- Konum
- ๓คשเรเץคђ
-
- Üyelik Tarihi
- 4 Eki 2012
-
- Mesajlar
- 883
-
- MFC Puanı
- 120
Trafiğe çıktığımda muhakkak sıkıldığım bir şeyler oluyor.İşe,okula giderken sorunsuz bir yolculuk yapanımız azdır.Birbirini olur olmaz sollayan araçlar,arabanın arkasına yaklaşıp flaşör yakanlar,ön camların ardında sinirli bir ifadeyle size bakan yüzler ,pencereyi açıp bağıran,el kol hareketleri yapanlar,otobüslerde,tramvay ve metrolarda itişip kakışmalar… Nihayetinde gitmek istediğimiz yere vardığımızda stres yüklenmiş oluyoruz.Bu konu üzerinde muhakkak düşünmüşsünüzdür.
Sorun ulaşım alt yapısındaki sorunlar ve sürücülerin eğitimsizliğine bağlanabilir belki. Ancak yolları yenilemenin de ,eğitim müfredatına yeni dersler koymanın da doğrudan ve yeterli bir çözüme katkı sağlayacağını düşünmüyorum. Konuya trafikte yaşadığımız sıkıntı ile girdim. Ancak sıkıntımızı kamuya açık alanlarda gerçekleşen insani etkileşimlerimizin tümüne ve hatta eş-dost-ahbap ilişkilerine genişleterek düşünebiliriz..
Sezgilerim beni sosyal ilişki kurma tarzlarımız dolayısıyla yaşadığımız bir sürü sorunun aslında dikkatsizlik,eğitimsizlik ve ekonomik yetersizlik ile açıklanamayacak derin-ruhsal bir karşılığı olduğu fikrine doğru yöneltiyor...Son zamanlarda okuma fırsatı bulabildiğim Freud’un 1929 yılında yazdığı “uygarlık ve hoşnutsuzlukları” makalesinin verdiği esinle “uygarlığın nimetlerini ve uygarlık karşılığında ödenen ruhsal bedelleri” analiz etmeye çalışacağım. Bu analiz büyük bir ihtimal ile zamanın ruhuna(zeitgeist) tutunmaya çalışan içgüdüsel yaşamı ortaya koyacak. İnsan davranışlarının bu içgüdüsel yaşantıdan muaf olmadığını biliyoruz.Ve sosyal ilişkilerimiz de büyük ölçüde dürtüsel yaşantılarımız arasındaki koşutluktan kaynaklanıyor ,tıpkı sorunlarımızın içgüdüsel ihtiyaçlarımızın çatışmasından kaynaklandığı gibi…
Uygarlık ve içgüdüsel yaşam
Freud'a göre , insanın kazandığı başarıların altında uygarlık yatar.Uygarlığın gelişimi sürecinde içgüdüsel güçlerin (cinsel ve saldırgan dürtülerin) pek az doyurulması ve çoğunlukla toplum faydasına olacak şekilde bastırılması ya da kabul edilebilir hedeflere yöneltilmesi yani yüceltilmesi gerekir.Bu esnada insanın maddi refahı artmaktadır.
Saldırgan dürtülerin diğer insanlara yöneltilmemesi “dinler” ve “ahlaki değerler” in baskısı ve nihai olarak vicdan duygusu şeklinde içselleştirilmesi ile mümkün olur.Freud bu içselleştirilmiş ahlaki varlığa “süper ego” demektedir. İlkel insan yağmaya ,cinsel olarak rıza gösterilmeden nesnesine yanaşmaya ve çıkarları açısından tehlikeli bulduğu hemcinsini öldürmeye meyilli iken, uygar insan “komşusunu da en az kendisi kadar sevmesini” telkin eden vicdanı ile baş başa yaşar.
Yine,cinsel ilginin aynı yöntemlerle sınırlandığını biliyoruz.Cinsel ilginin karşı cinse duyulan ilgi ile sınırlanması , tek eşlilik öğretisi, çeşitli cinsel doyum biçimlerinin sapkın (fetiş) görülerek kınanması ya da yasaklanması,cinsel organların özel ve çirkin oldukları düşüncesi,cinsel yönden esasen uyarıcı bir çok beden salgısının tiksinti uyandırıcı olarak algılanır hale gelinmesi bu kısıtlamaları göstermektedir.Bu esnada libidinal güçler orijinal nesnelerinden ayrılarak yüceltiliyor ve cinsel ilgi “toplumsal ilgi” ye dönüşüyor.
Toplumsal ilgi ise “ait olduğu topluma veyahut insanlığa hizmet etme” şeklinde bir anlayışla kendisini gösteriyor.Dolayısıyla ,çalışanlar çalıştıkları şirketler, öğrenciler ise gittikleri okullar ile kendilerini bir bütün hissediyor ve gurur duyabiliyorlar.
Psişenin ekonomisi ile uygarlığın yaptırımları arasındaki ilişkiyi göstermeye çalıştıktan sonra şimdi uygarlığın bedelinin ne olduğunu sorabilir ve tam tersine uygar olmamanın da yaşamımızı nasıl etkilediğini çevremize bakarak düşünebiliriz.
Uygarlığın faydası kuşkusuz toplumsal ilginin ön plana çıkması ile yaşam emniyetinin tesisi ve maddi refahının artışıdır.Peki bedeli nedir?
Uygarlığın bedeli
Dünyada uygarlığın yeterince gelişmiş olduğu ve halen gelişmekte olduğu ülkeler bulunmakta. Uygarlığın gelişmiş olduğu ülkelerde yüceltme kanallarının tam olarak kullanılabilmesi ve cinsel dürtülerin doğrudan doyum bulabileceği kanalların açılması (evlenmenin –boşanmanın kolay olması ve kişinin istediği türde cinsel bir partneri daha kolay bulabilmesi,çok sayıda partner bulabilmesi,seks endüstrisi vb.) cinsel dürtülerin bastırılma oranını azaltmakta.Dolayısıyla uygar ülkelerin insanlarının cinsel içgüdüler söz konusu olduğunda ruhsal açıdan daha huzurlu , daha doyumlu olduğunu söyleyebiliriz.
Saldırgan dürtüler açısından olaya bakmaya çalışalım. Uygar ülkelerde doğrudan saldırganlık hukuk ve emniyet tedbirleri ile oldukça kısıtlanmıştır. Tarihin sonu ve son insan” isimli sansasyonel kitabın yazarı Francis Fukayama , Hegel’in “efendi-köle diyalektiğinin” çağlar içinde yaptığı yolculuğu ve günümüzde dönüştüğü hali başarıyla inceliyor.Fukuyama’ya göre savaşların azaldığı ve burjuva cumhuriyetlerinin kurulduğu modern zamanlarda, ülkeler arasındaki yarış “asker ve silahlanma” üzerinden değil daha çok “milli gelir ve kredibilite” üzerinden yürütülüyor. Geçmiş hükümdarlar ve soylular ise yerlerini büyük holdinglere ve dolar milyoner-milyarderlerine bıraktılar.
Yaşadığımız zaman bu ise bu zamanın insanının ruhunda içgüdüsel düzeyde ve saldırganlık cenahında karşılığı ne olmaktadır?
Görünen odur ki, artık biriken saldırganlık büyük ölçüde ekonomik rekabet üzerinden boşaltılmaktadır. Kapitalist toplum tüketme arzusuna sahip bireyler yaratmaktadır. Bir bireyin tüketim kabiliyeti göreli olarak diğerinden az veya çok olabilir.Bu kabiliyetten duyulan övünç ve statü farkının yarattığı kibir-küçümseme ile karışık haz duygusu saldırgan duyguların açıkça boşaltılmasına işaret etmektedir.Bu yine açıkça büyük ve lüks bir evin sadece bir ev ,kocaman bir jipin ise diğer taşıt araçları gibi bir taşıt olmadığı,aslında “fallik-intruzif” -“saldırgan bir nesne” olduğu anlaşılmaktadır.
Marksist ideolojinin kapitalizmi eleştiri konusu olan “artı değer sömürüsü” denilen sonucunda sömürülen maddi açıdan haksızlığa uğratılmakta ve sınıfsal olarak da ezilmektedir.Bu tabirler,bir sınıfa (işçi) diğer bir sınıf (burjuva) tarafından şiddet ve eziyet uygulandığının saptandığını göstermektedir.Marksizm ruhsal değil ekonomik bir öğreti olduğundan saldırganlığın kendisinden çok maddi sonuçları ile ilgilenir.Ancak psikanaliz olumsuz sonuçların ekonomi ile sınırlı olmadığını ortaya koyar.Maddi refahın azalmasının yanı sıra ruhen çöküntüye yol açan travmatik ruhsal saldırılar da söz konusudur.Üstelik bu saldırı sınırları belirgin biçimde birbirinden ayrılmış sınıflar arasında gerçekleşmez günümüzde.Burjuva sınıfının içinde de kıyasıya bir tüketim , tüketimin belirlediği statü yarışı ve bu yarış üzerinden saldırganlık boşaltımı söz konusudur.
İşte doyumun ve doyumsuzluğun başlıca kaynağı.Ekonomik seviye “statü endişesi” üzerinden saldırganlık dürtülerinin boşalmasında bir sübap görevi görmekte.
Saldırganlığın boşaltılmasının diğer bir kaynağı ise ülkeler arasında önemi giderek azalsa da milliyetçiliğe dayanan rekabet ortamı ve bunun politik yansımaları olmakta.Bir grup insan eğer karşısında güçlü bir düşman yaratabilirse kolayca birleşebilir. 19. ve 20. yy da saldırganlığın bu türlü boşaltımı “uygarlığın kendisini onarılması güç biçimde tahrip eden bir şey olduğu” için milliyetçilik gözden düşürüldü.Önce güçlü Amerikan , Alman ve Rus devletlerinin federal bir yapı içinde bir araya geldiğini ,sonra Avrupa birliği adı altında Avrupa ülkelerinin birleştiğini gördük.Yine de ekonomik saldırganlığa (yeni emperyalizm) maruz kalan azgelişmiş ülkelerde milliyetçilik “karşı saldırı potansiyeli taşıyan” bir unsur olarak prim yapmaktadır.
Spor müsabakaları ve bu esnada yapılan fanatik düzeydeki taraftarlık başta olmak üzere her tür taraftarlıkta saldırganlık dürtülerinin izlerini bulabiliriz. Özellikle futbol maç sonlarında havaya sıkılan kurşunlar ve çekilen kesici aletler saldırganlığın ruhsal düzeyden (maçı kazanan tarafın rakip takım taraftarının üzüntüsünden aldığı sadistik zevk ve sözlü sataşmalar-aşağılamalar ile yapılan saldırganlık) fiziksel düzeye kaymasının ne kadar kolay gerçekleştiğini gösteriyor.Televizyonda yapılan ödüllü yarışmalar ,”reality show’lar” insanların birbiri ile rekabet etmek üzere açtığı kanallar sayesinde saldırganlığı boşaltmaktadır.Bu şovlara katılanlar kadar televizyon başında izleyenler de katılımcılar ile özdeşleşerek onlarla birlikte kazanma-kaybetme duyguları yaşamaktadır.
Psikanalizin iddialarından birisi bilindiği üzere, cinsel eylemin libidinal olduğu kadar saldırgan unsurlar da içerdiği şeklindedir. Uygarlığın ilerlemesi ve kapitalist ilişkiler ağı içersinde kadının üretime katılarak ekonomik ve cinsel özgürlüğüne kavuşması cinsel faaliyet serbestisini artırmaktadır. Saldırganlığın çeşitli fantezilerle cinsel faaliyet esnasında kısmen boşalabildiğini düşünebiliriz.
Saldırganlığın bu dönüşümü esnasında uygarlığın saldırganlığa karşı geliştirdiği baskılayıcı etkinin içsel temsilcisi olan vicdani duygulara ne olmaktadır?
Anlaşıldığı kadarı ile vicdani duygularda da kimi önemli değişiklikler yaşanmaktadır.Köyden kente göçle birlikte başlayan “töresel değerlerin” yitirilmesi ve din baskısının laik toplumlar içerinde hafiflemesi,suçluluk duygularında göreli bir azalmaya neden oluyor gibi görünmekte.Vicdani değerler , neyin yapılmasının doğru neyin yanlış olduğuna dair burjuva kültürü ve ahlakına göre yeniden şekillenmekte.Bu kültür ise uygarlığın “düşün gücünün eseridir.”İçinde; Descartes’den,Nietzsche’den J.S.Mill’den , T.Hobbes’den , J.J. Rousseau’dan,Dostoyevski’den ,Marx’tan ,Freud’dan (ve daha bir çoğu düşün adamından) esintiler bulunur.Oysa bu seviyede bir ahlak edinmek hem ciddi bir eğitimden geçmeyi hem de bu ahlakı içselleştirmiş bir toplumda yaşayıp görgülenmeyi gerektirir.Bu tür bir ahlak anlayışının oturmadığı toplumda değer yargıları son derece oynak ve bencilce olmakta.Otorite baskısı olmadığında kişiler istedikleri gibi cinsel ve saldırgan eylemlerde bulunabilmekte iken bu dürtüleri yüceltmek için özel bir çaba göstermemektedirler.Bu durumun bir sonucu sanırım müziğin ilkel dürtülere hitap eden basit ritimler üzerine yazılmış düşüncesiz sözlerle oluşturulan şarkıların cinsel içerik eklenmiş video-klip şeklindeki ambalajlarla pazarlanmasıdır. Keza film endüstrisinde hakim olan dalga şiddet-korku ve aksiyon filmleridir.Ki bu filmlerde hemen hemen bütün hız sınırları aşılmakta,insan vücudunun parçalara ayrılması detaylarıyla gösterilmekte ve öldürmenin özünde sebep gerektirmeyen içgüdüsel tatmin sağlayan bir eylem olduğunu anımsatan psikopat katillere bolca yer verilmektedir.
Görüldüğü gibi uygarlığın gelişimi ile birlikte cinsel doyum sağlayan kanallar artmakta (doğrudan cinsellik ve topluma faydalı olma) ve cinsel baskılanma azalmakta ancak saldırgan dürtülerin boşalması bu esnada doğrudanlık niteliğini kaybetmekte adeta göze görülmeyen –elle tutulmayan ancak hissedilen bir “yarışmacılık” ile ona eşlik eden “engellenmişlik”,“kin ve haset” “kibir” gibi duygulara dönüşmektedir. Saldırgan ve cinsel duyguların fantezi düzeyinde yaşanması ise Freud zamanında olduğu kadar yasaklanmamaktadır. Erotik bir film izlemek veya içinde onlarca kişinin öldüğü bir film izlemek bu günkü toplumlarda normal karşılanmaktadır.
Uygarlığın son demlerinde içgüdüsel yaşamın durumu:Sonuç
Uygarlığın bedeli Freud’a göre cinsel ve saldırgan dürtülerin engellenmesi,vicdan duygusunun ortaya çıkışı ve suçluluk duygusu şeklinde toplum baskısının içselleştirilmesiydi.Bu gün itibarıyla Freud döneminden farklı olarak cinsel ve saldırgan engellemelerin oranında bir azalma görülmektedir.Liberal-demokratik toplumda hem vicdan hem de toplum, yasalara karşı gelinmemesi kaydıyla ahlaki düzenin hamisi olma durumundan çıkmaktadır.”Herkesin herkesi sevemeyeceği” ,”önceliğin şahsi çıkarlarda olması gerektiği,öncelikle kendini değil başkalarını düşünen insanın safça hareket ettiği” günümüzün popüler mottoları olmuştur.
Modern zamanların rasyonalitesi insan mutluluğunun içgüdüsel itkilerin doyurulma biçimlerini oldukça değiştirmiştir..Saldırgan dürtülerin başlıca boşalma amacı kapitalist toplum tarafından ekonomik üstünlük olarak belirlendiğinden bu sahada pek çok insan için boşalma kapasitesi son derece sınırlıdır.
Dostluk, libidinal itkilerin bağlandığı ve doyurulduğu en önemli boşalma kapasitelerinden birisi iken şimdi gücünü yitirmiş ve çıkar ilişkileri bağlamında popülarite sağlama arzusu şeklinde sığ bir anlama indirgenmiştir.Epiküros MÖ. 4 yüzyılda antik Yunanda kurduğu okulda (hedonizm) insanın acıdan kaçınması ve mutlu olabilmesi yolunda gerekli bir koşul olarak dostluğu önermekteydi.Maddi olarak bir kap yemek ve barınacak bir çatı altı maddi olarak yeterliydi Epikürosa göre.Ancak dostluk insanın mutlu bir yaşantı geçirmesi için mutlak anlamda gerekliydi.Ne büyük bir öngörü…Ancak çağımızda dostluk etmeye ekonomik faaliyetler bütün zamanımızı aldığından zaman bulunamamaktadır ne yazık. Maddi zenginliğe uygarlığın yaptığı yatırım bu denli büyük iken dostluk gibi zaman öldürmeye yarayan(!) bir faaliyetin yara almasına şaşmamalı.
Zanaatkarlık ve çiftçilik gibi çalışma alanları geçmiş yüzyıllarda önemli bir yüceltme yolu olarak mevcuttu.İnsanın emeğine yaptığı libidinal yatırım ve çalışma hayatı esnasında kendi başına ya da birkaç kişi ile çalışması dolayısıyla başka insanlarca engellenme düzeyi düşüktü... Oysa modern toplumlarda insan çalışma hayatında çok daha fazla kısıtlamalara ve engellemelere tabidir. Kendi emeğinin ürününe, eserine sahip çıkamamakta sadece onun küçük bir parçasını üretmekle yetinmektedir. Sanat ise estetik değerlere sıkı sıkıya bağlı olmaktan çıkartılarak ekonomik yasalara bağımlı kılınmıştır.Sanatçı artık kral,aristokrat tarafından korunmamakta,din sanatın icrasında önemli bir çalışma alanı sağlamamaktadır.Sanatçı eserini beğenen tüketicilerin sayesinde yaşayabilmekte dolayısıyla sanat düzeyini genel beğeni düzeyine eşitlemek durumunda kalmaktadır.
Böylece yüceltme yollarının modern toplumda kapandığı ,içgüdüsel enerjinin “doğrudan cinsel faaliyet”,”spor yapma veya takım tutma”,”ekonomik üstünlük elde etmek (hem fiziksel konfor yoluyla cinsel doyum hem de sadistik dürtülerin tatmini)” ”fantezi düzeyinde(film-müzik) yaşanarak doyurulması” gibi yollara kanalize edildiği görülmektedir.
O halde günümüz uygarlığında başlıca dört şekilde tatmin sağlayabiliyoruz:
1.Ekonomiye verilen büyük değer sonucu maddi refahın getirdiği fiziksel konfor
2.Ekonomik ve statü seviyesinde üstünlüğün getirdiği sadistik doyum
3.Doğrudan cinsel faaliyet alanında niceliksel artış ve tercih serbestiyeti
4.Fantazi düzeyinde (takım tutma-reality show-yarışma-film-müzik vb.) tatmin sağlama olanağı
İçgüdüsel doyuma engel olan faktörler ve doyumsuzluk sonucu yaşanan duygular ise şunlardır
1.Ekonomik olarak verilen yarışta geriye düşmenin verdiği vicdani değersizlik-yetersizlik-eziklik duyguları
2.Dinsel inançlara eskisi gibi bağlanma olanağı vermeyen bilimsel ve felsefi gelişme sonucu din gibi önemli bir yüceltme olanağının ortadan giderek kalkışı
3.Zanaatkarlık,çiftçilik gibi kendine yeten –engellenme oranının görece az olduğu mesleki doyum olanaklarının giderek azalması
4.Sanatın estetik doyum sağlama olanağının giderek ekonomik değeri olan eğlence yaratabilme kapasitesi ile yer değiştirmesi ve sanatsal içeriğin içinin boşaltılması
Geçmiş ile bu gün kıyaslandığında bu günün insanının geçmiştekinden daha mutlu ya da daha mutsuz olduğu söylenemez.Zira mutluluk öznel bir kavramdır.Böyle bir duygunun empati yolu ile zaman aşırı biçimde saptanabilmesi mümkün değildir.Ancak günümüz insanının yukarıda yaptığımız değerlendirmelere bakacak olursak mutluluğunun büyük ölçüde maddi refaha dayandığı görülmektedir.Saldırgan duyguların geçmişte olduğu gibi din ve töre yolu ile bastırılmadığı , ekonomik rekabet ve fantezi yolu boşlatılmaya açık kılındığı görülmektedir.
Bu görünen saldırganlığın “ince bir biçimde “ arttığı anlamına gelir. Evet, “ince bir biçimde artmaktadır” zira , kan dökülen savaşların yerini kan dökülmeyen ama “ruhu inciten tüketim savaşları” almıştır.Vicdan post modern zamanlarda Freud’un öngördüğü gibi kişinin cinsel ve saldırgan fantezilerini denetleyen ve yasaklayan bir yapı olmaktan çıkmış ,kişinin diğer bireylere göre ekonomik statüsünü ölçen bir aygıt haline gelmiştir.
Bu durumda herkes vicdan azabı çekmektedir zira statü kaygısı eşitleriniz arasında yaşanan bir kaygıdır.Bir alt veya üst sınıf sizi ilgilendirmez.Sizi ilgilendiren size benzeyen,sizin gibi olanlardır.Onlara karşı ne kadar üstünlük kurabilmektesinizdir? İşte vicdanın uğraştığı başlıca mesele artık bu olmuştur.Üstelik bu üstünlük arayışı kendinizle de sınırlı kalmamakta ,eşiniz çocuklarınızı da bu işe dahil etmektedir.O halde vicdan kişisel bir vicdan olmaktan dahi çıkmıştır. Son olarak söyleyebileceğimiz şey böyle bir vicdanla yaşamak zorunda kalan insanların mutlu olabilme kapasitelerinin büyük yara aldığı olacaktır.
Sorun ulaşım alt yapısındaki sorunlar ve sürücülerin eğitimsizliğine bağlanabilir belki. Ancak yolları yenilemenin de ,eğitim müfredatına yeni dersler koymanın da doğrudan ve yeterli bir çözüme katkı sağlayacağını düşünmüyorum. Konuya trafikte yaşadığımız sıkıntı ile girdim. Ancak sıkıntımızı kamuya açık alanlarda gerçekleşen insani etkileşimlerimizin tümüne ve hatta eş-dost-ahbap ilişkilerine genişleterek düşünebiliriz..
Sezgilerim beni sosyal ilişki kurma tarzlarımız dolayısıyla yaşadığımız bir sürü sorunun aslında dikkatsizlik,eğitimsizlik ve ekonomik yetersizlik ile açıklanamayacak derin-ruhsal bir karşılığı olduğu fikrine doğru yöneltiyor...Son zamanlarda okuma fırsatı bulabildiğim Freud’un 1929 yılında yazdığı “uygarlık ve hoşnutsuzlukları” makalesinin verdiği esinle “uygarlığın nimetlerini ve uygarlık karşılığında ödenen ruhsal bedelleri” analiz etmeye çalışacağım. Bu analiz büyük bir ihtimal ile zamanın ruhuna(zeitgeist) tutunmaya çalışan içgüdüsel yaşamı ortaya koyacak. İnsan davranışlarının bu içgüdüsel yaşantıdan muaf olmadığını biliyoruz.Ve sosyal ilişkilerimiz de büyük ölçüde dürtüsel yaşantılarımız arasındaki koşutluktan kaynaklanıyor ,tıpkı sorunlarımızın içgüdüsel ihtiyaçlarımızın çatışmasından kaynaklandığı gibi…
Uygarlık ve içgüdüsel yaşam
Freud'a göre , insanın kazandığı başarıların altında uygarlık yatar.Uygarlığın gelişimi sürecinde içgüdüsel güçlerin (cinsel ve saldırgan dürtülerin) pek az doyurulması ve çoğunlukla toplum faydasına olacak şekilde bastırılması ya da kabul edilebilir hedeflere yöneltilmesi yani yüceltilmesi gerekir.Bu esnada insanın maddi refahı artmaktadır.
Saldırgan dürtülerin diğer insanlara yöneltilmemesi “dinler” ve “ahlaki değerler” in baskısı ve nihai olarak vicdan duygusu şeklinde içselleştirilmesi ile mümkün olur.Freud bu içselleştirilmiş ahlaki varlığa “süper ego” demektedir. İlkel insan yağmaya ,cinsel olarak rıza gösterilmeden nesnesine yanaşmaya ve çıkarları açısından tehlikeli bulduğu hemcinsini öldürmeye meyilli iken, uygar insan “komşusunu da en az kendisi kadar sevmesini” telkin eden vicdanı ile baş başa yaşar.
Yine,cinsel ilginin aynı yöntemlerle sınırlandığını biliyoruz.Cinsel ilginin karşı cinse duyulan ilgi ile sınırlanması , tek eşlilik öğretisi, çeşitli cinsel doyum biçimlerinin sapkın (fetiş) görülerek kınanması ya da yasaklanması,cinsel organların özel ve çirkin oldukları düşüncesi,cinsel yönden esasen uyarıcı bir çok beden salgısının tiksinti uyandırıcı olarak algılanır hale gelinmesi bu kısıtlamaları göstermektedir.Bu esnada libidinal güçler orijinal nesnelerinden ayrılarak yüceltiliyor ve cinsel ilgi “toplumsal ilgi” ye dönüşüyor.
Toplumsal ilgi ise “ait olduğu topluma veyahut insanlığa hizmet etme” şeklinde bir anlayışla kendisini gösteriyor.Dolayısıyla ,çalışanlar çalıştıkları şirketler, öğrenciler ise gittikleri okullar ile kendilerini bir bütün hissediyor ve gurur duyabiliyorlar.
Psişenin ekonomisi ile uygarlığın yaptırımları arasındaki ilişkiyi göstermeye çalıştıktan sonra şimdi uygarlığın bedelinin ne olduğunu sorabilir ve tam tersine uygar olmamanın da yaşamımızı nasıl etkilediğini çevremize bakarak düşünebiliriz.
Uygarlığın faydası kuşkusuz toplumsal ilginin ön plana çıkması ile yaşam emniyetinin tesisi ve maddi refahının artışıdır.Peki bedeli nedir?
Uygarlığın bedeli
Dünyada uygarlığın yeterince gelişmiş olduğu ve halen gelişmekte olduğu ülkeler bulunmakta. Uygarlığın gelişmiş olduğu ülkelerde yüceltme kanallarının tam olarak kullanılabilmesi ve cinsel dürtülerin doğrudan doyum bulabileceği kanalların açılması (evlenmenin –boşanmanın kolay olması ve kişinin istediği türde cinsel bir partneri daha kolay bulabilmesi,çok sayıda partner bulabilmesi,seks endüstrisi vb.) cinsel dürtülerin bastırılma oranını azaltmakta.Dolayısıyla uygar ülkelerin insanlarının cinsel içgüdüler söz konusu olduğunda ruhsal açıdan daha huzurlu , daha doyumlu olduğunu söyleyebiliriz.
Saldırgan dürtüler açısından olaya bakmaya çalışalım. Uygar ülkelerde doğrudan saldırganlık hukuk ve emniyet tedbirleri ile oldukça kısıtlanmıştır. Tarihin sonu ve son insan” isimli sansasyonel kitabın yazarı Francis Fukayama , Hegel’in “efendi-köle diyalektiğinin” çağlar içinde yaptığı yolculuğu ve günümüzde dönüştüğü hali başarıyla inceliyor.Fukuyama’ya göre savaşların azaldığı ve burjuva cumhuriyetlerinin kurulduğu modern zamanlarda, ülkeler arasındaki yarış “asker ve silahlanma” üzerinden değil daha çok “milli gelir ve kredibilite” üzerinden yürütülüyor. Geçmiş hükümdarlar ve soylular ise yerlerini büyük holdinglere ve dolar milyoner-milyarderlerine bıraktılar.
Yaşadığımız zaman bu ise bu zamanın insanının ruhunda içgüdüsel düzeyde ve saldırganlık cenahında karşılığı ne olmaktadır?
Görünen odur ki, artık biriken saldırganlık büyük ölçüde ekonomik rekabet üzerinden boşaltılmaktadır. Kapitalist toplum tüketme arzusuna sahip bireyler yaratmaktadır. Bir bireyin tüketim kabiliyeti göreli olarak diğerinden az veya çok olabilir.Bu kabiliyetten duyulan övünç ve statü farkının yarattığı kibir-küçümseme ile karışık haz duygusu saldırgan duyguların açıkça boşaltılmasına işaret etmektedir.Bu yine açıkça büyük ve lüks bir evin sadece bir ev ,kocaman bir jipin ise diğer taşıt araçları gibi bir taşıt olmadığı,aslında “fallik-intruzif” -“saldırgan bir nesne” olduğu anlaşılmaktadır.
Marksist ideolojinin kapitalizmi eleştiri konusu olan “artı değer sömürüsü” denilen sonucunda sömürülen maddi açıdan haksızlığa uğratılmakta ve sınıfsal olarak da ezilmektedir.Bu tabirler,bir sınıfa (işçi) diğer bir sınıf (burjuva) tarafından şiddet ve eziyet uygulandığının saptandığını göstermektedir.Marksizm ruhsal değil ekonomik bir öğreti olduğundan saldırganlığın kendisinden çok maddi sonuçları ile ilgilenir.Ancak psikanaliz olumsuz sonuçların ekonomi ile sınırlı olmadığını ortaya koyar.Maddi refahın azalmasının yanı sıra ruhen çöküntüye yol açan travmatik ruhsal saldırılar da söz konusudur.Üstelik bu saldırı sınırları belirgin biçimde birbirinden ayrılmış sınıflar arasında gerçekleşmez günümüzde.Burjuva sınıfının içinde de kıyasıya bir tüketim , tüketimin belirlediği statü yarışı ve bu yarış üzerinden saldırganlık boşaltımı söz konusudur.
İşte doyumun ve doyumsuzluğun başlıca kaynağı.Ekonomik seviye “statü endişesi” üzerinden saldırganlık dürtülerinin boşalmasında bir sübap görevi görmekte.
Saldırganlığın boşaltılmasının diğer bir kaynağı ise ülkeler arasında önemi giderek azalsa da milliyetçiliğe dayanan rekabet ortamı ve bunun politik yansımaları olmakta.Bir grup insan eğer karşısında güçlü bir düşman yaratabilirse kolayca birleşebilir. 19. ve 20. yy da saldırganlığın bu türlü boşaltımı “uygarlığın kendisini onarılması güç biçimde tahrip eden bir şey olduğu” için milliyetçilik gözden düşürüldü.Önce güçlü Amerikan , Alman ve Rus devletlerinin federal bir yapı içinde bir araya geldiğini ,sonra Avrupa birliği adı altında Avrupa ülkelerinin birleştiğini gördük.Yine de ekonomik saldırganlığa (yeni emperyalizm) maruz kalan azgelişmiş ülkelerde milliyetçilik “karşı saldırı potansiyeli taşıyan” bir unsur olarak prim yapmaktadır.
Spor müsabakaları ve bu esnada yapılan fanatik düzeydeki taraftarlık başta olmak üzere her tür taraftarlıkta saldırganlık dürtülerinin izlerini bulabiliriz. Özellikle futbol maç sonlarında havaya sıkılan kurşunlar ve çekilen kesici aletler saldırganlığın ruhsal düzeyden (maçı kazanan tarafın rakip takım taraftarının üzüntüsünden aldığı sadistik zevk ve sözlü sataşmalar-aşağılamalar ile yapılan saldırganlık) fiziksel düzeye kaymasının ne kadar kolay gerçekleştiğini gösteriyor.Televizyonda yapılan ödüllü yarışmalar ,”reality show’lar” insanların birbiri ile rekabet etmek üzere açtığı kanallar sayesinde saldırganlığı boşaltmaktadır.Bu şovlara katılanlar kadar televizyon başında izleyenler de katılımcılar ile özdeşleşerek onlarla birlikte kazanma-kaybetme duyguları yaşamaktadır.
Psikanalizin iddialarından birisi bilindiği üzere, cinsel eylemin libidinal olduğu kadar saldırgan unsurlar da içerdiği şeklindedir. Uygarlığın ilerlemesi ve kapitalist ilişkiler ağı içersinde kadının üretime katılarak ekonomik ve cinsel özgürlüğüne kavuşması cinsel faaliyet serbestisini artırmaktadır. Saldırganlığın çeşitli fantezilerle cinsel faaliyet esnasında kısmen boşalabildiğini düşünebiliriz.
Saldırganlığın bu dönüşümü esnasında uygarlığın saldırganlığa karşı geliştirdiği baskılayıcı etkinin içsel temsilcisi olan vicdani duygulara ne olmaktadır?
Anlaşıldığı kadarı ile vicdani duygularda da kimi önemli değişiklikler yaşanmaktadır.Köyden kente göçle birlikte başlayan “töresel değerlerin” yitirilmesi ve din baskısının laik toplumlar içerinde hafiflemesi,suçluluk duygularında göreli bir azalmaya neden oluyor gibi görünmekte.Vicdani değerler , neyin yapılmasının doğru neyin yanlış olduğuna dair burjuva kültürü ve ahlakına göre yeniden şekillenmekte.Bu kültür ise uygarlığın “düşün gücünün eseridir.”İçinde; Descartes’den,Nietzsche’den J.S.Mill’den , T.Hobbes’den , J.J. Rousseau’dan,Dostoyevski’den ,Marx’tan ,Freud’dan (ve daha bir çoğu düşün adamından) esintiler bulunur.Oysa bu seviyede bir ahlak edinmek hem ciddi bir eğitimden geçmeyi hem de bu ahlakı içselleştirmiş bir toplumda yaşayıp görgülenmeyi gerektirir.Bu tür bir ahlak anlayışının oturmadığı toplumda değer yargıları son derece oynak ve bencilce olmakta.Otorite baskısı olmadığında kişiler istedikleri gibi cinsel ve saldırgan eylemlerde bulunabilmekte iken bu dürtüleri yüceltmek için özel bir çaba göstermemektedirler.Bu durumun bir sonucu sanırım müziğin ilkel dürtülere hitap eden basit ritimler üzerine yazılmış düşüncesiz sözlerle oluşturulan şarkıların cinsel içerik eklenmiş video-klip şeklindeki ambalajlarla pazarlanmasıdır. Keza film endüstrisinde hakim olan dalga şiddet-korku ve aksiyon filmleridir.Ki bu filmlerde hemen hemen bütün hız sınırları aşılmakta,insan vücudunun parçalara ayrılması detaylarıyla gösterilmekte ve öldürmenin özünde sebep gerektirmeyen içgüdüsel tatmin sağlayan bir eylem olduğunu anımsatan psikopat katillere bolca yer verilmektedir.
Görüldüğü gibi uygarlığın gelişimi ile birlikte cinsel doyum sağlayan kanallar artmakta (doğrudan cinsellik ve topluma faydalı olma) ve cinsel baskılanma azalmakta ancak saldırgan dürtülerin boşalması bu esnada doğrudanlık niteliğini kaybetmekte adeta göze görülmeyen –elle tutulmayan ancak hissedilen bir “yarışmacılık” ile ona eşlik eden “engellenmişlik”,“kin ve haset” “kibir” gibi duygulara dönüşmektedir. Saldırgan ve cinsel duyguların fantezi düzeyinde yaşanması ise Freud zamanında olduğu kadar yasaklanmamaktadır. Erotik bir film izlemek veya içinde onlarca kişinin öldüğü bir film izlemek bu günkü toplumlarda normal karşılanmaktadır.
Uygarlığın son demlerinde içgüdüsel yaşamın durumu:Sonuç
Uygarlığın bedeli Freud’a göre cinsel ve saldırgan dürtülerin engellenmesi,vicdan duygusunun ortaya çıkışı ve suçluluk duygusu şeklinde toplum baskısının içselleştirilmesiydi.Bu gün itibarıyla Freud döneminden farklı olarak cinsel ve saldırgan engellemelerin oranında bir azalma görülmektedir.Liberal-demokratik toplumda hem vicdan hem de toplum, yasalara karşı gelinmemesi kaydıyla ahlaki düzenin hamisi olma durumundan çıkmaktadır.”Herkesin herkesi sevemeyeceği” ,”önceliğin şahsi çıkarlarda olması gerektiği,öncelikle kendini değil başkalarını düşünen insanın safça hareket ettiği” günümüzün popüler mottoları olmuştur.
Modern zamanların rasyonalitesi insan mutluluğunun içgüdüsel itkilerin doyurulma biçimlerini oldukça değiştirmiştir..Saldırgan dürtülerin başlıca boşalma amacı kapitalist toplum tarafından ekonomik üstünlük olarak belirlendiğinden bu sahada pek çok insan için boşalma kapasitesi son derece sınırlıdır.
Dostluk, libidinal itkilerin bağlandığı ve doyurulduğu en önemli boşalma kapasitelerinden birisi iken şimdi gücünü yitirmiş ve çıkar ilişkileri bağlamında popülarite sağlama arzusu şeklinde sığ bir anlama indirgenmiştir.Epiküros MÖ. 4 yüzyılda antik Yunanda kurduğu okulda (hedonizm) insanın acıdan kaçınması ve mutlu olabilmesi yolunda gerekli bir koşul olarak dostluğu önermekteydi.Maddi olarak bir kap yemek ve barınacak bir çatı altı maddi olarak yeterliydi Epikürosa göre.Ancak dostluk insanın mutlu bir yaşantı geçirmesi için mutlak anlamda gerekliydi.Ne büyük bir öngörü…Ancak çağımızda dostluk etmeye ekonomik faaliyetler bütün zamanımızı aldığından zaman bulunamamaktadır ne yazık. Maddi zenginliğe uygarlığın yaptığı yatırım bu denli büyük iken dostluk gibi zaman öldürmeye yarayan(!) bir faaliyetin yara almasına şaşmamalı.
Zanaatkarlık ve çiftçilik gibi çalışma alanları geçmiş yüzyıllarda önemli bir yüceltme yolu olarak mevcuttu.İnsanın emeğine yaptığı libidinal yatırım ve çalışma hayatı esnasında kendi başına ya da birkaç kişi ile çalışması dolayısıyla başka insanlarca engellenme düzeyi düşüktü... Oysa modern toplumlarda insan çalışma hayatında çok daha fazla kısıtlamalara ve engellemelere tabidir. Kendi emeğinin ürününe, eserine sahip çıkamamakta sadece onun küçük bir parçasını üretmekle yetinmektedir. Sanat ise estetik değerlere sıkı sıkıya bağlı olmaktan çıkartılarak ekonomik yasalara bağımlı kılınmıştır.Sanatçı artık kral,aristokrat tarafından korunmamakta,din sanatın icrasında önemli bir çalışma alanı sağlamamaktadır.Sanatçı eserini beğenen tüketicilerin sayesinde yaşayabilmekte dolayısıyla sanat düzeyini genel beğeni düzeyine eşitlemek durumunda kalmaktadır.
Böylece yüceltme yollarının modern toplumda kapandığı ,içgüdüsel enerjinin “doğrudan cinsel faaliyet”,”spor yapma veya takım tutma”,”ekonomik üstünlük elde etmek (hem fiziksel konfor yoluyla cinsel doyum hem de sadistik dürtülerin tatmini)” ”fantezi düzeyinde(film-müzik) yaşanarak doyurulması” gibi yollara kanalize edildiği görülmektedir.
O halde günümüz uygarlığında başlıca dört şekilde tatmin sağlayabiliyoruz:
1.Ekonomiye verilen büyük değer sonucu maddi refahın getirdiği fiziksel konfor
2.Ekonomik ve statü seviyesinde üstünlüğün getirdiği sadistik doyum
3.Doğrudan cinsel faaliyet alanında niceliksel artış ve tercih serbestiyeti
4.Fantazi düzeyinde (takım tutma-reality show-yarışma-film-müzik vb.) tatmin sağlama olanağı
İçgüdüsel doyuma engel olan faktörler ve doyumsuzluk sonucu yaşanan duygular ise şunlardır
1.Ekonomik olarak verilen yarışta geriye düşmenin verdiği vicdani değersizlik-yetersizlik-eziklik duyguları
2.Dinsel inançlara eskisi gibi bağlanma olanağı vermeyen bilimsel ve felsefi gelişme sonucu din gibi önemli bir yüceltme olanağının ortadan giderek kalkışı
3.Zanaatkarlık,çiftçilik gibi kendine yeten –engellenme oranının görece az olduğu mesleki doyum olanaklarının giderek azalması
4.Sanatın estetik doyum sağlama olanağının giderek ekonomik değeri olan eğlence yaratabilme kapasitesi ile yer değiştirmesi ve sanatsal içeriğin içinin boşaltılması
Geçmiş ile bu gün kıyaslandığında bu günün insanının geçmiştekinden daha mutlu ya da daha mutsuz olduğu söylenemez.Zira mutluluk öznel bir kavramdır.Böyle bir duygunun empati yolu ile zaman aşırı biçimde saptanabilmesi mümkün değildir.Ancak günümüz insanının yukarıda yaptığımız değerlendirmelere bakacak olursak mutluluğunun büyük ölçüde maddi refaha dayandığı görülmektedir.Saldırgan duyguların geçmişte olduğu gibi din ve töre yolu ile bastırılmadığı , ekonomik rekabet ve fantezi yolu boşlatılmaya açık kılındığı görülmektedir.
Bu görünen saldırganlığın “ince bir biçimde “ arttığı anlamına gelir. Evet, “ince bir biçimde artmaktadır” zira , kan dökülen savaşların yerini kan dökülmeyen ama “ruhu inciten tüketim savaşları” almıştır.Vicdan post modern zamanlarda Freud’un öngördüğü gibi kişinin cinsel ve saldırgan fantezilerini denetleyen ve yasaklayan bir yapı olmaktan çıkmış ,kişinin diğer bireylere göre ekonomik statüsünü ölçen bir aygıt haline gelmiştir.
Bu durumda herkes vicdan azabı çekmektedir zira statü kaygısı eşitleriniz arasında yaşanan bir kaygıdır.Bir alt veya üst sınıf sizi ilgilendirmez.Sizi ilgilendiren size benzeyen,sizin gibi olanlardır.Onlara karşı ne kadar üstünlük kurabilmektesinizdir? İşte vicdanın uğraştığı başlıca mesele artık bu olmuştur.Üstelik bu üstünlük arayışı kendinizle de sınırlı kalmamakta ,eşiniz çocuklarınızı da bu işe dahil etmektedir.O halde vicdan kişisel bir vicdan olmaktan dahi çıkmıştır. Son olarak söyleyebileceğimiz şey böyle bir vicdanla yaşamak zorunda kalan insanların mutlu olabilme kapasitelerinin büyük yara aldığı olacaktır.