Neler yeni
MEGAForum - Teknoloji Forumu

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı yada giriş yapmalısınız. Forum üye olmak tamamen ücretsizdir.

  • Web sitemizin içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için Web sitemize kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Web sitemize üye olmak tamamen ücretsizdir.
  • Sohbetokey.com ile canlı okey oynamaya ne dersin? Hem sohbet et, hem mobil okey oyna!
  • Soru mu? Sorun mu? ''Bir Sorum Var?'' sistemimiz aktiftir. Paylaşın beraber çözüm üretelim.

İslam Akaid

LeGoLaS

ikra
Onursal Üye
Konum
Türkiye
  • Üyelik Tarihi
    1 Ağu 2008
  • Mesajlar
    9,959
  • MFC Puanı
    3,016
A) İMAN VE AMEL YÖNÜNDEN MÜMİNLER


Müminler imanda, tevhidde eşittirler. Bu eşitlik, iman edilecek şeyler itibariyledir. Küfür ile iman, körlük ile görmek gibidir. Hiç şüphesiz gözleri görenler, görmenin kuvveti ve zayıflığı bakımından farklıdırlar. Kimi kalın bir çizgiyi görür, ince bir çizgiyi görmez. Kimi yakını iyi görür uzağı göremez. Kimi de uzağı iyi görür, yakını göremez. Bunlar görme kuvvetinde farklı iseler de hepsi de görmektedir.


Bir kimsenin, benim imanım Peygamberlerin imanı gibidir, demesi caiz değildir. Yine, benim imanım Ebubekir ve Ömer (r.a)nın imanı gibidir, demek uygun deşildir. Kelime-i Tevhidin bir kalpteki nurunu ancak Allah (c.c.) bilir. Kimi kalpteki nuru, güneş gibidir. Kimi kalpte ay, kimi kalpte yıldız, kimi kalpte bir meşale gibidir. İman kuvveti, zahiri ameli kuvvete, batini ilmi kuvvete şamildir. Bu şekilde bu nurun etkisi, dünyada ameller ve ilim üzerinde; ahirette de ahiret halleri üzerinde görülür. Bu kelimenin nuru ve mertebesi arttıkça, şüpheleri ve şehvetleri kuvvetinında yok eder; belki de öyle bir noktaya getirir ki rastladığı her şüpheyi, şehveti, günahı yakar, imha eder.


Amelde üstünlük olabilir. Müslümanlar aynı şeylere inandıkları halde, yaptıkları ameller birisinde az, diğerinde yarım, bir diğerinde daha çoktur. Biri namazlarını kılar ama zekâtını vermede kusurludur. Diğeri namaz, zekât, hac diğer yükümlülükleri de yapar. Bir başkası emredilenleri yapar; ama yasak olduğu halde faizi de almaktan kurtulamaz. İşte bunlar, hepsi mümin olma noktasında eşit, amel bakımından farklıdırlar.


B) İMAN ARTMAZ VE EKSİLMEZ


İman artmaz ve eksilmez. Çünkü, imanın noksanlaşması ancak küfrün artması ile; imanın artması da ancak küfrün noksanlaşması ile birlikte düşünülebilir. Bir şahsın, aynı anda hem mümin hem de kâfir olması nasıl düşünülebilir? Bu görüş, İmam-ı Azam Ebu Hanife ve arkadaşlarının görüşüdür.


Yine "el - Fıkhu'l - Ekber" adlı kitabında şöyle diyor: "Gök ve yer ehlinin imanı artıp eksilmez. Bütün müminler, imanda ve tevhidde derece bakımından eşit olup, amel bakımından birbirlerinden üstün olabilirler."


Şöyle bir soru sorulabilir: Cenab-ı Hak Kur'an-ı Keriminde şöyle buyuruyor:


"İmanlarını artırsınlar için..." (el-Feth / 4) Bu ve benzeri ayetler yanında Peygamber (s.a.v.) de şöyle buyuruyor:


"İman, yetmiş küsur şubedir. En üstünü, "Lailâhe illallah" demek, en aşağısı da yolda eziyet veren şeyleri kaldırıp atmaktır. Utanmak da imandan bir şubedir." (Müslim, İman)


Bu soruya şöyle karşılık verilebilir: Bu ayet ve hadislerin hükmü, sahabe hakkında geçerlidir. Çünkü Kur'an, o devirde zaman içersinde ayet ayet iniyor, onlar da her inen ayete iman ediyorlardı. Bu da onların ilk durumlarına göre imanlarını arttırmış oluyordu. Bunlar bizim hakkımızda ise geçerli değildir. Çünkü vahiy kesilmiştir.


C) AMEL İMANDAN BİR PARÇA MIDIR?


Amel imandan bir parça değildir. Eğer amel imandan bir parça olsaydı, amellerinde eksiği olan insanların imanlarının eksik olması gerekirdi. Oysa iman, bir parçadır, bölünmez, parçalanmaz; aynı zamanda artmaz.


Zira bazı Müslümanlar, beş vakit namazını kılarken cumaları ara sıra terk eder. Bazısı orucu terk eder. Bazısı zekâtı terk eder. Bunların amellerinde eksiklik vardır; ama amellerindeki eksiklikten dolayı imanlarında eksiklik yoktur. İnanılacak şeyler bir bütündür, birine inanmamak hepsine inanmamak gibidir insanı imandan çıkarır. Bu bakımdan iman eksilme ve artma kabul etmez. İmanın eksilmesi küfrün artması da olmaz. İman ile küfür bir kalpte toplanmaz.
 

LeGoLaS

ikra
Onursal Üye
Konum
Türkiye
  • Üyelik Tarihi
    1 Ağu 2008
  • Mesajlar
    9,959
  • MFC Puanı
    3,016
D) AMELLERDE RİYA


Amellere riya karıştığı zaman, bu riya, o amelin Allah katındaki sevabını yok eder.


Ucub (kendini büyük görmek, ululamak) da amellerin sevabını yok eder.


"Ey iman edenler! Sadakalarınızı başa kakmak, eziyet etmek suretiyle (malını insanlara gösterişte bulunmak için harcayanlarda olduğu gibi) iptal etmeyin." (Bakara/264)


Peygamber Efendimiz (s.a.v.) de bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyuruyor:


"Allah Tealâ, içinde zerre kadar riya bulunan bir ameli kabul etmez." (Müslim)


İmam-ı Azam (r.a) sevabının yok olacağını söylemiş; ama amellerin iptal edileceğini söylememiştir. Bu ifade ile amellerdeki seva mükâfatın önemine işaret etmişlerdir.


Ucub (ululanmak) da böyledir. Her hangi bir amele ucub karıştığı zaman, onun Allah katındaki mükâfatını ve amelini riyada olduğu gibi iptal eder. Çünkü ucub yapan kimse, Allah'ın azabından emin olur; iman ve amellerinin yok olmasından emin olup korkmaz. Allah'ın azabından emin olmaksa küfürdür.


E) İNANILACAK ŞEYLERDE PROBLEMLE KARŞILAŞAN KİMSE NE YAPAR?


İnsan, tevhit ilminin inceliklerinden herhangi bir şey üzerinde güçlük ile karşılaşınca o zaman, sorup öğreneceği bir âlim kişiyi bulana kadar Allah katında doğrusu hangisi ise ona inanması gerekir. Yani "Allah katında doğrusu hangisi ise ona inanıyorum" demesi gerekir. Fakat böyle bir âlim arayıp bulma işini tehir etmesi caiz değildir. Çünkü bu mesele kişinin bilmesi farz olan meseledir. Bu da iman ve imanın yok olması bilgisidir. Bu konuda, durup beklemekten dolayı özürlü kabul edilmez. Eşer şüpheye düşerek sormaz da beklerse, o taktirde kâfir olur. Zira beklemek, inanılması gerekli bir meseleyi tasdik etmeye engeldir. "Allah'a inandım, inanılması gerekli olan şeylere de inandım" derse, bu söz ile, icmali (kısa) iman gerçekleşmiş olur.


F) RU'YETULLAH (ALLAH'I GÖRMEK)


Allah Tealâ ahirette görülecektir. Müminler, Allah'ı cennette baş gözü ile keyfiyetsiz, bir şeye benzem, arada bir mesafe bulunmadan göreceklerdir.


Müminler, cennette oldukları halde Allah'ı göreceklerdir. Bu konu ile ilgili olarak Rasülullah (s.a.v.) şöyle buyuruyor:


"Cennet ehli cennete girdiği zaman Allah Tealâ: "Bir şey istiyor musunuz? Size nimetlerimi artırayım." buyuracak. Cennet ehli de: "Yüzlerimizi beyaz kılmadın mı, bizi cennete koymadın mı?" diyecekler. Allah Tealâ da: "Evet" buyuracak. Bundan sonra, Allah ile aralarındaki perde açılacak, müminler Allah'ın yüzüne bakacaklar. Cennet ehline, Rablerine bakmadan daha büyük bir nimet verilmemiştir. Bundan sonra Rasülullah (s.a.v.):


"İyilik yapanlara, daima yaptıklarının daha iyisi azlası verilir." (Yunus / 26) ayetini okumuştur." (Müslim, K. İman)


Bu konuda Kur'an'dan delilimiz şu ayettir:


"O günde yüzler, parlak olduğu halde Rabbine bakacaktır." (Kıyame / 22)


Allah'a yakınlık ve uzaklık keyfiyetsizdir.


Allah'a uzaklık ve yakınlık, mesafe uzaklığı ve yakınlığı yönünden değil, belki keramet (üstünlük) ve zillet (önemsizlik) bakımındandır. Allah'a itaat eden kişi keyfiyetsiz olarak ona yakın, isyan eden kişi de yine keyfiyetsiz olarak ondan uzaklaşır.


Mesafe yönünden uzaklık veya yakınlık, varlığı kendinden olmayan ve bir yer ve yönde yerleşmiş olan yaratıklar hakkında düşünülebilir. Allah Tealâ ise mekândan, mekâna yerleşmekten ve bir yönde bulunmaktan münezzehtir.


Allah Tealâ'ya yakınlık ve uzaklıktan kasıt şudur: Kulun Allah'a yakın olması, kendi üstünlüğü, iyilik ve üstünlüğünün eseridir. Bunun gibi Allah'tan uzak olması, kendi zilleti, önemsizliği ve noksanlığındandır.


G) BÜYÜK GÜNAH İŞLEYEN DİNDEN ÇIKMAZ


Allah'a karşı büyük günah işleyen kimse, kâfir olmaz. Kul, işlediği günahla Allah itaatten çıkmış, isyan etmiştir. Ancak, imandan çıkmamıştır. Zira iman, ikrar ve tasdikten ibarettir. İkrar ve tasdik ise bakidir. Dolayısıyla iman devam eder. Ancak işlenen günah, küfrü gerektiriyorsa, o taktirde iman yok olabilir. Çünkü küfür imanı yok edicidir.


Günahkâr kullar eğer iman ile gitmişlerse, cehennemde günahları kadar yanacaklar; sonra da imanları sebebiyle cennete gireceklerdir.


O bakımdan bazı haramları işleyen din kardeşlerimizi hor görmemeli, onlara dinden çıkmış gözüyle bakmamalıyız. Bir din kardeşi olarak onların da o günah bataklığından kurtulmaları için yardım etmeliyiz.
 

LeGoLaS

ikra
Onursal Üye
Konum
Türkiye
  • Üyelik Tarihi
    1 Ağu 2008
  • Mesajlar
    9,959
  • MFC Puanı
    3,016
H) TEVBE VE ŞARTLARI


Tevbenin kabulü, günahkârın cezasını düşürmek; aklen Allah Tealânın yapması gereken vacip bir vazife değildir. Bu, bilâkis onun merhametindendir, lütfundandır. Kabulü konusunda ise, kabul edileceği umulur; muhakkak kabul olunur denilemez. Bu konuda "Allah dilediğinin tevbesini kabul eder" (Tevbe/15) mealindeki ayet bize bunu anlatmaktadır.


Buna bir örnek, Peygamberimizle savaşa katılmayan kişiler samimi olarak tevbe etmişlerdi; fakat tevbeler hemen kabul edilmedi. Peygamber (s.a.v.)in onların kalplerinde olanı bilmediği ve Allah (c.c.)nun onlar hakkındaki hükümde bağımsızlığına saygılı olmasından dolayı onlar hakkında kendi başına bir hüküm vermedi. Allah'tan hüküm gelmesini bekledi. Allah (c.c)nun bu hükmü açıklamayı geciktirmiş olması, onları bir daha böyle bir işe dönmekten menetmek için olsa gerektir.


Küfürden dolayı yapılan tevbeböyle değildir. Bu tür tevbeler kesinlikle kabul edilir. Sahabe ve selef alimleri bunu söylüyorlar.


Ehl-i Sünnet âlimleri, tevbe edenin tevbesinin kabulünün kesin olmadığını söylemeleri şundandır: Tevbe, şartlarına uygun yapıldığı konusunda kesin bir bilginin bulunmadığından dolayıdır. Zira şartları tam olmayan tevbeler çoktur.


Kur'an-ı Kerim'de "İnsanlardan bir kısmı inanmadıkları halde Allah'a ve ahiret gününe inandık, derler." (Bakara/8)


Yine, "Allah tevbeleri kabul eder ve sadakaları (zekât ve öşür) alır" (şura/25) Allah Tealanın verdiği haber hak ve doğrudur. Bunu inkâr etmek küfürdür.


Peygamber (s.a.v) de şöyle buyurmuşlardır: "Günahlarından tevbe eden günahsız gibidir." (Ibn-i Mace)


İşlediği büyük günahlardan birine tevbe etse, tevbesi kabul edilir. Tevbe ettiği günahlardan ötürü azab edilmez.


Büyük günahlardan tevbe etmek, küçük günahlardan tevbe etme ıerine geçmez. Ehl-i Sünnette göre, büyük günahlardan tevbe eden küşinin küçük günahlardan azab edilmesi caizdir.


Haricilere göre ise, tevbesiz öldüğü taktirde Allah'a karşı isyan eden kişi, bu isyanı ister küçük olsun ister büyük olsun, kâfirdir. Cehennemde devamlı kalacaktır.


Mutezileye göre, işlediği günah büyük ise imandan çıkar; ama küfre girmez. Ancak böyle bir günahkâr, cehennemde devamlı kalacaktır. Büyük günahlardan kaçınmışsa, işlediği günah küçükse bundan ötürü müminin azab edilmesi caiz değildir. Eğer küçüklerle beraber, büyük günahları da işlemişse, o taktirde küçükler de affedilmez.


Onların bütün bu görüşlerine cevap olarak şu ayet-i kerime vardır: "Allah şirkten başka bütün günahları dilediği kimseler için mağfiret eder." (Nisa/48) Bu ayette, Allah Tealânın bazı günahkârların günahlarını tevbesiz olarak affedeceği işareti vardır.


Tevbenin şartları:


1- İşlediği günaha son vermek,
2- İşlediğine pişman olmak,
3- Artık o günaha dönmemeye azmetmek,


Eğer işlediği günah Allah'la kul arasında ise bu üç şart aranır. İşlediği günah kul hakkı ile ilgili ise şu şart da vardır:


4- Kul hakkından kurtulmak.


I) SAHABENİN FAZİLET SIRALAMASI


Peygamber (s.a.v)in ashabının en faziletlileri hulefa-i raşidindir. Onların da fazileti hilâfet sıralarına göredir. Sonra da cennetle müjdelenmiş on sahabenin diğerleri, sonra Bedir ashabı, Uhud ashabı, Hudeybiıede Bey'atü' ridvan ashabı ve diğer sahabeler fazilette dereceye girerler.
 

LeGoLaS

ikra
Onursal Üye
Konum
Türkiye
  • Üyelik Tarihi
    1 Ağu 2008
  • Mesajlar
    9,959
  • MFC Puanı
    3,016
J) SİHİR VE NAZAR


Sihir ve nazar haktır, vardır. Peygamber (s.a.v): "Nazar haktır" (Ebu Davud, Ibn-i Mace) buyurmuşlardır. Bir başka rivayette "Nazarın insanı mezara, deveyi de tencereye dolduracağı" ifade edilmiştir. Bir başka rivayette "Sihrin de hak olduğu" ifade edilmiştir. Falak suresinde de sihrin şerrinden Allah'a sığınmak gereği üzerinde durulur.


İmam-ı Maturidi, sihrin her çeşidinin küfür olmadığını belirtmiştir. Eğer inanılması gereken şeylerden bir şey inkâr ediliyorsa, küfürdür; inkâr eiyorsa küfür değildir. Eğer bir kişinin helâki, hastalanması, karı kocayı ayırma gibi büyüler küfür değildir. Ancak büyük günahtır.


Sihir yapan, kadın erkek büyücünün hükmü öldürülmektir. Çünkü bunlar fesat ve kötülük için çalışmaktadırlar. Küfür olan sihri yapan büyücülerdense sadece erkek olan katledilir, kadın katledilmez.


K) LEVH-İ MAHFUZDAKİ YAZI DEĞİŞİR Mİ?


Yüce Allah Kur'an-ı Kerim'de: "Allah dilediğini siler, dilediğini de sabit kılar. Kitabın anası onun katındadır." (Ra'd) buyurarak günah işleyip de tevbe edenlerin günahını bağışlayacağını, tevbeyi ise sabit kılacağını ifade etmişlerdir.


Levh-i mahfuzda yazılanlar kulun sıfatıdır. Kul için bir halden diğer bir hale geçmek mümkündür. Bu sebeple kulun sıfatı değişir. Fakat Allah'ın kaza ve kaderi asla değişmez. Çünkü kaza hükmedenin sıfatıdır. Hükmedilen şey ise Levh-i mahfuzda yazılı bulunan şeydir.


Eş'ariler, Levh-i mahfuzda bulunan yazının değişmeyeceği görüşündedirler.
 

LeGoLaS

ikra
Onursal Üye
Konum
Türkiye
  • Üyelik Tarihi
    1 Ağu 2008
  • Mesajlar
    9,959
  • MFC Puanı
    3,016
L) ALLAH ARŞA İSTİVA ETMİŞTİR


Kerramiye ve Müşebbihe taifesi, "Allah Tealâ, mekân yönünden Arş üzerinde yükselmiştir;ın ise yerleştiği bir karargâhı vardır, derler. Bunlar Allah Tealâyı inmek, binmek, gitmek ve gelmekle vasıflandırırlar.O bir cisimdir; fakat diğer cisimler gibi değildir." derler. Allah onların bu söylediklerinden beridir. Onlar, şu ayeti delil getirirler:


"Allah, Arşın üzerine istiva etmiştir." (Taha/5)


Ancak biz, şöyle diyoruz: Arş yok idi, o Allah'ın yaratması ile var oldu. O, ya Allah'ın büyüklüğünü göstermek için yaratıldı veya oturmak için. Üzerinde oturmak için yaratılmıştır demek caiz değildir. Çünkü, bir mahluka muhtaç olan varlık, yaratıcı olamaz. Bu ihtimal çürütülünce sıra gelir ikinci ihtimale. Bu ihtimal de Arşın üzerinde yükselmesinin yarattıkları üzerine büyüklük ve hükümranlığıdır. Allah'ın ise buna ihtiyacı yoktur.


Sonra, istivanın manası, idare ve hükümranlık yönünden yükselmektir. Zira her şey Arşın hükmü ve kudreti altındadır. Arş da Allah'ın kudret ve hükmü altındadır. Bu mesele, "Falanca, tahtın üzerine çıkıp ayaklarını uzattı." sözü gibi olur. Bu sözden, idare ve hükümranlığın o kimseye ait olduğunu ve bu işlerde kendisi ile çekişecek kimsenin bulunmadığını kastederler.


Nitekim bu manayı te'yid etmek için Allah Tealâ bir başka âyette şöyle buyuruyor:


"Rabbınız öyle bir Allah'tır ki, gökleri ve yeri yedi günde yarattı. Sonra Arş üzerine çıktı ve işleri oradan idare ediyor." (Yunus/3)


M) MÜTEŞABİH AYETLER TEVİL EDİLMEDEN KABUL EDİLİR


Kur'anda zikredildiği üzere Allah Tealânın eli, yüzü ve nefsi vardır. Allah Tealâ bu konularda şöyle buyuruyor:


"Allah'ın eli kulların ellerinin üstündedir." (Feth/10)


"Sadece Rabbinin yüzü bakidir." (Rahman/27);


İsa (a.s.)dan hikâyeten:


"Benim nefsimdekini bilirsin; fakat ben senin nefsinde bulunanı bilmem." (Maide/116)


Allah'ın, kitabında zikrettiği bu sıfatlar, keyfiyetsiz sıfatlar olup, aslı bilinmekte, fakat vasfı bilinmemektedir. Bilinen asıl, teşabüh ve vasfını anlamaktan aciz olmak sebebiyle batıl olmaz. Bu konuda Imam-ı Ahmed b. Hanbel'in şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Bu sıfatların keyfiyeti meçhul olup, onların nasıl olduklarından bahsetmek ise bid'attir."


Yukarıda zikredilen sıfatları, elden maksat, Allah'ın kudreti, yahut nimeti tarzında te'vil etmek, Allah'ın sıfatlarını iptal etmektir. Allah'ın sıfatlarını iptal etmek ise Mu'tezile ve Kaderiye taifesinin görüşüdür. Lâkin Allah'ın eli, keyfiyetsiz olarak sıfatıdır. Allah'ın gazap ve rızası da keyfiyetsiz olarak Allah'ın sıfatlarıdır. Yani bunların nasıl olduğunu biz bilemeyiz; ancak Allah kendisi bilir.


Nasslarda yer alan el, yüz, istiva... gibi sözcükler tevil edilemez. Çünkü Cenabı Allah bu kelimeleri özellikle kullanmış, bunların yerine; kudret, nimet, görme ve istilâ kelimelerini zikretmemiştir. Doğrusu Cenabı Allah el kelimesinden nimet ve kudret gibi iki manadan başkasını kastetmiştir. Bu sıfatlar, Allah hakkında müteşabih sıfatlardır. Cumhur-u Selefin görüşü budur. Onlar ayetlerde kesin bilinen aslı ispat ettiler, sıfatların müteşabih olan keyfiyeti konusunda sustular. Bununla beraber sıfatların keyfiyetini aramakla meşgul olmayı caiz görmediler. Nitekim Yüce Allah, gerçek bilgi sahiplerini şu şekilde vasıflandırmaktadır:


"İşte kalplerinde şüphe bulunanlar, fitne aramak ve te'viline gitmek için Kur'an'ın müteşabih âyetlerine uyarlar. Halbuki o müteşabihin te'vilini yalnız Allah bilir. Derin ilme sahip olanlar ise: Biz ona inandık; açık ve kapalı bütün ayetler Rabbimiz tarafındandır, derler. Bunları ancak aklı tam olanlar iyice düşünür" (Al-i Imran/7)
İslam İtikad EsaslarıKÜFRÜ GEREKTİREN ŞEYLER
 

LeGoLaS

ikra
Onursal Üye
Konum
Türkiye
  • Üyelik Tarihi
    1 Ağu 2008
  • Mesajlar
    9,959
  • MFC Puanı
    3,016
A) İMAN VE KÜFÜR


İman ve küfür birbirinin zıddı iki kavramdır. İman, inanmak, tasdik etmek, kabul etmek anlamına gelirken; küfür, inkâr etmek, kabul etmemek anlamına gelir. İman, "Kelime-i şahadet" denilen birkaç kelimeyi kabul ederek söylemekle olduğu gibi, küfür de imana ters düşecek, inkâr sayılacak bir inanışa sahip olmak, bu manada bir söz söylemek veya bu anlamda bir davranışta bulunmakla olur. Diğer bir ifadeyle küfür, imanı bir çırpıda sıfırlayan, yok eden bir kavramdır.


Bu bakımdan her Müslüman, imanını zedeleyecek, tehlikeye düşürecek hatta bozacak inanış, söz ve davranışlardan kendini korumalıdır. İmansız amelin de bir kıymeti olmaz. Zira iman, amellerin geçerlilik damgasıdır. İman olmayınca ömür boyu yapılan bütün iyi ameller geçersiz kalır. İmansız olarak ahirete giden kişi ebediyen cehennemde kalır. O yüzden her mümin, ömrünün sonuna kadar imanını muhafaza etmeli ve ahirete iman ile gitmek için çabalamalıdır.


Bunu yapabilmek için de imanı bozabilecek şeyleri iyi bilmek gerekir. Kişi zararlı şeyleri bilirse korunabilir. Bilinmeyen zararlardan korunmak mümkün olmaz.


Küfrü gerektiren şeyleri üç başlık altında topladık. Bunlar İslâm âlimleri arasında ittifakla kabul edilmiş şeyler değildir. Kuvvetli görüşler esas alınarak derlenmeye çalışılmış, kaynaklar belirtilmiştir. Ancak imanı ve ameli bir anda yok etme tehlikesi olan bu şeylerden kaçınmak en akıllıca bir davranış olacaktır.


Küfrü gerektiren şeyleri içinden geçirmek küfür değildir. Bunlar şeytanın hatırlatmaları, çaba ve gayretleridir(Vesvese). Bu hilelere aldanmamak için dikkatli olmak gerekir.


Bir kimse bilmeyerek küfrü gerektirecek bir söz söylese, tercih edilen görüşe göre küfre girmez. Bilmediğinden dolayı mazurdur.


Küfür, tekfir konusunda akait kitaplarında "Ehl-i kıble tekfir edilemez" sözü geçer. Kişi kıbleye yöneldiği ve namaz kıldığı için elbette tekfir edilemez. Ancak küfrü gerektiren inanış, söz ve davranışlar sebebiyle kendi kendini küfre götürmüş olur.


B) KÜFRÜ GEREKTİREN İNANIŞLAR


Nassları reddetmek, inanmamak küfürdür. İman bir bütündür. İnanılacak şeylerden birini inkâr, tamamını inkâr olur.


İster büyük, ister küçük olsun, haramı helâl saymak, küfürdür. Meselâ faizi helâl saymak, onu kendi alın terinin karşılığı görme gibi bahanelerle zararsız kabul etmek, küfürdür.


Allah Tealânın rahmetinden ümidi kesmek, küfürdür. Cenab-ı Hak bu hususta şöyle buyurmuştur: "...Hakikat şudur ki, kâfirler güruhundan başkası Allah'ın rahmetinden ümidini kesmez." (Yusuf / 87),


Allah'ın azabından emin olmak, küfürdür. Zira Allah Tealâ buyurmaktadır ki: "...Allah'ın tuzağından (onlara mühlet verip de sonra ansızın yakalamasından) emin mi oldular. Fakat ziyana uğrayan topluluktan başkası, Allah'ın (böyle) mühlet vermesinden emin olmaz." (A'raf / 99),


Gaybdan haber verdiğini iddia eden kâhinin, falcının sözlerini tasdik etmek inanmak, küfürdür. Gelecekte ne olacağını bilmek ancak Allah'a mahsustur. Bazı insanlar cinlerden haber alarak gelecekte nelerin olacağını, kişilerin başına nelerin geleceğini bildiklerini iddia ederler. Yüce Allah Kur'an-ı Kerimde şöyle buyuruyor: "De ki: Göklerde ve yerde Allah'tan başka kimse gaybı bilmez..." (Neml / 65) Peygamberimiz (s.a.v.) de şöyle buyurmuştur: "Kim, bir kâhine gelir ve onun söylediklerini tasdik ederse; Allah'ın (c.c.), Hz. Muhammet (s.a.v.)e indirmiş olduklarını inkâr ile küfre girmiş olur." (Müslim, Ebu Davud)
 

LeGoLaS

ikra
Onursal Üye
Konum
Türkiye
  • Üyelik Tarihi
    1 Ağu 2008
  • Mesajlar
    9,959
  • MFC Puanı
    3,016
C) KÜFRÜ GEREKTİREN SÖZLER


1- Kitap ve sünneti zahirlerinden vazgeçip batın ehlinin iddia ettiği batini manalara sapmak. Kur'an ve sünnetin manası gizlidir bunu ancak üstat bilir, demek gibi. (Nesefi Akaiti /211)


2- Şeriatla, dinle alay etmek, sövmek, küfürdür. Çünkü bu hal, onun inanmadığını gösterir. (a.g.e. /211)


3- Fıkıh, tefsir, hadis, akait gibi ilimlerle alay etmek, küfürdür.


4- İslâm alimlerine hakaret etmek, alay etmek, küfürdür. (Mecmau'l Enhur, 1/703)


5- Cebrail, Aliye gidecekken yanlışlıkla vahyi Muhammet (s.a.v)e götürdü demek,Rafizilerin dediği gibi.


6- Ashaptan veya diğer müminlerden birine küfür isnat etmek. O h elde kesin bilgi ve belge olmadıkça müminler bu gibi sözlerden kaçınmalıdırlar.


7- Peygambere sövmek, (Bezzaziye)


8- Müslüman'ı gayr-i Müslime benzetmek. Kelime-i şahadet getiren her insan müslümandır. Günahından dolayı bir müslümanı, Yahudi veya Hıristiyan'a benzetmek asla doğru değildir.


9- "Kur'anın her dediğini yapacak olursak ekmek yiyemeyiz" demek. Bu söz, itikadsızlığın ve Allah'a güvensizliğin açık bir ifadesidir. Kur'an'ın bir kısmını kabul edip bir kısmını kabul etmemektir.


10- Bir müslümana kâfir demek. Bunu sövmek amacıyla söylüyorsa, büyük günah işlemiş olur. Yok eğer o kişinin kâfir olduğuna inanarak söyüyorsa, kendisi kâfir olur.


11- Hac, oruç gibi ibadetleri beğenmemek,


12- Namaz ibadetini çoğumsamak,


13- Harama besmele çekmek. İçki içerken, zina ederken besmele çekmek gibi.


14- Allah kelâmına (Kur'ana) mahluk demek, küfürdür.


D) KÜFRÜ GEREKTİREN DAVRANIŞLAR


1- Abdestsiz namaz kılmak,


2- Kıbleden başka bir yere yönelerek namaz kılmak, (Şerh-i Fıkhı Ekber, Aliyyü'l Kaari)


3- Gayr-i Müslimlerin bayramlarını kutlamak, o günde yaptıkları yemeği pişirmek, (Mec. Enhur, 1/706)


4- Küfrü gerektiren söze gülmek, Söyleyen kimse çok komikse veya güldürücü bir biçimde söylenmişse, küfür değil günahtır. O bakımdan tevbe edilmelidir. Dinde küfre rıza küfürdür, kaidesi vardır.


5- Gayr-i Müslimlerin dini alâmetleri sayılan şeyleri giymek, din adamlarının giysilerini, şapkalarını giymek, haç takmak, zünnar takmak gibi. (Bezzaziye 6/332)


E) ELFAZ-I KÜFRÜ SÖYLEYENİN HÜKMÜ


Küfrü gerektiren sözler ittifakla küfrü gerektiriyorsa, yapılan bütün ameller boşa gider. Tevbe eder Kelime-i şahadet getirerek Islâma dönerse haccını iade eder, nikâhını tazeler.


Küfrü gerektiren söz ihtilâflı ise; o söylediğinden dönerek ihtiyaten tevbe etmek ve nikâh tazelemekle emrolunur.


Küfrü gerektiren söz hata ile söylenmişse, küfrü gerektirmez. Onu hata ile söyleyen mümindir. Nikâh tazelemesi gerekmez; ancak istiğfar ederek o sözden dönmesi gerekir.


Buraya kadar nikâhın tazelenmesi konusunda söylediklerimiz, erkek küfür söz söylediği zamandır. Küfrü gerektiren sözü, zevce söylemişse; nikâhın bozulması konusunda ihtilâf vardır. Buhara alimlerinin çoğu, nikâhın bozulacağını ve erkeğin velev bir dinar karşılığında da olsa nikâhı yenilemeye mecbur edileceğini söylemişlerdir.


Bu sözleri şaka veya oyun yaparak söylerse; bütün alimlerce küfürdür. Hata ile veya zorlanarak söylerse; bütün alimlerce küfür değildir. Bilerek ve kasten söylemişse; bütün alimlerce küfürdür.


İsteyerek söyler; ama küfür olduğunu bilmezse, bu konuda ihtilâf vardır. Birinci görüş, mümkün olduğunca müslümanın küfrüne hükmolunmaz, sözü iyiye yorumlanır. İkinci görüş, eğer söylediği sözün küfür olduğuna inanmıyor veya küfür olduğunu bilmiyorsa ve bunu isteyerek söylemişse, bütün alimlerce küfre girer, bilmemek mazeret değildir. (Mecmau'l - Enhur, 1/688)


Küfür sözler kişinin amellerini bir anda yok edecek kadar tehlikelidir.
 
Üst Alt