• Web sitemizin içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için Web sitemize kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Web sitemize üye olmak tamamen ücretsizdir.
  • Sohbetokey.com ile canlı okey oynamaya ne dersin? Hem sohbet et, hem mobil okey oyna!
  • Soru mu? Sorun mu? ''Bir Sorum Var?'' sistemimiz aktiftir. Paylaşın beraber çözüm üretelim.

Üzeyir Garih Cinayeti

DarkWoman

MFC Üyesi
Üyelik Tarihi
27 Kas 2019
Konular
5,318
Mesajlar
11,488
MFC Puanı
66,370
uzeyir_garih.jpg



Üzeyir Garih cinayeti, 25 Ağustos 2001’de işadamı Üzeyir Garih’in Yener Yermez adında bir kişi tarafından öldürülmesi olayıdır. Cinayet haberi ve soruşturması, uzun süre Türkiye gündemini oluşturmuştur.

1929 İstanbul doğumlu Alarko Holding’in kurucularından Yahudi asıllı Türk iş adamı olan Üzeyir Garih, 1951’de İstanbul Teknik Üniversitesi Makine Fakültesi’nden mezun olduktan sonra Carrier’in Türkiye şubesinde çalışmaya başlamış, 1954 yılında İshak Alaton’un teklifiyle Alarko Kolektif şirketinin eş ortağı olmuştur. Garih, o tarihten ölümüne kadar Alarko Şirketler Topluluğu’nda İshak Alaton’la birlikte başkanlık görevini aralıksız sürdürmüştür.

Üzeyir Garih 25 Ağustos 2001 sabahı sahibi olduğu Alarko Holding’e gidip Bulgaristan Başbakan Yardımcısı Nikolay Vassilev ile görüştü. Koruması ve şoförü izinli olan Garih, saat 12.50’de holdingden çıktı, 14.00’te Eyüp Sultan’a gitti Türkiye’nin Cumhuriyet dönemindeki ilk Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak’ın mezarının da bulunduğu Hüseyin Şeyh Türbesi yanına geldikleri sırada Garih 10 yerinden bıçaklanarak öldürüldü. Bir süre sonra Garih’in cesedi mezarlık görevlileri tarafından bulundu. Fevzi Çakmak Mezarlığı’ndaki görevliler tarafından polise yapılan ihbar üzerine İstanbul Emniyet Müdürvekili Hasan Özdemir ve birimler mezarlığa gitti. Mareşal Fevzi Çakmak’ın mezarının yanında Garih’in bıçaklanarak öldürülmüş cesedini buldu. Kimlik ve kredi kartlarından ölen kişinin Üzeyir Garih olduğu anlaşıldığında ise cenaze olaydan iki saat sonra Adli Tıp Kurumu morgu’na götürüldü.

Bazı görgü tanıkları cinayetin faili olarak çevresinde "Deli Fuat" olarak tanınan 14 yaşındaki Fuat N.’yi gösterdi. Garih’ten sadaka aldığını belirten 8 yaşındaki Yeşim adında bir kız çocuğu, polise Fuat N.’yi Garih’in yanında gördüğünü ve bir süre konuştuklarını anlatmıştı. Üstelik Fuat N.’nin aynı gün bıçak bilettiği tespit edilmişti. Bunun üzerine Fuat N., polis tarafından gözaltına aldı. Faili yakaladığından emin olan polis bazı gazetecilere Fuat N.’nin sorguda cinayeti nasıl ve neden işlediğini anlattığına dair sonradan yanlış olduğu anlaşılan bazı ifadeler sızdırdı. Medyaya bilgi veren polisler Fuat N.’nin ifadesinde sık sık mezarlığa gelen Garih’ten para aldığını ve bu şekilde birbirlerini tanıdığını söylediğini belirterek, "O gün de para istedim vermeyince de önce sırtından sonra da diğer yerlerinden bıçakladım. Cüzdanındaki paraları da alıp kaçtım." dediğini ve uçucu madde bağımlısı olduğunu söyledi.

Ancak, gözaltına alındığı ilk günün geç saatlerine kadar Fuat N., kendisini sorgulayan polisleri, Garih cinayetini işlemediğine ikna etti. Evinde yapılan incelemelerde herhangi bir bulguya rastlanmayan Fuat N. serbest bırakıldı. Fuat N. serbest kaldıktan sonra şu açıklamayı yaptı:

"Otoparkın oradayken Tuğba adındaki bir kız, bana ve Yeşim adındaki arkadaşıma Üzeyir Garih’i göstererek, ’Her cumartesi buraya geliyor ve para dağıtıyor’ dedi. Bunun üzerine Yeşim’le yanına gittik, bize 200’er bin lira para verdi. Ondan sonrasını bilmiyorum. Ben mezarlığa girmedim. Çünkü mezarlıkta başka çocuklar vardı, onun için oraya giremezdim"

Fuat N., Garih’in yanından ayrıldıktan sonra, Eyüp’teki bir kokoreççinin bileyletmek üzere kendisine bir bıçak ve para verdiğini söyledi. Bu işi hallettikten sonra evine döndüğünü, Televizyon seyrederken birinin öldürüldüğü haberini duyduğunu anlatan Fuat N., daha sonra lastikçilik yapan Tuncay adlı bir kişinin yanına gittiğini belirtti ve:

"Bir süre sonra babamla birlikte polisler oraya geldi. Polisler babama, benim cep telefonu çaldığımı söylemişler. Alıp götürdüler beni. Sordukları soruların yanıtlarını bilmediğimi söyleyince beni çıplak halde klimalı soğuk bir odaya attılar. Yarım saat beklettiler. Üzerimde şortum kalıncaya kadar soydular, hayalarımı sıktılar ve cinayeti anlatmamı istediler. Orada hem çok üşüdüm, hem de korktum. ’Bu işi sen yaptın, doğruyu söyle, kafanı kopartırız’ dediler. Onlara ’Valla ben yapmadım’ dedim."

dedi. Cinayetin failinin Fuat N. olmadığı anlaşılınca İstanbul polisi olayın ikinci günü soruşturmaya yeniden başladı. Garih’in kayıp cep telefonu ve cinayet aleti bıçağın bulunması için 200 polis mezarlığa sevk edildi.[SUP][6][/SUP]Üzeyir Garih’in çalınan cep telefonunun sinyallerini takip eden polis, konuşmanın Hasdal Kışlası’ndan yapıldığını tespit etti. Alınan özel izinle kışlada büyük bir arama yapan İstanbul polisi, Garih’e ait cep telefonunu bir askerin üzerinde buldu. Üzerinden Garih’in telefonu çıkan asker cep telefonunu aynı kışladaki arkadaşı Yener Yermez’den aldığını söyledi. Ancak Yener Yermez’in firarda olduğu anlaşıldı. Hırsızlıktan sabıkası olan ve geçmişte cinayetten hüküm giyen katil zanlısı Yermez, Şartlı Tahliye Yasası’ndan 23 Aralık 2000 tarihinde tutuklu bulunduğu Kayseri Cezaevi’nden tahliye edildikten sonra askere alınmıştı.

Emniyet tarafından bütün yurtta aranan 1975 doğumlu katil zanlısı cinayetten 10 gün sonra memleketi Kayseri’ye giderken yakalandı. Yermez’in yolcu olarak bulunduğu Ankara’dan 4 Eylül 2001 günü saat 06.00’da hareket eden şehirlerarası otobüs, saat 11.00 sıralarında Kayseri’ye 12 kilometre uzaklıktaki bir noktada durduruldu. Yermez’i daha önce hırsızlıktan yakaladığı için iyi tanıyan, bu nedenle arama yapan ekipte görev alan Hırsızlık Büro Amirliği’nde çalışan komiser Hasan Kahraman, kimlik kontrolü için otobüse girdiğinde, orta sıralarda cam kenarında oturan ve yakalanmamak için top sakal bırakıp, gözlük takan Yermez’i tanıdı. Otobüsten indirilen Yermez Kayseri emniyetine götürüldü.

Yermez emniyetteki ifadesinde, Garih cinayetini başından sonuna kadar anlattı. Yermez işlediği cinayeti şöyle itiraf etti:

"Adını o zaman bilmediğim ve sonradan Garih olduğunu öğrendiğim iyi giyimli kişiden, mezarlıkta para istedim. Çünkü cebimde 2.000.000 lira vardı. O da para vermedi ve bana ’Koskoca adamsın, para istemeye utanmıyor musun? Aslan gibi delikanlısın, git çalış’ dedi. Çok öfkelendim. Gidip, bir yerden bıçak satın alıp geldim. Üzeyir Garih orada duruyordu. İlk bıçak darbesini vurdum. Yaralanan Garih, cüzdanını çıkarıp bana parayı verdi. Sonra saydım 200 milyon liraydı. Ancak bir defa bıçaklamıştım, kanı görünce, bıçaklamaya devam ettim. Sonra cep telefonunu aldım. İmdat isteyerek bağırdığını görünce, çok sayıda bıçak darbesi daha vurup kaçtım. Sokaklarda gezip, geceleri çöplüklerde yattım."

Yener Yermez hakkında Eyüp 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nde idam istemiyle dava açıldı. Daha sonra, dava sürecinde idam cezasının kaldırılması nedeniyle ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası talep edildi ve bir yıl süren yargılama sonucu Yermez, müebbet hapis ile cezalandırıldı ve sonucunda hapse gönderildi.

Garih cinayeti 2008 yılındaki Ergenekon operasyonu ile birlikte tekrar gündeme geldi. Cinayetin Ergenekon ile ilgisi olduğu yönünde birçok iddia ortaya atılırken 2009 Ocak ayında Ergenekon soruşturmasını yürüten savcı Zekeriya Öz, Yener Yermez’in ifadesini almıştır.

Ergenekon davası sırasında Üzeyir Garih cinayetinin de gündeme gelmesi üzerine, Üzeyir Garih’in yakın bir çalışma arkadaşı, cinayet günü Üzeyir Garih’in torunun da asker kıyafeti giyen kişilerce kaçırıldığını ve eğer herhangi bir açıklama yaparlarsa çocuğun da öldürüleceğini söyleyerek kendilerini tehdit ettiklerini açıkladı.

Zanlı Yener Yermez de cinayeti, bazı "güçler" tarafından tehdit edildiği için işlemek zorunda kaldığını iddia etti. Yermez’in avukatı Mustafa Yalçınkaya, müvekkilinin olayı kimlerin kendisinin üstüne yüklediğini açıklayamadığını, cinayetin birden fazla faille işlendiğini ve olayda ikinci bir kesici alet bulunduğunun Adli Tıp Kurumu tarafından açıklandığını iddia etti.

Cinayetin bir kişi tarafından değil en az iki kişi tarafından işlenildiği yönünde kuvvetli deliller mevcut. Üzeyir Garih`in vücudunda tespit edilen 11 bıçak darbesinin sağ ve sol dan çok farklı açılardan yaklaşılarak vurulması, sağ kulak arkasındaki yaranın bıçakla yapılmasının mümkün olmaması gibi ne gibi bir aletle yapıldığının tespit edilememesi ve olay yerinde kime ait olduğu halen tespit edilemeyen kadın kanının kime ait olduğu cinayetin birden çok kişi tarafından işlendiğini ortaya koyan deliller.

Garih cinayeti hükümlüsü Yener Yermez, ünlü işadamının üyesi olduğu bir tarikat yapılanması tarafından gizli bir tapınakta, ritüeller eşliğinde bıçaklanarak öldürüldüğünü ileri sürdü. Yener Yermez tarafından "bireysel" olarak işlendiği ileri sürülen Üzeyir Garih cinayetinin "organize" şekilde gerçekleştirildiği ileri sürüldü. Cinayet hükümlüsü Yermez’in şok ifadesine göre, Garih, üyesi olduğu gizemli örgütün, gizli tapınağında infaz edildi. İddiaya göre, garip giysili kişilerin katıldığı törende bıçaklanarak öldürülen ünlü işadamının cesedi, daha sonra "Meral" adlı kadının kimliği meçhul arkadaşı tarafından Eyüp Mezarlığı’na bırakıldı. İnfazın kamera kayıtları ezberletilen Yermez ise cinayeti üstlendi.

Gündeme bomba gibi düşen iddiaya göre, Üzeyir Garih, mensubu olduğu tarikatımsı gizli bir yapılanmanın, üst birimi tarafından cinayet tarihinde gizli bir tapınağa davet edildi. Çok özel durumlarda kullanılan tapınaktaki davete icabet eden Üzeyir Garih için tören düzenlendi. Ayin ritüelleri taşıyan bu tören sonrasında garip giysiler içindeki çok sayıda örgüt üyesinin gözleri önünde, esrarengiz kadın Meral ve arkadaşı, farklı bıçaklarla Üzeyir Garih’i vahşi şekilde infaz etti. Yermez’in iddiasına göre, infaz sonrası ise ünlü işadamının cesedi, soruşturma dosyalarında adı geçen Meral’in yanındaki kimliği belirsiz bir kişi tarafından Eyüp Mezarlığı’na taşındı. Yermez’in, açılan yeni soruşturma kapsamında Ergenekon Savcısı Zekeriya Öz’e ve polise verdiği iddia edilen ifadelerde şok edici bilgiler ortaya çıktı:
Ayrıca, Ergenekon davası sanığı Ümit Sayın’dan ele geçirilen belgeler arasında Üzeyir Garih’in olay günü üzerinde bulunan gömleğindeki bıçak darbelerini gösteren bir şema bulundu.

Yener Yermez’in Garih cinayetinden yaklaşık 5 ay önce gazeteci Tuncay Güney ile beraber otomobil kaçakçılığı suçlamasıyla gözaltına alınan teğmen Murat Oğuz’un Hasdal Kışlası’nda çaycılığını yaptığı ortaya çıkmış, Yermez’in Ergenekon sanıklarında albay Fikri Karadağ’ın emrinde çalıştığı ve Ümraniye’de ele geçirilen bombaların sahibi Oktay Yıldırım ile aynı kışlada askerlik yaptığı anlaşılmıştır.

Dışa kapalı bir cemaat olarak yaşayan masonlar her zaman gizlilikleriyle ön plana çıktılar. Bir biraderlik örgütü olduğu söylenen masonluğun geniş yelpazeli derin bağlantıları olduğu iddiasıyla ortaya çıkan eleştirilere 1999 yılında kapılarını medyaya açarak cevap veren masonlar kendilerini tanıtmaya, önyargıları düzeltmeye çalıştılar. Masonluk ve masonlar, son olarak, ünlü iş adamı Üzeyir Garih’in ölümüyle yeniden gündeme geldi ve Garih’le birlikte Alarko Holding’in patronluğunu yürüten İshak Alaton’un bir gazeteciye "Üzeyir bir dul kadına 10.000 dolar yardım edecekti" ifadesinden sonra manşetlere taşındılar.

Alaton’un kullandığı "dul kadın ve oğlu" ifadesinin masonlar arasında gizli bir şifre olduğu ve kendisinin tehlikede bulunduğunu belirtmek için bu ifadeleri kullandığı ileri sürüldü. Böylece Garih cinayetine masonik bir boyut da eklenmiş oldu. Alaton gazetelerde yayınlanan haber üzerine sözlerinin masonlar arasında gerçekten bir dul kadına yapılan yardımı anlattığını ifade etti ve bu ifadenin yanlış yorumlandığını belirtti.

Ortağının öldürülmesinden sonra yaptığı ilk röportajda Alaton’un Üzeyir Garih’in mason olduğunu açıklaması ve masonlar arasında sembolik bir anlam taşıyan "Üzeyir, dul kadının oğluna yardım edecekti" ifadesinin ertesi gün manşetlere taşınması Alaton’u kızdırmış ve gazeteyi sırrını saklayamamakla suçlamıştı ama Alaton bu ifadeleri reddetmemişti.

Peki dul kadın, Alaton’un dediği gibi zor durumda olan bir biraderin dul eşine yardım anlamına mı geliyordu yoksa mason biraderler zor durumda olduklarını diğer masonlara bildirmek için mi bu ifadeyi kullanıyorlardı? Gizli Müslüman olduğu söylenen Garih neden ortağına bu sözleri söylemişti? Dahası, masonlukta "dul kadının oğluna yardım etmekten" başka şifre işaretler de var mıydı?

Masonların sıkça kullandığı "dul kadının çocukları" deyimi, masonların kökenlerinin dayandığını söyledikleri ’Hiram efsanesinden’, Hz. Süleyman mabedini inşa eden Hiram Usta’nın dul bir kadının çocuğu olmasından kaynaklanıyor. Dünyada mason locasına üye olan herkes kendilerinin dul bir kadından gelme olduklarına inanırlar ve her bir mason dul kadının çocukları olarak kabul edilir.

Hiram’ın annesine atfen kullanılan dul kadının çocuğuna yardım ifadesinin gerçekten masonlar arasında zor durumda olan dul bir mason hanımına yardımı ifade ettiğini söyleyen araştırmacı yazar Aytunç Altındal bu ilişkiyi şu sözlerle açıklıyor:

"Masonların her biri dul bir kadındır ve her bir biraderin bir tane kadın ismi vardır. Bir mason locasında iki tane birader var. Birinin adı Ahmet, birininki Veli. Ahmet’in karısı Necla, Veli’nin karısı da Filiz ismini taşısın. Şimdi Ahmet, Veli’nin karısının adını alıyor, Veli de Ahmet’in karısının adını alıyor. Böylece Veli ve Ahmet birer erkek oldukları halde birer adları da Necla ve Filiz oluyor. Ahmet’in bir adının Filiz olduğunu locada bulunanlar da biliyor. Böylece locada hem kadın hem de erkek olmuş oluyor. Bir gerçekten hâlâ yaşayan Necla ve Filiz var, bir de erkek olan Necla ve Filiz var. Birgün Filiz’in kocası olan Veli ölürse ona erkek olan Filiz yardım ediyor. Yani gerçek bir dul kadın var ortada, onun adı Filiz; bir de erkek olan Filiz (Ahmet) var o da dul bir kadın ayrıca. Yani Ahmet de dul bir kadın olmuş oluyor ve bunu da locada bulunanlar biliyor."

Altındal’a göre Alaton’un, Garih’in öldürüldüğü gün bir dul kadına verilmek üzere kendisinden on bin dolar aldığını ve bu paranın ölümünden sonra arabasında bulunduğunu söylemesi gerçekten Garih’in dul bir kadına yardım edeceğini gösterdiğine işaret ediyor. Altındal şu eklemeyi yapmadan edemiyor:

"Yardım edilen gerçekten dul bir kadın ancak bu kadın kesinlikle bir başka masonun karısıdır. Çünkü biraderlikte önce kendinden olana yardım edeceksin, yardım edilecek kadın kesinlikle bir başka masonun karısıdır."

Durum böyle olsa bile Alaton’un röportajda satır aralarına serpiştirerek bahsettiği ve masonik bir anlam taşıyan dul kadın ifadesinin manşetlere taşınarak teşhir edilmesi ve bu konu üzerinde yazılıp çizilmesi Alaton’u ve masonları rahatsız etti. Gizliliğin esas olduğu ve bunun için kendilerinden olmayanların bilmediği ifadelerle kalabalık ortamlarda birbirlerine mesaj verebilen biraderlerin önde gelenleri bu konuda duydukları rahatsızlıktan ötürü medyanın karşısına çıkarak dul kadın ifadesinin bir şifre olmadığını ve Garih’in bir dul kadına yardım edeceğini fakat gizlilik esasından ötürü bu kadının adını söyleyemeyeceklerini açıklamak zorunda kaldılar.

Masonlukta, "dul kadın'dan başka mesajlarında bulunduğunu kaynaklar gösteriyor.

İlhami Soysal’ın yazdığı "Dünyada ve Türkiye’de Masonlar" isimli araştırmada "Dul kadının çocuğuna yardım" konusu şöyle anlatılıyor:

"Usta ya da üstad mason bir kalabalıkta zor durumda kalmışsa, yardıma gereksinimi varsa ve orada başka bir mason bir birader olduğunu umuyorsa, iki elini avuç içleri karşı karşıya gelecek biçimde havaya doğru kaldırır ki, bu bir imdat çağrısıdır. Bunu gören bir başka mason birader, iki eli kanda da olsa ne yapar eder, ustanın yardımına koşar ya da koşmaya çalışır. Ortalık karanlık da bu yardım çağrısı görülemiyorsa o zaman işin içine ses ve göz girer. Üstad toplulukta var olduklarını saydığı öteki biraderlere seslenir: ’Dul kadının oğluna yardım yok mu?’ Bir ustanın bu çağrıyı yaptığı yerde başka biraderler varsa ustanın zorluğu ne olursa olsun giderler. Kural budur, böyle bir çağrıya aldırmamazlık edilmez. ...."

Buna göre dul kadına yardım kalabalık ortamlarda zor durumda olan masonların kullandığı gizli bir şifre. Belki Üzeyir Garih gerçekten bir dul kadına yardım yapacaktı ama dul kadın ifadesinin masonlar arasında gizli bir şifre olduğu gerçeği de ortada. Alaton sadece masonların anlayabileceği bir şifreyi istemeyerek de olsa teşhir etmiş oldu.

Masonlar bir biraderin tehlikede olduğunu ya da yardıma ihtiyacı olduğunu anladıklarında iki elleri kanda bile olsa mutlaka yardımına koşarlar. Peki birbirlerini tanımayan biraderler kalabalık bir toplulukta karşısındaki kişiye birader olduğunu nasıl ifade ediyor? Kalabalık ortamlarda genellikle beden dilini kullanarak karşısındakine ben masonum işaretini veren biraderler böylelikle birbirlerini kalabalık ortamlarda bile tanıyorlar. Mason olmayan bir kişinin anlamayacağı, hatta dikkatini dahi çekmeyecek bu hareketleri mason olan bir birader hemen fark eder. Karşısındakinin mason olup olmadığını anlamaya çalışan ya da karşısındakine ben masonum işaretini vermek isteyen bir birader el sıkışırken baş parmağını karşısındakinin bileğine bastırır ve eğer karşıdaki kişi masonsa bu mesajı alır. Eğer masonlar kalabalık bir ortamda sohbet ediyorsalar ve bir birader ortada konuşulan konuya diğer bir biraderin anlam veremeyeceği şekilde yorumlar getiriyorsa bir elini başının üstüne, bir elini de çenesine getirerek karşıdaki masona "Daha sonra baş başa görüşelim. Bu konuda esas düşüncelerim bunlar değil ama burada böyle söylemek zorundaydım" mesajını verir. Eğer bir masonun konuşulan ya da tartışılan bir konuda desteğe ihtiyacı varsa biraderin elini sıkarken yumuşak bir şekilde elini avucunun içine alır. Karşıdaki birader de aynı hareketi tekrarlayarak yanında olduğu mesajını verir.

Bir mason bir davete gittiği zaman ayağını pergel gibi açarak girer, bu geleneği mason olmayan bir başka kişi fark etmez ve anlamaz. Pergel sembolünün önemi Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası’nın internet sitesinde "Genellikle mason olmayanların da bildikleri gönye ve pergel çok eski kaynaklara gider. Bu birbiri üzerine yerleştirilen avadanlıklar sadece duvarcıların işaretleri değil, ayrıca en eski misterlerde bile bulunan ve çok yaygın bir semboldür. Gönye ve pergel sembolünün çok eski zamanlardan gelen bir geleneği olduğu kuşkusuz" şeklinde anlatılıyor. Araştırmacı yazar Aytunç Altındal masonların beden dillerini her ortamda kullanarak birbirlerine destek sağladıklarını söylüyor ve ekliyor: "Masonlar şartlar ne olursa olsun birbirlerine yardım ederler. Diyelim ki bir rektör seçimi var. Ben bir masonum ve kurulda da masonlar var. Ben karşıdaki kişinin elini sıktım ve başparmağımı karşıdaki kişinin bileğine bastırdım. Ben masonum işaretini karşıya verdim. Artık rektörlük seçiminde karşıda diyelim ki beş tane Müslüman aday var. Onlar benden daha iyi olsalar bile bir mason olduğum için mutlaka ben seçilirim."

Vücut dilini kullanamayacak kadar birbirlerine uzak olduklarında biraderler genellikle masonların bildiği fakat başkalarının anlamayacağı masonik kelimeleri konuşmanın ya da tartışmanın arasına serpiştirerek ben masonum mesajını veriyorlar. Masonlar arasında sembollerle anlaşmaya bir örnek veren Altındal buna benzer bir çok sembolün kullanıldığını söylüyor: "Örneğin bir yere bir yazı yazdım ve altını ’Aytunç Altındal, çok iyiyim.:’ diye imzaladım. Bu cümlenin sonundaki ’.:’ işareti şu anlama geliyor. Ben bir masonum ve çok zordayım."

Masonlar kendi sitelerinde "Semboller ilgisizlere fazla bir şey ifade etmez. Fakat anlayanlara ifade ettikleri anlamlar çok büyüktür. Bu sebeple kelime ve lisanla yapılan öğretim, hiçbir zaman hayal gücüne seslenen sembollerin yerini tutamaz" şeklinde sembollerin kendileri için ne kadar önemli olduğunu ve mason olmayan bir kimse tarafından anlaşılamayacağını anlatıyorlar. Bu yüzden olsa gerek Alaton’un sözleri üzerinde durulması ve manşetlere taşınması locaları rahatsız etti.[SUP][4][/SUP]

Ulusal Kanal ve Aydınlık gazetesinin cinayetten sonra gündeme getirdiği iddialara göre Garih, İsrail devleti içindeki “Şahinler” ve “Güvercinler” arasındaki çatışma nedeniyle öldürüldü. Garih, İsrail Başbakanı Ariel Şaron’ın sertlik yanlısı bölge politikalarına karşı etkili bir muhalefet başlattığı için hedef seçildi. Ulusal Kanal ve Aydınlık gazetesinin, Milli Güvenlik Kurulu’na yakın kaynaklardan kendilerine ulaştığı*nı iddia ettikleri bilgiler şöyleydi:

“Üzeyir Garih, Türkiye’nin mason generali. Sadece Türkiye’deki değil, bölgedeki 1 numaralı adam. Şaron’dan ve diğerlerinden üstte. Garih, bölgedeki en kritik teorisyen. Üzeyir Garih, devletler düzeyinde. MGK’ya yakın kaynaklar, Üzeyir Garih’in Nesim Malki’yle yapılan operasyonlar konusunda MOSSAD’a karşı çıktığını da ekliyorlar. Bu kaynaklara göre, Garih’in bu operasyonlara karşı çıkma nedeni Türkiye-İsrail ilişkilerinin uzun vadede zarar göreceğini düşünmesi. Bilgi kaynağı uzmanlar, bu türden operasyonlara karşı çıktı*ğı için de Üzeyir Garih’in çizgisinden MOSSAD’ın içinde şikayetçi olanlar bulunduğunu belirtiyorlar.”

2 Eylül 2000 tarihli Aydınlık’ta “Garih’i MOSSAD öldürdü” başlıklı yazıda Garih’in Çernomirdim döneminden beri Gazprom’la ve Rusya’yla çok yakın ilişkileri olduğu, İsrail’in bu ilişkiden çok rahatsızlık duyduğu iddia ediliyordu. Aydınlık tarafından gündeme getirilen başka bir iddia da İsrail’in dünyanın çeşitli yerlerindeki zengin Yahudi iş adamlarından vergi topladığı, Şaron iktidara geldikten sonra savaş hazırlığı bahanesiyle vergi miktarının yükseltildiğini, Garih’in ise buna karşı çıktığı şeklindeydi. Aydınlık, Sakarya Üniversitesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Emin Gürses’in açıklamalarına da yer veriyordu. Gürses, MOSSAD’ın Yahudi işadamlarına koruma yaptığını ifade ederek, “Bütün Yahudi işadamları İsrail’e vergi verirler. Bu çok bilinen bir ilişki. Koruma, yanına iki adam vermek olarak anlaşılmamalı. MOSSAD, ilgili ülkedeki başta istihbarat örgütü ve medyadaki kaynaklarıyla koruma çemberine alır. MOSSAD tarafından korunduğunun bilinmesi bile yeterince caydırıcıdır” diyordu.

Aydınlık’ın araştırması şöyleydi: “Cinayet MOSSAD’ın yönetiminde üç kişilik bir tim tarafından gerçekleştirildi. Timin dışında gözcüler de Eyüp’te ve mezarlık çevresinde yerlerini aldılar. Garih’in 25 Ağustos Cumartesi günü cep telefonundan bir MOSSAD yetkilisiyle sabah saatlerinde görüşme yaptığı öne sürülüyor. Garihin telefonunu bu görüşmeden sonra kapadığı belirtiliyor. Öğlen Bulgaristan Başbakan Yardımcısı Nikolay Vassilevle saat 11-12 arasında Alarko merkezinde görüştü. Daha sonra eve gitti, üzerini değiştirdi ve Eyüp Mezarlığına doğru yola çıktı. Arabasını Eyüp Otoparkı’na bıraktı. Mezarlığa girdikten sonra Küçük Hüseyin Efendi’nin mezarının yanında öldürüldü. Garih ilk bıçak darbesini karın boşluğuna, göğsüne ve sağ kulak memesinin altından şahdamarına aldı. Garih planlı ve profesyonelce öldürüldü. Faillerin bir saç teli bile bulunamadı”.

Garih öldürüldükten sonra ABD’de 11 Eylül saldırıları gerçekleşti. Afganistan işgal edildi, El Kaide dağlara kaçtı. Sonra da Irak işgal edilerek İsrail’e karşı büyük bir tehdit ortadan kaldırıldı. Yıllarca çok iyi olan Türkiye-İsrail ilişkileri Garih’in öldürülmesini izleyen süreçte İsrail’deki şahinlerin istediği gibi yerlerde sürünür hale geldi. Türkiye ilk kez Arap dostu, İsrail karşıtı oldu. Böylece İsrail kamuoyunda Türkiye sempatisi azaltıldı, Türkiye anti-semitist, İslami Cihad cephesindeymiş gibi gösterilerek Amerika ve Avrupa Birliği ülkelerinin Türkiye’ye desteğinin ortadan kaldırılması hedeflendi. Garih yaşadıkça ABD’deki Yahudi lobisi Türkiye’yi her zaman destekleyecekti. Garih ölünce bu desteğin sağlanacağının hiçbir garantisi kalmadı sonra da destek ortadan kalktı. Garih’i öldürtenler Türkiye’nin bu açıdan da zayıflayacağını düşündüler.

Garih’in ölümü Anadolu’da adeta tedrici tarih değişiminin miladı oldu. Osmanlı’nın son döneminde ve Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş ve gelişiminde baş rolü oynayan İttihat ve Terakki mensupları, mason, Yahudi, Sabetayist-Dönme, bunların iç içe olduğu bazı tarikatlar, sabetaycı/dönme olmayan Balkan göçmenleri devri sona eriyor, onların siyaset, devlet yönetimi, sermaye, sanayi, iş ve medya dünyasındaki egemenliği yerini Anadolu kökenlilere bırakıyor. Sermaye’ye Anadolu Kaplanları hakim olmaya başlıyor. İsrail ve Yahudi dostu, Arap düşmanı Türkiye yerini İsrail karşıtı, anti-semitist, Arap dostu bir Türkiye’ye bırakıyor. Özellikle inşaat sektöründe sadece bu özellikleri benimseyen müteahhitler Belediyelerden iş alabiliyor. İttihat ve Terakki’den beri Ordu’nun Devlet yönetiminde söz sahibi olmasına da son verildi.
 
Üst