YUNAN ZULMÜ
Büyük İskenderin ölümünden sonra büyük Yunan İmparatorluğu üçe ayrıldı: » Selevki ya da Asur Yunanistanı » Ptolemya ya da Mısır Yunanistanı » Makedonya ya da Atina, Sparta vb. bağımsız şehir devletlerini içeren asıl Yunanistan Başta Yisrael Mısır Ptolemyalıları tarafından yönetilen kısmın egemenliğine girdi. Ptolemyalılar genellikle liberal ve açık fikirli kişilerdi. Dünyanın kültürel merkezi olan başkentleri İskenderiyenin görüşünü sürdürüyorlardı. Ancak bu durum M.Ö. 198 yılında Panyas (ya da Banyas, İsrailin kuzeyinde, bugün de ziyaret edebileceğiniz bir belde) Savaşından sonra değişir ve Asur Selevkileri Yisraelin kontrolünü ellerine geçirir. Artık durum istikrarsızdır. Yeni Selevki imparatoru Antiohos Epifanes kendini büyük baskı altında hisseder. Bir yandan Ptolemyalıları sindirmeye çalışmakta, diğer yandan Romanın artan gücünün endişesini yaşamaktadır. Savunmasındaki zayıf noktanın Yisrael olduğuna karar verir. Yisraelin Mısır ve Akdenize (Romalılar oradan gelecektir) sınırları vardır. En kötüsü de Yahudiler Yunan kültürünü benimsememiştir. Bunun çaresine bakacaktır. DÜNYALAR ÇARPIŞINCA Yıllar önce bilinen bütün dünyayı fetheden Yunanlılar Yahudilerle ilk karşılaştıklarında şaşırır. Daha önce hiç böyle bir halkla karşılaşmamışlardır. O zamanlar Yahudiler dünyadaki yegane tektanrıcılardır ve herkesinkinden tamamıyla farklı bir dünya görüşüne sahiptirler: var olan her şey sonsuz, görülmez ve şefkatli bir Tanrı tarafından yaratılmış ve sürdürülmektedir. Yunanlılar bu görüşü, özellikle de ölümlülerin yaşamlarıyla ilgilenen bu şefkatli Varlık fikrini anlaşılamaz bulmaktadır. Üstüne üstlük Yunanlılar Yahudilerin Tora görüşünü anlayamaz. Yahudilerin Tanrıdan aldıklarını ileri sürdüğü ve barış, kardeşlik, sosyal sorumluluk, hayata saygıya dair garip öğretiler içeren eski bir kitap... Bütün bu değerler Yunanlıların mükemmel bir dünya fikrinden olabildiğince uzaktır. Kısacası Yunanlılar Yahudilerle ne yapacaklarını bilemez Yahudilerin de kafası karışmıştır. Yunanlılar eğitime ve entelektüel arayışlara Yahudilerin de çok değer verdiği ve hayranlık duyduğu unsurlar- değer veren ulustur. Yunanlılar Yahudilerin çok hoşuna giden güzel bir dil konuşmaktadır. (Talmud Rumcanın dünyadaki en güzel lisan olduğunu ve İbranice dışında kaşer bir Tora rulosunu yazabileceğiniz tek lisan olduğunu söyler). Gerçekten de Tora kısa zamanda Rumcaya çevrilmiştir (M.Ö. 3. yüzyılda) ve bu, Yahudi tarihindeki ilk çeviridir. Bu çeviri, yapan 70 rabiden esinlenerek Septagent diye adlandırılmıştır. (Bu çeviri Yahudi halkı için ulusal bir felaket olarak kabul edilir. Yahudi olmayan bir ulusun elinde artık erişilir olan İbrani Torası sık sık Yahudilere karşı kullanılmış ve kasten yanlış yorumlanmıştır. Günümüzde Hıristiyan Tevratlarının çoğu Roma İmparatorluğunun dili olan Latinceye, ondan da İngilizceye çevrilen Rumca versiyona dayanır. Bu süreçte ne kadar yanlış yorumlama ve hata yapıldığını tahmin edebilirsiniz.) Ne var ki İbrani Torasının Rumcaya çevrilmesi kaçınılmazdı çünkü Rumca eski Akdeniz aleminin dili oldu. Şimdi İngilizcenin olduğu gibi her yerde kullanılıyordu! Böylece çoğu Babil sürgünü sayesinde Aramice konuşan Yahudiler Rumca da konuşmaya başladı. (O zaman İbranice esas olarak dua ve öğrenim diliydi.) Karşılıklı beğeniye rağmen ki bu birçok Yahudiyi çekti- büyük farklılıklar hakim kültür tarafından daha fazla hoş görülemedi. ZORUNLU HELENLEŞTİRME Antiohos Epifanes M.Ö. 169 ile M.Ö. 167 yılları arasında Yahudiliği yok etmeye yeltenerek Yisrael Yahudilerini Helenleştirmek için kasti önlemler alınca balayı dönemi sona erer. Antiokosun ilk yaptığı şey Yahudilerin güç makamını ele geçirmek olur. Koen Gadolü görevden alır ve yerine, kendisine bağlı olan bir Yahudiyi getirir. Koen Gadolluk o andan itibaren büyük ölçüde yoldan çıkmış bir kurum haline gelir (25. bölümde açıkladığımız gibi). Böylece Yahudi tarihinin ileriki dönemlerde bütün temel kurumlarında bozulmaya yol açacak bir değişim gerçekleşti: monarşi, koenlik, Bet-Amikdaş ayinleri. Nispeten temiz kalacak olanlar Sanhedrin, Yahudi Yüce Mahkemesi ve göreceğimiz gibi Talmudu yazacak olan rabilerdir. Kendi Koen Gadolunu yerleştirdikten sonra Antiohos Yahudi takvimini ortadan kaldırmaya çalışır. Antiohos artık Yahudileri çok iyi anlamaktadır. Ona göre zaman bu insanlarda sabit fikir haline gelmiştir. Zamanı kutsallaştırmaya çalışmaktadırlar. Zamanı yok ederseniz, Yahudilerin Yahudiliği uygulama yeteneğini de yok edersiniz. Dolayısıyla Antiohos Şabata ve Yeni Aya uymayı (Roş Hodeş), bayramları kutlamayı Pesah, Şavuot, Roş Aşana, Yom Kipur, Sukot- yasaklar. Ardından Antiohos kaşerut kurallarına uymayı ve Tora öğrenmeyi de yasaklar. Tora ruloları herkesin gözü önünde yakılır ve kutsal kitapları kirletmek için üzerlerinde domuzlar kurban edilir. Antiohos domuzun Yahudiler için özellikle tiksindirici olduğunu bildiğinden, aklını bu hayvana takmış gibidir. Koen Gadolu Yeruşalayimdeki Bet-Amikdaşta domuz kurban etmeye ve Yunan tanrılarına tapmaya izin vermeye bile zorlar. En sonunda Antiohos sünneti de yasaklar. Yahudiler için bu, Tanrı ile antlaşmalarının fiziksel, elle tutulur işaretidir. İnsan vücudunun mükemmelliğine tapan Yunanlılar ise bu son derece tiksindiricidir. Onlara göre sünnet etmek, kötürüm etmektir. Yahudiler direnir, Antiohos ve yandaşları vahşete başvurur. Yahudi tarihçi Rabi Berel Wein Echoes of Glory (İhtişamın Yankıları) adlı kitabında bunları anlatır: Oğullarının sünnet edilmesine izin veren kadınlar, oğulları boyunlarına bağlanmış şekilde öldürülüyordu. Yisraelin bilginleri kovalanıyor, yakalanıyor ve öldürülüyordu. Domuz yemeyi ya da kurban etmeyi reddeden Yahudiler ölünceye kadar işkence görüyordu. Yeudadaki en küçük köy bile Helenistlerin baskısından kurtulamıyordu. Her kasabada Zeus ve diğer pagan tanrılar için sunaklar kuruluyor ve her bölgeden Yahudiler kurban törenlerine katılmaya zorlanıyordu. Bu türde bir dini zulüm insanlık tarihinde o ana kadar görülmemişti. O zamana kadar eski dünyada hiç kimse başka bir ulusun dinine karşı savaş ilan etmemişti çünkü çoktanrıcılığın görüşü şuydu: Ben senin tanrına tapacağım, sen de benim tanrıma tapacaksın. Ne kadar çok tanrı varsa o kadar iyi. (Daha ileride Yunan ve Roma mitolojilerinin karıştığını ve Zeusun Jüpiter olduğunu, vb. göreceğiz. Çokçulukta en son nokta: herkesin dini başkasınınki kadar iyidir.) Çoktanrılı alemde kimse dini için ölmedi. Hiç kimse. Yahudiler hariç. Yahudiler bu hayatta, uğruna ölmeye değer şeyler olduğu görüşünü savunur; hayatın kendisinden de önemli şeyler... Yahudiler, Yahudilik için hayatlarından vazgeçmeye hazırdır. Tanrının insanların Onun için ölmesine ihtiyacı duyduğundan değil, Toranın ideolojisi, o olmadığı takdirde insanlık yok olmasına yol açacak bir şey olduğu için. Ulusların üzerindeki ışık olması gereken Yahudiler misyonlarını terk edemez, hayatları tehdit altında olsa bile. Tabii ki Yahudilerin kesime giden kuzular gibi olması gerekmez. Böyle bir zulme karşı koyabilirler, koyarlar da. Ancak bu mücadelenin en korkunç yönü Yahudiliği savunan Yahudilerin, Yunanlıların yanı sıra Helenizmi kabul eden Yahudi kardeşleri ile de savaşmaları gerektiğidir. YAHUDİLER YAHUDİLERİN KARŞISINDA Yunanlılar Yahudiliğe saldırdığında bunu Yahudi halkının belli bir hizip mezhebinin yardımıyla yapar: Helenleşmiş Yahudiler. Yunan kültürüne girmiş olan Yahudiler vardı. Bunda şaşacak bir şey yok. Yunan kültürü eski dünyanın en önemli kültürel ortamıydı. Yahudi tarihinde bunun örneklerini görürüz. Aydınlanmış, gelişimci ve dünyayı değiştiren bir dünya kültürü gelir ve bazı üst sınıf Yahudiler bu kültürü benimser. Neden? Çünkü zengin ve sofistikeler, çok boş zamanları vardır. O zaman diğer Yahudilere derler ki: Modernleşelim. Bu eski Yahudi saçmalıklarını unutun. (İspanyada, Almanyada ve hatta günümüzde Amerikada bu örnek tekrarlanmıştır.) O dönemde Yunan yetkililerinin isteklerine uyan ve Helenleşen küçük ama çok yerel ve güçlü bir Yahudi grubu vardır. Yunanlıların yaptığı her şeyi yaparlar. Çocuklarını beden eğitimi okullarına yollarlar ve birçok Yunan faaliyeti çıplak yapıldığından, Yunanlılar onları sakat addetmesin diye sünnetlerini çok acı veren bir operasyonla düzelttirirler. İşleri daha da zorlaştıran, Helenleşmiş ve ana görüşü savunan Yahudiler arasındaki ayrılmaya paralel başka bir ayrılma daha olmasıdır: dindar Yahudilerin iki fraksiyonu arasında. Bu ayrılma Zadok ile Bysos adlı iki öğretmenin Sözlü Toranın ilahi özelliğinden yoksun yeni bir Yahudilik şeklini vaaz etmesiyle başlar (26. bölümde açıklamıştık). Yandaşlarına Sadusiler ve Bysosimler denir ama tarihte devamlılıklarını sürdürenler Sadusilerdir. Ana görüşü savunan ve Yahudi kanununu her zaman uygulandığı şekliyle koruyan Yahudiler ne tuhaftır ki, Farisiler yani ayrımcılar diye adlandırılır. Sadusiler Sözlü Toranın Tanrıdan geldiğine inanmadığından sadece Yazılı Toranın kanunlarına uymak zorunda olduklarını savunurlar, Yazılı Torayı da harfi harfine okurlar. Ama Yazılı Toranın çok sayıda kuralı Sözlü Tora olmadan anlaşılamaz. Yanıtları mı? Her koyun kendi bacağından asılır. Herkes ne anlama geldiğine kendi karar verecek ve buna göre hareket edecek. Sadusiler, Rabi Berel Weinin açıkladığı gibi, Helenleşmiş Yahudiler arasında doğal müttefikler bulur: Sadusiler, Helenist Yahudilerin gözünde rabinik düşmanlarından her zaman daha çok kabul gördü. Helenistlerle Sadusiler arasındaki geleneksel Yahudiliğe karşı birleşme, İkinci Bet -Amikdaş ve sonrasında Yahudi yaşamında sürekli bir karmaşa sağladı. (Echoes of Glory, sh.38) (Sadusileri daha ayrıntılı bir şekilde gelecek bölümlerde, Roma İmparatorluğu ve Yahudiler üzerindeki hakimiyetine geldiğimizde işleyeceğiz. Eski tarihçi Josephus Contra Apion adlı eserinde o zamanlar Yahudilerin inançlarını söyle açıklar: (Kanunlarının tam olarak açıklanmasında en yetenekliler olarak kabul edilen ve öncü ekol olan) Farisiler her şeyi kadere ve Tanrıya atfeder, kader her eyleme eşlik ettiği halde yine de doğru olanı ya da aksini yapmanın başlıca olarak insanın elinde olduğunu kabul eder. Bütün ruhların ölümsüz olduğuna ama sadece iyi insanların ruhunun başka bedenlere geçtiğini, kötü insanların ruhununsa ebedi cezaya tabi tutulduğunu söylerler. İkinci örgütü meydana getiren Sadusiler kaderi tamamıyla devre dışı bırakır ve Tanrının bizim kötü olanı yapıp yapmamamızla ilgilenmediğini varsayar. İyi ve kötü olanı yapmanın insanın seçimi olduğunu ve bu seçimin, istediği gibi hareket etmekte özgür olan her bir insana ait olduğunu söyler. Ruhun ölümsüzlüğüne ve öbür dünyada cezaya ve ödüle inanmazlar. Dahası Farisiler birbirlerine karşı dostça hareket eder, cemaatle ahenkli ilişkiler geliştirir ama Sadusilerin birbirlerine karşı davranışı kabaca, kendi taraflarından olanlarla konuşmaları sanki yabancı imişler gibi barbarcadır. Sadusilerin Yunan düşüncesinin nasıl etkisinde kaldığını görebilirsiniz. Koen Gadolluğun ve Bet-Amikdaş ayinlerinin neden öylesine yoldan çıktığının (o zamanlar üst sınıf sayılan koen sınıflarının birçoğu Sadusiliği seçtiğinden) nedenlerinden biridirler. Talmudun o kadar çok Koen Gadolun Yom Kipur ayini sırasında öldüğünü söylemesi de bu yüzdendir. (Bkz. 25. bölüm) Bet -Amikdaşın bozulması, zorunlu Helenleştirme ve zulüm sonunda ana görüşü savunan Yahudilerin sabrını taşırır. Yunanlılara karşı ayaklandıklarında Yahudiler arasındaki işbirlikçilere de saldırırlar. Makabilerin başkaldırısı bugün Hanuka olarak kutladığımız- Yunanistana karşı bir savaş olduğu kadar Yahudiler arasında da bir iç savaştır. Ulusal özgürlük ya da fiziksel özgürlük savaşı değil, bir fikirler çarpışmasıdır.
Büyük İskenderin ölümünden sonra büyük Yunan İmparatorluğu üçe ayrıldı: » Selevki ya da Asur Yunanistanı » Ptolemya ya da Mısır Yunanistanı » Makedonya ya da Atina, Sparta vb. bağımsız şehir devletlerini içeren asıl Yunanistan Başta Yisrael Mısır Ptolemyalıları tarafından yönetilen kısmın egemenliğine girdi. Ptolemyalılar genellikle liberal ve açık fikirli kişilerdi. Dünyanın kültürel merkezi olan başkentleri İskenderiyenin görüşünü sürdürüyorlardı. Ancak bu durum M.Ö. 198 yılında Panyas (ya da Banyas, İsrailin kuzeyinde, bugün de ziyaret edebileceğiniz bir belde) Savaşından sonra değişir ve Asur Selevkileri Yisraelin kontrolünü ellerine geçirir. Artık durum istikrarsızdır. Yeni Selevki imparatoru Antiohos Epifanes kendini büyük baskı altında hisseder. Bir yandan Ptolemyalıları sindirmeye çalışmakta, diğer yandan Romanın artan gücünün endişesini yaşamaktadır. Savunmasındaki zayıf noktanın Yisrael olduğuna karar verir. Yisraelin Mısır ve Akdenize (Romalılar oradan gelecektir) sınırları vardır. En kötüsü de Yahudiler Yunan kültürünü benimsememiştir. Bunun çaresine bakacaktır. DÜNYALAR ÇARPIŞINCA Yıllar önce bilinen bütün dünyayı fetheden Yunanlılar Yahudilerle ilk karşılaştıklarında şaşırır. Daha önce hiç böyle bir halkla karşılaşmamışlardır. O zamanlar Yahudiler dünyadaki yegane tektanrıcılardır ve herkesinkinden tamamıyla farklı bir dünya görüşüne sahiptirler: var olan her şey sonsuz, görülmez ve şefkatli bir Tanrı tarafından yaratılmış ve sürdürülmektedir. Yunanlılar bu görüşü, özellikle de ölümlülerin yaşamlarıyla ilgilenen bu şefkatli Varlık fikrini anlaşılamaz bulmaktadır. Üstüne üstlük Yunanlılar Yahudilerin Tora görüşünü anlayamaz. Yahudilerin Tanrıdan aldıklarını ileri sürdüğü ve barış, kardeşlik, sosyal sorumluluk, hayata saygıya dair garip öğretiler içeren eski bir kitap... Bütün bu değerler Yunanlıların mükemmel bir dünya fikrinden olabildiğince uzaktır. Kısacası Yunanlılar Yahudilerle ne yapacaklarını bilemez Yahudilerin de kafası karışmıştır. Yunanlılar eğitime ve entelektüel arayışlara Yahudilerin de çok değer verdiği ve hayranlık duyduğu unsurlar- değer veren ulustur. Yunanlılar Yahudilerin çok hoşuna giden güzel bir dil konuşmaktadır. (Talmud Rumcanın dünyadaki en güzel lisan olduğunu ve İbranice dışında kaşer bir Tora rulosunu yazabileceğiniz tek lisan olduğunu söyler). Gerçekten de Tora kısa zamanda Rumcaya çevrilmiştir (M.Ö. 3. yüzyılda) ve bu, Yahudi tarihindeki ilk çeviridir. Bu çeviri, yapan 70 rabiden esinlenerek Septagent diye adlandırılmıştır. (Bu çeviri Yahudi halkı için ulusal bir felaket olarak kabul edilir. Yahudi olmayan bir ulusun elinde artık erişilir olan İbrani Torası sık sık Yahudilere karşı kullanılmış ve kasten yanlış yorumlanmıştır. Günümüzde Hıristiyan Tevratlarının çoğu Roma İmparatorluğunun dili olan Latinceye, ondan da İngilizceye çevrilen Rumca versiyona dayanır. Bu süreçte ne kadar yanlış yorumlama ve hata yapıldığını tahmin edebilirsiniz.) Ne var ki İbrani Torasının Rumcaya çevrilmesi kaçınılmazdı çünkü Rumca eski Akdeniz aleminin dili oldu. Şimdi İngilizcenin olduğu gibi her yerde kullanılıyordu! Böylece çoğu Babil sürgünü sayesinde Aramice konuşan Yahudiler Rumca da konuşmaya başladı. (O zaman İbranice esas olarak dua ve öğrenim diliydi.) Karşılıklı beğeniye rağmen ki bu birçok Yahudiyi çekti- büyük farklılıklar hakim kültür tarafından daha fazla hoş görülemedi. ZORUNLU HELENLEŞTİRME Antiohos Epifanes M.Ö. 169 ile M.Ö. 167 yılları arasında Yahudiliği yok etmeye yeltenerek Yisrael Yahudilerini Helenleştirmek için kasti önlemler alınca balayı dönemi sona erer. Antiokosun ilk yaptığı şey Yahudilerin güç makamını ele geçirmek olur. Koen Gadolü görevden alır ve yerine, kendisine bağlı olan bir Yahudiyi getirir. Koen Gadolluk o andan itibaren büyük ölçüde yoldan çıkmış bir kurum haline gelir (25. bölümde açıkladığımız gibi). Böylece Yahudi tarihinin ileriki dönemlerde bütün temel kurumlarında bozulmaya yol açacak bir değişim gerçekleşti: monarşi, koenlik, Bet-Amikdaş ayinleri. Nispeten temiz kalacak olanlar Sanhedrin, Yahudi Yüce Mahkemesi ve göreceğimiz gibi Talmudu yazacak olan rabilerdir. Kendi Koen Gadolunu yerleştirdikten sonra Antiohos Yahudi takvimini ortadan kaldırmaya çalışır. Antiohos artık Yahudileri çok iyi anlamaktadır. Ona göre zaman bu insanlarda sabit fikir haline gelmiştir. Zamanı kutsallaştırmaya çalışmaktadırlar. Zamanı yok ederseniz, Yahudilerin Yahudiliği uygulama yeteneğini de yok edersiniz. Dolayısıyla Antiohos Şabata ve Yeni Aya uymayı (Roş Hodeş), bayramları kutlamayı Pesah, Şavuot, Roş Aşana, Yom Kipur, Sukot- yasaklar. Ardından Antiohos kaşerut kurallarına uymayı ve Tora öğrenmeyi de yasaklar. Tora ruloları herkesin gözü önünde yakılır ve kutsal kitapları kirletmek için üzerlerinde domuzlar kurban edilir. Antiohos domuzun Yahudiler için özellikle tiksindirici olduğunu bildiğinden, aklını bu hayvana takmış gibidir. Koen Gadolu Yeruşalayimdeki Bet-Amikdaşta domuz kurban etmeye ve Yunan tanrılarına tapmaya izin vermeye bile zorlar. En sonunda Antiohos sünneti de yasaklar. Yahudiler için bu, Tanrı ile antlaşmalarının fiziksel, elle tutulur işaretidir. İnsan vücudunun mükemmelliğine tapan Yunanlılar ise bu son derece tiksindiricidir. Onlara göre sünnet etmek, kötürüm etmektir. Yahudiler direnir, Antiohos ve yandaşları vahşete başvurur. Yahudi tarihçi Rabi Berel Wein Echoes of Glory (İhtişamın Yankıları) adlı kitabında bunları anlatır: Oğullarının sünnet edilmesine izin veren kadınlar, oğulları boyunlarına bağlanmış şekilde öldürülüyordu. Yisraelin bilginleri kovalanıyor, yakalanıyor ve öldürülüyordu. Domuz yemeyi ya da kurban etmeyi reddeden Yahudiler ölünceye kadar işkence görüyordu. Yeudadaki en küçük köy bile Helenistlerin baskısından kurtulamıyordu. Her kasabada Zeus ve diğer pagan tanrılar için sunaklar kuruluyor ve her bölgeden Yahudiler kurban törenlerine katılmaya zorlanıyordu. Bu türde bir dini zulüm insanlık tarihinde o ana kadar görülmemişti. O zamana kadar eski dünyada hiç kimse başka bir ulusun dinine karşı savaş ilan etmemişti çünkü çoktanrıcılığın görüşü şuydu: Ben senin tanrına tapacağım, sen de benim tanrıma tapacaksın. Ne kadar çok tanrı varsa o kadar iyi. (Daha ileride Yunan ve Roma mitolojilerinin karıştığını ve Zeusun Jüpiter olduğunu, vb. göreceğiz. Çokçulukta en son nokta: herkesin dini başkasınınki kadar iyidir.) Çoktanrılı alemde kimse dini için ölmedi. Hiç kimse. Yahudiler hariç. Yahudiler bu hayatta, uğruna ölmeye değer şeyler olduğu görüşünü savunur; hayatın kendisinden de önemli şeyler... Yahudiler, Yahudilik için hayatlarından vazgeçmeye hazırdır. Tanrının insanların Onun için ölmesine ihtiyacı duyduğundan değil, Toranın ideolojisi, o olmadığı takdirde insanlık yok olmasına yol açacak bir şey olduğu için. Ulusların üzerindeki ışık olması gereken Yahudiler misyonlarını terk edemez, hayatları tehdit altında olsa bile. Tabii ki Yahudilerin kesime giden kuzular gibi olması gerekmez. Böyle bir zulme karşı koyabilirler, koyarlar da. Ancak bu mücadelenin en korkunç yönü Yahudiliği savunan Yahudilerin, Yunanlıların yanı sıra Helenizmi kabul eden Yahudi kardeşleri ile de savaşmaları gerektiğidir. YAHUDİLER YAHUDİLERİN KARŞISINDA Yunanlılar Yahudiliğe saldırdığında bunu Yahudi halkının belli bir hizip mezhebinin yardımıyla yapar: Helenleşmiş Yahudiler. Yunan kültürüne girmiş olan Yahudiler vardı. Bunda şaşacak bir şey yok. Yunan kültürü eski dünyanın en önemli kültürel ortamıydı. Yahudi tarihinde bunun örneklerini görürüz. Aydınlanmış, gelişimci ve dünyayı değiştiren bir dünya kültürü gelir ve bazı üst sınıf Yahudiler bu kültürü benimser. Neden? Çünkü zengin ve sofistikeler, çok boş zamanları vardır. O zaman diğer Yahudilere derler ki: Modernleşelim. Bu eski Yahudi saçmalıklarını unutun. (İspanyada, Almanyada ve hatta günümüzde Amerikada bu örnek tekrarlanmıştır.) O dönemde Yunan yetkililerinin isteklerine uyan ve Helenleşen küçük ama çok yerel ve güçlü bir Yahudi grubu vardır. Yunanlıların yaptığı her şeyi yaparlar. Çocuklarını beden eğitimi okullarına yollarlar ve birçok Yunan faaliyeti çıplak yapıldığından, Yunanlılar onları sakat addetmesin diye sünnetlerini çok acı veren bir operasyonla düzelttirirler. İşleri daha da zorlaştıran, Helenleşmiş ve ana görüşü savunan Yahudiler arasındaki ayrılmaya paralel başka bir ayrılma daha olmasıdır: dindar Yahudilerin iki fraksiyonu arasında. Bu ayrılma Zadok ile Bysos adlı iki öğretmenin Sözlü Toranın ilahi özelliğinden yoksun yeni bir Yahudilik şeklini vaaz etmesiyle başlar (26. bölümde açıklamıştık). Yandaşlarına Sadusiler ve Bysosimler denir ama tarihte devamlılıklarını sürdürenler Sadusilerdir. Ana görüşü savunan ve Yahudi kanununu her zaman uygulandığı şekliyle koruyan Yahudiler ne tuhaftır ki, Farisiler yani ayrımcılar diye adlandırılır. Sadusiler Sözlü Toranın Tanrıdan geldiğine inanmadığından sadece Yazılı Toranın kanunlarına uymak zorunda olduklarını savunurlar, Yazılı Torayı da harfi harfine okurlar. Ama Yazılı Toranın çok sayıda kuralı Sözlü Tora olmadan anlaşılamaz. Yanıtları mı? Her koyun kendi bacağından asılır. Herkes ne anlama geldiğine kendi karar verecek ve buna göre hareket edecek. Sadusiler, Rabi Berel Weinin açıkladığı gibi, Helenleşmiş Yahudiler arasında doğal müttefikler bulur: Sadusiler, Helenist Yahudilerin gözünde rabinik düşmanlarından her zaman daha çok kabul gördü. Helenistlerle Sadusiler arasındaki geleneksel Yahudiliğe karşı birleşme, İkinci Bet -Amikdaş ve sonrasında Yahudi yaşamında sürekli bir karmaşa sağladı. (Echoes of Glory, sh.38) (Sadusileri daha ayrıntılı bir şekilde gelecek bölümlerde, Roma İmparatorluğu ve Yahudiler üzerindeki hakimiyetine geldiğimizde işleyeceğiz. Eski tarihçi Josephus Contra Apion adlı eserinde o zamanlar Yahudilerin inançlarını söyle açıklar: (Kanunlarının tam olarak açıklanmasında en yetenekliler olarak kabul edilen ve öncü ekol olan) Farisiler her şeyi kadere ve Tanrıya atfeder, kader her eyleme eşlik ettiği halde yine de doğru olanı ya da aksini yapmanın başlıca olarak insanın elinde olduğunu kabul eder. Bütün ruhların ölümsüz olduğuna ama sadece iyi insanların ruhunun başka bedenlere geçtiğini, kötü insanların ruhununsa ebedi cezaya tabi tutulduğunu söylerler. İkinci örgütü meydana getiren Sadusiler kaderi tamamıyla devre dışı bırakır ve Tanrının bizim kötü olanı yapıp yapmamamızla ilgilenmediğini varsayar. İyi ve kötü olanı yapmanın insanın seçimi olduğunu ve bu seçimin, istediği gibi hareket etmekte özgür olan her bir insana ait olduğunu söyler. Ruhun ölümsüzlüğüne ve öbür dünyada cezaya ve ödüle inanmazlar. Dahası Farisiler birbirlerine karşı dostça hareket eder, cemaatle ahenkli ilişkiler geliştirir ama Sadusilerin birbirlerine karşı davranışı kabaca, kendi taraflarından olanlarla konuşmaları sanki yabancı imişler gibi barbarcadır. Sadusilerin Yunan düşüncesinin nasıl etkisinde kaldığını görebilirsiniz. Koen Gadolluğun ve Bet-Amikdaş ayinlerinin neden öylesine yoldan çıktığının (o zamanlar üst sınıf sayılan koen sınıflarının birçoğu Sadusiliği seçtiğinden) nedenlerinden biridirler. Talmudun o kadar çok Koen Gadolun Yom Kipur ayini sırasında öldüğünü söylemesi de bu yüzdendir. (Bkz. 25. bölüm) Bet -Amikdaşın bozulması, zorunlu Helenleştirme ve zulüm sonunda ana görüşü savunan Yahudilerin sabrını taşırır. Yunanlılara karşı ayaklandıklarında Yahudiler arasındaki işbirlikçilere de saldırırlar. Makabilerin başkaldırısı bugün Hanuka olarak kutladığımız- Yunanistana karşı bir savaş olduğu kadar Yahudiler arasında da bir iç savaştır. Ulusal özgürlük ya da fiziksel özgürlük savaşı değil, bir fikirler çarpışmasıdır.