Üyesi
Konum
ßayrampaşa
  • Üyelik Tarihi
    20 Tem 2008
  • Mesajlar
    90
  • MFC Puanı
    -4
Vaginal Kanser

Vajen kanseri, vajen dokuları içerisinde kanser (malign) hücrelerinin bulunduğu bir hastalık olup, kadınlardaki nadir kanser tiplerinden biridir. Vajen mensterual period sırasında sıvının vücuttan dışarı atıldığı ve bebeğin çıkışını sağlayan bir bir geçiş yoludur. Aynı zamanda doğum kanalı olarak da adlandırılır. Vajen, serviks (uterus yada rahim ağzı) ve vulvayı (vajenin cilde açıldığı yerdeki cilt katlantılarını ) birbirine bağlar.
İki tip vajen kanseri mevcuttur:skuamöz hücreli kanser (squamous carcinoma) ve adenokarsinoma. Skuamöz karsinoma genellikle 60-80 yaş arasındaki kadınlarda görülür. Adenokarsinoma ise sıklıkla 12-30 yaş aralarındakindaki kadınlarda görülür.
Anneleri DES (dietilstilbesterol) alan genç kadınlar vajen tümörleri için risk altındadır. Bunlardan bazılarında clear cell adenokarsinoma adı verilen nadir görülen bir tip karsinom gelişir. DES, 1945-1970 yılları arasında gebeleri düşükten korumak için verilen bir ilaçtır.
Aşağıdakilerden herhangi biri mevcutsa bir doktora başvurulmalıdır:
Menstrual perioddan bağımsız kanama ya da akıntı.
Zor veya ağrılı idrar yapma.
Cinsel ilşki sırasında veya pelvik bölgede ağrı.
Histerektomi geçiren kadınlarda da hala vaginal kanser gelişme riski bulunmaktadır.
Doktor kanseri saptamak için çeşitli testleri kullanabilir. Doktor genellikle pelvik muayene ile işe başlayacaktır. Bu sırada şişlikler fark edebilir ve ardından Pap smear yapacaktır. Bir parça pamuk, fırça veya tahta bir çubuk yardımıyla serviksin dışındaki dokudan ve ya vajenden örnekleme için hücreler alacaktır. Bu sırada biraz basınç hissi duyulabilir ancak genellikle ağrısızdır.
Normal olmayan hücreler bulunduğunda, doktor vajenden bir parça doku keserek (biyosi) mikroskop altında kanser hücresi olup olmadığını arayacaktır. Doktor kanserin nerede başladığını veya nerelere yayılmış olabileceğini anlamak için sadece vajene değil pelvisteki diğer organlara da bakmalıdır. Aynı zamanda bir akciğer grafisi de çektirerek yayılmış olup olmadığını anlamalıdır.
İyileşme şansı ve tedavi seçeneği kanserin evresine Ve hastanın genel sağlık durumuna bağlıdır.
Evre Açıklaması

Vajende bir kanser bulunduğunda (tanı konduğunda), kanserin vajenden vücudun diğer dokularına yayılıp yayılmadığını bulmak için (evreleme) daha fazla testler yapılacaktır. Doktor tedaviyi planlayabilmek için kanserin evresini bilmelidir.

Vulva Kanseri

Kadınlarda nadir görülen bir kanser çeşidi olan vulva kanseri kanser hücrelerinin vulvada bulunduğu bir hastalıktır. Vulva, kadınlarda vajenin dış kısmındadır. Vajen, uterus (bebeklerin geliştiği, armut şeklinde içi boş bir organ) ile vücut dışı arasındaki geçittir. Doğum yolu olarak da isimlendirilir.

Vulva kanserli kadınların çoğu 50 yaşın üstündedir. Ancak 40 yaş altı kadınlarda da daha sık hale gelmektedir. Sürekli kalıtımsal ve vulvada renk değişikliği olan kadınlarda vulva kanseri riski yüksektir. Eğer menstruasyon ( aybaşı) ile ilişkisiz kanama ya da akıntı varsa, vulvada ağrı ya da şiddetli yanma/kaşıntı varsa, vulva cildikaba ve soluksa doktora başvurmak gerekir.
Eğer bulgu varsa doktor kanser olup olmadığını kesinleştirmek için bazı incelemeler yapmak isteyecektir. Genellikle vulvanın gözle incelenmesi ve herhangi bir şişlik olup olmadığının kontrol edilmesi ile başlanır. Daha sonra doktor vulvadan küçük bir parça alarak (biyopsi) mikroskop altında inceler. Biyopsi yapılacağı zaman bu alanı uyuşturmak için hastaya ilaç verilir. Bir miktar basınç hissedilse de genellikle ağrı olmaz. Bu inceleme sıklıkla doktorun muayene odasında yapılır.
İyileşme şansı (prognoz) ve tedavi seçenekleri kanserin evresine ( vulvada sınırlı ya da başka yerlere yayılmış olması) ve hastanın genel sağlık durumuna bağlıdır.

 

Reis888788988

MFC Üyesi
Konum
ßayrampaşa
  • Üyelik Tarihi
    20 Tem 2008
  • Mesajlar
    90
  • MFC Puanı
    -4
Yetişkinde Beyin Tümörleri

Yetişkin beyin tümörleri nelerdir?
Yetişkin beyin tümörleri, beyin dokuları içerisinde büyümeye başlayan kanser (malign) hücrelerinin meydana getirdiği hastalıklardır. Beyin hafıza, öğrenme, duyular (işitme, görme, koklama, tat alma ve dokunma) ve duyguları kontrol eder. Aynı zamanda kaslar, organlar ve kan damarları gibi vücudun diğer parçalarını da kontrol eder. Beyinden başlayan tümörler primer (birincil) beyin tümörleri olarak adlandırılır.
Metastatik beyin tümörleri nelerdir?
Beyinde bulunan tümörler,sıklıkla, vücudun başka bir bölgesinden başlayıp beyine yayılımış (atlamış) tümörlerdir. Bunlar metastatik beyin tümörleri olarak adlandırılırlar.
Beyin tümörünün bulguları nelerdir?

Sık sık olan başağrıları.
Kusma.
İştah kaybı.
Duygulanım ve ki?ilik değişiklikleri
Düşünme ve öğrenme yetilerinde değişiklik
Nöbetler.
Yetişkin beyin tümörünün bulunmasında ve tanısında hangi testler kullanılır?
Yetişkin beyin tümörünün saptanmasında (bulunmasında) beyini ve spinal kanalı incelemeye yönelik testler kullanılır.
BT (Bilgisayarlı Tomografi): Vücudun çeşitli bölgelerinden farklı açılarla ayrıntılı görüntü serilerinin elde edilmesini sağlayan bir işlemdir. Bu görüntüler x-ışının makinesine bağlı bir bilgisayar aracılığıyla meydana getirilirler. Organların ya da dokuların daha iyi görüntülenebilmesine yardım amacıyla bir boya (kontrast madde), ven aracılığıyla ya da yutturularak kullanılabilir. Bu işlem computerized tomografi (CT) veya computerized aksiyel tomografi olarak da adlandırılabilir.
MRG (Manyetik Rezonans Görüntüleme): Beyinin ve spinal kanalın ayrıntılı görüntü serilerinin elde edilmesi için, bir mıknatısın (magnet), radyo dalgalarının ve bir bilgisayarın kullanıldığı işlemdir. Hastaya bir ven aracılığıyla gadolinium adı verilen bir madde enjekte edilir. Gadolinium kanser hücrelerinin etrafında birikerek daha parlak görülmelerine neden olur. Bu işlem aynı zamanda nükleer manyetik rezonans görüntüleme (NMRG) olarak da adlandırırlır.
Yetişkin beyin tümörüne cerrahi sırasında tanı konur ve temizlenir. Bir beyin tümöründen kuşkulanıldığında, kafatasının bir parçası kaldırılır ve bir iğne aracılığıyla beyin dokusundan örnek alınarak biyopsi yapılır. Bir patolog kanser hücrelerini aramak amacıyla mikroskop altında dokuyu inceler. Kanser hücreleri bulunduğunda, doktor aynı cerrahi seansında güvenli olabilecek kadar tümör dokusu temizleyecektir. Cerrahi sonrası kanser dokusu kalıp kalmadığını MRG ile saptanabilir. Testler aynı zamanda kanserin evresini saptamak amacıyla da yapılmaktadır.
Tümörün derecesi (grade) nedir?
Mikroskop altında normal olmayan kanser hücrelerinin görünümü ve tümörün beklenen büyüme ve yayılma hızı tümörün evresini belirler. Patolog biyopsi sırasında çıkarılan dokuyu kullanarak tümörün evresini tanımlar. Yetişkin beyin tümörleri için aşağıdaki dereceleme sistemi kullanılabilir.
Derece (Grade) I
Tümör yavaş büyür, normal hücrelere benzer hücreler içerir, nadiren komşu dokulara yayılım gösterir ve cerrahi sırasında tümörün tümüyle çıkarılabilmesi mümkün olabilir.
Derece (Grade) II
Tümör yavaş büyür fakat komşu dokulara yayılım gösterebilir ve daha yüksek evreli bir tümör haline gelebilir.
Derece (Grade) III
Tümör çabuk büyür, komşu dokulara yayılma eğilimi gösterir ve tümör hücreleri normal doku hücrelerinden çok farklılık gösterir.
Derece (Grade) IV
Tümör çok hızlı ve saldırgan bir şekilde büyür, içerdiği hücreler normal dokudan çok farklılık gösterir ve başarılı tedavi zordur.
Tümörün tipi, evresi, yerleşim yeri, cerrahiden sonra kanser dokusu kalıp kalmaması ve/veya beyinin diğer bölgelerine tümör yayılımı iyileşme şansını ve tedavi seçeneğini belirler.
Yetişkin Beyin Tümörü Tipleri
Kanserin uzanınımı yada yayılımı genellikle evresi olarak tanımlanır. Beyin tümörleri için standart evreleme sistemi bulunmamaktadır. Primer (birincil) beyin tümörleri santral sinir sistemi ( beyin ve spinal kord ) içerisinde yayılım gösterebilir, fakat vücudun diğer parçalarına nadiren yayılırlar. Tedavi amacıyla, beyin tümörleri tümörün bağlandığı hücre tipine, santral sinis sistemi içerisinde yerleşimine ve tümörün derecesine (grade) göre sınıflandırılırlar.

Beyin Sapı Gliomaları
Bunlar beynin spinal kord ile devamlılık gösteren beyin sapı parçasından gelişen tümörlerdir. Sıklıkla yüksek derecelidirler. Yüksek dereceli veya geniş yayılım gösteren beyin sapı tümörlerin başarılı tedavisi güçtür. Sağlıklı beyin dokusuna zararın önlenmesi amacıyla, beyin sapı gliomalarına genellikle biyopsi yapılmadan tanı konur.
Pineal Astrositik Tümör:
Pineal tümörler pineal glandın içinden veya çevresinden gelişirler. Pineal gland beyinde, melatonin hormonu salgılayarak uyku-uyanıklık siklusumuzun kontrolüne yardımcı olan çok küçük bir organdır. Çok çeşitli pineal tümörler mevcuttur. Pineal astrositik tümörler, pineal bölgede ortaya çıkan ve herhangi bir derecede olabilen astrositomalardır.
Pilositik Astrositoma (grade I)
Astrosit adı verilen beyin hücrelerinden başlayan tümörler astrositomalardır. Pilositik astrositomlar yavaş büyürler ve çevre dokulara nadiren yayılım gösterirler. Bu tümörler sıklıkla çocuklukta ve genç erişkinlerde ortaya çıkarlar. Genellikle başarıyla tedavi edilebilirler.
Diffüz Astrositoma (grade II)
Diffüz astrositomalar yavaş büyürler, fakat sağlıklı çevre dokulara sıklıkla yayılım gösterirler. Bazıları daha yüksek dereceli (grade) tümörlere dönüşebilirler. Sıklıkla genç erişkinlerde ortaya çıkarlar.
Anaplastik Astrositoma (grade III)
Anaplastik astrositomlar aynı zamanda malign astrositomalar olarak da adlandırılırlar. Hızlı büyürler ve çevre dokuya yayılım gösterirler. Tümör hücreleri normal hücrelerden çok farklılık gösterir. Anaplastik astrositoman?n ortalama 41 yaşında görülürler.
Glioblastoma (grade IV)
Glioblastomalar saldırgan ve çok hızlı büyüme ve yayılım gösteren malign astrositomalardır. Hücreler normal hücrelerden çok farklılık gösterirler. Glioblastoma aynı zamanda glioblastoma multiforme ya da grade IV astrositoma olarak da adlandırılır. En sık 45-70 yaş arası yetişkinlerde görülürler.
 

Reis888788988

MFC Üyesi
Konum
ßayrampaşa
  • Üyelik Tarihi
    20 Tem 2008
  • Mesajlar
    90
  • MFC Puanı
    -4
PROSTAT KANSERİ

Prostat kanseri 50 yaş üzerindeki erkeklerin önemli sağlık sorunlarından biridir. 60 ile 70 yaş arasındaki erkeklerin yaklaşık yarısında, 70 ile 90 yaş arasındakilerin de % 90'ında prostat büyümesine (prostat hipertrofisi) ait bulgular vardır. "Prostatizm" olarak adlandırılan bu belirtiler özellikle geceleri sık yapma gereksinimi, idrar yapmaya başlamada ve mesanede kalan son idrarı çıkarmada güçlük, idrar yapamama, idrar akımının zayıf veya kesintili olması, idrar yaparken yanma veya acıma hissidir. Prostatizm bulguları büyük olasılıkla selim prostat hipertrofisiyle ilişkilidir. Ancak hastalığın selim olması durumunda da tedavi gereklidir. Çünkü idrar yaparken olan bu zorlama yaşamı zorlaştırmasının yanı sıra daha sonra idrar göllenmesine ve böbrek fonksiyonunun bozulmasına da yol açabilmektedir.

Prostat kanseri vakalarının % 80’i de 65 yaşın üzerindedir. Amerikan Kanser Cemiyeti’nin verilerine göre 1997 yılında ABD’de 334.500 kişiye prostat kanseri tanısının konacağı ve 41.800 kişinin de bu hastalık nedeniyle yaşamını kaybedeceği tahmin edilmektedir. Prostat kanseri ABD’de erkeklerde görülen kanserden ölüm nedenleri içerisinde akciğer kanserinden sonra ikinci sırada gelmektedir.

Prostat ceviz büyüklüğünde bir erkek cinsiyet bezidir. Yeri idrar bezinin hemen altındadır ve idrar yolu prostatın içerisinden geçerek dışarı açılır. Salgıladığı koyu sekresyon meninin bir kısmını oluşturur. Prostatın bu fonksiyonu erkeklik hormonu olan testosteronun kontrolü altındadır. Pek çok kanser türünde olduğu gibi, prostat kanserinin de nedeni kesin olarak bilinmemektedir. Çalışmalar özellikle 55 yaşın üzerindeki erkeklerde ortaya çıktığını ve tanı konulduğu sırada hastaların ortalama yaşının 70 olduğunu göstermektedir. Yağdan zengin diyetle beslenme, kadmiyuma maruz kalma (pil fabrikaları), kauçuk endüstrisinde çalışıyor olmanın hastalığa yakalanma olasılığını artırdığı ortaya konmuştur.

Sadece yakınmalara dayanarak selim prostat hipertrofisinin prostat kanserinden ayrımı mümkün değildir. Bazı özel muayene yöntemleri ve tetkiklerle büyümenin selim mi yoksa kanserle mi ilişkili olduğu ortaya konabilir. Prostatın anüsten parmakla muayenesi (rektal tuşe) bu yöntemlerin başında gelmektedir. Prostat büyümeleri bu şekilde kolaylıkla saptanabilmekte, bezin büyüklüğü ve yapısı hakkında bilgi edinilebilmektedir. Prostat kanseri konusundaki ikinci önemli tetkik prostat spesifik antijendir (PSA). PSA’nın kan düzeyleriyle hastalığın varlığı konusunda anlamlı ilişki olduğu gösterilmiştir. Ancak yüksek PSA düzeyleri prostat enfeksiyonları ve selim hipertrofisi gibi çeşitli hastalıklarda da olabileceğinden sonuçların deneyimli bir doktor tarafından değerlendirmesi gerekir.

Tıpkı meme kanseri gibi prostat kanserinde de erken tanı hastalığın tamamen tedavi edilebilmesi için büyük önem taşımaktadır. Amerikan Kanser Cemiyeti 50 yaşın üzerindeki erkeklerde prostat kanseri taramasının başlamasını önermektedir. Ailesinde hastalık olanlarda ise taramanın 40 yaşın üzerinde başlaması gerektiği vurgulanmaktadır. Günümüzde kullanılan tarama yöntemi rektal muayene ve PSA düzeylerinin ölçülmesini şeklindedir. Prostatın değerlendirilmesinde kullanılan diğer önemli bir tanı aracı transrektal ultrasonografidir (TRUS). TRUS prostatın derinlemesine değerlendirilebilmesini sağlar ve diğer muayene bulgularının güvenirliğini artırır. Prostatla ilgili esas değerlendirmeyi sağlayacak olan patolojik inceleme de genellikle TRUS altında uygulanan hücre örneklemesine dayanmaktadır. Yukarıda söz edilenler dışında bilgisayarlı tomografi, manyetik rezonans görüntüleme tekniği, kemik sintigrafisi gibi yüksek teknoloji kullanan yöntemler de mevcuttur. Ancak bunların hiçbiri tarama yöntemi değildir, ancak olası bir hastalığın daha ayrıntılı değerlendirilmesinde kullanım alanı bulmaktadır.

Prostat kanseri gelişimi açısından dört evrede incelenmektedir. Hastalığın en erken evresinde tümör henüz prostatta küçük bir alanda sınırlıdır (in situ). Bu evrede tümör büyüme hızı çok yavaştır, hastaların genellikle semptomları bulunmamaktadır ve rektal muayene ile de anlaşılamaz. Tümörün daha büyüdüğü ikinci evrede ise artık rektal muayene ile anlaşılabilir, ancak halen prostata sınırlıdır. Üçüncü evrede artık tümör prostatın dışına taşmıştır, dördüncü evrede ise hastalık özellikle kemikler olmak üzere vücudun uzak bölgelerine de yayılmıştır (metastatik hastalık). Hastalığın tedaviye verdiği cevap, evresi ile doğrudan ilişkilidir. Metastatik hastalıkta hastaların sadece % 5’inde 15 yıllık yaşam süresi görülürken, lokalize hastalıkta bu değer % 80-85 civarındadır. İleri yaşta tanı konan hastaların sağkalımlarının daha uzun olduğu ileri sürülmüşse de, bu varsayım kanıtlanamamıştır.

ERKEN EVRE HASTALIKTA TEDAVİ

Tanı konusundaki büyük ilerlemelere karşın erken evre prostat kanserinin tedavisi konusunda günümüzde hala çelişkiler söz konusudur. Bu çelişkilerin en büyük kaynağı, 90 yaşın üzerinde ise hemen hemen bütün erkeklerin prostat dokularında kanser odaklarının gösterilebiliyor olmasıdır. Buradan çıkan sonuç hastalığın çoğu kişide aslında var olduğu ve sessiz kaldığıdır. Giderek yaygınlaşan ve daha hassas yöntemler kullanılarak yapılan tarama testleri aslında sessiz kalacak olan prostat kanserlerinin de tanınmasına neden olmakta, böylelikle hastalığın artmakta olduğuna dair bulgular ortaya çıkmaktadır. Nitekim erken evredeki hastalığın saptanmasının, bu hastalık nedeniyle olan ölümlerde bir azalma sağlamadığı ortaya konmuştur. “Aşırı tanı (overdiagnosis)” olarak adlandırılan bu bulgular “aşırı tedavi (overtreatment)” yaklaşımını da beraberinde getirmiştir. Bu nedenle hangi hastaya gerçekten tedavi gerektiği, hangisine gerekmediği günümüzde önemli bir araştırma konusudur.

Bugün için erken evre prostat kanserinde özellikle PSA ve TRUS değerlendirmelerine dayanan başlıca tedavi yaklaşımları özellikle 70 yaşın üzerindeki hastalar için izlem (hastanın herahangi bir tedavi yapılmaksızın yakından izlenmesi), daha genç hastalar için radikal prostatektomi adı verilen cerrahi girişim ve cerrahiyle aynı sonucu veren radyoterapidir (ışın tedavisi). Bu tedavi seçeneklerinin bütün komplikasyonlarını da içerecek şekilde hastayla açık açık konuşulması ve hasta için en uygun kararın verilmesi önerilmektedir. Buna karşın ileri evre (metastatik) hastalığın tedavisinde kullanılan başlıca yöntem ise hormon tedavisidir. Prostat dokusunun ve bu dokudan kaynaklanan tümörlerin androjenlerin kontrolü altında olması, kastrasyondan hormon tedavisine dek geniş bir tedavi seçeneği sunmaktadır.

Sağlıklı yaşlı bireylerin bu hastalığın erken tanısı konusunda uyarılması, yıllık PSA kontrolleri ve rektal muayene büyük önem taşımaktadır. Prostatla ilgili klinik ya da PSA’ya dayalı tanı konan bir sorunun ortaya çıkması durumunda doktora başvurarak bilgilenilmesi en doğru yaklaşım olacaktır. Selim prostat hipertrofisinin pek çok tedavi alternatifi vardır. Bu alternatiflerin bazıları hastanın özelliklerine, bazıları ise uygulanan merkezin deneyimine bağlıdır. Benzer koşullar prostat kanserinin tedavisi için de söz konusudur. Tedavinin ayrıntıları konusunda bilgi almak doktordan öte hastanın da sorumluluğudur. Doktorumuza şu sorular sorulmalı ve kendisinden açıklaması istenmelidir:
Ne tür tedavi olasılıklarım var? (cerrahi, lazer, termoterapi, hormon vb.)
Bu tedavi türlerinden beklenen faydalar neler olacaktır?
Bu tedavi türlerinin riskleri ve olası yan etkileri nelerdir? (idrarını tutamama, iktidarsızlık, ne süreyle?..)
Tedavi cinsel yaşamımı nasıl etkileyecektir?
Normal aktivitelerimi değiştirmem gerekli midir, gerekliyse ne süreyle?
Ne sıklıkla check-up'tan geçmeliyim?Tedavinin yol açacağı yan etkiler önemli yakınmalara neden olabilir. Hastaların tedavi sonrasındaki yaşam kaliteleri konusunda detaylı bilgi almaları en doğru yaklaşım olacaktır.
 

Reis888788988

MFC Üyesi
Konum
ßayrampaşa
  • Üyelik Tarihi
    20 Tem 2008
  • Mesajlar
    90
  • MFC Puanı
    -4
Yumuşak Doku ve Kemik Kanserleri

Sarkomlar vücudun herhangi bir yerinde bulunan destek dokudan çıkan tümörlerdir, buna karşılık bu başlık altında seyri ve tedavisi farklılık gösteren çok sayıda hastalık bulunmaktadır. Bu nedenle sarkomlar başlıca yumuşak doku sarkomları ve kemik sarkomları olarak ikiye ayrılır.

Yumuşak doku sarkomları bedenin her yerinde görülebilir, yarısından çoğu kollarda ve bacaklarda, bunların %60’ı da bacaklarda ortaya çıkar. Genellikle ağrısız bir yumuşak doku kitlesi olarak ortaya çıkarlar. Hastanın bunu fark etmesi, yerleşimi ve boyutuyla ilişkilidir. Yumuşak doku tümörlerinin tedavisinde tercih edilen yöntem cerrahi ile kitlenin çıkarılmasıdır. Hastalığın kesin tanısı biyopsi (örnek alınması) ile konulmaktadır. Üç santimetreden küçük tümörlerde tümörün bütünüyle çıkarılması amaçlanmalıdır. Daha büyük tümörlerde ya da müdahale açısından zor yerleşimlerde biyopsi alınmalı ve tedavi buna göre planlanmalıdır. Hastalığın temel tedavisi kitlenin güvenlik sınırı hesaba katılarak cerrahi ile çıkarılmasıdır. Bu nedenle cerrahi yaklaşım yumuşak doku tümörleri konusunda uzman bir cerrah tarafından yapılmalıdır. Cerrahi uygulanmasının güç olduğu ileri evredeki hastalarda önce radyoterapi ve kemoterapi uygulanarak (neo-adjuvan tedavi) tümör küçültülebilir ve cerrahinin uygulanması kolaylaştırılabilir. Patolojik verilere göre kemoterapi ve radyoterapi cerrahi sonrasında da uygulanabilir.

Kemiklerden kaynaklanan başlıca tümörler ise kemik dokusundan kaynaklanan osteosarkomlar ve kıkırdak dokusundan kaynaklanan kondrosarkomlardır. Osteosarkomlar en sık, kemik dokusunun hızla büyüdüğü ikinci on yaşta görülür. Ancak histolojik alt-tiplerine göre daha ileri yaşlarda ortaya çıkan formları da vardır. Hastaların çoğunda ana belirti kemikte ağrıdır, tümörün büyümesi genellikle ağrısız olsa da, kemik zarının etkilenmesiyle birlikte ağrı ortaya çıkar. Tanı öncesi ağrılı dönem ortalama 3 aydır. İkinci en sık görülen belirti ise şişliktir. Hastalığın kol ve bacak kemiklerinde yerleşmesi ya da vücutta yerleşmiş olması gerek tanı gerekse tedavi açısından sonuçları etkileyen önemli bir faktördür. Vücut kemiklerinde yerleşmiş hastalıkta tanı daha geç konur ve cerrahi tedavi uygulanması olasılığı daha kısıtlıdır.

Osteosarkomlar biyolojik davranışları gereği tanı anında genellikle yayılmış olarak ortaya çıkarlar. Hastalığın ana tedavi seçeneği kemoterapi ve cerrahidir. Tanı konur konmaz başlanan kemoterapi ile tümör dokusu mümkün olduğunca küçültülmeye çalışılır ve ardında cerrahi tedavi planlanır. Cerrahi planlanması ortopedi uzmanının deneyimiyle doğrudan ilişkilidir. Uzuv koruyucu bir ameliyat yaklaşımı, hastanın günlük işlevlerini sürdürmesi açısından çok önemlidir, ancak deneyim gerektirir. Hastalık radyoterapiye genellikle duyarlı olmadığından radyoterapi, cerrahinin uygulanamadığı durumlarda tedavi planına eklenir. Kondrosarkomlar, kıkırdak dokusundan kaynaklanan tümörlerdir. Genellikle 30-60 yaş arasında görülürler, 35-45 yaşlar arasında en sıktırlar. %30 leğen kemiklerinde, %20 uylukta, %15 omuzda ve %10 göğüs ve kaburga kemiklerinde görülürler. Hastaların %75-95’inde ilk belirti ağrıdır. Tümörün büyüme hızı genellikle yavaştır, bu nedenle tanı öncesi 10-20 yıl geçmişi olan hastalar bile bulunmaktadır. Tanı radyolojik yöntemler doğrultusunda biyopsi ile konur. Hastalığın ana tedavi yöntemi özellikle yavaş büyüyen tümörlerde cerrahi ile tümörün çıkarılmasıdır. Radyoterapi ve kemoterapi daha hızlı büyüyen tümörler için etkili bir tedavi seçeneğidir.
 
Üst Alt