-
- Üyelik Tarihi
- 3 Nis 2008
-
- Mesajlar
- 2,499
-
- MFC Puanı
- 0
Dünyanın en önemli fotoğrafçılık kurumu olan Uluslararası Fotoğraf Merkezi (ICP) tarafından "Genç Fotoğrafçı" ödülünü kazanan ilk Türk fotoğrafçı Ahmet Polat, 2 Nisan'a kadar İstanbul'un bugününe dair kayıt tuttuğu "A Bridge Too Far" sergisi ile x-istte.
İstanbula ilk kez tek başıma ayak bastığım günü hatırlıyorum. O gün ne giydiğimi, İstiklal Caddesinde kendi kendime yürüdüğümü, Gümüşsuyundan inip Ortaköye kadar gittiğimi... Lise yeni bitmişti, bir yaz günüydü ve lisedeki en yakın arkadaşımla hayatımızda ilk kez bir müzik festivaline gidecektik. Artık İzmirden İstanbula üniversite için taşınacağımızı biliyor ve onun gururu ve büyümüşlük hissiyle Beyoğlunda akşamları turluyorduk. İstanbul denilen koskoca şehrin bir parçası olmak için, hala en çok turladığım semt olan Beyoğluna ayak bastığım o günü çok iyi hatırlarım.
O yazdan bu yaza tam 12 sene geçti. Bu 12 senenin 10nunda İstanbulda yaşadım ve rahat yarısında ara ara geçirdiğim hezeyanlarda, bu şehirde ne halt ettiğimi, kendimi neden gereksiz streslere soktuğumu sorgulayıp durdum. İzmirde olabilirdim, şehir merkezindeki evimizden işe hiç trafik çekmeden 10 dakikada gidebilirdim, kira vermek zorunda kalmaz, annemlerin güvencesi altında kaygısız yaşardım, çevremde bu kadar rekabetçi ve bin bir türlü insan olmazdı, en güzeli de hafta sonu güzel bir havada deniz kenarında kahvaltı etmek için bile trafikte çürüdüğüm, sıra beklediğim, bir ton hesap ödediğim Ortaköy-Emirgan hattı yerine Cuma akşamüstü 5 dedin mi basıp Çeşmeye gidebilirdim. Ama gitmedim. Ve artık gidemiyorum. Çünkü İstanbul dediğin bu şehir, durmuyor. Bazen çirkince bazen de güzelliğine güzellik katarak büyülüyor, yeni yeni insanlarla, binalarla dolup taşıyor, kendi kültürünü yaratıyor ama değişimi, çekim gücü hep aynı kalıyor.
Benim gibi toplam 10 sene İstanbulda yaşayan Ahmet Polat, 2013te başladığı ve halen üzerinde çalışmaya devam ettiği A Bridge Too Far serisinden fotoğraflar ile Galeri x-istte İstanbula odaklanıyor. Ahmet Polat, terk etmeye kıyamadığım İstanbulu sürekli değişen, kendi başına bir ülke olarak tanımlıyor. Yaşadığım hezeyanlarda kendime neden katlandığımı sorduğum bu şehirdeki rekabet ortamını, sanatçı o kadar iyi anlatıyor ki, fotoğraflara bakarken bu şehirde yaşadığınız hayattan birebir parçalar buluyorsunuz:
Örneğin bomboş bir köprüde yan yana neredeyse birbirlerinin omuzlarına değecek kadar yakın bir şekilde dikilmekte olan iki gencin fotoğrafı... Tüm o koca alana rağmen birbirlerinin dibindeler. Bu şehirde insanlar baskın olmak istiyorlar; koskocaman boşluk içindeki o küçücük alan üzerinde tek hâkim olmak istediklerinden dip dibeler.
Ahmet Polatı başarılı kılan, derinini görebildiği hikayelerden, yüzüne baktığı insanların hislerini yakalayabildiği fotoğraflarıyla kendi hikayesini yaratması. Polatın sergi konularından örnek vermek gerekirse; Hollandada doğan Türk asıllı sanatçı, bir sergisi için köklerini aramak üzere Gaziantepe giderek Türk akrabalarını bulmuş, hatta kendi adını taşıyan beş Ahmet Polat ile tanışmış, bir ay onlarla yaşayarak fotoğraflarını çekmiş. Başka bir sergisinde ise, Laheyin bir bölgesinde yoğun olarak Türklerin ve diğer yabancıların yaşadığı bir mahalledeki restorasyon çalışmalarının insanların yaşamlarındaki etkisini fotoğraflamak için bölgede bir yılı aşkın bir süre yaşayarak, eski binaların yıkılıp yerine yeni binaların yapılmasını, semtlerin yok oluşunu ve gençlerin asimile olmaya zorlanmasını gözlemlemiş. Sanatçının bu gibi uzun soluklu çalışmalarla her biri izlerken sizi o dünyanın ve hikayenin içine çeken başarılı fotoğrafları, Kimsin Sen?, Kemals Dream, Depremi Düşünmek, Gurbetçiler, Evim Rüyalarımı Bıraktığım Yerdir, Old Country, New Country, Sadece Davetliler gibi birçok etkileyici sergiyle izleyicilerle buluşmuş ve dünyanın en önemli fotoğrafçılık kurumu olan International Center of Photographynin (Uluslararası Fotoğraf Merkezi) "Genç Fotoğrafçı" ödülü ve Hollandada ülke çapında düzenlenen FOTOWEEK Fotoğraf Festivali tarafından Hollandanın Fotoğraf Elçisi unvanı gibi ödüllerle de otoriteler tarafından da taçlandırılmış.
Ahmet Polat, bu kez İstanbulun değişimini portreler üzerinden fotoğrafladığı serginin adını A Bridge Too Far koyarken, hem o sürekli konuştuğumuz üçüncü köprüden hem de 1977 yapımı, Gene Hackman & Anthony Hopkins filminden esinlenmiş. 2. Dünya Savaşındaki gerçek bir hikâyeyi konu alan film, zamanında eleştirmenler tarafından gerçeklere dayanmadığı iddia edilerek eleştirilmiş. Ahmet Polat, İstanbulda Koç Üniversitesinde çalıştığı yıllarda 3. köprünün yapımını sürekli uzaktan izlemiş ve köprünün şehre neler katacağını, şehirden neler götüreceğine kafa yorarken filmden de etkilenerek tarihin ne kadar subjektif olduğunu ve onu yazan kişinin bakış açısını barındırdığını düşünmüş. Tarih yazımındaki gerçeklik ile öznellik ilişkisinden yola çıkarak, kendi çektiği İstanbul fotoğraflarının da şehrin tarih yazımında kişisel yaklaşımını bu sergi ile ortaya koymuş. Polatın bu karmaşık, devinimli ama vazgeçilmez şehir ile ilgini fotoğraf kaydını 2 Nisana kadar Nişantaşındaki Galeri x-isti ziyaret edebilirsiniz.
irmakozer.com tarafından hazırlanmıştır.
İstanbula ilk kez tek başıma ayak bastığım günü hatırlıyorum. O gün ne giydiğimi, İstiklal Caddesinde kendi kendime yürüdüğümü, Gümüşsuyundan inip Ortaköye kadar gittiğimi... Lise yeni bitmişti, bir yaz günüydü ve lisedeki en yakın arkadaşımla hayatımızda ilk kez bir müzik festivaline gidecektik. Artık İzmirden İstanbula üniversite için taşınacağımızı biliyor ve onun gururu ve büyümüşlük hissiyle Beyoğlunda akşamları turluyorduk. İstanbul denilen koskoca şehrin bir parçası olmak için, hala en çok turladığım semt olan Beyoğluna ayak bastığım o günü çok iyi hatırlarım.
O yazdan bu yaza tam 12 sene geçti. Bu 12 senenin 10nunda İstanbulda yaşadım ve rahat yarısında ara ara geçirdiğim hezeyanlarda, bu şehirde ne halt ettiğimi, kendimi neden gereksiz streslere soktuğumu sorgulayıp durdum. İzmirde olabilirdim, şehir merkezindeki evimizden işe hiç trafik çekmeden 10 dakikada gidebilirdim, kira vermek zorunda kalmaz, annemlerin güvencesi altında kaygısız yaşardım, çevremde bu kadar rekabetçi ve bin bir türlü insan olmazdı, en güzeli de hafta sonu güzel bir havada deniz kenarında kahvaltı etmek için bile trafikte çürüdüğüm, sıra beklediğim, bir ton hesap ödediğim Ortaköy-Emirgan hattı yerine Cuma akşamüstü 5 dedin mi basıp Çeşmeye gidebilirdim. Ama gitmedim. Ve artık gidemiyorum. Çünkü İstanbul dediğin bu şehir, durmuyor. Bazen çirkince bazen de güzelliğine güzellik katarak büyülüyor, yeni yeni insanlarla, binalarla dolup taşıyor, kendi kültürünü yaratıyor ama değişimi, çekim gücü hep aynı kalıyor.
Benim gibi toplam 10 sene İstanbulda yaşayan Ahmet Polat, 2013te başladığı ve halen üzerinde çalışmaya devam ettiği A Bridge Too Far serisinden fotoğraflar ile Galeri x-istte İstanbula odaklanıyor. Ahmet Polat, terk etmeye kıyamadığım İstanbulu sürekli değişen, kendi başına bir ülke olarak tanımlıyor. Yaşadığım hezeyanlarda kendime neden katlandığımı sorduğum bu şehirdeki rekabet ortamını, sanatçı o kadar iyi anlatıyor ki, fotoğraflara bakarken bu şehirde yaşadığınız hayattan birebir parçalar buluyorsunuz:
Örneğin bomboş bir köprüde yan yana neredeyse birbirlerinin omuzlarına değecek kadar yakın bir şekilde dikilmekte olan iki gencin fotoğrafı... Tüm o koca alana rağmen birbirlerinin dibindeler. Bu şehirde insanlar baskın olmak istiyorlar; koskocaman boşluk içindeki o küçücük alan üzerinde tek hâkim olmak istediklerinden dip dibeler.
Ahmet Polatı başarılı kılan, derinini görebildiği hikayelerden, yüzüne baktığı insanların hislerini yakalayabildiği fotoğraflarıyla kendi hikayesini yaratması. Polatın sergi konularından örnek vermek gerekirse; Hollandada doğan Türk asıllı sanatçı, bir sergisi için köklerini aramak üzere Gaziantepe giderek Türk akrabalarını bulmuş, hatta kendi adını taşıyan beş Ahmet Polat ile tanışmış, bir ay onlarla yaşayarak fotoğraflarını çekmiş. Başka bir sergisinde ise, Laheyin bir bölgesinde yoğun olarak Türklerin ve diğer yabancıların yaşadığı bir mahalledeki restorasyon çalışmalarının insanların yaşamlarındaki etkisini fotoğraflamak için bölgede bir yılı aşkın bir süre yaşayarak, eski binaların yıkılıp yerine yeni binaların yapılmasını, semtlerin yok oluşunu ve gençlerin asimile olmaya zorlanmasını gözlemlemiş. Sanatçının bu gibi uzun soluklu çalışmalarla her biri izlerken sizi o dünyanın ve hikayenin içine çeken başarılı fotoğrafları, Kimsin Sen?, Kemals Dream, Depremi Düşünmek, Gurbetçiler, Evim Rüyalarımı Bıraktığım Yerdir, Old Country, New Country, Sadece Davetliler gibi birçok etkileyici sergiyle izleyicilerle buluşmuş ve dünyanın en önemli fotoğrafçılık kurumu olan International Center of Photographynin (Uluslararası Fotoğraf Merkezi) "Genç Fotoğrafçı" ödülü ve Hollandada ülke çapında düzenlenen FOTOWEEK Fotoğraf Festivali tarafından Hollandanın Fotoğraf Elçisi unvanı gibi ödüllerle de otoriteler tarafından da taçlandırılmış.
Ahmet Polat, bu kez İstanbulun değişimini portreler üzerinden fotoğrafladığı serginin adını A Bridge Too Far koyarken, hem o sürekli konuştuğumuz üçüncü köprüden hem de 1977 yapımı, Gene Hackman & Anthony Hopkins filminden esinlenmiş. 2. Dünya Savaşındaki gerçek bir hikâyeyi konu alan film, zamanında eleştirmenler tarafından gerçeklere dayanmadığı iddia edilerek eleştirilmiş. Ahmet Polat, İstanbulda Koç Üniversitesinde çalıştığı yıllarda 3. köprünün yapımını sürekli uzaktan izlemiş ve köprünün şehre neler katacağını, şehirden neler götüreceğine kafa yorarken filmden de etkilenerek tarihin ne kadar subjektif olduğunu ve onu yazan kişinin bakış açısını barındırdığını düşünmüş. Tarih yazımındaki gerçeklik ile öznellik ilişkisinden yola çıkarak, kendi çektiği İstanbul fotoğraflarının da şehrin tarih yazımında kişisel yaklaşımını bu sergi ile ortaya koymuş. Polatın bu karmaşık, devinimli ama vazgeçilmez şehir ile ilgini fotoğraf kaydını 2 Nisana kadar Nişantaşındaki Galeri x-isti ziyaret edebilirsiniz.
irmakozer.com tarafından hazırlanmıştır.