- Konum
- ىαкαяyλ
-
- Üyelik Tarihi
- 27 Kas 2009
-
- Mesajlar
- 24,120
-
- MFC Puanı
- 79
Filecii , filelerim var, filecii , fileci...
Genç kadın, koluna sıraladığı beyaz filelerle elmaların, portakalların arasında, pazarın kalabalık , dar sokaklarında hüzünlü sesi ile fileci , fileci diyerek dolaşır. Bazı insanlar durup ona ve filelere bakar, yüzlerine bir tebessüm yayılır. Belli ki; zihinleri bir an başını alıp geçmiş günlere gider.
-Eski fileler yine çıktı baksana , deyip dönüp dönüp bakıyor , gülüp geçiyor insanlar. Zeliha, Fileler yeniden çıkmış! Ne demekse dedi kadınların arkasından bakarak. Fileler , bir yerden çıkmadı. Ben yaptım onları. Diye içerledi. Bir çocuk anne file nedir ? diye sordu. Annesi, çocuğuna ne cevap verdi bilemedi Zeliha, kadının bir file almadığına kızdı.
Her gün kilometrelerce yol yürüyüp yorgun halde küçük bahçenin içine kutu gibi konmuş eski, ahşap evine döner, pencerenin önündeki sedire oturur, anlını cama dayar denizi gözlerdi geceleri. Dalgaların azgın sesleri ya da mehtaplı gecenin göz kırpan yıldızlarından korkmazdı. Yalnızlığın verdiği acının yüzüne asılmasına ve gözlerine yansımasına da dur diyemez , beklediği olmaması yüreğinde yangınlar oluşturur. Çoğu geceler, pencerenin önünde, sedirin üstünde sızıp kalır. Ne yerine yat diyeni ne de üstünü örteni vardır. Her gece benzer düşler görüp uykusuz, yorgun olarak yeni günün arkasına takılır.
Bir zamanlar balıkçı karısıydı. Hem de balıkçının genç karısı derlerdi ona. Akşam, sabah motor sesi dinler , geliyorlar diye sevinirdi. Motor gelince balıkçı hemen eve gelemezdi. Balıklar canlı canlı, sabahın ilk ışıkları ile lokantacıların adamlarına satılırdı önce. Kalan balık olmazdı . Kalırsa kendileri yerlerdi. Ya da semt pazarında satılırdı. Sonra kapı çalınır. Balıkçı evindedir. Zeliha, balık, yosun, yani ; deniz kokulu gocuğu omuzundan alır balıkçının , kapının arkasına çakılı çivilerden birine asar. Evin havası değişmiştir, bir sıcaklık, canlılık gelmiştir odaya. Yalnız odaya mı ? Zelihada canlanmış, kocasının hizmetini koşarak yapmaktadır. Sonra sıcak bir çay ve günün ilk ışıkları ile başlayan uyku... Ertesi gün yeniden çalışmaya başlanır. Aslında yazın, fazla işleri yoktur.Sonbaharda balık avlama yasağı başlayınca işler açılır. Tek sermayeleri ağlarıdır. Balıktan sonra tamire ihtiyacı olur ağın. Denizin keskin dişlerinin hasarları onarılır. Önce ağ temizlenir. Sonra kurutulur. Zeliha, kocasının sağ koludur. Çok iyi balıkçı düğümü atar ve ağ örerdi.
Bir gece balıkçı, motor ile yine açık denizlere doğru yol aldı. Zeliha, motor gözden kaybolana kadar arkasından baktı. Balıkçı da durduğu yerden ayrılmadı ufuktan çıkana kadar. Yıldız desenli lacivert bir gökyüzü vardı o gece. Balıkçı, güvertenin orta yerinde duran yılan gibi çöreklenmiş halatın üstüne oturdu. Ayaklarını yuvarlağın içine soktu. Günün yorgunluğunu atacaktı. Yattığı yerden yıldızlara bakmak geldi içinden. Çocukluğunu hatırladı. Kayan yıldızları saymaya başladı. Sonra; Zeliha gelip yanıbaşına oturdu. İşte o zaman içini bir sıcaklık sardı. Sevgi tomurcukları kıpırdadı bedeninde. Yıldızları saymaya devam etti gece boyu balıkçı. Uyuyup kaldığında kaç kişinin yıldızı kaydı bilmiyordu.
Sabaha çeyrek kala, demir atma vakti geldi. Balıkların kamp kurdukları yerin tam üstündeydiler. Motorun sesi ,önce yavaşladı, yavaşladı ve yutkunup sustu. Balıkçı hiçbir şey duymamıştı.Sonra tayfalar, koca çipoyu büyük bir keyifle kükreyen dalgaların ağzına attılar. Kayarak, denize süzülen halatı izlediler. Dalgalar motora vuruyor, şıraak diye ses çıkarıyor, güverte tuzlu suyu yutuyordu.Tayfalar, sağa sola yuvarlanıyor, şakalaşıyorlardı.
Balık avı hazırlığının gürültüsü devam ederken, balıkçı acı ile uyandı var gücü ile bağırdı. Ancak duyan olmadı. Halatın demir ucu deniz dibine ulaştığında son yuvarlak balıkçının bacağını boğmaya çalışıyordu. Ve boğdu da. Ağ atma zamanı balıkçıyı aramışlar, Kemal Ağabey, Kemal Ağabey diye seslenmişlerdi. Seslerini duyuramayınca kamara da uyuyor sanmışlardı. Balık dolu ağlar motora çekildi. Saatler sonra onu halat yığınının içinde bulduklarında ise baygındı ve ayakları morarmıştı. Kaptan, durumun ciddiyetini anlamış,hemen dümeni kırıp geri dönmüştü son hızıyla. Ancak, balıkçının ayağının kangren olmasının ve yıldızının kaymasının önüne geçemediler. Balıkçının gördüğü kayan son yıldız belki de kendininkiydi. Ve balıkçıyı bilinmeze doğru yolcu ettiler.
Zeliha , kimsesizdi balıkçı ile evlendiğinde. Şimdi, hem kimsesiz hem de dul. Artık balıkçının karısı değildi. Geliri de yoktu. İki yıl olmuştu evleneli. Kocasının da ne sigortası ne de başka bir güvencesi vardı. Onların parasını yatırmak zormuş. Durumları daha iyi olunca yatıracaklarmış. Ama buna zamanı kalmadı adamın.Bu durumdan korkmuyordu Zeliha. Aç mezarı yok. Bu zamanda bu memmlekette açlıktan değil tokluktan ölünüyor diyordu. İnsanlar ,onu rahat bıraksalar, başka sorunu yoktu. Eskiden olduğu gibi elinden gelen işlerle kendini geçindirebilirdi. Başını soktuğu kutu gibi kulübesi de var. Bu yaşta Dul olmak nasıl bir şey başına gelmeyen anlayamaz. Ne yapacağını bilemezsin bu kıyı kasabasında. Her hareketin göze batar. Koca adamlar yaşlarına bakmadan yılışık yılışık gülerek bakarlar. Sanki ; buyur gel desen bir şey yapacak gücü var . Horoz ölür, gözü çöplükte kalır hesabı.Genç olsalar da Zeliha için değişen bir durum olmazdı. Kadınlar bile imalı laflar ediyor. nereden geliyorsun, satış odu mu, hı satış oldu mu? Armut kafalılar ne olacak. Gülemezsin, ağlayamazsın. Sanki her şey koca demek. Her şey onun için yapılıyor. Keşke, önce ben ölseydim. Kemalimin böyle düşünceleri olmazdı. Sanki benim hiçbir şeye hakkım yok. İnsanların olmadığı bir yer olsa da gitsem. Allahım, kendilerini ne sandıklarını bir anlayabilsem şu armut kafalıların diye düşündü Zeliha.
Ve bir sabah güneş onu bulutsuz gökyüzü ile kucakladı. Yastan çıkmıştı. Kendine bir yön verip yaşamalıydı becerebilirse gönlünce. Neden beceremesin. Becerirdi elbette. Birkaç gün gece gündüz çalışıp ördüğü filelerini koluna taktı pazarın yolunu tuttu. En çok bildiği iş ağ örmekti. Hüzünlü , ince sesi ile fileci, fileci diye dolaşıyor, bedava araba bulunca da şehre iniyor büyük marketlerin önüne gidiyordu. Bir iki file sattığı oluyordu. Kullanmak için almıyorlardı elbette. Sadece ; eskiye özlemdi onların yaptıkları.
Dul Zeliha, çarşı, pazar, evi arasında kendini oyalarken ve yeni hayatına uyum sağlamaya çalışırken karnında bir şeyin kıpırdadığını fark etti bir sabah. Aklına gelen onu korkuttu. İlk defa korkuyordu. Bir çocuk sahibi olmaya hazır değildi. Hele babasız bir çocuk. Bir an da gözlerinin önünden yüzlerce resim geçti. Yılışık yılışık bakan, uygunsuz sözler söyleyen adamlar, kadınların umursamaz ve alaylı bakışları, filelerin satılmaması, boynu bükük bir çocuğun duvar dibinde oturması. Daha neler neler.. Karmakarışıktı. Kendini çöp yığını gibi hissetti. Birileri gelip de onu süpürse çöplüğe ***ürse diye bekliyordu öylece.. Titriyor, sanki onu itip kakıyor, suçluyorlar gibi yüzünü elleri ile örtüyor , siniyor, korkak bakışlarla etrafı süzüyordu. Günlerce aç susuz evde kendisi ile mücadele etti, dışarı çıkmadı , çıkamadı. Mavi, tuzlu suya hiç bakmadı.
Komşu Hasene Hanım, onu merak eder kaç gündür göremediği için. Külübeye yaklaşır. Aslında bu evin yakınından geçmek bile istemezdi. Zeliha yı her zaman kıskanmıştır için için. Hele dul kalınca sanki düşmanı olmuştu balıkçının genç karısı. Aptal bakışlı kocasını sakınırdı ondan. Oysa, kimse Zelihanın umurunda değildi. Onun asil bir ruhu vardı. İnsan olmanın erdemlerini taşıyordu. Her şeye rağmen camdan içeri göz atar Hasene Hanım. Zelihayı odanın köşesinde kıvranırken görür. Hemen içeri girer. Kan kaybettiğini anlayınca acil yardımı çağırır. Zelihayı hastaneye ***ürürler. İki gün içinde güzel Zelihanın bebeği zayi olur. Anne kendinde değildir. Kendinde olsa belki de sevinirdi bilinmez bir nedenden. Aylar süren tedaviden sonra ; gözlerini açmağı başarır Zeliha. Ancak , aynı Zeliha değildir artık. Hafıza kaybı olmuş, geçmişe dair hiçbir şey hatırlamamaktadır genç kadın. Bu durumu Allahın ona bir lütfuydu. Hayatı hastanede başlamış gibiydi. Başka dünya tanımıyordu. Doktor İnci Hanım ona sahip çıktı. Hastaneye kadrolu hastabakıcı olarak aldılar. Olanlardan haberdar değildir Zeliha. Ama mutludur burada bulunmaktan. İnsanların gülen yüzleri enerji kaynağıdır. Hastalara yardım etmek için çırpınır, çırpınır.. Kendi durumundan habersiz ,artık pembe kelebekleri olan bir dünyası vardır...
Devlet hastanesine gidenleri hala karşılamaya devam ediyor. Onu göreniniz var mı?
Genç kadın, koluna sıraladığı beyaz filelerle elmaların, portakalların arasında, pazarın kalabalık , dar sokaklarında hüzünlü sesi ile fileci , fileci diyerek dolaşır. Bazı insanlar durup ona ve filelere bakar, yüzlerine bir tebessüm yayılır. Belli ki; zihinleri bir an başını alıp geçmiş günlere gider.
-Eski fileler yine çıktı baksana , deyip dönüp dönüp bakıyor , gülüp geçiyor insanlar. Zeliha, Fileler yeniden çıkmış! Ne demekse dedi kadınların arkasından bakarak. Fileler , bir yerden çıkmadı. Ben yaptım onları. Diye içerledi. Bir çocuk anne file nedir ? diye sordu. Annesi, çocuğuna ne cevap verdi bilemedi Zeliha, kadının bir file almadığına kızdı.
Her gün kilometrelerce yol yürüyüp yorgun halde küçük bahçenin içine kutu gibi konmuş eski, ahşap evine döner, pencerenin önündeki sedire oturur, anlını cama dayar denizi gözlerdi geceleri. Dalgaların azgın sesleri ya da mehtaplı gecenin göz kırpan yıldızlarından korkmazdı. Yalnızlığın verdiği acının yüzüne asılmasına ve gözlerine yansımasına da dur diyemez , beklediği olmaması yüreğinde yangınlar oluşturur. Çoğu geceler, pencerenin önünde, sedirin üstünde sızıp kalır. Ne yerine yat diyeni ne de üstünü örteni vardır. Her gece benzer düşler görüp uykusuz, yorgun olarak yeni günün arkasına takılır.
Bir zamanlar balıkçı karısıydı. Hem de balıkçının genç karısı derlerdi ona. Akşam, sabah motor sesi dinler , geliyorlar diye sevinirdi. Motor gelince balıkçı hemen eve gelemezdi. Balıklar canlı canlı, sabahın ilk ışıkları ile lokantacıların adamlarına satılırdı önce. Kalan balık olmazdı . Kalırsa kendileri yerlerdi. Ya da semt pazarında satılırdı. Sonra kapı çalınır. Balıkçı evindedir. Zeliha, balık, yosun, yani ; deniz kokulu gocuğu omuzundan alır balıkçının , kapının arkasına çakılı çivilerden birine asar. Evin havası değişmiştir, bir sıcaklık, canlılık gelmiştir odaya. Yalnız odaya mı ? Zelihada canlanmış, kocasının hizmetini koşarak yapmaktadır. Sonra sıcak bir çay ve günün ilk ışıkları ile başlayan uyku... Ertesi gün yeniden çalışmaya başlanır. Aslında yazın, fazla işleri yoktur.Sonbaharda balık avlama yasağı başlayınca işler açılır. Tek sermayeleri ağlarıdır. Balıktan sonra tamire ihtiyacı olur ağın. Denizin keskin dişlerinin hasarları onarılır. Önce ağ temizlenir. Sonra kurutulur. Zeliha, kocasının sağ koludur. Çok iyi balıkçı düğümü atar ve ağ örerdi.
Bir gece balıkçı, motor ile yine açık denizlere doğru yol aldı. Zeliha, motor gözden kaybolana kadar arkasından baktı. Balıkçı da durduğu yerden ayrılmadı ufuktan çıkana kadar. Yıldız desenli lacivert bir gökyüzü vardı o gece. Balıkçı, güvertenin orta yerinde duran yılan gibi çöreklenmiş halatın üstüne oturdu. Ayaklarını yuvarlağın içine soktu. Günün yorgunluğunu atacaktı. Yattığı yerden yıldızlara bakmak geldi içinden. Çocukluğunu hatırladı. Kayan yıldızları saymaya başladı. Sonra; Zeliha gelip yanıbaşına oturdu. İşte o zaman içini bir sıcaklık sardı. Sevgi tomurcukları kıpırdadı bedeninde. Yıldızları saymaya devam etti gece boyu balıkçı. Uyuyup kaldığında kaç kişinin yıldızı kaydı bilmiyordu.
Sabaha çeyrek kala, demir atma vakti geldi. Balıkların kamp kurdukları yerin tam üstündeydiler. Motorun sesi ,önce yavaşladı, yavaşladı ve yutkunup sustu. Balıkçı hiçbir şey duymamıştı.Sonra tayfalar, koca çipoyu büyük bir keyifle kükreyen dalgaların ağzına attılar. Kayarak, denize süzülen halatı izlediler. Dalgalar motora vuruyor, şıraak diye ses çıkarıyor, güverte tuzlu suyu yutuyordu.Tayfalar, sağa sola yuvarlanıyor, şakalaşıyorlardı.
Balık avı hazırlığının gürültüsü devam ederken, balıkçı acı ile uyandı var gücü ile bağırdı. Ancak duyan olmadı. Halatın demir ucu deniz dibine ulaştığında son yuvarlak balıkçının bacağını boğmaya çalışıyordu. Ve boğdu da. Ağ atma zamanı balıkçıyı aramışlar, Kemal Ağabey, Kemal Ağabey diye seslenmişlerdi. Seslerini duyuramayınca kamara da uyuyor sanmışlardı. Balık dolu ağlar motora çekildi. Saatler sonra onu halat yığınının içinde bulduklarında ise baygındı ve ayakları morarmıştı. Kaptan, durumun ciddiyetini anlamış,hemen dümeni kırıp geri dönmüştü son hızıyla. Ancak, balıkçının ayağının kangren olmasının ve yıldızının kaymasının önüne geçemediler. Balıkçının gördüğü kayan son yıldız belki de kendininkiydi. Ve balıkçıyı bilinmeze doğru yolcu ettiler.
Zeliha , kimsesizdi balıkçı ile evlendiğinde. Şimdi, hem kimsesiz hem de dul. Artık balıkçının karısı değildi. Geliri de yoktu. İki yıl olmuştu evleneli. Kocasının da ne sigortası ne de başka bir güvencesi vardı. Onların parasını yatırmak zormuş. Durumları daha iyi olunca yatıracaklarmış. Ama buna zamanı kalmadı adamın.Bu durumdan korkmuyordu Zeliha. Aç mezarı yok. Bu zamanda bu memmlekette açlıktan değil tokluktan ölünüyor diyordu. İnsanlar ,onu rahat bıraksalar, başka sorunu yoktu. Eskiden olduğu gibi elinden gelen işlerle kendini geçindirebilirdi. Başını soktuğu kutu gibi kulübesi de var. Bu yaşta Dul olmak nasıl bir şey başına gelmeyen anlayamaz. Ne yapacağını bilemezsin bu kıyı kasabasında. Her hareketin göze batar. Koca adamlar yaşlarına bakmadan yılışık yılışık gülerek bakarlar. Sanki ; buyur gel desen bir şey yapacak gücü var . Horoz ölür, gözü çöplükte kalır hesabı.Genç olsalar da Zeliha için değişen bir durum olmazdı. Kadınlar bile imalı laflar ediyor. nereden geliyorsun, satış odu mu, hı satış oldu mu? Armut kafalılar ne olacak. Gülemezsin, ağlayamazsın. Sanki her şey koca demek. Her şey onun için yapılıyor. Keşke, önce ben ölseydim. Kemalimin böyle düşünceleri olmazdı. Sanki benim hiçbir şeye hakkım yok. İnsanların olmadığı bir yer olsa da gitsem. Allahım, kendilerini ne sandıklarını bir anlayabilsem şu armut kafalıların diye düşündü Zeliha.
Ve bir sabah güneş onu bulutsuz gökyüzü ile kucakladı. Yastan çıkmıştı. Kendine bir yön verip yaşamalıydı becerebilirse gönlünce. Neden beceremesin. Becerirdi elbette. Birkaç gün gece gündüz çalışıp ördüğü filelerini koluna taktı pazarın yolunu tuttu. En çok bildiği iş ağ örmekti. Hüzünlü , ince sesi ile fileci, fileci diye dolaşıyor, bedava araba bulunca da şehre iniyor büyük marketlerin önüne gidiyordu. Bir iki file sattığı oluyordu. Kullanmak için almıyorlardı elbette. Sadece ; eskiye özlemdi onların yaptıkları.
Dul Zeliha, çarşı, pazar, evi arasında kendini oyalarken ve yeni hayatına uyum sağlamaya çalışırken karnında bir şeyin kıpırdadığını fark etti bir sabah. Aklına gelen onu korkuttu. İlk defa korkuyordu. Bir çocuk sahibi olmaya hazır değildi. Hele babasız bir çocuk. Bir an da gözlerinin önünden yüzlerce resim geçti. Yılışık yılışık bakan, uygunsuz sözler söyleyen adamlar, kadınların umursamaz ve alaylı bakışları, filelerin satılmaması, boynu bükük bir çocuğun duvar dibinde oturması. Daha neler neler.. Karmakarışıktı. Kendini çöp yığını gibi hissetti. Birileri gelip de onu süpürse çöplüğe ***ürse diye bekliyordu öylece.. Titriyor, sanki onu itip kakıyor, suçluyorlar gibi yüzünü elleri ile örtüyor , siniyor, korkak bakışlarla etrafı süzüyordu. Günlerce aç susuz evde kendisi ile mücadele etti, dışarı çıkmadı , çıkamadı. Mavi, tuzlu suya hiç bakmadı.
Komşu Hasene Hanım, onu merak eder kaç gündür göremediği için. Külübeye yaklaşır. Aslında bu evin yakınından geçmek bile istemezdi. Zeliha yı her zaman kıskanmıştır için için. Hele dul kalınca sanki düşmanı olmuştu balıkçının genç karısı. Aptal bakışlı kocasını sakınırdı ondan. Oysa, kimse Zelihanın umurunda değildi. Onun asil bir ruhu vardı. İnsan olmanın erdemlerini taşıyordu. Her şeye rağmen camdan içeri göz atar Hasene Hanım. Zelihayı odanın köşesinde kıvranırken görür. Hemen içeri girer. Kan kaybettiğini anlayınca acil yardımı çağırır. Zelihayı hastaneye ***ürürler. İki gün içinde güzel Zelihanın bebeği zayi olur. Anne kendinde değildir. Kendinde olsa belki de sevinirdi bilinmez bir nedenden. Aylar süren tedaviden sonra ; gözlerini açmağı başarır Zeliha. Ancak , aynı Zeliha değildir artık. Hafıza kaybı olmuş, geçmişe dair hiçbir şey hatırlamamaktadır genç kadın. Bu durumu Allahın ona bir lütfuydu. Hayatı hastanede başlamış gibiydi. Başka dünya tanımıyordu. Doktor İnci Hanım ona sahip çıktı. Hastaneye kadrolu hastabakıcı olarak aldılar. Olanlardan haberdar değildir Zeliha. Ama mutludur burada bulunmaktan. İnsanların gülen yüzleri enerji kaynağıdır. Hastalara yardım etmek için çırpınır, çırpınır.. Kendi durumundan habersiz ,artık pembe kelebekleri olan bir dünyası vardır...
Devlet hastanesine gidenleri hala karşılamaya devam ediyor. Onu göreniniz var mı?