Neler yeni
MEGAForum - Teknoloji Forumu

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı yada giriş yapmalısınız. Forum üye olmak tamamen ücretsizdir.

  • Web sitemizin içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için Web sitemize kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Web sitemize üye olmak tamamen ücretsizdir.
  • Sohbetokey.com ile canlı okey oynamaya ne dersin? Hem sohbet et, hem mobil okey oyna!
  • Soru mu? Sorun mu? ''Bir Sorum Var?'' sistemimiz aktiftir. Paylaşın beraber çözüm üretelim.

Zihinsel Olanın Bir İşareti Var Mıdır? Epistemolojik Ölçüt

PeriKızı

Moderatör
  • Üyelik Tarihi
    22 May 2019
  • Mesajlar
    8,671
  • MFC Puanı
    26,804
Felsefeciler tarafından, zihinselliğin işareti olarak, zihinsel olguları ve nitelikleri zihinsel olmayandan ayıracak bir ölçüt olarak, çeşitli özellikler ortaya atılmıştır. Bunların her birinin zihinsel olma olasılığı bellidir, geniş bir olgular yelpazesini kapsar, ama bu kitabın sonunda göreceğimiz gibi, hiç biri bizim normal olarak “psikolojik”, “zihinsel” olarak kabul ettiğimiz bütün o farklı türden olaylar, durumlar, işlevler, uygun bir ölçüt gibi görünmemektedir. Ancak, belirgin bazı ölçütleri gözden geçirmek, geleneksel olarak, zihinsellikle bağdaştırılan temel bazı fikirleri anlamamızda, zihinsel olguların önemli özelliklerine ışık tutmakta faydalı olacaktır.

Dişinizdeki bir çürük nedeniyle şiddetli bir diş ağrısı çektiğinizi düşünün. Dişinizin durumu değil, ama yaşadığınız diş ağrısı zihinsel bir olaydır. Bu ayrımın temeli nedir? Ayrım, iki olgunun bilgisini elde etme yolumuzdaki farklılıktan kaynaklanır: Doğrudan (veya dolaysız) bilgi: Dişinizin ağrıdığını birtakım ipuçlarına dayanarak veya çıkarım yaparak bilmezsiniz. Dişinizin ağrıdığını çıkarsayabileceğiniz bir başka olay ya da durum yoktur; yani dişinizin ağrıdığını diğer bilgiler ve inançlar aracılığıyla da bilmezsiniz. Bunun en önemli göstergesi “dişinin ağrıdığını nasıl biliyorsun?” sorusunun bize son derece anlamsız gelmesidir. Eğer bu soruyu ciddiye alırsanız, verebileceğiniz tek olası cevap “sadece biliyorum” olur. Bu, burada “kanıt arama”nın, ne kadar anlamsız olduğunun göstergesidir. Dişinizin ağrıdığı bilgisi, bu anlamda, doğrudan ve dolaysızdır. Ama dişinizin fiziksel durumuna ilişkin bilginiz kanıta, genellikle de dişçi tarafından verilen kanıta dayanır. Dişçinin bilgisi de büyük oranda çekilen röntgen filmine, dişinizin görsel olarak incelemesine vb. şeylere dayanır. Öyle anlaşılıyor ki “dişlerinden birinde çürük olduğunu nasıl biliyorsun?” sorusu anlamlı bir sorudur ve bu soruya bilgiye dayanan bir cevap verilebilir. Ama bizim basit fiziksel durumlara ilişkin bilgimiz de aynen diş ağrıları ya da kaşıntılar gibi “dolaysız” ve “doğrudan” değil mi? Önünüzdeki bir duvara boyanmış kırmızı büyük bir daireye baktığınızı varsayın. Önünüzde, büyük kırmızı bir daire olduğunu, doğrudan ve başka bir kanıta gerek duymaksızın biliyorsunuz gibi gelmiyor mu size? Ben de aynı şekilde önümde beyaz bir kağıt olduğunu, ya da hemen penceremin önünde bir ağaç olduğunu doğrudan herhangi bir kanıta gereksinmeksizin bilmiyor muyum? Kişiye özel olma ya da birinci şahıs önceliği: Yukarıdaki eleştiriye verilebilecek olası bir cevap, kendi zihinsel durumlarımızın bizim için özel olduğunu, yani herkesin bildiği gibi, belli bir zihinsel duruma, onu deneyimleyen öznenin kendisi tarafından erişilebileceğini hatırlatmaktır. Diş ağrısı durumunda, böylesi bir öncelikli durumda olan kişi dişçiniz değil, sadece sizsiniz. Ama duvardaki büyük kırmızı daireyi görmemizde aynı şey geçerli değildir. Eğer siz duvarda büyük kırmızı bir daire olduğunu “doğrudan” bilebiliyorsanız, aynı yerde uygun bir şekilde duran herhangi birisi ya da ben de o dairenin duvarda olduğunu “doğrudan” bilebilirim. Kimse kırmızı büyük dairenin bilgisine diş ağrısı durumundaki gibi öncelikli bir şekilde ulaşmaz. Bu anlamda, belli zihinsel olayların bilgisi birinci şahıs ve üçüncü şahıs arasında bir asimetri gösterir. Oysa fiziksel olayların veya durumların bilgisi böyle bir asimetri göstermez. Üstelik bu asimetri geçmişte olan zihinsel olayların bilgisinde değil, yalnızca şu andaki zihinsel olayların bilgisinde ortaya çıkıyor gibidir. Dün, bir hafta önce, iki yıl önce dişinizin ağrıdığını, belleğinizdeki kanıtlardan (ki bunlar yanılabilir), günlüğünüzdeki kayıtlardan ve dişçinizin kayıtlarından vs. bilirsiniz. Böyle bir asimetri kişinin geleceğe ilişkin zihinsel durumları için de geçerli değildir. Yanılmazlık ve kişiye özel olma: Zihinsellikle bağlantılı bir başka bilgisel özellik kişinin sahip olduğu mevcut zihinsel durumların “yanılmaz” ve “kişinin kendisi için özel” olduğudur. Zihinsel olaylar veya en azından acı, ağrı ya da diğer duyumlar söz konusu olduğunda, kişi onları deneyimleyenin kendisi mi yoksa başkası mı olduğu konusunda hata yapmaz.

Zihinsel olayların, kişinin kendisi için, özel olmasının temelinde bu fikir vardır. Yani, eğer kişi bir yerinin ağrıdığına inanı yorsa o zaman bir yeri ağrıyordur ve eğer inanmıyorsa o zaman bir yeri ağrımı yordur; dolayısıyla kişi bir yerinin ağrıyıp ağrımadığına ilişkin yanlış bir inanca sahip olamaz. Bu anlamda, kişi kendi ağrısını yanılmaz bir şekilde bilir. Psikosomatik adı verilen ağrılar da sonuçta ağrıdır. Fiziksel bir temeli olmadığı halde kişi, örneğin kolunun ağrıdığına inanır ve kolunun ağrıdığına ilişkin inancı doğrudur. Ama eğer kişinin inancı fiziksel bir durumla ilgiliyse bu inancın doğru olmasının bir garantisi yoktur. Örneğin; kişi köpek dişinin çürüdüğüne inanabilir, bu inancı doğru da olabilir, ama bu inancı doğru yapan şey, salt kişinin ona inanması değildir. Bu inancı doğru yapan şey köpek dişinin gerçekten de çürümüş olmasıdır. “Kendine özel olma” yanılmaz olmanın karşıtıdır. Bir durum ya da olay meydana geldiğinde, kişi onun meydana geldiğine inanıyorsa aslında daha doğrusu, onun meydana geldiğini biliyorsa o durumda o olay zorunlu olarak kişiye özeldir. Eğer ağrı ve acılar bu anlamda kişiye özel ise o zaman öznenin bilincinde olmadığı gizli acı ve ağrı olamaz. Kişinin, ağrısı olduğuna ilişkin inancının yanılmazlığından, fiziksel bir sebebi olmayan bir ağrı olamayacağı sonucu nasıl çıkıyorsa, ağrının kişiye özel olma özelliğinden de bütün normal fiziksel ve fizyolojik koşullar var olsa da kişi, ağrı içinde olduğunun farkında değilse, ağrısı olduğuna inanmıyorsa ağrısının olmadığı sonucu çıkar. Zihinsel olana atfedilen bu epistemolojik özellikler gerçekten de kuvvetli görünüyor. Fiziksel olayların ve durumların böylesi özelliklere sahip olmamaları şaşırtıcı değildir, ama önemli olan soru bütün zihinsel olayların bu özellikleri taşıyıp taşımadığı sorusudur. Her zihinsel olayın ve durumun bu bilgisel özelliklere sahip olmadığı açıktır. İlk olarak, davranışlarını etkilediği besbelli olduğu halde, kişinin farkında olmadığı, hatta üzerinde düşündüğünde o zihinsel durumları yaşadığını reddettiği “bilinçdışı” veya “bilinçaltı” inançlar, duygular gibi psikolojik durumlar olduğunu biliyoruz. İkinci olarak, her zaman hissettiğimiz duygunun gerçekten ne olduğunu örneğin utanma mı, pişmanlık mı yoksa vicdan azabı mı olduğunu, ya da imrenme mi kıskançlık mı yoksa kızgınlık mı olduğunu tam olarak bilmek kolay değildir. Ayrıca, “gerçekten” bir şeye inandığımızdan veya onu istediğimizden çoğunlukla emin değilizdir. ‘Başbakanın iyi çalıştığına inanıyor muyum?’ ‘Verici ve nazik bir insan olduğuma inanıyor muyum?’ ‘Acaba herkesle kolayca arkadaş olan kaygısız biri mi olmak istiyorum, yoksa biraz soğuk, yabancılardan uzak duran biri mi olmak istiyorum?’ Kendimize böyle sorular sorduğumuzda bu şeyleri istediğimizden, bunlara inandığımızdan o kadar da emin olmadığımızı görürüz. Hatta bu sorular hakkında yargıda bulunmayı askıya mı almış olduğumuzdan bile emin değilizdir. Bu kuşkumuz Bilgimizden emin olmadığımız durumlar, duyumlar bağlamında da ortaya çıkabilir. Bu duyum ağrı mı yoksa yoğun bir sıcaklık mı? Hissettiğimizin, özellikle farkında olduğumuz durumlar, en çok ağrılar, acılar ya da kaşıntılar gibi duyumlar için olasıdır. Ama bu durumlarda yine her ağrı, ya da acı inancı yukarıda incelediğimiz epistemolojik ölçütlerin öngördüğü, kendine özgü güvenilir olma özelliğini taşımıyor gibi görünmektedir. ‘Şimdi hissettiğim ağrı, az önce dirseğimde hissettiğim ağrıdan daha mı fazla?’ ‘Ağrı dirseğimin tam neresinde?’ Besbelli ki içebakışla bildiğimiz durumlarda bile, hissettiğimiz ağrının birçok özelliği hakkında hataya düşebiliriz. Böylece, zihinsel olayların kendine özgü epistemolojik özelliğinin nasıl tayin edileceği sorunu tartışmalıdır, bu konuda filozoflar arasında bir fikir birliği yoktur. Ancak, tanımlamak her zaman kolay olmasa da zihinsel ve fiziksel olan arasında önemli epistemolojik farklılıklar olduğu besbellidir. Bu epistemolojik farklılıklar arasında en önemlisi, yukarıda sözünü ettiğimiz birinci şahıs önceliğidir. Kendi zihinsel durumlarımıza, en azından önemli bir bölümüne özel bir şekilde, dolaysız olarak erişebiliyoruz gibi görünmektedir. Kendi zihnimize ilişkin bilgimiz tam olarak yanılmaz olmayabilir, zihinlerimizin kendimize tamamen şeffaf olmadığı da şüphe götürmez. Ama yukarıda sözünü ettiğimiz farklılıklar neyin fiziksel olduğu ve neyin zihinsel olduğu konusunda oldukça önemli niteliksel bir farklılığa işaret ediyor gibi görünmektedir.
 
Üst Alt