-
- Üyelik Tarihi
- 24 Mar 2017
-
- Mesajlar
- 4,579
-
- MFC Puanı
- 1,437
Yürümeyi henüz öğrenmiş bir çocuktu o. Etrafındaki her şey ilgisini çekiyordu. Bir gün araba olmak istiyor; bir başka gün evlerindeki muhabbet kuşunun yerine koyuyordu kendini.
Günlerden bir gün evlerine çok güzel ayakkabıları olan bir misafir geldi. Aman Allahım, dedi kendi kendine, ne güzel bir ayakkabı. Ne olurdu ben de bir ayakkabı olsaydım da dünyaları dolaşsaydım.
Ayakkabıyı hayran hayran seyrederken, dur şunu bir deneyeyim, diyerek ayağını ayakkabıya uzattı. Ne olduysa o zaman oldu ve ayakkabı minicik yavruyu kucağına alıverdi.
Sonra da yumuşak bir sesle sordu: Beni çok mu beğendin, seni biraz gezdirmemi ister misin? Çocuk, başıyla evet der demez kendini sokaklarda buldu. Ayakkabı, çocuğa büyük büyük insanların gezdiği yerleri gösterdi.
Trafik yüzünden kavga eden insanlara garip garip baktı çocuk. Hava bu kadar güzel, çevredeki ağaçlar bu kadar yeşilken insanların suratlarını asarak dolaşmalarına bir anlam veremedi.
Biraz ileride bir apartmanın bilmem kaçıncı katından atılan bir çöp paketinin altında kalınca ne yapacağını şaşırdı.
Avazı çıktığı kadar bağırdı: İmdat, can kurtaran yok mu, adam öldürüyorlar! Onun bu haline katıla katıla gülmeye başlayan ayakkabı, bir silkinişte çöpün altından çıktı ve hızla oradan uzaklaştı.
Çocukla ayakkabı, bu şekilde az gittiler, uz gittiler; iki bulut bir yıldız gittiler. Vara vara bir ülkeye vardılar ki orada hiç çocuk yok!
Sağa baksan yaşlı bir yıldız, sola baksan yaşlı bir bulut., yukarı baksan yaşlı bir aydede... Ay, dedi çocuk o zaman, neredeyim ben?
Ayakkabı, korkma, gökyüzündeyiz, dediyse de çocuk korkmuştu bir kere. Korkan bir çocuk ne yapar? Ağlar elbette. O da öyle yaptı; hüngür hüngür ağladı. Bir müddet sonra ağlamaktan yorulunca bir ağıt sesi geldi kulağına.
Kendi ağlamadığına göre kim ağlıyordu? Ayakkabıya baktı, ağlamak şöyle dursun kıs kıs gülüyordu sanki. Dikkatle dinleyince bu sesin yeryüzünden geldiğini anlamakta gecikmedi. Üstelik bu ses, tanıdık birinin sesine benziyordu.
Evet evet, annesinin ağıtları ta göklere ulaşmıştı. Yavrum, diyor da başka bir demiyordu. Çocuk bu sesi tanıyınca yalvarırcasına ayakkabıya baktı. O, zaten bu anı bekliyordu. Yüzündeki muzip gülümsemeyle, çocuğu uçurduğu gibi evlerine bırakıverdi.
Misafirler, gitmek için kapıya yaklaşınca çocukla karşılaştılar. Annesi, aferin benim yavruma, büyümüş de misafirlerin ayakkabılarını düzeltiyor, demesin mi? Çocuk, sevinçle annesinin boynuna sarıldı. Artık, sadece bir çocuk olmak istiyordu.
Günlerden bir gün evlerine çok güzel ayakkabıları olan bir misafir geldi. Aman Allahım, dedi kendi kendine, ne güzel bir ayakkabı. Ne olurdu ben de bir ayakkabı olsaydım da dünyaları dolaşsaydım.
Ayakkabıyı hayran hayran seyrederken, dur şunu bir deneyeyim, diyerek ayağını ayakkabıya uzattı. Ne olduysa o zaman oldu ve ayakkabı minicik yavruyu kucağına alıverdi.
Sonra da yumuşak bir sesle sordu: Beni çok mu beğendin, seni biraz gezdirmemi ister misin? Çocuk, başıyla evet der demez kendini sokaklarda buldu. Ayakkabı, çocuğa büyük büyük insanların gezdiği yerleri gösterdi.
Trafik yüzünden kavga eden insanlara garip garip baktı çocuk. Hava bu kadar güzel, çevredeki ağaçlar bu kadar yeşilken insanların suratlarını asarak dolaşmalarına bir anlam veremedi.
Biraz ileride bir apartmanın bilmem kaçıncı katından atılan bir çöp paketinin altında kalınca ne yapacağını şaşırdı.
Avazı çıktığı kadar bağırdı: İmdat, can kurtaran yok mu, adam öldürüyorlar! Onun bu haline katıla katıla gülmeye başlayan ayakkabı, bir silkinişte çöpün altından çıktı ve hızla oradan uzaklaştı.
Çocukla ayakkabı, bu şekilde az gittiler, uz gittiler; iki bulut bir yıldız gittiler. Vara vara bir ülkeye vardılar ki orada hiç çocuk yok!
Sağa baksan yaşlı bir yıldız, sola baksan yaşlı bir bulut., yukarı baksan yaşlı bir aydede... Ay, dedi çocuk o zaman, neredeyim ben?
Ayakkabı, korkma, gökyüzündeyiz, dediyse de çocuk korkmuştu bir kere. Korkan bir çocuk ne yapar? Ağlar elbette. O da öyle yaptı; hüngür hüngür ağladı. Bir müddet sonra ağlamaktan yorulunca bir ağıt sesi geldi kulağına.
Kendi ağlamadığına göre kim ağlıyordu? Ayakkabıya baktı, ağlamak şöyle dursun kıs kıs gülüyordu sanki. Dikkatle dinleyince bu sesin yeryüzünden geldiğini anlamakta gecikmedi. Üstelik bu ses, tanıdık birinin sesine benziyordu.
Evet evet, annesinin ağıtları ta göklere ulaşmıştı. Yavrum, diyor da başka bir demiyordu. Çocuk bu sesi tanıyınca yalvarırcasına ayakkabıya baktı. O, zaten bu anı bekliyordu. Yüzündeki muzip gülümsemeyle, çocuğu uçurduğu gibi evlerine bırakıverdi.
Misafirler, gitmek için kapıya yaklaşınca çocukla karşılaştılar. Annesi, aferin benim yavruma, büyümüş de misafirlerin ayakkabılarını düzeltiyor, demesin mi? Çocuk, sevinçle annesinin boynuna sarıldı. Artık, sadece bir çocuk olmak istiyordu.