Neler yeni
MEGAForum - Teknoloji Forumu

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı yada giriş yapmalısınız. Forum üye olmak tamamen ücretsizdir.

  • Web sitemizin içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için Web sitemize kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Web sitemize üye olmak tamamen ücretsizdir.
  • Sohbetokey.com ile canlı okey oynamaya ne dersin? Hem sohbet et, hem mobil okey oyna!
  • Soru mu? Sorun mu? ''Bir Sorum Var?'' sistemimiz aktiftir. Paylaşın beraber çözüm üretelim.

Yıllardır Görmeyen Gözler Açıldığında

AdoniS

MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    12 Tem 2014
  • Mesajlar
    639
  • MFC Puanı
    11


"Ve bebek açtı gözlerini dünyaya: Sürekli değişen suretler, can alıcı, parlak renkler, bir uzayıp bir kısalan, şişip sonra sönen cisimler, gölgede kalan bedenler. Şaşkın bir ifade vardı yüzünde, anlam yüklemeye çalıştığı dünyaya fırlattığı ilk bakışları meraklı."




Algı düşün tarihi boyunca insanoğlunun merakını uyandırmış, ilkçağ filozoflarından günümüze en çok irdelenip üzerine fikirler üretilen konulardan biri olagelmiş. Algı üzerine söylemlerin özellikle de "görsel algı " odaklı oluşu kuşkusuz herhangi bir tesadüf değil. Bugün, her ne kadar bilim gözün yapısı ve uyarıcıların sinirsel düzeyde beyne iletimi konusunda geniş bir bilgi birikimi ve zenginliğine sahipse de retinanın üzerine düşen iki boyutlu girdinin üç boyutlu görüşe nasıl çevrildiğini, derinlik, uzaklık, şekil, renk ve hız algılarının ne tür mekanizmalar çerçevesinde işlediğini, günlük hayatımızın bir parçası olan görsel yanılsamaların ardında yatan gerçeklerin neler olduğunu açıklamada ve güçlü ispatlar sunmada çoğunlukla yetersiz kalabiliyor / çelişkili varsayımlar öne sürebiliyor. Moleküler düzeydeki işleyişi hakkında bu denli fikir sahibi olduğumuz sistemin, psikolojik işlemleme süreçlerine derinlemesine inememek bizi günlük hayatta pek çok "çözümsüz"!?! sorunla yüz yüze bırakıyor. İşte bu sorunlardan biri de doğuştan katarakt hastalarının ameliyat sonrası açılan gözlerinde bir türlü görsel ifade bulamayan dünyaya ait. Bakıp da göremeyen gözlerin sahiplerini nasıl da hayal kırıklığına uğratabileceğine, bu hayal kırıklıklarıyla sarmalanan sürece hep beraber göz atalım.



Bilim gözün yapısı ve uyarıcıların sinirsel düzeyde beyne iletimi konusunda geniş bir bilgi birikimi ve zenginliğine sahipse de retinanın üzerine düşen iki boyutlu girdinin üç boyutlu görüşe nasıl çevrildiğini açıklamada yetersiz kalabiliyor.



Yaklaşık üç asırdır bilişsel ve algısal mekanizmalara dair anlayışımıza meydan okuyan soru ilk kez 1688’de John Locke’a yazılan bir mektupta William Molyneux tarafından ortaya konuyor:

" Doğuştan kör olan birine aynı metallerden yapılmış ve aşağı yukarı aynı büyüklükte olan bir küp ile bir küre arasındaki farkı dokunarak anlamayı öğrettiklerini varsayın. Öyle ki, dokunduğunda hangisinin küp, hangisinin küre olduğunu söyleyebilsin. Bu küp ve küre, bir masada duruyorken körün görmeye başladığını varsayın. Bunları yalnızca bakarak, dokunmadan ayırt edip hangisinin küp hangisinin küre olduğunu söyleyebilir mi?"

" Bilginin dokunsal algıdan üç boyutlu görsel algıya etkileşimsel nakli" ile ilgili olan bu sorunun felsefi boyutu filozoflar arasında epeyce tartışma yaratageliyor:

"Boş bir sayfa koydu önüne John Locke; tıpkı boş zihni gibiydi yeni doğmuş bir bebeğin. Elindeki kuş tüyü kalemi mürekkebe batırdı ve işlemeye başladı harfleri üzerine; yazdı, yazdı, yazdı " İnsan Anlığı Üzerine Bir Deneme" oldu sayfalar": Yanıtı "hayır"dı Molyneux’nün sorusuna. Görsellikle beraber aynı anda deneyimlenmeyen dokunsal algı ileride hiçbir şekilde dolaysız olarak salt görsel algıya aktarılamazdı. Gözleri yeni açılan bir kör, deneyimsiz bir bebek gibiydi! Ve deneyim, sahip olduğumuz her şeydi. Doğum sırasında bomboştu zihnimiz.

Peki ya bebek? Gerçekten de bu kadar boş mu zihni doğduğunda? Bildiklerimizin tümü deneyimlediklerimizden mi ibaret?

Masaya vurdu elini Leibniz! İyileşen kör, dokunmadan iki nesne arasındaki ayrımı mantıksal ve geometrik çözümlemeler sayesinde yapabilirdi. Locke’un sandığı kadar da boş değildi

zihni bebeğin. Zira bu iki ayrımı yapabilmek adına ihtiyaç duyacağı bilişsel mekanizmalar doğumundan itibaren bebeğin zihnindeydi.

Konuyla ilgili olarak günümüze değin daha pek çok düşünür ve yazar yorum yapıyor. La Mettrie (1745), Berkeley (1709), Condillac (1746), Diderot (1749) ve daha pek çokları. Ancak bu tartışmalar, farklı fikirler sunmanın ötesine geçemiyor, elde bilimsel yöntemlerle sınanmış bir veri olmadığından söylemler havada asılı kalıyor. Ta ki, 1728’de bir göz doktoru olan William Cheselden katarakt ameliyatıyla bir körü iyileştirip, ameliyat sonrası sürece dair araştırmalarını sürdürene dek.




Doktorun tespitleri tıp dünyasında büyük bir hayal kırıklığı ve şaşkınlık yaratıyor. Hasta görmeye ilk başladığında uzaklıklarla ilgili hiçbir yargıda bulunamıyor ve bulanık bir görüşe mahkûm kalıyor. Bu vaka sonrası benzer şekilde tekrarlanan ameliyatlar yine benzer sonuçlar veriyor; hastaların görüşü ciddi bir şekilde özellikle de uzaklık, derinlik ve şekil algılarının bozukluğu nedeniyle engelleniyor. Bu durum çoğunu alışageldikleri "görsellikten yoksun" süreçte bile deneyimlemedikleri ciddi depresyonlara sürüklüyor.



Doğuştan kataraktlı çocuklar

Son dönemlerde literatüre geçen en önemli vakalardan biriyse 1991 yılında nörolog Oliver Sacks tarafından incelenmeye alınan "Virgil" takma adlı hasta. 50 yaşındaki Virgil’in nişanlısının ısrarları karşısında çok uzun süreli bir körlük sonrası gözlerindeki kalın katarakt tabakası başarılı bir operasyonla alınıp fizyolojik kusur ortadan kaldırılıyor. Bandajların açıldığı an Sacks’ın makalesinde şöyle aktarılıyor: "Tüm hastane gözyaşlarına boğuldu. Kırk yılın sonunda Virgil ilk kez görüyordu. Virgil’in ailesi çok heyecanlıydı ve ağlıyordu, buna inanamıyorlardı." Ne yazık ki bu mutluluk uzun süreli olmuyor. Çünkü Virgil’in deforme olmuş görüşü doktorların olması gerektiğini düşündüklerinden çok daha farklı işliyor.



Virgil’in hikayesi "At First Sight" isimli bir filmle beyaz perdeye de aktarılmıştı.

Virgil’in ilk günlerdeki görüş bozukluğu doktorlarca doğal karşılanıyor. Çünkü bir takım fiziksel işleyiş aksaklıklarının iyileşmesi zaman alabiliyor. Böyle operasyonlarda renk görüşünün ameliyattan on beş gün, iki boyutlu form ayrımının ise yirmi beş gün içerisinde işlerlik kazanması bekleniyor. Bunlara ek olarak, hastalar bir ay " nystagmus" adı verilen istemsiz göz hareketlerinden etkilendikleri için cisimlere odaklanmayı başaramıyorlar. Oysa ameliyatın üzerinden hatırı sayılır bir zaman geçmesine rağmen Virgil hala "garip" bir dünyaya gözlerini açıp kapıyor. Sahi, Virgil niçin göremiyor? Ya da soruyu şöyle soralım: "Virgil ve onun gibi hastalar ne görüyorlar?"

Üç boyutlu görsel algı üzerine çalışmalar yürüten Prof. Dr. Umur Talaslı görsel algıda " intermittence " denen bir mekanizmanın varlığı sav ediyor. Prof. Dr. Talaslı’nın görüşüne göre dış dünya uyaranlar açısından öyle zengin ve hareket halinde ki, şekil ve hız algısının aynı anda var olabilmesi için sistemde tıpkı kameralarda da var olan bir "kapama" sistemi olmalı, çok kısa zaman aralıklarında göze bilgi girişi önlenmeli. Dış dünyayı kesik çizgileri kendimizin tamamladığı bir manzara olarak düşünebiliriz yani; birçok film karesine beynimizde süreklilik kazandırdığımızı. Ancak bu mekanizmanın açma kapama hızı, aralıkları ve tamamlama işlemi tüm sağlıklı insanlarda ortaklık gösterdiğinden algıladığımız görüntülerde de çeşitlilik olmuyor.




Kameralardaki açma-kapama / kesinti sisteminin insanda da beyin retinadan gelen iletileri işlemlerken gerçekleştiği düşünülüyor.

Böyle bir " kesinti " varsayımı kimi bilim adamlarınca görme sırasında nöron faaliyetlerinin sürekli olduğu verileriyle eleştiriliyor. Ancak bu eleştiri yalnızca " intermittence " mekanizmasını organik ve somut olarak gerçekleştiği öne sürülürse anlam kazanıyor. Oysa girdinin sürekli olup kapama sürecinde işlemlenmediği gibi bir olasılık da söz konusu.

Eğer böylesi kuvvetli bir olasılık göz ardı edilirse, fotoğraf karelerine sanatsal biçimler kazandıran ve hareket halindeki cisimlerin şekil deformasyonuna uğradığı pozlardaki görüntülerle gerçek görme sırasında da karşı karşıya gelmemiz gerektiği gerçeğini kabul etmemiz gerekiyor. Oysa bizler, nesne çok hızlı hareket ediyor olmadığı sürece- yani hızı, bizim " intermittence (kesinti)" hız eşiğimizi geçmediği sürece- onu net bir şekilde görebiliyoruz. Oysa Virgil, bu yeteneği ameliyat sonrası edinemiyor:

"Virgil, bana bir keresinde ne gördüğü hakkında hiçbir fikrinin olmadığını söylemişti. Işık vardı, hareket vardı, renk vardı; hepsi karışmış, anlamsız bir bulanıklıktı."


Eğer ki hareketin hızı kameranın açma-kapama hızından fazlaysa karelerde görüntü bulanık oluyor.

Oliver Sacks, Virgil’in ilginç bir hayvanat bahçesi deneyimini de anlatıyor: Virgil’in hiçbir hayvanı tek bir özelliği dışında, bir bütün olarak algılayamadığından; örneğin bir kanguruyu zıpladığı, bir zürafayı uzun boyunlu ve bir zebrayı çizgili olduğu için tanıyabildiğinden söz ediyor. Hayvanat bahçesi gezisi, bir goril kafesi önünde son buluyor. Virgil, gorili büyük bir insana benzetiyor. Hayvanat bahçesinin kapısında duran goril heykeli, Virgil’in görsel algısını test edebilmesi için çok güzel bir tesadüf oluyor. Doktorlar, heykeli elleriyle kavramasına izin veriyorlar. Sonuç pek de şaşırtıcı olmuyor: "Pek de insana benzemiyormuş" diye mırıldanıyor Virgil; gerçek gorile dönerek heykelini elleriyle deneyimledikten sonra onu tarif etmeye başlıyor. Virgil, dokunarak görüyor ve gözleri açıldıktan sonra hayat onun için çok daha zor olmaya başlıyor.

Gözlerini "nystagmus" hareketleri nedeniyle bir türlü odaklayamayan ve bulanık bir görüşe sahip Virgil ile sürekli kayıt yapan kameraların verdiği bulanık görüntü arasında nedensel bir ortaklık var gibi, ne dersiniz.

Doğuştan katarakt olup "başarılı" bir ameliyatla sağlık bulan (?!?) hastaların görsel sorunları bulanık bir görüntüyle sınırlı kalmayıp, altında psikolojik süreçlerin yattığı daha pek çok sapma gösteriyor. Bu sorunlar arasında, nesneler arası uzaklıkların algılanamaması, cisimlerin büyüklük değişimlerinin farklı uzaklıklarda şekil deformasyonları olarak algılanması (uzaklaşan bir cismin büzülüyor gibi görülmesi) ve daha pek çokları bulunuyor. Virgil’in hayvanat bahçesindeki deneyimi Molyneux’nün sorusunu akıllara tekrar getiriyor. Kuşkusuz yanıt olumsuz gibi görünüyor. Yani, gözleri açılan doğuştan kataraktlı hasta küp ile küreyi dokunmadan, yalnızca onlara bakarak ayırt edemiyor. Ancak bunun nedeni, John Locke’un bahsettiği gibi hastanın görsel ve dokunsal algıları aynı anda deneyimleme olanağından yoksun kalmış olması değil, göz hareketlerindeki ve "intermittence (kesinti)" sistemindeki işlev bozukluğu gibi görünüyor.

"Bir yönetmen için en büyük ödül, gerçekliği en mükemmel şekilde tasvir edebilmektir. Bunu yaparken de hiç kuşkusuz iyi çalışan kameralara ihtiyacı vardır."



ForumHatti YÖNETİMİ !
 
Üst Alt