Neler yeni
MEGAForum - Teknoloji Forumu

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı yada giriş yapmalısınız. Forum üye olmak tamamen ücretsizdir.

  • Web sitemizin içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için Web sitemize kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Web sitemize üye olmak tamamen ücretsizdir.
  • Sohbetokey.com ile canlı okey oynamaya ne dersin? Hem sohbet et, hem mobil okey oyna!
  • Soru mu? Sorun mu? ''Bir Sorum Var?'' sistemimiz aktiftir. Paylaşın beraber çözüm üretelim.

Filozoflar

diShy

~ یơυℓℓεss ..
Onursal Üye
  • Üyelik Tarihi
    27 Kas 2009
  • Mesajlar
    24,120
  • MFC Puanı
    79
Sigmund Freud
Sigismund Scholomo Freud (okunuşu: Zigmund Froyd ) (d. 6 Mayıs 1856, Příbor, Moravya, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu (bugün Çek Cumhuriyeti) - ö. 23 Eylül 1939, Londra, Birleşik Krallık), psikanaliz öğretisini geliştirmiş olan Avusturyalı nörologdur.

Psikiyatride "psikanaliz" adı verilen bir yöntem geliştirdi. Buna göre, ruhsal sorunların kaynağını, hastaların bastırdıkları ve bilinçaltına ittikleri sorunlarda aradı. Hastaların bilinçaltındaki duygularını yüzeye çıkarmaya dayalı "psikoterapi" adı verilen bir yöntemle hastalarını iyileştirmeye çalıştı.

Temel Eserleri

- Zur Psychopat*hologie des Alltagslebens (Günlük Yaşa*mın Psikopatolojisi)

- Die Traumdeutung (Düşlerin Yorumu)

- Über Psychoanaly*se (Psikanaliz Üzerine Beş Ders)

- Totem und Tabu (Totem ve Tabu)

- Zur Einführung des Narzissmus (Narsisizmin İncelenmesine Giriş)

- Unbehagen in der Kultur (Uygarlı*ğın Huzursuzluğu)

- Jenseits des Lustprinzips Das Ich und das Es (Haz İlkesinin Ötesinde Ben ve İd)

- Der Mann Moses und die monotheistische Religion (Musa ve Tektanrıcılık)

Sigmun Freud'un Kronolojik Yaşantısı

1856 6 Mayıs. Musevi bir ailenin çocuğu olarak Moravya'da Freiberg'de (bugün: Příbor) doğar.

1860 Aile Viyana'ya yerleşir.

1865 Ortaokula girer.

1873 Viyana Üniversitesine tıp öğrencisi olarak girer.

1876-82 Viyana'da Fizyoloji Enstitüsünde Brücke'nin yanında çalışır.

1877 İlk yayınlar: anatomi ve fizyoloji üzerine makaleler

1881 Tıp doktoru olarak mezun olur

1882 Martha Bernays ile nişanlanma

1882-5 Viyana Genel Hastanesinde çalışma, beyin anatomisi üzerinde yoğunlaşma: pek çok yayın

1884-7 Kokainin klinik kullanımı üzerine araştırmalar

1885 Nöropataloji Privatdozent'i (üniversite hocası) olarak atanma

1886 Martha Bernays'la evlenme. Viyana'da sinir hastalıkları üzerine özel muayenehane açış.

1886-93 Viyana'da Kassowitz Enstitüsünde nöroloji üzerine, özellikle çocuklardaki beyin felçleri üzerine sürekli çalışma ve pek çok yayın

1887 En büyük kızının doğumu (Mathilde)

1887-1902 Berlin'deki Wilhelm Fliess'le arkadaşlık ve yazışma. Freud'dun, bu dönemde, ona yazdığı ve ölümünden sonra, 1950'de yayımlanan mektupları görüşlerinin gelişimine pek çok ışık tutmuştur.

1887 Uygulamalarında hipnotik telkini kullanmaya başlar

1888 (yak) Histerinin katartik sağaltımında hipnozu kullanarak, Breuer'i izlemeye başlar. Giderek hipnozu bırakır ve onun yerine serbest çağrışımı geçirir.

1889 Telkin tekniğini incelemek üzere, Nancy'de Bernheim'ı ziyaret eder. En büyük oğlunun doğumu (Martin)

1891 Afazi üzerine monografi.

1892 En küçük oğlunun doğumu (Ernst).

1893-8 Histeri, obsesyonlar ve anksiyete üzerine araştırma ve kısa makaleler.

1895 Breuer ile birlikte, Histeri Üzerine Çalışmalar; olgu öyküleri ve Freud'un kendi tekniği betimlemesi.

1893-6 Freud'la Breuer arasında giderek artan görüş ayrılığı. Freud, savunma ve bastırma kavramlarını ve de nevrozun, ego ile libido arasında bir çatışmanın sonucu olduğunu getirir.

1895 Bilimsel bir ruh bilim projesi: Freud'un Fliess'e mektupları arasında bulunur ve ilk kez 1950'de basılmıştır. Ruhbilimi nöroloji terimleri ile anlatmak için başarısız bir girişim, ama Freud'un daha sonraki çoğu kuramının habercisidir.

1896 Ruh çözümleme teriminin ortaya çıkışı. Babasının ölümü (80 yaşında).

1897 Freud'un öz-çözümlemesi; yaralanma kuramının terk edilmesine ve çocuksu cinsellik ve Oediepus karmaşasının benimsenmesine yol açmıştır.

1900 Düşlerin Yorumu. Son bölümünde, Freud'un zihinsel süreçler, bilinçdışı ve haz ilkesinin üstünlüğü üzerine tüm görüşleri ilk kez özetlenir.

1901 Günlük Yaşamın Psikopatolojisi. Bu, düşler hakkındaki kitapla birlikte, Freud'un kuramlarının, yalnızca patolojik durumlara değil normal zihinsel yaşama da uygulandığını ortaya koyar.

1902 Professor Extraordinarius atanır.

1905 Cinsellik Kuramı Üzerine Üç Deneme: İnsanoğlunda, cinsel içgüdünün gelişiminin, bebeklikten erişkinliğe dek ilk kez izlenişi.

1906 (yak) C.G. Jung ruh çözümlemeye katılır.

1908 Ruhçözümleyicilerin ilk uluslar arası toplantısı (Salzburg'da).

1909 Freud ve Jung konferans vermek üzere ABD'ye çağırılırlar. Bir çocuğun ilk çözümlemesinin olgu öyküsü (küçük Hans beş yaşında) daha önce, erişkinlerin çözümlemesinden çıkarılmış olan sonuçların, özellikle de bebeklik cinselliği ile Oediepus ve iğdiş edilme karmaşasına ilişkin olanların desteklenmesi.

1910 (yak) Narsisizm kuramının ilk ortaya çıkışı.

1911-15 Ruh çözümleme tekniği üzerine makaleler.

1911 Alfred Adler'in ayrılışı. Ruh çözümleme kuramlarının psikolojik bir olguya, Dr. Schreber'in öz yaşam öyküsüne uyarlanması.

1912-13 Totem ve Tabu: Ruh çözümlemenin, antropolojik malzemeye uyarlanması.

1914 Jung'un ayrılışı. Ruhçözümsel Devinimin Tarihi Üzerine. Adler ve jung hakkında polemik yapılan bir kesimi de içerir. Son büyük olgu öyküsünü, Kurt Adamı yazar. (1918'e dek yayınlanmamıştır).

1915 Günümüze yalnızca beş tanesi gelmiş temel kuramsal sorularla ilgili oniki metapsikolojik makaleden oluşan dizi.

1915-17 Giriş Konferansları: Freud'un görüşlerinin birinci Dünya Savaşı'na kadarki durumunun kapsamlı genel bir değerlendirmesi.

1919 Narsisizm kuramının savaş nevrozlarına uygulanması. İkinci kızının ölümü.

1920 Haz İlkesinin ötesinde: yineleme takıntısı ve ölüm iç güdüsü kuramının ilk kez açık olarak tanıtılması.

1921 Grup Ruhbilimi. Egonun sistematik bir çözümsel incelenmesinin başlangıcı.

1923 Ego ve İd. Bir id, bir ego ve bir de süperegoya bölünmesiyle aklın yapı ve işleyişinin büyük ölçüde düzeltilmiş tanımı. Kanser hastalığının ortaya çıkışı.

1925 Kadınların cinsel gelişimi üzerine düzeltilmiş görüşler.

1926 Ketvurmalar, Belirtiler ve Anksiyete. Anksiyete sorunu üzerine düzeltilmiş görüşler.

1927 Bir yanılsamanın geleceği. Bir din tartışması: Freud'un geriye kalan yıllarının çoğunu adadığı bir dizi toplum bilimsel çalışmanın birincisi.

1930 Uygarlık ve Hoşnutsuzlukları. Bu, Freud'un yıkıcı iç güdüler (ki ölüm iç güdüsünün bir görünümü sayılmıştır) üzerine ilk kapsamlı çalışmasını içerir. Freud, Frankfurt kenti tarafından Goethe ödülü ile ödüllendirilir.

1933 Hitler Almanya'da güç kazanır. Freud'un kitapları Berlin'de halk önünde Naziler tarafından yakılır.

1934-8 Musa ve Tek Tanrıcılık. Freud'un yaşarken yayımlanan son kitabı.

1936 Hitler'in Avusturya'yı işgali. Freud, Londra'ya gitmek üzere, Viyana'yı terk eder. Ruhçözümlemenin Bir Taslağı. Ruh çözümlemenin son, bitmemiş ama köklü bir tanımı.

1939 23 Eylül, Londra'da ölümü.

Freud'dan Seçme Sözler

- Medeniyetin ilk şartı adalettir.04.03.2007

- Henüz yanıtlanamamış ve kadın ruhuyla ilgili otuz yıl süren araştırmalarıma karşın benim de yanıtlamayı başaramadığım çok önemli bir soru var: Kadın ne ister?

- Güç ve güveni hep dışımda aradım. Ama bunlar insanın içinden gelir. Ve her zaman oradadırlar.

- Bırakın adalet yerini bulsun, isterse kıyamet kopsun.

- Adaleti aklın yardımı olmadan kullanmak imkansızdır.

- Yaşam belirtisinin kökeninde duygulanma vardır, duygulanmanın da temeli aşktır.

- Din, toplumsal obsesyonlarımız, obsesyonlarımız ise bireysel dinimizdir.

- İsmini unuttuğunuz kişi hakkında muhakkak olumsuz bir düşünceniz vardır.

- Siz cevaplar bulmaya çalışıyorsunuz, biz ise daha çok soru sormak niyetindeyiz.

- Kültürel doğrularımızla sağlanan bilginin tümü arasında doğruluğu en az kanıtlanabilmiş unsurlar, tam da bizim için en fazla önem taşıması gereken ve evrenin bilmecelerini çözme, yaşamın acılarına katlanmamızı sağlama görevi üstlenmiş unsurlardır.

- Bilgi hazinelerine ulaşabilen insanların sayısı ne kadar artarsa, dini inançlardan kopuş da o kadar yaygınlaşır.

- Hiç bir erkek birlikte olmak istemeyeceği bir kızla yakın arkadaş olmak istemez.

- Zamanın akışı içinde insanlık, bilimin ellerinden gelen darbelerle iki kez, naif özsevgisinin incinmesinin acısını yaşamak zorunda kalmıştır: Birincisi, dünyanın merkezi olmadığını, akıl almaz büyüklükte bir dünyalar sistemi içinde sadece bir nokta olduğunu anladığında... İkincisi, biyolojik araştırmalar özel yaratılmışlık ayrıcalığını elinden alıp soykütüğünü hayvanlar alemine düşürdüğünde...

- Medeniyetin kurucusu ilk defa mızrak atmak yerine küfür kullanmış olan insandır. 24.01.2008

Sigmund Freud, Avusturyalı ruh doktoru, psikanalizin kurucusu (1856-1939).

Moravya'da, Freiberg'de dünyaya gelen Sigmund Freud, fikirleriyle çağımız insanlarının düşünce tarzını derinden değiştirdi. Uzun bir süre, Viyana'da hekimlik yaptı. Özellikle, «sinir» veya «akıl» hastalıkları denen ya da «delilik» adı verilen hastalıklarla ilgilendi. Bu hastalıklar gariptir, çünkü bir mikroptan (kızamıkta olduğu gibi) veya belirli bir dış sebepten (yarada olduğu gibi) ileri gelmez. Onun için bunların tedavisi, ötekilere oranla daha güçtür; ama hastalar gene de acı çeker ve normal bir yaşam süremezler.

Psikanaliz

Freud bu hastalıkların geçmişte, özellikle çocukluk döneminde duyulan endişelerden, bu kişilerin anlatmak istemedikleri, hattâ unutmuş gibi göründükleri kaygılardan, isteklerden ileri geldiğini düşündü. Ona göre bu endişeler, insan ruhunun ta derinliklerinde kalıyor, onların mutlu olmalarım engelliyordu. Kimi zaman rahatsızlık öylesine ciddi bir hal alıyordu ki, hastayı hastahaneye yatırmak gerekiyordu.

Bu gibi hastalan tedavi için Freud, psikanaliz adını verdiği bir yöntem buldu. Freud hastayı, olabildiği kadar rahat konuşturuyor, yalnız gizli düşüncelerini değil, aklına gelen her şeyi, hattâ ona saçma, ayıp ya da önemsiz gibi görünen, sözgelimi eski bir olayın veya bir düşün anısını bile dinliyordu.

Bir psikanaliz, haftada bir veya birkaç seans olmak üzere yıllar sürebilir. Analizci (analizi yöneten ve hastaya anılarını anlatmakta ve anlamakta yardımcı olan kişi), bu kişisel araştırma çalışmasını bir başka analizciyle birlikte de tamamlayabilir.

Psikanaliz sadece hastalara özgü bir tedavi yöntemi değildir: herkesin ruhunun derinliklerinde bilincine varmadığı, ama zaman zaman yaşama sevincini tatmasına engel olabilecek anıları, heyecanlan vardır.

Freud, insan zihninin o zamana kadar bilinmeyen yanlarını cesaretle araştırdı. On yıl yalnız psikanaliz üstüne çalıştı. 1906'da bazı hekimler de onun çalışmalarına katıldı. 1908'de ilk Uluslararası Psikanaliz Kongresi toplandı. Eserleri pek çok dile çevrilen Freud, 1938'de Avusturya Nazi Almanyası'na katılınca İngiltere'ye gitti; en önemli makalesini 80 yaşındayken yazdı; Londra'da öldü.

Freud'un Bazı Eserleri

Rüyalar Bilimi, Günlük Yaşamın Psikopatolojisi, Cinsellik Kuramı Üzerine Üç Deneme, Psikanalize Giriş, Uygarlıkta Tedirginlik.



 

diShy

~ یơυℓℓεss ..
Onursal Üye
  • Üyelik Tarihi
    27 Kas 2009
  • Mesajlar
    24,120
  • MFC Puanı
    79
Robert Anson Heinlein
Robert Anson Heinlein (7 Temmuz 1907 – 8 Mayıs 1988), ABD'li roman ve bilim kurgu yazarıydı. Sıklıkla "bilim kurgu yazarlarının duayeni" olarak tanımlanan Heinlein, sert bilim kurgu türünün en popüler, etkili ve tartışılan yazarlarındandı. Bilim kurgu eserlerinde bilim ve mühendislik bakımından akla yatkınlık ölçütlerinin yükselmesini ve türün edebi kalitesinin artmasını sağladı. 1940'larda, The Saturday Evening Post gibi genelde ana akım eserler yayımlayan dergilere yalın bilim kurgu eserleriyle sızmayı başaran ilk yazar oldu. Çağdaş kitle pazarlama döneminde, roman boyutunda çoksatar bilim kurgu eserleri veren ilk yazarlardan biriydi. Heinlein, Isaac Asimov ve Arthur C. Clarke uzun yıllar boyunca "bilim kurgunun büyük üçlüsü" olarak anıldı.

Heinlein'ın ürettiği bilim kurgu eserlerinde sıklıkla kullanılan bazı sosyal temalar mevcuttu: bireysel özgürlüğün ve özgüvenin önemi, bireylerin topluma karşı görevleri, örgütlenmiş dinin kültür ve hükümet üzerindeki etkisi, toplumun genel görüşlerine uymayan düşüncelerin toplum tarafından bastırılması vb. Ayrıca fiziksel ve duygusal aşk arasındaki ilişki, sıradışı ailevi ilişkiler ve uzay yolculuğunun kültürel uygulamalar üzerindeki etkisi gibi konuları ele aldı. Bu konuları yerleşmiş fikirlere aykırı biçimde ele alması, eserlerinin çok farklı şekillerde algılanmasına ve hatta kimi zaman birbiriyle çelişkili olduklarının öne sürülmesine sebep oldu. Örneğin 1959 tarihli Yıldız Gemisi Askerleri romanı militarizmin, hatta bir yere kadar faşizmin savunusu olarak değerlendirildi. Oysa romanda safi militarist düşüncenin değişmezliği ve aptallığına ilişkin pek çok bölüm vardı. Öte yandan 1961 tarihli Stranger in a Strange Land romanı Heinlein'ın beklenmedik şekilde cinsel devrimin ve karşı-kültür hareketinin öncüsü olarak değerlendirilmesine, poliamori ya da sorumlu poligami kavramlarını popülerleştiren kişi sayılmasına yol açtı.

Heinlein romanlarıyla dört defa Hugo Ödülü kazandı. Yayınlanmalarından elli yıl sonra üç romanı daha, geçmişte ödül verilmemiş yıllar için geriye dönük verilen "Retro Hugo" ödülüne değer görüldü. Ayrıca Heinlein, Science Fiction Writers of America'nın hayat boyu başarı alanında verdiği Büyük Usta Ödülü'nün de ilk sahibi oldu.

Ölümünden sonra eşi Virginia Heinlein yazarın mektuplarını ve notlarını bir araya getirerek bir tür otobiyografik kariyer değerlendirmesi hazırladı. Bu çalışma 1989'da Grumbles from the Grave adıyla yayınlandı.

Heinlein'ın eserlerinde kullandığı "grok", "TANSTAAFL" ve "waldo" gibi bazı terim ve kelimeler daha sonra İngilizce dilinin birer parçası haline geldi.

İlk hikayesi "Hayat-Çizgisi" 1939 yılında yayınlanmıştır.



 

diShy

~ یơυℓℓεss ..
Onursal Üye
  • Üyelik Tarihi
    27 Kas 2009
  • Mesajlar
    24,120
  • MFC Puanı
    79
Johannes Eriugena
İrlandalı olan Johannes Eriugena kral olan Kel Karl'ın daveti üzerine Paris'e gelmiştir. "Saray Okulu"nda bir süre hocalık yapmıştır. Eriugena'dan "Dogmanın Paylaşılması Üzerine" isimli bir eser bugün elimizde bulunmaktadır. Açık mistik dinsel eğilimler içeren bu eser, Yeni Eflâtunculuğun güçlü bir biçimde etkisi altındadır; nitekim daha sonra bu nedenle kilise tarafından reddedilmiştir.

Eriugena'ya göre doğanın, birbirinden ayrı olan, dört alam vardır. Önce yaratılmamış olan, fakat kendisi yaratan doğa, yani "Allah" vardır. Eriugena yaratmayı Yeni Eflâtunculuktaki gibi anlar. Allah'tan, "Eflatun'un ideleri"ni içeren doğa oluşmuştur.

Bu ikinci alanda tüm varlıkların başlangıçsız ve sonrası olmayan örnekleri bulunur. Doğanın bu ikinci alam Allah tarafından yaratılmıştır. Ancak, kendisi de, yaratma gücüne sahiptir. Çünkü doğanın bu bölümünü oluşturan ideler eşyanın meydana gelmesine neden olur. Doğanın üçüncü alanını, yaratılmış olan ve kendileri yaratmaktan yoksun bulunan "cisimler" oluşturur.

Son olarak, doğanın bütününde ya da çeşitli alanlarında, yaratılmamış ve artık kendisi de yaratmayan doğaya; yani "Allah"a, sonunda gerçekleşecek olan, yeniden kavuşma "eğilim"i vardır. Eriugena'nın düşüncesine göre, Allah doğanın yalnız başında değil, sonunda da bulunur. Yani evren, Allah'tan başlayıp yine Allah'a ulaşan bir devir hareketidir. Doğanın tüm amacı, dönüp dolaşıp sonunda yeniden Allah'a ulaşmaktır.

Eriugena'nın Hıristiyan olmaktan çok Yeni Eflâtuncu olan bu görüşleri, aynı zamanda "olumsuz ilahiyat"ın da başlangıcı olmuştur. Eriugena'ya göre Allah konusundaki tüm savunduklarımız doğru olmaktan çok yanlıştırlar. Çünkü Allah için "mutlak güç sahibidir, bütünlüğün (vahdet) kendisidir vb.." dediğimde bütün bunlar, Allah'ın niteliğini tam olarak ortaya koyamayan ve koyamayacak olan sıfatlardır.

Bir cisme bir sıfat yüklediğimiz zaman, aynı zamanda, bu cismin bu niteliğin karşıtı olanlarını dışında bıraktığını söylemiş oluruz. Söz gelişi tebeşire beyazdır demek, aynı zamanda, tebeşir siyah değildir demektir de. Ancak Allah konusunda böyle bir yargıda bulunamayız. Çünkü Allah'ın var olduğunu bile söyleyemeyiz, zira Allah, aynı zamanda, her şeyin içinde kaybolduğu bir uçurumdur da.

Görülüyor ki Eriugena için ancak olumsuz ilahiyat mümkündür. Çünkü Allah'a bazı sıfatlar yükleyip de, bunların karşıtlarını kendisinden kaldıramıyoruz. Ayrıca Allah'ı "kavramak" da gelişi güzel bir objeyi kavramaya benzemez. Allah'ı kavramak istersek, yalnızca dikkatimizi kendisine yöneltmek yeterli değildir. Bunun için bilinci tümüyle susturmak, tam bir kendinden geçme durumu (cezbe) sağlamak gerekir.

Bu noktada Eriugena felsefesinin tam anlamıyla mistik olan yanıyla tanışmış bulunuyoruz. Bu türden düşüncelere, yani Allah'ı kavramak için kesinkes bilincin sınırlarını aşmak gerektiği ve Allah ile ancak kendinden geçme durumunda birleşebileceği görüşüne, Ortaçağ ve Yeniçağın tüm mistiklerinde rastlarız. Ancak gerçek ve saf Skolastiğin bu gibi mistik görüşleri reddedip, onlarla kavgaya tutuşmasını doğal karşılamak gerekir. Çünkü gerçek Skolastik, Allah'ın niteliğini "yargılarla" anlamaya çalışır.

Tüm bu mistik eğilimlerine rağmen, Eriugena'yı tam bir Ortaçağ filozofu sayabiliriz. Çünkü onun felsefesinde de "Allah" asıl konu olarak işlenmiştir. Ortaçağ felsefesi, her şeyden önce, bir teoloji (ilâhiyat)dir. Doğa konulan bu felsefe için ancak ikinci plânda gelir.

Ortaçağın ilk dönemleri (V.-X. yüzyıllar) Batı için bir gerileme dönemidir. Bu dönemde, Eriugena'dan başka ismini anmaya değer bir özellikte düşünür yoktur. Fakat aynı dönemde "Doğu"nun özellikle örgütlenme durumunda bulunan "İslâm" dünyasının durumu tümüyle başkadır.



 

diShy

~ یơυℓℓεss ..
Onursal Üye
  • Üyelik Tarihi
    27 Kas 2009
  • Mesajlar
    24,120
  • MFC Puanı
    79
Empedokles
Empedokles Sicilya Adasının güney kıyılarında bulunan Akragas (ya da Agrigentum) şehrinden. Ailesinin şehrin siyasi hayatında pek sözü geçermiş; kendisi de bir aralık başta bulunmuş, krallık bile önerilmiş kendisine, ama kabul etmemiş, demokrasiyi öğütlemiş. Fizikçi, hekim, hatip, mucizeler gösteren ve arındıran rahip olarak Güney İtalya kentlerinde dolaşmıştır. Ölümü de efsaneleştirilmiştir: Kendisini Etna Yanardağı'na atmış olduğu söylenir – belki de onu Tanrılaştırmak için yapılan çabalardan biri bu -.

Siyasi sürgün olarak Peloponnes'te ölmüş olması ihtimali daha büyük. "Peri physeos" (Doğa üzerine) ve "Katharmoi" (Arınmalar) adlı iki eseri vardır. Empedokles'in öğretisinin çıkış noktası, bir yandan Parmenides'in savıdır: Meydana gelme ile yok olma diye bir şey yoktur aslında. Ama öbür yandan da Empedokles duyuların bize gösterdiği bir olguyu, meydana gelme ile yok olmanın görünüşünü, bu olayları açıklamaya çalışır.

Ona göre, insanların meydana gelme dedikleri şeyi temel maddelerin bir karışması, yok olma dedikleri de bu karışmanın dağılmasıdır. Çok büyük parçalardan kurulmuş olan temel maddelerin kendileri, (bunlara Empedokles, Rizomata panton= her şeyin kökenleri diyor) meydana gelmemişlerdir, yok olmazlar, değişmezler, bunlar Parmenides'in bengi varlığı gibidir. Doğa bilgisinin gelişmesinde çok önemli bir yeri olan öğe (element) kavramını ilk olarak ortaya koyan Empedokles olmuştur denilebilir.

Öğe, burada, kendi içinde bir cinsten, niteliği bakımından değişmeyen, artık bölünemeyen, yalnız çeşitli hareket durumlarına geçebilen madde demektir. Bu anlayışla da, Parmenides'in "Varlık" kavramı işe yara bir hale getirilmiş oluyordu. Bu öğeler de, Empedokles'e göre, dört tane imişler: Toprak, su, ateş, hava. Empedokles'e göre, bu dört öğe, evren yapısının ancak gereçleridir. Evren bu gereçlerden kurulmuştur. Dört öğenin kendileri, tıpkı Parmenides'in "Varlık"ı gibi değişmez tözler olduklarından, bunların kendisinde bir hareket nedeni bulunamaz; yani bunlar kendiliklerinden birbirleriyle karışamazlar, kendiliklerinden bir karışmayı bozamazlar. Onun için doğa açıklamasında, bu dört öğenin yanı sıra bir de hareketin bir nedeni, hareket ettirici bir güç de gerek. Empedokles'e göre , dört ana – öğeyi birbiriyle karıştıran, bunların karışımlarını yeniden çözen neden de sevgi ile nefrettir. Empedokles'in bu anlayışında, madde ile kuvvet (oluşu sağlayan neden), ilk olarak, iki ayrı ilke olmuşlardır. Aynı zamanda bir hekim olan Empedokles, canlıların dünyasına da yakın bir ilgi göstermiştir. Ona göre, bitkiler ilk organizmalardır ve hayvanlar gibi canlıdırlar. Empedokles'in insan üzerinde de ilgi çekici gözlemleri var: Kan, insan hayatının ana-taşıyıcısı ve düşünmenin merkezidir. Kanda öğeler, en olgun bir biçimde birbiriyle karışmışlardır. İnsanın bütün yetenekleri, bu karışımın olgunluğuna bağlıdır. Bir doğa bilgini olarak duyuların gösterdikleri üzerinde önemle duran Empedokles'in sensualist bilgi öğretisine göre, biz evreni biliyoruz, çünkü biz de onunla aynı özdeniz, biz kendimiz de dört öğeden kurulmuş olduğumuzdan, aynı öğelerden kurulmuş olan bir varlığı biliriz.



 

diShy

~ یơυℓℓεss ..
Onursal Üye
  • Üyelik Tarihi
    27 Kas 2009
  • Mesajlar
    24,120
  • MFC Puanı
    79
El-Kindi (El Kindî)
Ebu Yusuf Yakup İshak El-Kindi MS.800 civarında Kufe'de doğdu. Babası Harun el-Reşit'in bir memuru idi. El-Kindi; el-Memun, el-Mutasım ve el-Mütevekkil'in bir çağdaşı idi ve büyük ölçüde Bağdat'ta yetişti. Mütevekkil tarafından resmi olarak bir hattat olarak görevlendirildi. Onun felsefi görüşlerinden dolayı, Mütevekkil ona sinirlendi ve bütün kitaplarına el koydu. Ancak, bunlar sonradan iade edildi. El-Mutamid'in hükümdarlığı esnasında 873'te öldü.

El-Kindi, bir filozof, matematikçi, fizikçi, astronom, hekim, coğrafyacı ve hatta müzikte bir uzman idi. Onun bu alanların tamamına özgün katkılar yapmış olması şaşırtıcıdır. Eserlerinden dolayı, Arapların Filozofu olarak bilinir.

Matematikte, sayı sistemi üzerine dört kitap yazmıştır ve modern aritmetiğin büyük bir bölümünün kuruluşunu hazırlamıştır. Arap sayılar sisteminin büyük ölçüde el-Harizmi tarafından geliştirilmiş olduğundan şüphe yoktur, ancak El-Kindi de bu konu üzerine zengin katkılarda bulunmuştur. Aynı zamanda, astronomi ile ilgili çalışmalarında yardım etmesi için küresel geometriye de katkıda bulunmuştur.

Kimyada, baz metallerin değerli metallere dönüştürülebileceği fikrine karşı gelmiştir. Hüküm süren simya ile ilgili görüşlerin aksine, kimyasal reaksiyonların elementlerin transformasyonunu meydana getiremeyeceğinde ısrarlı olmuştu. Fizikte, geometrik optiğe zengin katkılarda bulunmuş ve bunun üzerine bir kitap yazmıştır. Bu kitap daha sonra Roger Bacon gibi ünlü bilim adamlarına rehberlik ve ilham sağlamıştır.

Tıpta, başlıca katkısı, sistematik olarak o zaman bilinen tüm ilaçlara uygulanabilecek dozları belirleyen ilk kişi olması gerçeğini kapsamaktaydı. Bu, hekimler arasında reçete yazmada zorluklara neden olan dozaj üzerine hüküm süren çelişkili görüşleri çözmüştür.

Onun zamanında müziğin bilimsel yönlerine ilişkin çok az şey bilinmektedir. Armoni üretmek için bir araya getirilen çeşitli notaların her birinin belirli bir perdeye sahip olduğuna dikkat çekmiştir. Bu yüzden, perdesi çok düşük veya çok yüksek olan notalar hoş değildir. Armoninin derecesi notaların frekansına bağlıdır, vb. Aynı zamanda bir ses çıkarıldığında, bunun havada kulak zarına çarpan dalgalar oluşturduğu gerçeğini ileri sürmüştür. Eseri perdenin belirlenmesi üzerine bir terkim usulünü içermekteydi.

O, üretken bir yazardı: onun tarafından yazılan kitapların toplam sayısı 241 idi. Göze çarpanları, aşağıdaki gibi bölünmüştü: Astronomi 16, Aritmetik 11, Geometri 32, Tıp 22, Fizik 12, Felsefe 22, Mantık 9, Psikoloji 5, ve Müzik 7.

Buna ilaveten, onun tarafından yazılmış çeşitli biyografiler, gelgitler, astronomi ile ilgili cihazlar, kayalar, değerli taşlar vb. ile ilgilidir. Aynı zamanda, Yunanca eserleri Arapça'ya çeviren ilk tercümanlardan biriydi, fakat bu gerçek onun sayısız özgün eserleri tarafından büyük ölçüde gölgelenmişti. Kitaplarının çoğunun artık mevcut olmaması büyük bir talihsizliktir, fakat mevcut olanlar onun oldukça yüksek alimlik standardını ve katkılarını ortaya koymaktadır. Latince'de Alkindus olarak bilinir ve çok sayıdaki kitabı Cremonalı Gherard tarafından Latince'ye çevrilmiştir. Orta çağ boyunca Latince'ye çevrilen kitapları Risale der Tanzim, İhtiyarat'ül-Ayyam, İlahiyat-e-Aristu, el-Mosika, Met-o-Cezr, ve Edviyeh Murakkaba idi. El-Kindi'nin bilim ve felsefenin gelişimine etkisi, dönemdeki bilimlerin uyanışında önemlidir. Orta Çağda, Cardano onu en büyük on iki dahiden biri olarak düşünmekteydi. Eserleri, gerçekten, yüzyıllar boyunca, başta fizik, matematik, tıp ve müzik olmak üzere çeşitli konuların ilerideki gelişimine öndelik etmiştir.


Kindi veya tam adıyla Ebū-Yūsuf Ya’kūb ibn Ishāk el-Kindī. (801?-866?). Ortaçağ Avrupası'nda "Alchindus" adıyla tanınan, ilk İslam filozofudur. Felsefesinde, Platon, Aristoteles ve Plotinus'un görüşlerinin bir sentezini yapmıştır. Felsefenin yönteminin kanıtlama, kanıtlamanın hedefinin maddeye biçim kazandıran özleri bilmek, felsefenin amacının ise Tanrı'ya erişmek olduğunu öne süren El-Kindi'ye göre, felsefi bilginin ilk basamağı akıl yürütmedir. İnsanın akılyürütme yoluyla adım adım basitten bileşiğe ve en yetkin olana doğru yükseldiğini öne süren filozof, varlığa akılcı bir açıdan yaklaştığı için, Tanrı'nın özüne ait sıfatları inkar etmiştir. Tanrı'nın sıfatlarının ancak olumsuz bir biçimde bilinebileceğini savunan El-Kindi'ye göre, Tanrı mutlak Bir'dir. Mutlak varlık olması nedeniyle, Mutlak Bir'in şekli, niteliği, niceliği, maddesi yoktur ve O göreli bir varlık değildir.

Hayatı

Soylu bir ailenin çocuğu olarak Kûfe'de doğdu. Dedesi Eş'as, Güney Arabistan'ın en büyük kabilelerinden biri olan Kinde'nin hükümdarıydı. Müslüman olduktan sonra kabilesinin ileri gelenleriyle Kûfe'ye yerleşmişti. Babası İshak b. es-Sabbah yıllarca Kûfe valiliği yaptı.

Küçük yaşta babasını yitirdi. Çocukluk ve ilk gençlik yılları Kûfe ve Basra'da geçen Kindî, geleneksel temel eğitimden sonra dil ve edebiyat alanında eğitim gördü. Halife Me'mun'un 830'da kurduğu Beytü'l-hikme'deki bilginler topluluğu arasında yer aldı. Mutezili devlet yöneticilerinden destek gören Kindi Ehl-i Sünnet yanlısı Mütevekkil-Alellah'ın iktidarında saraydan uzak kaldı.

Kindi felesfeden tıbba, matematikten astronomiye, ilahiyattan siyasete, psikolojiden diyalektiğe, astrolojiden kehanete ve optikten kimyaya kadar yirmi ayrı dalda eser vererek sayıları 277'yi bulan bir külliyat oluşturmuştur.

Akla büyük bir yer veren Meşşai felsefe akımını ilk başlatan kişi de olan Kindi'nin 17 eseri Latince'ye, 4'ü İbranice'ye tercüme edilmiştir.Ayrıca izafiyet teorisini bulan ilk kişidir.

El Kindi'nin Eserleri

- Risale fil Akl
- Risale fi Mahiyyetin Nevmi ver Rüya.
- Risale fil Cevahiril Hamse.
- Risale fil illetis Selci vel Berdi vel Berki ves Savaiki ver Radi vez Zemherir.
- Risale fiş Şuaat.
- Risale fi İhtiyaratil Eyyam.
- De İntellecto Secondum Aristoteles et Platonem.
- Risale fi İhtilafil Manazır.
- Fi Marifeti Kuval Edviyetil Murekkebe.

 

diShy

~ یơυℓℓεss ..
Onursal Üye
  • Üyelik Tarihi
    27 Kas 2009
  • Mesajlar
    24,120
  • MFC Puanı
    79
Epictetus (Epiktetos)
55-135 yılları arasında yaşamış Stoalı filozof ve ahlakçıdır.

Azad edilmiş bir köle olan Epiktetos'un Stoacılığının temelinde, özgürlük, tanrısal kayra, insanlık ve ahlak düşüncesi bulunur. Kendisine bilge kişi olarak Sokrates'le Diogenes'i örnek almış olan Epiktetos, temelde ahlak ile ilgilenmiş ve gerçek eğitimin, bütünüyle bireye ait olan tek şeyin bireyin iradesi ya da amacı olduğunu kavramaktan başka bir şey olmadığını iddia etmiştir. İnsan, ona göre, iradeden bağımsız olan iyi ya da kötü hiçbir şey bulunmadığını öğrenmeli ve olayları öngörmeye ya da yönlendirmeye kalkışmayıp, yalnızca onları anlama çabası göstermelidir.

İnsanın kendisinin dışındaki şeylere düşkünlük gösterme, yani kölelikle, ahlaki amacını hayata geçirme, eşdeyişle özgürlük arasında bir tercihte bulunması gerektiğini savunan Epiktetos'a göre, bir insana başka bir insan zarar vermez, ona yalnızca kendisi zarar verebilir. Akademik tartışma ve teoriyi hor gören Epiktetos'un mesajı, Stoalıların birçoğu gibi, entelektüellere, yönetici sınıfa değil de, ortalama insana yönelmiştir.

Siyaset alanında, Epiktetos, insanı, Tanrı'dan başka insanları da içeren büyük bir sistemin üyesi olarak görmüştür. Ona göre, her insan öncelikle, kendi toplumunun bir yurttaşıdır. Ama o, bir yandan da, tanrıların ve tüm insanların oluşturduğu daha büyük bir topluluğun üyesidir. Kent devleti bu topluluğun yalnızca kötü bir kopyasıdır. İnsanlar akıllı yanlarıyla, Tanrı'nın çocuklarıdırlar ve kendilerinde tanrısal öğeler taşırlar. Bundan dolayı, insanlar, Epiktetos'a göre, kentlerini ve yaşamlarını Tanrı'nın iradesine göre yönetmeye çalışmalıdır.

Epiktetos'un İki Temel Kuralı

Stoacı Epiktetos'un ahlak felsefesinin temelinde bulunan iki kural: 'İradenin dışında, iyi ya da kötü olan hiçbir şey bulunmadığını kabul etmemiz gerekir' ve 'Olayları öngörüp yönlendirmeye çalışmak yerine, onları yalnızca bilgelikle kabul etmeliyiz'.

Epiktetos'a göre, insan için iyi olan tek şey iradedir ve en önemli erdem bilgeliktir. Bilgelik ise, insanın kendisini doğanın ayrılmaz bir parçası olarak görmesiyle ve doğanın seyrine ayak uydurmasıyla elde edilir. İnsan kendisini dünyanın gidişinden sıyırıp ayıramadığına göre, yapılacak en iyi iş dünyanın gidişini olduğu gibi benimserse, kendisini gereksiz sıkıntı ve tedirginliklerden kurtarır.

Epiktetos'un bu anlayışına göre, insan bir dramdaki aktöre benzer. Dünya ve dünyanın tarihiyle ilgili bu dramda, insan yalnızca bir oyuncudur. Oyuncu oynayacağı rolü seçemez, dekora, oyunun kendisine etkide bulunamaz. Tanrı ya da akıl ilkesidir ki, her insanın bu tarih içinde ne olacağını belirler. Dünya sahnesinde bir tiyatro eserindeki oyuncuya benzeyen insan, hiçbir etkide bulunamayacağı şeyler karşısında kayıtsız kalmak durumundadır. Onun kontrol edebileceği tek bir şey vardır: Kendi tavrı ve tutkuları.

O, bir başkasına daha iyi bir rol verildiği için kıskançlık duymamalı, makyajı yapan burnunu çirkin gösterdiği için, kendisini aşağılanmış hissetmemelidir. Yani, insan kendisine ne verilmişse onunla yetinmeli, erişemeyeceği, sahip olamayacağı şeyler için, açlık, kıskançlık duymamalıdır. Bütün bu duygular onu mutsuz kılar. Öyleyse, yapılması gereken şey, akla uygun olmayan duygular, tutkular karşısında, kişinin güçlü olması, bağımsızlığını kazanmasıdır. Bu bağımsızlığa giden yol ise, bilgelikten geçer. İnsan kendisini bu olumsuz duygulardan kurtarabilirse, yani duygusuzluk haline ulaşabilirse, bilge insana özgü olan huzur ve mutluluğa kavuşabilir. Zira, yalnızca bilge insan rolünün ne olduğunu bilebilir.



 

diShy

~ یơυℓℓεss ..
Onursal Üye
  • Üyelik Tarihi
    27 Kas 2009
  • Mesajlar
    24,120
  • MFC Puanı
    79
Epicuros (Epikür, Epiküros)
Epikuros (ya da Epikür), Helenistik felsefenin en önemli düşünürlerinden birisidir. Sisam adası olarak bilinen Samos'da doğdu.

Epikuros, Septisizm de ve Stoacılıkta olduğu gibi, pratik felsefeye yani ahlak felsefesine yönelmiş ve bu alanda etkinlik göstermiştir. Aristoteles'in ölümünden sonra gelişen iki ana okuldan birisini kurmuştur. Bu okullar Stoacılık ve Epikürcülük olarak adlandırılabilir. Hem ahlak felsefesinde hem de bilgiye yaklaşımında kuşkuculuğun izleri/etkileri belirgin olarak görülür. Epikuros çok uzun zaman etkili olmuş bir filozoftur, neredeyse ondan sonra 4. yüzyıla kadar etkili olmuş bir filozof ortaya çıkmamıştır. Epikuros, Demokritosçu filozoflardan dersler almış ve özellikle onların atomcu teorilerinden etkilenmiştir. Öte yandan Septiklerden şüpheciliği öğrenmiş, özellikle Pyrrhon'un şüpheciliğinden etkilenmiştir. Daha sonra Atina'da bir bahçe satın alan Epikuros, burada okulunu kurmuştur. Epikuros'un pek çok şey yazdığı söylenmektedir, ancak bunlardan fazla bir şey kalmamıştır geriye. Bilinen bir kaç mektubudur yalnızca, ancak bu mektuplar felsefesinin anlaşılmasında önem taşımaktadır.

 

diShy

~ یơυℓℓεss ..
Onursal Üye
  • Üyelik Tarihi
    27 Kas 2009
  • Mesajlar
    24,120
  • MFC Puanı
    79
Euclides (Öklid)
(M.Ö. 325 - M.Ö. 265)

Rönesans sonrası Avrupa'da, Kopernik'le başlayan, Kepler, Galileo ve Newton'la 17. yüzyılda doruğuna ulaşan bilimsel devrim, kökleri Helenistik döneme uzanan bir olaydır. O dönemin seçkin bilginlerinden Aristarkus, güneş-merkezli astronomi düşüncesinde Kopernik'i öncelemişti; Arşimet yaklaşık iki bin yıl sonra gelen Galileo'ya esin kaynağı olmuştu; Öklid çağlar boyu yalnız matematik dünyasının değil, matematikle yakından ilgilenen hemen herkesin gözünde özenilen, yetkin bir örnekti. Öklid, M.Ö. 300 sıralarında yazdığı 13 ciltlik yapıtıyla ünlüdür. Bu yapıt, geometriyi (dolayısıyla matematiği) ispat bağlamında aksiyomatik bir dizge olarak işleyen, ilk kapsamlı çalışmadır. 19. yüzyıl sonlarına gelinceye kadar alanında tek ders kitabı olarak akademik çevrelerde okunan, okutulan Elementler'in, kimi yetersizliklerine karşın, değerini bugün de sürdürdüğü söylenebilir.

Egeli matematikçi Öklid'in kişisel yaşamı, aile çevresi, matematik dışı uğraş veya meraklarına ilişkin hemen hiçbir şey bilinmemektedir. Bilinen tek şey; İskenderiye Kraliyet Enstitüsü'nde dönemin en saygın öğretmeni; alanında yüzyıllar boyu eşsiz kalan bir ders kitabının yazarı olmasıdır. Eğitimini Atina'da Platon'un ünlü akademisinde tamamladığı sanılmaktadır. O akademi ki giriş kapısında, ''Geometriyi bilmeyen hiç kimse bu kapıdan içeri alınmaz!'' levhası asılıydı.

Öklid'in bilimsel kişiliği, unutulmayan iki sözünde yansımaktadır: Dönemin kralı I. Ptolemy, okumada güçlük çektiği Elementler'in yazarına, "Geometriyi kestirmeden öğrenmenin yolu yok mu?'' diye sorduğunda, Öklid "Özür dilerim, ama geometriye giden bir kral yolu yoktur'' der. Bir gün dersini bitirdiğinde öğrencilerinden biri yaklaşır, ''Hocam, verdiğiniz ispatlar çok güzel; ama pratikte bunlar neye yarar?'' diye sorduğunda, Öklid kapıda bekleyen kölesini çağırır, "Bu delikanlıya 5-10 kuruş ver, vaktinin boşa gitmediğini görsün!'' demekle yetinir.

Öklid haklı olarak "geometrinin babası" diye bilinir; ama geometri onunla başlamış değildir. Tarihçi Herodotus (M.Ö. 500) geometrinin başlangıcını, Nil vadisinde yıllık su taşmalarından sonra arazi sınırlarını belirlemekle görevli kadastrocuların çalışmalarında bulmuştu. Geometri "yer" ve "ölçme" anlamına gelen "geo" ve "metrein" sözcüklerinden oluşan bir terimdir. Mısır'ın yanı sıra Babil, Hint ve Çin gibi eski uygarlıklarda da gelişen geometri o dönemlerde büyük ölçüde, el yordamı, ölçme, analoji ve sezgiye dayanan bir yığın işlem ve bulgudan ibaret çalışmalardı. Üstelik ortaya konan bilgiler çoğunlukla kesin olmaktan uzak, tahmin çerçevesinde kalan sonuçlardı. Örneğin, Babilliler dairenin çemberini çapının üç katı olarak biliyorlardı. Bu öylesine yerleşik bir bilgiydi ki; pi'nin değerinin 3 değil, 22/7 olarak ileri sürenlere, bir tür şarlatan gözüyle bakılıyordu. Mısırlılar bu konuda daha duyarlıydılar: M.Ö. I800 yıllarına ait Rhind papürüslerinde onların pi'yi yaklaşık 3.1604 olarak belirledikleri görülmektedir; ama Mısırlıların bile her zaman doğru sonuçlar ortaya koyduğu söylenemez. Nitekim, kesik kare piramidin oylumunu (hacmini) hesaplamada doğru formülü bulan Mısırlılar, dikdörtgen için doğru olan bir alan formülünün, tüm dörtgenler için geçerli olduğunu sanıyorlardı.

Aritmetik ve cebir alanında Babilliler , Mısırlılardan daha ilerde idiler. Geometride de önemli buluşları vardı. Örneğin, "Pythagoras Teoremi" dediğimiz, bir dik açılı üçgende dik kenarlarla hipotenüs arasındaki bağıntıya ilişkin önerme "bir dik üçgenin dik kenar karelerinin toplamı, hipotenüsün karesine eşittir" buluşlarından biriydi. Ne var ki, doğru da olsa bu bilgiler ampirik nitelikteydi; mantıksal ispat aşamasına geçilmemişti henüz. Ege' li Filazof Thales'in (M.Ö. 624-546), geometrik önermelerin dedüktif yöntemle ispatı gereğini ısrarla vurguladığı, bu yolda ilk adımları attığı bilinmektedir . Mısır gezisinde tanıştığı geometriyi, dağınıklıktan kurtarıp, tutarlı, sağlam bir temele oturtmak istiyordu. İspatladığı önermeler arasında . ikizkenar üçgenlerde taban açılarının eşitliği; kesişen iki doğrunun oluşturduğu karşıt açıların birbirine eşitliği vb. ilişkiler vardı. Klasik çağın "Yedi Bilgesi" nden biri olan Thales'in açtığı bu yolda, Pythagoras ve onu izleyenlerin elinde, matematik büyük ilerlemeler kaydetti, sonuçta Elementler'de işlenildiği gibi, oldukça soyut mantıksal bir dizgeye ulaştı. Pythagoras, matematikçiliğinin yanı sıra, sayı mistisizmini içeren gizliliğe bağlı bir tarikatın önderiydi. Buna göre; sayısallık evrensel uyum ve düzenin asal niteliğiydi; ruhun yücelip tanrısal kata erişmesi ancak müzik ve matematikle olasıydı.

Buluş ve ispatlarıyla matematiğe önemli katkılar yapan Pythagorasçılar, sonunda inançlarıyla ters düşen bir buluşla açmaza düştüler. Bu buluş, karenin kenarı ile köşegenin ölçüştürülemeyeceğine ilişkindi. kök 2 gibi, bayağı kesir şeklinde yazılamayan sayılar , onların gözünde gizli tutulması gereken bir skandaldı. Rasyonel olmayan sayılarla temsile elveren büyüklükler nasıl olabilirdi? (Pythagorasçıların tüm çabalarına karşın üstesinden gelemedikleri bu sıkıntıyı, daha sonra tanınmış bilgin Eudoxus oluşturduğu, irrasyonel büyüklükler için de geçerli olan, Orantılar Kuramı'yla giderir).

Öklid, Pythagoras geleneğine bağlı bir ortamda yetişmişti. Platon gibi, onun için de önemli olan soyut düşünceler , düşünceler arasındaki mantıksal bağıntılardı. Duyumlarımızla içine düştüğümüz yanlışlıklardan, ancak matematiğin sağladığı evrensel ilkeler ve salt ussal yöntemlerle kurtulabilirdik. Kaleme aldığı Elementler, kendisini önceleyen Thales, Pythagoras, Eudoxus gibi, bilgin-matematikçilerin çalışmaları üstüne kurulmuştu. Geometri bir önermeler koleksiyonu olmaktan çıkmış, sıkı mantıksal çıkarım ve bağıntılara dayanan bir dizgeye dönüşmüştü. Artık önermelerin doğruluk değeri, gözlem veya ölçme verileriyle değil, ussal ölçütlerle denetlenmekteydi. Bu yaklaşımda pratik kaygılar ve uygulamalar arka plana itilmişti.

Kuşkusuz bu, Öklid geometrisinin pratik problem çözümüne elvermediği demek değildi. Tam tersine, değişik mühendislik alanlarında pek çok problemin, bu geometrinin yöntemiyle çözümlendiği; ama Elementler'in, eğreti olarak değindiği bazı örnekler dışında, uygulamalara yer vermediği de bilinmektedir. Öklid'in pratik kaygılardan uzak olan bu tutumunun matematik dünyasındaki izleri, bugün de rastladığımız bir geleneğe dönüşmüştür.

Gerçekten, özellikle seçkin matematikçilerin gözünde, matematik şu ya da bu işe yaradığı için değil, yalın gerçeğe yönelik, sanat gibi güzelliği ve değeri kendi içinde Soyut bir düşün uğraşı olduğu için önemlidir.

Matematiğin tümüyle ussal bir etkinlik olduğu doğru değildir. Buluş bağlamında tüm diğer bilimler gibi matematik de, sınama-yanılma, tahmin, sezgi, içedoğuş türünden öğeler içermektedir. Yeni bir bağıntıyı sezinleme, değişik bir kavram veya yöntemi ortaya koyma, temelde mantıksal olmaktan çok psikolojik bir olaydır. Matematiğin ussallığı, doğrulama bağlamında belirgindir. Teoremlerin ispatı, büyük ölçüde kuralları belli, ussal bir işlemdir; ama şu sorulabilir: Öklid neden, geometrinin ölçme sonuçlarıyla doğrulanmış önermeleriyle yetinmemiş, bunları ispatlayarak, mantıksal bir dizgede toplama yoluna gitmiştir? Öklid'i bu girişiminde güdümleyen motiflerin ne olduğunu söylemeye olanak yoktur; ancak, Helenistik çağın düşün ortamı göz önüne alındığında, başlıca dört noktanın öngörüldüğü söylenebilir:

1) İşlenen konuda çoğu kez belirsiz kalan anlam ve ilişkilere açıklık getirmek;

2) İspatta başvurulan öncülleri (varsayım, aksiyom veya postulatları) ve çıkarım kurallarını belirtik kılmak;

3) Ulaşılan sonuçların doğruluğuna mantıksal geçerlik kazandırmak (Başka bir deyişle, teoremlerin öncüllere görecel zorunluluğunu, yani öncülleri doğru kabul ettiğimizde teoremi yanlış sayamayacağımızı göstermek);

4) Geometriyi, ampirik genellemeler düzeyini aşan soyut-simgesel bir dizge düzeyine çıkarmak (Bir örnekle açıklayalım: Mısırlılar ile Babilliler kenarları 3, 4, 5 birim uzunluğunda olan bir üçgenin, dik üçgen olduğunu deneysel olarak biliyorlardı; ama bu ilişkinin 3, 4, 5 uzunluklarına özgü olmadığını, başka uzunluklar için de geçerli olabileceğini gösteren veriler ortaya çıkıncaya dek kestirmeleri güçtü; buna ihtiyaçları da yoktu. Öyle kuramsal bir açılma için pratik kaygılar ötesinde, salt entellektüel motifli bir arayış içinde olmak gerekir. Nitekim, Egeli bilginler somut örnekler üzerinde ölçmeye dayanan belirlemeler yerine, bilinen ve bilinmeyen tüm örnekler için geçerli soyut genellemeler arayışındaydılar. Onlar, kenar uzunlukları, a, b, c diye belirlenen üçgeni ele almakta, üçgenin ancak a2+b2=c2 eşitliği gerçekleştiğinde dik üçgen
olabileceği genellemesine gitmektedirler).

Öklid, oluşturduğu dizgede birtakım tanımların yanı sıra, beşi "aksiyom" dediği genel ilkeden, beşi de "postulat" dediği geometriye özgü ilkeden oluşan, on öncüle yer vermiştir (Öncüller, teoremlerin tersine ispatlanmaksızın doğru sayılan önermelerdir). Dizge tüm yetkin görünümüne karşın, aslında çeşitli yönlerden birtakım yetersizlikler içermekteydi. Bir kez verilen tanımların bir bölümü (özellikle, "nokta'', "doğru", vb. ilkel terimlere ilişkin tanımlar) gereksizdi. Sonra daha önemlisi, belirlenen öncüller dışında bazı varsayımların, belki de farkında olmaksızın kullanılmış olması, dizgenin tutarlılığı açısından önemli bir kusurdu. Ne var ki, matematiksel yöntemin oluşma içinde olduğu başlangıç döneminde, bir bakıma kaçınılmaz olan bu tür yetersizlikler, giderilemeyecek şeyler değildi. Nitekim, l8. yüzyılda başlayan eleştirel çalışmaların dizgeye daha açık ve tutarlı bir bütünlük sağladığı söylenebilir. Üstelik dizgenin irdelenmesi, beklenmedik bir gelişmeye de yol açmıştır: Öncüllerde bazı değişikliklerle yeni geometrilerin ortaya konması. "Öklid-dışı" diye bilinen bu geometriler, sağduyumuza aykırı da düşseler, kendi içinde tutarlı birer dizgedir. Öklid geometrisi, artık var olan tek geometri değildir. Öyle de olsa, Öklid'in düşünce tarihinde tuttuğu yerin değiştiği söylenemez.

Çağımızın seçkin filozofu Bertrand Russell'ın şu sözlerinde Öklid'in özlü bir değerlendirmesini bulmaktayız: '"Elementler'e bugüne değin yazılmış en büyük kitap gözüyle bakılsa yeridir. Bu kitap gerçekten Grek zekasının en yetkin anıtlarından biridir. Kitabın Greklere özgü kimi yetersizlikleri yok değildir, kuşkusuz: dayandığı yöntem salt dedüktif niteliktedir; üstelik, öncüllerini oluşturan varsayımları yoklama olanağı yoktur. Bunlar kuşku götürmez apaçık doğrular olarak konmuştur. Oysa, 19.yüzyılda ortaya çıkan Öklid-dışı geometriler, bunların hiç değilse bir bölümünün yanlış olabileceğini, bunun da ancak gözleme başvurularak belirlenebileceğini göstermiştir."

Gene Genel Rölativite Kuramı'nda Öklid geometrisini değil, Riemann geometrisini kullanan Einstein'ın, Elementler'e ilişkin yargısı son derece çarpıcıdır: "Gençliğinde bu kitabın büyüsüne kapılmamış bir kimse, kuramsal bilimde önemli bir atılım yapabileceği hayaline boşuna kapılmasın!"



 

diShy

~ یơυℓℓεss ..
Onursal Üye
  • Üyelik Tarihi
    27 Kas 2009
  • Mesajlar
    24,120
  • MFC Puanı
    79
Farabi
d. 870 Farab - ö. 950 Şam)

Fars asıllı olduğu tahmin edilen İslam felsefecisidir (Maveraünnehir).

Asıl adı "Muhammed bin Tahran bin Uzlug" olan ve Batı kaynaklarında "Alpharabius" adıyla anılan Farabi (Türkistan'ın Farab Otrar kentinde doğduğu için Farabi Farablı diye anılır) ilköğrenimini Farab'da, medrese öğrenimini Rey ve Bağdat'ta gördükten sonra, Harran'da felsefe araştırmaları yaptığı yıllarda tanıştığı Yuhanna bin Haylan'la birlikte Aristoteles'in yapıtlarını okuyarak gezimciler okulunun ilkelerini öğrendi.

Halep'te Hemedani hükümdarı Seyfüddevle'nin konuğu oldu. Arap ülkelerinde yaşamış, Türk kimliğini ve Türk törelerini ölünceye kadar bırakmamış olan Farabi'yi anlatan kitaplar, İslam aleminde Ebul Hasan el-Beyhaki, İbn-el-Kıfti, İbn Ebu Useybiye, İbn el-Hallikan adlı yazarlar tarafından Farabi'nin ölümünden birkaç yüzyıl sonra gerçekleştirildi. Ama bu yapıtlar, birer araştırma olmaktan çok, Farabi'yle ilgili söylenceleri derliyor,bir felsefeciyle değil, bir ermişi açıklıyordu.

Aristotales'in ortaya attığı madde ve suret kavramını hiçbir değişiklik yapmadan benimseyen, eşyanın oluşumunda, yani yaradılışta madde ve sureti iki temel ilke olarak gören Farabi'nin fiziği de, metafiziğe bağlıdır. Buna göre, evrenin ve eşyanın özünü oluşturan dört öğe (toprak, hava, ateş, su) ilk madde olan el-aklül-faalden çıkmıştır Söz konusu dört öğe, birbirleriyle belli ölçülerde kaynaşır, ayrışır ve içinde bulunduğumuz evreni (el-alem) oluştururlar.

Farabi, ilimleri sınıflandırdı. Ona gelinceye kadar ilimler trivium (üçüzlü) ve quadrivium (dördüzlü) diye iki kısımda toplanıyordu. Nahiv, mantık, beyan üçüzlü ilimlere; matematik, geometri, musiki ve astronomi ise dördüzlü ilimler kısmına dahildi. Farabi ilimleri; fizik, matematik, metafizik ilimler diye üçe ayırdı. Onun bu metodu, Avrupalı bilginler tarafından kabul edildi.

Hava titreşimlerinden ibaret olan ses olayının ilk mantıklı izahını Farabi yaptı. O, titreşimlerin dalga uzunluğuna göre azalıp çoğaldığını deneyler yaparak tespit etti.Bu keşfiyle musiki aletlerinin yapımında gerekli olan kaideleri buldu. Aynı zamanda tıp alanında çalışmalar yapan Farabi, bu konuda çeşitli ilaçlarla ilgili bir eser yazdı.

Farabi insanı tanımlarken "alem büyük insandır; insan küçük alemdir." Diyerek bu iki kavramı birleştirmiştir. İnsan ahlakının temeli, ona göre bilgidir; akıl iyiyi kötüden ancak bilgiyle ayırır. İnsan için en yüksek en yüksek erdem olan bilgi, insan beyninin çalışması sonucu elde edilemez; çünkü tanrısaldır, doğuştandır (Vehbi). Bilimin ise üç kaynağı vardır: Duyu; akıl; nazar. Bilimler ikiye ayrılırlar: Kuramsal (nazari) bilimler; uygulamalı (ameli) bilimler. Ahlak, siyaset, müzik, matematik uygulamalı bilimlere girer. Toplumlarda öz bakımından ikiye ayrılırlar: Erdemli toplumlar ve erdemsiz toplumlar. Bu toplumları yöneltecek en kusursuz devletse, bütün insanlığı kapsayan dünya devletidir.


870-950 yılları arasında yaşamış olan İslam düşünürüdür.

Sistemi Aristoteles mantığına dayanan akılcı bir metafizikten oluşan, Aristoteles'in sistemini Plotinos'un görüşleri yardımıyla, İslam inancı ile uzlaştırmaya çalışan Farabi, Tanrı'nın var oluşunu kanıtlarken, Aristoteles'in akılyürütme çizgisini takip etmiştir. Ona göre, bu dünyadaki nesneler hareket etmekte, değişmektedirler. Dünyadaki nesneler hareketlerini bir ilk Hareket Ettiriciden almak durumundadırlar. Bu ilk Hareket Ettirici ise Tanrı'dır.

Farabi, varlık anlayışında, mümkün ya da olumsal varlıklar adını verdiği nesneler ile Tanrı arasındaki farklılık ve ayrılığı, mümkün varlıkların Tanrı'dan, ilk varlıktan sudur ettiklerini söyleyerek açıklamaya ve temellendirmeye çalışır. Farabi'ye göre, ilk varlık, Tanrı, varlık taşkını yoluyla evrendeki bütün varlık düzenini 'doğal bir zorunlulukla' meydana getirir. Evren Tanrı'nın değerine hiçbir şey katmaz. Yetkin bir varlık olan Tanrı'nın hiçbir şeye ihtiyacı yoktur. Tanrı'yla evren arasındaki ilişkiyi, evrenin Tanrı'dan sudur, türüm yoluyla ve zorunlulukla çıktığını söyleyerek açıklayan Farabi'ye göre, evren aynı zamanda Tanrı'nın sonsuz cömertliğinin bir sonucudur. Tanrı, Farabi'nin sisteminde her şeydir.

Tanrı seven, sevilen ve sevgidir. O bilen, bilinen ve bilgidir. Tanrı her şey olduğuna ve hiçbir şeye ihtiyaç duymadığına göre, Farabi bu noktada, mümkün varlıkların var oluşları için, Tanrı'nın yalnızca kendisini konu alan bilme faaliyetine başvurur. Buna göre, yaratıklar, Tanrı'ya en yakın 'akıllar' halinde Tanrı'dan çıkıp varlığa gelirler. Onun sudur, türüm anlayışına göre, Tanrı'nın kendi tözünü bilmesinden birinci akıl doğar; bu aklın Tanrı'yı bilmesinden ise, ikinci akıl türer. Böylelikle, ortaya sırasıyla 10 akıl çıkar; onuncu akıl, etkin akıldır (aklı faal). Birinci aklın varlığı, Tanrı dolayısıyla zorunlu, ama kendi özünde mümkündür; ilk akıl, kendini bu niteliğiyle bildiği için, onun maddesinden birinci gök katı, formundan da (suretinden de) o gök katının ruhu sudur eder. Böylelikle on akıldan her birinin karşılığı olarak bir gök katı türer. Madde de Tanrı'dan sudur etmiştir. Belirsizlik demek olan madde, Tanrı'ya en uzak olan varlıktır. Etkin Akıl insan ruhunun da nedenidir.

İnsan anlayışında, Farabi insanın ruh ve bedenden meydana geldiğini söyler. Bedenin yetkinliği ruhtan, ruhun yetkinliği ise akıldan kaynaklanmaktadır. Ruhun başlıca görevleri eylem, anlama ve algılamadır. Ona göre, bitkisel, hayvani ve insani olmak üzere, üç tür ruh vardır. Bitkisel ruhun görevi, bireyin yetişme ve gelişmesi ile soyun sürdürülmesi, hayvansal ruhu görevi iyinin alınıp kötüden uzak durulması, insani ruhun görevi ise güzelin ve yararlının seçilmesidir. Farabi ahlak anlayışında, insanın akıl yoluyla iyi ve kötüyü ayırt edebileceğini savunur. İnsan için amaç mutluluk, en büyük erdem de bilgeliktir. Farabi'ye göre, en yüksek iyi olan mutluluk, etkin akıl ile birleşmek yoluyla gerçekleşir. Zira, insan kendisini anlamak için evreni anlamak, evreni anlamak için de evrenin amacını kavramak durumundadır. Evrenin esas ve en yüksek amacını anlamak, insan için gerçek mutluluktur. İnsanın kendisini ve evrenin amacını anlamaya kalkışması ise, bilim ve felsefe yapmakla ilgili bir şeydir. İnsan aklının en yüksek düzeyde yetkinleşmesi, insan aklını Etkin Akıl'a yaklaştırır.



 

diShy

~ یơυℓℓεss ..
Onursal Üye
  • Üyelik Tarihi
    27 Kas 2009
  • Mesajlar
    24,120
  • MFC Puanı
    79
Fabricius
Alman mütebahhiri ve felsefe tarihçisidir.

1668'de Leipzig'de doğdu; 1736'da öldü. Hamburg Akademisinde belagat ve felsefe profesörüydü. Ona felsefe tarihçileri, "Bibliyografların Prensi" unvanını vermişlerdir. Olağanüstü bilgilere sahip, araştırıp incelemekte yorulmak bilmeyen bir gayrete sahip olan Fabricius, Latin, Yunan ve Aşağı Latin Kitaplığı adını verdiği üç büyük külliyatıyla kendini ebedileştirmiştir.

Felsefe tarihiyle doğrudan doğruya uğraşmamış, fakat bütün felsefe tarihçilerine ve filozoflara muhtaç oldukları türlü tarihsel bilgileri, felsefi belgeleri ve birçok eski filozofların eserlerinden kalan, unutulmuş, dağınık, elde edilmesi güç parçaları nakletmek suretiyle, onlara rehberlik etmiş ve yine birçok unutulmuş ve hatta kaybolma tehlikesi geçirmiş olan düşünür, yazar ve bilginleri, eserlerinde yeniden yaşatmıştır.

Asıl adlarını aşağıda verdiğimiz eserleri, türlü eklentilerle büyütülerek tekrar tekrar basılmıştır. Bu geniş çalışma, araştırma ve toplama gayretlerine rağmen, örneğin, Aenesidemos'u, Photius'den kalan bir metni yanlış yorumlayarak Ciceron zamanında yaşamış göstermek gibi bazı yanılmalara düşmüş olması, onun gerçek değer ve emeğini asla küçültmez. Aristo'yu yorumlayan eserlerin listesini Yunan Kitaplı ad h eserinde vermiştir. Aspasius'un Nikomaküs'ün Ahlakı'nı yorumlayan önemli bir parçası da bu kitaplıktadır.

Eserlerinin asıl adları şunlardır:

Specimen Elenchticum et Historiae Logicac (Hamburg, 1799);

Bibliotheca Lat. Mediac et Inf. Aetatis;

Bibllotheca Graecque (Bunun yeni baskısının başında Galien'in hayat ve eserlerine dair Ackermann tarafından yazılmış geniş bir makale vardır. Bu eser 12 cilttir); Bu filozofun adını taşıyan birçok Alman mütebahhir ve filozofları daha vardır.

Bunlardan biri, François Fabricius'dür. Alman hümanist ve filozoflarından olan bu Fabricius, 1525'e doğru Duren'de doğmuş, 1573'te ölmüştür. Paris'te Turn ve Ramus'un öğrencisi olmuş, Düsseldorf'da rektörlük yapmıştır. O, Aristo'ya karşı olan fikir akımlarının kuvvetli olduğu bir dönemde, bu büyük filozofu savunma cesaretini gösterenlerdendir.



 

diShy

~ یơυℓℓεss ..
Onursal Üye
  • Üyelik Tarihi
    27 Kas 2009
  • Mesajlar
    24,120
  • MFC Puanı
    79
Fhavorinus (Favor)
Yunan filozofudur.

Gol bölgesindeki Arles'de doğmuştur. Latince adı, Favorinus Arelatensis'tir. Yaklaşık olarak M.S. 80-90 yılları arasında doğmuş ve 150'de ölmüştür. M.S. II. yüzyıl başlangıçların da kendisini göstermiştir. Evvela Dion Chrysostome'un ve ihtimal Epiktet'in öğrencisi olarak çalışmaya başlamış, Aristo'yu savunmuş, sonra stoacılara karşı gelmiş ve Epiktet aleyhine bir eser yazmıştır. İskenderiye Okulunun o dönemlerde anladığı biçimde bir Eflatunculuğa bağlanmıştır.

Fakat, onun zekası bu seçmeci sisteme de bağlı kalamamış. Karnead ve Aenesidemos'un sistemlerini tanıdıktan sonra, bunları Eflatun doktrininin en doğru bir yorumlaması saymış ve uzun süre bu doktrine bağlanmıştır. Yazmış olduğu bir eserde, kökü Pyrrhon'dan gelen şüphenin on dürtüsünü (motifs) açıklamıştır. Felsefe tarihinde bir şüpheci olarak tanınan Favorinus, İmparator Adrien ve sofu Antom zamanında Roma ve Atina'da büyük bir başarıyla hitabet okutmuştur (120-150 yılları arasında).

Kendisi hakkında çok kez hayranlıkla dolu yazılar vermiş olan Auİu-Gelle, onu, konuşkan, sofistler biçiminde uzun söylevler vermeye yetenekli, her konu üzerinde başarıyla söz eden bir filozof sayar. Bunun için derslerine her taraftan pek çok dinleyici gelirdi. Kendisini İmparator Adrien'e pek sevdirmiş ve onunla, felsefe sorunları üzerinde tartışmalar yapmıştır.

Otuz lejyona kumanda eden bir adamın yanılmayacağını iddia ederek, daima imparatorun fikirlerini kabul etmek suretiyle bu sevgiyi devam ettirmiştir. Bu suretle Roma'da açtığı felsefe okulunda Yeni Akademinin hafiflettiği şüphecilik sistemini başarıyla okuttu. Atina'da Roma'daki kadar başarı göster Burada, D6monax ve H Atticus'le arkadaş olmuştur. Plütark da arkadaşlarındandı. Favorinus, ya hadım, yada hünsaydı; Lucien, D monax adlı eserinde, onun bu haliyle alay eder. Bu eserde, onun beden yapısıyla sesi, gülünç bir surette tasvir edilmiştir.

Favorinus, Anlaşılabilen Tasarımlar adında bir eser yazarak, stoacılara karşı, güneşin bile algılanamayacağını (idrak), Yeni Akademiciler tarzında düşünür. Plütark ve Akademik Okul başlıklı diğer bir eseri daha vardır. Astrolojinin aleyhinde Karnead'ı anımsatan kanıtlar ileri sürmüş, stoacıların kaderciliğine hücum etmiş, hiç bir şeyi onaylamayan söylevler ileri sürmüş, kullandığı diyalektik, tarzı ve rasgele söylevler verme tutkusu, onu Yeni Akademi'ye mensup olan bir filozof olarak tanıtmıştır. Kendisinin özel bir doktrini yoktur. İhtimal, felsefe tarihi olarak yazılmış olan Türlü Şeyler Tarihi ve hatıralar Homeros'un felsefesine dair de bazı eserler yazmıştır. Fakat bunların hiç biri zamanımıza kadar gelememiştir.



 

diShy

~ یơυℓℓεss ..
Onursal Üye
  • Üyelik Tarihi
    27 Kas 2009
  • Mesajlar
    24,120
  • MFC Puanı
    79
Abauzit Firmin
Fransız tanrıbilimci, filozoftur.

Kilisenin inançlarını egemen kılma girişimine karşı düşünce özgürlüğünü savunmuştur. Uzes'de doğdu, sonradan sığındığı Cenevre'de öldü. Protestan bir aileden gelmesi nedeniyle Katolikler'ce kaçırıldı, bir manastıra kapatıldı, bir süre kimseyle görüştürülmedi. Protestan inançlarına karşıt bir eğitimle yetiştirilmek istendi. Nant Fermanı'nın yürürlükten kaldırılması üzerine annesinin çabalarıyla kurtarıldıktan sonra Cenevre'ye sığındı. Yunan felsefesi, tanrıbilim, doğa bilimleri konularında uzun süren çalışmalara koyuldu. Çalışmalarının başarılı sonuçları nedeniyle, kısa süre içinde, büyük ün sağladı, (çağının en gözde bilginleri arasında yer aldı. Bir ara Almanya'ya, sonra İngiltere'ye gitti, bilimsel çalışmalarını sürdürdü.

Kral III. William'ın ilgisini çekti. Kral onu kendi yanında görevlendirmek istediyse de Abauzit, yeni çalışmalara başlayacağını ileri sürerek, Cenevre'ye döndü. Devlet Kitaplığı'nda üstlendiği görevini ölümüne değin, elli yıl sürdürdü. Derin, geniş bilgisine karşın alçakgönüllüce yaşamayı yeğleyen Abauzit başarılı çalışmaları nedeniyle Newton'un da ilgisini çekti. Newton, ona yazdığı bir mektupla, bilim tarihindeki yerini, önemini bildirdi.

Abauzit, felsefeye doğa bilimleriyle girdi. Felsefe ile doğa bilimleri arasında bir bağlantının bulunduğunu ileri sürdü; felsefenin bilime dayanması gereğini savundu. Yunan ve Roma uygarlıklarına yönelik çalışmalarıyla felsefenin gelişim çizgisini, Avrupa düşüncesinin ana kaynaklarını araştırdı. Halkın dinini, inançlarını kendi dilinden öğrenmesi gereğini ileri sürerek İncil'i halk diline çevirdi.

Abauzit'e göre felsefe özgür düşüncenin ürünüdür; kişiyi, evreni ve varlık kavramı altında toplanan bütün nesneleri anlamaya tanımaya yöneliktir. Kilisenin özgür düşünceye karışması, birtakım kısıtlamalar getirmesi insan özüne de tanrısal yasalara da aykırıdır. Din, felsefenin dayandığı deney bilimlerinin çalışmalarına karışmamalı, kendi alanının dışına çıkmamalıdır. Doğa varlıklarını, doğa denen bütünü, deney bilimlerinin verileri dışında kalarak anlama olanağı yoktur. Düşüncelerin bir kaynağı kavramlara dayalı üretimse, bir kaynağı da duyularla sağlanan verilerdir. Bu nedenle biri deneyden, öteki düşünme yeteneğinin üretiminden gelen iki türlü bilgi vardır. Us insanı yöneten, davranışlarını düzenleyen, düşünmenin kurallarını oluşturan yetenektir, deneyden gelmez.

Düşünmenin genel kurallarını içeren mantık da us ilkelerine göre çalışan bir bilimdir. Abauzit in çağında olduğu gibi, sonraki dönemlerde de etkisi sürmüştür. Özellikle düşünce özgürlüğü konusundaki görüşlerini benimseyen Rousseau, bunları yeniden ele almış, çağının anlayışına göre işlemiştir. Bayle, Voltaire, Saint Euremond gibi aydınlar da Abauzit'den esinlenmiştir. Abauzıt'ın yazıları ölümünden sonra iki kitapta toplanmıştır.

BAŞLICA YAPITLARI

- Oeuvres de fen M. Abauzit, 1770; ("Merhum Abauzit'in Yapıtları")
- Oeuvres Diverses de M. Abauzit, 1773, ("Abauzit'in Çeşitli Yapıtları")

 

diShy

~ یơυℓℓεss ..
Onursal Üye
  • Üyelik Tarihi
    27 Kas 2009
  • Mesajlar
    24,120
  • MFC Puanı
    79
Michel Foucault (Fuko)
Fransız filozof Michel Foucault ("mişel fuko" olarak okunur), 15 Ekim 1926'da Poitiers'de doğdu. Babası, oğlunun kendi kariyerini takip etmesini isteyen bir cerrahtı. Foucault, Saint-Stanislas Okulunu bitirdikten sonra, saygın bir okul olan Paris'teki 4. Henry Lisesi'ne girdi. 1946'da, daha önce sınavlarında başarısız olduğu École Normale Supérieure'e kabul edilen dördüncü öğrenciydi. Okul yıllarında eşcinselliğini keşfetti. Maurice Merleau-Ponty ile felsefe çalıştı. 1948'de felsefe diplomasını, 1950'de psikoloji diplomasını aldı ve 1952'de psikopatoloji diplomasıyla ödüllendirildi.

1954'ten itibaren dört yıl İsveç'te Uppsala Üniversitesi'nde doktora tezini yazdı. Zamanın Uppsala Üniversitesinin pozitivist damarı Foucault'un tezini bilimsel bulmayıp, kabul etmedi. Birer yıl da Varşova ve Hamburg Üniversitelerinde Fransızca öğretti. 1960'da Fransaya Clermont-Ferrard Üniversitesine Felsefe bölüm başkanı olarak döndü. "Delilik ve Medeniyet" kitabındaki teziyle doktorayla ödüllendirildi. Aynı yıl Foucault, kendinden on yaş küçük olan felsefe öğrencisi Daniel Defert'la tanıştı. Defert'ın politik aktivizmi çalışmalarında ona yol gösterdi. Foucault, Defert'la aralarındaki ilişki için çok sonraları bunun zaman zaman da aşka benzeyen uzun soluklu bir tutku ilişkisi olduğunu söyledi.

Foucault'nun ikinci önemli eseri "Kelimeler ve Şeyler" (Les Mots et les choses) 1966'da yayınlanan karşılaştırmalı bir ekonomi, doğa ve dil bilimleri çalışmasıydı. Çok satan bu kitap Foucault'nun adının tanınmasında büyük rol oynadı.

1966-1968 arasında Defert'la birlikte Tunus'a gitti ve birlikte tekrar Paris'e döndüler. Foucault, Vicennes'deki Paris-VIII Üniversitesi'nde Felsefe bölüm başkanı oldu, Defert da sosyoloji bölümünde ders vermeye başladı. 1968 öğrenci hareketinden oldukça etkilendiler. Aynı yıl Foucault başka aydınlarla beraber Hapishane Bilgilendirme Grubu'nu (The Prison Information Group) kurdu.

1969'da "Bilginin Arkeolojisi"ni (Archéologie du savoir) yayınladı. 1970'de en önemli araştırma enstitülerinden biri olan Fransa Koleji'ne Düşünce Sistemleri Tarihi profesörü olarak seçildi. 1975'te belki de en etkili kitabı olan "Hapishanenin Doğuşu"'nu (La Naissance de la Prison) yayınladı.

Ömrünün kalan yıllarında kendini "Cinselliğin Tarihi" (Histoire de la sexualité) çalışmasına adadı. 1976'da ilk cildini yayınladı, çalışmasını tam bitirememiş olsa da ikinci ve üçüncü ciltler 1984'teki ölümünden hemen sonra yayınlandı.

Michel Foucault, daha çok toplumdaki daimi doğruları inceleyen bir filozoftu. Nietzsche ve Heidegger'in düşüncelerinden oldukça etkilenen Foucault, çalışmalarında çoğunlukla Karl Marx ve Sigmund Freud'un fikirleriyle mücadele etti. Hapishaneler, polis, sigorta, delilik, eşcinsellik ve sosyal haklar konularında çalıştı. Bütün çalışmalarını modernitenin bireyler üstündeki etkisi ve getirdiği yeni güç ilişkileri üstüne kurdu.



 

diShy

~ یơυℓℓεss ..
Onursal Üye
  • Üyelik Tarihi
    27 Kas 2009
  • Mesajlar
    24,120
  • MFC Puanı
    79
Friedrich Ludwig Gottlob Frege
(8 Kasım 1848 - 26 Temmuz 1925)

Modern Matematiksel Mantık'ın ve Analitik felsefenin kurucusu sayılan Alman matematikçi, mantıkçı ve filozoftur.

Wismar'da doğdu. 1869'da Jena Üniversitesi'nde öğrenime başladı ve iki yıl sonra, 1873'te Felsefe Doktoru unvanını aldığı Göttingen'e taşındı. İki yıl sonra Jena'ya döndü ve matematik dersleri vermeye başladı. Matematik alanında 1879'da doçent ve 1896'da profesör oldu. 1925'de Bad Kleinen'de öldü.

Bilime Katkıları

Aristo'dan sonraki zamanların en büyük mantıkçısı kabul edilir. 1879'da yayınladığı, devrim niteliğindeki Begriffsschrift veya Kavram Yazısı, Aristo'dan beri nüfuzunda bir değişiklik olmayan eski Terim Mantığı'nın yerini alarak mantığın tarihinde yeni bir dönemi haber veriyordu. Begriffsschrift bugün matematiğin her alanında kullanılan nicelikleme gibi, Orta Çağ'ın Çoklu Genelleme Problemi'ne çözüm getiren kavramlar ve fonksiyon ve değişkenlerin açık bir şekilde konumlandırılması gibi özellikleriyle temelleri sarstı.

Frege, Önermeler Mantığı ve kendi icadı Yüklem Mantığı'nın aksiyomatikleştirilmesini oluşturan kişidir. Bertrand Russell'ın Tarifler Teorisi ve Russell ile Alfred North Whitehead'in Principia Mathematica 'sı için son derece temel bir kavram olan nicelikleme de yine Frege'ye aittir. Çalışmaları kendi döneminde geniş ölçüde tanınmamış ve fikirleri, özellikle Giuseppe Peano ve Russell gibi, etkilediği insanlar aracılığıyla yayılmıştır. Ludwig Wittgenstein ve Edmund Husserl da felsefî açıdan etkilediği kayda değer insanlardır.

Frege, en temelinde önerme'nin fonksiyon-argüman analizi, özel isimlerin anlam ve gönderim tefriki, kavram ve nesne tefriki ve bağlam prensibinin geliştirilmesi bulunan, Lisan Felsefesi'ne yaptığı derin sistematik katkılarla Analitik Felsefe'nin kurucularından sayılır. Edmund Husserl ve Max Schröder gibi zamanının önde gelen birçok mantıkçı ve felsefecisiyle yazışmıştır.

Frege, mantıkçılığın, matematiğin mantığa indirgenebileceği düşüncesinin önde gelen ilk savunucusudur. Grundgesetze der Arithmetik isimli çalışmasında, aritmetiğin kanunlarını mantıktan çıkarmaya tevessül eder. (Masraflarını kendi karşıladığı) ilk cildi yayınladığında, Russell, ismiyle anılan paradoksu keşfetmiş ve Grundgesetzenin aksiyomlarının bu çelişkiye yol açtığını ifade etmiştir. Frege, bu paradoksun varlığını kabul edip, kitabın ikinci cildinin ek kısmında bu soruna yol açtığını düşündüğü aksiyomu belirtmişse de, aksiyomlarında tatmin edici bir değişikliğe gidememiştir. Russell ve John Von Neumann'ın sonraki çalışmalarında, bu problemin nasıl çözümleneceği yer almıştır.

Buna ve Russell'ın Frege'ye olan övgüsündeki cömertliğe karşın, yaşamı boyunca üne kavuşmamış ve --Tractatus ve Felsefî Soruşturmalar'da fikirleri Frege'nin mantık ve dil alanındaki kavramları etrafında dönen-- Ludwig Wittgenstein üzerindeki etkisi olmasa, bir filozof olarak değerinin hiçbir zaman anlaşılmayabileceği düşünülmüştür.

Frege üzerindeki önemli otoriteler arasında Michael Dummett, Günther Patzig, Hans Sluga, Terence Parsons ve Vincent Riolo sayılabilir.

Önemli Eserleri

- Begriffsschrift (Kavram Yazısı), eine der arithmetischen nachgebildete Formelsprache des reinen Denkens, Halle a. S., 1879

- Die Grundlagen der Arithmetik (Aritmetik'in Temelleri): eine logisch-mathematische Untersuchung über den Begriff der Zahl, Breslau, 1884

- "Funktion und Begriff" (Fonksiyon ve Kavram): Talk given in a Meeting on January 9, 1891 of the Jenaischen Gesellschaft für Medizin und Naturwissenschaft, Jena, 1891

- "Über Sinn und Bedeutung" (Anlam ve Gönderim Üzerine), in Zeitschrift für Philosophie und philosophische Kritik, C (1892): 25-50

- "Über Begriff und Gegenstand" (Kavram ve Nesne Üzerine), in Vierteljahresschrift für wissenschaftliche Philosophie, XVI (1892): 192-205

- Grundgesetze der Arithmetik (Aritmetik'in Temel Kanunları), Jena: Verlag Hermann Pohle, Band I (1893), Band II (1903)

- Was ist eine Funktion? (Fonksiyon Nedir?), in Festschrift Ludwig Boltzmann gewidmet zum sechzigsten Geburtstage, February 20 1904, S. Meyer (ed.), Leipzig, 1904, pp. 656-666

- "Der Gedanke" (Düşünce) Eine logische Untersuchung, in Beiträge zur Philosophie des Deutschen Idealismus I (1918-1919): 58-77

- "Die Verneinung" (Değilleme / Nefy / Negasyon), in Beiträge zur Philosophie des deutschen Idealismus I (1918-1919): 143-157

- "Gedankengefüge" (Bileşik Düşünce), in Beiträge zur Philosophie des Deutschen Idealismus III (1923): 36-51

- Frege bu makalelerden son üçünü Mantıksal Araştırmalar adıyla yayınlamak amacındaydı. 1975'te, ölümünden sonra en azından İngilizce tercümeleri Logical Investigations adıyla yayınlanmıştır.



 

diShy

~ یơυℓℓεss ..
Onursal Üye
  • Üyelik Tarihi
    27 Kas 2009
  • Mesajlar
    24,120
  • MFC Puanı
    79
Johann Gottlieb Fichte
Johann Gottlieb Fichte Oberlausitz (Saksonya) - İ.S.1762 Küçük bir köydeki fakir bir dokumacının oğludur Fichte. Dokuz yaşına kadar dokumacılık ve çobanlık yapmış. Varlıklı bir çiftlik sahibi şans eseri onun zekasını fark etmiş ve himayesine alarak bir okula başlatmış. Ancak bu kişinin ölmesi ile tekrar yoksulluk ve sıkıntı çekmeye başlayan Fichte üniversiteyi çok zor bitirebilmiş. Özel ders vererek para kazanmaya çalıştığı sıralarda bir öğrencisi sayesinde Kant'ın felsefesiyle tanışmış ve o günden sonra tüm hayatını onun felsefesini geliştirmeye adamıştır.

Fichte, Kant'ın bir başlangıç yaptığına ve bu başlangıcın bir sisteme kavuşturularak tamamlanması gerektiğine inanmıştır. Bu sisteme ulaşmak için de bir çıkış noktası arar. Ona göre bu çıkış noktası sujedir, bilinçtir.

Burada iki yol vardır;

1. Objeyi çıkış noktası almak, ki o zaman objenin yanında nasıl oluyor da bir suje, bir bilinç var olabiliyor sorusu ile karşılaşırız. Ona göre bu soru çözümsüzdür ve insanı determinizm ve mekanizme sürükler ve bu durumda özgürlük diye bir şey olamaz.

2. Sujeyi çıkış noktası almak, bu durumda ise bilincin objeyi nasıl tasarımladığı sorusu ile karşılaşırız ve bu sorunun çözümü vardır.

Fichte'ye göre bilincin özü eylemdir. Böylece yola çıkan Fichte Kant'ın yanlış düşünme diye adlandırdığı diyalektitiği kullanarak ilerler. Ona göre bütün bilgimiz üç adımlı diyalektik bir hareketle oluşur.

1. Objeyi "a, a'dır" gibi ortaya koyup kavramak.

2. Objeyi "a, non-a değildir" gibi öteki objeler ile karşılaştırarak ayırt etmek.

3. a ve non-a'yı içine alan bir kavram ile sınırlamak.

Onun verdiği bir örnek şöyle;

1. Altını görüp tanırım.

2. Onu bakırdan ayırt ederim.

3. Onu bakır karşısında şu yada bu nitelikle sınırlanmış bir "maden" olarak kavrarım. Şimdi "ben" kendi özünü bilmek isterse önce kendisini bilmesi, düşünmesi gerekir.
Bu ise Fichte'ye göre bir eylemdir. Yine sonraki eylem ile "ben", "ben olmayanı" karşısına koymalıdır ki kendisini ayırt edebilsin. Bu "ben olmayan"" 'da doğa ve doğanın nedenselliğidir. Bu noktada doğa kendimizi bilmemizin bir aracıdır. Ancak Fichte'ye göre bilmek değil eylemek esastır. Bu nedenle bu noktada kalınamaz, "ben" 'in amacı eylemdir yani özgür olan özünü gerçekleştirmek.

Fichte'de ahlak felsefesinin temeli özgürlük sorunudur. Anlak öğretisinin formunu sağlayan özgürlüktür. Ancak bu özgürlük bir eylemdir. İnsan bu eylem ile özgür olur. Bu eylemin amacı da özgürlük olmalıdır, yoksa eylem dış amaçlara yöneldiğinden özgürlük gerçekleşmez. Bu eylemin uygunluğuna da vicdan karar verir. Vicdan'ın Fichte'de özel bir yeri vardır. Kant, "Genel bir yasa olmasını isteyebileceğin bir ilkeye göre eyle" demişti, Fichte "Vicdanına göre eyle" der. Burada Fichte'ye göre iyi olan, eyleme halidir, çünkü eyleme geçmek özgürlüğün gerçekleşmesidir. Kötü olan ise eylemsizliktir çünkü özgürlüğü yok eder. Ancak buradaki eyleme hali olarak doğal gereklilikler veya içgüdüler göz önünde bulundurulmaz, bu tür eylemler insanı edilgin yapar. Kişi doğal yönünü aşıp kendi "Ben" 'inden dolayı eyleme geçmelidir ki özgür olabilsin. Doğal yön bu amaç için sadece bir araçtır.

Kişinin kendisini gerçekleştirmesi de üç aşamalıdır. 1. İsteme. Bu aşamada kişi hazza ve mutluluğa varmaya çalışır, hayvanlar gibi çevresinin uyarımlarına bağlıdır, sadece gereksinimleri karşılayacak araçlara yönelir, iştahını doyurmaya çalışır. Özgür değildir. 2. Egemen olma. Kişinin tek amacı egemen olmaktır, sadece iştah yerini egemen olmaya bırakmıştır. 3. Son basamakta kişi özgür olmak ister. Bu durumda kişi diğerlerinin hak ve özgürlükleri karşısında kendi haz ve egemen olma arzusunu kendiliğinden, özgür olarak sınırlamayı bilir.

Fichte devlet ve hukuk konusunda da özgürlüğü temel alır. Ona göre hukukun tümel geçer bir yönü vardır ve bu insanın ilk ve doğal hakları olduğu fikrine bağlıdır. Kişinin özgürlük hakkı doğal bir haktır ve her kişi kendi özgürlüğünün başka kişilerin özgürlükleri ile sınırlanmış olduğunu kabul etmelidir. Ancak bu durumu koruyan bir güce ihtiyaç vardır. İşte devlet bu noktada ortaya çıkar. Ona göre kişi, devletin otoritesini kendisi istemeli ve devletin kendisini zorlayacağı yasayı da kendisi seçmelidir. Ancak Fichte, böyle demokratik bir devletteki vatandaşların kendi emekleri ile yaşayabilmeleri ve kaynakları hakça paylaşabilmeleri için devletin dışa kapalı olması gerektiğini savunur. Devletin ödevi ise yasaya kendiliğinden uyan kişiler yetiştirmektir, böylece zorlayan devlet ortadan kalkacaktır.

Fichte Kant'ın felsefesinden yola çıkmıştır. Felsefesi zamanla romantiklerden etkilenmiş ve kendisinden sonraki Alman filozofları için bir kaynak oluşturarak yeni bir akımın doğmasını sağlamıştır


Johann Gottlieb Fichte ( 19 Mayıs 1762, Rammenau - 29 Ocak 1814, Berlin), ünlü Alman düşünürü. Felsefedeki en önemli kavrayışı, temel çıkış noktası kendi özgürlük anlayışıdır.

Fichte'ye göre, irade ya da ben, temel gerçeklik olup, özgürdür, kendi kendisini belirleyen faaliyettir. Ben ya da irade dışında her şey ölü ve pasif bir varoluşu gösterir; yalnızca böyle bir faaliyet, kendi kendisini belirleyen tinsel bir faaliyet gerçektir. İradenin kendisi, yaşam ve akıl, bilgi ve eylem ilkesidir, her türlü ilerleme ve uygarlığın harekete geçirici gücüdür; bilginin dayandığı temel, kuramsal düşüncenin birleştirici ilkesidir. Şu halde, felsefede yapılacak ilk iş, böyle bir faaliyetin niteliğine, hem kuramsal ve hem de pratik aklın koşullarına, ilke ve önkabullerine ilişkin olarak ayrıntılı bir açıklama sunmaktır.

Bir dokumacının oğlu olan Fichte, yeteneği olduğunu farkeden bir zenginin yardımıyla yüksek öğrenimini gerçekleştirebilmiştir. Fichte Kant'a büyük hayranlık duymuş ve onu görmeye gitmiştir. Kant'a "Versuch einer Kritik aller Offenbarung" (Her Tanrısal İlhamın Eleştirisi) adlı eserini sunmuştur.

Onun felsefe konumu Kant, Friedrich Schelling, Hegel gibi isimlerin yanı sıra Alman felsefesinin temel taşları arasında yer alır. Alman idealizminin hem temellendiricisi hem de temsilcisi durumundadır. Kant sonrası alman felsefesinin önde gelen isimlerinden biri olmuştur.



 
Üst Alt