Yalnızlığın Tarihi ve Sosyolojisi
İnsanlık tarihi, kalabalıktan yalnızlığa geçişin tarihi gibi.
Paleolitik çağda klan ve kabileler halinde yaşayan insanlar, yaşamlarını sürdürebilmek için birarada olmak zorundaydılar. Kabilede avcı erkeklerin, toplayıcı kadınların sayısı ne kadar çoksa, grup için o kadar fazla yiyecek bulmak mümkün olurdu. Büyük hayvanları avlayabilmek, vahşi hayvanların tehdidinden korunabilmek için kalabalık olmak gerekirdi. Bu dönemde yalnız olmak, çetin bir hayatı göze almakla, hatta ölümle eş anlamlı sayılırdı.
Tarım toplumu na geçildiğinde kabile yapısı, yerini geniş ailelere bıraktı. Toprağın işlenmesi ve ürün elde etmek için geniş aile yapısının iş gücüne gerek vardı. Fakat toprağın besleyebileceğinden fazla kişinin olması, açlık demekti. Tarihte belki yalnızlığın en az olduğu toplum biçimi, tarım toplumlarının geniş aile yapısı dönemindeydi.
Endüstri devrimi , bu dönemi sona erdirdi. Endüstri devriminin beraberinde getirdiği yaşam biçimi, anne, baba ve çocuktan oluşan çekirdek aileye dayanıyordu. Büyük kentlerin kurulduğu, kentlerin hızla metropollere döndüğü endüstri devrimi, üretim biçimini değiştirmişti. Ailece toprağı işleme ya da bir atölyede tüm aile üyelerinin hepbirlikte üretim yaptığı dönem giderek geride kalıyordu. Büyük fabrikalarda iş gücüne gereksinim vardı. Böylece insanlar, yavaş yavaş toprak işçiliğini bırakıp fabrikaların çevresinde büyüyen kentlere yönelmeye başladılar. Gerek yaptıkları iş, gerekse aldıkları ücret, geniş aile yapısına olanak vermiyordu. Böylece ileri çıkan çekirdek aile yapısı günümüze kadar geldi.
Büyük kentlerde yaşamak bu anlamda çelişkilere yol açmaya başladı. İnsanlar o güne kadar görmedikleri kadar çok insanın içinde, muazzam kalabalık kentlerde yaşıyorlardı. Bu anlamda yalnızlık insanın en son şikayet edeceği şey gibi görünüyordu. Oysa uyum sorunu yaşayan insanlar, kendilerini kalabalığın içinde hiç olmadıkları kadar yalnız hissediyorlardı. Bu durum, insanların yerleşme ve çalışma tercihlerini de etkiledi. Sözgelimi, bir kente göç eden aileler yalnız kalmamak için tanıdıklarının ya da hemşehrilerinin olduğu bölgede yaşamayı seçiyordu. Benzer şekilde, yabancı bir ülkeye işçi olarak gidenler de farklı bir toplumun içinde, farklı bir kültürün yarattığı yalnızlık duygusundan kurtulmak için soydaşlarının yanına göç ettiler. Böylece kentlerde Çin mahallesi, İtalyan mahallesi gibi getto benzeri yerleşimler doğdu.
Bu dönem kuşkusuz farklı kültürel kimliklerin de belirlendiği ve bireylere toplum içinde yeni görevlerin düştüğü bir dönem oldu. Yabancılaşma duygusunun yanında ait olma gereksinimi, yalnızlık kavramının yeniden tanımlanmasına neden oluyordu. Toplumsal anlamda yalnızlık, bize ait olmayan kişiler demekti. Sözgelimi, belli bir iş kolunda belli bir milletten insanlar bir biz kavramı oluşturuyorsa, öteki yalnız kalmaya mahkum olabilir. İsviçreli saatçilerin yaşadığı bir mahallede başka birisi, bu tür bir yalnızlık ve dışlanmışlık durumunda kalıp işini sürdüremeyebilir.
Kişiler arası ilişkiler ve aile yapısı endüstri devrimiyle değişmeye başladı ve değişmeyi sürdürüyor. Teknolojik yenilikler, yalnızca üretim ilişkileri dolayısıyla değil, başka nedenlerden dolayı da yalnızlık kavramını getirebilir.
Buna günümüzden bir örnek olarak Internet kullanımını gösterebiliriz. İnternet, dünyanın her yerindeki insanlara ulaşmayı olanaklı kıldığı için yalnızlığın çaresi olarak görülebilir. Öte yandan insanın bir bilgisayar karşısında saatlerce tek başına oturması ve çevresiyle ilişkisini kesmesi de bir anlamda yalnızlık olarak kabul ediliyor. Bir apartmanda yan dairede oturan kişiyi tanımayan birisi, dünyanın öteki ucundaki insanlarla tanışıp sohbet edebiliyor. Belki bu durum, bize yalnızlık ve kişinin sosyalleşmesi sürecine yeni tanımlar getirmemiz gerektiğini gösteriyordur. Gerçek hayatta utangaç olduğu için yalnızlık çeken birisi, Internete girdiğinde asıl kimliği dışında davranabiliyor. Kişilerin gerçek hayatın sınırlamalarından kurtulup kendilerini daha özgürce ifade edebilmeleri, hatta olmak istedikleri kişi gibi davranmaları, kendileriyle ilgili gerçekleri saklamaları, Internet ortamında sıkça rastlanabilen şeyler. Kendi sınırlamalarından kurtulan insanlar bu yola biraz da yalnızlıklarından kurtulmak için başvuruyorlar. Biz ve öteki kav ramlarının çizgileri sanal ortamda bulanıklaşıyor. Bunun yanında ortaya çıkan bu bulanık kimlik tanımlamaları, bugüne dek alıştığımız tanımları da belirsizleştiriyor, ortaya çelişkili durumlar çıkıyor.
Kitle iletişim araçlarının hızla gelişmesine karşın, araştırmalar insanların gün geçtikçe daha çok yalnızlık hissettiğini gösteriyor. Gittikçe artan yalnızlık duygusu bir ticari meta olarak da kullanılıyor elbette. Reklam veren firmalar, ürünlerini tanıtırken yalnız değilsiniz mesajını daha sık işler oldular. Bankalar doğum gününüzde tebrik kartı atıyor, sigorta şirketleri anneler günüzü kutluyor ya da otomobiliniz aile olmanız için gerekli konfora sahiptir benzeri söylemlere sık rastlanıyor.
Modern yaşamda sahip olduğumuz şeylerden tutun da yaptığımız işe kadar pek çok değişik şey yalnızlık kavramını belirler oldu. İşin ilginç yanı çok yalnız olduğunuzdan şikayet ederken, bir yandan da bir türlü çevrenizdeki insanlardan kurtulup tek başına kalamamaktan yakınabilirsiniz. Bu gün insan ilişkilerinin, gelişen bilim ve teknoloji ışığında değişiyor olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu geçmişte de böyle olmuştu, gelecekte de böyle olacak. Yalnızlık geçmişte de vardı, gelecekte de olacak; belki tanımları değişecek o kadar. İnsanlar yalnız olmaktan yine hoşlanmayacaklar ve yalnızlıklarıyla başa çıkabilmek için yeni yollar deneyecekler. Yalnızlık yalnızca içeriden açılabilen bir kafestir sözünü bir kez daha hatırlayalım. Yalnızlıkla başa çıkabilmek için önce ondan kurtulmayı istemek lazım. Psikologlar, yalnız yaşayan insanların bir süre sonra bu duruma alışabileceğini ve yeni ilişkiler kurmak için gayret göstermeyebileceklerini söylüyor. Uzmanlar yalnızlık alışkanlığa dönüştüğünde kişi kendi dünyası dışına çıkma isteği duymayabilir, hatta yeni ilişkilerden rahatsızlık duymaya bile başlayabilir uyarısını yapıyorlar.
Alıntı.