-
- Üyelik Tarihi
- 9 Mar 2015
-
- Mesajlar
- 1,008
-
- MFC Puanı
- 28
Kazanlı Yusuf Akçura, Türkçülük akımının önde gelen temsilcilerinden olan Tatar asıllı Türk yazar ve siyaset adamıdır. Türk Tarih Kurumunun kurucu üyelerindendir. İkinci dönem TBMMde İstanbul milletvekili, 1935′te Kars milletvekili olarak mecliste yer almıştır. 1904 yılında yayımladığı Üç Tarzı Siyaset adlı makalesi Türkçülük akımının manifestosu kabul edilir.
Akçuranın Türkçü düşünce tarihindeki yeri, çağdaşı olan Ziya Gökalpin gölgesinde kalmıştır fakat Mustafa Kemal Atatürkün çalışma arkadaşı olarak Türkiye Cumhuriyetinin kültürel yapısının oluşmasında katkıları olmuştur. Yusuf Akçuranın Türkçü fikirleri, Sovyetlerin çökmesi ve Orta Asyadaki Türk Devletlerinin bağımsızlıklarına kavuşmalarıyla yeniden güncellik kazanmıştır.
2 Aralık 1876da Moskovanın doğusundaki Ulyanovskta (eski adıyla Simbir) dünyaya geldi. Kazana göç etmiş Kırım Türklerinden aristokrat bir ailenin mensubu idi. Babası çuha fabrikası sahibi fabrikatör Hasan Bey, annesi Yunusoğullarından Bibi Kamer Banu Hanım idi. 2 yaşında iken babasını kaybetti ve annesi ile birlikte yedi yaşına gelmeden İstanbula göç ettiler. Annesi, İstanbulda Dağıstanlı Osman Bey ile evlendi. Osman Bey, Yusufun eğitimi ile yakından ilgilendi, onu asker olmaya teşvik etti.
Kuleli Askeri Lisesinde öğrenim gördükten sonra 1895 yılında Harbiye Mektebine girdi. Harbiye yıllarında Necip Asımın, Veled Çelebinin, Bursalı Tahir Beyin Türkçülüğe ait yazıları ile İsmail Gaspıralının Bahçesarayda yayımlanan ve bir ara İstanbulda da dağıtılan Tercüman Gazetesi Türkçülük fikirlerinin oluşmasını etkiledi. 1897de Malumat Dergisinde yayımladığı Şehabettin Hazret adlı ilk makalesini Rusya Türkleri ile Osmanlı Türklerini tanıştırma amacıyla kaleme aldı.
1. Doğduğu Ortam, Rusyada Türklerin Durumu Ve Tatarlar
Yusuf Akçura, Türk Ocakları tarafından yayınlanan Türk Yılı 1928″ adlı eserin Türkçülük bölümünde kendi ailesi hakkında şu bilgileri vermektedir.
Akçura ailesi; Şimal Türklüğünün kadim ailelerindendir. Bütün aristokrat aileler gibi, Akçuraoğulları da baba ve dedelerini dört yüz yıl evveline kadar bilmem kaç göbek sayar durular. Yusuf un babası, büyücek bir çuha fabrikası sahibi oldukça zengin Hasan Bey adlı bir fabrikatör idi. Anası, Kazanın en maruf bir burjuva ailesi olan Yunusoğullarından Bibi Kamer Banu Hanımdır. Yusuf 1879 senesi Kanun-u Evvelinin (Aralık) ikinci günü Volga sahilindeki Simbir (elyevm Olyanovski) şehrinde tevellüd etti. Yusuf henüz iki yaşında iken babasını kaybetti ve yedi yaşını ikmal etmeden anasıyla beraber İstanbula geldi.
O, ilk Akçuranın Kırımdan Kazana göç ettiğini büyük amcasından duymuş ancak bunun doğruluğunu tespit edememiştir.
Akçuranın mensup olduğu Volga Tatarları, Rus egemenliği altında yaşayan Müslümanlar arasında en iyi durumda olanlardı. Bir yabancı yazar buradaki Tatarların Rusların dinsel engellerle giremedikleri Orta Asya ile Batı arasındaki ticarete aracılık ettiklerini böylece zengin bir tüccar sınıf meydana getirdiklerini belirttikten sonra şöyle yazıyor:
Tatarların bu konumu, Rumların Osmanlı İmparatorluğunda oynadığı rolü hatırlatıyordu. Ortodoksların bünyesindeki Rumlar gibi Tatarlar da Rusya Müslümanlarının bünyesinde kültürel ve ekonomik bakımdan seçkin bir kesimi oluşturuyorlardı. Yine onlar gibi, Doğu Batı ticaretindeki rollerinden dolayı, yüksek bir gelişme düzeyi elde etmişlerdi. Rum burjuvazisi papaz ve tüccarlarını Balkanlara nasıl gönderdiyse, tatar din adamları ve tüccarları da Rusya ve Türkistandaki Müslüman toplulukların arasına öyle yayılmışlardı.
Rusyada mensup olduğu ailesinin toplumsal düzeyi, yapısı ve mevkii İstanbula göç eden Yusuf Akçuranın tüm düşünsel davranışlarını etkilemiştir. Rusyada azınlık durumunda fakat zengin bir aileye mensup olan Akçura, Türkiyede o durumda olan unsurlarla, çoğunluğa mensup fakat fakir ve geri kalınış bir milletin üyesi olarak karşı karşıya gelmiştir. Bu durum onun olaylara, Türkiyede yetişmiş aydınlardan daha gerçekçi bir yaklaşımı sergilemesine neden olmuştur. Akçuranın bu özelliği onun bütün Türk dünyasını kucaklayan bir Türkçülük anlayışını geliştirmesinin de en büyük etkenidir.
2. İstanbula Gelişi Ve Buradaki Yaşamı
Akçuranın babası öldükten sonra annesinin de sağlığı bozulmuş, bu arada mali durumları da kötüye gitmiştir. Hem mallarına haciz konulması hem de annesinin sağlığı nedeniyle Rusya içinde birkaç şehir gezmişler sonra da İstanbula yerleşmişlerdir. Burada okula başlayan Akçuranın annesi Dağıstanlı Osman Bey ile evlenmiştir. Osman Bey Akçuranın tahsiliyle yakından ilgilenmiş ve Onu askerî okula gitmeye teşvik etmiştir.
Akçuranın hatıra defterine göre askerî rüştiyenin üçüncü sınıfında iken annesi ile birlikte baba yurdu Kazanı ziyarete gitmiştir. Bu seyahatte İstanbul ile Kazan arasındaki medeniyet ve ümran farkı dikkatini çekmiştir. Rusların İstanbulu berbat ve çamur deryası diye tahkir etmelerine kızmakla birlikte İstanbulun bağımsız bir Türk şehri olmasına rağmen Rus yönetiminde bir şehirden geride olmasından üzüntü duymaktan kendisini alamamıştır.
Akçura kendisinin biraz şuurlu milliyetçiliğinin Harbiyede tahsil ya*parken başladığını yazıyor. Yunan Harbinin hemen öncesine rastlayan bu dönemde Necip Asımın, Veled Çelebinin, Bursalı Tahir Beyin Türkçülüğe ait yazıları yayınlanmakta ve Gaspıralı İsmail Beyin Tercümanı bir ara İstanbulda dağıtılmaktaydı. Bu eserler Akçuranın fıkrî gelişiminin temellerini atmışlardır.
Akçuranın Türkçülük fikirleri daha başından beri bütün Türkleri kapsamaktaydı. 1897′de Erkan-ı Harbiye sınıflarına ayrılan Akçura aynı yıl ilk makalesini Malumat dergisinde yayınladı. Şehabettin Hazret adlı bu makalesinde Kuzey Türklüğünün en ünlü kişilerinden ve Kuzeyde dinî yenilik ve millî uyanış hareketinin ilk liderlerinden Şehabettin Mercaninin düşünce ve çalışmalarını aynı zamanda da Kuzey Türklüğünün irfan seviyesini, fikri hareketlerini Güneyli Türklere anlatmak istemişti. Amacı Rusya Türkleri ile Osmanlı Türklerini tanıştırabilmekti.7
Akçura, Harbiyenin ikinci sınıfındayken Genç Türklük düşüncesine katılıp hizmet ettiği gerekçesiyle 45 gün mahkum olmuştu. Hapisten çıkıştan sonra bir hareketi daha görülürse okuldan atılacağı söylenmiş ve Erkan-ı Harbiye sınıfına ayrıldıktan birkaç ay sonra Taşkışla Divan-ı Harbinde yargılanmıştır. Mahkeme hiçbir sebep yokken Akçura ve arkadaşı Hikmet Vefık Beyi askerlikten uzaklaştırdı. Aynı zamanda Akçurayı müebbet olarak Fizana sürgün etti.2. İstanbula Gelişi Ve Buradaki Yaşamı
Akçuranın babası öldükten sonra annesinin de sağlığı bozulmuş, bu arada mali durumları da kötüye gitmiştir. Hem mallarına haciz konulması hem de annesinin sağlığı nedeniyle Rusya içinde birkaç şehir gezmişler sonra da İstanbula yerleşmişlerdir. Burada okula başlayan Akçuranın annesi Dağıstanlı Osman Bey ile evlenmiştir. Osman Bey Akçuranın tahsiliyle yakından ilgilenmiş ve Onu askerî okula gitmeye teşvik etmiştir.
Akçuranın hatıra defterine göre askerî rüştiyenin üçüncü sınıfında iken annesi ile birlikte baba yurdu Kazanı ziyarete gitmiştir. Bu seyahatte İstanbul ile Kazan arasındaki medeniyet ve ümran farkı dikkatini çekmiştir. Rusların İstanbulu berbat ve çamur deryası diye tahkir etmelerine kızmakla birlikte İstanbulun bağımsız bir Türk şehri olmasına rağmen Rus yönetiminde bir şehirden geride olmasından üzüntü duymaktan kendisini alamamıştır.
Akçura kendisinin biraz şuurlu milliyetçiliğinin Harbiyede tahsil ya*parken başladığını yazıyor. Yunan Harbinin hemen öncesine rastlayan bu dönemde Necip Asımın, Veled Çelebinin, Bursalı Tahir Beyin Türkçülüğe ait yazıları yayınlanmakta ve Gaspıralı İsmail Beyin Tercümanı bir ara İstanbulda dağıtılmaktaydı. Bu eserler Akçuranın fıkrî gelişiminin temellerini atmışlardır.
Akçuranın Türkçülük fikirleri daha başından beri bütün Türkleri kapsamaktaydı. 1897′de Erkan-ı Harbiye sınıflarına ayrılan Akçura aynı yıl ilk makalesini Malumat dergisinde yayınladı. Şehabettin Hazret adlı bu makalesinde Kuzey Türklüğünün en ünlü kişilerinden ve Kuzeyde dinî yenilik ve millî uyanış hareketinin ilk liderlerinden Şehabettin Mercaninin düşünce ve çalışmalarını aynı zamanda da Kuzey Türklüğünün irfan seviyesini, fikri hareketlerini Güneyli Türklere anlatmak istemişti. Amacı Rusya Türkleri ile Osmanlı Türklerini tanıştırabilmekti.7
Akçura, Harbiyenin ikinci sınıfındayken Genç Türklük düşüncesine katılıp hizmet ettiği gerekçesiyle 45 gün mahkum olmuştu. Hapisten çıkıştan sonra bir hareketi daha görülürse okuldan atılacağı söylenmiş ve Erkan-ı Harbiye sınıfına ayrıldıktan birkaç ay sonra Taşkışla Divan-ı Harbinde yargılanmıştır. Mahkeme hiçbir sebep yokken Akçura ve arkadaşı Hikmet Vefık Beyi askerlikten uzaklaştırdı. Aynı zamanda Akçurayı müebbet olarak Fizana sürgün etti.
3. Trablusgarpdan Fransaya Kaçış Ve Buradaki Faaliyetleri
Fizana sürgün edilmek için Trablusgarpa gelenler Akçura ile beraber 84 kişiydiler. Bunların yol masraflarını karşılayacak para bulamadığından Trablusgarpta hapsedilmelerine karar verildi. Daha sonra şehir içinde kalmak koşuluyla serbest bırakıldı ve bazı resmi görevler aldı. Buradan arkadaşı Ferit Beyle birlikte bir kayığa binerek Fransaya kaçtı.
1899 yılında Fransaya gelen Akçuranııı Türkçülük fikirleri burada olgunlaşmıştır. Pariste ilk görüştüğü Türk mültecilerinden eski bir Jön Türk olan Dr. Şerafettin Mağmumi kendisine Osmanlıcılık fikrinin çöktüğünü, çeşitli unsurların anlaşmasını sağlamanın olanaksız olduğunu, Türk milliyetçiliğinden başka çıkar yol bulunmadığını izah eder. Mağmumi, Batılıların Doğu ve Türk düşmanlığından, dillerinde doladıkları adalet ve insaniyet sözlerine inanmanın tam bir ahmaklık olacağından ve bütün bu hakikatleri Paristeki hayat ve gözlemlerinin ona telkin ettiğinden bahseder. Akçura bu telkinlerin kendisinde büyük izler ve tesirler bıraktığını söyler.
Pariste Ahmet Rızanın Osmanlıcılığını, Mizancı Muratın İslâmcılığını ve Prens Sebahattinin Adem-i Merkeziyetçiliğini Mağmuminin telkinleri doğrultusunda incelemek fırsatı bulmuştur.
Niyazi Berkes, Yusuf Akçuranııı fikirlerindeki gelişmeyi şöyle dile getiriyor: Bu üç hizip arasında, çocukluğunda Rusyadan gelmiş olan bir subaylık öğrencisi iken sürüldüğü Tripoli (Trablus)dan Fransaya geçen, üçlerin en genci Sebahattinden bir yaş büyük olan Akçuraoğlu Yusuf adlı bir genç vardı. İlhamını Augııste Comteden, Le Playden değil, Science Politique okulunda devamı ettiği Albert Sorel, Emile Boutmy ve Frıunck Brentano gibi tarih ekonomi ve milliyetler sorunu konularıyla ilgilenen profesörlerden alıyordu. Murat gibi Kafkasyadan değil, Çarlık İmparatorluğundaki milliyetlerin ayrılma ya da özgürleşme davasını oranın devrimci akımlarıyla beraberleştiren bir gelenekten geliyordu.
Gerçekten de Akçura Pariste üç yıl süreyle devam ettiği Science Politique (Siyasal Bilgiler) okulunda ulus öğesinin tarihteki önemini anladı. Prusya bozgununun hemen ertesinde ve bu bozgunun öcünü alacak kadrolar yetiştirmek üzere tam milliyetçi bir şekilde donatılan bu okuldaki derslerde Albert Sorel ulus öğesinin önemi üzerinde ısrarla duruyordu.
Akçura bu okulu bitirirken yaptığı tezinde Osmanlı devletinin bu şekliyle korunmasının artık mümkün olmadığına karar vererek, milliyet fikirleri bu derece geliştikten sonra çeşitli unsurları bir araya toplayarak millet meydana getirmek mümkün değildir diyordu.
Bu arada Ahmet Rızanın Şurayı Ümmet ve Meşveret adlı gazetelerinde de yazıları çıkan Akçura, buralarda düşüncelerini tam olarak açıklayamamıştır.
4. Fransadan Rusyaya Gidiş Ve Rusyadaki Faaliyetleri
1903 yılında Siyasal Bilgileri bitiren Akçura, Türkiyeye dönmesi ya*sak olduğundan Rusyaya doğduğu yere döndü ve amcasının evine yerleşti. Çok büyük tartışmalar yaratan ve üzerine kitaplar yazılan, Türkçülüğün ilk kez bilimsel izahının yapıldığı Üç Tarz-ı Siyaset adlı makalesini burada kaleme aldı.
Üç Tarz-ı Siyaset: Yusuf Akçura 1904 yılında yazdığı 32 sayfalık Üç Tarz-ı Siyaset adlı makalesini Mısırda yayınlanan Türk Gazetesinin 23-34′üncü sayılarında Nisan-Mayıs 1904′te yayınladı. Türk Gazetesi bu makalenin yayınlanmasından birkaç ay evvel gazeteci Ali Kemalin etrafında toplanan bir grup liberal tarafından Kahirede yayınlanmaya başlamıştı.
Bu makalede üzerinde durulan ve uygulanabilirlikleri tartışılan ana konular şunlardır:
1. Bir Osmanlı ulusu meydana getirmek,
2. İslâmcılığa dayanan bir devlet yapısı kurmak,
3. Iraka dayalı bir Türk siyasal ulusçuluğu meydana getirmek.
Her biri Osmanlı Devletini kurtarma yolu olarak görülen bu konuları şöyle irdeliyor.
Osmanlıcılık: Bu fikrin amacı yeni bir Osmanlı milleti oluşturmaktır.
Osmanlı devletinin devamı için bu iş başarılabilirse elbette çok yararlı olur. Bunun için cins, din ve mezhep ayrımı gözetilmeksizin Osmanlı halkları haklar ve ödevler açısından eşit hale getirilecek, böylece ortak vatan kavramı etrafında Amerikan ulusu gibi bir Osmanlı ulusu oluşturulacaktır. Tek amacı sınırları korumak ve İmparatorluğu yaşatmaktır
Akçura, Osmanlılık fikrini hem sakıncalı hem de imkansız görmektir. O, sınırların korunmasını devlet için yeterli bir amaç görmemektedir İmparatorluk halkları örgütlenip bir halk haline geldiğinde devletin kurucusu ve yöneticisi Türkler eriyip gidecek, egemenlik Arap çoğunluğa geçecektir. Ayrıca, Osmanlı topluluklarının birbirleriyle kaynaşmak istemeyeceklerini de öne süren Akçura, dinsel, siyasal ve mezhepsel nedenlerle bütün Avrupanın buna engel olmak için çalışacağını söyleyerek Osmanlı milleti meydana getirmeye uğraşmanın boşa yorulmak olduğuna kanaat getirecektir.
İslamcılık: Osmanlı milliyeti siyasetinin başarısızlığı üzerine İslamiyet politikası meydan aldı diyen Akçura, İslamcılık siyasetinin Dünyadaki Müslümanlardan bir İslam birliği meydana getirmek amacı ve eylemi olduğunu söylüyor. Avrupalı yazarların Panislamizm dediği bu fikir Osmanlılık fikrinin zayıflamasıyla Abdülaziz zamanında başlamış olup,Abdülhamit zamanında fikirden eyleme geçmiştir. Bu dönemde Müslüman memleketlerinde geniş bir Panislamist propagandaya girilmiştir.
Akçura, bu politikanın güçlüklerini anlatırken şunları göz önüne alır: Önce Tanzimatın Osmanlı toplulukları arasında yaymayı amaç tuttuğu siyasal ve hukuksal eşitlik artık söz konusu olmayacaktır. Hatta Türkler arasında bile mezhepsel, dinsel çatışmalar çoğalabilecektir. Müslüman ülkelerin çoğunun idaresini ellerinde tutan batılı devletler de bu tasarının gerçekleşmesine izin vermeyeceklerdir. Ancak bu politikanın olumlu yanları da vardır. Onlar da, Osmanlı memleketlerinde din esasına dayalı güçlü bir Müslüman birliği kurulacağı, Dünyadaki Müslümanların Halifenin etrafında toplanmaları için sağlam bir zemin hazırlanacağı idi. Bu arada İslamda din ile devletin bir bütün olarak kabul edilmiş olmasını, Kuranın anayasa niteliği taşımasını, halifenin Müslümanlarca imam kabul edilmekte olmasını, İslamcılığı kolaylaştırıcı etkenler olarak görmektedir. Ancak dış engelleri çok kuvvetli gören Akçura bu siyasete, İslam tebaya sahip büyük devletlerin, İslam ülkeleri üzerindeki etkilerini kullanarak engel olacaklarını söylüyor.
Türkçülük: Bu siyasetin uygulaması, önce Osmanlı İmparatorluğundaki Türklerin, Türk olmadıkları halde az çok Türkleşmiş olanların ve ulusal bilinçden yoksun olanların bilinçlendirilmesi ve Türkleştirilmesi ile başlayacaktır. Asıl fayda Asya ile Doğu Avrupa2da yayılmış olan Türklerin birleştirilmesi sonucu meydana gelecek azametli bir siyasal milliyetin elde edilmesiyle sağlanacaktır. Türkçülük fikrinin uygulanmasında Osmanlı Devleti Japonyanın sarı ırk için oynadığı rolü oynayacak ve liderlik edecektir.
Bu siyasetin engelleri ise şunlardır: Önce Osmanlı Devletinde Müslüman olup da Türk olmayan ve Türkleştirilmesine imkan olmayan topluluklar Osmanlı Devletinden ayrılmak isteyeceklerdir. Büyük bir Türk nüfusa sahip olan Rusyanın da bu siyasete engel olmak isteyeceği kesindir. Ancak Türkçülüğün harici engelleri İslamcılığa göre daha azdır.
Sonuç olarak Akçura, Osmanlıcılığı uygulanması imkansız bir siyaset olarak gösteriyor. İslamcılık ve Türkçülüğü ise, eşit denebilecek yarar ve zararlara sahip olarak niteliyor. Makalesini şöyle bitiriyor:
Hülasa öteden beri zihnimi işgal edip de kendi kendimi ikna edecek cevabını bulamadığım sual yine önüme dikilmiş cevap bekliyor: Müslümanlık, Türklük siyasetlerinsen hangisi Osmanlı Devleti için daha yaralı ve kabil-i tatbiktir.
Yusuf Akçura bu makalesiyle yüzyılın ilk yarılarında İstanbulda Mekteb-i Tıbbiye öğrencileri arasında etkili olmaya başlaysan Türkçülüğü sistematik olarak ilk kez ortaya koydu. Bu nedenle Üç Tarz-ı Siyaset Türkçülüğün manifestosu kabul edilmektedir .
Rusyadaki Siyasî Faaliyetleri
Y. Akçuranın Rusyada bulunduğu yıllar Türkçülük fikrinin buralarda yayılmasına müsait bir ortama sahipti. Rus-Japon Savaşı ve onu takip eden 1905 ihtilâli ve Rus meşrutiyetinin ilanı sırasında Akçura Rusyada idi. Burada uygun zemin bulmuş olan Türkçülüğü yaymak amacıyla Kazanda tarih, coğrafya ve Osmanlı-Türk edebiyatı öğretmenliği yaptı. Kazan Muhbiri adlı bir gazete çıkarmaya başladı. Gaspıralı İsmail Bey, Ali Merdan Bey, Abdürreşit Kadı ibrahimof gibi Türkçülerle birlikte 1905′te Rusya Müslümanları İttifakı adında büyük bir parti kurdu. Bu partinin merkez idare heyeti üyeliğine ve umumî katipliğine seçildi.
Bu parti ile vicdan hürriyeti, hukuk eşitliği ve kültürel gelişmeye müsait bir ortam için mücadele eden Akçura birinci seçimlerde Rus meclisi Dumaya Kuzey Türklerinin girmelerini sağladı. Bu arada tutuklanarak seçimler bitene kadar hapiste tutuldu. Akçura Türkiyeye geldiği 1908 yılına kadar siyaset ve kültür çalışmalarına devam etti.
1906′da toplanan İttifakın üçüncü kongresinde, genel sekreter olarak görev yaptı ve Türkçülüğün gelişmesi için aynı zamanda Rusyada bulunan Türkler arasındaki ayrılıkların giderilmesi için önemli kararlar almasını sağladı.
1907′de Rusyada katı yönetim tekrar başlayıp meclis dağıtılıp, kanun*lar Rus olmayanlar aleyhine değiştirilince buna karşı yayın yapan Akçura takibata uğradı. Kendisi tevkif edilmek için arandığı sırada Osmanlı Devletinde II. Meşrutiyetin ilan edildiğini öğrenince işlerini tasfiye ederek Ekim 1908′de İstanbula geldi.
5. Türkiyeye Dönüş Ve Türkiyedeki Faaliyetleri
Y. Akçura İstanbula döner dönmez, Türkçü çalışmalarına aynı hızla devam etti. Aralarında Ahmet Mithat, Emrullah Efendi, Necip Asım, Bursalı Fuat Raif, Feylesof Rıza Teyfik ve Ahmet Ferit (Tek) gibi şahısların bulunduğu kişilerle 25 Aralık 1908′de Türk Derneğini kurdular.
1909-1910 sıralarında Sırat-ı Müstakim adlı bir dergide yazılarını ya*yınlamaya başladı. Ömrü kısa olan Türk Derneğinin yerine 18 Ağustos 1911′de Mehmet Emin (Yurdakul), Ahmet Hikmet, Ağaoğlu Ahmet, Hüseyinzade Ali, Doktor Akil Muhtar ile birlikte Türk Yurdu adlı bir dernek kurdu. Bu derneğin yayın organı olarak da Türk Yurdu Dergisini çıkarmaya başladı. Bu dergi Akçuranın idaresinde tam 17 yıl yayın hayatında kalacaktır. Akçura, 1912′de açılan Türk Ocağının kuruluşuna da aktif olarak katıldı.
1916 yılında Rusya Mahkumu Müslüman Türk-Tatarların Hukukunu Müdafaa Cemiyeti adlı büyük bir siyasi örgüt kurdu. Bu örgüt Avrupanın çeşitli kentlerinde konferanslar verip yöneticilerle temasa geçerek Rusyadaki Türklerin haklarını dile getiriyordu. Akçuranın buradaki konferansları bir muhtıra şeklinde Fransızca ve Almanca olarak yayınlandı. İsveç, Danimarka, Norveç, İsviçre ve ABD gibi o tarihlerde tarafsız olan ülkelere de Rusyadaki Türklerin durumunu anlatan ve yardım isteyen muhtıralar yolladı.
1918 yılında Hilal-i Ahmer temsilcisi olarak Rusyadaki Türk esirlerini kurtarmak için görüşmelerde bulunmak üzere Rusyaya gitti ve bir yıl kadar burada kaldı. 1919′da yenilmiş ve işgale uğramış Türkiyeye dönen Akçura, Ekim 1919′da Ahmet Feritin kurduğu Milli Türk Fırkasına katıldı. 1919 sonunda İngilizler tarafından hapsedildi. 1920′de hapisten çıkınca Selma Hanım ile evlenerek karıkoca Millî Mücadeleye katılmak üzere Anadoluya geçtiler. Burada Dışişleri Bakanlığında Genel Müdür olarak görev yaptı. 1923′te İstanbul milletvekili seçildi. Osmanlı Döneminde İttihat ve Terakki ile organik bağları olmasını istemeyen ve Cemiyete üye olmayan Akçura, Cumhuriyet döneminde Cumhuriyet Halk Fırkasından milletvekili olmayı kabul etmiştir.
1925′te açılan Ankara Hukuk Mektebinde siyasî tarih hocalığına baş*lamış, 1931′de Atatürk tarafından Türk Tarih Kurumunu kurmakla görevli bilim adamları arasında yer almış ve 1932′de buranın başına getirilmiştir. 1933 Üniversite Reformundan sonra İstanbul Üniversitesinde Siyasi Tarih profesörlüğü de yaptı.
1934′te sağlığı bozulan Akçura 11 Mart 1935′te Kars Milletvekili iken kalp krizi geçirerek öldü.
SONUÇ
Yusuf Akçura ömrü boyunca Türkçülük fikrine sadık kalmıştır. Sosya*list fikirleri de yakından tanıyan bir insan olarak, bu fikirleri Türkçülük fikriyle bağdaştırmaya çalıştı. Akçuranın Türkçülüğü, Balkanlardan Çine kadar çeşitli ülkeleri kapsamaktadır. Osmanlı Devleti ise Türk Dünyasının ancak bir parçasıdır.
Akçura tarih araştırmalarında faydacılığa taraftardır. Birinci Türk Tarih Kongresinde sunduğu tebliğde Tarih mücerret bir ilim değildir. Tarih hayat içindir; Tarih milletlerin, kavimlerin varlıklarını muhafaza etmek, kuvvetlerini inkişaf ettirmek içindir demiştir.
Akçura ölümünden sonra neredeyse unutulmuştur. Onun Türk tarihçileri tarafından dışlanmasını Ercümend Kuran şöyle yorumluyor:
Bu durumu izah etmek kolaydır: Akçura Moğol İmparatorluğunu yüceltmiş ve Cengiz Hanı Türk saymıştır. Ayrıca Türk tarihinin gelişmesinde İslamiyete tali derecede yer vermiştir. Son olarak o sosyalizme yatkındı. Türk tarihçilerinin çoğunun 1940′lardan sonra Moğolları Türk kabul etmemeleri, Türk-İslâm sentezine yönelmeleri ve sosyalizme cephe almaları milliyetçi çevrelerin Akçurayı ihmal etmelerine sebep olmuştur. Üstelik Akçuranın Ziya Gökalpin muasırı olması onun için bir talihsizlik teşkil etmiştir. Çünkü o Gökalpte bilgili olduğu halde, Gökalpin terkip kabiliyetine sahip bulunmuyordu. Gökalpin ülkücülüğü Türk aydınlarının psikolojisine daha uygun düşüyor adeta büyülüyordu.
Y. Akçuranın Türkçülük, Türk tarihi ve Türk fikir hareketine katkılarını şu ana başlıklar altında gruplandırabiliriz.
- Üç Tarz-ı Siyaset adlı makalesiyle Türkçülüğü ilk defa bir siyaset şekli olarak ortaya koyması,
- Türkçülüğü bir bütün olarak görmesi ve bunu sürekli savunması,
- Türk milliyetçiliğinin teşkilatlanmasında kurduğu dernek ve yazılarla oynadığı rol,
- Rusyadaki Türklerin bilinçlenmesi ve örgütlenmesi konusunda ö*nemli rol oynaması,
- Türk Yurdu Dergisiyle Türkçülük konusunda yaptığı çalışmalar,
- Türkçülüğün tarihini yazan ilk araştırmacı olması (Türk Yılı 1928 adlı eseri bu konuda tektir),
- Nihayet Türk Tarih Kurumu ve buradaki hizmetleri.
Yusuf Akçuranın Bütüncü Türkçü görüşlerinin Rus egemenliğinde yaşayan Türk devletlerinin bağımsızlıklarına kavuşmalarıyla yeniden güncel hale geldiği kanısındayız.
Dipçe: Dr. Cemal Avcının yazısından yararlanılmıştır.