• Web sitemizin içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için Web sitemize kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Web sitemize üye olmak tamamen ücretsizdir.
  • Sohbetokey.com ile canlı okey oynamaya ne dersin? Hem sohbet et, hem mobil okey oyna!
  • Soru mu? Sorun mu? ''Bir Sorum Var?'' sistemimiz aktiftir. Paylaşın beraber çözüm üretelim.

50 Mucize Bitki

Herkül

Admin
Üyelik Tarihi
4 Haz 2013
Konular
8,797
Mesajlar
29,749
MFC Puanı
17,440
kekik.jpg


KEKİK

Latince ismi : Thymus serpyllum

Kekik (Thymus serpyllum, Thymus vulgaris), çimenlik tarla kıyılarında, orman kıyılarında, ve çayırlardaki karınca yuvalarının üstünde yer almaktan hoşlanır. Güneş ve sıcak istediği için, toprak sıcaklığının fazla olduğu kayalık ve dağlık bölgelere çoğalır. Güneşli öğlen sıcaklarında menekşe renkli çiçeklerinden yayılan güzel koku, arıları ve böcekleri kendisine çeker. Ülkemizde kekik adı altında Origanum (Mercanköşk türleri) türlerinden elde edilen drogun satışı yapılmaktadır. Eterli uçucu yağ; Thymol (%50 civarında), Carvacrol, Borneol, Cymol, Pimen, Tanen ve flavonlar içerir. Öncelikle baharat olarak kullanılır. Yağlı ve ağır yemeklerin tadını zenginleştirir, sindirimi kolaylaştırır. Şifalı bitki olarak kekik; öncelikle kramp çözücü, dezenfekte edici ve balgam söktürücü olarak kullanılır. Akciğer ve bronşlar, mide ve bağırsaklar, kekiğin başlıca kullanım alanlarıdır. Bitkinin önemli etken maddesi olan eterli uçucu yağlar kana karışıp, bronşiyal kasları etkileyerek, krampları çözebilir. Aynı zamanda o bölgelerde bakteri oluşumunu önler. Öksürük ve üst solunum yolları iltihabında çay içimi ve gargara biçiminde kullanılabilir. Kekik iştah açar ve sindirim sistemini uyarır. Sindirim sisteminde görülen ekşimeler ve kramplı ağrılar bir bardak kekik çayı ile geçiştirilebilir, kötü kokulu ve yumuşak dışkı normalleşir. Boğmaca ve öksürük, sinir sistemi zafiyeti, romatizma ve bağırsak hastalıklarına karşı, çay içiminin yanı sıra, kekik banyoları da çok yararlıdır. Güçsüz, zayıf ve solgun çocuklara da kekik banyosu yaptırılabilir. Kekik çayı ile ayrıca adet kanamaları dengelenebilir, adet zamanlarındaki kramplı ağrılar geçiştirilebilir, ergenlik sivilceleri iyileştirilebilir. kekik çayı içimi ve kekikle karıştırılmış bal yenmesiyle organizma güçlendirilebilir ve dengeye kavuşturulabilir. Kekik tentürü friksiyonları ile (ovarak sürme) romatizmal ağrılar, sinirsel rahatsızlıklar ve organ titreklikleri tedavi edilebilir. Sıcak kekik yastıkları ağrılı bölgenin üstüne konularak büyük rahatlıklar sağlanabilir. Bu küçük bitki yastıklarını herkes hazırlayabilir. Kekik, öksürük ve mide rahatsızlıklarına karşı başka bitkilerle karıştırılarak daha da başarılı biçimde kullanılabilir.

Kekik çayı, bedenin değerli organlarını temizler. Sabahları kahve veya çay yerine bir bardak kekik çayı içen, etkisini kısa sürede fark edecektir: Zeka keskinliği, midede rahatlık, sabah öksürüğüne tutulmamak ve genel bir rahatlık. Kekik, papatya ve civanperçemi, güneşli havada toplanıp, bir kuru bitki yastığı hazırlanır. Bu yastığı uygularken, bir yandan da aynı bitkilerin karışımından hazırlanmış çay içildiğinde, sinirsel yüz ağrıları iyileşebilir. Eğer aynı zamanda kramp da varsa, kurutulmuş kurtpençesi yastığı uygulamak gerekir. Kekik, çiçeklenme zamanı olan Haziran- Ağustos arasında toplanır ve öğlen sıcağında toplananları en etkili olanlarıdır. Kekik yağı, kötürümlükte, kalp krizlerinde, organ sertleşmesinde (skleroz ), kas erimesinde, romatizmada ve burkulmalarda kullanılabilir. Mide ve dölyatağı kramplarında bitkinin içten ve dıştan kullanılması önerilir. Günde 2 bardak kekik çayı içilmelidir. Dıştan kullanıldığında, bitkilerin sap ve çiçeklerinden hazırlanmış bir kuru bitki yastığı uygulanmalıdır. Yatmadan önce bu yastık sıcak hava ile ısıtılır (kaloriferin üzerine koyarak veya saç kurutma makinesi kullanılabilir) ve midenin veya dölyatağının (rahim) üstüne koyulur. Tümörlerde, eziklerde ve eskimiş romatizmalarda da bu yastık önerilir. Solunum yolları hastalıklarında, kekik, sinirli ot ile birlikte çok eski zamanlardan beri kullanılmakta olan etkili bir yöntemdir. Balgamlı bronşitlerde, bronşiyal astımda ve hatta boğmacada, kekik ile sinirli ot karışımını, çayı, limon ve nöbet şekeri ile karıştırılarak, günde 4-5 bardak içilebilir. Zatüre tehlikesine karşı bu çay saatte 1 yudum içildiğinde etkisini gösterecektir. Kekik'in, alkol bağımlılığına karşı kullanılabileceğini de unutmamak gerekir. Bir avuç dolusu bitki, 1 litre kaynar suda haşlanır ve demlenmesi için 2 dakika beklenir. Çay termosa koyulur ve hastaya 15 dakikada 1 yemek kaşığı içirilir. Sonra mide bulanması, kusma, dışkı ve idrar çıkarma, terleme, yemek ve içmek için duyulan büyük iştah izler. Bu uygulama doğal olarak bir kerede kalmamalı ve gerektiğince yinelenmelidir. Kekik, sara krizlerine karşı da önerilebilir. Günde 2 bardak içilen bitki çayı yalnızca krizler arasında değil, yıl boyunca, 10 günlük aralarla 2-3 haftalık kürler halinde uygulanmalıdır.

UYARILAR : Kekik Çayı, içerisindeki en etkili madde olan eterli uçucu yağın (Thymol) yitirilmemesi için hiçbir zaman kaynatılmaz! Hamilelerin (Düşükleri kolaylaştırır ve bebeğin rahimden çıkmasını çabuklaştırır.) kullanmaması tavsiye edilir. Önerilen dozlar aşılmadığında, bilinen hiçbir yan etkisi yoktur. Fakat kekik yağının içten kullanımında aşırılığa kaçılması, tiroid bezinin işlevini arttırabilir. Bu nedenle guatr hastalarının kekik yağını kullanmaması tavsiye edilmektedir. Kekik çayı içimi ise böyle bir duruma yol açmaz.

Kullanım Biçimleri:
Çay hazırlamak : Yarım veya bir tatlı kaşığı kurutulup, ince kıyılmış kekik,orta boy bir su bardağı dolusu kaynar suyla haşlanır, üstü kapatılarak 8-10 dakika demlendirilir ve süzülür. Günde 2-3 bardak yeni demlenmiş olarak, aç karnına veya öğün aralarında, soğutulmadan ve yudumlanarak içilir.

Kekik Banyosu: 70-100 gr kurutulmuş kekik bir tülbentin içine gevşekçe bağlanarak 2-3 litre soğuk suya eklenir. Kaynama derecesine kadar ısıtıldıktan sonra (kaynatılmaz), üstü kapalı olarak 15 dakika demlendirilir. Tülbentteki posa iyice sıkıldıktan sonra sıcak banyo suyuna (Küvet) eklenir. Banyo suyu sıcaklığı 37-38 derece arasında olmalıdır ve banyo süresi 15-20 dakikayı aşmamalıdır. Bu süre boyunca küvet içerisinde oturularak yapılan banyodan sonra üşütülmemeli ve bir bornoza sarılınarak yatakta bir süre dinlenilmelidir.

Kekik Tentürü : Öğlen güneşinde toplanmış ve ince kıyılmış çiçekli dallar, gevşekçe, bir şişenin ağzına kadar doldurulur, üstüne konyak veya 35-40 derecelik etil alkol, bitkilerin üstüne çıkana kadar eklenir. 14 gün boyunca, arada bir çalkalanarak, güneşli ve sıcak bir ortamda bekletilir, sonra tülbentten geçirilerek süzülür. Koyu renkli şişelerde, serin bir ortamda saklanmalıdır.

Bitki yastığı: Öğlen güneşinde toplanıp kurutulmuş çiçekli dallar, ince kıyılarak keten bezinden yapılmış bir yastığa doldurulur ve ağzı dikilir. Yatmadan önce sıcak, kuru hava ile (Örnek : Kaloriferin üzerinde veya saç kurutma makinesi kullanılabilir) ısıtılır ve hasta organın üstüne koyulur.

Kekik Yağı: Aynı tentür işlemi gibidir, konyak yerine, sızma zeytinyağı kullanılır. Bir şişenin içine doldurulan çiçeklerin üstüne sızma zeytin yağı eklenerek, 10 gün güneşte bekletilir ve kullanılacak kadarı süzülür.

Karışım: Öksürüğe karşı, 2 ölçü kekik, 1 ölçü sinirli ot, 1 ölçü ezilmiş anason iyice karıştırılır. Bir tatlı kaşığı bitki "Çay Hazırlamak" başlığı altında belirtildiği şekilde demlenir ve balla tatlandırılarak, küçük yudumlarla içilir.

Kekik, birçok derde iyi geliyor

Uzmanlar, kekik otunun yapısında bulunan minerallerinden dolayı birçok sağlık probleminin çözümünde etkili olduğunu belirtiyor.

Kolesterol düşürülmesinden, sara krizini önlemeye ve ağrıların tedavisine kadar bir çok işe yarayan kekik, baharat özelliğiyle de yemeklerde kullanılıyor.
Yaygın olarak lezzet arttırıcı baharat olarak sofralarda kullanılan kekik otunun, birçok sağlık problemine iyi geldiği bildirildi. Halk arasında “tahtacı otu”, “güvey otu” ve “pervane otu” olarak adlandırılan kekiğin; kolesterolü düşürdüğü, sara krizin önlediği, mide, karın ve baş ağrılarında etkili olduğu, ani spazmları çözdüğü ve ergenlik sivilcelerinin tedavisinde etkin rol oynadığı belirtildi. Uzmanlar, kekik otunun ve kekik otundan yapılan çay ve
yağların dikkatli ve ölçülü kullanılması halinde, birçok sağlık problemini kendiliğinden çözdüğünü vurguladı.

İşte kekik otuyla yapılabilecekler ve çeşitleri:

Kekik çayı:
Kekik çayı sindirim sistemi üzerinde son derece etkilidir. Sindirimi kolaylaştırma, mide rahatsızlıklarına iyi gelme, iştah açma özelliğiyle öne çıkan kekik çayı, ayrıca adet kanamalarını dengeler, kramplı adet ağrılarına iyi gelir, organizmayı güçlendirir ve ergenlik sivilcelerini engeller.

Kekik yağı:
Sızma zeytinyağı ile birlikte kullanılan kekik yağı, ağrının olduğu bölgeye masajla birlikte uygulanırsa acıyı dindirir ve ağrının yayılmasını engeller.

Kekik suyu:
Bağırsaklardaki parazitlerin düşmesini sağlar. Yatıştırıcı özelliği vardır. Spazm çözücüdür, organizmanın düzenli çalışmasını sağlar. Mide için son derece faydalıdır. Kolesterolü düşürür. Böbrek ve kum taşlarında iyi sonuç verir. Ağız, diş ve boğaz iltihaplarında gargara yapılırsa iyileştirici etki sağlar. Sara krizini önler. Vücuttaki fazla yağların yakımında etkilidir. Mide, karın ve baş ağrılarında etkilidir

KEKİK MUCİZESİ

Türkiye'de yoğun olarak yetişen kekik çeşitlerinin, antioksidan, antikanserojen, antidiyabetik ve antikolestremik özelliği olduğu bildirildi.

Erciyes Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Gıda Mühendisliği Bölümü Öğretim Görevlisi Yrd. Doç. Dr. Osman Sağdıç, kekik üretimi açısından dünyada önemli bir konumda bulunan Türkiye'de, Origanum, Thymus, Thymbra, Saturaje, Sideritis ve Salvia cinsi kekiklerin yoğun olarak yetiştiğini, bu kekik çeşitlerinin sağlığa çok faydalı olduğunu söyledi.

Dünyada kekik çeşitleriyle ilgili birçok araştırma yapıldığını, bu araştırmalar sonucunda bu bitkilerin mikrop öldürücü özellikte olduğu ve yoğun şekilde fenolik madde içerdiğinin saptandığını belirten Sağdıç, kekiğin sağlığa faydalarını şöyle özetledi:

“Kekik, içerdiği maddelerle hücrelerden salgılanan serbest radikalleri bağlayarak sağlık açısından birçok fayda oluşturmaktadır. Kekik, içeriğindeki maddelerle vücutta hücre koruma sistemlerini geliştirmesiyle antioksidan, kanser oluşumunu engellemesiyle antikanserojen, diyabet hastalığını engellemesiyle antidiyabetik ve vücuttaki kolestrol oranını ayarlamasıyla antikolestremik özellikler taşımaktadır. Bu özellikleri ile kekik, yaşlılığı geciktirmekte, tümör oluşumunu engellemekte, şeker hastalığına iyi gelmekte ve gıdaların bozulmasını doğal yollarla engellemektedir.”

DOĞAL KORUYUCU
Gıdaların bozulmalarının önlenmesi için koruyucu maddeler kullanıldığını, ancak kimyasal koruyucu maddelerin sağlık açısından bazı riskler taşıdığını ifade eden Yrd. Doç. Dr. Osman Sağdıç, doğal koruyucu özelliği olan kekiğin bu riskleri ortadan kaldırdığına dikkati çekti.

Gıdaların üretiminden tüketimine kadarki süreçte sağlıklı olarak saklanabilmelerinin önemli bir sorun olduğunu ve bu alanda sürekli araştırmalar yapıldığını kaydeden Sağdıç, şöyle devam etti:

“Gıdaların mikroorganizmalar ve oksidasyonla bozulmaları sonucu, ticari değerleri kaybolmaktadır. Bunun için gıdaların tüketiciye ulaşıncaya kadar dayanıklılığının korunması için, kimyasal sentetik koruyucular kullanılmaktadır. Kullanımları gıda kodeksleri ile sınırlandırılan kimyasal koruyucular, limit aşımında kanserojen etki yapmakta ve insan sağlığını tehdit etmektedir. Doğal antimikrobiyal özellik taşıyan kekik grubu bitkiler, bu riskleri ortadan kaldırmakta, doğal yollarla koruma sağlamaktadır.”

Kekiğin, sağlık açısından faydaları göz önünde bulundurularak çok farklı alanlarda kullanılabileceğini kaydeden Sağdıç, gıda sektörünün yanı sıra tıp, eczacılık ve kozmetik alanlarında da kullanılabileceğini, hayvan yemlerine katılarak et kalitesinin ve hayvan sağlığının korunabileceğini, çay olarak içilerek insan sağlığına faydasının sağlanabileceğini söyledi.

EKONOMİK BOYUT
Türkiye'nin dünyada baharat bitkilerinin üretimi ve ticaretinde Çin ve Hindistan'dan sonra üçüncü ülke konumunda olduğunu, yıllık 30 bin ton civarında doğal bitki ihraç ettiğini bildiren Yrd. Doç. Dr. Osman Sağdıç, birçok önemli kekik türünün yetiştiği Türkiye'nin, dünya kekik ihracatının yüzde 75'ini elinde bulundurduğunu söyledi.

Kekik üretimi ve ticaretinin geliştirilmesiyle ülke ekonomisine ciddi katkılar sağlanabileceğini belirten Sağdıç, Türkiye'nin yıllık ortalama 11 bin ton civarında kekik üretimi yaptığını ve bundan 21 milyon dolar gelir elde ettiğini ifade etti.

Türkiye'nin ABD, Avustralya, Kanada ve Avrupa ülkelerine ihraç ettiği kekik türleri arasında Türk kekiği (Origanum onites), sütçüler kekiği (Origanum minutiflorum), karabaş kekiği (Thymbra spicata) ve beyaz kekik (Origanum majorana) bulunduğunu belirten Yrd. Doç. Dr. Osman Sağdıç, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Kekik üretiminin ülke ekonomisine sağladığı katkının artırılması için, üretimin teşvik edilmesi gerekir. Kekik, belediyelerce süs bitkisi olarak kullanılabilir, ormanlara tohumları saçılarak geliştirilebilir ve tarlalarda yetiştirilerek gelir kaynağı haline getirilebilir. Türkiye, toprak ve iklim şartları bakımından buna çok uygundur.”

KEKİK
Sinir Sistemi : Bedeni ve Ruhi bunalımlarda, sinir zafiyetinde.
Solunum yollarında : Astım, Bronşit, Verem, Enfizeme de diğer hastalıklar için Solunum yollarını sterilize etmekte.
Dolaşım sistemi Düşük tansiyonu normal hale getirmede, Kansızlıkta, Beyaz kürecikleri artırarak dayanıklılığı artırır.
Hazım yollarında: iştah açmada, hazım zorluğunda bağırsaklardaki kokuşma ve gazda, ishallerde, Tifoda çok fayda verir, bağırsaklardaki faydalı mikropları güçlendirir.
Soğuk algınlığı, Grip, Nezle, Beyin nezlesi, ateş Anjinde çok faydalıdır.
Regl söktürür.
Bağırsak parazitlerini döker.

KEKİK
(thymus serpyllum)

Güneşli çimenliklerde, tarla ve orman kenarlarında, çayırlarda yetişir. Çok sıcağa ve güneşe ihtiyacı vardır. Onun için taşlı yerlerde, toprak sıcaklığının çok sıcak olduğu yerlerde yetişir. Öğle sıcağında morlarla süslü renkli çiçeklerinin yaydığı güzel kokuya arı ve böcekler üşüşür.

KULLANIM TABLOSU
Çay: dolu çay kaşığı kekiği 200 gr. Su ile kaynatın ve bir dakika demleyin.
Hülasa: öğle güneşinde toplanmış çiçekler bir litrelik şişeye ağzına kadar doldurun.40 derecelik iyi şarap, üzerine doldurarak, 14 gün güneşte bırakın.
Kekik yağı: Öğle güneşinde toplanmış çiçekli sapları aynen şişeye doldurup üstüne zeytinyağı koyun. Kekiklerin üstünde iki parmak yağ olsun. 14 gün güneşte bırakın.
Kekik şurubu: Güneşte toplanan çiçekli sapları elinizde nemlendirerek, ıslak ellerle bir kavanoza koyun, aralarına kat kat şeker koyun. Üç hafta kadar güneşte bekletin, sonra kekikleri az su ile yıkayın. Bu suyu şuruba ilave edin ve en kısık şekilde kaynama haline gelmeden pişirin, şurup ne ince ne kalın olsun. Bunun için bir yada iki defa soğutulup denemesi yapılır.

HASTALIKLAR

İdrara ve kadınların adetlerine tesir eder ve düşüğü önler. İç organları temizler, cüzam, felç ve sinir hastalıklarına tavsiye edilir. Mide ve adet kramplarına kekik yağı, müzminleşmiş romatizma için kuru ot yastık çok faydalıdır. Kekik banyosu rahat uyutur. Kekik alkolikler içinde çok faydalı bir koruyucudur

KEKİK

Romatizmadan tansiyona, öksürükten hazımsızlığa birçok rahatsızlığa olumlu etkisi var

Sağlık kaynağı kekik
Yemeklerin tadını zenginleştiren bir baharat olarak biliyoruz onu. Ama aynı zamanda yağıyla, suyuyla, çayıyla şifa veren bir bitki. Mikropları öldürüyor, hazmı kolaylaştırıyor, kolesterolü düşürüyor. Tansiyonu dengeleyip ağrıları gideriyor. Ve dünyanın en iyi kekiği Türkiye´de yetişiyor.

Çoğu insan pirzolayı, ızgara eti onsuz düşünemez. Mis gibi kokusuyla ete ayrı bir lezzet katar. Akdeniz mutfağına özgü yemeklerin de vazgeçilmez baharatıdır. Salatalarda, zeytinyağlılarda, makarna soslarında sıkça kullanılır.

Kekikten söz ediyoruz. Odunsu saplı, küçük yapraklı, alçak boylu bitkiden. Kekiğin yemeklere kattığı lezzetin dışında bir önemli özelliği daha var. Şifalı bitkilerin önde gelenlerinden kekiğin sindirimi kolaylaştırıcı, kandaki şeker miktarını azaltıcı, sakinleştirici, idrar söktürücü, âdet düzenleyici, öksürük giderici gibi etkileri bulunuyor.

Türkiye, kekik açısından cennet bir ülke. Anadolu Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Farmakognozi Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Hüsnü Can Başer, ``Türk kekiği, dünyanın en kaliteli kekiği'' diyor. Aynı zamanda 1980´de kurulan Anadolu Üniversitesi Tıbbi ve Aromatik Bitki ve İlaç Araştırma Merkezi (TBAM) Müdürü olan Prof. Başer, Türkiye´nin son yıllarda dünyanın en büyük kekik üreticisi olduğunu söylüyor. Türkiye´den yılda 7000-7500 ton kadar kuru kekik ihraç ediliyor. Kekiğin yanı sıra, kekik yağı da ihraç ediliyor (yılda en az 50-60 ton kadar).

Kekiğin yanı sıra, daha birçok bitki araştırılıyor, inceleniyor, denetleniyor Türkiye´nin ilk ve tek bitki araştırma merkezi TBAM´da. Ancak Prof. Dr. Hüsnü Can Başer´in kalbinde, kekiğin yeri bambaşka. Öyle ki, onun adını alan bir kekik türü bile var: `Origanum Husnucan-Baserii'... Başta kekik olmak üzere, bitkilerin yararları, zararları, merkezde yapılan araştırmalar, bitkilerin doğru kullanımı gibi daha birçok konuda sorularımızı yanıtlayan Prof. Başer ile `bitki âlemine' dalarak sohbet ettik...


Nedir Türk kekiğinin sırrı?
Türkiye adeta bir bitki cenneti. Özellikle de kekik konusunda çok iddialıyız. Bugün Türkiye´den en çok ihraç edilen bitki kekik. Kekik yağı da ihraç ediliyor. Türk kekiği, dünyanın en kaliteli kekiği.

Kekiğin yanı sıra hangi bitkiler ihraç ediliyor?
Meyankökü de Türkiye'den gidiyor dünyaya, ancak meyankökü ihracatı son yıllarda azaldı, çünkü meyankökü ilaçtan çok, tütün, şekerleme ve meşrubat sanayisinde kullanılmaya başlandı. Bunun dışında, adaçayı, defne, şakayık çiçekleri, şakayık kökleri, sarı kantaron da sık ihraç edilen bitkiler arasında. Ayrıca Türkiye, gül yağı üretimi konusunda da dünya çapında bir ülke. Bunların yanında Türkiye, pek çok değişik bitki esanslarının önemli üreticisi haline geldi. Yaptığımız bir çalışmada, Türkiye'nin tıbbi ve aromatik bitki ile bitkisel ürünler ihracatının, yılda 100 milyon dolarlık bir kapasiteye ulaştığını tespit ettik. Yani Türkiye yılda 100 milyon dolarlık ihracat yapma kapasitesine sahip. Bu sayı artmış bile olabilir. Ürünlerimizin kalitesi arttıkça fiyatı da artıyor. Örneğin kekikte çok iyi durumdayız. Dünyanın en temiz, en kaliteli kekiği, en temiz kekik yağı Türkiye'den gidiyor.

Kekiğin en çok hangi bölümü işe yarıyor?
Pilot tesislerimizde hammaddeleri kazanın içine koyarız. Esansını elde etmek istiyorsak, alttan buhar veririz. O buharla birlikte esanslar bitkinin içinden serbest hale geçer ve suyla birlikte soğutucuda soğuyup tekrar sıvı haline dönüp aşağıya iner. Yağ, suyla karışmadığı için yüzer. Biz de onu ayırırız. Özel tesislerimizde bitkinin içindeki özü alıyoruz. Kekiğin posasını istersek su, istersek alkolle kaynatıp onun içinden de bir ekstre elde ederiz. Onu yoğunlaştırdığımız zaman da katı bir madde elimize geçer. Bu da antioksidan özelliğe sahiptir. Bunlar da doğal katkı maddeleri olarak gıdalarda kullanılabilir. Kekiğin aslında çok özelliği var. Hemen hemen hiçbir şey israf olmuyor. Her şeyi alınmış posa da gübre olarak kullanılabiliyor. Yem fabrikalarına da verilebilir. Hemen hemen her tarafı işe yarıyor kekiğin.

Peki neden eczacılar bitkilere sahip çıkmıyor? Birçok gelişmiş ülkede doktorlar bitkisel ürünleri reçeteye yazar ve eczacı bu ürünleri eczanesinde hazırlayarak hastaya verir.

Sahip çıkıyorlar, ancak doktorlar reçeteye yazmıyor. 30-40 yıl önce, tıp fakültelerinde Materia Medica diye bir ders vardı. Bu derste, tıpta kullanılan bütün maddeler ve bitkiler öğretilirdi. O zamanki tıpçılar bitkileri bilirdi. Ancak artık hekimler tıbbi bitkileri hiç bilmeden mezun oluyor. Konuyu bilmedikleri için de bitkilerden uzak duruyor, bunları `koca-karı ilaçları' olarak görüyorlar. Örneğin Almanya'da tıp fakültelerinin hepsinde bitkilerle tedavi dersi okutuluyor. Bitki işini eğitimleri sırasında gördükleri için de hastalara daha bilinçli bir biçimde reçete yazıyorlar. Bir doktor-eczacı-hasta zinciri oluşmuş durumda. Türkiye'deki eksiklik bu.

Bitki Kimyası Bölümü:
Anadolu Üniversitesi Bitki Kimyası Laboratuvarı´nda küçük çaplı üretimler yapılıyor. Örneğin kekik yağı, defne yağı, adaçayı yağı gibi bitkisel esanslar burada üretiliyor.

Uçucu Yağlar Bölümü:
Aromatik bitkilerden uçucu yağ (esans) üretimi, analizi, kalite kontrolü, biyolojik etkinliği ve aroma kimyasallarının izolasyonu, kalite kontrolü gibi işlemler yapılıyor. Mikrodistilasyon Sistemi sayesinde, tek bir tohumdan veya yapraktan dahi uçucu yağ elde edilebiliyor. Normalde 100, 200 gram, hatta yarım kilo gerekebilir. Uçucu yağlar, parfümeri, kozmetik ve gıda sektöründe kullanılabilir.

Aletli Analiz ve Kalite Kontrol: İyi laboratuvar uygulamaları kurallarına uygun olarak doğal ve sentetik hammaddeler ile ilaç ve kozmetik ürünler üzerinde son teknoloji kullanılarak analiz ve kalite kontrol yapılıyor.
Pilot Tesisler: Endüstriyel üretim öncesinde deneme üretimleri bu bölümde yapılıyor. Bitkisel ekstre ve yağ üretimi konusunda yeterli imkânlara sahip olan tesiste, öğütme, ekstraksiyon (bitkinin içindeki maddeleri elde etme), distilasyon, kimyasal reaksiyon, buharlaştırma, kurutma, püskürtme gibi işlemler gerçekleştiriliyor.

Hücre ve Doku Kültürü Laboratuvarı:
Bu laboratuvarda, insan ve hayvan dokuları üretilerek, onlar üzerinde bitkilerle deneyler yapılıyor. Örneğin anti-kanser etki deneyleri yapılıyor, yara iyileştirici maddeler veya yaşlanmayı önleyici etkiler, bitkilerin zehirli olup olmadıkları araştırılıyor. Bu çalışmaların avantajları var. Hayvan deneylerinde sürekli hayvanları kanser edip öldürmek gerekiyor. Oysa hücreler üzerindeki deneylerde, istenilen miktarda hücre üzerinde çalışılabiliyor. Bu hücreler ise eksi 195 derecede donduruluyor.

Biyotransformasyon Laboratuvarı:
Burada `mikroplar çalışıyor'. Mikroorganizmalar, verilen maddeleri yedikleri an, ****bolize edip onları başka bir maddeye çeviriyorlar. Her mikrop farklı madde üretiyor. Böylece yeni maddeler de keşfedilmiş oluyor. Biyoteknolojinin ön adımları olan bu çalışmalarla, değeri olmayan veya tedavi edici etkisi az olan birtakım maddeler mikroplara çevirtilerek, tedavi etkisi yüksek maddeler haline getirilebiliyor. Örneğin kokusu olmayan maddeler kokulu hale; ucuz maddeler pahalı hale dönüşüyor.

Kozmetoloji: Kozmetik araştırma ve geliştirme laboratuvarında, maddelerin cilt üzerindeki nem ölçümleri, ürünlerin yasal yönetmeliklere uygunluğunun saptanması ve kalite kontrolleri gibi işlemler yapılıyor.
Kütüphane ve Dokümantasyon Birimi: Geniş bir kütüphane ve arşive sahip olan TBAM´da, bütün bilgiler bilgisayar ortamında saklı. Birçok eserin orijinallerini de bu kütüphanede bulmak mümkün
 

Herkül

Admin
Üyelik Tarihi
4 Haz 2013
Konular
8,797
Mesajlar
29,749
MFC Puanı
17,440
kereviz.jpg


KEREVİZ


Latince ismi : Apium graveolens

Kerevizin yaprak ve saplarının, bol vitaminleri ve çeşitli madeni maddeleriyle çok faydalı olduğunu belirten uzmanlar, mideyi kuvvetlendirdiğini ve iştah açtığını bildiriyor. Uzmanlar, kerevizin, iç salgı bezlerini ve özellikle vücutta çok çeşitli vazifesi olan böbrek üstü bezlerini çalıştırdığını, sinir yorgunluğunu da önlediğini ifade ediyor. Kanı pisliklerinden temizlediğini ve sivilcelerin geçmesine, yüzün pembe bir hal almasına yaradığını vurgulayan uzmanlar, kerevizin diğer faydalarını şöyle sıralıyor: “Karaciğerin şişliğini giderip onu yorgunluk maddelerinden temizliyor. Sarılığı gideriyor, böbrekleri çalıştırıyor, fazla suyu dışarı atıyor. Böbreklerden kumu, taşı döküyor. Şişmanları zayıflatıyor ve cinsel faaliyeti çok arttırıyor.”

Kereviz Sinirli Olmayı Önlüyor

Akdeniz mutfağının lezzetlerinden kereviz, içerdiği maddeler sayesinde sinirliliği önlüyor.B vitamini, demir ve kireç yönünden zengin olan kereviz şeker, yüksek tansiyon ve romatizma hastalıklarına da iyi geliyor. Uzmanlar düş kırıklığı çekenlerin kereviz ve havuç yemesini tavsiye ediyor. Salatası, çorbası, zeytinyağlı yemeği yapılarak tüketilebildiği gibi, yemeklere kendine özgü bir lezzet de katan kereviz, içerdiği değerlerle alternatif tıpta birçok hastalığın tedavisinde de kullanılıyor. Yaprak ve kök kerevizi olarak iki çeşidi bulunan ve anavatanı Güney Avrupa olan kereviz, deniz havası alan rutubetli yerlerde yetiştiyor ve soğuk havada kolayca don tutuyor.

Uzmanlar, lezzeti ve besin değerinde kayıp meydana gelmemesi için kereviz alırken don yememiş olmasına özen gösterilmesi gerektiğini belirtiyor. Kerevizin içeriğindeki ’sedanonik anhidrit’, ’sedanolin’, ‘limonen’, ‘palmitik asid’ ve ‘gayakol’ gibi maddeler sayesinde zihinsel yorgunluğun giderilmesine iyi geldiğini kaydeden uzmanlar ayrıca B vitamini, demir ve kireç içeren kerevizin, unutkanlığı ve sinir yorgunluğunu giderdiğini ifade ediyorlar. Uzmanlar idrar söktürücü özelliğe de sahip bulunan kerevizin, böbrek taşı ve kumlarının düşürülmesine yardımcı olduğunu, şeker, yüksek tansiyon ve romatizma hastalıklarına da iyi geldiğini kaydediyorlar.

Cinsel gücünüzü arttırın: Kereviz
Kerevizin tarihi çok eskilere, antik Yunan’a kadar dayanır. O zamanlar kereviz o kadar kutsal bir bitki olarak biliniyordu ki, spor yarışmalarını kazananların başlarına ödül olarak yabani kerevizden taç yapılıp konulurdu. Ancak kerevizin şöhreti kötü bir talihsizlik sonucu (spor yarışmalarını kazanan kralın oğlunu kereviz yaprakları arasına giren bir yılan soktu) lekelendi ve yalnızca ölüm çelengi olarak kullanılmaya başlandı.

Kereviz, çeşitli iklim koşullarına uyum sağlayabilir, ancak ılıman ve nemli iklimlerde daha verimli olarak yetişir. Geniş yaprakları ve uzun yaprak sapları ve şişkin bir gövdesi vardır. İki çeşit kereviz vardır, bunlarda bir tanesi kökü yumru bağlamayan, yaprak sapları uzun olan yaprak kerevizi, diğeri ise, yaprak sapları kısa kökü yumrulu, kök kerevizidir.

A, B ve C vitamini, kalsiyum, demir, potasyum ve kireç içerir. Kanserden yüksek tansiyona, gripten kolestrole kadar her türlü hastalığa karşı tedavi edici etkisi vardır. Onun mucizevi etkileyici gücü geçmişte Yunanlılar ve Romalılar tarafından keşfedilmiş ve onlar kerevizi tıpta ve yemeklerinde kullanmaya başlamışlardı.

2500 yıl önce hekimlerin babası Hipokrat, “altüst olmuş sinirleriniz için kereviz besininiz ve ilacınız olsun” demiştir. Özellikle erkeklerde cinsel arzuyu kamçılayan ve cinsel gücü arttıran kereviz, zamansız iktidarsızlık için doğal bir çaredir.

Kerevizin anayurdu Akdenizdir. Eski Yunan, Romalılarca koku verici olarak ve ayrıca şifalı ot gibi kullanıldığı bilinmektedir. Yaprakları ise çeşitli dönemlerde hüznün ve zaferin simgesi olmuştur. Homeros, İlyada’sında Archille in bu bitkiyi görkemli saçlarının tedavisinde kullandığından söz eder.

Sağlıktaki rolü
C vitamini yönünden oldukça zengin olan kereviz, vücudun günlük C vitamini ihtiyacının % 15 ini karşılar. 100 gr. kerevizde 2 mgr. A vitamini, 15 mgr. C vitamini, 4 mgr. kalsiyum, 10 mgr. potasyum ve 2 mgr. demir bulunur. İki orta boy kerevizde sadece 20 kalori vardır.

Son yıllarda yapılan araştırmalar kerevizin kanserden yüksek tansiyona, gripten kolesterole kadar her türlü hastalığa karşı savaştığını ortaya çıkarmıştır.

Amerika da yapılan deneylerde, kerevizin içindeki kimyasal maddelerin vücudun bağışıklık sistemini güçlendirdiği, canlılarda tümör oluşumunu önlediği ve tümör oluşum riskini % 38 ile % 50 oranında azalttığı gözlemlenmiştir.

Her gün kereviz yiyen ya da kereviz suyu içen hastaların tansiyonunun düştüğü ve kan basıncının dengelendiği görülür. Vücudun kaybettiği suyu yenilemenin en iyi yolu kereviz suyu içmektir. Kereviz suyu aynı zamanda stresi azaltır, uykusuzluğa iyi gelir ve baş ağrılarını engeller.

Diyet yapanlar için de faydalı olan kereviz suyu, tatlı ihtiyacını engeller. Sindirim sistemi ve böbrekleri dengeli çalıştırır. İyi çiğnenerek yenen kerevizler mideyi güçlendirir. Yorgunluğa ve iştahsızlığa iyi gelir.

Nelere faydası vardır?
- Cinsel gücü arttırır ve cinsel isteği kamçılar
- İç salgı bezlerini, özellikle böbrek üstü bezlerini çalıştırır
- Sinir yorgunluğunu engeller
- Kanı pisliklerden temizler
- Akneleri geçirici ve cildi temizleyici özelliği vardır
- Böbrek taşı ve kumunun kolay düşürülmesini sağlar
- Diyet uygulayanların zayıflamasını kolaylaştırır
- Unutkanlığa iyi gelir
- İdrarı söker
- Kan ve süt yapar
- Karaciğeri temizler
- Yüksek tansiyona iyi gelir
- Romatizmayı tedavi edici etkisi vardır
- Uykusuzluğu giderir
- Baş ağrılarını geçirir
- Mideyi güçlendirir

Nasıl kullanılır?

Sofrada: Tohumu öğütülür. Çorba, köri, güveç ve turşulara kullanılır, tuzsuz rejimlerde tuz yerine bu tohum uygulanabilir. Yaprağı salataya doğranabilir, bunun dışında yemeklere de katılabilir. Sebze çorbası ve güveçlere, ateşten alınmadan 3 dakika önce eklenebilir.

Sağlık için: Tohumu kaynatılarak özü çıkarılır ve içilir. Sinirleri yatıştırıcıdır ve midedeki fazla gazı çıkarmaya yardımcı olur. Yaprağı çay gibi demlenerek içilir. İştahı açar ve sindirimi kolaylaştırır.

Satın alma
Kereviz satın alırken sağlıklı yaprakları olan sağlam, körpe kerevizleri seçin. Sapının ezik, çürümüş olmamasına dikkat edin. Kerevizleri buzdolabında, yıkanmamış olarak ve plastik torbalar içinde 2 haftaya kadar taze olarak koruyabilirsiniz.​
 

Herkül

Admin
Üyelik Tarihi
4 Haz 2013
Konular
8,797
Mesajlar
29,749
MFC Puanı
17,440
bu-hastaliklara-keten-tohumu-ile-care9.jpg


KETEN TOHUMU


Latince ismi : Semen lini

OMEGA-3 ( N-3 ) yağ asitleri içeren besinlerin sağlığımız açısından önemini belgeleyen araştırma sonuçları arttıkça, beslenme uzmanları, doktorlar ve tüketicilerin, balık yağı ve keten tohumuna ilgileri arttı. Bu ürünlere yönelişin artmasındaki diğer önemli unsur da, vücudumuzun üretemediği N-3 yağ asitlerinin, mutlaka dışarıdan besin yoluyla alınmasının gerekliliği.

Keten tohumu yüksek oranda çoklu doymamış yağ asitleri, düşük oranda doymuş yağ asidi, yüksek oranda lifle birlikte bol miktarda potasyum, az miktarlarda ise magnezyum, demir, bakır, çinko ve çeşitli vitaminler içerir. 100 gr. keten yağı 13.4 mg. E vitamini, 100 gr. keten tohumu ise yaklaşık 450 kcal. içerir daha uygun sanki. Keten tohumunun amino asit profili soya ununa benzer özellikler gösterir. İçerdiği N-3 yağ asiti oranı, (Omega-6 nın yaklaşık dört katıdır) çözünebilir ve çözünemez liflerce zenginliği ve bir çeşit bitkisel östrojen olan lignanların en zengin kaynağı olması nedeniyle keten tohumu beslenme uzmanları tarafından sıklıkla önerilir. Lignanlar, hormonlara bağlı kanser türlerinde (göğüs, prostat vb.) **** hormonlarına müdahale ederek kansere karşı koruma yapar; tümör hücrelerinin büyümesini engeller. Keten tohumunda bulunan lignanlar birer doğal SERM’dir (östrojeni seçerek alan modülatörler); östrojen kullanımının zararlarından korurken tüm diğer olumlu etkilerinden de yararlanmayı sağlarlar. Örneğin; östrojenin kemiklerde bağlantı kurup büyümeyi sağlamasına izin verirken; hasar verebileceği göğüs ve rahim içi gibi hassas bölgelere girmesine izin vermezler. Fazladan bir hücre büyümesi olmadığında kanser riski azalır. Keten tohumu 100 gramda toplam 240.6 mg. bitkisel östrojen içerirken, birçok diğer gıda maddesinde bu 100 gramda 17 mg.’ı geçmez.
İçerdiği lifin yaklaşık olacak üçte ikisi suda çözünemeyen, geri kalanıysa çözünen lif özelliğini taşır.

Suda çözünmeyen lifler dışkı yoğunluğunu arttırarak, bağırsak geçiş zamanını azaltarak kabızlığı önleyici, bağırsakları yumuşatıcı etki yaparlar.
Keten tohumunda bulunan suda çözünür lifler (mucilage zamkı/sakızı) kan şekeri seviyesini korur, kolesterol seviyesini düşürürler. Beslenmedeki yüksek lif miktarının kanser önleyici etkileri de söz konusudur.

Beslenmede ideal yağ asidi dengesini sağlamak için, ana yağımızı tekli doymamış yağ asidi oranı yüksek soğuk sıkım zeytinyağı olarak seçmeli, doymuş ve trans yağları (hidrojene) minimuma indirmeli, tahıla - ekmeğe bağlılığımızı düşürmeli, bol bol yeşil yapraklı gıdalar tüketmeli ve mutfağımızı keten tohumuyla takviye etmeliyiz.

Keten tohumu içerdiği alfa-linolenik asit (N-3 yağ asitlerinin en önemli üyesi) açısından besinlerin en zenginidir. Alfa-linolenik asitin bir kısmı, vücutta uzun zincir N-3 yağ asitleri EPA ve DHA ya dönüşürler ki bunlar iyi kolesterolü yükseltir, yüksek tansiyonda düşürücü etki yapar, kanın pıhtılaşma eğilimini azaltır, plazma trigliserid düzeyini, aritmi riskini azaltır. Dolayısı ile alfa-linolenik asitin koroner kalp hastalığı riskini azalttığı tespit edilmiştir. Keten tohumu üzerine yapılan araştırmalar, düzenli keten tohumu kullanımının dolayısı ile alfa linolenik yağ tüketiminin, arterioskılerozun (damar sertliği) gelişmesini önleyebileceğini, iltihabi hastalıklarda olmalı ve oto bağışıklık rahatsızlıklarında etkili olabileceğini göstermektedir. N-3 dengeli beslenmenin kanseri engelleyici özellikleri de tespit edilmiştir. Yağ asitleri dengesinin N-6, doymuş yağ asitleri ve trans yağlar tarafına kayması sadece daha az N-3 tüketmemiz anlamına gelmemekte aynı zamanda bu yağlar, alfa-linolenik yağ asitinin uzun zincir N-3 yağ asitlerine dönüşmesi engelleyerekte vücudumuz N-3 yağ asitlerinden gerekli faydayı sağlamasını engellemiş olurlar.

Keten tohumunu doğal ürün dükkanlarından veya aktarlardan temin edebilirsiniz. Tazeliğini anlamak için çimlenip çimlenmediğine bakabilirsiniz, eğer çimlenmiyorsa aldığınız yere iade ediniz. Keten tohumları sert olduğundan dikkatli bir çiğnemede bile yeterince öğütülemeyebilirler, bu da yeterince sindirilmeden vücuttan atılmalarına sebep olur. Öğütülmüş keten tohumunun sindirimi çok daha kolaydır. Keten tohumlarını öğüterek yersek onun şifalı özelliklerinden daha fazla faydalanabiliriz. Keten tohumunu öğütmek için karabiber veya kahve el değirmenleri ya da bu tip tohumları öğütmek için özel olarak üretilmiş elektrikli öğütücüler kullanılabilir (ülkemizde bulunmaktadır). Keten tohumu oda sıcaklığında bir yıl tazeliğini korur. Öğütülmüş keten tohumu ise 30 gün boyunca hava geçirmez kapaklı bir kavanozda buzdolabında saklanabilir.

Batıda fırıncılık sektörü tüketicinin talebini karşılamak üzere karışık tahıl ekmeklerine öğütülmüş keten tohumu ekleme yoluna gitmiştir.
Öğütülmüş keten tohumu ayrıca hazır karışımlarda (kekler vb), dondurulmuş hamur işlerinde ve hazır eritilerek servis yapılan ürünlerle gıda endüstrisine girmiştir. Ayrıca tavuklara keten tohumu yedirilerek elde edilen N-3 çe zenginleştirilmiş yumurtalar da vardır.

Sizler de mutfakta keten tohumunu el altında bulundurarak, onu öğütülmüş halde salatalarınıza, yoğurdunuza, müslinize serpebilir, fırında yaptığınız hamur işlerine katabilir, pilavdan çorbalara, tatlılardan tuzlulara her yemeğinizde kullanabilirsiniz.
Günlük 2000 kcal.’ ye eşdeğer besin tüketen bir insan için günde 1 çorba kaşığı öğütülmemiş keten tohumu kullanımı N-3 yağ asitleri kullanımı açısından yeterli katkıyı sağlayacaktır.

Yaptığınız hamur işlerinde her bir bardak unun içinden 2 çorba kaşığı un alıp yerine 2 çorba kaşığı öğütülmüş keten tohumu katabilir veya yağca bir değişim yapmak istiyorsanız her 1 ölçü yağ yerine 3 ölçü öğütülmüş keten tohumu katabilirsiniz. Laboratuar çalışmalarında öğütülmüş veya öğütülmemiş tohumların fırında 2 saat boyunca 178 derece sıcaklıkta N-3 yağ asitlerini ve lignanlarını neredeyse hiç yitirmediği tespit edilmiştir. Fakat keten tohumu yağı iyi bir N-3 yağ asiti kaynağı olsa da, tohumdaki lif ve lignanlarını yitirmiştir. Keten tohumu yağının kullanım esnasında ısıya maruz bırakılmaması tavsiye edilmektedir (yemekler piştikten sonra ve salatalarda).

Geleneksel tedavide kullanımı
Keten tohumu antimantari, antimitoz ve antioksidan özellikler taşır.
Keten tohumlarında bulunan müsilaj, bağırsakta su çekip şişerek,mekanik müshil olarak tesir eder. Ketenin bu etkiyi göstermesi biraz zaman alır fakat tahriş yapmama gibi önemli bir avantaja sahiptir. Yine bu özelliğiyle diğer müshillere nazaran daha uzun süre kullanılabilir. Ayrıca içerdiği yağda müshil yapıcı etkiye destek sağlar.

Eski Mısırlılar zamanından beri bu amaçla kullanıldığı bilinmektedir.
Yine müsilajın yumuşatıcı etkisinden dolayı gastrit, mide ülseri gibi sindirim sistemi tahrişlerinde de kullanılır.

Bu amaç için günde bir kez tercihen yatmadan önce 1-2 çay kaşığı tohum yenir, üzerine 2 bardak su içilir.

Öksürüğe, nezleye, üşütmeye karşı 1 çorba kaşığı keten tohumu 3 fincan suda 10 dakika kaynatılır; 3-5 dakika bekletilip süzüldükten sonra içilir.
Bu çayın buharı burundan teneffüs edilir.
Akciğer hastalıkları ve zatürede 80 gr. keten tohumu 40 gr. rezene tohumuna karıştırılarak az sıcak suda lapa yapılır ve iki tülbent arasına konarak göğse ve sırta yerleştirilir.
Çıban, gece yanığı ve eziklerin iyileştirilmesinde 80 gr. keten tohumu ile 40 gr ebegümeci lapası yapılarak yaranın üzerine konur.
Böbrek ağrısı ve kramplarda iki çay kaşığı keten tohumu 6 fincan suda 10 dakika kaynatılıp, 5 dakika bekletilip süzülür.

KETEN TOHUMUNU HAYATINIZA SOKUN

10 bin yıldır gıda olarak da kullanılan keten bitkisi, etkili bir gençlik, sağlık ve güzellik kaynağı Keten tohumunu hayatınıza sokun Keten tohumunda yok yok; Kolesterol düşürücü, felç, kanser, unutkanlık önleyici, bağırsak çalıştırıcı ve temizleyici etkisi bunlardan birkaçı. Uzmanlar, sıvı şeklinde, salataların üzerine serpiştirilerek veya günde bir çorba kaşığı şeklinde tüketmeyi öneriyor.

Sağlık açısından pek çok yararı var keten tohumunun. Yüksek oranda lif, Omega-3, Omega-6 yağ asitleri, protein, B12 vitamini, mineral ve amino asit içeren keten tohumu, özellikle mide-bağırsak sistemindeki sorunlar, fazla kilolar, yüksek kolesterol, yüksek kan şekeri, kemik zayıflığı, kalp-damar sağlığı, romatizmal hastalıklar, bazı deri hastalıkları, yaralar, solunum yolu rahatsızlıkları üzerinde olumlu etki yapıyor. Anadolu'nun hemen hemen her yerinde yetişmesine rağmen, aslında keten tohumunun, layık olduğu ilgiyi pek de göremediğini söyleyebiliriz. Hatta Türkiye'de birçok doktor bile keten tohumunun şifa dağıttığından habersiz. Oysa, günde bir çorba kaşığı keten tohumu sayesinde pek çok hastalıktan uzak durmak mümkün...
Şifa kaynağı Latince adı 'Linum Usitatissimum' ile keten, dünyada tarımı yapılan ilk ürünler arasında yer alıyor. Sadece dokumacılıkta, kumaş yapımında değil, yaklaşık 10.000 yıldır gıda olarak da kullanılıyor keten bitkisi. Vatanının Mısır olduğu düşünülüyor. Çünkü milattan en az 5000 yıl önce Mısırlılar keten bitkisini, mumyaları sarmak için yetiştirmeye başlamışlar. Ancak artık Türkiye ve Hindistan dahil, tüm dünyada yetişiyor. Uzmanlara göre sağlık açısından ketenin özellikle tohumlarından ve yağından yararlanmak gerekiyor. Keten tohumunun yararlarından söz eden Eskişehir Anadolu Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Farmakognozi Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Hüsnü Can Başer, keten tohumunun özellikle mide-bağırsak sistemindeki sorunlara karşı iyi geldiğini ve içerdiği yüksek oranda Omega-3 yağ asitleri sayesinde, adeta bir şifa kaynağı olduğunu söylüyor. Ayrıca Anadolu Üniversitesi Tıbbi ve Aromatik Bitki ve İlaç Araştırma Merkezi (TBAM) kurucusu ve eski müdürü olan Başer, "Keten tohumunun, ayrıca kolon kanserini önleyici etkileri hayvan deneylerinde de gösterilmiştir. Keten tohumu içeren gıda takviyeleriyle kandaki kolesterol seviyesinde de düşme gözlenmiştir. Klinik çalışmalarda keten tohumu destekli gıdaların kanser ve lupus nephritis gibi hastalıklarda olumlu etki yarattığı gözlenmiştir. Keten tohumu, kalp-damar hastalıklarını da önler. Ayrıca eklem romatizmasındaki yararlı etkilerinin keten tohumunda yüksek oranda bulunan linolenik asit ve sekoizolarisirezinol'den ileri geldiği sanılmaktadır" diyor. Uzmanlar, keten tohumunu mutlaka yaşamımıza dahil etmemiz gerektiğini vurguluyorlar. Bunun en önemli nedenlerinden biri de Omega-3 yağ asitleri. Keten tohumunun, adeta bir somon balığı kadar Omega-3 içerdiğini belirten uzmanlar, bu yağların özellikle kalp sağlığı açısından vazgeçilmez olduğunu belirtiyorlar. Prof. Başer, "Keten tohumu uzun zincirli Omega-3 yağ asitlerine dönüşen alfa-linolenik asitçe (ALA) zengindir. Balık yağları gibi, bu yağ asitlerinin eksikliğini gidermek amacıyla bitkisel bir kaynak tercih edenler için gıda takviyesi olarak kullanılabilir. Optimum ALA miktarı günde bir veya iki tatlı kaşığı (2-9 g) keten yağı alınmasıyla temin edilebilir. Tohum içinde yağ iki yıl süreyle muhafaza olur. Yağ elde edildikten sonra dikkatle saklanmalı, raf ömrü etiketine yazılmalı, ısı ve ışıktan korunmalıdır. Yağı dondurarak saklamak en iyi yoldur" diyor. Hem dövülmüş keten tohumu hem de keten tohumu yağının, çeşitli kronik hastalıkların tedavisinde, özellikle de kalp rahatsızlıklarının önlenmesinde ve hormona bağlı kanserlerden korunmada ümit vaat ettiğini belirten Başer, keten tohumunun normal diyetin parçası olarak gıda maddelerine katılarak rahatlıkla kullanılabileceğini söylüyor. Başer, "Güvenirliğinin yüksekliği ve başka ilaçlarla etkileşmemesi nedeniyle ideal bir gıda bütünleştiricidir" diyor.

Zayıflatıcı özelliği de var
Keten tohumunu özellikle kadınlar için cazip kılan en önemli özelliği ise, zayıflatıcı özelliğe sahip olması. Tokluk hissi uyandırarak kişinin daha az yemek yemesine yol açıyor. Zayıflatıcı özelliği, aslında içerdiği Omega-3 yağ asitlerinden kaynaklanıyor. Tıpkı balık gibi etkisi var keten tohumunun. Keten tohumu, somon balığı kadar Omega-3 yağı içeriyor. Günde 1 yemek kaşığı alındığında ayda ortalama 4-5 kilo verilebilir. Ancak tabii ki bu, kişiden kişiye ve bünyeden bünyeye de değişir. Bir uzmana danışmak çok önemli. Nedense 'doğal' gıdaların veya bitkilerin zararsız olduğuna inanılır Türk toplumunda. Oysa bir bitki de bilinçsiz kullanıldığında sağlık sorunlarına yol açabiliyor. Suyun bile fazlası zarar. Keten tohumunu da dozunu kaçırarak tüketirseniz, bağırsaklar fazla yumuşar ve vücut aşırı su kaybeder. Dolayısıyla aşırı kilo kaybı olur. İdeali günde bir yemek kaşığı. Ama kilo sorununa göre alınması gereken dozaj değişebilir. Aslında bu dozajı insanlar kendileri de ayarlayabilirler. Bağırsaklar fazla yumuşamayacak şekilde kullanılırsa dozu kaçırılmamış olur.

Bilinen ciddi bir yan etkisi yok
Susama benzeyen, ancak kahverengi olan, parlak bir madde keten tohumu. Özellikle gıda sanayisinde, başta ekmekler, kurabiyeler, börekler olmak üzere pek çok unlu mamullere katılarak da kullanılıyor. Keten tohumunu yağ, tohum, ya da öğütülmüş toz şeklinde kullanmak mümkün. Doğal Tıp Derneği Başkanı Dr. Ender Saraç, "Amaca göre kullanım şekli değişir. Bazen kabuklu, bazen de kabuksuz tüketmek gerekebilir. Yeterince posalı, lifli gıda tüketmeyen insanlara bunu öğütmeden vermek daha yararlı. Çekirdek haliyle, posalı, lifli şekilde tüketmek daha iyi. Normal hazım yapabilen bir insan, çekirdek haliyle tüketebilir. Bazı kişilerde belki gaz yapabilir, ama bu kişilere de keten tohumunun üzerine bir fincan rezene çayı içmelerini öneriyorum ve sorun ortadan kalkıyor. Keten tohumunun bilinen ciddi bir yan etkisi yok" diyor. Keten tohumunun en büyük etkisi, müshil, yani bağırsakları çalıştırıcı olması. Uzmanlar özellikle de kabızlık sorunu olan kişilere keten tohumunu öneriyorlar. Genellikle tohumların tüketildiğini, ancak son yıllarda keten tohumu yağının da yaygınlaşmaya başladığını belirten Saraç, "Keten tohumu yağı bağırsakları çalıştırırcı, temizleyici ve iç organların yüzeylerini rahatlatıcı olarak kullanılıyor. Ayrıca cildi yumuşatıyor ve öksürüğe karşı iyi geliyor. Kolay bozulan bir şey değil. Yani herhangi bir kavanozda uzun süre saklanabilir. Ayrıca ağız boşluğu, boğaz ve diş eti rahatsızlıklarında gargara olarak da kullanılabilir. Öksürükte, gıcıkta, ses kısıklığında ve de gastrit gibi mide sorunlarında da olumlu etkisi var" diyor. Keten tohumunun ciddi miktarda B12 vitamini içerdiğini de sözlerine ekleyen Saraç, özellikle vejetaryenlerin keten tohumu alımına dikkat etmeleri gerektiğini vurguluyor. Saraç, "Son yıllarda dünyada vejetaryenlik çok arttı. Vejetaryenlerin en çok dikkat etmesi gereken konular ise kansızlık açısından demir, çinko ve B12 vitamini. Demir ve çinko doğadaki pek çok bitkide var. Ama hayvanlar ve hayvansal protein dışında B12'nin yüksek oranda bulunduğu tek gıda keten tohumu. Dolayısıyla keten tohumu, özellikle vejetaryenler için Vitamin B12 açısından çok gerekiyor.”

Her gün 1 çorba kaşığı keten tohumu yeterli olabilir. Keten tohumu aynı zamanda Omega-3 yağ asitlerinden de çok zengin. Omega-3 de hayvansal kaynak dışında özellikle keten tohumu, semizotu ve fındıkta bulunuyor. Omega-3, özellikle kalp krizine, pek çok damar hastalıklarına, bazı bağışıklık sistemi hastalıklarına, romatizmal hastalıklara, bazı cilt hastalıklarına karşı korunmak için gerekli. Somon balığındaki kadar Omega-3 var keten tohumunda. Son yıllarda keten tohumu, östrojene benzer maddeler içerdiği, menopoza bağlı şikâyetleri azalttığı için de tüketilmeye başlandı. Ancak uzmanlar, menopoz dönemi şikâyetlerini gidermek için sadece keten tohumuna değil, bir hekime de başvurulması ve doktor kontrolünde olunması gerektiğini vurguluyorlar.

Keten tohumuyla genç kalın
Anti-aging, dünyada ve Türkiye'de de gittikçe yaygınlaşmaya başladı. İnsanlar 'genç yaşlanmak', zayıf kalmak, formunu korumak için adeta birbirleriyle yarışıyorlar. İşte uzmanlara göre, keten tohumunun burada da olumlu etkileri var. Keten tohumunun yaşlanmayı geciktirdiği belirten Saraç, "Keten tohumundaki Omega-3, Vitamin B12 ve lifler, hücreleri genç tutarak yaşlanmayı geciktiriyorlar. Zayıflatıcı özelliği de var bu tohumların. Keten tohumu hem kabızlık oluşmasına engel oluyor hem de çok lifli olduğu için de suyla, sütle ya da başka sıvılarla şişerek tokluk hissi de sağlıyor. Ancak aşırı miktarda alınırsa, sonuçta bunda da yağ ve vitamin olduğu için zayıflatıcı etkisi olmaz. Ama 1 veya 1 buçuk çorba kaşığı keten tohumu, günlük tüketim açısından yeterli" diyor. Keten tohumunun yararlarının pek bilinmediğine, dolayısıyla insanların bunu pek fazla tüketmediklerine değiniyor uzmanlar. Oysa Türkiye'nin her köşesinde bulunan bu minik tohumlar, hem sağlığa hem de ekonomik olduklarından keseye de hitap ediyorlar.

Keten tohumunun yararları
*
Mide-bağırsak sorunlarına karşı iyi gelir
*
Bağırsakları yumuşatır, kabızlığa karşı iyi gelir
*
Kemikleri güçlendirir. Özellikle menopoz döneminde yararlıdır
*
Bağışıklık sistemini güçlendirir
*
Menopoza bağlı şikâyetleri hafifletir
*
Kalp-damar hastalıklarından korur
*
Kolesterol, şeker seviyesini dengeler
*
Yüksek tansiyonu düşürür
*
Romatizmal hastalıkları önler
*
Sinir sistemini güçlendirir
*
Hafızayı güçlendirir
*
Konsantrasyon bozukluğuna karşı iyi gelir
*
Yaşlanmaya bağlı dikkat dağınıklığına karşı iyi gelir
*
Haricen kullanılarak yaraların çabuk iyileşmesini sağlar
*
Egzama ve sedef hastalıklarında kullanılır
*
Nasırlarda kompres olarak kullanılır
*
Solunum yolu hastalıklarında olumlu etki yapar
*
Ruhsal bozukluklara karşı iyi gelir
*
Öksürüğü giderir
*
Ağız boşluğu, boğaz ve diş eti rahatsızlıklarında gargara olarak kullanılır
*
Lifleri sanayide, özellikle dokumacılıkta kullanılır

KETEN TOHUMU YAĞININ BİLİNEN BAZI FAYDALARI
*
Mide-bağırsak sorunlarına karşı iyi gelir.
*
Bağırsakları yumuşatır, kabızlığa iyi gelir.
*
Kemikleri güçlendirir. Özellikle menopoz döneminde yararlıdır.
*
Bağışıklık sistemini güçlendirir.
*
Menopoza bağlı şikâyetleri hafifletir.
*
Kalp-damar hastalıklarından korur.
*
LDL Kolesterol ve Trigliserit seviyesini düşürür.
*
Yüksek tansiyonu düşürür.
*
Romatizmal hastalıkları önler.
*
Sinir sistemini güçlendirir.
*
Hafızayı güçlendirir.
*
Kan şekerini dengeler.
*
Konsantrasyon bozukluğuna karşı iyi gelir.
*
Yaşlanmaya bağlı dikkat dağınıklığına karşı iyi gelir.
*
Haricen kullanılarak yaraların çabuk iyileşmesini sağlar.
*
Egzama ve sedef hastalıklarında kullanılır.
*
Nasırlarda kompres olarak kullanılır.
*
Solunum yolu hastalıklarında olumlu etki yapar.
*
Ruhsal bozukluklara karşı iyi gelir.
*
Öksürüğü giderir.
*
Ağız boşluğu, boğaz ve diş eti rahatsızlıklarında gargara olarak kullanılır.
*
İkridarsızlık, prostat ve kısırlığa karşı etkilidir.

Keten tohumu ne içerir?
*
Omega-3, Omega-6 ve Omega-9 yağ asitleri
*
Yüksek oranda çözünür ve çözünmez lif
*
Protein
*
Lignanlar (kansere karşı maddeler)
*
Vitaminler
*
Mineraller
*
Amino asitler
*
Keten tohumu nasıl tüketilir?
*
Kaynatılarak içilebilir.
*
Dövülerek, öğütülerek toz haline getirilebilir. Bir kaşık ağza atıldıktan sonra arkasından su içilebilir.
*
Kavrulmuş olarak tüketildiğinde daha lezzetli olur. Keten tohumunun çok özel bir tadı veya kokusu yoktur, ama kavrulunca güzel bir tada kavuşur.
*
Tohum şeklinde de tüketilebilir.
*
Yemeklere, yoğurda, salatalara, müsliye, pasta, börek gibi unlu mamullere karıştırılarak da tüketilebilir.
*
Günde 1-1.5 çorba kaşığı keten tohumu sağlıklı kalmak açısından yeterlidir. Dozunu kaçırmamakta yarar var
KETEN TOHUMU Linum Usitatissimum
Ziraatı yapıldığı gibi, çalılıklarda ve ormanlarda yabanisi de yetişir. Boyu 30-100 cm arasındadır. Haziran ve Ağustos ayları arasında çiçek açar.Keten tohumu kabuğunun altında bulunan yağlı bileşimin tedavi edici etkisi vardır. Yağı çıkarılır yada ezilerek kullanılır. İltihaplı yaraların iyileşmesini sağlar. Keten tohumu lapası yada yakısı kullanılır.
*
Yeni doğan çocuklarda balgam söktürmek için keten tohumu dövülür şekerle yalatılır.
*
Nefes darlığı, astım, ses kısıklığı, öksürük ve bronşite faydalıdır. Kavrulmuş ve çekilmiş 1 çorba kaşığı keten tohumu bal ile karıştırılır, yemeklerden bir saat önceyenir.
*
Bir fiske keten tohumu, bir tutam hatmi çiçeği cezvede demlenip şekerle içilir.
*
Kafi miktarda su ile keten tohumu tozunu ateşte lapa kıvamında pişirip, normal sıcaklıktayken göğüs üzerine konursa, göğsü yumuşatır.
*
Böbrek taşlarını düşürür; Bir litre suya, bir yemek kaşığı keten tohumu, bir yemek kaşığı gülhatmi kökü ve yarım kaşık meyan kökü konur.Yarım saat kaynatılıp süzülür, ılık ılık aç karnına 3-4 bardak içilir.
*
Toz haline getirilmiş keten tohumu yemeklerden bir saat önce bir çorba kaşığı bir bardak ılık su ile yutulur.
*
Kabızlığı giderir; Keten tohumu doğal müshildir.Bir bardak sıcak suya, bir çay kaşığı keten tohumu tozu konup demlenir ve süzülür. Günde bir fincan içilir.
*
Az yağlı beslenmeyle yapılan keten tohumu desteğiyle, prostat kanserine önlem alınabilir.
*
Keten tohumları şeker hastalarına da tavsiye edilir. 1 yemek kaşığı keten tohumu 1 litre suda su 7/2 litreye dönüşünceye kadar kaynatılır. Elde edilen maya günde 3 kere içilir.
*
Akciğer tüberkülozunda, kan tükürmede, dalak şişliğinde, mide ülserinde kullanılır. 10'ar gram keten tohumu unu bal ile macun yapılır, 30-40 gr sabah aç karnına yutulur.
*
Mide ülserinde 1 kg keten tohumu havanda dövülür.1 kg sütle kaynatılır.Kıvamlı hale gelince ateşten indirilir yemeklerden yarım saat önce bir yemek kaşığı alınır.
*
Dolama , çıban ,burkulma, çıkma ve basurda lapası ılık olarak rektum üstüne konulur. İltihap ve şişliklerde, lapa yapılıp üzerine konur
*
Barsak iltihaplarını ve karın ağrılarını giderir. Sindirim yolarını dezenfekte eder.
*
Nezlede, tütsüsü yapılır. Soğuk algınlığında iyi gelir.
*
Apseli dişe, sütle karıştırılıp ısıtılır lapa olarak tülbent arasında ağrılı ve apseli dişe dışarıdan konulur.
Hayvan apselerine karşı da lapası kullanılır.
*
Afrodizyaktır, keten tohumu, bal ve karabaşberle macun yapılıp yutulur

KetenYağı:

LDL kolesterol ve trigliserid seviyesini düşüren Omega 3 yağ asidinin en çok bulunduğu bitkisel yağdır.Omega 3 ihtiyacı hamur işlerine keten tohumu ekleyerek, keten tohumu ile beslenen tavuklardan elde edilen yumurtalar yiyerek karşılanabilir. Keten yağı enflamasyonu engelleyerek eklem hastalıklarındaki şişme ve ağrıyı önler. Sedef gibi cilt hastalıklarının düzelmesinde de yararlıdır. Keten tohumu ve keten yağı preparatlarında ayrıca lifli elemanlar da bulunur. Bu lifli elemanlar, çoklu doymamış yağ asitleri ile birlikte hem kolesterol seviyesinin iyileşmesinde hem de bağışıklık sisteminin güçlenmesinde etkilidir. Keten tohumu ile beslenen deney hayvanlarında hormona bağlı kanser türlerinin (meme,rahim ve prostat) oluşmasının engellendiği gösterilmiştir.Bu olumlu etki, içerdiği fitoöstrojen ( doğal bitkisel östrojen hormonu ) sayesindedir

Keten tohumu (Linium usitatissimum)
Bitki özellikleri: 50-70 cm yüksekliğe ulaşan, mavi çiçekli bir kültür bitkisidir. Keten tohumu ve keten lifi elde etmek için yetiştirilir. Baharatçılardan satın alınabilir.

Bileşim: Bitkinin tedavi amaçlı kullanımında öncelikli yeri olan, bol miktarda müsilaj. Müsilajın etkinliğini arttıran sabit yağ. Çok az miktarda hidrosiyanik içeren linamarin. Linamarin bir glikozittir. Hidrosiyanik ise zehirli bir maddedir, ama bitkinin içerdiği oran öylesine düşüktür ki, yüksek dozajlarda kullanılsa bile hiçbir tehlike oluşturmaz.

Kullanım alanları ve biçimleri: Keten tohumu, öncelikle kronik kabızlığa karşı kullanılır. Çok etkili müshil ilaçlarının, sürekli kullanım halinde bağırsakları tahriş ettiği ve organizma için gerekli olan minerallerin (özellikle potasyum) azalmasına yol açtığı artık biliniyor. Halbuki, keten tohumu kullanımında bu tür yan etkiler kesinlikle söz konusu olmaz. Çünkü keten tohumunun müshil etkisi mekaniktir. Sabah ve akşam olmak üzere günde iki kere, en az ikişer yemek kaşığı dolusu, ezilmiş veya öğütülmüş keten tohumu, bol suyla yutulmalı, daha sonra da 1-2 bardak su içilmelidir. Bağırsaklara ulaştığında genişlemeye başlayan keten tohumu, bağırsakları uyarır. Uyarılan bağırsaklar böylece dışkılama işlemine başlar. Sonuçta kesinlikle etkili, ama çok hızlı sonuç vermeyebilen bir yöntemdir bu. Yani, kronik kabızlıklarda, sonuç alabilmek için 2-3 gün beklemek gerekebilir. Ama beklemeye değecektir. Çünkü çok rahatlatıcıdır. Bu yöntemle hatta, dışkılamanın zamanı bile programlanabilir. Bunun için, keten tohumunu bir süre kullanıp, onu tanımak gerekir. Drog, meyve püresi veya bal ile karıştırılarak alındığında daha da etkili olur. Daha sonra bol su içmeyi unutmamak gerekir.
Keten tohumu, içerdiği bol miktarda müsilaj sayesinde, tedavi amacıyla başka alanlarda da kullanılabilir. Tahriş olmuş veya iltihaplanmış mukozanın üstünde koruyucu bir tabaka oluşturduğu için, ağız içi, boğaz ve dişeti rahatsızlıklarında gargara ve çalkalama, öksürük gıcığı, ses kısıklığı ve mide mukozası iltihabında ılık çay biçiminde kullanılmalıdır.

Keten tohumu çayı: 1 tatlı kaşığı ezilmemiş tohum, 1 bardak suya eklenir ve arada bir karıştırılarak, 20-30 dakika bekletilir. Tohumların suyu sıkılmadan süzülür ve hafifçe ılıklaştırılarak içilir.

Yan etkiler: Bilinen hiçbir yan etkisi yoktur.

KETEN TOHUMU, Baharatçılarda rahatça bulacağınız kahverengi, susam gibi, tadı hoş olan keten tohumunu manuel veya elektrikli kahve değirmeninde (toz haline getirilmezse vücut susama benzeyen bu tohumdan yararlanamıyor) un gibi çekerek buzdolabında cam kavanozda ( veya derin dondurucuda) saklayın; günde birkaç tatlı kaşığı suyla için, yiyin, yoğurdunuza, çorbanıza, kekinize, salatanıza, sabah kahvaltınızda tahıllara, yulaf ezmesine, unlu gıdalarda 3-5 kaşık un yerine bol bol karıştırın ama pişirmeden yemeği tercih edin. Yağını da öyle. Çünkü keten tohumunda kalbe iyi gelen ve kalp krizlerini önleyen, yağlı somon gibi balıklarda bulunan zengin omega-3 yağları yanı sıra, magnezyum, potasyum ve posa , B vitaminleri, protein ve çinko var ve kolestrol yoktur, doymuş yağı ve kalorisi yok denecek kadar azdır. Artrit romatizmada ağrıya, şişmeye ve yangılanmaya iyi gelir. Kanda kolestrolü ve trigliseridleri, kotu kolestrol LDL i düşürür. Kolestrol nedeniyle damarlarda duvarlardaki sertleşmeyi azaltır. DEPRESYONA, kansere, enfeksiyonlara, kalp hastalığı riskine, sekere, kabızlığa, böbrek hasarlarına iyi gelebilir. Kadınlarda menapozda ateş basmalarında da etkili olabilmektedir. Her derde deva önemli ve çok ucuz bir kaynak.

Keten tohumunu kek, börek, çörek, ekmek gibi fırın ürünlerinde kullanabilirsiniz.
Keten tohumu suda ya da ıslak kaldığında sümüksü bir hal alır, sizi korkutmasın, bu doğaldır, doğası gereğidir.
Keten tohumunu toz haline getirip salatalarına da koyabilirsin.
Keten Tohumu ayrıca Omega 3 ve Omega 6 yag asitleri açısından da çok zengin.. Hepimizin mutfağında bulunması gereken bir tohum. Zaten kullandıkça yeni kullanım alanları da bulmak mümkün. Soğuk algınlıklarında da kullanıldığını belirterek bitireyim.

Keten tohumunun en önemli katkısı B12 den ziyade Omega 3 içeriğidir. Sadece soğuk su balıklarında görülen bu hayati yağ asidi bizim denizlerimizde yaşayan balıklarda son derece az. O nedenle keten tohumu önemli bir kaynak. Kullanımı gayet basit. Mutfak robotu vb. bir aletle irice öğütün çorbalar başta olmak üzere neye yakıştırıyorsanız bolca kullanın. Baharatlar gibi baskın bir tat ve kokusu olmadığından kolaylıkla tüketebilirsiniz.

 

Herkül

Admin
Üyelik Tarihi
4 Haz 2013
Konular
8,797
Mesajlar
29,749
MFC Puanı
17,440
[7186318419127973]Kimyon.jpg

KİMYON


Latince ismi : Cuminum cyminum

Bilimsel sınıflandırma
Alem Plantae (Bitkiler)
Şube Magnoliophyta (Kapalı tohumlular)
Sınıf Magnoliopsida (İki çenekliler)
Takım: Apiales
Familya Apiaceae (Maydonozgiller)
Cins: Cuminum
Tür: C.cyminum
-
Kimyon (Cuminum cyminum) Mayıs-Haziran ayları arasında, beyaz ve pembemsi renkli çiçekler açan, 40-60 cm boyunda, bir yıllık otsu bir bitki. Gövdeleri dik, üstte dallanır. Yaprakları iplik gibi parçalı ve tüysüzdür. Çiçekler şemsiye durumunda toplanmışlardır. Şemsiye, 3-5 saplıdır. Çiçekler beyaz veya pembe renklidir. Meyvesi köşeli, oval şekilli, 4-5 mm boyundadır. Temmuzda meyveler olgunlaşır. Özel kokuludur ve meyveleri sabit ve uçucu yağ, tanen ve reçine taşımaktadır. Midevi, gaz giderici, terletici olarak kullanılır. Ayni zamanda özellikle Kuzey Afrika, Orta Doğu, batı Çin, Hindistan ve Meksika mutfağında çok kullanılan bir baharattır

Tohumlar tüketim için genelde toz haline getirilir. Kimyonun genel olarak en sık yetiştiği yerler: İran, Özbekistan, Tacikistan, Türkiye, Fas, Mısır, Hindistan, Suriye, Meksika ve Şili. Türkiye'de yetiştiği yerler: Ege ve Karadeniz Bölgesinde kültür olarak yetiştirilir. Hindistan'da kimyon jiira olarak, Pakistan/İran'da ziira olarak, batı Çin'de ziran olarak adlandırılır

Kimyon nedir, nerde yetişir?
Latincesi Cuminum cyminum olan kimyon, bir yıllık otsu bitkidir, meyvaları için yetiştirilir. Meyvaları baharat olarak kullanılır. Ülkemizde Frenk kimyonu denen, Carum carvi diye bir türü de vardır. Kars bölgesinde bu bitkinin genç dalları çorbalara ve yemeklere koku vermesi için katılır. Kefe Kimyonu denen Laser trilobum borkh, ülkemizde yetişen diğer bir kimyon türüdür. Özellikle çam ormanlarının altında yetişir. Olgun meyvaları baharat olarak kullanılır. Toros dağlarının Mersin/Adana kesiminde yetişen türüne sıra ismi verilir. Adana, Tarsus ve Mersin bölgelerinde baharat olarak kullanılır ve satılır.

Akdeniz bölgesinde tarih öncesinden beri yetişen bir bitki kimyon. Fas, Mısır ve Suriye’nin yanı sıra Hindistan, Meksika, Kuzey Amerika ve Şili de yetiştirilmektedir. Sebzelerde, sakatat, et yemekleri ve içeceklerde kullanılır. Spesifik olarak, Fas ve Ortadoğu ülkelerinde tavuk, keçi eti ve uykuluk terbiyesinde kullanılırken, Hindistan da baharat olarak kullanılmasının yanı sıra, sindirimi kolaylaştırmak için çay gibi demlenir.

Tarihte kimyon
Şu anda en fazla kimyon kullanan ülke mutfakları arasında Hindistan, Fas ve Mesika geliyor. Ancak, milattan önceki dönemde kimyonu en fazla Yunanlılar ve Romalılar kullanmış.

Eski Yunanlıların yemek masalarının üzerinde duran özel bir kimyon kutuları varmış. Kimyonu o denli bol kullanıyorlarmış ki, cimriliği kimyon kullanımıyla tarif eder olmuşlar. Cimri bir insana, 'kimyon tanesini bölen' anlamına gelen kyminopristes diyorlarmış! Antik Roma döneminde kimyonun, 'hırsın ve paranın' sembolü haline geldiğini de söylemeliyiz. Her şeye hükmeden ve sahip olan Marcus Aurelius’un takma ismi kimyon du. Kral Antonius savurgan insanlara tutumlu olmayı öğretmeye kalkınca bu tutumundan dolayı, o da hakaretten nasibini aldı ve kimyonu ikiye yarar cümlesi onu taklit ve alay eden insanlarca kendisine karşı kullanıldı.

Aşağı yukarı aynı yıllarda kimyon, Doğu Akdeniz ülkelerinde ve özellikle de Nil Nehri’nin yukarı kısımlarında yetiştiriliyordu. Bu sırada sindirimi kolaylaştırmasının yanı sıra, ekmek ve et yemeklerine lezzet vermesi için de kullanılırdı. Kimyonun diğer bir görevi ise vergi ödemek için para yerine geçmesiydi. Ayrıca, meşhur hatip Pliny, öğrencilerine konuşma yaparlarken tenlerine soluk, yüzlerine dikkatli ifade verdiği için kimyon yemelerini tavsiye etmiştir.

Romalıların her yiyecekle kimyonu özgürce kullandıklarını söyleyebiliriz. Öyle ki 'patina de piris' isimli bir tür armut tatlının içine bile kimyon koymuşlar. Kabuklu deniz hayvanları için kullandıkları başka bir sos ise, bal, sirke, maydanoz, nane, karabiber ve bol miktarda kimyondan oluşuyormuş.

Nerelerde kullanılıyor
Günümüzde kimyonun kullanıldığı Avrupa mutfakları sınırlı. Fransa ve Almanya’da ekmeklerde, Hollanda ve İsveç’te ise bazı peynir türlerinde kullanılıyor. İspanya da hiç kullanılmıyor. Meksika da onu İspanyollar tanıttıkları için halen bu mutfağın bir numaralı baharatı olma özelliğini koruyor

KİMYON (Carvi fructus)
Bitki :Carum carvi
Meyveleri % 3-7 oranında uçucu yağ taşır. Gastrointestinal sistem üzerinde etkilidir. Spazm çözücü ve gaz söktürücüdür. Ayrıca antimikrobiyal etkiye sahiptir. Özellikle midede şişkinlik hissi, sindirim güçlüğü gibi hazımla ilgili sorunlarda ve iştahsızlıkta kullanılır.

Dahilen: Günlük doz 2,5 - 6 g’ a eşdeğer olacak şekilde, 1-3 çay fincanıdır. Günlük dozun sabah, öğle, akşam şeklinde alınması tavsiye edilir. Amaca göre, iştah açıcı ve gaz söktürücü olarak kullanıldığında yemeklerden yarım saat önce, sindirim güçlüğünde kullanıldığında ise yemeklerden sonra içilmesi önerilir.

KİMYON ZİRAATI
1-KİMYONUN EKONOMİK DURUMU : Kimyon, kokusundan faydalanılan baharat bitkisidir. Son yıllarda yurt içinde ve yurt dışında sucuk imalinde, ilaç sanayinde ve boya sanayinde kullanılmaktadır. Türkiye'den A.B.D' ne Avrupa, Orta Doğuda, Arap ve Körfez ülkelerine devamlı ihraç edilmektedir.

2-KİMYONUN BİTKİSEL DURUMU : Kimyon tohumu 4-5 mm uzunluğunda, açık kahverengi renkte küçüktür. Kimyon bitkisi 35-40 cm boyunda ( mercimek bitkisi ) gibi dallanan ince uzun üzerinde küçük yaprak, bulunan hafif bir bitkidir. Genellikle Orta Anadolu da erken ilkbaharda 15 şubat- 15 Mart tarihleri arasında mutlaka ekimi yapılmalıdır.

3-KİMYONUN İKLİMİ İSTEĞİ : Kimyon ziraatı genellikle Orta Anadolu Bölgesinde bilhassa Afyon, Ankara, Eskişehir, Konya, İlleri ile bunların çevresinde bulunan illerde yapılmaktadır.
Eskişehir yöresinde kimyon bitkisine (ZIRA) tabir edilmektedir. Bu sebeple kimyon bitkisi ilkbaharda erken ekim yapılacak yazları sıcak kışları soğuk olan Orta Anadolu bitkisidir.

4- KİMYONUN TOPRAK İSTEĞİ : Kimyon bitkisi hafif ve nazik bir bitki olduğundan genellikle ot getirmeyen yumuşak, kaymak bağlamayan hafif topraklarda iyi yetişir ve randımanlı olur.
Bilhassa hamdan yeni açılan topraklarda daha fazla randımanlı yetişir. Çorak, kepir, topraklarda yetişmekle beraber randıman alınabilmesi için yılın yağışlı geçmesi şarttır.

5- KİMYONUN GÜBRE İSTEĞİ: Kimyon ekimi yapılırken kimyon tohumu mutlaka fenni gübre ile ekilmelidir. Kimyon bitkisi fosforlu gübreye ihtiyacı olmakla beraber daha fazla azotlu gübreye ihtiyaç duyulmaktadır. Ekimi ile birlikte toprağa 10 kg % 18-46 DAP veya 10 kg % 15-45 Kompoze ve 10 kg % 20-20 Kompoze veya yalnız 10 kg % 26 lık A. Nitratla ekilebilir, Ekimden sonra kimyon toprak yüzünde görülünce dönüme 10-15 kg azotlu gübre serpildiği taktirde randıman alınır.

6- KİMYONUN TOPRAĞININ HAZIRLANMASI: Kimyon bitkisi genellikle Orta Anadolu'da münavebede hububattan sonra ekilir. Bu münasebetle hasadı yapılmış anız tarlalarının saplarının mutlaka yakılarak yağışlara müteakip mutlaka kimyon güzden soklu pullukla 18-20 cm derinliğinde aktarılmalıdır. Kimyon ekilecek tarla yağışlarını iyice alıp yumuşadıktan sonra erken ilkbaharda 15 Şubat 15 Mart arasında
a) Kazayağı ile ikilenerek erken çıkan otlar imha edilir.
b) Barana (tırmık ) çekilerek üçlenip ekilecek saha kısmen tesviye edilir. Tarla ekime hazır duruma getirilir.

7- KİMYONUN EKİMİ: Kimyon tohumu genellikle mibzerle sıraya ekilir. Serpme ekim daha ziyade dar arazilerde tatbik edilebilir. Kimyon tarlası arzu edilen şekilde hazırlandıktan sonra dekara 10 kg fenni gübre ile 1 kg tohum hesaplanarak gübre ile tohum iyice karıştırılır. Bu karışım mibzerlerin tohum sandığına konulur. Kombine mibzeri ile tohum sandığı ayarı 10-12 dereceye getirildiğine dekara 10 kg gübre 1 kg tohum en idealdir. Tohumlar genellikle 2-3 cm derinliğe ekilmelidir. Daha derine giderse katiyetle çıkmaz. Bunun için Kimyon ekilecek tarlanın toprak hazırlığının iyi yapılarak ekimde tohumunun derine gitmesi önlenmelidir. Kimyon bilhassa tavsiye edilmiş kısmen sıkıştırılmış topraktan 30-40 gün içinde toprak yüzüne çıkar.

8- KİMYON BAKIMI VE YABANCI OT İLAÇLAMASI : Kimyon ekildikten sonra genellikle 30-40 gün içinde toprak yüzüne çıkar. Kimyon ot getirmeyen veya az ot getiren tarlaya ekilebilir.
Kimyonla birlikte yabancı otlarda kimyon tarlası içinde büyümeye başlarlar, Nisan ortalarından sonra kimyon üst azotlu gübreden atıldıktan sonra 1-15 Mayıs arasında yabancı otların,
a) Elle yolmalıdır.
b) Veya kimyon yabancı otunu imha eden AFALON ilacı ile hububat tarlalarında yapılan yabancı ot ilaçlaması gibi beher dekara 150-200 gr arası bir ilaç ile 20 litre su düşecek şekilde yabancı ot ilaçlaması yapılmaktadır. Çiçek zamanı yapılacak yabancı ot ilaçlaması kimyonun verimini çok düşürmektedir.

9-KİMYONUN HASAT VE HARMANI: Kimyon mahsülü genellikle Haziran ayı içinde çiçeklenerek Haziran sonrası Temmuz başlarında rengi yeşilden mat kahverengi rengi alınca hasadın mutlaka yapılması lazımdır.
Bin işçi günde yarım dekar ile 1 dekar arası yolma yapabilir. Yapılan demetler tarlaya batör ayarı düzenlenmiş ve rüzgarlıkları kısmen yapılmış biçer döver yürütülerek önüne atmak suretiyle hasat ve harman yapılır. Kimyon harman yerinde sopalarla dövülerek veya dövenle sürülerek harmanı yapılmakta beraber harmanı güçtür.

10-KİMYONUN VERİMİ: Kimyon genellikle iyi ekimi yapılmış iyi gübrelenmiş iyi ot alınmış kuvvetli tarlalardan ortalama beher dekara 50-80 kg arasında verim yapar. Zayıf şartlarda bu verim 20-30 kiloya düşebilir. Yüksek verim almak için az sahaya yapıp iyi emek verip birim sahadan yüksek verim almak esastır

Romalılar döneminden beri bedene yararlı etkileri bilinen ve kullanılan kimyonun tıbbi etkileri ve bunlardan yararlanma yöntemleri şöylece sıralanabilir:
• Midevidir: iştahı açar ve sindirimi kolaylaştırır.
• Mide ve bağırsaklardaki gazı söktürür.
• Diyareyi hafifletici etkisi vardır.
• İdrar söktürücüdür.
• Sinirleri uyarır.
• Terletici etkisi de bulunmaktadır.

Bu etkilerinden yararlanılmak üzere yaz mevsiminde bitkinin çiçek şemsiyeleri tam olgunlaşmadan önce kesilip alınır. Bunlar gölge ve havadar bir yerde kurutulur. Yere serilen bir kağıdın üzerine bu şemsiyeler başaşağı edilip silkelenir. Böylece toplanan olgun tohumlar ya da piyasadan satın alınan kimyon tohumlarından 1-2 tatlı kaşığının üzerine 1 bardak kaynar su dökülüp kabın üzeri kapatılarak 10-15 dakika süreyle demlendirilir. Bu şekilde elde edilen infüzyondan günde iki kez sabah ve akşam yemeklerinden önce birer bardak içilir.
 

Herkül

Admin
Üyelik Tarihi
4 Haz 2013
Konular
8,797
Mesajlar
29,749
MFC Puanı
17,440
kisnis.jpg


KİŞNİŞ

Latince ismi : Coriandrum sativum
Diğer Adları Aşotu, Kişnişotu
Maydanozgiller familyasındandır. Anayurdu Akdeniz havzası olup günümüzde birçok yerde ve ülkemizde yabani bitki ya da kültür bitkisi olarak yetişmektedir. 60 cm'ye kadar boylanabilen biryıllık otsu bitkidir. Gövdesi yuvarlak kesitli, boylamasına oluklar halinde çizgili, soluk yeşil renkli ve dallara ayrılan yapıdadır. Bitkinin alt ve üst bölümündeki yaprakları farklı görünüşte olur. Alt yaprakları maydanoz bitkisininkilere benzer.

Hafif tüylü, tuhaf ve pek de hoş olmayan koku taşırlar. Bitkinin üst kesimindeki yaprakları ip gibi ince ama düzgün kesimli ve gene hoş olmayan keskin ve tuhaf kokulu olurlar. Yaz başı ile ortası arasında gevşek şemsiyeler oluşturarak açan, beyaz ya da pembemsi açık mor renkli küçük çiçekleri olgunlaşınca, 2-7 mm. çapında yuvarlak, açık kahverengi tohum kılıfını taşıyan kokulu, kuru meyvelere dönüşür. Bol güneşli yerleri, bitek ve hafif topraklan seven kişniş bitkisi, tohumları sonbaharda ekilerek çoğaltılır. Ancak, çapraz döllenmeyle bitkinin yozlaşması meydana geleceğinden, rezeneden uzak yerlere ekilmesine dikkat edilmelidir.

Kişnişin tohumunu taşıyan meyvesinde nişasta, tanen, şekerler, sabit ve uçucu yağlar bulunur. Uçucu yağında yüksek oranda coriandrol ile düşük oranda geraniol, borneol, pinen, phelladron ve asetik asit vardır.
Kişniş tohumlan pastacılıkta, baharat olarak bazı çorba ile yemeklerin hazırlanmasında, içki endüstrisinde ve kişniş şekerinin yapımında kullanılır. Bazı yerlerde bitkinin körpe yaprakları salata ve güveçte pişen yemeklere katılır. Gövde ve kökü de sebze gibi pişirilip yenir.

Tibbi Etkileri ve Kullanımı
Eski Mısır papirüsleri, Çince ve Sanskritçe metinlerde ve hatta İncil'de sağlığa yararlı etkilerinden övgüyle söz edilen kişnişin, tıbbi etkileri ve bunlardan yararlanma yöntemleri şöyle sıralanabilir:
• Kişniş tohumları içerdiği yağlarla mideyi uyarır; iştahı açar, sindirimi kolaylaştırır ve hazımsızlığa iyi gelir.
• Aynı nedenle mide ve bağırsaklardaki gazı söktürür.
• Aniden başlayan mide ve karın ağrılarını bastırır.
• Özellikle çocuklarda diyareyi kesici etkiler yapar.
• Hafif yatıştırıcı etkisi vardır.

Kişnişin bu etkilerinden yararlanmak üzere, bitkinin çiçek şemsiyeleri yaz sonunda alınır ve tohumlarının olgunlaşması için gölgeli ve havadar yerde bir süre itekletilir. Sonra şemsiyeler başasağı edilerek bir kağıdın üzerine sallanır ve dökülen tohumlan toplanır. Bunlardan ya da piyasadan alınan kişniş tohumlarından 1 tatlı kaşığı kadarı biraz ezilerek 1 bardak kaynar suya dökülür. Kabın üzeri sıkıca kapatılarak 5 dakika süreyle demlendirilir. Bu şekilde elde edilen infüzyon, yemeklerden önce birer bardak olarak içilir. Aynı etkilerinden yararlanmak için, tohumları yemeklerden önce ağızda çiğnenebilir.

• Kişniş antiseptik (mikrop kırıcı) etkiler de taşır. Bu etkisinden yararlanmak için yukarıda tarifi verilen infüzyon, akne ya da yaraların üzerine uygulanır

Kişniş, Koriander, Coriandrum sativum

Familyası: Maydanozgillerden, Doldengeweaechse, Apiaceae

Drugları: Kişniş tohumu (meyvesi): coriandri fructus
Kişniş yağı (eteryağı): coriandri aetheroleum

Kişniş tohumu çay, baharat ve natürel ilaç yapımında ve kişniş tohumundan eldeedilne eter yağı aroma tedavisinde ve de baharat olarak kullanılır.
Kişniş maydanozgillerin bir alt grubu olan coriandrealardan olup, bu grupta sadece iki tür mevcuttur. Bunlar yabani ve kültür kişnişi diye ikiye ayrılır. Kültür kişnişide Türk ve Rus kişnişi olarak ikiye ayrılır ve her ikisi de coriandrum sativum’un alt türüdür.
Bu türden Rus kişnişi küçük tohumlu: coriandrumsativum var.

microcarpum ve Türk kişnişi: coriandrum sativum var. macrocarpum (var. vulgare) diye anılır. Kişnişin MÖ: 1500 yüzyılında Mısırlılar tarafından kullanıldığı ve yine 2. yüzyılda Çinliler tarafından kullanıldığı belgelenmektedir.
Vatanının doğu Akdeniz ülkeleri: Mısır, Suriye, Flistin ve Türkiye olduğu ve buradan Avrupa’nın batısından Çinin doğusuna kadar yayılmıştır. Günümüzde başta Türkiye, Fas, Japonya, ADB, Hindistan, Çin, Arjantin, Macaristan ve Balkan ülkelerinde yetiştirilir.

Botanik: Kişniş 30-80 cm boyunda genellikle bir yıllık bir bitkidir, fakat iki yıllık olan alt türleri de mevcuttur. Kökleri iğ şeklinde, bitkinin tamamı kendine has bir kokuya sahiptir ve bu kokuda tahtakurusunun pis kokusuna benzer.
Alt yaprakları uzun saplı üç parça kenarları kertikli ve parçalar kalp şeklindedir. Orta ve üstteki yapraklar gövdeye oturmuştur ve ortadaki yapraklar önce üç sonra tekrar üçe ayrılırken, en üsteki yapraklar iplik gibi incedir.
Çiçeklerinden 10-20 tanesi topluca bir arada şemsiyecik oluşturur ve kenardaki çiçeklerin ters yumurta şeklinde beyaz veya pembe renkte her bir çiçek 3-5 taç yaprağa sahiptir ve ortada taç yaprağı olmayan çiçekler pemepe renklidir. Şiemisyecikleruzun bir sapla kendisi gibi 3-5 adet şemsiyeceğin bir araya gelmesi ile geriden şemsiye şeklinde çiçek demetleri oluşturur.
Meyveleri sarımsı, küre şeklinde, üzerinde 8-10 adet yay şeklinde çıkıntılar vardır ve yayalar boydan boya uzanır. Dış kabuğun içinde iki ayrı parça karşılıklı bulunur ve Rus kişnişi 1,5-3 mm ve Türk kişnişi 3-5 mm çapındadır.

Yetiştirilmesi: Türkiye’nin Konya, Burdur Isparta yörelerinde yaygın olarak yetiştirilir.

Hasat zamanı: Meyveleri farklı zamanlarda yani Ağustostan Eylüle kadar olgunlaştığından, önce olgunlaşanlar toplanır, sonra beli bir süre sonra tekrar olgunlaşan meyveleri toplanır ve hasat böyle devam eder. Şayet olgunlaşan meyvelerin yanında olgunlaşmamış meyvelerde toplanırsa bu sonradan iyice kurutulsa da kötü bir koku yayar.

Araştırmalar: ABD’nin New York şehrinde iki ilim adamı Prof. Dr. Med. Omura ve Dr. Klinghardt taze kişnişin salata şeklinde yenmesi halinde dişlerdeki zehirli dolgu maddesi civanın sebep olduğu hücre zehirlenmesini önlediği tespit edilmiştir. (Nhk.01.00.44)

Kullanılması:
a-) Üniversite kliniklerinde insanlar üzerinde tedavi denemekleri ve araştırmalar yapılmıştır ve buna göre taze kişniş dişlerdeki amalgamın içerdiği cıva zehirlenmesine karşı etkilidir. Fakat bu araştırma yeterlimidir?
b-) Komisyon E’nin 18.09.1986 tarihli ve 173 nolu monografi bildirisine göre kişniş tohumunun sindirim zafiyeti ve iştahsızlığa karşı kullanılabileceği beyan edilmiştir.
c-) Aroma tedavisinde kişniş yağı başta şişkinlik, hazımsızlık, kramplar ve iştahsızlığa karşı kullanılır.
d-) Halk arasında kişniş şişkinlik (gaz), hazımsızlık ve kramp başta olmak üzere mide-bağırsak rahatsızlıklarına karşı kullanılır. Bu rahatsızlıklara karşı kişniş, kimyon, anason, rezene ve kakule gibi bitki tohumları ile birlikte kullanılır ise daha etkili olur.
Çay: İki tatlı kaşığı kişniş (kişniş tohumu sade kişniş diye anılır) hafif ezilerek demliğe konur ve üzerine 300-500 ml kaynar su ilave edilerek 5-10 dakika demlemeye bıraktıktan sonra süzülerek içilir.
Yan tesiri: Bilinen bir yan tesiri yoktur, fakat eter yağının çok sert olması nedeniyle dikkatli kullanılmalıdır

Cinsel gücünüzü arttırın: Kişniş
Özelliklere kadınların cinsel istek ve heyecanlarını arttıran kişniş, erkeklere de olumlu etki eder, ancak erkeklerin fazla kullanımında ters tepkiye yol açar.
Kişnişin sofralarda çok çeşitli kullanım biçimleri vardır. Kişnişin yararları 3000 yıldır bilinir. Öyle ki, eski Sanskrit tabletleri, Mısır papirüsleri, Bin Bir Gece Masalları ve İncil’de de adı geçer.

Kişnişi Kuzey Avrupa’ya getiren Romalılar, bu bitkiyi eti muhafaza etmek için kullanırlardı. Çinliler ise eski zamanlarda kişnişin insana ölümsüzlük verdiğine inanırlardı.

Ortaçağ’da afrodizyak özelliğiyle ön plana çıkan kişniş aşk iksirlerine katılırdı.
Kişnişin her yerinde keskin bir koku vardır, bir Peru kabilesi bu kokuyu o kadar çok sever ki, yapraklarından parfüm yapar.

Kişnişin günümüzde Orta Avrupa, Hollanda, Romanya, Rusya, Hindistan, Doğu Asya, Japonya, Kuzey ve Güney Amerika, Mısır ve özellikle Marokka'da tarımı yapılmaktadır.

Nelere faydası vardır?
- Cinsel gücü arttırır ve cinsel arzuyu kamçılar
- Sinirleri yatıştırır
- İştah açıcı etkisi vardır
- Gaz söktürücüdür
- Tansiyonu düşürür
- Baş dönmesini giderir

Nasıl kullanılır?
Tohumu: Domates turşusu, sosis, köriler ve elmalı çöreklerde kullanılır. Ezilmemiş tohumu çorba ve sebze yemeklerine katılır. Suda kaynatılarak çayı yapılır. Tohumu ayrıca güzel kokusu sayesinde potbori tabaklarında kullanılabilir.
Yaprağı: Körpe alt yaprakları güveç, salata ve soslara eklenir.
Gövdesi: Fasulye ve çorbalarla birlikte pişirilir
Kökü: Taze kökü sebze gibi pişirilip yenilir
Tozu: Toz halindeki kişniş bal veya şekerle karıştırılarak kullanılır.
 

Herkül

Admin
Üyelik Tarihi
4 Haz 2013
Konular
8,797
Mesajlar
29,749
MFC Puanı
17,440
mv08y.jpg


KUDRET NARI
Diğer İsimleri : Papara, Acayip elma, Momordica charantina, Balsam apple, Momordica
Botanik Bilgi : Kabakgiller familyasından; tırmanıcı, ince gövdeli, bir yıllık bir bitkidir. Yaprakları saplı ve el gibi parçalıdır. Meyvesi olgunlaşınca, birbirinden ayrılır.Meyveleri 8-15 cm uzunluğunda, 4-10 cm eninde üzeri çıkıntılı ve uclara doğru sivricedir. Önce yeşil olan meyve, sonra olğunlaştıkca yavaş yavaş sarı ve nihayet altın sarısına dönüşür ve içinde 20-30 adet koyu kırmızı renkte fasulyeye benzer tohumları vardır. Ev ilaçlarında, zeytinyağı ile karıştırılarak kullanılır.
Yetiştirildiği Yerler : Vatanının doğu Hindistan olduğu tahmin edilen kudretnarı Afrika ve Asyanın tropik bölgeleri ile Türkiye ve İtalya gibi Akdeniz ülkelerindede yetiştirilmektedir. Türkiyenin genelikle Yalova ve Bursa civarında yetiştirilmektedir.
Toplanması-Saklanması : Sonbaharda toplanan meyveleri taze olarak yendiği gibi tohumlarından kudretnarıyağı veya macunu yapılabilir.​

Faydaları

Kolit - Ülser - 12 parmak - Gastrit, Asit fazlası gibi mide-barsak sistemine bağlı tüm hastalıkları kalıcı ve kesin tedavi eder,Karaciğeri destekler,Egzama ve sedefe fayda verir,Yara ve iltihapları giderir,Barsak tembelliğini giderir,
Hücre yeniler,
Rahim yaralarına fayda verir,
Yanık ve yaralara lapası vurulur.
Aynı zamanda yüksek oranda E vitamini ve kaliteli protein içerir.​

Kullanım Şekli :
1.)Taze meyve için : Kudret narı, olgunları balla karıştırılarak tüketilebiliyor. Olgunlaşarak kavuniçi rengi alan meyve, tabakta eziliyor, bir miktar balla karıştırılıp, sabahları aç karnına 1 çorba kaşığı yeniliyor. Üzerine hiçbir şey kullanılmıyor.
2.)Tazesinin olmadığı zaman :
Önce çekirdekleri temizlenen kudret narı, küçük küçük doğrandıktan sonra bir kiloluk bala karıştırılıyor. Ağzı kapalı şekilde bir ay kadar bekletilen karışım, hafif sulanabilir. Bozuldu sanmayın.’ Şeker hastalarının bu karışımı almalarının sakıncalı olabileceğini, bu nedenle zeytinyağı ile kullanımın daha uygundur : ‘Zeytinyağı, meyvenin içindeki etmenleri daha kolay emiyor.
Halis zeytinyağı içinde 6 ay bekletilen kudret narı ise her sabah bir çorba kaşığı tabağa konularak, 1 çorba kaşığı süzme balla karıştırılarak aç karna yeniliyor.Olgun meyveler bir kavanozun içerisine zeytinyağı ile konuyor. Ağzı kapatılan kavanoz bir ay bekletiliyor. Daha sonra aç karnına yemeklerden önce alınması öneriliyor. Hastanın rahatsızlığının şiddetine göre günde üç öğünden önce aç karnına bir kaşık alınabilir.
Hariçten Kullanımlar İçin
Yanıklar, kesikler ve yaralar için kullanılıyor.
Kadınların vajina yaraları için de kullandığı zeytinyağında bekletilmiş kudret narı, açık yaralar için ise en çabuk iyileştirici olarak biliniyor.”
Egzama, yara gibi cilt hastalıklarında da iyileştirici özelliğe sahip.​

Uzun yıllardır, eski insanların şifa için kullandıkları kudret narı, günümüzde genç nesil tarafından pek tanınmıyor.
Bursa'da tarihi belediye binası altındaki Çiçekçiler Çarşısı'nda senelerdir kudret narı satışı yapan Osman Demirci, kudret narının taze olarak ve yağda bekletilerek nasıl tüketileceğini broşür ile vatandaşlara öğretiyor. Kudret Narı'nın faydaları şöyle biliniyor:
"Mide ülseri, bağırsak iltihabı, kabızlık ve gastrit için 40 gün süre ile tüketilmesi gerekiyor. İki şekilde tüketiliyor. Eylül ayında taze olarak çıkan kudret narı, olgunları balla karıştırılarak tüketilebiliyor.
Olgunlaşarak kavuniçi rengi alan meyve, tabakta eziliyor, bir miktar balla karıştırılıp, sabahları aç karnına 1 çorba kaşığı yeniliyor. Üzerine hiçbir şey kullanılmıyor.
En az 41 gün kullanılması tavsiye ediliyor. Taze meyve bulunmayan mevsimde ise, halis zeytinyağı içinde 6 ay bekletilen kudret narı ise her sabah bir çorba kaşığı tabağa konularak, 1 çorba kaşığı süzme balla karıştırılarak aç karna yeniliyor.
Bu şekilde de 41 gün devam edilerek kabızlık, mide hastalıkları, iştahsızlık tedavi ediliyor. Hariçten ise yanıklar, kesikler ve yaralar için kullanılıyor.
Kadınların vajina yaraları için de kullandığı zeytinyağında bekletilmiş kudret narı, açık yaralar için ise en çabuk iyileştirici olarak biliniyor."
Çiçek Pazarı'nda satılan kudret narını eskiden beri evlerinde zeytinyağında muhafaza eden Bursalılar, olgunlaşanları alarak bu mevsimde kavanozlara hazırlık yapıyor.


 

Herkül

Admin
Üyelik Tarihi
4 Haz 2013
Konular
8,797
Mesajlar
29,749
MFC Puanı
17,440
mv0dp.jpg


KUŞBURNU

Latince ismi : Fructus cynosbati

KUŞBURNU (Rosa canina) İngl. Sweat briar fruits, Hagebutte, Fr. Cynorrhodon

Yöresel adları :Gülburnu, itburnu, gülelması, şillan

Drog adı :Cynosbati fructus sine semen / çekirdeksiz kabuk

Toplama/kurutma :Olgun kırmızı meyveler sonbaharda toplanır. Kurutmak için ortadan yarılır ve çekirdekleri çıkarıldıktan sonra hemen kurumaya bırakılır. İyice kuruduktan sonra mutlaka hava almayan kaplarda saklanmalıdır. Aksi halde etkenliğinin önemli bölümünü yitirir.

Bileşim: Bolca C vitamini ve öteki vitaminler (A, B1, B2, K, P); mineraller, meyve asitleri, flavonlar, tanen ve şeker. Çekirdekte ise Vanillin vardır.

Etkileri: Besleyici ve güçlendirici, hafif müshil, hafif idrar söktürücü, bağışıklık sistemini güçlendirici, soğuk algınlığı, yüksek ateş.

Kullanım alanları: Kuşburnu, doğal C vitamini içeren en değerli kaynaktır. Bu vitamine ihtiyaç duyulduğunda her zaman kullanılabilir. Enfeksiyonlara ve soğuk algınlığına karşı, bedenin savunma sistemlerini güçlendirir. Özellikle ilkbahar kürleri için çok uygundur. Genel güçsüzlüklere ve yorgunluklara karşı kullanılabilir. Kabızlık ve hafif safrakesesi, böbrek ve mesane rahatsızlıklarında rahatlıklar sağlayabilir. Ayrıca, kuşburnunun böbreküstü bezlerini çok olumlu etkileyerek önemli hormonların üretimine destek sağladığı bilimsel olarak kanıtlanmıştır.


Yurdumuzun bir çok yöresinde yabani gül formatında kendiliğinden yetişmesine rağmen son yıllarda özellikle, GiRESUN ve TOKAT yörelerinde kültüre alınmış dikensiz cinsleri üretilmektedir.

Yabani gül gibi çiçek açmakta olup , Temmuz Ay’ından itibaren misket büyüklüğündeki meyveleri olgunlaşmaya başlamaktadır.

Dikeni güle nazaran çok az ve zayıf olmakta; kısa budama yapılırsa ,çok güzel bir görünüm vermektedir.

Kullanım biçimleri: Bir tatlı kaşığı ince kıyılmış kuşburnu kabuğu, orta boy bir su bardağı dolusu soğuk suya eklenir, hafif ısıda kaynama derecesine kadar ısıtılır, 10 dakika kadar kaynatılır ve süzülür; veya aynı miktar bitki aynı miktar kaynar derecede sıcak suyla haşlanır, 15 dakika demlendikten sonra süzülür. Günde 2-3 bardak kuşburnu çayı yeterlidir.

Karışım: Soğuk algınlığı ve gribe karşı, kuşburnu ve ıhlamur çiçeği çok ince kıyılarak eşit oranda karıştırılır. Bir tatlı kaşığı bitki, orta boy bir su bardağı dolusu kaynar derecede sıcak suyla haşlanır, 10 dakika demlendikten sonra süzülür. Balla tatlandırılıp içine biraz limon sıkılan çay, elden geldiğince sıcak ve yudumlanarak içilir. Günde 2-4 bardak yeterlidir.Uyarı: Çok ender olmak üzere alerjik tepkilere yol açabilir. Çay içimine son verildiğinde bu tepkiler de sona erer. Bilinen başkaca bir yan etkisi yoktur.

Kuşburnu: Şimdi Çok Gerekli

Hangi vitamini ararsanız var. Grip ve soğuk algınlığı için bire bir. Çayı, marmeladı, hatta şarabı artık sofralarımızda.Şehir yaşamına son yıllarda giren kuşburnu, aslında Anadolu'da çok bilinen ve tüketilen bir bitki. Özellikle Karadeniz'de yetişen kuşburnunun, Gümüşhane'de adına festivaller düzenleniyor. Büyük şehirlerde ise daha çok çay olarak tüketiliyor. Boya sanayisinden gıdaya, peyzajdan erozyona kadar pek çok alanda kullanılan, çok amaçlı bir bitki. Önce bir vitamin deposu olma özelliklerinden söz edelim. Portakalın C vitamini deposu olduğunu biliyoruz. Kuşburnunda bulunan C vitamini portakaldan kat kat fazla. (100 gramında 500-1700 mg).
C vitamininin yanı sıra A, B1, B2, K, P vitaminleri ile, protein, mineraller, potasyum, sodyum, kalsiyum, magnezyum, fosfor, meyve asitleri ve şeker bulunuyor. Çekirdeğinde ise vanilin var. Kuşburnu, enfeksiyonlara ve soğuk algınlığına karşı, bedenin savunma sistemlerini güçlendirir. Genel güçsüzlüklere ve yorgunluklara karşı kullanılabilir.

Besleyici ve güçlendirici, hafif müshil, hafif idrar söktürücü özelliği var. Kabızlık ve safrakesesi, böbrek ve mesane rahatsızlıklarında rahatlık sağlıyor. Ayrıca, böbreküstü bezlerini çok olumlu etkileyerek önemli hormonların üretimine destek sağladığı bilimsel olarak kanıtlanmış.
Yara iyileştirici ve kanı temizleyici özelliği var. Böbrek ve idrar yolu taşları ve kumlarında, kanlı idrarda, gut hastalığında, soğuk algınlığı ve gripte, bitkinlik durumlarında, rahim kanamasında, mide kramplarında, yanıklarda, yaralarda, yağlı yemeklere karşı duyarlılık durumlarında kullanılıyor.
Kan yapıcı, tansiyon düzenleyici, vücudun hastalıklara karşı direncini artırma gibi özelliklerinin yanı sıra kuşburnu; hemaroid ve ülser gibi hastalıklarda da yararlı oluyor. Şeker hastalarının kullanması öneriliyor.
Çok yoğun vitamin zenginliği nedeniyle gözlerin dostu. Ve düzenli kuşburnu tüketmek selüliti engelliyor.

Kuşburnu, A vitamini ve karotenoidler içermesi nedeniyle, gece körlüğü ve diğer göz problemlerinin yanı sıra akne gibi bazı cilt bozukluklarını önler, bağışıklığı artırır, kansere karşı koruyucu etki gösterir. İçerdiği B1 Vitamini; Kan oluşumuna yardımcı olur. Kavrama yeteneği ve beyin fonksiyonlarını geliştirir. Enerji, büyüme ve öğrenme kapasitesi üzerinde olumlu etkileri vardır. Vücudu yaşlanmanın, sigara ve alkolün zararlı etkilerine karşı korur. C Vitamini ise, dokuların gelişimi ve tamiri için gereklidir. Bağışıklık sistemini güçlendirir.

Kullanıldığı yerler : Kuşburnu, doğal tüketilmesinin yanı sıra gıda sanayisinde de kullanılıyor. Soframızda; marmelat, reçel, şarap, likör, komposto, jöle, salata, nektar, meyve suyu, çay biçiminde yer alıyor.
Kuvvetli bir kök yapısına sahip olduğu ve toprağı iyi tuttuğu için erozyonla mücadele için gerekli yerlere özel olarak ekiliyor.
Kırmızı renkli, yumuşak etli kökleri ayrıca boya sanayisinde de kullanılıyor. Beyaz ve uçuk pembe renkli çiçekleri, kırmızı meyveleri nedeniyle de peyzaj çalışmalarında tercih ediliyor.

Kullanım biçimleri: Bir tatlı kaşığı ince kıyılmış kuşburnu kabuğu, orta boy bir su bardağı dolusu soğuk suya eklenir, hafif ısıda kaynama derecesine kadar ısıtılır, 10 dakika kadar kaynatılır ve süzülür; veya aynı miktar bitki aynı miktar kaynar derecede sıcak suyla haşlanır, 15 dakika demlendikten sonra süzülür. Günde 2-3 bardak kuşburnu çayı yeterlidir.
Anadolu'da özellikle ezme şeklinde kullanılır. Meyveler suda kaynatılır, ezilir, çekirdeklerinden kurtarmak için elekten geçirilir, sulu kısım hafif ateş üzerinde, bulamaç kıvamına gelene kadar kaynatılır. Reçel gibi ekmek üzerine sürülerek yenir.

Soğuk algınlığı ve gripte, kuşburnu ve ıhlamur çiçeği çok ince kıyılarak eşit oranda karıştırılır. Bir tatlı kaşığı bitki, orta boy bir su bardağı dolusu kaynar derecede sıcak suyla haşlanır, 10 dakika demlendikten sonra süzülür. Balla tatlandırılıp içine biraz limon sıkılan çay, elden geldiğince sıcak ve yudumlanarak içilir. Günde 2-4 bardak yeterlidir.

Kimlik kartı: Kuşburnu gülgiller familyasından. Halk arasında Yabangülü, Şillan, Deligül, Gülburnu, Gülelması olarak da biliniyor. Çalı formunda. Yaşam süresi çok uzun. 300 yıllık kuşburnu çalıları olduğu biliniyor. Ancak ekonomik ömrü 30-40 yıl kadar.

Tarihçesi : Kuşburnunun tarihinin gülle eşzamanlı olduğu söyleniyor. M.Ö. Akdeniz ülkelerinde saflık ve temizliğin simgesi olarak yetiştirilmiş. Romalılar çiçeğini karın ağrıları için ilaç olarak kullanmışlar, meyvelerinden kek, reçel ve şarap yapmışlar. Hipokrat zamanında iltihaplara karşı, Ortaçağ'da ve daha sonraki dönemlerde kan tükürmelere, dişeti kanamalarına, böbrek ve safra taşlarına, tenyaya, yılancık hastalığına karşı kullanılmış.

Hava değişimine karşı kuşburnu

Sonbahar döneminde ani hava değişimi nedeniyle ortaya çıkan gribal enfeksiyonlara yakalanmamak için bol C vitamini içeren kuşburnu çayı tüketilmesi önerildi.

Bir insanın, günlük C vitamini ihtiyacının 70 ile 100 miligram arasında bulunduğunu anlatan Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi Aziziye Araştırma Hastanesi Klinik Bakteriyoloji ve Enfeksiyon Hastalıkları Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Mehmet Parlak, bu ihtiyacın, bir bardak kaynatılmış suyun içerisine 7-8 adet kuşburnu meyvesi konulup bir süre bekletildikten sonra içilmesiyle karşılanabileceğini kaydetti.

Prof. Dr. Mehmet Parlak, sonbahar dönemlerinde nezle hastası sayısında önemli oranda artış yaşandığına dikkati çekti. Hava sıcaklıklarındaki ani değişimin yaşandığı dönemlerde vücut direncinin düştüğünü anlatan Prof. Dr. Parlak, şunları kaydetti:
“Grip, nezle ve soğuk algınlığı gibi hastalıklara karşı bol C vitamini tüketilmesi çok etkili. C vitamini de kuşburnunda bol miktarda mevcuttur. 100 gram kuşburnunda 400 ile 3 bin miligram arasında C vitamini bulunmaktadır. Bu vitamine ihtiyaç duyulduğu her zaman kuşburnu tüketilmesi gerekir.”

Parlak, kuşburnunun enfeksiyonlara ve soğuk algınlığına karşı, beden savunma sistemlerini güçlendirici bir etkiye sahip olduğunu vurguladı.

Sonbahar döneminde düzenli olarak her gün en az 3 bardak kuşburnu çayı tüketilmesinin önemli olduğunu dile getiren Parlak, şöyle devam etti:
“Kuşburnu, genel güçsüzlüklere ve yorgunluklara karşı da kullanılabilir. Kabızlık ve hafif safrakesesi, böbrek ve mesane rahatsızlıklarına karşı da etkili olduğu bilinen kuşburnu, özellikle sonbahar döneminde ani hava değişimine bağlı olarak ortaya çıkan grip gibi hastalıklara karşı tüketilmeli.”

Bir insanın, günlük C vitamini ihtiyacının 70 ile 100 miligram arasında bulunduğunu anlatan Prof. Dr. Parlak, bu ihtiyacın, bir bardak kaynatılmış suyun içerisine 7-8 adet kuşburnu meyvesi konulup bir süre bekletildikten sonra içilmesiyle karşılanabileceğini kaydetti.
Parlak, ayrıca sonbahar döneminde vücut ısısının dengeli tutulmasına dikkat edilmesi gerektiğini vurgulayarak, bu dönemde giyim kuşama daha fazla dikkat edilmesini tavsiye ett.
 

Herkül

Admin
Üyelik Tarihi
4 Haz 2013
Konular
8,797
Mesajlar
29,749
MFC Puanı
17,440
lavantabahcesi2.jpg


LAVANTA


Latince ismi : Lavandula angustifolia
İngilizce: Lavender
Almanca: Lavander

Özellikleri: Karaciğer yetmezliği • kronik karaciğer enfeksiyonlarına karşı • Hepatit-B ve Hepatit-C ye karşı • sarılık • saç dökülmesine karşı • vitiligo, sedef ve ileri yaşlarda deride oluşan lekelere karşı • sakinleştirici ve rahatlatıcı (sedatif)

Lavanta ülkemizde, özellikle Akdeniz Bölgesinde süs bitkisi olarak yetiştirilen bir bitkidir. Kendine has hoş kokusundan dolayı parfümeri ve kozmetik endüstrisinde kullanılmaktadır. Ancak, lavanta çiçeğinin karaciğer ****bolizmasının sağlıklı çalışması üzerindeki olumlu etkisi ile saç dökülmesine karşı kullanımı onun en önemli iki özelliğidir. Genel karaciğer rahatsızlığı veya karaciğer yetmezliği şikayeti olanların imdadına yetişen bir bitkidir. Lavanta kürü, sirozdan veya alkolden dolayı zarar görmüş karaciğer hücrelerinin rejenerasyonunda (tekrar yenilenmelerinde) veya bu hücrelerin tekrar sağlıklı bir şekilde çalışmaya başlamalarında öylesine etkilidir ki, kürü uygulayan hastaların kısa zamanda almaya başladıkları başarılı sonuçlar, onları şaşırtmaktadır.

Dikkat!
Hepatit-B veya Hepatit-C den dolayı siroz başlangıcı var ise, bu hastaların lavanta kürüne ilâveten kereviz kürünü de uygulamalarını önemle hatırlatırız. Kereviz kürünü uygularken enginar tüketmeyiniz ve kürünü de uygulamayınız. Aynı şekilde, lavanta kürünü de uygularken ne kereviz ne de enginar kürünü uygulamayınız. Siroz’a dönüşmüş hastalarda alkaline phosphatase (ALP) ve glutamyl transpeptidase (GGT) enzimlerinin seviyeleri yükselmiştir. Sirozun esas nedeni alkol kullanımı olarak, uzun yıllardır birinci sırayı almıştır. Amerika’da 2004 yılında açıklanan araştırma sonuçlarına göre, Hepatit-C virüsüne bağlı siroz birinci sıraya yerleşmiştir. Buna göre Hepatit-C ye bağlı siroz %26, alkole bağlı oran ise %21 olarak açıklanmıştır.

Dünya Sağlık Teşkilatının 1999 yılı verilerine göre tüm dünyada yaklaşık 175 milyon insanın kronik olarak Hepatit-C Virüsü (HCV) ile infekte olduğu tahmin edilmektedir. Her yıl yaklaşık 3.7 milyon insan da HCV ile enfekte olmaktadır. Hepatit-C virüsü denetlenmemiş kan transfüzyonu (kan nakli) ile bulaşmaktadır. Cinsel ilişki ve doğum esnasında da geçiş mümkündür. Tüm bunların dışında sterilize edilmemiş enjeksiyon ve sünnet aletleri de risk oluşturmaktadır. Bunların dışında, temmuz 1992 den önce organ nakli yaptırmış olanlarda da bu risk vardır. Çok sık diyaliz cihazına bağlanmak zorunda olan hastalarda da az da olsa kapma riski vardır. HCV, karaciğerde iltihaplanmaya neden olmaktadır. Hepatit-C virüsü, bazı insanlarda uzun yıllar en küçük bir şikâyete neden olmadığından kişiler bu virüsü kaptıklarının çok geç farkına varmaktadırlar. Hastalığın, siroza, karaciğer kanserine veya karaciğer yetmezliğine dönüşme riski vardır. Bu nedenle, Hepatit-C’nin erken tanısı çok önemlidir.

Lavanta kürü, Hepatit-C hastalarının kullanacağı mükemmel bir destekleyici kürdür. Hemen belirtmekte fayda görüyorum, lavanta kürü, Hepatit-C virüsünü yok etmemektedir. Lavanta kürü Hepatit-C virüsünün aktif hale geçmesini engelleyebilmekte ve neden olduğu karaciğer iltihaplanmasının tedavisinde de mükemmel destekleyici rol oynamaktadır. Karaciğer ****bolizmasının sağlıklı bir şekilde çalışmasını düzenleyerek, virüsün faaliyete geçmesini önemli ölçüde bastırmaktadır. Günümüzde henüz bu virüsü yok edecek herhangi bir tedavi yöntemi mevcut değildir. Bilinen bir diğer noktada şudur, Hepatit-C, altta yatan başka bir karaciğer hastalığını da artırmakta ve ağırlaştırmaktadır. Bu virüsün en önemli özelliği genomundaki relatif değişkenliktir. Bir çok farklı genotipi bulunduğundan dolayıdır ki, hastalığın ciddiyeti ve tedaviye verdikleri cevaplar önem kazanmaktadır. Kısaca, Hepatit-C virüsünün çok farklı genotipleri olduğundan, hastalığın seyri ve hastaların tedaviye verecekleri yanıtlarda farklılıklar göstermektedir. Bugün bilinen en az altı tane genotipi ve gene en az elli tanede alt-tipi (sub-type) bulunmaktadır. Örneğin, Amerika’da 1a ve 1b genotipi en sık görüleni (%75) olup, genotip iki ve üç, % 15 civarındadır. Hepatit-C virüsünün hangi genotip’e ait olduğunun da belirlenmesi, tedavi şeklinin seçimi için önemlidir. Çünkü, her genotip interferon (IFN) tedavisine cevap vermemektedir. Lavanta kürü uygulanırken, interferon tedavisinde gözlenen flu-like symptoms (subjektif semptomlar) denilen yan tesirleri gözlemek mümkün değildir.

Örneğin, interferon tedavisinde gözlenen başlıca yan tesirler iştahsızlık, sıtma nöbetleri, baş ağrısı, soğuk algınlığı şikayetleri, susama, mide bulantısı ve beraberinde kusma ve eklem ağrıları. Lavanta kürü uygulanırken her hangi bir yan tesir yaşamak mümkün değildir. Lavanta kürü öylesine etkilidir ki çok kısa zamanda sonuçlarını almak mümkün olmaktadır. Lavanta kürü ile kısa zamanda sonuç almanın arkasında karaciğer enfeksiyonuna karşı, biyokimyasal reaksiyon hızının çok yüksek değerde olması yatmaktadır.

Hepatit-C ye karşı genel ve yaygın bir aşı yoktur. Henüz olmayışının veya böyle bir aşının geliştirilmesinin zorluğunun arkasında, bu virüsün genomundaki relatif farklılıklardan kaynaklanmaktadır. Bu konuda sizi en iyi aydınlatacak olan hekimdir. Bebeğini emziren anneden, emzirme yoluyla bu virüsün bebeğe geçmesi mümkün değildir. Hepatit-C virüsünü almış olanlara yapılan değişik testler vardır. Bu testlerin istenmesine hekim karar verecektir.

Hepatit-C ve Hepatit-B hastaları için enginar bulunmaz bir nimettir. Bu hastaların karaciğer ****bolizmalarının sağlıklı ve dengeli bir şekilde çalışmasında enginarın katkısı öylesine önemlidir ki, onlara haftada bir-iki defa birer porsiyon enginar tüketmelerini adete alışkanlık haline getirmelerini tavsiye ederim. Eğer, Hepatit-B ve Hepatit-C den dolayı şikâyetler ortaya çıkmış ise, ve de karaciğer değerleri de yükselme göstermiş ise bu taktirde lavanta kürüne ilaveten haftada iki-üç defa birer porsiyon (yağsız olarak) enginar tüketimini kür olarak uygulamaları bulunmaz bir imkândır. Çok az suda tuzsuz ve yağsız olarak dilimlenmiş olarak pişirdiğiniz enginarın suyunu da özellikle içmek gerekir. Yağsız ve tuzsuz olarak tüketeceğiniz enginar, belki size yavan gelecektir. Ancak, unutmayınız ki bu sağlığınız için gereklidir.

Alerjik Mevsimler ve Hepatit

Bahar mevsiminde çiçek tozları (polen) bir çok insanda alerjiye neden olmaktadır. Hatta, yaz mevsimine girerken de halk arasında saman nezlesi olarak bilinen alerjik reaksiyonlar ortaya çıkmaktadır. Bu dönemlerde karaciğer m*tabolizması da olumsuz etkilenmektedir. Hepatit-C veya Hepatit-B virüsü taşıyıcılarının karaciğer değerlerinde (ALT ve/veya AST) fluktasyonlar (iniş-çıkış) gözlenebilmektedir. Bunun sebebinin özellikle alerjik mevsimlerden kaynaklandığı belirtilmektedir. Çünkü, alerjik mevsim denilen bahar başlangıcı ve yaz mevsimine geçişlerde soluduğumuz havada bulunan polenler veya mevsim gereği tozlar insan vücudunda alerjik reaksiyonlara neden olmaktadır. Unutmayınız ki, alerjik reaksiyonlar bir şekilde karaciğerin çalışmasını olumsuz etkileyebilmektedir. Sonuçta, Hepatit-B veya C taşıyıcılarında ALT ve/veya AST değerleri iniş-çıkış gösterebilmektedir.

Karaciğer m*tabolizmasını olumsuz etkileyen ilaçlar

Lavanta üzerine yaptığım çalışmalarımda ilk görülen, içerdiği en az on dört tane sedatif (teskin edici, rahatlatıcı) özelliği olan etkin maddeyi içerdiğidir. p-cymene, alpha-pinene, cinnamaldehyde ve carvone lavantanın içerdiği sedatif özellikli etkin maddelerden bir kaç tanesi. Lavantanın içerdiği etkin maddelerin kendine özgü bir sistematiği olduğunu görülür. Bu sistematiğin içerisinde gözlenen, lavantanın tüm karaciğer ****bolizmasını mucizevi bir şekilde düzenleyebileceğidir.

Tabiat ana lavantaya öylesine cömert, öylesine seçici davranmış ki, içerdiği etkin maddeler özenle bir araya toplanıp sanki, genel karaciğer şikâyetlerine karşı özel olarak yaratılmış. Gerek çiçeklerinde gerekse de yapraklarında moleküler yapıları ve etkin özellikleri bakımından birbirlerinden tamamen farklı maddeler bulunmaktadır. Aşağıdaki tablodan bu maddelerin etkin özelliklerini görebilirsiniz.

Karaciğer ****bolizmasının sağlıksız çalışmasından dolayı yükselen enzim değerlerinin kısa zamanda kontrol altına alınmasında ve tekrar kısa zamanda normal değerlerine indirilmesinde lavanta kürü bulunmaz bir nimettir. Özellikle, Hepatit-B ve Hepatit-C virüslerinin aktive olabilmelerine karşı, karaciğer ****bolizmasının sağlıklı çalışmasını ve güçlü kalmasını sağlayabiliyor. Sağlıklı ve güçlü çalışan karaciğer ****bolizması, karaciğer bağışıklık sisteminin de güçlü olduğunu gösterir. Böylece virüsler bastırılarak faaliyete geçmeleri önlenmiş olabiliyordu. Sonuçta, lavanta kürünün, bu virüslerin karaciğer dokusunda kansere veya siroza dönüşme riskine karşı da mükemmel bir önleyici rolünün olabileceği gerçeğini de ortaya koymaktaydı. Karaciğer ****bolizmasının düzenli çalışmasında lavantanın çiçeklerinde bulunan 1,8 cineole, delta-3-carene ve herniarin ağırlıklı olarak etkili olurken, yapraklarının içerdiği beta-pinene’de karaciğer enfeksiyonuna karşı adeta tabii bir antibiyotik olarak görev yapmaktadır. Lavantanın yapraklarında bulunan bornyl-acetate etkin maddesi antiviral olarak görev yapan en az sekiz tane etkin maddeden bir tanesi. Bu amaçla kullanılacak olan lavantanın bir yıldan daha fazla beklememiş olmasına özen gösteriniz. Aktarlardan alınacak olan lavantanın sadece çiçeklerinin değil eşit oranlarda yapraklarının da bulunması gerektiğine özen gösteriniz. Aktarlarda lavanta yağı da satılmaktadır. Bu amaçla lavantanın yağı daha da etkili olur düşüncesiyle kesinlikle kullanmayınız. Lavanta kürünün uygulanması esnasında, lavantanın çiçeklerinde bulunan lavandulol ve dihydrocoumarin ile yine yapraklarında bulunan cedrene, alpha-humulene ve alpha-cadinene maddelerinin aynı anda bulunmaları lavantanın etkili olmasındaki temeli oluşturmaktadır.

Hepatit-C nin sebep olabileceği karaciğer kanserine dönüşme riskini büyük bir ölçüde önleyen etkin maddelerden bir tanesi de lavantanın içerdiği ursolic acid fonksiyonel maddesidir. Hangi bitki olursa olsun, içerdiği önemli bir etkin madde tek başına veya saf halde istenilen ölçüde veya doğrultuda faydalı olmayabilir. Çünkü, o etkin maddenin ****bolizmada istenilen başarıyı sağlayabilmesi için, bitkinin içerdiği diğer yardımcı etkin maddelere, medyatör maddelere ve birinci derecede fonksiyonel olan etkin maddenin işlevini artırabilmek için segonder maddelere de ihtiyaç vardır. Uygulanan bitkisel yardımcı (destekleyici) tedavide sadece etkin maddeyi düşünmemek gerekir. Bu anlamda, kullanılan bitkiyi bir bütün olarak değerlendirmek gerekir. Önemli olan diğer bir hususta kullanılacak olan bitkinin hangi kısımlarının kullanılacağı, ne müddetle demleneceği, ne zaman ve nasıl içileceği ve de ne kadar süreyle hangi aralıklarla uygulanacağıdır.
Derideki bazı rahatsızlıkların nedeni karaciğerden kaynaklanmaktadır. Lavanta kürü aynı zamanda, halk arasında ala hastalığı olarak bilinen vitiligo, sedef ve deride ileri yaşlarda oluşan yaşlılık lekelerine karşı da önleyici rol oynamakta ve de bu hastalıkların tedavisinde de önemli bir yardımcı ve destekleyicidir. Lavanta, saç dökülmesine karşı da çok etkilidir. Ancak, bu konudaki uygulama dıştan olup, hazırlanması tamamen farklıdır.
Lavanta kürünün başarı oranını çok daha fazla yükseltmek ve daha hızlı bir biçimde sonuca ulaşabilmek için beslenme şeklinize dikkat ederek bazı takviye uygulamalarda yapabilirsiniz. İşte bunlardan bazıları, her gün öğle yemeklerinden yarım saat önce hiç bir şey ilave etmeden tüketeceğiniz bir porsiyon preslenmiş çilek lapası, karaciğer yetmezliğine karşı önemli bir takviye oluşturur. Preslenmiş çilek lâpası, çileklerin çatalla veya kaşıkla iyice ezilerek hazırlanmasıdır. Ezme işlemi tamamlandıktan sonra fazla bekletmeden tüketilmesi gerekir. Tüketeceğiniz çileklerin hormonsuz olmasına özen gösteriniz. Genel olarak, karaciğer ****bolizmasının sağlıklı ve düzenli çalışmasında enginarın katkısı yabana atılmayacak kadar büyüktür. Haftada iki-üç defa bir porsiyon, az suda haşlanmış (dilimlenmiş olarak) enginar tüketmek. Tuzlamayınız ve porsiyon başına bir çorba kaşığından fazla sıvı yağ kullanmayınız. Var ise, artakalan haşlama suyunu içiniz. Taze kayısının karaciğerin dostu olduğunu unutmayınız. Beslenme şeklinin uygulanmasında karaciğerin yükü hafiflemekte ve karaciğer daha rahat çalışmaktadır.

Karaciğer yetmezliği, kronik karaciğer enfeksiyonu veya hepatit-B veya da hepatit-C şikâyeti olanların beslenmelerinde aflatoksin içeren besinlerden de mutlaka uzak durmaları gerekir. Nedir, aflatoksin? Aflatoksin, Aspergillus flavus adı verilen bir mantarın salgıladığı zehirdir (toksin). Örneğin, ekmeğin üzerinde oluşan yeşilimsi küf, aflatoksine verilebilecek en güzel örnektir. Nemli veya uygun olmayan koşullarda ve ortamlarda depolanmış buğdayın, fıstığın, biberin veya fındığın üzerinde oluşabilen mantarın salgıladığı küf, aflatoksine örnektir. Bir başka örnek, uygun olmayan şartlarda ve ortamlarda saklanan elmanın üzerinde de küf olarak adlandırabileceğimiz mantar oluşabilmekte ve patulin adı verilen zehiri (toksini) salgılamaktadır. Gerek aflatoksin ve gerekse de patulin karaciğer kanserinin oluşumunda etkin rol oynayan maddelerdir. Ekmeğin üzerinde oluşmuş küf (mantar) var ise, ekmeğin tamamının hiç bir şeklide tüketilmemesi gerekir. Çünkü, ekmeğin yüzeyinde oluşmuş olan mantarın kökleri, gözle tesbit edilemeyecek kadar ekmeğin içine doğru yayılmıştır. Küflü bölgeyi bıçakla kesip atmak, geri kalanını tüketmek çözüm değildir. Aynı şekilde üzerinde mantar oluşmuş tüm sebze veya meyve çeşitlerini hiç bir şeklide kullanmayınız. Unutmayınız ki, bir besini pişirmekle de içerdiği aflatoksini yok etmek mümkün değildir. Kısaca, aflatoksin pişirilme esnasında yok olmaz. Küflü ekmeklerinizi hayvanlara da kesinlikle vermeyiniz. Küf (mantar) içeren bir ekmeği sütünden istifade ettiğiniz bir hayvana verirseniz, hem hayvanın sağlığını olumsuz etkilersiniz, hem de sütünü içtiğiniz taktirde de aflatoksin size geri dönmüş olur. Küf içeren ekmeği, en doğrusu toprağa gömmektir. Sonuç olarak, üzerinde mantar oluşmuş besinlerin (tahıl, sebze, meyve, ekmek gibi) hiç bir şekilde tüketilmemesi gerekir. Özellikle, karaciğer ****bolizması sağlıklı çalışmayanların sebze, meyve ve tahıl tüketimlerinde tazeliğe önem vermeleri önerilir. Besicilik yapanların, büyükbaş hayvanlara verdikleri yemleri mantar oluşumuna fırsat vermeyecek bir şekilde uygun şartlarda korumaları gerekir. Doksanlı yılların ortalarında Avrupa’ya ihraç edilen kırmızı pul biberimizde aflatoksin bulunduğundan dolayı uzun müddet bu biberimizin ihracatı yapılamamış idi. Çünkü, toplanan kırmızı biberler uygun olmayan depolama koşullarında bekletilirken üzerinde oluşan mantar, aflatoksin salgılamıştı.

Aflatoksinin varlığı yakın bir geçmişte, ilk defa 1960 yılında ortaya konmuştur. İngiltere’de, 1960 yılında bir defada ani olarak yüz binin üzerinde tavuk ölmüştür. Yapılan araştırma ve soruşturmaların sonucunda, İngiltere’nin o yıl Brezilya’dan tavuk yemi olarak ithal ettiği fındık ununun aflatoksin içerdiğini ortaya koymuş idi. Bu felâketin sonucunda da aflatoksin adı verilen zehir, ilk defa ortaya o yıllarda konmuş oldu.

Karaciğer Rahatsızlıklarında Beslenmenin Önemi
. Beslenmede aşırı yağlı yemeklerden uzak durulması gerekir. Özellikle lavanta kürüne ilaveten
-çilek lapası,
-kereviz,
-enginar,
-taze kayısı
tüketimi önemlidir. Lavanta kürünü uygularken kereviz ve enginar kürünü aynı zamanda uygulamayınız. Lavanta kürü tamamlandıktan üç gün sonra enginar veya kereviz kürünü uygulayabilirsiniz.
Aktarlarda lavanta yağı da satılmaktadır. Kesinlikle bu amaçla lavanta yağı kullanmayınız. Lavanta yağı çok güçlüdür ve bazı durumlarda sadece haricen kullanılır. Kesinlikle lavanta yağı daha faydalı olur diye, dahili olarak kullanmayınız

LAVANTA
Bilimsel adı Latince “yıkanmak” dan gelen lavanta, Eski Yunan ve Romalılar döneminde sıklıkla kullanılırdı. Özellikle banyo sularına kattıkları lavanta, saflık olarak kabul ediliyordu.

Güzel ve kalıcı kokusunun yanı sıra, lavanta uzun yıllardır iyileştirici etkisiyle de bilinir. Lavantanın çiçek , yaprak ve gövdesinden damıtılarak alınan lavanta yağı tıpta halen kullanılır.

Lavantanın afrodizyak etkisi de uzun yıllardır bilinir. Salata ve yemek soslarına katacağınız bir kaç damla lavanta cinsel hayatınızı renklendirecektir.

Lavanta yatıştırıcı etkiye sahiptir ve uykusuzluğa iyi gelir. Çamaşırlarınızın arasına koyacağınız lavanta kesecekleri güzel ve saf kokusunun yanı sıra, rahatlamanıza da yardımcı olur.

Mide ve bağırsak rahatsızlıklarında etkili olmasının yanı sıra, baş ağrılarına da iyi gelir. İştah açar, sindirim sistemini olumlu etkiler.

Kültürü Bulgaristan, İngiltere, AB Devletleri ve Kuzey Afrika ülkelerinde yapılan lavanta, bugün Batı Akdeniz Bölgesi’ne yayılmıştır. Yabani olarak Güney Fransa’da, Orta İtalya’da, Yugoslavya’da, İspanya’da ve Yunanistan’da yaygın durumdadır.

Kare kesitli ve yeşil renkli gövdesi ikinci yılında odunsu yapıya kavuşur. Kü.ük, çok kokulu, lavanta mavisi çiçekleri 5-15 cm uzunlukta başaklar üzerinde yaz mevsiminde açar.

Drog olarak kullanılan çiçekler, Temmuz ve Ağustos aylarında, henüz tomurcuk halinde iken toplanmalıdır. Saplarıyla birlikte toplanan çiçekler, demet halinde bağlanıp, gölge bir yere asılarak kurutulur. İyice kuruduktan sonra, çiçekler saptan ufalanarak ayrılır.

Nelere faydası vardır?
- Cinsel gücü arttırır ve cinsel isteği kamçılar
- Uykusuzluğa iyi gelir
- Sinirleri yatıştırır
- Merkezi sinir sistemi ve üst solunum sinir sistemini olumlu etkiler
- İshale iyi gelir
- Mide ve bağırsak rahatsızlıklarında tedavi edici etkisi vardır
- Migren ve baş ağrılarında etkilidir
- İştah açar
- Sindirim sistemini uyarır ve yatıştırır
- Kan basıncı düşük olan kişilerin basıncını dengeler
- Siniri zayıf olan kişilerin sinirlerini yatıştırır

Nasıl kullanılır?
Lavanta çayı: 1-2 çay kaşığı çiçek, 1 bardak kaynar suda haşlanır ve 10 dakika demlenmesi beklenir. Biraz balla tatlandırılabilir. Baş ağrısına iyi gelir, sinirleri yatıştırır.

Lavanta banyosu: 100 gram lavanta çiçeği 2-3 litre suya eklenir ve kaynatılır. Süzülerek banyo suyuna eklenir. Çeyrek saat yapılan bu banyo oldukça rahatlatıcı ve gevşeticidir.

Lavanta keseleri: Kurutulmuş lavanta çiçekleri kumaş bir kesenin içine konulup giysi dolabı ve yastıkların altına konulabilir. Bu şekilde kokusu hem güzel bir hava verecek, hem de rahatlatacaktır.

Lavanta toniği: Kaynatıp süzdükten sonra soğutacağınız lavanta toniği, hücrelerinizin hızlı değişimine yardımcı olacaktır. Ayrıca akne tedavisinde de etkilidir.

Hepatit B ve C'ye karşı lavanta
Prof. Saraçoğlu lavantadaki etkin maddelerin karaciğer kanserine yol açan Hepatit B ve C virüsünü baskı altına aldığını belirtiyor
*
Hepatit B ve C virüsü olan hastaların yılda bir kez 15 gün lavanta kürü uygulayarak bu konudaki tedavilerini güçlendirmeleri mümkün
*
Hekim gözetiminde tedavi gören hastaların lavanta kürünü bir destekleyici unsur olarak kullanmaları 20 vakada pozitif sonuç verdi
Bitkilerle gelen sağlık dünyadaki yeni trend. ABD'de ve Batı'da bu konuda her gün yeni çalışmalar ortaya çıkıyor. Doğal ürünlere, doğal sebze ve bitkilere dönüş 21. Yüzyıl'ın en güçlü sağlık akımı olarak kendini gösteriyor. Türkiye birçok özel bitkinin anavatanı olan Anadolu üzerinde bulunmasına rağmen Türkiye'de doğal tedavi, bitkisel tedavi gibi yöntemlerle uğraşanların sayısı fazla değil. Üstelik bitkisel tedavi-otacı geleneğini yüzlerce yıl öncesinden günümüze taşıyan birçok kişi de yasal takibatlar sonucu bu işten uzaklaştı. Ancak son dönemde özellikle Batı'dan gelen etkiler sonucu Türkiye'de bitkisel tedavi yeniden keşfedilmeye başladı. Bu konuda çalışanlar ve araştıranlar hızla çoğalıyor.

Prof. Dr. İbrahim Saraçoğlu Türkiye'de bitkisel tedavi ile uğraşan önemli isimlerden birisi. Prof. Saraçoğlu aynı zamanda "prostat tedavisinde brokoli kullanımını" dünyaya ilk kez tanıtan ve uluslararası kabul gören isim olarak biliniyor.

Saraçoğlu "lavantanın Hepatit B ve Hepatit C tedavisinde etkin bir çare" olduğunu öne sürüyor. Bunu lavantadaki etkin maddelere dayandırıyor. Lavanta Hepatit'i karaciğerden tamamen atamıyor, ancak yılda bir uygulanacak "lavanta kürü" ile hastalığı baskı altında tutabiliyor. Lavanta kürünü uygulayanların karaciğer ölçümlerinde kısa sürede belirgin bir iyileşme gözleniyor.
 

Herkül

Admin
Üyelik Tarihi
4 Haz 2013
Konular
8,797
Mesajlar
29,749
MFC Puanı
17,440
mv0tu.jpg


LİMON


Latince ismi : Citrus
Bilimsel sınıflandırma
Alem:planae
Bölüm:Magnoliophyta
Sınıf:Magnoliopsida
Alt sınıf:Rosidae
Takım:Sapindales
Familya:Rutaceae
Cins:''Citrus''
Tür:C. × limon
Binominal adı 'Citrus × limon'' (L.) Burm.f.

Limon, ılıman iklime sahip bütün memleketlerde kültür şekilleri yetiştirilen yaprak dökmeyen, uçucu yağ taşıyan küçük ağaçların meyvesidir. En çok bilinen Narenciye türlerinden biridir.

Yumurta biçiminde, kabuğu güzel kokulu, suyu ekşi olan meyvedir. Kabuklarından limon esansı çıkarılır. C vitamini, şeker, müsilaj, sitrik asit ve tuzları bakımından zengindir.

Kullanıldığı yerler:
Ateşi ve tansiyonu düşürür. Kanı temizler. Susuzluğu giderir. Kalbi kuvvetlendirir. Damar sertliği ve romatizmada faydalıdır. Gribin çabuk atlatılmasını sağlar. Mide, bağırsak ve idrar yollarındaki mikropları öldürür. Gıda zehirlenmesini önler. İdrar söktürür. Böbrek ve mesane kum ve taşlarının düşürülmesine yardımcı olur. Yüzdeki sivilceleri geçirir. Cildin güzelleşmesini sağlar. Karaciğer hastalıklarında faydalıdır. Dişleri beyazlatır ve diş etlerini kuvvetlendirir. Nezlede şikayetleri geçirir. Skorbüt hastalığında faydalıdır. Boğaz ve bademcik iltihaplarının giderir. İshali keser. Kansızlığı önler. Fazla aybaşı kanamasını önler. Nasırları söker. Mide ağrılarını dindirir. Baş ağrılarını ve vücut ağrılarını keser. Yüz çillerinde faydalıdır.

LİMON NEDEN EKŞİDİR?

Bu soru 'limonun ekşi olmasına yol açan nedir' şeklinde sorulsaydı cevabı basitti, 'içindeki asit oranı.' Ekşiliğin asit oranının yüksekliğinden kaynaklandığı kabul edilir ama ikisi arasındaki bağ bu kadar basit değildir. Değişik asitler farklı tatlardadırlar. Ekşilik asidin miktarı ve çeşidinin yanı sıra gıdanın diğer bileşenleri özellikle şekerlerin varlığı ile de ilgilidir.
'Limonun tadı niçin ekşidir' sorusunun cevabı ise tam belli değildir. Tabiat kurallarına göre limonun ekşi olmaması gerekiyor. Limon parlak renkli, hoş kokulu bir meyvedir. Meyve ise bitkide tohumlan taşıyan organdır. Genellikle tatlı, sulu ve etli olur. Meyvelerin en temel görevlerinden biri tohumların olabildiğince uzak bir alana yayılmalarını sağlamaktır. Böylece tohumların ana bitkinin dibine düşerek onun besinini bölüşmesi ve burada çimlenen fidelerin sıkışık biçimde büyümeleri önlenmiş olur.
Bazı meyve türlerinde tohumlar paraşüte benzeyen tüy demetlerinin yardımıyla uçarak bitkiden uzaklaşırlar. Bazı kuru meyveler kendiliklerinden yarılıp açılırlar ve bitki rüzgarda sallandıkça tohumlan çevreye saçılırlar. Bazıları ise birdenbire patlayarak tohumlarını hızla çevreye fırlatırlar. Doğadaki meyvelerin çoğunluğunda ise tohumlar başta kuşlar olmak üzere çeşitli hayvanlar tarafından çevreye yayılırlar.
Meyveler parlak renkleri, hoş kokuları ve tatları ile hayvanların dikkatlerini çekerler. Hayvanlar, yedikleri meyvelerin etlerini sindirip sert çekirdeklerini yani tohumlarını dışkılarıyla kilometrelerce öteye atarlar. Böylece tohumların çok uzaklara yayılmalarına aracı olurlar.
Limon meyvesinin etli içi o kadar ekşidir ki, insanlar tarafından doğrudan yenmez, daha çok sıkılarak yemeklere, salatalara, içkilere katılır. Öyleyse limonu diğer meyvelerden ayıran nedir? Niçin tadı, hayvanların ilgisini çeksin, tohumları dağılabilsin diye tatlı değildir?
Aslında limonun ekşi tadından hoşlanan başta maymunlar olmak üzere birçok hayvan vardır. Bunların gerçekten ekşi tattan hoşlandıkları için mi limon yedikleri yoksa vücutlarındaki C vitamini dengesini sağlamak için içgüdüsel olarak mı böyle davrandıkları tam bilinmemektedir.
Anayurdunun Hindistan'ın kuzeybatı kesimleri olduğu sanılan limon ağaçları yüzyıllardır Güney Asya'da ve Anadolu'da yetiştirilmektedir. 12. yüzyılda Araplar tarafından İspanya'ya götürülmüş ve oradan tüm Avrupa'ya yayılmıştır. Turunçgillerin en önemli özelliği eski çağlardan beri insanlar tarafından bilinçli olarak yetiştirilmeleridir.

Turunçgiller ailesinin fertlerini yani limon, portakal, turunç ve greyfurtu ticari olarak sınıflandırmak oldukça kolaysa da türlerin bitki bilimi açısından ayırt edilmesi son derecede güçtür, çünkü günümüzde birbirlerinden kolaylıkla ayırt edilebilen turunçgiller fertlerinin yüzyıllar boyu melezlenerek nasıl oluştuklarını, hele tabiattaki ilk hallerini kestirmek zordur.
Limon ağaçları hala üstün nitelikli ağaçlardan alınan sürgünlerin dayanıklı anaçlarla çapraz şekilde aşılanmaları yolu ile çoğaltılırlar. Bu iş için de anaç olarak genellikle tadı ekşi ve acı olan turunç ağaçlan seçilir.
Görünen odur ki, limona ekşilik tabiat tarafından verilmemiştir. Muhtemelen ilk limonlar tatlıydı. Tohumlarının saçılması için artık hayvanlara ihtiyacı kalmayan limon, insanlar tarafından sürekli aşılanarak istenilen özelliği kazanması sağlandı ve ekşi hale getirildi

SAĞLIKTA LİMON
Dolaşım sorunlarına limon suyu eğer dolaşım sorunlarından yakınıyorsanız limon günlük beslenmenizde yer almalı. Her gün yarım limon suyunu ılık suya ekleyip balla tatlandırın.

Yorgunluğa karşı limonata
Spor yapanlar için bir bardak ılık suya ilave edilmiş birkaç damla limon suyu hem susuzluğu gideriyor hem de terleme ile kaybedilen mineralleri geri kazandırıyor. Özellikle bal ya da şeker eklenmiş limonata, ani enerji verici etkisiyle spor sonrası için ideal.

Strese karşı limon yaprağı
Limonun rahatlatıcı etkisi var. Birkaç taze limon yaprağını 2 bardak suda haşlayıp süzün. Bal ilave edip ılık olarak günde birkaç çay bardağı için. Stresten uzak durmak için limon yaprağı çayı kürünü birkaç hafta devam ettirin.

İştahsız çocuklara birkaç damla limon suyu
Çocuğunuz iştahsız ise yemeklerden önce birkaç damla limon suyu içirin. Bu mideyi etkileyip iştahını artıracaktır.

Hazımsızlığa limon çayı
1 limonu dilimleyin ve üzerini örtecek kadar su ekleyip kaynatın. Süzüp ılık olarak için. Ya da sıcak suya birkaç damla limon suyu damlatıp 1 çay kaşığı şeker ile tatlandırın ve 1 hafta boyunca her gün 1-2 bardak sıcak olarak için.

Mide bulantısına
Mide bulantısından şikayetçiyseniz 3-4 limonu dilimleyip çaydanlığa alın. Üzerine 1 litre su ilave edip kaynatın. Süzüp sıcak olarak için

LİMON, İLAÇ GİBİDİR

Limon ilaç gibidir ve faydası sayılamayacak kadar çoktur.
Bunlardan bazıları:
*
ağız kokusunu giderir,
*
kalp çarpıntısını teskin eder,
*
balgam yaptırmaz,
*
karaciğerdeki harareti söndürür,
*
safrayı söktürür,
*
basur hastalığına iyi gelir,
*
iştahı arttırır, ağrı ve sızıyı dağıtır,
*
mide bulantısını önler,
*
cilde sürülünce güzelleştirir,
*
kusmaları keser,
*
yüzdeki çillere faydalıdır,
*
hazmı kolaylaştırır,
*
parlatıcı ve temizleyicidir,
*
şişkinliği giderir,
*
mürekkep lekesini çıkarır,
*
mideyi kuvvetlendirir,
*
kabuğu güvelenmeye engel olur,
*
Susuzluğu teskin eder,
*
kabuğu yakılınca odayı temizler.
İşte limonun saymakla bitmeyen faydaları
Limon kabukları cilt kanserine karşı bir kalkan oluşturuyor. Cildi güzelleştirip, sinirleri yatıştırıyor. İşte şifa deposu limon hakkında hiç bilmedikleriniz.

Kalpten kansere hastalıkların önleyicisi limon...
Prof. Mehmet Öz limon kabuklarının cilt kanserine karşı bir kalkan oluşturduğunu, cildi güzelleştirip, sinirleri yatıştırdığını açıkladı.
Kavurucu yaz sıcaklarından ruhumuz da bedenimiz de nasibini alıyor. Tek derdimiz biraz serinlemek de olsa, cilt korumasına olabildiğince çok dikkat etmeliyiz. Cilt bakımı için ucuz ve kolay yol sunan Prof. Mehmet Öz, limon kabuğunun yabana atılmayacak faydalarını anlattı.

TÜMÖR GELİŞİMİNİ ENGELLİYOR
Limonun tadı güzeldir, serinletici etkisi vardır, C vitamini deposudur. Salatanıza katabilir, limonata içebilir veya yiyebilirsiniz. Kabuklarını kullanmak ise size bambaşka faydalar sağlayabilir. Yapılan bir araştırma ile limon kabuklarında bulunan dlimonene aadlı maddenin çok güçlü bir cilt dostu olduğu belirlendi. D-limonene, narenciye yağında bulunan ve tümör gelişimini engelleyerek cilt kanseri riskini önemli ölçüde düşüren bir bileşkendir.

D-LİMONENE ETKİSİ
11.00-16.00 saatleri arasında güneş ışınlarından kaçınmanız gerektiğini zaten biliyorsunuz. Limon ve diğer turunçgillerden maksimum faydayı sağlamak için basit bir yöntem var: Ya gölgede tüketmeye çalışın ya da yerken hızlı davranın. Güneş ışınları etkisiyle elinizde tuttuğunuz parça limonun içindeki C vitamini 30 saniye gibi kısa bir sürede okside olur.

RİSKİ DÜŞÜREBİLİRSİNİZ
Sadece Amerika’da yılda 200.000 den fazla insan cilt kanserine yakalanıyor. Bu sorun son yıllarda ülkemizde de çok artış göstermeye başladı. Cilt kanseri güneşin parladığı her yerde kendini gösterebilir. Yüzünüzde, kulaklarınızda, ellerinizde ve dudaklarınızda oluşabilir. D-Limonene sayesinde bu riski çok düşürmek elinizde.

YEMEKLERE KATIN
Limon kabuklarına geri dönüyoruz. Kabukları çayınıza katarak hem lezzet hem de güçlü bir cilt bakımına kavuşabilirsiniz. Makarna sosuna limon kabuğu rendesi eklemek iyi bir alternatif. Rendelediğiniz kabukları salatanıza, yaptığınız keklere ve kurabiyelere de katabilirsiniz.

KALBİ RAHATLATIYOR
Limon kabuğu aynı zamanda sinir sisteminize olumlu etki yapar, bakterileri öldürür ve kalbi rahatlatır. Yapılan bir çalışmada, kadınların yumurtalık kanseri riskini de düşürdüğü ortaya konan limon kabuklarının bu özelliği de içeriğinde bulunan polifenollerden kaynaklanmaktadır.

KARACİĞERE YARARLI
Son olarak cildimize yaptığı maksimum faydaları dışında limon kabukları, özellikle alkol alanlar için olmazsa olmazlardandır. Karaciğer ve safra kesesine yararlıdır, mide asiditesini giderir ve balgam söktürücü etkisi vardır. Yenilebilir cilt bakımına limon kabukları ile başlayın.​
 

Herkül

Admin
Üyelik Tarihi
4 Haz 2013
Konular
8,797
Mesajlar
29,749
MFC Puanı
17,440
mv0zd.jpg

MANDALİNA


Latince ismi : Citrus reticulata
Bilimsel sınıflandırma
Alem:plantae
Bölüm:Magnoliophyta
Sınıf:Magnoliopsida
Alt sınıf:Rosidae
Takım:Sapindales
Familya:Rutaceae
Cins:Citrus
Tür:C. reticulata​

Mandalina (Citrus reticulata), ılıman iklimde yetişmekte olan turunçgiller (Rutaceae) familyasına ait bir meyve türü. Turuncu, sarı renklerde olan mandalina, etli ve sulu bir yapıya sahiptir.​

Nova, Kinnow, Fremond, Klausellina, Robinson, Okitsu, Satsuma, Ankor, Clemantin, Fortune, Yerli, Lee, Fairchild Marisol, Minneola, Ortanik, Kara, Ovari çeşitleri vardır.​

Erkenci türleriyle sonbaharın başlarında piyasaya çıkan ve kış ortasında son turfandaları yenilen mis kokulu, hoş tatlı mandalina meyvesini veren Mandalina ağacı, Turunçgillerdendir (Narenciyeler). Anayurdu büyük olasılıkla Çin ya da Laos olan mandalina ağacı, ülkemizde başta Akdeniz ve Ege bölgelerinin kıyı şeridi olmak üzere Karadeniz ve Marmara bölgelerinin bazı kesimlerinde yetiştirilmektedir.​

5-8 m'ye kadar boylanabilen bu hep yeşil ağacın, toprakta derine uzayan sağlam bir kök yapısı, ince ama dikine boylanan bir gövdesi vardır. Düzgün yapılı dallarında koyu yeşil renkli, portakalınkinden küçük ve sivri, üzeri parlak ve düz olan yaprakları yer alır. ilkbaharda ağacın bir yıllık sürgünlerinin ucunda ya da yaprak koltuklarında açan çiçekleri beyaz renkli ve çok hoş kokuludur. Bu çiçekler, mandalina türlerine göre sonbahar başı, ortası ve sonunda olgunlaşıp mandalina meyvesine dönüşür.​

Genelde portakaldan küçük olan bu meyveler, üstten ve alttan basık yuvarlak biçimli, turuncu renkli kabuğu gevşek, bol kokulu ve sulu eti hoş tatlı olur. Yurdumuzda yetiştirilen önemli çeşitleri içinde soğuğa en dayanıklı olan ve erken olgunlaşanı satsuma (Rize) mandalinasıdır.​

Satsumadan sonra olgunlaşan klemantin çeşidi, ince kabuklu, az çekirdekli, güzel kokulu, bol sulu ve az çekirdekli olur. Yerli (Bodrum) mandalinaları ise geç olgunlaşır ve bol çekirdekli olur. Bunlardan başka, daha az oranda üretilen mandalina türleri de vardır. Mandalina meyvesi genelde taze olarak yenildiği gibi, reçeli, marmeladı, meyve suyu ve şerbeti yapılarak da tüketilir. Kabuğundan esansı çıkarılır.​

BESİN DEĞERLERİ
100 gr. taze mandalinanın içerdiği besin değerleri şunlardır: 46 kalori; 0,8 gr. protein; 11.6 gr. karbonhidrat: 0 kolesterol; 0,2 gr. yağ; 0,5 gr. lif; 18 mgr. fosfor; 49 mgr. kalsiyum; 0,4 mgr. demir; 2 mgr. sodyum; 126 mgr. potasyum: 7,8 mgr. magnezyum; 420 IU A vitamini: 0,06 mgr. B1 vitamini; 0,2 mgr. B2 vitamini; 0,1 mgr. B3 vitamini; 0,067 mgr. B6 vitamini; 7,4 mcgr. folik asit ve 31 mgr. C vitamini.​

SAĞLIĞIMIZA YARARLARI
Yukarıda sayılan önemli besin değerlerinin yanı sıra;
o Mandalina, içerdiği zengin ve doğal C vitaminiyle, bedenimizin hastalıklara karşı direnme gücünü artırır.
o Yüksek orandaki potasyum içeriğiyle yüksek tansiyonu düşürmeye yardımcı olur.
o İçerdiği antioksidan maddelerle bedenin kansere yakalanma rizikosunu azaltır.
o Kalp hastalıklarına karşı şaşırtıcı bir ilaç olma özelliği taşır: Çünkü kötü kolesterol düzeyini düşürür. Kılcal damarlardaki kan dolaşımını hızlandırır. Damar hastalıklarına karşı bedeni korur. Sağlığa yararlı bütün bu önemli etkilerinden yararlanmak için mandalinanın taze olarak istendiği kadar yenilmesi öğütlenir.​

AĞACININ ÜRETİLMESİ
Mandalina ağacı, turunç ağacı anaçlarına aşılanma yöntemiyle üretilir. Çokyıllık ve değerli bir ağaç olan mandalinayı bahçemizde yetiştirmek istiyorsak, bizim için doğru olan, karşımıza çıkan ilk üreticiden olur olmaz mandalina fidanlarını almamaktır. Bunun yerine, inanılır ve güvenilir fidan üreticilerinden, çeşidi belli ve sağlıklı fidanları almak yerinde olur.
Alacağımız bu mandalina fidanlarını soğuklardan korumak üzere ilkbaharda, toprak sıcaklığı 13 dereceye ulaştığında bahçemizde açacağımız 25-30 cm. çap ve derinlikteki çukurlara, klemantinleri 6 m., satsumaları 5 m. ve yerli mandalinaları 7 m. aralıklarla dikmemiz gerekir.​

AĞACININ YETİŞTİRİLMESİ
İklim isteği: Tüm turunçgiller gibi, mandalina ağaçlarının da en önemli isteği sıcak bir ortamda yetiştirilmektir. Bu ağacın yetiştiriciliğinin yapıldığı yerde sıcaklıklar -3, -4 derecenin altına düşmemelidir. -9, -10 derecenin altına düşen sıcaklıklarda mandalina ağaçları donup ölebilir. Dayanamayacağı en yüksek sıcaklıklar ise, 45 derece ve üzeridir.​

Mandalina ağaçlarının gelişmesi 12, 13 derece sıcaklıkta başlar; 25-31 dereceler, gelişmenin en hızlı olduğu sıcaklıktır ve 37-39 derecelerde ağaçların gelişmesi durur. Meyve bağlamaları için en uygun sıcaklık 21 derecedir. Soğuk ve sıcak olarak sert esen rüzgârlar mandalina ağaçlarını kötü yönde etkilediğinden, bulundukları yerde hâkim esen rüzgârlara karşı rüzgâr kıranlar kurulmalıdır. Ayrıca mandalina ağaçlarının meyve dökümü ve meyvelerinin niteliği, havanın nem oranından etkilenir. Düşük nem oranlı hava, ağacın gelişimini ve meyve verimini kötü yönde etkilemektedir.
Toprak isteği: Tüm turunçgiller gibi, mandalina ağaçları da en iyi, bol humuslu, derin, süzek (suyu iyi akıntılı), kumlu-tınlı, tınlı ya da killi-tınlı topraklarda yetişir. İyice derine inen köklerinin oksijen gereksinimi fazla olduğundan, mandalina ağacı kesinlikle ağır topraklarda yetiştirilmemelidir. Taban suyunun da genelde toprak yüzeyinden 1,5 m. kadar altta olması istenir. Aksi takdirde toprakta iyi bir drenaj yapılması gerekir. Toprağın kireç oranına karşı da duyarlı olan mandalina ağaçları için en uygun toprakların pH'ı 5,5-6 olmalıdır.​

Toprak işleme: Tüm turunçgiller gibi, mandalina ağaçlarının da çok derinlere inen kökleri vardır. Ama, köklerinin %90'ı, 0-90 cm. derinlikteki yüzlek topraklardadır. Bu nedenle toprak işlemesi 10 cm. derinliğe kadar yapılmalı ve ağacın köklerine zarar verilmemelidir. Bahçemizin, yılda 4 kez, ilkbahar ve yaz mevsimlerinde 15-20 gün aralarla çapalanması yeterli ve yararlı olacaktır. Yabani ot temizliği, böyle çapalamalarla olabileceği gibi, herbisit (ot öldürücü) ilaçlarla da yapılabilir.​

Sulama: Tüm turunçgiller gibi mandalina ağaçlarının yıllık su gereksinimi de toprak tipi, iklim ve ağacın gelişimine bağlı olarak 800-1.200 mm. arasında değişir. Sulama dönemi olan nisan ayının ortasından ekim ortalarına kadarki 7 aylık sürede, havaların kurak ve sıcak olduğu zamanlarda, ağaçlara 600-700 mm. kadar su verilmesi gerekir.​

Sulama yetersiz kalırsa ağaç köklerini yayar, gelişimi yavaşlar, ürün verimi ve niteliği düşer. Aşırı sulamada ağaçların kökleri havasız kalacağından, kök çürüklüğü hastalığı başlar. Yine ağaçların meyve verimi ve niteliği düşer. Mandalina ağacının sulama zamanının gelip gelmediği, en kolay şekilde şöyle anlaşılır: Ağacın yaprakları akşam saatlerinde güneş batmadan önce solgunluk gösteriyor ve gece canlanıyorsa, ağacın sulama zamanı gelmiş demektir. Öğle zamanı gelen geçici yaprak solgunluğuna aldanılmamalıdır.
Gübreleme: Tüm turunçgiller gibi, hep yeşil yapraklı mandalina ağacı da topraktan çok fazla besin maddesi kaldırdığından gübreye gereksinimi de çoktur. Ağaçlara, bulunduğu ortam, yaş ve gelişmelerine uygun ve dengeli gübreleme yapmak için bütün bu faktörlerin ortak etkisini ortaya koyan yaprak ve toprak analizleri uygulanmalı; buna göre verilecek azotlu, fosfatlı ve potaslı kompoze fenni gübre miktarları saptanmalıdır. Ayrıca eksikliği duyuluyorsa magnezyum, demir, mangan ve çinko da verilir. Mandalina ağaçlarına bu mineral gübrelerden başka, 2-3 yılda bir, iyi yanmış çiftlik gübresi verilmesi de yararlı olur.​

Budama: Tüm turunçgiller gibi, mandalina ağaçlarına da şekil ve ürün budamaları uygulanır ve genellikle ağaçlara kase şekli verilir. Şekil budamasına, ağaçların ürün vermesiyle başlanır. Turunçgillerin budanması ustalık isteyen bir iştir. Budamanın, ağaçları iyi tanıyan kişiler tarafından yapılması olumlu sonuçlar verir. Mandalina ağaçlarında kurumuş, ezilmiş, kırılmış, hastalanmış, yaralanmış, berelenmiş ve yaşlanmış dallar kesilip çıkarılmalıdır. Ayrıca obur dalların kesilip ayıklanması da gerekir.​

Hasat (Derim): Mandalina hasadına, meyve çeşitlerinin olgunlaşma dönemine ve meyvelerin olgunluğuna bakılarak sonbaharın çeşitli zamanlarında başlanır. Meyveler ya elle tutulup sapı döndürülür ve bükülerek koparılır ya da daha iyisi keskin makasla kesilerek hasat edilir. Hasat sırasında kesinlikle ağaçların dalları kırılmamalı, meyve toplama işi açık, kuru, güneşli ve ılık havada yapılmalıdır. Meyve üzerlerinde çiy ve kırağı varsa bunların kuruması beklenmelidir.​

Hastalık ve zararlılarıyla mücadele: Mandalina ağaçlarına dadanan zararlı ve hastalıklarla, en yakın yetkili kuruma danışılarak alınacak uygun tarım koruma ilaçları kullanılmak suretiyle zamanında, eksiksiz ve aksatılmadan mücadele sürdürülmelidir​

Mandalina kanserden koruyor
Japonya'da yapılan iki farklı araştırmaya göre; mandalina yiyenlerin kansere yakalanma riski azalıyor. Mikkabi kasabasında düzenli olarak turunçgillerle beslenen bin 73 kişi üzerinde yapılan testlerde ortaya çıkan sonuçlara göre; mandalinada bulunan ve ona turuncu rengini veren 'karoten' maddesi, insanlarda karaciğer hastalıkları, damar sertliği ve şeker hastalığı riskini azaltıyor. Kyoto Üniversitesi'nde yapılan diğer araştırmada ise mandalina suyu içen hepatit hastalarının, karaciğer kanserine yakalanmadıkları tespit edildi.​
 

Herkül

Admin
Üyelik Tarihi
4 Haz 2013
Konular
8,797
Mesajlar
29,749
MFC Puanı
17,440
maydonoz.jpg


MAYDONOZ

Latince ismi : Petroselinum crispum
Akdeniz ülkesi bitkisi olan maydanoz kök ve yapraklarından yararlanmak amacıyla üretilir. Yeşil yaprakları yemeklerde ve mezelerde garnitür olarak kullanılırken köklerinin de bazı yemek ve çorbalarda kullanılabilmektedir.
Günümüzde üretimi yapılan maydanozlar başlıca 2 ayrı grupta yer almaktadır.

Petroselinum crispum (Mill.) var. Neapolitanum Danert : Yaprak maydanozu olup yaprakları parçalı büyük ve küçük, kıvırcık ve düz, ince ve geniş olan formları vardır. Kökleri ince yapılıdır. İki ana grubu vardır.

Düz yapraklı maydanozlar : Ülkemizde yetiştirilen gruptur.
Kıvırcık yapraklı maydanozlar : Yaprakları çok kıvırcıktır.

Petroselinum crispum (Mill.) var. Tubesorum Crow. : Kök maydanozu olup, yaprakları çok incedir. Kökleri havuç gibi şişkin kısa, küt, uzun veya geniş olabilmektedir.

Birçok ülkede olduğu gibi ülkemizde de 12 ay boyunca pazardan eksik olmayan maydanoz E vitamini bakımından oldukça zengin kokulu bir sebzedir. Yemek ve salataların vazgeçilmez sebzesidir.

Maydanoz, ülkemizde ticari olarak Akdeniz, Ege ve büyük çaplı olarak Marmara bölgelerinde üretilirken, uygun iklim koşullarında bütün bölgelerimizde bahçelerde küçük çaplı olarak yetiştirilir.

Maydanoz Akdeniz ülkelerinin bitkisidir. İspanya, Yunanistan. Fas, Cezayir ve Tunus da bol miktarda yabani maydanoz bulunduğu bildirilmektedir. Yetiştiriciliği M.Ö. 4000 yıllarına dayanır.

Maydanoz normal olarak iki yıllık bir kültür bitkisidir. Birinci yıl yaprak ve yeşil aksamını, ikinci yıl ise çiçek ve tohumlarını oluşturur. Bunun yanında kökler toprak içinde uzun seneler kalabildiği için çok yıllık bitkiler grubunda da görülür. Ülkemizde yılda 32.000 ton maydanoz üretimi yapılmaktadır.

Bir tutam maydonoz ile gelen sağlık

Güzellikten yemeklere kadar her şeyde kullanılan maydanoz, sağlık açısından da çok yararlı.

Bir tutam maydanoz günlük C vitamini ihtiyacını karşılarken, toksinlerin vücuttan atılmasını sağlıyor, kanı temizliyor, kansızlığa, böbrek ve karaciğer rahatsızlıklarına iyi geliyor...

Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bahçe Bitkileri Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Dursun Eşiyok, maydanozun bir vitamin kaynağı olduğunu belirterek, “Maydanozun yaprakları A, C, K vitaminleri ve demir bakımından zengindir. Ayrıca potasyum, kükürt, kalsiyum, magnezyum ve klorin yönünden de zengindir” dedi. Bir tutam maydanozun günlük C vitamini ihtiyacını karşıladığını belirten Prof. Dr. Eşiyok, “Maydanoz, toksinlerin vücuttan atılmasını sağlarken, kanı temizler, kansızlığa, böbrek ve karaciğer rahatsızlıklarına iyi gelir” diye konuştu.

Maydanoz bitkisinin sindirim enzimlerini uyararak sindirim rahatsızlıklarını dindirdiğini kaydeden Prof. Dr. Eşiyok, maydanozun ayrıca iltihaplı yaraların iyileşmesine yardım ettiğini söyledi.

Prof. Dr. Eşiyok, maydanozun mide ve bağırsaklarda gaz birikmesini engellediğini de ifade ederek, “Maydanoz, idrar yollarının temizlenmesine yardım eder. Romatizmada, damar sertliği, tansiyon düzensizliklerinde, şişmanlıkta kullanılabilecek bir bitkidir. Ayrıca, böbrek taşı, kum gibi rahatsızlıklarda da etkilidir.”

Maydanoz, ülkemizde ticari olarak Akdeniz, Ege ve Marmara bölgelerinde yetiştiriliyor. Maydanoz, toprak istekleri bakımından seçici değildir. Rutubetli ve sulak toprakları sever. Ağır olmayan, bitki besin maddelerince zengin bütün topraklarda yetişebilir. Ancak derin bünyeli topraklarda çok iyi sonuç verir.

Kanı alkali yaparak susuzluğu giderir. Damarları genişleterek tansiyonu düşürür.
Kansızlığı giderir.
Hazmı kolaylaştırır iştah açar.
İdrar söktürür , romatizma selülite de faydalıdır.
Regl kanamalarını normale getirir, güç regllerin kolay olmasını sağlar.
Yumurta kanallarını yumuşatarak hamileliği kolaylaştırır.
Kanı temizler,direnci artırır, cildi güzelleştirir.
Salgın hastalıklardan korumayı sağlar.
Kansere karşı korur.
Genç kalmayı sağlar.
Bedeni ruhi bunalımı geçirir.
Karaciğer ve safra kesesi rahatsızlıklarında faydalıdır.
Diş kanamalarını geçirir, önler
 

Herkül

Admin
Üyelik Tarihi
4 Haz 2013
Konular
8,797
Mesajlar
29,749
MFC Puanı
17,440

temre%20otu.JPG


MELİSSA (Oğul otu)


Latince ismi : Melissa officinalis
Diğer İsimleri
melissa officinalis / oğulotu / kovanotu / temreotu / turunçotu. / Lippia citriodara / limonotu / limon nanesi / Acem / Turincin

Melissa
Akdeniz iklimine sahip ülkelerde park ve bahçelerde süs bitkisi olarak yetiştirilmektedir .Akdeniz ülkeleri ve K.Amerika’da ,İspanya ve Doğu Avrupa ülkelerinde kültürü yapılır.Tedavi alanında kullanılmak üzere yetiştirilir.Yayıldığı ülkeler; Fransa, Bulgaristan, Almanya, Romanya’dır. Ülkemizde ise İstanbul, Bursa, Ege ve Akdeniz bölgesinde yaygın olarak yetişmektedir. 3-5 metre yükseklikte soluk sarı veya beyazımtırak çiçekli,yaprakları ince ve yumuşak tüylü kenarları dişlidir.Yaprakları uzun olanları da vardır.Limon gibi kokan çok yıllık otsu bir bitkidir.Çiçeklerin tepe kısmı,yaprakları kurutularak kullanılır. Yağıda çıkarılır.Yapraklar çiçeklenmeden önce toplanır.Çünkü,kendine özgü limon kokusunun önemli bölümünü çiçek açtıktan sonra yitirir.İnce kıyılır.Gölgede kurutulur.Kokusu olmayan türleri tedavi amaçlı kullanılmaz. Eski çağlardan beri sinirleri yatıştırıcı etkisi olduğu bilinen oğul otunun, karın-mide ağrısı, yatıştırıcı etkisi olduğu söylenir.Halk arasında "limon nanesi''limonotu olarak bilinen, literatürdeki adı ise "melissa" olan oğul otunun, stresten mide rahatsızlıklarına kadar birçok hastalığın tedavisinde oldukça etkili olduğu ve kokusundan dolayı rahatlatıcı özelliği bulunduğu bilinir. Oğul otundan, kokulu bir bitki olduğu için kozmetik sanayisinde de yaygın olarak faydalanılır. Faydalanma yönleri, daha çok Avrupa'da bilinir. Az miktarlarda özel yemeklerde kullanılır.Yapılan araştırmalar, oğul otunun 20. Yüzyıl'ın hastalığı olan stres ve kalp hastalıklarının tedavisinde kullanılabileceğini gösteriyor.

Tıbbi özelikler
Beyin, Kalp, Rahim ve Sindirim sistemi üzerinde koruyucu kuvvetlendirici, Spazm çözücü, Ruhsal ve Fiziksel sakinleştirici, Hazmı kolaylaştırıcı, Bağırsak gazlarını giderici, Terlemeyi önleyici, Bağırsak parazitlerini düşürücü, Sinir krizleri, Depresyon, Kulak çınlaması, Baygınlık, baş dönmesi, Kansızlık, Yara iyileştirici, Mikrop öldürücü, Aşırı gerginliğin getirmiş olduğu sinir krizlerine, Depresif huzursuzluklara, İstem dışı kasılmalara, hafıza zayıflığını giderir. Yağlı saç şampuanlarında, yıpranmış, cansız, ve güçsüz saç losyonlarında, ağız hijyen ürünlerinde, yağlı ciltler için temizleme maskelerinde, yaşlanmış ve yıpranmış ciltler için yenileyici kremlerde, hassas cilt losyonlarında kullanılır.

MELİSA YAPRAĞI (OĞUL OTU)
Folium Melissae
Melissa officinalis (Latince)
Familyası: Labiatae
İng: Balm leaf
Alm:Melissenblaetter
Fr: Feuille de melisse

Melissa officinalis L. türünün taze veya kurutulmuş yapraklarıdır. Bu tür 20-150 cm yükseklikte, tüylü, çok yıllık ve otsu bir bitkidir. Yaprakları, basit, saplı, dişli kenarlı; çiçekleri ise beyaz sarımsı veya kırmızımtırak renklidir. Melisa (oğul otu) Doğu Akdeniz ve Batı Asya’da doğal olarak yetişmektedir. Avrupa’da yaygın olarak kültürü yapılmaktadır. Akdeniz bölgesinde bol olarak bulunmaktadır. Yaprak ve gövdedeki tüylerin şekillerine ve cinslerine göre, Türkiye’de 3 alttür saptanmıştır. Bunlardan yalnız subsp. officinalis limon kokulu olup tedavide kullanılır. Melisa Almanya’nın önemli tıbbi ürünlerinden biridir. Cins ismi olan Melisa Yunan kelimesi olan “arı” dan gelmektedir. Bunun nedeni çiçekleriyle arıları etkilemesinden ve Melisadan iyi kalitede bal yapılmasından olabilir. Melisanın şarapta bekletilerek oral ve topikal olarak eski Yunanlılar ve Romalılar tarafından ilaç olarak yaralarda, zehirli ısırıklarda, arı sokmalarında kullanıldığı belirtilmektedir. Melisa sıklıkla, diğer rahatlatıcı ve gaz giderici bitkilerle kombine edilerek kullanılmaktadır. Yatmadan önce tercih edilen bitkilerden biri olan Melisa, genel rahatlatıcı özelliği ile stres kaynaklı uykusuzluk durumlarında ve bu nedenle karşılaşılan mide-bağırsak sistemi şikayetlerinde kullanılmaktadır.

Önerilen kullanım şekli
İbni Sina’nın kitabında der ki: ''oğul otunun kalbi ferahlandırdığı, kalbe verdiği kuvveti kırmızı yakutun fiiline muadildir'' diye övmüştür.
Hiç bir yan tesirine rastlanmamıştır. Mide ülseri, mide iltihabı olanlar dikkatli kullanmalıdır.

* Birer demet kaynatılarak suyu vücuda sürülürse ter kokusunu keser.
* Tazesi toplanıp dövülerek suyu çıkarılır.1 çorba kaşığı içilirse derhal tesirini gösterir
* Ezilerek yapılan lapası yaraların , böcek ısırıklarının iyileştirilmesinde etkilidir. Meme bezleri tıkanıklıklarında yapraklarıyla kompres önerilir.
* Baş dönmelerine, adet dönemi, migren, mide, bağırsak, romatizma, ağrılarına çay olarak içilirse faydalı olacaktır. 1 bardak kaynayan suya 1 tatlı kaşığı çiçeklerin tepe kısmından konur. 10 dakika bekletilir günde 3 kere 1 çay bardağı içilir.
* 4 bardak beyaz şaraba 20 gr bitkinin tümünden konur. 3 dakika kaynatılır. 3-4 dakika bekletilir. Süzülür. Günde 1 kere 1 fincan içilir.
* Yaprakları çorba salata ve deniz ürünlerine koku vermek için kullanılır.
* Melisa suyu 33 derecelik 3 litre şaraba -500 gr oğulotu yaprakları ve çiçekleri-16 gr kurutulmuş melekotu kökü-125 gr limon suyu konup şişenin ağzı kapatılır. Her gün bir kere çalkalamak suretiyle 9 gün serin bir yerde bekletilir. Sonra tülbentten süzülür. Şişe içindeki posa da tülbentle sıkılır.
* Şişeye doldurulan suya -200gr kişniş -40gr çekilmiş ceviz-4 gr seylan tarçını-2 gr dane karanfil konup şişenin ağzı kapatılır.Her gün 1 kere çalkalanmak suretiyle 8 gün bekletilir, ince tülbentten süzülür. Suyuna 350 gr arı su ilave edilir. 24 saat bekletilir. Süzülür renkli şişelere doldurulur. Ağızları kapatılır. Gerektiği zaman hazım zorluğu spazm çözücü olarak 1 tatlı kaşığı içilir. Haricen yaralara sürülür. Romatizma için friksiyon yapılır.

* Zona hastalığı için: 1 çay kaşığı zeytinyağına 5 damla oğul otu eterli yağı karıştırılır, ağrılı bölgelere hafif masajla yapılır. Rahatlatıcı özelliği vardır. Eterli yağın (içinde citrale ve citronellal maddeleri bulunması dolayısıyla) sinir sistemi yatıştıra bilme özelliği vardır.

* Cilt için: Melisa yaprakları ve tomurcukları madensel tuzlar içerirler. Bir tas kaynamış suya, bir avuç melisa konur, 10 dakika kadar yüz buhara tutulur, buhardan sonra melisa ile yapılmış yüz toniği ile yüz yıkanır. Tonik için bir su bardağı kaynar suya, bir çorba kaşığı melisa konur üstü kapalı olarak kısık ateşte 5 dakika tutulur, ateşten alınır, 20 dakika demlenir sonra süzülür. Tonik hazırlanmıştır. Bu bakımı yapmadan önce yüz iyi cins zeytinyağı veya defne sabunu ile köpürtülüp yüze masaj yapılarak yıkanır. Bu formül her türlü cilt için uygun ve etkilidir. İnce kırışıklıkları giderir yaşlanmayı önler.

* Safrakesesi kaynaklı mide rahatsızlıklarında 1 çay kaşığı Oğulotu, papatya ,nane aynı oranda karıştırılır. 1 bardak kaynar suya atılır. 5 dakika kaynatılıp demlendirilir. Yemeklerden önce 1 fincan içilir. Günde 2 kere

* Uykusuzluk için: 10 gr. Oğulotu(melisa), Fesleğen, Şerbetçi otu, civanperçemi, Nane, Kedi otu, Rezene, Ayva yaprağı, Ihlamur Bitkileri karıştırılır. 2 Bardak suyu kaynatın. Yaptığınız karışımdan 1 tatlı kaşığı atın 2-3 dakika kaynatın 5 dakika demleyin. Günde sabah, akşam 1 çay fincanı sabah akşam için. (Taze yapılan çaylar tercih ediliyor hekimlerimiz tarafından) İsterseniz bitkilerin hepsinin karışımını 3 litre kaynayan suya atın. 2-3 bardak kalıncaya kadar kaynatın. Soğuduktan sonra süzülerek temiz bir şişeye koyun. Bir çay bardağı suya, sabah-akşam yemeklerden 1 saat önce 20'şer damla damlatın için. Vücudun normal uyku düzenine kavuşmasına yardımcı olur.

* Nefes Darlığı: 20 gr. Oğulotu (melisa), Hatmi, Anason, Civanperçemi, Karabaş otu, Rezene, Andiz kökü, Papatya, Ihlamur karıştırılır. Kullanılacağı zaman 1 su bardağı kaynayan suya 1 tatlı kaşığı atılır. 2-3 dakika kaynatılır. 5 dakika dinlendirilir. Sabah, akşam 1 çay bardağı içilir. (Taze olarak yapılması önerilir.) İstenirse bitkiler 24 su bardağı su ile beş dakika kaynatılıp 10-15 dakika demlenmeye bırakılır. Süzüldükten sonra buzdolabına konulur. Bal ile tatlandırılarak sabah akşam yemeklerden yarım saat önce bir çay bardağı içilir. Bu uygulama aksatılmadan iki ay uygulanırsa, hastanın nefes yollarının açılmasına büyük katkı sağlar

*Bağırsak Gazları: Bir çay kaşığı Oğulotu, Papatya, Rezene, Biberiye, Anason karıştırılır. 1 litre kaynatılmış suya bitkilerin tamamı konulup, yirmi dakika demlenmeye bırakılır. Sabah-akşam balla tatlandırılıp birer çay bardağı içilir. Yirmi-otuz gün muntazam devam edilirse, bağırsak gazlarının yok olmasına yardımcı olur.

Eski çağlarda oğul otu tıbbi bitkiden çok arıların fazla ziyareti nedeni ile arı bitkisi olarak üretilmiştir. Labiatae familyasına bağlı olan Melissa orta yüksek, çok senelik otsu bir bitkidir. Çok sayıda yan kökleri içeren bir kök yumrusu bulunur. Kökler çok lifli olup, rengi beyazımsıdan açık kahverengiye kadar değişir. Gövde dik veya yarı dik olup genellikle 60-100 nadiren 120 cm yüksekliktedir.

Melissa fazla kuru olmayan, sıcak ve güneşli yerleri sever. Besin maddelerince zengin kumlu-tınlı topraklarda iyi yetişir. Belirli ölçüde gölgeye dayanıklıdır. Doğrudan tarlaya ekim yaygın olmayan bir yöntemdir. Bu yöntem de, bitki sıklıklarının belirlenmesi, atılacak tohumluk miktarının saptanması ve ekim zamanlarının iyi belirlenmesi gerekir. Ayrıca toprak işleme ve tohum yatağının çok iyi hazırlanması gerekir. Zira tohumlar çok küçüktür. Vegetataif organlarla üretim özellikle ıslah çalışmalarında kullanılır. Yastıklarda Fidelerin Yetiştirilmesi ve Tarlaya Şaşırtılması : Oğul otunun üretiminde en çok kullanılan bu yöntemde bitkinin generatif organları (tohumları) önce yastıklara ekilmekte, buradan elde edilecek fideler tarlaya şaşırtılmaktadır. Tarlaya şaşırtma işlemi Sonbahar veya İlk baharda olmaktadır. Tarlaya dikimde bitki sıklığının 40x50 cm veya 50x40 cm olması gerekir.

Verim genel olarak birinci yıl az olmakta, diğer yıllar artmaktadır. Genellikle yılda 3 biçim yapılabilmektedir. En uygun biçim zamanının çiçeklenmeden hemen önceki devre olarak belirtilmektedir. Biçimde biçimin fazla derinden olmaması, biçimin topraktan 5-10 cm üstten yapılması önerilmektedir. Ayrıca son biçimin çok geçe kalmamsı gerekir, zira kışı geçirebilmesi için son biçimden sonra biraz sürgün vermelidir. Biçimde yeşil herba bastırılmaya karşı çok hassastır. Bu nedenle biçilen yeşil herbanın taşınması esnasında bastırılması halinde basılan yerler kurutma esnasında siyaha dönüşürler Biçimden sonra kurutmanın hemen yapılması gerekmek tedir. aksi halde yaprakların rengi koyulaşmakta, hatta koyu kahverengiye dönmektedir. Kurutmada sıcaklığın 20-35 oC arasında olması, 40 oC'yi geçmemesi gereklidir.

Oğul otunun karakteristik kokusu içerdiği uçucu yağdan kaynaklanmaktadır. Uçucu yağ oranı % 0.01 - % 0.25 arasında değişmektedir. DAB 8'e göre minimum uçucu yağ oranının % 0.05 olması istenmektedir. Drogta uçucu yağdan başka taneli maddeler, flavon türevleri ve bazı bitki asitleri bulunmaktadır. Genellikle yaz dönemindeki Mayıs sonu - haziran başı biçimde uçucu yağ oranı daha yüksek bulunmaktadır. Yurdumuzda yaygın olarak yetiştirilen oğul otundaki yağ oranı oldukça düşüktür.
Melissa yaprağı eskiden beri midevi, karminatif ve sedatif etkisinden dolayı kullanılmaktadır. Ayrıca aromatik ve antiseptik olarak ta kullanım alanı mevcuttur.

Not: yatıştırıcı ve uyku düzensizliği (uyku verir) için melisanın uçucu yağını kaşığın arkası ile veya şişeye daldırıp çıkarttığınız kaşığı dilinizin üst kısmına sürmeniz yeterli olacaktır. günde bir yada iki defa.

Melissa ne sıkıntı bırakıyor ne de gerginlik!
İbni Sina'nın kitabında Melissanın yani ''oğul otun" un "Kalbi ferahlandırdığı, kalbe verdiği kuvveti kırmızı yakutun fiiline muadildir'' diye övdüğü ot.
İbni Sina'nın kitabında ''oğul otunun kalbi ferahlandırdığı, kalbe verdiği kuvveti kırmızı yakutun fiiline muadildir'' diye övdüğü melisa ya da diğer adıyla oğul otu, özellikle mevsim geçişlerinde etkisini artıran depresyon, huzursuzluk ve sıkıntıları gidermek için kullanılıyor.

İşte hiçbir yan etkisi bulunmayan melisanın faydaları ve tıbbi özellikleri:
Beyin, kalp ve sindirim sistemi üzerinde koruyucu kuvvetlendirici, spazm çözücü, ruhsal ve fiziksel sakinleştirici, hazmı kolaylaştırıcı, bağırsak gazlarını giderici, terlemeyi önleyici, bağırsak parazitlerini düşürücü, sinir krizleri, depresyon kulak çınlaması, baygınlık, baş dönmesi, kansızlık, yara iyileştirici, mikrop öldürücü, aşırı gerginliğin getirmiş olduğu sinir krizlerine, depresif huzursuzluklara, istem dışı kasılmalara, hafıza zayıflığına karşı çok etkili.

Melisa sadece hastalıklarda değil, saç ve cilt bakımında da kullanılıyor. Yıpranmış, cansız, ve güçsüz saçları iyileştiriyor. Yağlı ciltler için temizleme maskelerinde, yaşlanmış ve yıpranmış ciltler için yenileyici kremlerde de kullanılıyor.

 

Herkül

Admin
Üyelik Tarihi
4 Haz 2013
Konular
8,797
Mesajlar
29,749
MFC Puanı
17,440
mersin.jpg


MERSİN

Latince ismi : Myrtus communis

Mersin: (Myrte / Myrte / Myrtle / As / Asmar / Sıçankulağı otu / Myrtus/ Murt/Hambelez) Mersingiller ailesindendir. 100 kadar türü vardır. Karadeniz, Ege ve özellikle Akdeniz kıyılarımızda kendiliğinden yetişir.

Mayıs-haziran ayları arasında, beyaz renkli çiçekler açan, 1-3 m boylarında, yapraklarını dökmeyen, bir ağaççıktır.

Yapı itibariyle gövde ve dallar şeklinde değil maki görünümündedir. Yapraklar kısa saplı ve karşılıklı, yeşil renkli, derimsi, oval şekillidir ve üzerinde salgı bezleri bulunur. Yaprakları hoş kokuludur. Yapraklarında ve çiçek dallarında reçine, tanen, sinaol, terpen, mirtol, pinen gibi maddeler vardır. Çiçekler beyaz, uzun saplı olup, tek olarak her bir yaprağın koltuğunda bulunur. Mersinde murt, Adana - Hatay taraflarında hambelez, diğer yörelerde mersin denilen meyveleri nohut büyüklüğünde, beyaz üzerine morumsu siyah lekelidir. Meyvenin ortalarında çok miktarda incirinkinden biraz irice olan hafif kekremsi çekirdekleri murt yeme zevkini azaltır. Murtda uçucu yağ, şeker, sitrik asit bulunur.

Mersin bitkisi gün geçtikçe azalmaktadır ve böyle giderse kısa süre sonra neslinin tükenme tehlikesi vardır. Doğal olarak yetiştiği yerler tarım alanı yapıldıkça yaşam alanı daralmaktadır. Merkeze bağlı bazı köylerde kendiliğinden yetişen kaliteli murtlar toplanıp satılmakta ve küçümsenmeyecek paralar kazanılmaktadır. Ancak yinede hiç kimse “murt bahçesi” yapmayı ciddiye almamaktadır.

Mersingiller familyasında yer alan aynı cinsten 1000 kadar bitki türünün genel adı Mersin'dir. Anayurdu Amerika, Avustralya ve Yeni Zelanda olan, kış mevsiminde yapraklarını dökmeyen ve 2-5 metreye kadar boylanabilen ağaç ya da ağaççıklardır. Burada sözünü edeceğimiz, Yabani ya da Adi mersin (M. communis) adı verilen tür, Akdeniz Bölgesi'nin bitkisi olup Batı ve Güney Anadolu kıyı şeridimizde bulunan güneşli ve kurak alanlardaki makiler arasında bol bol yetişmektedir. Üst yüzeyinde pek çok saydam nokta (yağ bezeleri) bulunan yaprakları sert, meşinimsi, kenarları düz, küçük, üzeri koyu yeşil, altı daha açık yeşil ve tam ortası boydan boya çizgili olur. Mersinin yaz ortasından sonbahara kadar açan altın renkli erkek organlı beyaz çiçekleri ve yuvarlak kesitli, kırmızımsı renkte dalları vardır. Bitkinin ikinci yılında dalları bej renge dönüp odunsulaşır. Başlangıçta etli ve beyaz olan meyveleri, olgunlaştığında koyu mavi-siyah renge döner. Mersin bitkisinin dal, yaprak, çiçek ve meyveleri hoş kokuludur. Bitki, döktüğü tohumlarla kendiliğinden çoğalır ya da gövde çelikleriyle üretilir.
Mersinin yaprak ve çiçekli dallarında tanen, reçine, acı birtakım maddeler ile uçucu yağlar; meyvelerinde yüksek oranda A vitamini, tanen, şeker ve asitler bulunur. Tatlı ve hoş kokulu meyveleri pazarlarda satılır ve yenir. Körpe yaprakları ise, defne gibi, et yemeklerine çeşni vermesi için kullanılır.

Kullanıldığı yerler:
Murt dalları talvar (gölgelik) yapımında, Tak, Düğün salonu, sahne, kürsü süslemede, kesme çiçek tanziminde kullanılır. (Veya kullanılırdı) Murt; Mesane iltihaplarını giderir. Nezlede faydalıdır. Akciğer iltihaplarında kullanılır. Bel soğukluğunda faydalıdır. İshali keser. Mide ağrılarını giderir. Egzamada faydalıdır. Saçları boyamakta kullanılır. Bitkinin yaprakları, çiçekli dalları ve yapraklarından elde edilen uçucu yağ (Mersin esansı) kullanılır. Yaprak ve meyveler kabızlıkta, mikrop öldürücü, iştah açıcı, kan dindirici, antiseptik ve hâricen yara iyi edici olarak kullanılır. Taze yapraklarından, su buharı distilasyonu ile “Mersin Esansı” elde edilir. Bu esans renksiz, akıcı, özel kokulu ve yakıcı lezzetlidir. Takriben 100 kg yapraktan 300 gr esans elde edilir. Mirtenol, sineol ve terpenler ihtivâ ederler. Gıda ve parfümeri sanayisinde kullanılan önemli bir ham maddedir. Yöresel olarak şeker hastalığına karşı da (günde 10 damla) kullanılır. Mersin meyveleri uçucu yağ, tanen, sekerler ve organik asitler ihtivâ eder. Antiseptik özelliği de bulunan meyveler yemiş birkaç gün bozulmadan bekleyebilir.

Tıbbi Etkileri ve Kullanımı
Bitkinin tıbbi etkileri ve bunlardan yararlanma yöntemleri şöyle özetlenebilir:
• Peklik verici ve özellikle çocuklarda diyareyi kesicidir.
• İştah açıcıdır.
• İdrar yolları enfeksiyonlarında antiseptik etkisi vardır.
• Doku ve damar büzücü niteliği nedeniyle kanı dindirici etkileri görülür.
Sayılan bu etkilerinden yararlanmak üzere, bitkinin yapraklan her mevsimde toplanır ve gölgelik, havadar bir yerde kurutulur, 1 tatlı kaşığı kurumuş mersin yaprağı üzerine 4 bardak kaynar su dökülüp 10-15 dakika süreyle demlendirilerek hazırlanan infüzyon, günde iki kez birer bardak içilir.
• Mersin, antiseptik etkiler taşır. Bu etkisinden yararlanmak üzere, bitkinin yaprakları suda kaynatılıp buharı damıtılarak elde edilmiş ve piyasada satışa sunulmuş suyu, dıştan bedene uygulanır.
• Ayrıca A vitamini yönünden zengin olan mersin meyvesinden şurup yapılarak içilmesinin, görme yeteneğini artırdığı ileri sürülmektedir

Likapa (Yaban Mersini)

SİSTEMATİKTEKİ YERİ
Takım : Ericales
Familya : Ericaceae
Alt Familya : Vacciniaceae
Cins : Vaccinium
Alt Cins : Batodendron
: Euvaccinium (3 şubeye ayrılır)
1- Myrtillus
Vaccinium myrtillus (Adi yaban mersini)
Vaccinium uliginosum (Bataklık yaban mersini)
2- Hemimyrtillus
Vaccinium arctostaphylos
3- Vitis-idea
Vaccinium vitis-idea (Noktalı küçük yaban mersini)
: Oxycoccus (Cranberry)
Vaccinium macrocarpon
Vaccinium oxycoccus
: Cyanococcus (kültürü yapılan likapalar)
Vaccinium corymbosum L. (Kuzey orijinli yüksek çalı yaban mersini)
Vaccinium australe L. (Güney orijinli yüksek çalı yaban mersini)
Vaccinium ashei Reade (Tavşangözü yaban mersini)
Vaccinium angustifolium L. (Alçak çalı yaban mersini)
Vaccinium myrtilloides L. (Alçak çalı yaban mersini)


Ayrıca yarı yüksek çalı formundaki likapalar (yüksek çalı x alçak çalı melezleri) ve Güney orijinli yüksek çalı formundaki likapalar (Vaccinium corymbosum x Vaccinium darrowi melezi) da kültürü yapılan likapa grubunda yer almaktadır.

Yüksek çalı formundaki likapalarından yeni çeşitlerin geliştirilmesi 1900’lü yıllardan önce başlamıştır. Bu amaçla doğal ortamlarda yetişmekte olan iyi tipler selekte edilerek çoğaltılmış ve koleksiyon bahçeleri oluşturulmuştur. Bu çalışmalara Maine, New York ve Michigan’da başlatılmıştır. Çiftlik sahibi olan ve doğadan topladığı iyi tip yabani likapalar ile bir bahçe tesis eden bayan Elizabeth White, 1906 yılında bu bahçesi ve tüm imkanlarını Ziraat Mühendisi F.V. Coville’ye sunarak likapa çeşit ıslahı çalışmalarının başlamasını sağlamıştır. Bu çalışmaların başlangıcında Pioneer, Katherine, Cabot ve Rubel gibi birkaç çeşit ıslah edilerek 1920’lerde Amerika’da yeni bir meyve endüstrisinin kurulması sağlanmıştır.

Yüksek boylu çalı formundaki likapalar (Vaccinium corymbosum),
Güney orijinli yüksek boylu çalı formundaki likapalar (Vaccinium australe) ve
Alçak boylu çalı formundaki likapalar(Vaccinium angustifolium) 4n,
Tavşangözü likapaları (Vaccinium ashei) 6n, diğer türler ise 2n
kromozom sayısına sahiptir (n=12).

ANATOMİK VE BOTANİK ÖZELLİKLERİ

Toprak üstü organları:
Ocak şeklinde bir görünüm arz eden likapa bitkisinde toprak üstü
organlarını dip kısımdan çıkan yeni, sukkulent yapıdaki sürgünler, odunlu çalı formundaki sürgünler ile 1 yaşlı sürgünler üzerinden çıkan yeni yeşil yan sürgünler oluşturmaktadır. Sırık şeklindeki likapa sürgünleri 10-20 yıl yaşayabilir ancak 5-7 yıl sonra bu sürgünler budanarak çıkarılmalıdır. Yüksek boylu çalı formundaki likapalar 120-300 cm boylanabilir. Alçak boylu çalı formundaki likapalar 90 cm boylanabilirken yarı-yüksek boylu çalı formundaki likapa çeşitleri bu iki grup arasındadır. Tavşan gözü likapaları ise daha uzun sürgünlere sahip olup kuvvetli gelişme gösterirler ve 610 cm boy yapabilmektedirler.

Kök sistemi:
Yüksek boylu çalı formundaki likapaların kökleri ince, kök kılları olmayan lifli kök yapısına sahiptir. Su ve besin maddelerinin kökler tarafından absorbe edilebilmesi için çoğunlukla endotrofik mikorizalar (VAM) ile birlikte yaşarlar. Kökler bitkinin tabanından itibaren 180 cm’ye kadar yayılabilir ancak nadiren 90 cm derine penetre edebilirler. Alçak boylu çalı formundaki likapaların köklerinde de kök kılı yoktur. Çok ince ve lif (iplik) gibi olan kökleri vardır. Bu likapa bitkileri toprak altı rhizomlardan adventif olarak büyürler. Dolayısıyla alçak boylu çalı formundaki likapalar yayılıcı form gösterirler. Zamanla bitkiler birbirine eklenerek tek bir gövdeliymiş gibi büyüme meydana gelebilir.

Tomurcuklar ve Çiçekler: Likapalarda meyve gözleri yaz sonları ile sonbahar aylarında oluşmaktadır. Tomurcuk gelişimi sürgün ucundan aşağıya doğru yani bazipetal olarak meydana gelir. Çiçek tomurcuklarının sayısı iklime bağlı olduğu kadar sürgün gelişme kuvvetine yani çapına da bağlıdır. Tomurcukların içinde yer alan çiçek demetinin farklılaşması ise aşağıdan yukarı doğru yani akropetal olarak gerçekleşmektedir.
Meyve Gelişimi: Likapalarda meyve iriliği, sürgün çapına ve çekirdek sayısına bağlıdır. Kalın sürgünler daha iri meyve verebilirken döllenme sonucunda meyvede meydana gelen çekirdek sayısının fazlalığı da iri meyve ile sonuçlanır. Bu arada karşılıklı tozlanma da meyve iriliğini artırıcı yönde etkin rol oynamaktadır. Likapalarda meyve tutumu için tozlanma gerekmektedir.

Tozlanma: Likapalarda tozlanma entomofil yani böceklerle olmaktadır. Çünkü böcekleri çeken hoş kokulu ve nektar içeren çiçeklere sahiptir. Likapa çiçeklerinin taç yaprakları birleşik olup uç kısımda açıklık vardır. Ters dönmüş çan şeklindeki likapa çiçeğinde yumurtalığın dip kısmında nektar olup misk kokusu ile böcekleri çiçeğin dip kısmına kadar çeker. Likapa çiçeklerindeki polenler çok ağır olup yapışkandırlar ve rüzgar ile hareket etmezler. Erkek organları da dişi organdan uzun olup çiçeğin uç kısmından dışarı doğru çıkmıştır. Bu yüzden erkek organlardan ayrılan polenler dişi organ tepesine uğramadan çiçeği terk ederler. Ayrıca, dişi organ kendi kendine tozlanmayı engelleyecek şekilde çıkıntılıdır. Bu yüzden karşılıklı ve arılarla tozlanmaya gerek vardır.

LİKAPA YETİŞTİRİCİLİĞİ (YÜKSEK BOYLU LİKAPA)
Sıcaklık
Don olayı olmayan en az 160 günlük yetişme periyodu ister
Gelişmesi için 2000 gün derece sıcaklık ister
Soğuklama süresi 650-850 saat arasındadır

Soğuklara dayanım

Gözler : -26.3 ila -29.1°C’ye kadar dayanır
Gövde : -29.1 ila -34.7°C’ye kadar dayanır
Çiçekler : -1.12 ila -4.48°C’ye kadar dayanır
Gün Uzunluğu: Uzun günler bitkideki vegetatif gelişmeyi teşvik ederken yaz sonları ile sonbahar aylarındaki kısa günler meyve tomurcuğu gelişimini artırır.

Nem: Likapalar kök kıllarından yoksun olduğu için topraktaki nem değişikliklerine son derece hassastırlar. İklime, çeşide ve gelişme kuvvetine bağlı olarak büyümeleri ile meyve verdikleri dönem boyunca haftalık olarak yaklaşık 2.54-5.08 cm suya ihtiyaç duyarlar. Sulamada kullanılan su kaliteli olmalı, çok az veya hiç tuz içermemeli ve kalsiyum içeriği çok az veya hiç olmamalıdır.

Toprak: İdeal likapa toprağı, drenajı iyi olan, asitli ve kumlu topraklardır. Likapa yetişebilecek toprakların pH’sı 4.5-5.2 arasında olmalıdır. Organik madde kapsamı yüksek olan ağır topraklar da likapa yetiştiriciliği için uygundur. Yayla alanlarındaki toprakların likapa yetiştiriciliğine uygun hale getirilmesi için dikim öncesi kompost veya asit torf ilave edilmelidir. Ayrıca, odun talaşı, çam ibresi veya çam kabukları ile bitkiler malçlanmalıdır.
Yer Seçimi: Likapa tarımı için en uygun alanlar, tam güneş alan veya biraz gölge olan, güney yöneye bakan ve hafif meyilli olan alanlardır. olmalıdır. Ayrıca su drenajı ile hava akımının da nispeten iyi olması gerekir. Ayrıca likapa çiçeklerinin soğuklara dayanımının diğer birçok üzümsü meyveden daha yüksek olduğu da unutulmamalıdır. Bu açıdan kuzey-batıya bakan alanlar da yetiştiricilik için uygundur. Genel bir ifade ile yabani likapaların, orman güllerinin, defne, kızıl ağaç ve çamın karışık olarak yetiştiği alanlar likapa yetiştiriciliği için uygundur.

Arazi Hazırlığı * Drenajı artırmak için arazi işlenir. * Toprak organik addesini artırmak için yüzey örtücü bitkiler ekilir ve toprak işlemeile birlikte toprağa karıştırılır.* Ahır gübresi verilir. Gerekli ise toprakta pH ayarlaması yapılır. Bu amaçla toprak tipine ve toprak pH’sına göre gerekli olan kükürt miktarı hesaplanarak dikimden en az 6 ay önce toprağa verilir.* Toprak tahlilleri sonucunda gübre ilavesi yapılır. P, K, Ca, Mg v.s gübreler toprağın üst 30 cm’sine verilir. Gübrelemede amonyumsülfat gübresi kullanılabilir. Nitratlı gübreler kullanılmamalıdır.

Drenajın zayıf olduğu düz arazilerde mutlaka masura yapılarak toprak 35 cmyükseltilmeli ve bitkiler 120-150 cm genişliğindeki masuralara dikilmelidir.
Dikim: Bölgedeki kış soğukları ile muhtemelen don olaylarına bağlı olarak dikim ilkbahar veya sonbaharda yapılabilir. Fidanlar fidanlıktaki veya saksıdaki derinlikleri kadar derine dikilmelidir. Derin dikim yapılmamalıdır. Dikim sonrası sıra boyunca 60-120 cm genişliğinde ve 15-20 cm kalınlığında malçlama yapılmalıdır. Bitkiler büyümeye başlayınca ve büyüme periyodunca azotlu gübreleme yapılır. Gübre olarak amonyumsülfat kullanılabilir ve ihtiyaç duyulan gübre miktarı bölünerek verilmelidir.

Aralık- Mesafeler: Likapa yetiştiriciliği yapılan ülkelerde dikim mesafesi sıra üzerinde 120 cm, sıralar arasında ise 300 cm olup bu aralık ve mesafeler 152 ile 365 cm’ye kadar çıkarılabilmektedir. Likapa yetiştiriciliğinde likapa sıraları arasındaki mesafe 250 cm’den daha az olmamalıdır. Bu mesafe hasat sırasında işçilerin rahat çalışabilmesi için gereklidir.

Dikim Fidanları
Likapa bahçesi tesis aşamasında 3 farklı fidan tipi tercih edilebilir. Bunlar;
- Bir yaşında köklü çelikler
- Fidanlıklarda üretilmiş 2-3 yaşında açık köklü fidanlar
- Fidanlıkta üretilmiş 2-3 yaşında tüplü fidanlar
Budama :Likapa ocağındaki sürgünlerin yaşları arasında bir denge kurmak için yaşlı ve genç sürgünlerde her yıl belli oranda azaltma (çıkarma) şeklinde yenileme budaması yapılır. Ayrıca, zayıf ve hastalıklı sürgünler budama ile uzaklaştırılır, verimden düşen yaşlı sürgünlerin bir kısmı çıkarılır, gölgelemeden dolayı diğer sürgünlerin gelişimini engelleyen genç sürgünlerde aralama budaması yapılır ve bitkinin taç kısmında yer alan dalların yoğunluğu ayrıntılı budama ile azaltılır. Aynı yaş grubuna giren aynı sayıdaki 15-20 sürgün bırakılarak bitkide sürgün-meyve oranı dengelenmelidir.

Hastalık ve Zaralılar
Mantari Hastalıklar
Likapalardaki mantari hastalık riski diğer birçok üzümsü meyveye göre çok daha azdır.
Mantari hastalıklardan
- Mumlu tane hastalığı (Monilia vaccinii-corymbosi)
- Pomopsis kanser ve dal yanıklığı (Phomopsis vaccinii)
- Fitofitora kök çürüklüğü (Phtophtora cinnamoni)
- Meyve çürüklüğü
Antraknoz (Colletotrichum gloesporioides)
Alternaria (Alternaria alternata)
Virüs hastalıkları
Likapalarda sıkıntı yaratan virüs hastalıkları bulunmaktadır. Bunlar,
- Likapa Scorch virüsü
- Kısa bağcık virüsü
- Likapa yaprak benek virüsü
- Nekrotik halkalı benek virüsü
- Kırmızı halkalı benek virüsü
Zararlılar
Doğrudan meyve ile beslenerek ürün kaybına sebep olan zaralılar
- Kranberi meyve kurdu
- Likapa kurtçuğu
- Kiraz kurdu
- Erikli hortumlu böceği
Virüs veya mikoplazma benzeri organizmalara vektör görevi yaparak veya yapraklarla beslenerek bitkiye zarar verip indirekt olarak meyve miktarını azaltan zararlılar
- Sivri burunlu yaprak delenler
- Kabuklu bitler
- Likapa tomurcuk delen
- Likapa gövde delen

 

Herkül

Admin
Üyelik Tarihi
4 Haz 2013
Konular
8,797
Mesajlar
29,749
MFC Puanı
17,440
meyan-koku.jpg
9k=


MEYAN KÖKÜ

Latince ismi : Glycyrrhize glabra
Yöresel adları : Biyam, Boyam, Piyam, Tatlıkök

Drog adı :Liquirrhitae radix / kök

Toplama/kurutma :Sonbahar sonuna doğru kökler sökülür, yıkanarak iyice temizlenir, genellikle kabuğu soyulur ve güneşte kurutulur. Daha sonra ince kıyılır ve hava almayan kaplarda saklanır.

Bileşim: Glycyrrhizin(şekerden 50 kere daha tatlı), steroller ve çok sayıda flavon(Liquiritin, liquiritigenin vs).

Etkileri: Balgam söktürücü, mukoza koruyucu, antiseptik, böbreküstü bezlerini etkileyici, kramp çözücü, müshil.

Kullanım alanları: Meyan kökü, iç salgı sistemini (endokrin sistem) etkileyebilen bitkiler sınıfına dahildir. Bitkinin içerdiği glikozitler, yapılarına göre, bedenin doğal steroit hormonlarına benzerlik gösterirler. İç salgı sistemi bölümünde bu maddenin işlevlerine değinmiştik. Meyan kökünün böbreküstü bezi problemlerine, örneğin Addison hastalığına(bir böbreküstü bezi yetmezliği) karşı görülen olumlu etkisi, onun bu konudaki etkinliğinin belirgin bir kanıtı olarak kabul edilir.

Meyan kökü ayrıca, tüm öksürüklere ve bronşiyal hastalıklara karşı da başarıyla kullanılabilir. Tıp tarafından mide ülseri tedavisinde kullanıldığı gibi, geleneksel tıpta da meyan kökü, mide mukoza iltihabına ve mide ülserine ve kabızlığa karşı kullanılır. Ayrıca, kramp çözücü etkisi de unutulmamalıdır.
Kullanım biçimleri: Bir çay kaşığı ince kıyılmış meyan kökü, bir bardak soğuk suya eklenir, hafif ısıda kaynama derecesine kadar ısıtılır, üstü kapalı olarak 10-15 dakika hafif ısıda kaynatılır ve süzülür. Yemeklerden sonra 1 bardak olmak üzere, günde 2-3 bardak taze demlenmiş çay içilir.

Uyarı: Önerilen dozajlara uymak kaydıyla, tedavi kürleri 4-5 haftayı aşmamalıdır. Aksi halde, eklemlerde ve yüzde ödemler oluşabilir; dışkılanan sodyum miktarı azalır ve potasyum miktarı artar. Uygulanan tedavi süresince, örneğin muz ve kuru kayısı gibi potasyum açısından zengin olan besinlerin tüketilmesi doğru olur.

SARS Hastalığına Karşı "Meyan Kökü"

Dünya geçtiğimiz yıl içinde SARS'la tanıştı. Bilim adamları bu hastalığı yenecek antikorlar geliştirmeye çalışırlarken, geçtiğimiz günlerde SARS'ın çözümünün doğada bulunduğu açıklandı. Alman virologlar, meyan kökünden elde edilen bir maddenin, SARS'a karşı kullanılan ribavirin maddesinden çok daha etkili olduğunu kaydettiler.

The Lancet dergisinde yayımlanan habere göre, Frankfurt Üniversitesi'nin kliniğinde görevli virologlar, meyan kökünden elde edilen ve HIV-1 (AIDS virüsü) ve Hepatit C virüsüne karşı başarıyla kullanılan glisirizin maddesinin, laboratuvar ortamında SARS virüsünün çoğalmasını engellediğini açıkladılar. Meyan kökünün özünün etkinliği SARS koronavirüsü tarafından enfeksiyona uğramış maymun hücreleri üzerinde de test edildi.

Prof. Prakash Chandra, kullanılan ribavirin maddesinin toksik etkisine dikkat çekerek, glisirizin maddesinin yüksek konsantrasyona rağmen yan etkisinin çok az olduğunu, uzun dönem araştırmalarının yapıldığını, bu maddenin ucuz olduğunu ve zehirli olmadığını belirtti. Meyan kökündeki bu madde, yüksek dozda kullanıldığında SARS virüsünün üremesini tamamen durduruyor. Bu bitki, virüsün, enfeksiyona yol açan hücrelere bağlanmasını zorlaştırarak üremesini engelliyor.

Meyan Kökü Hakkında

Tarihte Yunanlılar, Mısırlılar, Çinliler ve Hintliler gibi birçok toplum tarafından da kullanılmış olan meyan kökü, Güney ve Orta Avrupa'da vahşi doğada yetişiyor; Rusya, İspanya, İran ve Hindistan'da ise özel olarak yetiştiriliyor. Meyan kökü geleneksel Çin doktorluğunda sıkça kullanılan bir bitki. Çinliler diğer bitkilerle karıştırarak meyan kökünün canlılık vermesini sağlıyorlar.
Haziran-Temmuz ayları arasında sarı-mavi veya kahverengi çiçekler açan, 0,4-2 m yüksekliğinde, çalımsı bitkilere "meyan" denir. Yaprakları parçalıdır, yaprakçıklar 4-7 çiftlidir. Çiçekleri başak şeklindedir. Taç ve çanak yaprakları iki dudaklıdır, üst dudak iki kısa dişli, alttaki üçü uzun dişlidir. Meyan bitkisinin 6 türü Türkiye'de yetişmektedir. Daha çok Güney, Orta ve Doğu Anadolu'da yaygınlık göstermektedir. Bir kısmının kökleri tatlı, bir kısmının ise acıdır.

Bitkinin kökleri, meyan kökü olarak tanınmakta ve kullanılmaktadır. Köklerinin kabuğu soyulduktan sonra veya soyulmadan önce güneşte kurutularak piyasaya sürülür. Bileşiminde nişasta, şekerler, zamk, rezin, glisirrizin vardır. Glisirrizin şekerden daha tatlı bir bileşiktir. Köklerdeki miktarı, bölgeden bölgeye değişir ve köklerin de etkili maddesidir.

Meyan Kökü: Bir ecza deposu

Meyan kökü dünyada biyolojik olarak en aktif olan bitkilerden biridir. Örneğin Meyan kökü bir magnezyum ve silisyum kaynağıdır.

Meyan kökü, mideyle ilgili sağlık problemlerinde son derece etkilidir. İçerdiği glisirutenik asid (GLA), deglisirine meyan kökü (DGL) ve karbenoksolen sodyum (CS) maddeleri, bilinen en etkili anti-ülser ilaçlarındandır.
Meyan kökü ayrıca cilt problemlerine de iyi gelir. Meyan kökü tüketimi ciltte oluşan aknelerin tedavisinde etkilidir.

Meyan kökü, ateş düşürücü özelliğinin yanı sıra, karaciğerin toksik maddeleri süzmesinde de yardımcıdır. Hepatit, siroz gibi karaciğer hastalıklarının tedavisinde meyan kökünde bulunan GLA'nın detoksifian etkisi kanıtlanmıştır. Bitkinin göğüs yumuşatıcı, öksürük kesici özellikleri de vardır. Mide hastalıklarında, özellikle gastritte de son derece yararlıdır.
Meyan kökü eczacılıkta toz halinde, hapların hazırlanmasında şekil vermede kullanılır. Ayrıca taze veya kuru köklerinin kaynar su ile karıştırılması ve sonra alçak basınçta yoğunlaştırılması suretiyle meyan balı elde edilir. Meyan balındaki glisirrizin miktarı daha fazladır. Meyan kökü, piyasada toz veya kalıplar halinde bulunur. Parlak siyah renkli, tatlı lezzetlidir. Suda kolaylıkla erir. Meyan kökünün su ile birleştirilmesi sonucunda elde edilen karışıma ise meyan şerbeti denir. Koyu esmer renkli ve tatlı lezzetli, göğüs yumuşatıcı, öksürük kesici ve serinletici özellikte olan bu şerbet daha çok Güneydoğu Anadolu bölgesinde elde edilir ve kullanılır.

Şifalı Bitkiler Allah'ın birer rahmetidir

Şimdi biraz düşünelim. Meyan kökü en başta sadece küçücük, tahta görünümünde bir tohumdur. Ancak bu tohum kök saldığında ve filizlendiğinde sahip olduğu özelliklerle birçok hastalığa şifa olabilecek maddeler içermektedir. Verimsiz topraklarda bile yetişen bu bitkinin, birçok hastalığın yanı sıra bir gün dünyayı pençesine alan SARS adlı bir hastalığa da çare olabildiği anlaşılmıştır.

Bilim adamları en gelişmiş teknolojik aletlerle laboratuvarlarda bu hastalıklara çare ararken, küçücük bir tohum bütün bunları tek başına başarabilmektedir. Böyle bir şeyi tohumun kendi kendine başarmış olması mümkün müdür? Ya da tesadüfler, bu küçücük tahta parçasının içinde, bu kadar detaylı ve karmaşık bilginin bir araya gelmesini sağlamış, bu sayede bitkiye şifa verici özelliklerini kazandırmış olabilir mi? Elbette hayır. Bu bitkinin tohumuna sahip olduğu bütün bu özellikleri yerleştiren Yüce Allah'tır. Rabbimiz bizlere hem hastalıkları hem de onlara şifa olan bu bitkileri yaratarak üstün ilmini ve sonsuz rahmetini göstermektedir.

Yeryüzündeki tüm bitkiler, insanlar ve bütün canlılar için özel olarak tasarlanmışlardır. Bu da bize Allah'ın yaratmadaki gücünü ve eşsiz sanatını gösterir. Allah Kuran'da şöyle buyurur:
"Yerde sizin için üretip-türettiği çeşitli renklerdekileri de (faydanıza verdi). Şüphesiz bunda, öğüt alıp düşünen bir topluluk için ayetler vardır." (Nahl Suresi, 13)
Meyankökü / Süssholz / Réglisse / Licorice / Piyan / Boyan / Glycyrrhiza / Licorice
Meyan kökü ne yazık ki ülkemizde çok yetişmesine rağmen sağlıklı hayat için önemi ve yeri tam olarak bilinmediği için veya önemsenmediğinden önemli bir bölümü ihraç edilmektedir. İhraç edilmesi güzel bir şey olup bizi mutlu etmesi gerekirken bizim bundan hayıflanmamız hoş değildir biliyorum. Ancak bizim rahatsızlığımızın sebebi, neredeyse tek başına bir sağlık memuru gibi olan meyan kökünün bizim insanımız tarafından yeterince bilinmemesi ve sağlıklı bir hayat için kullanılmaması.

Meyan , haziran-temmuz ayları arasında sarı-mavi veya kahverengi çiçekler açan, 0,4-2 m yüksekliğinde, çok yıllık çalımsı bir bitkidir. Yaprakları parçalı, yaprakçıklar 4-7 çiftlidir. Çiçekler başak şeklinde durumlar yapar. Taç ve çanak yaprakları iki dudaklı ve üst dudak iki kısa dişli, alttaki üçü uzun dişlidir. Meyveleri düz ve salgı tüylüdür. Meyan bitkisinin 6 türü Türkiye’de yetişmektedir. Daha çok Güney, Orta ve Doğu Anadolu’da yaygınlık gösterir. Bir kısmının kökleri tatlı, bir kısmının ise acıdır.

Meyan kökünün içerisinde % 10 kadar doğal bitkisel şekerin yanında balgam ve idrar söktüren benzoatlı madde ve ayrıca kortizona benzeyen maddeler ile nişasta da bulunmaktadır.

Tatlı meyan (Glycyrrhiza glabra): Anadolu’da iki çeşidi bulunur. Bu türün çiçekleri mor ve tüysü yapraklıdır. Meyvelerinin üzeri çıplaktır veya tüylüdür. Bazı yerlerde piyan olarak da bilinir. Bitkinin kökleri, meyan kökü olarak tanınmakta ve kullanılmaktadır. Köklerinin kabuğu soyulduktan sonra veya soyulmadan güneşte kurutularak piyasaya sürülür. Bileşiminde nişasta, sekerler, zamk, rezin, glisirrizin vardır. Glisirrizin şekerden daha tatlı bir bileşiktir. Köklerdeki miktarı, bölgeden bölgeye değişir ve köklerin de etkili maddesidir. Kökler, göğüs yumuşatıcı, balgam söktürücü, idrar çoğaltıcı ve tat düzenleyici özelliğe sahiptir. Eczâcılıkta toz hâlinde, hapların hazırlanmasında şekil vermede kullanılır. Sigara ve plastik sanâyiinde de kullanılan ilkel maddedir. Kola türü içeceklerin terkibine de girer. Ayrıca taze veya kuru kökleri kaynar su ile işlem gördükten sonra alçak basınçta yoğunlaştırılarak meyan balı elde edilir. Toz veya kalıplar hâlinde satılır. Parlak siyah renkli, tatlı lezzetlidir. Suda kolaylıkla erir. Meyan balındaki glisirrizin miktarı daha fazladır. Meyan balının göğüs yumuşatıcı, öksürük kesici, yara iyi edici özellikleri vardır. Mide hastalıklarında özellikle de gastritte faydalıdır. Meyan köküsuda eritilerek meyan şerbeti elde edilir. Daha çok Güneydoğu Anadolu bölgesinde bilinir ve kullanılır. Meyan şerbeti koyu esmer renkli ve tatlı lezzetlidir. Göğüs yumuşatıcı, balgam söktürücü, öksürük kesici ve serinletici özelliktedir.

Her türlü öksürükte
Her türlü öksürükte meyan kökü çok etkilidir. 50 gram kadar meyan kökünü 1 litre suya atıp 10 dakika kadar kaynatın. Bu çayı akşamdan yapın ve bir gece bekletin. Gün boyunca aç veya tok karnına iki üç bardak içebilirsiniz.

Ayrıca meyan kökü çayı
Bu çayla yapılan gargara ağız içi yaralarını iyileştirir.
Nezleyi tedavi edici özelliği vardır.

Balgam söktürür.
Güzel bir sese sahip olunmasını sağlar. (özellikle mesleğinde sesini kullananlar bu çayı sabahları içmelidirler )
Mide ve on iki parmak ülserinde ve gastritte faydalıdır. (Bu durumda yemeklerden sonra içine bir parça tarçın katılmış meyan kökü çayı içilmelidir.)

Meyan kökü tozu
Yemekten sonra alınacak bir çay kaşığı meyan kökü tozu bağırsakları rahatlatır.

Yine aynı miktar meyan kökü tozu idrar söktürücü vazifesi görür.
Meyan kökü balı (Meyan kökü ekstresi)
Meyan kökü bitkisinden elde edilen bu bal suda kolayca çözülür ve özellikleri meyan kökü ile aynıdır.Koyu pekmez kıvamındadır.Meyanın kullanılması gereken en önemli şekli olan özüdür.İlaç halını almış durumudur Bir s ubardağı suya bir çay kaşığı ekstre karıştırılarak içilir.

İŞTE MEYAN KÖKÜNÜN FAYDALARI
1-Bağışıklık sistemini sürekli güçlü tuttuğu için tüm hastalıklara karşı etkin koruma sağlamaktadır. Bu durum tıbben kanıtlanmıştır.Yılda iki aylık bir meyan kürü sizi gripten kanser türlerine kadar korumaya büyük ölçüde yardımcı olur.Hem organik, hem zararsız bir doğal ilaçtır.
2-Bağışıklık sisteminin bozulmasından doğan tüm hastalıkların tedavisinde (Behçet, sedef, vitiligo, lupus türleri,pernisiöz anemi, hashimoto vs.gibi) sorunlarda diğer tıbbi ve bitkisel tedavilerle birlikte uygulanmaktadır. Bağışıklık sisteminin depresyon nedenli olduğu bilimsel olarak açıklandığı için, meyan kökünün depresif Sinirsel) hastalıklara karşı da iyi bir ilaç olarak kullanılabileceği görülmüştür.
3-Mikro dolaşımı temizleyip hızlandırıcı etkileri tespit edildiği için, başta beyinsel sorunlar olmak üzere tüm damar tıkanıklıklarında olağan üstü tedavi edici etkileri görülmektedir.
4-En bilinen tedavileri akciğer ve karaciğer hastalıkları üzerinedir. Bileşimindeki etken maddeler, bu iki organı 2 ayda temizlemekte ve hayat kurtarmaktadır.Akciğer ve karaciğerin diğer sorunları yanında bu iki organdaki kanserlerin tedavisinde en güçlü ilaçlardan daha etkili olduğu görülmüştür.Meyan’ın pektoral (göğüse ait) ve yumuşatıcı,acı dindirici etkileri vardır. İyi bilinen ve yaygın olarak kullanılan bu ilaç, genellikle öksürükler ve göğüs hastalıkları için tüketilmekle beraber özellikle de en çok bronşitler için kullanılır. Yaygın olarak öksürük ve ağrı kesici olarak kullanılan meyan kökünün karışımındaki neredeyse tüm maddelerin her biri bir ilaçtır.
5-Addison hastalığının tedavi edici ilacı olarak kabul edilmiştir. Addison,adrenal bezlerdeki bir fonksiyon bozukluğuna bağlı ciddi bir hastalıktır. Halen meyan dışında kalıcı bir tedavisi ve ilacı yoktur. Addison (*3 :birincil adrenal yetersizlik. En sık suçlanan neden otoimmünitedir. Adrenal bezin her üç tabakası da etkilenmiştir. Halsizlik, kilo kaybı, iştahsızlık, hipotansiyon, hiponatremi, hiperpotasemi en sık bulgulardır. Kronik olduğunda hiperpigmentasyon görülür. Ömür boyu sürecek kortikosteroit ile yerine koyma tedavisi, belirtileri kontrol altına alır. Genellikle glukokortikoit “ kortizon veya hidrokortizon” ve mineralokortikoit “fludrokortizon” kombinasyonu verilir ve ayrıca Addison hastalığı; böbreküstü bezlerden aldesteron ve kortizol üretiminde azalma sonucu oluşan zafiyet, hipotansiyon, anemi, hipoglisemi ve elektrolit bozukluklarıyla karakterize, seyrek görülen hormonal bir hastalıktır) hastalığının belirtilerinden kurtarmaya yardımcı olduğu bulunmuştur. Kortizol yetersizliği, steroit hormonu ve arasındaki diğer etkenler Addison hastalığına neden olur.
6-Meyan, idrar tutulmasını ve tansiyonu düzenler. Eski herbalistler meyanın bu hastalığı tedavi ettiğini bilirlerdi. 1960 lara kadar hipertansiyon araştırmacıları olan Christopher R. Edwards ve Paul M. Stewart meyanı bilmiyorlardı. Sonra Genel Batı Hastanesi, Edinburgh, İskoçya ve diğerleri meyanın, sorunları çözen bir lütuf, bir nimet olduğunu düşünmeye başladılar.
7- Kanser ve lösemi tedavilerinde bitkisel destek olarak kullanılır. Diğer yüzlerce faydaları yanında aynı zamanda iyi bir anti-oksidant, yani kanser önleyici olduğu da bilinir.Kanserden korunmak için yılda iki ay, günde bir tatlı kaşığı meyan ekstresi kullanılmalıdır.
8- Meyan şekerlidir ve içeriğindeki glisurutenik asit, şekerden elli kat daha şekerdir. Beyin zarından(korteks) salgılanan hormonları uyarır, faaliyete geçirir ve bezeleri iyileştirmeye yardımcı olur.Aynı zamanda hayvanlar üzerinde yapılan araştırmalarda
östrojen hormonunu faaliyete geçirdiği ve “hap” şeklinde kullanımında adet dönemiyle ilgili dengeleri sağlayabildiği görüldü. Meyan kökü, dalak ve ciğerler için de mükemmeldir. Öksürükler,boğaz ağrısı,astım,mide ve on iki parmak bağırsağına ait ülserler,hepatitler, duyu bozuklukları(türlü ruh karışıklıkları;çırpınma, kasılmalar ve inlemeler ile kendini gösteren sinir bozuklukları) ve yiyecekten zehirlenmeler için kullanılmaktadır.
Aynı zamanda iyi bir anti-oksidant,yani kanser önleyici olduğu da bilinir.
9-Tıbbi Etkisi ve Kullanımı : Meyan’ın pektoral(göğse ait) ve yumuşatıcı,acı dindirici etkileri vardır. İyi bilinen ve yaygın olarak kullanılan bu ilaç, genellikle öksürükler ve göğüs hastalıkları için tüketilmekle beraber özellikle de en çok bronşitler için kullanılır. Yaygın olarak öksürük ve ağrı kesici olarak kullanılan meyan kökünün karışımındaki neredeyse tüm maddelerin her biri bir ilaçtır. Anodyne(Ağrı Kesici), Antioksidant, Antipasmodic, Anti-inflamatuar, mukoza koruyucu, Depurative, idrar söktürücü, Yumuşatıcı
ve Acıyı Dindirici, Estrogenic,balgam söktürücü, Pectoral(pektoral) dir.
10-Hipoglisemi,bronşitler,kolitler(kalın bağırsak iltihabı),gastritler, stres,soğuk algınlığı (nezle),mide bulantısı, ve iltihaplanmalar için çok yararlıdır.Kolonların temizlenmesini sağlar, ileri derecede olan beze rahatsızlıklarını, kas zayıflıkları ya da iskelete ait spazmları tedavi eder.Bronşitler ve ciğerlerde oluşan balgamı akışkan hale getirerek söktürmeyi sağlar. Meyan’ın içeriğindeki östrojen benzeri hormon, sesi değiştirir. Araştırmalarda kan hücrelerinin salgıladığı protein üretiminin meyan kökü aracılığıyla teşvik edildiği görülmüştür.
11-Meyan kökünün içerdiği glisirizin,sıkroz şekerinden 50 kere daha şekerlidir,örneğin hidrokortizon hormonlarının ürettikleri gibidir. Buradan da anlaşıldığı üzere, rahatsızlıkları giderici etkisinin yanı sıra, aynı zamanda steroid tedavisinin ardından beyin zarı ile ilgili uyarılarda da büyük rol oynar. Meyan kökü, gastrit ve ülseri iyileştirebildiği gibi aynı zamanda etkili bir kuvvetlendiricidir. Etkileri : Yatıştırıcı, anti-artrit(mafsal yani eklem iltihabını giderir),korteks(beyin zarı) için kuvvet verici bir ilaçtır, kolestrolü düşürür, müköz zarlarındaki gastriti hafifletir,yatıştırır;balgam söktürücüdür, alerjik durumlara karşı ferahlık sağlayabilir.
12-Endokrin sistemi üzerindeki belirgin etkisiyle de meyan kökü, bir grup bitkilerden bir tanesidir. Meyan Kökü, Addision hastalığında olduğu gibi, bezelerle ilgili problemleri de tedavi eden faydalı bir bitkidir. Meyan kökünün Cattarh hastalığı gibi bronşlarla ilgili problemler,bronşitler ve genelde öksürükler olmak üzere geniş bir kullanım alanı vardır. Geleneksel Çin tıbbında da büyük bir yeri olan meyan, bitkisel bir şifa aracı olarak bilinir.
13-Genellikle, bilhassa ısıtıldığında dalak yetersizliği durumlarında kullanılır. Aynı zamanda Qi yetersizliği veya kansızlıkla düzensizleşen kesik kesik olan nabız atışı yada çarpıntılar için kullanılır. Ciğerleri nemlendirir ve öksürük keser; hırıltı ve öksürükler için kullanılır. Meyanın nötr bir tabiatı olduğu gibi, ciğerlerdeki sıcaklık yada soğukluk için de kullanılabilir. Ham meyan; çıbanlar, ağrılar yada boğaz ağrısından meydana gelen ateşli zehirlenmeler için kullanılır. Spazmları yatıştırır : karın ve bacaklardaki ağrılı spazmlar için kullanılır. Aynı zamanda lokal ve dahili olarak türlü zehirli maddelere karşın bir panzehir olarak kullanılır.
14-Doğu ve Batı kültürlerinde birkaç bin yıla dayalıdır.
Esasen balgam söktürücü,mukoza koruyucu ve hafif laksatif olarak kullanılırdı. Geleneksel olarak kullanımında; hazmı kolaylaştırıcı, astım,yutak iltihabı(farenjit), sıtma(malarya),karın ağrısı,uykusuzluk ve enfeksiyonlar yer alır.
Meyan kökünün, birçok farmakolojikal (ilaç bilimsel) etkileri olduğu bilinir. İçerdiği östrojenik, endokrine benzer; göğüs rahatsızlığı gidericidir (kortizol gibi) ; anti alerjik; bakteri giderici, virüs giderici,antiTrichomonas; antihepatotoxic; çırpınmaları gidercici; fitoterapik; kansere karşı; balgam söktürücü ve antitussive etkilerini sergiler. İlaç biliminin çok odağında olan glisirizin ve glisurutenik asit, flavonoidler gibi meyanın birleşiminde bulunan diğer maddeler de farmolojide önemli etkiler sağlar.
15-Meyan kökü, genç ve yaşlı,hem kadın hem erkek,sağlıklı yada hasta olmak üzere herkes için tavsiye edilebilir.Yazarların görüşlerine göre meyan, dünyanın en muhteşem toniğidir. Bu nedenle, iskelet sisteminin korunmasında önemli bir tonik olduğunu tavsiye ettim.Meyan Kökü’nün göğüs hastalıklarını, vücudun içi ve dışı olmak üzere tüm bölgelerini iyileştirici etkisi insanı hayrete düşürüyor. Meyan Kökü yalnızca deriye değil, müköz zarlarındaki rahatsızlıklara da iyi gelir ve bağırsak sistemini düzenlemeye yardımcı olur.
16-Bu bitki, patojen mikrobunun çeşitlerinden hiçbirinin yaklaşmasına izin vermeyecek kadar vücudu güçlendirme yetisine sahiptir.Bu nedenle meyan kökü,iskelet sistemi için bir tonik olarak kullanılmalıdır.
Genel bir spektrumda bakıldığında görülüyor ki, koruyucu tonik olması, sağlığı koruması ve yara iyileştirici olması gibi özellikleriyle meyan kökünden daha iyi bir şifalı bitki yoktur. Beyin damarlarını açarak ve tıkanıklıkları temizleyerek tüm beyinsel hastalıkların tedavisinde bile başarı ile kullanılabilmektedir.
17- Ciltte mikro dolaşımı hızlandırarak cildin hücrelerinin yenilenmesini sağlar.Cildi güzelleştirir ve zayıf saçları gürleştirir.

 

Herkül

Admin
Üyelik Tarihi
4 Haz 2013
Konular
8,797
Mesajlar
29,749
MFC Puanı
17,440
nane-tohumu.jpg

NANE


Latince ismi : Mentha piperita
Bilimsel sınıflandırma
Alem:plantae
Şube:Magnoliophyta
Sınıf:Magnoliopsida
Takım:Lamiales
Familya:Lamiaceae
Cins:Mentha
Tür:M. × piperita

Nane (Mentha x piperita) tıbbi faydaları en fazla olan bitkilerden biridir. Dünyanın her yerinde birçok çeşidi yetişebilir. Yaprakları ve çiçekli uç kısmı kullanılır.
%1-3 oranında mentol, menton, flavonoidler, fenoller, triperten ve tanen içeren uçucu yağ taşır.

Sindirim sistemi

Nane sindirim sistemi için iyi bir bitkidir. Safra ve mide sekresyonunu uyarır, hazımsızlık ve gaz şikayetlerini hafifletir. Mide bulantısını önler. Antispazmodik özelliği sayesinde mide ağrıları ve gazdan doğan barsak kramplarında etkilidir. Kabızlık ve ishal şikayetlerinde de bu etkisini gösterir. İyi bir sindirim için yemeklerden sonra bir fincan nane çayı alınması önerilir.

Enfeksiyonlar
İçerdiği esansiyel yağlar antiseptik ve mantarları öldürücü özellik taşırlar. Bu özelliği gastroenteritlerde etkili olmasının bir başka sebebidir. Birkaç damlası ile bronşitli hastalarda göğüse, farenjitli hastalarda boğaza ve sinüzitli hastalarda sinüslerin üstüne yapılacak masaj etkili olur. (Bu masaj geceleri yapılırsa uyumayı engelleyebileceğinden sabahları yapılması tavsiye edilir.) Uyarıcı özelliği vardır.

Ağrı Kesici
Deriye uygulanmasıyla ağrı kesici özelliği vardır. Baş ağrılarında suyla karıştırılmış nane yağının 10 dakikalık uygulaması yeterlidir. Burkulmalarda da nane yağı ile masaj faydalı olur
Labiatae familyasında dahil olan nane, diğer uçucu yağ içeren bitkiler gibi kuvvetli kokuludur ve eskiden beri tanınan bitkidir. Nane Avrupa ve Asya kıtasında yayılma gösterirken 19. yy başlarında Alman göçmenler tarafından Amerika'ya götürülmüş ve orada geniş yayılma alanı bulmuştur.

Nane çok polmmorf bir bitkidir ve bunun 15-30 kadar Subgenustur. Ayrıca nane vegetatif üretme olanağına sahip olduğundan, her subgenu'ta çok sayıda tipler bulunmaktadır. Nane cinsi çok aromatiktir. Ancak uçucu yağın bileşimi aynı değildir. Mentha pulegium'un dahil olduğu subgenus pulegium'un uçucu yağında esas maddesi ise Menthol ve Menthon'dur.
Bu iki subgenus sitolojik olarak da birbirlerinden temel kromozom sayıları bakımından farklılıklar gösterirler.

İki subgenus arasında melezleme oldukça güç olmasına karşın kendi grupları içinde bir çok melezler vardır.

Nane cinsinin sistematiği form zenginliğinden dolayı henüz tamamlanmış değildir. Kültürü yapılanların yanında kültüre alınmamış çok sayıda türleri vardır.

Mentha piperita L.
Türkçe : NANE, İNGİLİZ NANESİ
İngilizce : Peppermint
Almanca : Pfeffeminze
Fransızca : Mentha poisree

Tanımı
Kökeni ve Yayılışı : Melez olan ve vegetatif olarak üretilen İngiliz nanesi özellikle İngiltere ve Kuzey Amerika'da üretilmekte, ancak daha sonraki yıllar bütün Avrupa'ya yayılmıştır.

Botanik Özellikleri : Sathi köklü olan M.piperita çok yıllıktır. Toprak üstü ve toprak altında çok sayıda uzun sürgünleri yayılır. Gövde dik, yarı dik veya yatık olabilir. Normal şartlarda 40-70 cm, çok iyi şartlarda 100 cm'ye yükselebilir. 4 köşeli yarı dallar çıplak veya çok ince tüylerle kaplıdır. Ana yapraklar 0.5-1.5 cm uzunluğunda saplara sahiptir. Yapraklar uzunumsu yumurta şeklinden uzun lanzet şekline kadar değişebilir. Genellikle uzunluk 2-7 cm, genişlik 1-3 cm'dir. Yaprak kenarları hafif dişlidir. Yapraklar çıplak veya hafifi tüyüdür. Özellikle alt kısımlarda ve damar kenarlarında tüyler bulunmaktadır.

Leylak renginde, küçük iki parçalı çiçekler başak görünüşünde ve kümeler halinde toplanmıştır. Çiçeklerin çanak yaprakları çan şeklinde ve çok hafif dişlidir. Belirli şekilde oyukludur ve çok sayıda yağ drüzelerini ihtiva eder. Meyve 4 tohumlu cevizciktir. Açık renkli bağlantı noktası ile mentha cinsi buna yakın cinslerden kolaylıkla ayırt edilebilir.

Kültürü
İklim ve Toprak İstekleri : Nane subtropik ve ılıman iklimlerde ve hemen hemen bir çok toprak tiplerinde yetişir. Ancak nanenin menşei düşünüldüğünde özellikle nemli bölgelere daha iyi adapte olacağı sonucuna varılır. Fakat nane uzun süren güz kuraklıklarına dayanabildiği gibi soğuklara karşı mukavemeti de fazla olduğundan soğuk bölgelerde de yetişebilir. Toprak istekleri yönünden çok seçici olmamakla beraber nemli ve humusça zengin yerleri tercih eder. Ayrıca menthol teşekkülü bakımından hafif topraklar daha uygundur. PH bakımından en uygun değerinin 5-7 olduğu zamandır.

Yetiştirme Tekniği : Nane bir melez olduğundan generatif organlarla yetiştirilmesi genel olarak yapılmaz, hatta bir çok ülkede üretiminin sadece vegetatif üreyen organları ile yapılması zorunluluğu konmuştur. Bu nedenle yetiştirme vegetatif organlarla yapılır. Bu üretim sisteminde iki yöntem uygulanmaktadır.

1. Koltuk altı sürgünleri 2. Stolonlarla
Koltuk altı sürgünleri ile yapılan yetiştirmede sürgünler belirli aralıklarla yapılır. Burada toprak üstünde kalan kısmında 1-2 yaprağın bulunması gereklidir. Bu yetiştirme şeklinde özellikle su durumuna özen gösterilmelidir. Yetiştirme sera şartlarında yapıldığında kontrol daha kolay olur. Tarla şartlarında toprağın kurumamasına özen gösterilmelidir. Tarla şartlarında koltuk sürgünleri sır a üzeri 20 cm mesafede dikilmelidir. İkinci metod uygulanacak ise bu durumda stolonlar söküldükten sonra 8-10 cm uzunlukta kesilir. Ancak her stolonda en az bir gözün bulunmasına özen gösterilir. kesilen stolonlar açılan çukurlara uçları birbirine değecek şekilde yerleştirildikten sonra toprakla temas etmesine çalışılır ve üstü kapatılır, açılan çizgilerin derinliği 5-8 cm arasında olmalıdır. Dikimde toprakta yeterince rutubetin olması arzulanan husustur. Sonradan sulama toprak yüzeyinde kaymak bağlamaya neden olduğundan pek arzu edilmez.
Nanede sıra arası mesafesi bölgeye, su ve besin durumuna göre 40-60 cm arasında değişmektedir.

Dikim Zamanı : Dikim İlkbahar ve Sonbahar mevsiminde yapılabilir. Özellikle ilkbahar dikiminde geç kalınmaması gerekir. Koşullarımızda Sonbaharda yapılması daha uygundur. Bu takdirde ilkbaharda erken gelişme olanağı sağlanacağı gibi, kış aylarında da uygun koşullardan yararlanılmış olunur.

Bakım ve Gübreleme : Nanede bakım özellikle önemlidir. Zira yabancı otlar kaliteye önemli ölçüde etkili olurken, bunlarla mücadele de çok güçtür. Mekanik yöntemler dışında herbicidilerin etkileri uçucu yağ ve kaliteye etkisi geniş olarak araştırılmadığından ve genel olarak çiçeklenme başında biçim yapıldığından herbicidlerin etkilerinin tam olarak gitmiş olduğu her zaman söylenemez. Bugün ancak herbicidlerden prometryni'in kullanılabileceği belirtilmektedir. Herbicidlerle mücadele dışında toprağı gevşetmek ve yabancı otları öldürmek için mekanik yoldan savaş yapılmaktadır.

Nanede sulama özellikle subtropik iklimlerde önemli bir sorundur. Koşullarımızda sulama zorunluluğu vardır.

Kültürel önlemlerden gübreleme verime etkili olan önemli bir faktördür. Verimi özellikle azotlu gübre arttırır. Fosfor ve potasın fazla etkisi yoktur. Nanede verim aynında özellikle uçucu yağ oranı da çok önemlidir. Uçucu yağ oranına gübrelemenin etkileri çok çeşitli bulunmuştur. Özellikle azotlu gübrenin gübrelemenin uçucu yağ oranını arttırdığı, potaslı gübrelerin ise azalttığı sonucuna varılmıştır.

Biçim Zamanı : Nane'de biçim zamanının saptanması, verim ile etken madde oranının en uygun devrenin ortaya konulması, uygulamada çok önemlidir. Genel olarak en uygun biçim devresinin çiçeklenme başlangıcı olduğu belirtilmektedir. Yapılan çalışmalarda uçucu yağın genel olarak en yüksek seviyeye çiçeklenme devresinde ulaştığı, ancak vegetasyon ilerledikçe bunun fazla bir düşüş göstermediği, hatta arttığı belirtilmektedir. Genel olarak vegetasyon ilerledikçe Menthon oranı azalırken, Menthol ve Menthylacetat oranı artmaktadır.

Verim : Nane'de evrim bölge ekolojik koşullarına göre değişmektedir. Özellikle yaprak oranı çok önemli olup, bu çeşide ekolojik koşullara ve biçim zamanına göre varyasyon göstermektedir.

Nane çok yıllık bir bitki olduğundan verimine ait veriler de değişiktir. Genel olarak dikim Sonbaharda yapıldığında en yüksek verimin 1.yıl alınacağı bildirilir. Genel olarak 3.yıl verim çok azalmaktadır.

Hastalık ve Zararlıları : Nanede verim ve kaliteye etkili olan hastalıkların en tehlikelisi nane pasıdır. Hemen bütün nane cinsleri bu hastalığa yakalanmaktadır. Pasın bitkide yayılışı alt yapraklardan üst yapraklara doğru olmaktadır. Bu nedenle alt yapraklarda hastalık görüldüğünde hemen biçim yapılmalıdır. Pas hastalığını özellikle yağışlı nemli havalar teşvik etmektedir.

Pas hastalığından başka nanelerde yaprak eke mantarı ve nane küllemesi de köklerde önemli zararlara sebep olmaktadır.

Tüketimi
Kullanılan Bitki Kısmı : Folia menthae piperitae, Herba menthae piperitae.
Etken Maddeleri : Nane yaprağının en önemli maddesi uçucu yağdır. Ancak bunun yanında tanenli, şekerli maddeler de bulunmaktadır. Uçucu yağ oranı yaş yaprakta % 0.2-0.4 arasında değişmektedir.

Nanede uçucu yağ oranı ve özellikle bileşimi bir çok faktörlere bağlıdır. Bu faktörler endogen ve exogen olarak gruplandırılabilir. Burada endogen faktörlerden en önemlisi çeşidin genotipidir. Buna göre içerdiği etken madde oranı farklı olur. ancak exogen faktörler buna büyük ölçüde etkili olurlar. Burada en fazla etkileyebileceğimiz exogen faktör topraktaki besin elementleridir. Özellikle mineral gübrelerin kullanımı ile topraktaki besin durumu ve bitkinin beslenmesi etkilenmektedir.

Nanede koku, tat ve uçucu yağındaki etki hemen 40 kadar mevcut çeşitli bileşiklerden meydana gelmektedir. Bileşimde bulunan ketonların nisbetinin % 25'i geçmemesi lazımdır. Menthofuron genellikle çiçek yağında bulunmakta ve hoş olmayan kokulara sebep olmaktadır. Bu sebepten bunlar istenmeyen maddelerdir. Başta Menthol ve Methylester'ler nanenin karakteristik koku ve tadını verirler. Bu kalite tayininde bunlar en önemli kısımları teşkil ederler. Esas etkili olan menthol nanenin karakteristik serinletme etkisine sebep olur.

Kullanımı : Nane eski devirlerden beri karminatif, midevi olarak kullanılmaktadır. Mide bulantılarını kesici ve koku verici olarak kullanılmaktadır. Ciklet, diş macunu, şeker ve daha bir çok sanayi dallarında çok fazla kullanılmaktadır.

Mentha arvensis L.
Kolayca melezlenebilen bu nanenin pek çok türü vardır. Bu yüzden klasifikasyona tabi tutmak çok zordur.

Ekonomik Önemi : M.arvensis eterik yağındaki yüksek menthol oranı bakımından tanınmıştır. Bu gün dahi bu özelliğinden dolayı tarımı yapılmaktadır.
M.arvensis'in kültür çeşitlerinin fertil olması, bunun diğer çeşitlerle melezlenmesinden sonra seleksiyon ıslahı ile başarı kazanılacağı kanaatini doğurmaktadır.

Mentha Pulegium L. (Yarpuz, Filisgin)

Mentha pulegium Avrupa'da, Akdeniz Bölgesin'de ve yurudmuzda özellikle nemli ve su basan yerlerde rastlanılan büyük yapraklara sahip, alçak buylu bir bitkidir. Bitki ortalama % 1-2 oranında uçucu yağ içerir. Bu uçucu yağın % 80-95'i Pulegon'dur. Bundan başka uçucu yağda Piperiton, Menthol, Menthon vs. bulunur.

Mentha pulegium aczacılıkta oldukça önem taşır. Pulegon toksik bir etkiye sahiptir. Karaciğer ve Gollen hastalıklarında kullanılır. Ayrıca pulegon'dan menthol elde etmede oldukça önemlidir.

Mentha spicata L.
A.B.D.'de geniş miktarda yetiştirilmektedir. Bu bitkiden elde edilen etken madde ciklet sanayiinde kullanılmaktadır.
 
Üst