-
- Üyelik Tarihi
- 24 Mar 2017
-
- Mesajlar
- 4,579
-
- MFC Puanı
- 1,437
3248 Yıldızında 7 trilyon dolar değerinde altın tespit edildi
Gökbilimcilerin samanyolunda bulunan yaşlı bir yıldızda 7 trilyon dolar değerinde altın saptadıkları bildirildi.
14 Ocak Amerikan Astronomlar Kuruluşunun Genel Kurulunda açıklamada bulunan astronom Timoty C. Beers 20 yıldan beri BDaaaa 3248 adındaki yıldız üzerinde araştırma yaptıklarını belirterek uzun bir süreden beri harcadıkları çabaların nihayet meyvesini verdiğini kaydetti.
İlk kez dünyanın dışında bir yıldızda altın saptandığına değinen araştırmacılar ayrıca yıldızda gümüş platin ve uranyum gibi radyoaktif elementler belirlediklerini ifade ettiler.
Hubble ve Hawaide Keck teleskopu ile elde edilen bulgular ışığında yıldızın yaşını saptadıklarını belirten astronomlar bu sayede samanyolunun yaşını da belirleyebildiklerini açıkladılar. BDaaaa 3248 yıldızının samanyolunun oluşumundan yarım milyon yıl sonra yani 15 milyar yıl önce formlaşmaya başladığı kaydedildi. Güneşin ise sadece 5 milyar yıl önce formlaştığı biliniyor.
Yıldızda bulunan altın ve diğer madenlerin samanyolunun oluştuğu zamanlarda dev cüsseli yıldızların patlaması sonucunda meydana geldiği belirtiliyor. Astronomlar hemen her yıldızda aynı miktarda altın ve diğer madenlerin bulunduğunu düşünüyor.
YILDIZ NEDİR..
Yıldız yoğun ve ışık saçan bir plazma küresidir. Biraraya toplanan yıldızların oluşturduğu gökadalar görünür evrenin hâkimidir. Günışığı dahil olmak üzere Dünya üzerindeki erkenin (enerji) çoğunun kaynağı bize en yakın yıldız olan Güneştir. Diğer yıldızlar Güneşin ışığı altında kalmadıkları zaman yani geceleri gökyüzünde görünürler. Yıldızların parlamasının nedeni çekirdeklerinde meydana gelen çekirdek kaynaşması (füzyon) tepkimelerinde açığa çıkan erkenin yıldızın içinden geçtikten sonra dış uzaya ışıma (radyasyon) ile yayılmasıdır. Yıldızlar olmasaydı ne yaşam ne de öğelerin (element) büyük bir kısmı varolabilirdi.
Gökbilimciler bir yıldızın tayfını parlaklığını ve uzaydaki hareketini gözlemleyerek o yıldızın kütlesi yaşı kimyasal bileşimi ve bunun gibi bir çok özelliğini belirleyebilirler. Bir yıldızın toplam kütlesi yıldızın gelişiminin ve sonunun ana belirleyicisidir. Bir yıldızın gelişim süreci içinde bulunduğu aşamaya göre çapı dönüşü hareketi ve sıcaklığı belirlenir. Sıcaklık ve parlaklık durumuna göre işaretlendikleri Hertzsprung-Russell diagramı (H-R diagramı) yıldızların güncel yaşını ve gelişim sürecindeki aşamasını belirlemek için kullanılır.
Yıldız gelişiminin ilk halkası hidrojen bir miktar helyum ve çok az miktarda daha ağır öğelerden oluşan ve içe doğru çökmeye başlayan bir madde bulutudur. Yıldız çekirdeği yeteri kadar yoğunlaştıktan sonra içinde bulunan hidrojenin bir kısmı sürekli olarak nükleer çekirdek kaynaşması tepkimesiyle helyuma çevrilir. Yıldızın geri kalan kısmı açığa çıkan eraaai ışıma ve ısıyayım (konveksiyon) birleşimiyle çekirdekten uzağa taşır. Bu süreçler yıldızın kendi içine doğru çökmesini engeller ve erke yıldız yüzeyinde bir yıldız rüzgârı yaratarak dış uzaya doğru ışıma yoluyla yayılır.[1]
Çekirdekteki hidrojen yakıtı bittikten sonra en azından Güneşin kütlesinin beşte ikisi kadar bir kütleye sahip olan yıldız[2] genişleyerek daha ağır olan öğeler çekirdekte ya da çekirdeğin etrafında kabuk hâlinde kaynaşarak kırmızı dev hâline gelir. Daha sonra maddenin bir kısmı yıldızlararası ortama salınarak ağır öğelerin daha yoğun olacağı yeni bir yıldız nesli yaratacak şekle dönüşür. [3]
İki ya da daha fazla yıldızdan oluşan sistemlerde birbirine kütleçekim gücüyle bağlanmış ve genellikle birbirinin çevresinde düzenli yörüngelerde dönen yıldızlar bulunur. Birbirine çok yakın bir yörünge izleyen yıldızların kütleçekimgücü ile etkileşimlerinin evrimsel gelişimlerinde önemli etkisi vardır
Yıldız yoğun ve ışık saçan bir plazma küresidir. Biraraya toplanan yıldızların oluşturduğu gökadalar görünür evrenin hâkimidir. Günışığı dahil olmak üzere Dünya üzerindeki erkenin (enerji) çoğunun kaynağı bize en yakın yıldız olan Güneştir. Diğer yıldızlar Güneşin ışığı altında kalmadıkları zaman yani geceleri gökyüzünde görünürler. Yıldızların parlamasının nedeni çekirdeklerinde meydana gelen çekirdek kaynaşması (füzyon) tepkimelerinde açığa çıkan erkenin yıldızın içinden geçtikten sonra dış uzaya ışıma (radyasyon) ile yayılmasıdır. Yıldızlar olmasaydı ne yaşam ne de öğelerin (element) büyük bir kısmı varolabilirdi.
Gökbilimciler bir yıldızın tayfını parlaklığını ve uzaydaki hareketini gözlemleyerek o yıldızın kütlesi yaşı kimyasal bileşimi ve bunun gibi bir çok özelliğini belirleyebilirler. Bir yıldızın toplam kütlesi yıldızın gelişiminin ve sonunun ana belirleyicisidir. Bir yıldızın gelişim süreci içinde bulunduğu aşamaya göre çapı dönüşü hareketi ve sıcaklığı belirlenir. Sıcaklık ve parlaklık durumuna göre işaretlendikleri Hertzsprung-Russell diagramı (H-R diagramı) yıldızların güncel yaşını ve gelişim sürecindeki aşamasını belirlemek için kullanılır.
Yıldız gelişiminin ilk halkası hidrojen bir miktar helyum ve çok az miktarda daha ağır öğelerden oluşan ve içe doğru çökmeye başlayan bir madde bulutudur. Yıldız çekirdeği yeteri kadar yoğunlaştıktan sonra içinde bulunan hidrojenin bir kısmı sürekli olarak nükleer çekirdek kaynaşması tepkimesiyle helyuma çevrilir. Yıldızın geri kalan kısmı açığa çıkan eraaai ışıma ve ısıyayım (konveksiyon) birleşimiyle çekirdekten uzağa taşır. Bu süreçler yıldızın kendi içine doğru çökmesini engeller ve erke yıldız yüzeyinde bir yıldız rüzgârı yaratarak dış uzaya doğru ışıma yoluyla yayılır.[1]
Çekirdekteki hidrojen yakıtı bittikten sonra en azından Güneşin kütlesinin beşte ikisi kadar bir kütleye sahip olan yıldız[2] genişleyerek daha ağır olan öğeler çekirdekte ya da çekirdeğin etrafında kabuk hâlinde kaynaşarak kırmızı dev hâline gelir. Daha sonra maddenin bir kısmı yıldızlararası ortama salınarak ağır öğelerin daha yoğun olacağı yeni bir yıldız nesli yaratacak şekle dönüşür. [3]
İki ya da daha fazla yıldızdan oluşan sistemlerde birbirine kütleçekim gücüyle bağlanmış ve genellikle birbirinin çevresinde düzenli yörüngelerde dönen yıldızlar bulunur. Birbirine çok yakın bir yörünge izleyen yıldızların kütleçekimgücü ile etkileşimlerinin evrimsel gelişimlerinde önemli etkisi vardır
Yıldızlar her kültürde önemli bir yer tutar. Dinsel tapınmalarda ve yön bulmada yıldızlar kullanılmıştır. Dünyanın hemen hemen her yerinde kullanılan Gregoryen takvimi en yakın yıldız olan Güneşe göre dönme ekseninin açısını temel alan bir güneş takvimidir.
Tycho Brahe gibi ilk gökbilimciler gece gökyüzündeki yeni yıldızları tanımlayıp gökyüzünün değişmez olduğunu önerdi. 1584 yılında Giordano Bruno diğer yıldızların aslında diğer güneşler olduğunu onların yörüngesinde dönen başka gezegenler olabileceğini ve bir kısmının Dünyaya benzeyebileceğini önerdi[5] Bu düşünce daha önceden antik Yunan düşünürler Demokritos ve Epikuros tarafından dile getirilmiştir.[6] Sonraki yüzyılda yıldızların uzak güneşler olduğu görüşü gökbilimciler arasında ortak kabul gören bir düşünce olmuştur. Bu yıldızların güneş sistemi üzerinde neden çekimsel bir etki göstermediğini açıklamak için Isaac Newton ve ilahiyatçı Richard Bentley öne sürülen düşüncelerden yararlanarak yıldızların her yönde eşit olarak dağıldığını önerdiler. [7]
İtalyan gökbilimci Geminiano Montanari 1667 yılında Algol yıldızının parlaklığındaki değişimleri gözlemleyerek kaydetti. Edmond Halley yakınımızda bulunan bir çift "duran" yıldızın özdevim hareketinin ilk ölçümlerini yayımlayarak bu yıldızların antik Yunan gökbilimciler Batlamyus ve İparhos zamanından beri konumlarını değiştirdiğini kanıtlamıştır. Bir yıldıza olan uzaklığın doğrudan ölçümü ilk olarak 61 Cygni yıldızı için ıraklık açısı yöntemi kullanılarak Friedrich Bessel tarafından 1838 yılında yapılmıştır. Iraklık açısı ölçümleri gökyüzündeki yıldızların birbirlerine olan engin uzaklıkları göstermiştir. [5]
Gökyüzündeki yıldızların dağılımını keşfetmeye karar veren ilk gökbilimci William Herscheldir. 1780lerde bir dizi ölçü aygıtı yardımıyla 600 yönde bakış doğrultusu boyunca gözlemlediği yıldızları saydı. Bu çalışmayla yıldız sayısının gökyüzünde Samanyolunun merkezine doğru gittikçe arttığı sonucuna ulaşmıştır. Aynı çalışmayı güney yarımkürede tekrarlayan oğlu John Herschel de aynı yöndeki artışı tespit etmiştir. [8] William Herschel diğer başarılarının ötesinde bazı yıldızların yalnızca aynı bakış doğrultusunda yer almalarının yanısıra çiftyıldız sistemi oluşturan fiziksel eşler olduğunu bulmasıyla da tanınır.
Joseph von Fraunhofer ve Angelo Secchi yıldız tayfölçümünün öncüleridir. Sirius gibi yıldızların tayfını Güneş ile kıyaslayarak soğurma çizgilerinin (yıldız ışığı tayfının atmosferden geçerken belli frekanslarda soğurumu nedeniyle oluşan koyu çizgiler) sayı ve kuvvetlerindeki farklılıkları buldular. 1865 yılında Secchi yıldızları tayf tiplerine göre sınıflamaya başladı. Ancak günümüzde kullanılan yıldız sınıflandırması Annie J. Cannon tarafından 1900lerde geliştirilmiştir.
Çiftyıldızların gözlemlenmesi 19. yüzyılda giderek artan bir önem kazanmıştır. 1834 yılında Friedrich Bessel Sirius yıldızının özdevim hareketindeki değişiklikleri gözlemleyerek görünmeyen bir eş yıldızın varolduğu sonucuna vardı. Edward Pickering 1899 yılında ilk olarak tayf üzerinde çiftyıldızı bulduğunda Mizar yıldızının 104 günlük periyotlarda ortaya çıkan tayf çizgilerindeki periyodik ayrılmayı gözlemliyordu. William Struve ve S. W. Burnham gibi gökbilimcilerin birçok çiftyıldız sistemini gözlemlerinin detayları yörünge özelliklerinin hesaplanmasıyla yıldızların kütlelerinin belirlenmesine olanak sağlamıştır. Teleskop ile yapılan gözlemlerden çiftyıldızların yörüngelerinin hesaplanması problemi ilk olarak Felix Savary tarafından 1827de çözülmüştür.
Yirminci yüzyılda yıldızların bilimsel incelemesi alanında hızlı gelişmeler yaşandı. Fotoğraf önemli bir astronomik araç oldu. Karl Schwarzschild bir yıldızın renginin ve dolayısıyla sıcaklığının görünen kadir derecesi ile fotoğrafik kadir derecesinin karşılaştırılması sonucunda belirlenebileceğini buldu. Fotoelektrik fotometrenin geliştirilmesi birçok dalga boyu aralığında çok hassas kadir ölçümüne olanak verdi. 1921 yılında Hooker teleskobunda girişimölçer kullanan Albert A. Michelson yıldız çapının ilk ölçümlerini yapmıştır. [
Yirminci yüzyılın başlarında yıldızların fiziksel temeli üzerine önemli çalışmalar yapılmıştır. 1913 yılında geliştirilen Hertzsprung-Russell diyagramı yıldızların gökfiziği üzerine çalışmaların ilerlemesini sağlamıştır. Yıldızların içini ve evrimini açıklayacak başarılı modeller geliştirilmiştir. Nicemler doğabilimindeki (kuantum fiziği) gelişmelerle birlikte yıldızışığının tayfları başarı ile açıklanabilmiştir. Bu sayede yıldızların gazyuvarının kimyasal bileşimi de belirlenebilmiştir.
Takımyıldız kavramının Babilliler döneminde varolduğu bilinmektedir. Eski gökyüzü gözlemcileri yıldızların belirgin düzenlerinin bir resim oluşturduğunu hayal etmiş ve bunu da kendi mitleriyle ve doğada gördükleriyle özdeşleştirmişlerdir. Tutulum (ekliptik) çemberi üzerinde yer alan on iki takımyıldız astrolojinin temelini oluşturmuştur. Belirgin olan birçok yıldıza da genelde Arapça ya da Latince isimler verilmiştir.
Takımyıldızların bazılarının ve Güneşin kendi mitleri bulunur.[Bunların ölülerin ruhu ya da tanrılar oldukları düşünülürdü. Örneğin Algol yıldızının Gorgon Medusanın gözünü temsil ettiğine inanılırdı.
Eski Yunan dininde sonradan gezegen olarak tanımlanan bazı "yıldızlar" önemli tanrıları temsil ederdi. Gezegenlerin adı da bu tanrılardan gelir: Merkür Venüs Mars Jüpiter ve Satürn(Uranüs ve Neptün de Yunan ve Roma tanrılarıdı ancak her ikisi de eski çağlarda düşük parlaklıkları yüzünden bilinmiyordu. Bu gezegenlerin isimleri daha sonraki gökbilimciler tarafından verilmiştir.
1600lerde takımyıldızların isimleri gökyüzünün o bölgesindeki yıldızları adlandırmak için kullanılıyordu. Alman gökbilimci Johann Bayerin bir dizi yıldız haritası yaratarak her takımyıldızdaki yıldızı Yunan harfleriyle tanımlamasıyla Bayer tanımlaması oluşmuştur. Daha sonraları İngiliz gökbilimci John Flamsteedin kullandığı rakamlardan oluşan sisteme de Flamsteed tanımlaması adı verilmiştir. Yıldız katalogları çıktıktan sonra da birçok ek tanımlama sistemi hazırlanmıştır.
Yıldızları ve diğer gökcisimlerini adlandırma konusunda bilimsel toplulukta tek yetkili kurum Uluslararası Astronomi Birliğidir ("International Astronomical Union - IAU"). Bazı özel şirketler yıldızlara isim sattıklarını iddia eder ancak bunlar ne bilim topluluğu tarafından tanınır ne de kullanılır. Gökbilim ile ilgilenenler bu tip davranışları yıldızların adlandırılma prosedürünü bilmeyen insanları hedef seçen bir tür dolandırıcılık olarak görür.
Gökbilimcilerin samanyolunda bulunan yaşlı bir yıldızda 7 trilyon dolar değerinde altın saptadıkları bildirildi.
14 Ocak Amerikan Astronomlar Kuruluşunun Genel Kurulunda açıklamada bulunan astronom Timoty C. Beers 20 yıldan beri BDaaaa 3248 adındaki yıldız üzerinde araştırma yaptıklarını belirterek uzun bir süreden beri harcadıkları çabaların nihayet meyvesini verdiğini kaydetti.
İlk kez dünyanın dışında bir yıldızda altın saptandığına değinen araştırmacılar ayrıca yıldızda gümüş platin ve uranyum gibi radyoaktif elementler belirlediklerini ifade ettiler.
Hubble ve Hawaide Keck teleskopu ile elde edilen bulgular ışığında yıldızın yaşını saptadıklarını belirten astronomlar bu sayede samanyolunun yaşını da belirleyebildiklerini açıkladılar. BDaaaa 3248 yıldızının samanyolunun oluşumundan yarım milyon yıl sonra yani 15 milyar yıl önce formlaşmaya başladığı kaydedildi. Güneşin ise sadece 5 milyar yıl önce formlaştığı biliniyor.
Yıldızda bulunan altın ve diğer madenlerin samanyolunun oluştuğu zamanlarda dev cüsseli yıldızların patlaması sonucunda meydana geldiği belirtiliyor. Astronomlar hemen her yıldızda aynı miktarda altın ve diğer madenlerin bulunduğunu düşünüyor.
YILDIZ NEDİR..
Yıldız yoğun ve ışık saçan bir plazma küresidir. Biraraya toplanan yıldızların oluşturduğu gökadalar görünür evrenin hâkimidir. Günışığı dahil olmak üzere Dünya üzerindeki erkenin (enerji) çoğunun kaynağı bize en yakın yıldız olan Güneştir. Diğer yıldızlar Güneşin ışığı altında kalmadıkları zaman yani geceleri gökyüzünde görünürler. Yıldızların parlamasının nedeni çekirdeklerinde meydana gelen çekirdek kaynaşması (füzyon) tepkimelerinde açığa çıkan erkenin yıldızın içinden geçtikten sonra dış uzaya ışıma (radyasyon) ile yayılmasıdır. Yıldızlar olmasaydı ne yaşam ne de öğelerin (element) büyük bir kısmı varolabilirdi.
Gökbilimciler bir yıldızın tayfını parlaklığını ve uzaydaki hareketini gözlemleyerek o yıldızın kütlesi yaşı kimyasal bileşimi ve bunun gibi bir çok özelliğini belirleyebilirler. Bir yıldızın toplam kütlesi yıldızın gelişiminin ve sonunun ana belirleyicisidir. Bir yıldızın gelişim süreci içinde bulunduğu aşamaya göre çapı dönüşü hareketi ve sıcaklığı belirlenir. Sıcaklık ve parlaklık durumuna göre işaretlendikleri Hertzsprung-Russell diagramı (H-R diagramı) yıldızların güncel yaşını ve gelişim sürecindeki aşamasını belirlemek için kullanılır.
Yıldız gelişiminin ilk halkası hidrojen bir miktar helyum ve çok az miktarda daha ağır öğelerden oluşan ve içe doğru çökmeye başlayan bir madde bulutudur. Yıldız çekirdeği yeteri kadar yoğunlaştıktan sonra içinde bulunan hidrojenin bir kısmı sürekli olarak nükleer çekirdek kaynaşması tepkimesiyle helyuma çevrilir. Yıldızın geri kalan kısmı açığa çıkan eraaai ışıma ve ısıyayım (konveksiyon) birleşimiyle çekirdekten uzağa taşır. Bu süreçler yıldızın kendi içine doğru çökmesini engeller ve erke yıldız yüzeyinde bir yıldız rüzgârı yaratarak dış uzaya doğru ışıma yoluyla yayılır.[1]
Çekirdekteki hidrojen yakıtı bittikten sonra en azından Güneşin kütlesinin beşte ikisi kadar bir kütleye sahip olan yıldız[2] genişleyerek daha ağır olan öğeler çekirdekte ya da çekirdeğin etrafında kabuk hâlinde kaynaşarak kırmızı dev hâline gelir. Daha sonra maddenin bir kısmı yıldızlararası ortama salınarak ağır öğelerin daha yoğun olacağı yeni bir yıldız nesli yaratacak şekle dönüşür. [3]
İki ya da daha fazla yıldızdan oluşan sistemlerde birbirine kütleçekim gücüyle bağlanmış ve genellikle birbirinin çevresinde düzenli yörüngelerde dönen yıldızlar bulunur. Birbirine çok yakın bir yörünge izleyen yıldızların kütleçekimgücü ile etkileşimlerinin evrimsel gelişimlerinde önemli etkisi vardır
Yıldız yoğun ve ışık saçan bir plazma küresidir. Biraraya toplanan yıldızların oluşturduğu gökadalar görünür evrenin hâkimidir. Günışığı dahil olmak üzere Dünya üzerindeki erkenin (enerji) çoğunun kaynağı bize en yakın yıldız olan Güneştir. Diğer yıldızlar Güneşin ışığı altında kalmadıkları zaman yani geceleri gökyüzünde görünürler. Yıldızların parlamasının nedeni çekirdeklerinde meydana gelen çekirdek kaynaşması (füzyon) tepkimelerinde açığa çıkan erkenin yıldızın içinden geçtikten sonra dış uzaya ışıma (radyasyon) ile yayılmasıdır. Yıldızlar olmasaydı ne yaşam ne de öğelerin (element) büyük bir kısmı varolabilirdi.
Gökbilimciler bir yıldızın tayfını parlaklığını ve uzaydaki hareketini gözlemleyerek o yıldızın kütlesi yaşı kimyasal bileşimi ve bunun gibi bir çok özelliğini belirleyebilirler. Bir yıldızın toplam kütlesi yıldızın gelişiminin ve sonunun ana belirleyicisidir. Bir yıldızın gelişim süreci içinde bulunduğu aşamaya göre çapı dönüşü hareketi ve sıcaklığı belirlenir. Sıcaklık ve parlaklık durumuna göre işaretlendikleri Hertzsprung-Russell diagramı (H-R diagramı) yıldızların güncel yaşını ve gelişim sürecindeki aşamasını belirlemek için kullanılır.
Yıldız gelişiminin ilk halkası hidrojen bir miktar helyum ve çok az miktarda daha ağır öğelerden oluşan ve içe doğru çökmeye başlayan bir madde bulutudur. Yıldız çekirdeği yeteri kadar yoğunlaştıktan sonra içinde bulunan hidrojenin bir kısmı sürekli olarak nükleer çekirdek kaynaşması tepkimesiyle helyuma çevrilir. Yıldızın geri kalan kısmı açığa çıkan eraaai ışıma ve ısıyayım (konveksiyon) birleşimiyle çekirdekten uzağa taşır. Bu süreçler yıldızın kendi içine doğru çökmesini engeller ve erke yıldız yüzeyinde bir yıldız rüzgârı yaratarak dış uzaya doğru ışıma yoluyla yayılır.[1]
Çekirdekteki hidrojen yakıtı bittikten sonra en azından Güneşin kütlesinin beşte ikisi kadar bir kütleye sahip olan yıldız[2] genişleyerek daha ağır olan öğeler çekirdekte ya da çekirdeğin etrafında kabuk hâlinde kaynaşarak kırmızı dev hâline gelir. Daha sonra maddenin bir kısmı yıldızlararası ortama salınarak ağır öğelerin daha yoğun olacağı yeni bir yıldız nesli yaratacak şekle dönüşür. [3]
İki ya da daha fazla yıldızdan oluşan sistemlerde birbirine kütleçekim gücüyle bağlanmış ve genellikle birbirinin çevresinde düzenli yörüngelerde dönen yıldızlar bulunur. Birbirine çok yakın bir yörünge izleyen yıldızların kütleçekimgücü ile etkileşimlerinin evrimsel gelişimlerinde önemli etkisi vardır
Yıldızlar her kültürde önemli bir yer tutar. Dinsel tapınmalarda ve yön bulmada yıldızlar kullanılmıştır. Dünyanın hemen hemen her yerinde kullanılan Gregoryen takvimi en yakın yıldız olan Güneşe göre dönme ekseninin açısını temel alan bir güneş takvimidir.
Tycho Brahe gibi ilk gökbilimciler gece gökyüzündeki yeni yıldızları tanımlayıp gökyüzünün değişmez olduğunu önerdi. 1584 yılında Giordano Bruno diğer yıldızların aslında diğer güneşler olduğunu onların yörüngesinde dönen başka gezegenler olabileceğini ve bir kısmının Dünyaya benzeyebileceğini önerdi[5] Bu düşünce daha önceden antik Yunan düşünürler Demokritos ve Epikuros tarafından dile getirilmiştir.[6] Sonraki yüzyılda yıldızların uzak güneşler olduğu görüşü gökbilimciler arasında ortak kabul gören bir düşünce olmuştur. Bu yıldızların güneş sistemi üzerinde neden çekimsel bir etki göstermediğini açıklamak için Isaac Newton ve ilahiyatçı Richard Bentley öne sürülen düşüncelerden yararlanarak yıldızların her yönde eşit olarak dağıldığını önerdiler. [7]
İtalyan gökbilimci Geminiano Montanari 1667 yılında Algol yıldızının parlaklığındaki değişimleri gözlemleyerek kaydetti. Edmond Halley yakınımızda bulunan bir çift "duran" yıldızın özdevim hareketinin ilk ölçümlerini yayımlayarak bu yıldızların antik Yunan gökbilimciler Batlamyus ve İparhos zamanından beri konumlarını değiştirdiğini kanıtlamıştır. Bir yıldıza olan uzaklığın doğrudan ölçümü ilk olarak 61 Cygni yıldızı için ıraklık açısı yöntemi kullanılarak Friedrich Bessel tarafından 1838 yılında yapılmıştır. Iraklık açısı ölçümleri gökyüzündeki yıldızların birbirlerine olan engin uzaklıkları göstermiştir. [5]
Gökyüzündeki yıldızların dağılımını keşfetmeye karar veren ilk gökbilimci William Herscheldir. 1780lerde bir dizi ölçü aygıtı yardımıyla 600 yönde bakış doğrultusu boyunca gözlemlediği yıldızları saydı. Bu çalışmayla yıldız sayısının gökyüzünde Samanyolunun merkezine doğru gittikçe arttığı sonucuna ulaşmıştır. Aynı çalışmayı güney yarımkürede tekrarlayan oğlu John Herschel de aynı yöndeki artışı tespit etmiştir. [8] William Herschel diğer başarılarının ötesinde bazı yıldızların yalnızca aynı bakış doğrultusunda yer almalarının yanısıra çiftyıldız sistemi oluşturan fiziksel eşler olduğunu bulmasıyla da tanınır.
Joseph von Fraunhofer ve Angelo Secchi yıldız tayfölçümünün öncüleridir. Sirius gibi yıldızların tayfını Güneş ile kıyaslayarak soğurma çizgilerinin (yıldız ışığı tayfının atmosferden geçerken belli frekanslarda soğurumu nedeniyle oluşan koyu çizgiler) sayı ve kuvvetlerindeki farklılıkları buldular. 1865 yılında Secchi yıldızları tayf tiplerine göre sınıflamaya başladı. Ancak günümüzde kullanılan yıldız sınıflandırması Annie J. Cannon tarafından 1900lerde geliştirilmiştir.
Çiftyıldızların gözlemlenmesi 19. yüzyılda giderek artan bir önem kazanmıştır. 1834 yılında Friedrich Bessel Sirius yıldızının özdevim hareketindeki değişiklikleri gözlemleyerek görünmeyen bir eş yıldızın varolduğu sonucuna vardı. Edward Pickering 1899 yılında ilk olarak tayf üzerinde çiftyıldızı bulduğunda Mizar yıldızının 104 günlük periyotlarda ortaya çıkan tayf çizgilerindeki periyodik ayrılmayı gözlemliyordu. William Struve ve S. W. Burnham gibi gökbilimcilerin birçok çiftyıldız sistemini gözlemlerinin detayları yörünge özelliklerinin hesaplanmasıyla yıldızların kütlelerinin belirlenmesine olanak sağlamıştır. Teleskop ile yapılan gözlemlerden çiftyıldızların yörüngelerinin hesaplanması problemi ilk olarak Felix Savary tarafından 1827de çözülmüştür.
Yirminci yüzyılda yıldızların bilimsel incelemesi alanında hızlı gelişmeler yaşandı. Fotoğraf önemli bir astronomik araç oldu. Karl Schwarzschild bir yıldızın renginin ve dolayısıyla sıcaklığının görünen kadir derecesi ile fotoğrafik kadir derecesinin karşılaştırılması sonucunda belirlenebileceğini buldu. Fotoelektrik fotometrenin geliştirilmesi birçok dalga boyu aralığında çok hassas kadir ölçümüne olanak verdi. 1921 yılında Hooker teleskobunda girişimölçer kullanan Albert A. Michelson yıldız çapının ilk ölçümlerini yapmıştır. [
Yirminci yüzyılın başlarında yıldızların fiziksel temeli üzerine önemli çalışmalar yapılmıştır. 1913 yılında geliştirilen Hertzsprung-Russell diyagramı yıldızların gökfiziği üzerine çalışmaların ilerlemesini sağlamıştır. Yıldızların içini ve evrimini açıklayacak başarılı modeller geliştirilmiştir. Nicemler doğabilimindeki (kuantum fiziği) gelişmelerle birlikte yıldızışığının tayfları başarı ile açıklanabilmiştir. Bu sayede yıldızların gazyuvarının kimyasal bileşimi de belirlenebilmiştir.
Takımyıldız kavramının Babilliler döneminde varolduğu bilinmektedir. Eski gökyüzü gözlemcileri yıldızların belirgin düzenlerinin bir resim oluşturduğunu hayal etmiş ve bunu da kendi mitleriyle ve doğada gördükleriyle özdeşleştirmişlerdir. Tutulum (ekliptik) çemberi üzerinde yer alan on iki takımyıldız astrolojinin temelini oluşturmuştur. Belirgin olan birçok yıldıza da genelde Arapça ya da Latince isimler verilmiştir.
Takımyıldızların bazılarının ve Güneşin kendi mitleri bulunur.[Bunların ölülerin ruhu ya da tanrılar oldukları düşünülürdü. Örneğin Algol yıldızının Gorgon Medusanın gözünü temsil ettiğine inanılırdı.
Eski Yunan dininde sonradan gezegen olarak tanımlanan bazı "yıldızlar" önemli tanrıları temsil ederdi. Gezegenlerin adı da bu tanrılardan gelir: Merkür Venüs Mars Jüpiter ve Satürn(Uranüs ve Neptün de Yunan ve Roma tanrılarıdı ancak her ikisi de eski çağlarda düşük parlaklıkları yüzünden bilinmiyordu. Bu gezegenlerin isimleri daha sonraki gökbilimciler tarafından verilmiştir.
1600lerde takımyıldızların isimleri gökyüzünün o bölgesindeki yıldızları adlandırmak için kullanılıyordu. Alman gökbilimci Johann Bayerin bir dizi yıldız haritası yaratarak her takımyıldızdaki yıldızı Yunan harfleriyle tanımlamasıyla Bayer tanımlaması oluşmuştur. Daha sonraları İngiliz gökbilimci John Flamsteedin kullandığı rakamlardan oluşan sisteme de Flamsteed tanımlaması adı verilmiştir. Yıldız katalogları çıktıktan sonra da birçok ek tanımlama sistemi hazırlanmıştır.
Yıldızları ve diğer gökcisimlerini adlandırma konusunda bilimsel toplulukta tek yetkili kurum Uluslararası Astronomi Birliğidir ("International Astronomical Union - IAU"). Bazı özel şirketler yıldızlara isim sattıklarını iddia eder ancak bunlar ne bilim topluluğu tarafından tanınır ne de kullanılır. Gökbilim ile ilgilenenler bu tip davranışları yıldızların adlandırılma prosedürünü bilmeyen insanları hedef seçen bir tür dolandırıcılık olarak görür.