• Web sitemizin içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için Web sitemize kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Web sitemize üye olmak tamamen ücretsizdir.
  • Sohbetokey.com ile canlı okey oynamaya ne dersin? Hem sohbet et, hem mobil okey oyna!
  • Soru mu? Sorun mu? ''Bir Sorum Var?'' sistemimiz aktiftir. Paylaşın beraber çözüm üretelim.

Ulu Önderimizin Bilinmeyen Gizli Gizemi.....

TRWE_2012

Süper Moderatör
Üyelik Tarihi
2 Haz 2020
Konular
3,087
Mesajlar
5,879
MFC Puanı
20,700
Atatürk’ün Kadim Türk Teşkilatı İle Gizli Buluşması

Otuzdörtüncü Osmanlı padişahı Sultan Abdülhamid Han 1905 senesinde Askeri akademiyi bitiren yüzbaşılara diplomalarını vermek üzere İstanbul Harp Akademisinde ki mezuniyet törenine katıldı. Akademi bahçesine tahtın kurulmasının ardından ismi okunan öğrenciler bizzat padişah-ı şahanelerinin ellerinden diplomalarını almaya başladılar. Sultanın elinden diploma alanlardan bir tanesi de genç yüzbaşı Mustafa Kemal’di. Koca sultan bu genç yüzbaşıya diplomasını takdis ederken bir anda gözlerinin içerisine baktı ve dudaklarından şu sözler döküldü. “Demek geldin.” Atatürk bunun ne anlama geldiğini bilmiyordu. Pek çok kişiye danıştıysa da bu sözün anlamını uzun yıllar öğrenemeyecekti. Ta ki Saltanatı kaldırıp Cumhuriyeti ilan edene kadar.

Cumhuriyetimizin kurucu Mustafa Kemal Atatürk’e dair bildiğimiz pek çok bilgiyi yakınında bulunan kişilerden ve silah arkadaşlarının hatıratlarından biliyoruz. Şüphesiz ki bu kişilerin en önde gelenleri Salih Bozok ve Kılıç Ali’dir. Ne yazık ki bu kişilerin yazdıkları hatıratlar bizzat Atatürk’ün kurduğu Türk tarih kurumu tarafından sansürlenmiş ve bazı bölümleri içeriklerden çıkartılmıştır. Üstelik bu sansürlenen bilgiler o kadar fazladır ki bir araya toplansa müstakil bir kitap dahi çıkar ve Atatürk hakkında henüz hiç duyulmamış son derece değişik bilgileri barındırmaktadırlar. Salih Bozok’un kapsamlı Kılıç Ali’ninse olaya daha az müdahil olduğu için kısmen daha kapsamsız bir hatıratı var ki son derece ilginç. 1936 senesi kış aylarında Çankaya köşkünde Gazi bir gün Salih Bozok’u yanına çağırır ve kendisine her hangibi birinin iletilmesini istediği bir mesaj veya evrak olursa direkt getirilmesini emreder. Salih Bozok bu emire pek bir anlam veremese de kapıda ki nöbetçilere kadar herkesin tembihler.

Gazi paşa sık sık Bozok’a bırakılan bir şey olup olmadığını sormakta ve her defasında olumsuz cevap alınca da yüzü asılmaktadır. İlk bahar da Atatürk ve mahiyeti İstanbul’a gelerek Dolmabahçe sarayına yerleşmiştir. Buradan sonrasını Salih Bozok şöyle yazmıştır. Paşa’nın sıkı talimatı üzerine sarayda daimi ve harici çalışan herkesi sıkı sıkıya paşaya iletilecek bir mesaj olursa hemen bana ulaştırmaları konusunda sıkı sıkıya tembihlemiştim. Pek çok çalışan halktan mektupları ve talepleri tomar tomar bana ulaştırıyordu bu mektupların içeriğindeyse genel olarak maddi durumu kötü olan vatandaşların iş aş istekleri oluyordu. Bir gece sabaha karşı kapıda nöbet tutan askerlerden bir tanesi odamın kapısını çaldı. Bir dilencinin paşaya verilmek üzere bir zarf bıraktığını söyledi. Zarfı alıp baktım üzerinde kurt başı şeklinde bir mühür vardı. Vakit çok geç olduğundan Atatürk’ü rahatsız etmek istemedim.

Ertesi gün genç öğretmenler Atayı ziyarete gelmişti. Paşa’nın kulağına ona bir dilencinin zarf bıraktığını söyledim. Sessiz olmamı işaret ederek koridora gitmemi istedi. Kendisine öğretmenlerden kibarca izin isteyerek derhal yanıma geldi. Birlikte Atatürk’ün çalışma odasına yürümeye başladık. Yolda bana zarfı kimin ne zaman getirdiğini sordu bende anlattım. Paşa hiddetlenerek niçin gelir gelmez bana ulaştırmadınız diye çıkıştı. Çalışma odasına vardığımız da zarfı açmamı emir buyurdu yavaşça mührü sökerek zarfı açtım içerisinde bir takım semboller olan bir kağıt vardı. Paşa ne yazıyor diye sordu. Okuyamadığımı söyledim. Kağıdı benden alıp çalışma masasına oturdu bir başka kağıda bazı matematik işlemleri yapmaya başladı ardından odadan çıkmamı emretti. Birkaç saat odasından çıkmadı sonra beni tekrar huzuruna çağırttı. Başka bir kağıt uzattı. Kağıtta kaba taslak çizilmiş ancak ince detayları yazı ile belirtilmiş bir pelerin vardı. Bu pelerini acilen yaptırmamı ve bizzat alakadar olmamı söyledi. Bu tamamen siyah parlak ipek manşetli bir pelerindi. Önümüz yaz paşam kışa çok zaman var. Diyebildim. Paşaysa mevsimleri boş ver Salih sen dediğimi yap diye gürledi. Bir süre sonra pelerin hazırlandı ve kendisine teslim ettim. 1.5 Ay kadar sonra Gazi paşanın isteğiyle Florya köşküne gittik.

Florya Deniz Köşkü, İstanbul Belediyesi tarafından yaptırılmış ve Osmanlı döneminde Atatürk’e armağan edilmiştir. Türkiye’nin ilk Cumhurbaşkanı olan Atatürk, bölgeye son derece fazla ilgi duymakta ve sıklıkla ziyaret etmekteydi. Atatürk burada gündüzleri halkla beraber yüzer sandala biner geceleri de meşhur sofralarını kurup misafirlerine ziyafetler verirdi. 1936 senesinin kavurucu Ağustos ayında paşa çok neşelidir. Başyaver Celal Üner yıllar sonra o günü şöyle anlatacaktır. Paşa sabah erken uyandı. köşkte çalışanlara ve bana sık sık takılıp şakalar yapıyor, kahkahalar atıyordu. Paşa yerli yersiz bir heyecan yaşıyordu. Bu gün için bir kaç ay evvelinden özel olarak hiç bir program veya toplantı yapılmamış gün tamamen boş bırakılmıştı. Herkes bugün ne olacağını merak ediyor, çalışanlar arasında aylardır türlü dedikodular dönüyordu. Bazıları çok önemli bir devlet adamının paşayı ziyaret edeceğini anlatırken. Bazıları da yeni bir milli bayram ilan edileceğinden bahsediyordu. Koskoca Reis-i cumhur gitmiş yerine adeta haşere bir çocuk gelmişti köşke. Akşam olduğunda gazi paşa yemekte rakı istemedi ve adeti olmadığı halde erkenden odasında istirahate çekildi. Koca gün boyunca hiç bir şey olmamıştı ve kimse bu duruma bir anlam veremiyordu. Olayın devamını Salih Bozok şu şekilde nakleder; Gece 03:00 sularında uyuduğum esnada paşanın omuzumu tutarak uyan Salih diye diye fısıldadığını işittim. Çok şaşırmıştım. Daha evvel gazi paşa benim odama hiç bu şekilde gelmemişti. Benden kimseye haber vermememi sadece güvendiğim birkaç kişiyi alarak arabasını hazırlamamı ufak bir gezintiye çıkacağımızı söyledi. Bende Ali ve Celal’i uyandırdım. 3 Tane nöbetçi alarak paşayı kapıda beklemeye başladık. Atatürk’ün aracını celal sürüyordu yanında ben oturuyordum diğer araçta ise Ali ve 3 tane nöbetçi vardı. Az sonra paşa köşkün kapısında elinde askıya asılmış Siyah pelerinle belirdi.

Pelerin buruşmasın diye özel olarak iltimas gösteriyordu. Arabaya bindikten sonra Dolmabahçe’ye doğru gitmemizi istedi. Paşa yol boyu tek kelime etmedi gergin ve düşünceliydi neler olduğuna bir anlam veremiyorduk. Dolmabahçe’ye yaklaştığımız da Rumeli hisarına doğru devam edin diye direktif verdi. Bir müddet daha gittikten sonra hisara birkaç kilometre uzaklıkta ki ormanlık alanda durmamızı emretti. Tam kapısını açmak için araçtan iniyordum ki eliyle omuzumu tuttu. Bir süre sessiz kaldıktan sonra alçak bir sesle “Padişah Abdülhamid’de vakti zamanında buraya gelmişti.” Dedi ve yine bir süre sustu. Sonrada “Cihanı kim yönetiyor Salih?” diye sordu. Bunun siyasal bir soru olduğunu düşündüm pek anlayamadım. Arkamı dönerek “İngilizler mi paşam?” diye karşılık verdim. Hafifçe gülümseyerek “hayır Salih dünyayı devletler yönetmez. Eski çağlardan beri cemiyetler yönetir.” Dedi. Daha sonra kapısını kendisi açarak elinde peleriniyle araçtan indi, benim oturduğum ön koltuğun kapısını açmayayım diye tutarmışçasına sıkıca tutuyordu. Kesin bir dille kimsenin kendisini takip etmemesini emretti Ve Arkasını dönerek koluna astığı peleriniyle hisara doğru ormana girdi. Arka araçtan yetişen Ali’ye durumu anlattım içine sinmeyerek Nöbetçileri paşanın arkasından gizlice takip etmeleri için gönderdi. 20 Dakika kadar sonra nöbetçiler döndüğünde yüzleri bembeyazdı. Başta Paşayı uzaktan takip etmeye başladıklarını bir süre sonra paşanın gözden kaybolduğunu ve aniden arkalarında belirerek kesin bir emirle geri dönmelerini sert ve sinirli bir şekilde söyleyip nöbetçileri göndermişti. Paşa belli ki Ali’nin tepkisini önceden hesap etmiş ve olasılıkları değerlendirmiş ardından da cephede ki uzmanlığı sayesinde takip edildiğini fark ederek, Askeri bir taktikle nöbetçilerin arkasından dolanmış ve onları gafil avlamıştı. Biz merak içerisinde beklerken 2 saat kadar sonra paşa yine gittiği yoldan geri döndü kapısını açtım. Araca bindikten sonra “Florya’ya dönelim Salih.” Dedi. Rahatlamış görünüyordu. Köşke geri dönünce paşa kahvaltı yaparak tekrar odasına çekildi. Bu sıra dışı hatıratın ardından geriye pek çok soru işareti kalıyor. Bazı yorumcular Atatürk’ün burada gizli bir Türk teşkilatı ile toplantı yaptığını söylüyor, bazılarıysa Atatürk’ün ezoterik bir cemiyete üye olduğunu ve bu tarz başkaca toplantılara da katıldığını öne sürüyor.

Cevaplanması Gereken Tarihi Sorular:

* Atatürk’e iletilen bu zarf belli ki matematiksel kombinasyonlara dayanan şifreler barındıran bir not içeriyordu. Atatürk bu şifreleri çözmeyi nereden biliyordu?
* Yaz ortasında bu koca Siyah pelerin ne için gerekliydi? Acaba bu yapılacak olan toplantı için özel bir üniformamıydı?
* Malumunuz olacağı üzere günümüzde siyasiler sıradan halkın arasına girerken yahut ibadet etmek için camiye giderken dahi yüzlerce koruma kendilerine eşlik ediyor. Atatürk gizli bir teşkilatla toplantı yaptıysa yanlarına giderken korumalarını neden geride bırakmıştı? Bu insanlara nasıl oluyordu da bu kadar çok güvenebiliyordu?
* Rumeli hisarının o dönem ki durumunu biraz araştırdım. Hisar o zamanlar oldukça ormanlık bir alanda doğru düzgün yolu dahi olmayan atıl durumda tenha bir bölgeymiş. Abdülhamid han gibi bir Osmanlı padişahının ve Mustafa Kemal Atatürk gibi cumhuriyetin kurucusu olan Türk tarihinde ki iki önemli ismin burada işi neydi?
*Gizli bir görüşme gerçekleştirildiyse bu görüşme için neden orası seçilmişti? Ve bu görüşme Rumeli hisarında mı gerçekleşmişti? Yoksa Atatürk hedef saptırmak için hisara dikkat çekmişti de yine o bölgede olan bir başka gizli yapıyamı gitmişti?

Kaynak Site :
Kod:
http://gizemlervebilinmeyenler.com/author/kultkanal/
 
Üst