Reel Sosyalizmin çöküşünün ardından,burjuvazi ve onun ideologları,Marksizm-Leninizme karşı yoğun bir saldırı kampanyası başlatmışlardır.
Kimileri,Marksizmin artık aşıldığını söylerken,kimileri Marksı,Leninle çeliştirmiş ve yaşananları,Leninizme bağlamıştır.
Tabiki bu saldırı da burjuvazi,kendi ideologlarının yanı sıra,Marksizm-Leninizm den sapan,sağ ve sol oportunizmi de kullanmaktan geri kalmamıştır.
Oportunistler sol görünerek,Marksizmin olmazsa olmazlarını,sorunlu alanlar olarak göstererek,tartışmaya açmışlardır.
Bu süreçte,Sahte Kautskyciler,Bernstainciler,gizli evrimciler gibi sağ oportunistlerle,kendilerini,sol komünist,konsey komünisti olarak tanımlayan sol oportunistler türemiştir.
İkinci Enternasyonalin düşünceleri yeniden gündeme getirilmiş.
Onun sosyal yurtsever ve sosyal şoven politikaları sağ opotunizmin gelişimine nesnel bir zemin oluşturmuştur.
Öyle ki legal komünist yapılardan bazıları,İkinci Enternasyonalin sosyal yurtsever ve sosyal şoven düşüncelerini ,kendi varlıklarına dayanak yapmışlardır.
Diğer taraftan,Leninin düşünce olarak mahkum ettiği,sol oportunistler ve her boydan anarşist guruplar yeniden boy göstermeye başlamış,proleterya diktatörlüğü ve leninist parti örgütlenmesi üzerinden Leninizme yoğun bir saldırı başlatılmıştır.
Bu bağlam da,kimi siyasi yapılar sınıf partisi kimliğini bir yana bırakarak,kitle partisi tanımını benimsemişlerdir.
Sağ ve sol oportunizm,bu temelde ortaklaşmışlardır.
Tüm bu yaşananlar üzerinde baktığımızda,bugün komünistlerin önünde duran en büyük görevlerden biride,sağ ve sol opotunistlerin gerçek yüzlerini ve onların burjuvazinin bu saldırılarında,burjuvazinin yanında saf tuttuklarını kitlelere göstermek olmalıdır.
Yukarda da değindiğimiz gibi,Marksı,Leninle çeliştirmek,Leninizmi Marksizmden koparmak,tüm oportunistlerin ortak çabasıdır.
Marks ,Hiç bir toplumsal formasyon içerdiği üretici güçlerin tümünü geliştirmeden,yok olmaz der.
Marksa göre,politik çözülüş toplumsal çözülüşten sonra gelecektir.
Oysa Lenin toplumsal çözülüşü,politik çözülüş üzerinden okur.
Marks,devrimi en gelişmiş kapitalist ülkelerde olası görürken,Lenin ,devrimin sistemin en zayıf halkalarında ortaya çıkacağını söyler.
Lenin emperyalizm çağında,kapitalizmin politik çözülüşünü görmüştür.
Emperyalizm çağında burjuvazi ,ilerici konumunu yitirmiştir.
Artık burjuva devrimler çağı kapanmıştır.
Yeni çağın adı Proleter Devrimleri çağıdır.
Burjuvazi bundan böyle hiç bir devrime önderlik edemez.
Önderlik,bundan böyle proleteryanındır.
Aslında Marks la Leninin söyledikleri biribirini olumsuzlamaz.
Leninizmi çağın Marksizmi yapan,Marksın düşüncelerini emperyalizm çağının çerçevesinde yorumlamasıdır.
Şimdinin menşevikleri,Marksın yukardaki saptamasını kendilerine temel yaparak,Ekim devrimini zamansız ve volantarist bulmuşlardır.
Öyleki bazıları daha da ileri giderek,Ekimin bir devrim değil bir darbe olduğunu savlayacak kadar ileri gitmiştir.
Tabi sonuçta devrimciliği bırakıp,evrimciliğe savrulmaları kaçınılmaz bir zorunluluk olmuştur.
Sağ oportunizmin bu tavırlarına karşın sol oportunistler ve anarşistler,reel sosyalizmin çöküşü zemini üzerinden,Marksın ve Leninin devlet ve parti konusunda ki tezlerine karşı çıkmışlardır.
Marksın burjuvazinin ortadan yok edilmesi için mülksüzleştirilmesinin yeterli olmayacağı,bu nedenle onu baskı altında tutacak bir araca geçici olarak gerek duyulacağı savına karşı çıkmışlardır.
Bunlar geçiş dönemini,yani toplumda hala sınfların varlığının devam ettiği(burjuvazi mülksüzleştirilsede,politik olarak hala toplumda varlığını korur) bir dönemi yok saymışlardır.
Oysa Marksizm,geçiş dönemi devletini,yani PD yi,geleceğin sınıfsız ve devletsiz toplumu kurmak için geçici olarak kullanır.Marksistler için,devlet hiç bir zaman amaç olmamıştır.Sınıfları ve onun zorunlu gereği Devleti ortadan kaldırmak için Devleti kullanmışlardır. İşte PD budur !! Anarşistler,bu geçiş dönemini ve Marksistlerin geçici olarak kullandıkları bu devleti yadsırlar.
Bu yadsımalarında temel tezleri ise Devletin eşitsizlik ve hiyerarşi üretmesi nedeniyle bir süre sonra yeni egemenler yaratacağı savıdır.
Aslında Anarşistlerin bu savı, Reel Sosyalizm sürecinde devleti, sınıfın organları olan Sovyetlerin yerine partinin yönetmesi nedeniyle, PD nin sınıf diktatörlüğü yerine parti diktatörlüğüne dönüşmesiyle ortaya çıkan bürokratik diktatörlük sonucu nesnel bir "haklılık" kazanır.
Anarşistler,reel sosyalizmin olumsuzlukları üzerinden kendilerini olumlamaya çalışırlar.Anarşistlerin yanılgısı,reel sosyalizmin olumsuzluğunu Marksizmle özdeşleştirerek,olanlardan Marksizmi sorumlu tutmalarıdır.
Oysa Marks,Marksistlerle Blanquist ler arasındaki farkı tanımlarken bu konuya değinir ve PD nin ,bir öncünün,bir zümrenin,bir partinin değil,sınıfın diktatörlüğü olması gerektiğini vurgular.
Aslında PD nin yadsınması noktasında,Anarşistler yanlız değildirler.
Sağ oportunizmle bu konuda ortaklaşırlar.
Sağ oportunistler belkide lagalitenin dayanılmaz hafifliği altında,Marksist olmanın koşulu olan PD yi dile getirmekten,telaffuz etmekten çekinirler.
PD nin neden Marksist olmanın temel koşulu olduğu,gerek Marks ta,gerekse Lenin de son derece açıktır.
İki örnek vermek sanırım yeterli olacaktır.
Marksın Weydemayere yazdığı mektupta dile getirdikleri
"Benim yeni olarak yaptığım şuydu:
1)Sınıfların varlığının yanlızca üretimin gelişmesinin belirli tarihsel evreleriyle bağlı olduğunu
2)Sınıf savaşımının ister istemez PROLTERYANIN DİKTATÖRLÜĞÜNE vardığını
3)Bu diktatörlüğün bütün sınıfların kaldırılmasına ve sınıfsız topluma geçişten öteye gitmediğini göstermektir"
Ve Lenin nin Devlet ve Devrimde konuyla ilgili vurguları
" Yanlızca sınıf mücadelesini kabul etmek .Marksist olabilmek için yetmez.Sınıf mücadelesini,Proleterya diktatörlüğüne kadar genişleten kişi gerçek anlamda Marksist dir.
Görüldüğü gibi hem Marks,hemde Lenin,PROLETERYA DİKTATÖRLÜĞÜ nün .Marksizmin olmazsa olmaz koşulu olduğunu çok açık biçimde dile getirmişlerdir.
Aynı zamanda Marks bu mektupta,PD nin sınıfsız toplumdan öteye gitmeyeceğini söyliyerek,bu devletin geçici olduğunu çok net ortaya koymuştur.
Anarşistlerin diğer karşıtlığı ise üretici güçlerin gelişimi ve üretimin merkezi ve parçalı olması ile ilgilidir.
Marksistler için geleceğin toplumu salt insan sömürüsünün ortadan kaldırılması değildir.
Marksistler aynı zamanda,üretici güçleri ve toplumsal emeğin üretkenliğini en üst düzeye çıkararak,insanın onu çevreleyen doğadan olabildiğince bağımsızlaşmasına ve toplumsal olarak gerekli emek için harcanan zamanı en aza indirgemeye çalışırlar.
Bu anlayış,insanın özgürleşmesinin temelini oluşturur.
Yukarda saydıklarımızın nesnel zeminini ise büyük birimler olarak örgütlenmiş merkezi üretim birimleri ve sonuçta dünya ekonomisinin bir bütün olarak örgütlenmesi oluşturur.
Anarşistler ise,bu tür üretim örgütlenmelerine karşıdırlar.Bu karşıtlıkları tıpkı Devlete karşı takındıkları tavır gibi,üretimin de merkezileşmesine karşı duydukları tepkidir.
Onlar büyük üretim birimlerinin dışında,aralarında ki antlaşmalarla biribirine bağlı küçük ve parçalı üretim birimlerini savunurlar.Yani kapitalizmden bile daha geri, komünal küçük üretim birimleri.
Oysa geleceğin toplumu yoktan var edilmeyecektir.Geleceğin toplumu var olan toplumun içinden çıkacak ve o toplumun en üst seviyede gelişmişlik derecesine sahip üretici güçlerinin üzerinde şekillenecektir.
Diğer bir saldırı noktası da,Leninin parti öğretisinedir.
Leninin parti öğretisine saldırı da,sağ ve sol opotunistler aynı noktada çakışırlar.
Sağ oportunistler sınıf partisinin yerine,kitle partisini savunup onu ikame ederlerken,sol oportunistler sınıfın partisini ve onun gerektiğinde olması gereken,merkezi ve disiplinli yapısını yok sayarlar.
Bunlara göre,işçi sınıfı kendiliğinden pratik eylemliliği içersinde,sınıf bilincini oluşturur.
Bilincin onlara dışardan taşınmasına gerek yoktur.
Bu anlayışın temelinde gizliden işçi sınıfının partisinin yadsınması vardır.
Oysa,Lenin,işçi sınıfının kendiliğinden hareketinin varacağı en ileri nokta ekonomizmden öte değildir der.
İşçi sınıfına,sınıf bilincini taşıyan,onun en ileri unsurlarının yer aldığı partisidir.İşçi Sınıfının partisi,sınıfın bir uzvudur.Onun dışında değil,onun bir parçasıdır.
Leninin Emperyalizm kuramından sonra en önemli çalışması parti kuramıdır.
Parti,işçi sınıfının erki ele geçirme,burjuvaziyi ekonomik ve politik olarak mülksüzleştirerek,burjuva devlet mekanizmasını parçalama aracıdır.
Kapitalizmi devrimci yoldan dönüştürmek için başvuracağı,olmazsa olmaz aygıtıdır.
Bu nedenle de parti sınıf mücadelesinin gereği,legal ve illegal her alanda çalışabilecek bir yapıda oluşturulmalıdır.
Burjuvazinin erki işçi sınıfına gümüş tepside sunmayacağı açık bir gerçekliktir.
Erki bırakmamak için her türlü mücadele biçimini deneyecektir.
Bu nedenle de,bu savaşın koşullarını salt işçi sınıfının belirlemesi söz konusu değildir.
İşte bu nedenle işçi sınıfı partisi,gerektiğinde merkezi bir disiplin içersinde hareket eden gerektiğinde, koşullar gereği demokrasinin en güzel örneklerini sunan bir yapı içersinde olmalıdır.
Sol oportunistler,parti yerine işçi sınıfının öz yönetim organlarını koyarlar.
Onlara göre bu organlar,aynı zamanda erki elde etme araçlarıdırlar da.
Oysa yapıları gereği,hiyerarşik olmayan,yatay örgütlenen bu yapılarla,burjuvaziyle erk savaşına girmek,savaşı en baştan kaybetmekle eş değerdir.
Bu acımasız savaşta işçi sınıfı,hem disiplini hemde merkeziliği içeren bir yapıya sahip olmak zorundadır.
Aynı oportunist yaklaşımlar,kendisini Ulusal Sorunda da göstermektedir.Marksist-Leninistlerin ,ezen ulus sosyalistlerinin ezilen ulusun ,ayrılma hakkı da içeren,kendi kaderini tayin hakkını,koşulsuz,her durumda savunmalıdır tezine karşın kimi sosyal şoven yapılar ,ezilen ulusun adına karar verme hakkını ,onlara sormadan kendilerinde görerek,sosyal şoven yüzlerini ortaya koymaktadırlar.Birlikte mücadeleyi,gönüllülük temelinden çıkararak,ezilen ulus proleteryasına bir dayatma biçiminde sunmaktadırlar.Oysa bu konudaki Marksist-Leninist tez,son derece belirgindir.Ezen ulus proleterleri,ezilen ulusun kendi kaderini tayin hakkını,ayrılma hakkınıda içerecek biçimde,koşulsuz savunurlar.Birlikte mücadeleyi savunmak ancak gönüllük temelinde olasıdır ve hakkın savunulmasına engel değildir.
Ezilen ulusun bu hakkı kullanımında,ezen ulus proleterlerinin bu kullanıma destek vermesi için iki nokta önemlidir.
Bunlardan birincisi,bu hakkın kullanımına,ezilen ulusun özgür bir ortamda,emperyalist bir müdahale olmaksızın karar vermesi,diğer bir nokta ise bu kararın,genel ve evrensel olarak proleteryanın çıkarları ile çelişmemesidir.
Görüldüğü üzeri,Marksizm-Leninizm den sapmalar,verimli bir tarlanın ürün vermesini engelleyen ayrık otları gibi her yanda ortaya çıkmaktadır.
Marksist-Leninistlerin,bu ayrık otlarını temizleyeceklerinden kimse şüphe duymamalıdır.
İşte tüm bu nedenlerle,burjuvazinin ideologlarına,onların sol içersindeki truva atları olan sağ ve sol oportunizme karşı,Marksizm-Leninizmi savunmalıyız.
Burjuvazinin ideolojik aygıtları ile yığınlara pompalamaya çalıştığı Marks sız ve Lenin siz Sosyalizm anlayışına karşı çıkmalıyız.
Her şeyden öte MARKSİZM-LENİNİZM i ,popülizm adına,birilerine şirin görünmek adına ağızlarına almaktan korkanlarla,onun yolumuzu aydınlatan meşalesini karartmak isteyenlerle saflarımızı ayırmalıyız.
Ya işçi sınıfı,bu soygun ve sömürü düzenini yıkarak,kendi sınıf karşıtını ve kendisini ortadan kaldırarak,sınıfsız ve sömürüsüz dünyaya ulaşacak,yada dünya da sonu karanlık bir barbarlık dönemi başlayacaktır.
YA SOSYALİZM YA BARBARLIK!
Kimileri,Marksizmin artık aşıldığını söylerken,kimileri Marksı,Leninle çeliştirmiş ve yaşananları,Leninizme bağlamıştır.
Tabiki bu saldırı da burjuvazi,kendi ideologlarının yanı sıra,Marksizm-Leninizm den sapan,sağ ve sol oportunizmi de kullanmaktan geri kalmamıştır.
Oportunistler sol görünerek,Marksizmin olmazsa olmazlarını,sorunlu alanlar olarak göstererek,tartışmaya açmışlardır.
Bu süreçte,Sahte Kautskyciler,Bernstainciler,gizli evrimciler gibi sağ oportunistlerle,kendilerini,sol komünist,konsey komünisti olarak tanımlayan sol oportunistler türemiştir.
İkinci Enternasyonalin düşünceleri yeniden gündeme getirilmiş.
Onun sosyal yurtsever ve sosyal şoven politikaları sağ opotunizmin gelişimine nesnel bir zemin oluşturmuştur.
Öyle ki legal komünist yapılardan bazıları,İkinci Enternasyonalin sosyal yurtsever ve sosyal şoven düşüncelerini ,kendi varlıklarına dayanak yapmışlardır.
Diğer taraftan,Leninin düşünce olarak mahkum ettiği,sol oportunistler ve her boydan anarşist guruplar yeniden boy göstermeye başlamış,proleterya diktatörlüğü ve leninist parti örgütlenmesi üzerinden Leninizme yoğun bir saldırı başlatılmıştır.
Bu bağlam da,kimi siyasi yapılar sınıf partisi kimliğini bir yana bırakarak,kitle partisi tanımını benimsemişlerdir.
Sağ ve sol oportunizm,bu temelde ortaklaşmışlardır.
Tüm bu yaşananlar üzerinde baktığımızda,bugün komünistlerin önünde duran en büyük görevlerden biride,sağ ve sol opotunistlerin gerçek yüzlerini ve onların burjuvazinin bu saldırılarında,burjuvazinin yanında saf tuttuklarını kitlelere göstermek olmalıdır.
Yukarda da değindiğimiz gibi,Marksı,Leninle çeliştirmek,Leninizmi Marksizmden koparmak,tüm oportunistlerin ortak çabasıdır.
Marks ,Hiç bir toplumsal formasyon içerdiği üretici güçlerin tümünü geliştirmeden,yok olmaz der.
Marksa göre,politik çözülüş toplumsal çözülüşten sonra gelecektir.
Oysa Lenin toplumsal çözülüşü,politik çözülüş üzerinden okur.
Marks,devrimi en gelişmiş kapitalist ülkelerde olası görürken,Lenin ,devrimin sistemin en zayıf halkalarında ortaya çıkacağını söyler.
Lenin emperyalizm çağında,kapitalizmin politik çözülüşünü görmüştür.
Emperyalizm çağında burjuvazi ,ilerici konumunu yitirmiştir.
Artık burjuva devrimler çağı kapanmıştır.
Yeni çağın adı Proleter Devrimleri çağıdır.
Burjuvazi bundan böyle hiç bir devrime önderlik edemez.
Önderlik,bundan böyle proleteryanındır.
Aslında Marks la Leninin söyledikleri biribirini olumsuzlamaz.
Leninizmi çağın Marksizmi yapan,Marksın düşüncelerini emperyalizm çağının çerçevesinde yorumlamasıdır.
Şimdinin menşevikleri,Marksın yukardaki saptamasını kendilerine temel yaparak,Ekim devrimini zamansız ve volantarist bulmuşlardır.
Öyleki bazıları daha da ileri giderek,Ekimin bir devrim değil bir darbe olduğunu savlayacak kadar ileri gitmiştir.
Tabi sonuçta devrimciliği bırakıp,evrimciliğe savrulmaları kaçınılmaz bir zorunluluk olmuştur.
Sağ oportunizmin bu tavırlarına karşın sol oportunistler ve anarşistler,reel sosyalizmin çöküşü zemini üzerinden,Marksın ve Leninin devlet ve parti konusunda ki tezlerine karşı çıkmışlardır.
Marksın burjuvazinin ortadan yok edilmesi için mülksüzleştirilmesinin yeterli olmayacağı,bu nedenle onu baskı altında tutacak bir araca geçici olarak gerek duyulacağı savına karşı çıkmışlardır.
Bunlar geçiş dönemini,yani toplumda hala sınfların varlığının devam ettiği(burjuvazi mülksüzleştirilsede,politik olarak hala toplumda varlığını korur) bir dönemi yok saymışlardır.
Oysa Marksizm,geçiş dönemi devletini,yani PD yi,geleceğin sınıfsız ve devletsiz toplumu kurmak için geçici olarak kullanır.Marksistler için,devlet hiç bir zaman amaç olmamıştır.Sınıfları ve onun zorunlu gereği Devleti ortadan kaldırmak için Devleti kullanmışlardır. İşte PD budur !! Anarşistler,bu geçiş dönemini ve Marksistlerin geçici olarak kullandıkları bu devleti yadsırlar.
Bu yadsımalarında temel tezleri ise Devletin eşitsizlik ve hiyerarşi üretmesi nedeniyle bir süre sonra yeni egemenler yaratacağı savıdır.
Aslında Anarşistlerin bu savı, Reel Sosyalizm sürecinde devleti, sınıfın organları olan Sovyetlerin yerine partinin yönetmesi nedeniyle, PD nin sınıf diktatörlüğü yerine parti diktatörlüğüne dönüşmesiyle ortaya çıkan bürokratik diktatörlük sonucu nesnel bir "haklılık" kazanır.
Anarşistler,reel sosyalizmin olumsuzlukları üzerinden kendilerini olumlamaya çalışırlar.Anarşistlerin yanılgısı,reel sosyalizmin olumsuzluğunu Marksizmle özdeşleştirerek,olanlardan Marksizmi sorumlu tutmalarıdır.
Oysa Marks,Marksistlerle Blanquist ler arasındaki farkı tanımlarken bu konuya değinir ve PD nin ,bir öncünün,bir zümrenin,bir partinin değil,sınıfın diktatörlüğü olması gerektiğini vurgular.
Aslında PD nin yadsınması noktasında,Anarşistler yanlız değildirler.
Sağ oportunizmle bu konuda ortaklaşırlar.
Sağ oportunistler belkide lagalitenin dayanılmaz hafifliği altında,Marksist olmanın koşulu olan PD yi dile getirmekten,telaffuz etmekten çekinirler.
PD nin neden Marksist olmanın temel koşulu olduğu,gerek Marks ta,gerekse Lenin de son derece açıktır.
İki örnek vermek sanırım yeterli olacaktır.
Marksın Weydemayere yazdığı mektupta dile getirdikleri
"Benim yeni olarak yaptığım şuydu:
1)Sınıfların varlığının yanlızca üretimin gelişmesinin belirli tarihsel evreleriyle bağlı olduğunu
2)Sınıf savaşımının ister istemez PROLTERYANIN DİKTATÖRLÜĞÜNE vardığını
3)Bu diktatörlüğün bütün sınıfların kaldırılmasına ve sınıfsız topluma geçişten öteye gitmediğini göstermektir"
Ve Lenin nin Devlet ve Devrimde konuyla ilgili vurguları
" Yanlızca sınıf mücadelesini kabul etmek .Marksist olabilmek için yetmez.Sınıf mücadelesini,Proleterya diktatörlüğüne kadar genişleten kişi gerçek anlamda Marksist dir.
Görüldüğü gibi hem Marks,hemde Lenin,PROLETERYA DİKTATÖRLÜĞÜ nün .Marksizmin olmazsa olmaz koşulu olduğunu çok açık biçimde dile getirmişlerdir.
Aynı zamanda Marks bu mektupta,PD nin sınıfsız toplumdan öteye gitmeyeceğini söyliyerek,bu devletin geçici olduğunu çok net ortaya koymuştur.
Anarşistlerin diğer karşıtlığı ise üretici güçlerin gelişimi ve üretimin merkezi ve parçalı olması ile ilgilidir.
Marksistler için geleceğin toplumu salt insan sömürüsünün ortadan kaldırılması değildir.
Marksistler aynı zamanda,üretici güçleri ve toplumsal emeğin üretkenliğini en üst düzeye çıkararak,insanın onu çevreleyen doğadan olabildiğince bağımsızlaşmasına ve toplumsal olarak gerekli emek için harcanan zamanı en aza indirgemeye çalışırlar.
Bu anlayış,insanın özgürleşmesinin temelini oluşturur.
Yukarda saydıklarımızın nesnel zeminini ise büyük birimler olarak örgütlenmiş merkezi üretim birimleri ve sonuçta dünya ekonomisinin bir bütün olarak örgütlenmesi oluşturur.
Anarşistler ise,bu tür üretim örgütlenmelerine karşıdırlar.Bu karşıtlıkları tıpkı Devlete karşı takındıkları tavır gibi,üretimin de merkezileşmesine karşı duydukları tepkidir.
Onlar büyük üretim birimlerinin dışında,aralarında ki antlaşmalarla biribirine bağlı küçük ve parçalı üretim birimlerini savunurlar.Yani kapitalizmden bile daha geri, komünal küçük üretim birimleri.
Oysa geleceğin toplumu yoktan var edilmeyecektir.Geleceğin toplumu var olan toplumun içinden çıkacak ve o toplumun en üst seviyede gelişmişlik derecesine sahip üretici güçlerinin üzerinde şekillenecektir.
Diğer bir saldırı noktası da,Leninin parti öğretisinedir.
Leninin parti öğretisine saldırı da,sağ ve sol opotunistler aynı noktada çakışırlar.
Sağ oportunistler sınıf partisinin yerine,kitle partisini savunup onu ikame ederlerken,sol oportunistler sınıfın partisini ve onun gerektiğinde olması gereken,merkezi ve disiplinli yapısını yok sayarlar.
Bunlara göre,işçi sınıfı kendiliğinden pratik eylemliliği içersinde,sınıf bilincini oluşturur.
Bilincin onlara dışardan taşınmasına gerek yoktur.
Bu anlayışın temelinde gizliden işçi sınıfının partisinin yadsınması vardır.
Oysa,Lenin,işçi sınıfının kendiliğinden hareketinin varacağı en ileri nokta ekonomizmden öte değildir der.
İşçi sınıfına,sınıf bilincini taşıyan,onun en ileri unsurlarının yer aldığı partisidir.İşçi Sınıfının partisi,sınıfın bir uzvudur.Onun dışında değil,onun bir parçasıdır.
Leninin Emperyalizm kuramından sonra en önemli çalışması parti kuramıdır.
Parti,işçi sınıfının erki ele geçirme,burjuvaziyi ekonomik ve politik olarak mülksüzleştirerek,burjuva devlet mekanizmasını parçalama aracıdır.
Kapitalizmi devrimci yoldan dönüştürmek için başvuracağı,olmazsa olmaz aygıtıdır.
Bu nedenle de parti sınıf mücadelesinin gereği,legal ve illegal her alanda çalışabilecek bir yapıda oluşturulmalıdır.
Burjuvazinin erki işçi sınıfına gümüş tepside sunmayacağı açık bir gerçekliktir.
Erki bırakmamak için her türlü mücadele biçimini deneyecektir.
Bu nedenle de,bu savaşın koşullarını salt işçi sınıfının belirlemesi söz konusu değildir.
İşte bu nedenle işçi sınıfı partisi,gerektiğinde merkezi bir disiplin içersinde hareket eden gerektiğinde, koşullar gereği demokrasinin en güzel örneklerini sunan bir yapı içersinde olmalıdır.
Sol oportunistler,parti yerine işçi sınıfının öz yönetim organlarını koyarlar.
Onlara göre bu organlar,aynı zamanda erki elde etme araçlarıdırlar da.
Oysa yapıları gereği,hiyerarşik olmayan,yatay örgütlenen bu yapılarla,burjuvaziyle erk savaşına girmek,savaşı en baştan kaybetmekle eş değerdir.
Bu acımasız savaşta işçi sınıfı,hem disiplini hemde merkeziliği içeren bir yapıya sahip olmak zorundadır.
Aynı oportunist yaklaşımlar,kendisini Ulusal Sorunda da göstermektedir.Marksist-Leninistlerin ,ezen ulus sosyalistlerinin ezilen ulusun ,ayrılma hakkı da içeren,kendi kaderini tayin hakkını,koşulsuz,her durumda savunmalıdır tezine karşın kimi sosyal şoven yapılar ,ezilen ulusun adına karar verme hakkını ,onlara sormadan kendilerinde görerek,sosyal şoven yüzlerini ortaya koymaktadırlar.Birlikte mücadeleyi,gönüllülük temelinden çıkararak,ezilen ulus proleteryasına bir dayatma biçiminde sunmaktadırlar.Oysa bu konudaki Marksist-Leninist tez,son derece belirgindir.Ezen ulus proleterleri,ezilen ulusun kendi kaderini tayin hakkını,ayrılma hakkınıda içerecek biçimde,koşulsuz savunurlar.Birlikte mücadeleyi savunmak ancak gönüllük temelinde olasıdır ve hakkın savunulmasına engel değildir.
Ezilen ulusun bu hakkı kullanımında,ezen ulus proleterlerinin bu kullanıma destek vermesi için iki nokta önemlidir.
Bunlardan birincisi,bu hakkın kullanımına,ezilen ulusun özgür bir ortamda,emperyalist bir müdahale olmaksızın karar vermesi,diğer bir nokta ise bu kararın,genel ve evrensel olarak proleteryanın çıkarları ile çelişmemesidir.
Görüldüğü üzeri,Marksizm-Leninizm den sapmalar,verimli bir tarlanın ürün vermesini engelleyen ayrık otları gibi her yanda ortaya çıkmaktadır.
Marksist-Leninistlerin,bu ayrık otlarını temizleyeceklerinden kimse şüphe duymamalıdır.
İşte tüm bu nedenlerle,burjuvazinin ideologlarına,onların sol içersindeki truva atları olan sağ ve sol oportunizme karşı,Marksizm-Leninizmi savunmalıyız.
Burjuvazinin ideolojik aygıtları ile yığınlara pompalamaya çalıştığı Marks sız ve Lenin siz Sosyalizm anlayışına karşı çıkmalıyız.
Her şeyden öte MARKSİZM-LENİNİZM i ,popülizm adına,birilerine şirin görünmek adına ağızlarına almaktan korkanlarla,onun yolumuzu aydınlatan meşalesini karartmak isteyenlerle saflarımızı ayırmalıyız.
Ya işçi sınıfı,bu soygun ve sömürü düzenini yıkarak,kendi sınıf karşıtını ve kendisini ortadan kaldırarak,sınıfsız ve sömürüsüz dünyaya ulaşacak,yada dünya da sonu karanlık bir barbarlık dönemi başlayacaktır.
YA SOSYALİZM YA BARBARLIK!