- Konum
- ىαкαяyλ
-
- Üyelik Tarihi
- 27 Kas 2009
-
- Mesajlar
- 24,120
-
- MFC Puanı
- 79
Müşterek Orta-Asya Türkçesini takip eden Kuzey-Doğu Türkçesinin meydana getirdiği edebiyat, geniş mânâda Çağatay Türk Edebiyatını meydana getirmektedir. Dîvân ü Lügâtit-Türk ve Kutadgu Bilig gibi büyük eserlerin ortaya çıkışından sonra Kaşgar Türkçesi, edebî kudretini göstermiş oluyordu. Hakâniye diye anılan bu Türk şivesi, sadece bu eserlerle kalmamış, teşekkül eden yeni kültür merkezlerinde birçok eserler vücuda getirmiştir.
Gerçekte Kutadgu Biligle başlayan bu devre, ortaya çıkan kültür merkezlerine göre üçe ayrılırsa da onları Müşterek Orta Asya Türkçesi eserleri olarak zikretmek gerekir. Dil bakımından bu bölgeler Kaşgar şîvesindeyseler de arada bazı ayrılıklar görülmektedir.
Müşterek Orta Asya Türkçesinin doğu kolu olan Kaşgar veya Hâkâniye (Karahanlı) şivesi, gerçekte Doğu Türkçesini meydana getirmiştir. Bu şîveyle yazılan eserlerin başında 12. asır mahsullerinden sayılan Edib Ahmed Yüknekînin yazdığı Atabetül-Hakâyık gelmektedir. Dilin gelişmesi ele alınınca, az da olsa Kutadgu Biligden ayrıldığı görülen bu eser, daha çok bir nasihatnâmedir. Edib Ahmed Yüknekî ise devrinde itibarlı bir şâirdir. Eserinde, Kutadgu Bilige nazaran daha fazla Arapça ve Farsça kelimelere yer vermiştir.
Asıl 12. yüzyıl Kaşgar Türkçesi edebiyatının en büyük temsilcisi Yesili Ahmeddir. Ahmed Yesevî (ölm. 1166), ruhu okşayan çekici hikmetleriyle tanınmıştır. Timur Han, bu büyük Türk tarikat şeyhi ve şâirinin türbesini yaptırmıştır. Pekçok lakapla anılan Ahmed Yesevî gerçekte bir mektep kurmuş ve bu mektep, talebeleri tarafından devam ettirilmiştir. Hakîm Süleyman Ata (ölm. 1186) önde gelen talebelerinden olup, Bakırganda irşad faaliyetlerinde bulunmuştur. (Yesevînin Dîvân-ı Hikmet adlı eseri, Kültür Bakanlığı tarafından neşredilmiştir.)
Miftâhül-Adl adlı fıkıh kitabıysa bu dönemde ayrı bir önem taşımaktadır. On dördüncü yüzyıla kadar bu sahada görülen eserlerden Oğuz Kağan Destanı ve 14. yüzyılın başında Rabguzînin yazdığı Kısasül-Enbiyânın önemini belirtmek gerekir.
Müşterek Orta Asya şîvesi sadece doğuda varlığını sürdürmemiştir. Bu şîvenin batı ağzı bilhassa Batı Türkistanda yeni ve canlı bir edebiyatın doğmasına sebep olmuştur. Harezm ve Sirderya (Seyhun) Irmağının güneyindeki yerler; Yedisu, Merv, Buhara gibi şehirler bölgenin kültür merkezi hâline gelmiştir. Burada Türklüğün Kaşgar, Kıpçak ve Oğuz şîveleri karışık olarak yaşadığından, yazılan eserlere de bu durum aksetmiştir. Bölgenin en önde gelen eseri Alioğlu Mahmudun yazdığı Nehcül-Ferâdistir. Eser daha çok hadisler ve açıklamalarıyla siyer-i Nebî cinsindendir. Fakat İslâmiyete âit geniş bilgileri ihtiva etmesi, her çeşit halk tabakası için yazıldığını göstermektedir. Harezm şîvesi dalını en iyi şekilde aksettiren eserin edebî yönü ayrı bir değer taşımaktadır.
Şeyh Şerif Hoca tarafından yazılan Muînül-Mürîd de şîve itibariyle Nehcül-Ferâdise yakındır. Türkmenler arasında üstün tutulan eser, 14. yüzyıla âittir. Hazermînin Muhabbetnâmesi de aynı asrın eserleri arasına girmektedir. Zemahşerînin Mukaddimetül-Edebi ise bu yüzyılda Dîvân ü Lügâtit-Türkü hatırlatır mâhiyettedir.
Dil bakımından yine aynı şîveye dahil olan, fakat nerede yazıldığı belli olmayan eserler de mevcuttur. Bunların başında 12. yüzyılda Alinin yazdığı Kıssa-i Yusuf gelmektedir. Eser, Kıpçak Türkçesi unsurlarını da taşımaktadır. Kutbun Hüsrev ü Şirini Kıpçak Türkçesi unsurlarını ihtiva etmesi bakımından Kıssa-i Yûsufa yakındır. Böyle olmakla birlikte Altınordu sahasında yazılan bu eser Oğuz-Kıpçak Türkçesi ürünüdür. Hüsrev ü Şirin, 1341 yılında Harezm bölgesinde Kutub mahlâsını kullanan bir Türk şâiri tarafından Türkçeye çevrilmiştir. Eser ayrıca Nizâmînin aynı isimdeki eserinin Türk Edebiyatındaki ilk tercümesidir. Yer yer Kurân-ı kerîmden alınan sûrelerin bulunduğu eser, İran Edebiyatının tesiri altındadır.
Bölgenin diğer bir eseri Revnakul-İslâmdır. Eserde o devir Türklük hayatına bir hayli yer verilmiştir. Yalnız Şeyh Şerefin yazdığı bu eser, daha ziyade Türkmen ağzı ile yazılmış ve pek fazla rağbet görmüştür.
On dördüncü asırda Kıpçak ili dil yadigârları da, edebî yönden zikre değer eserlerdir. Bunların başında Kırım veya Kefede yazıldığı tahmin edilen Codex Cumanicus gelir. Eser, Lâtin harfleriyle yazılmıştır. İki kısımdan meydana gelen eserin İtalyan bölümünü lügat, Alman bölümünü ise çeşitli dinî metinler meydana getirmektedir. Eserin Kıpçak Türkçesini öğrenmiş misyoner rahipler tarafından yazıldığı tahmin edilmektedir.
Kuzeyde yazılan bu eserin yanında Kıpçak Türkçesiyle güneyde, Mısırda bilhassa gramer ve lügatçiliği ilgilendiren bir hayli eser vücuda getirilmiştir. Fakat edebî yönden bunlardan ayrılan yegâne eser, 1391 yılında tamamlanan Seyf-i Serâyînin Gülistan Tercümesidir.
Müşterek Orta Asya Türkçesinin bütün edebî faaliyetleri, Kuzey-Doğu Türkçesi dil yadigârları içinde yer aldığı için, geniş manâsıyla Çağatay Türk Edebiyatının birinci ve ikinci devresini meydana getirirler. Dar manâsıyla Çağatay Edebiyatı, Timur ve Timurlular devrinde meydana getirilen edebî mahsuller için kullanılmıştır. Timur ve şehzadelerinin sarayında, Türkçe konuşulurdu. Bu devre ait ilk eser, Ulu Tavdaki (Ulu Dağ) 1391 tarihli Timur Hanın Uygur harfleriyle yazdırdığı 11 satırlık bir kitâbedir.
Timurlular devrinin ilk şâiri Mîr Haydar Harezmîdir. Timur Hanın torunlarından İskender Mirzanın (1409-1414) şâiri olan Mîr Haydar Harezmî, Mahzenül-Esrâr mesnevîsini onun adına yazmıştır. Eserin mevzuunu Nizamîden almıştır. Tek nüshası Biritish Museumda bulunan eser, 1858de Kazanda basılmıştır.
Bu devrin güçlü şâirlerinden olan Yusuf Emirî, Baysungur Mirzanın (ölm. 1435) himayesinde bulunmuştur. Bu şâirin Dîvânından başka Dehnâmesi ve Çagır ve Bang münazarası vardır. Eserdeki nesirlere bakılırsa Yusuf Emirînin kuvvetli bir nâsir olduğunu söylemek mümkündür. Heratın sanat ve edebiyat muhitinde yaşayan bu şâirin Dîvânı, İstanbul Üniversitesi Kütüphanesinde bulunmaktadır. Çagır ve Bang eseriyle münazara türünün kuvvetli şâiri olduğunu ispat etmiştir.
On beşinci asrın ilk yarısında Çağatay Edebiyatında, Atâyî görülür. Ahmed Yesevînin kardeşi İsmâil Atanın evlâdından olduğunu, Ali Şîr Nevâî haber vermektedir. Bu soydan olmasından dolayı, Atâyî mahlâsını kullanmış ve Yesevî tarîkatı şeyhlerinden, Mansur Ata, Zengi Ata, Süleyman Hakîm Ata gibi mutasavvıflara karşı büyük alâka duymuştur.
Yine bu asrın şâirlerinden olan, Uluğ Bey devrinde kemalini bulan Sekkakî, Çağatay Edebiyatında mühim bir yer tutmaktadır. Timur Hanın ölümünü müteakip hükümdar olan Halil Sultan (1405-1410) adına bir kaside sunan Sekkâkînin 1467 yılına varmadan öldüğü tahmin edilmektedir.
Şâir Lutfîye gelince 1366 yılında doğmuştur. Bu devrin büyük şâirlerindendir. Şöhreti ve Türkçe şiirleri Iraka kadar yayılmıştır. İskender Mirza adına Gül ü Nevrûz mesnevîsini yazmıştır. 1465 yılında 99 yaşında Heratta vefât etmiştir. Bir bakıma Ali Şîr Nevâîye üstadlık etmiştir. Dîvânı vardır.
Timur Hanın torunu Mîranşahın oğlu olan Seyyid Ahmed Mirza da bu asrın şâirlerindendir. Dîvânının olduğu söylenirse de ele geçmemiştir. Sağlam tabiatlı ve temiz zihinli bir kimse olan Seyyid Ahmed Mirzanın gazelleri ve kaside şeklinde şiirleri oldukça meşhurdur. Perişan hâlinden bahseden ve Şahruhu medheden Taaşşuk-nâmesinin nüshası, British Museumda bulunmaktadır.
Bu yüzyılın bir diğer şâiri, Gedâîdir. Ebül-Kâsım Bâbürün saray şâirlerindendir. Ebül-Kâsım Bâbür, kendisi de şâirdir. Yakînîye gelince Ok ve Yay münazarası ile dikkati çeker. Yine münazara türü üzerine eser yazan şâirlerden birisi, hayatı hakkında bilgi bulunmayan Ahmedîdir. Ayrıca bu devrin mesnevî yazarlarından olan Durbig, Yûsuf ile Zelîha adlı eserini yazmıştır.
On beşinci yüzyılda Klasik Çağatay Edebiyatı devrinin kökleştiği görülmektedir. Bu devir Çağatay Edebiyatının en yüksek devreye ulaştığı bir devirdir. Millî ruh ve şuurun ortaya çıkması, Türkçeye ehemmiyetin verilmesi bu devre rastlar. Ali Şîr Nevâî, Muhakemetül-Lügâteyni bu açıdan ele alarak yazar. Sultan Hüseyin Baykara da bu devrin şâiriydi. O da Türk dilini müdâfaa etmiş hatta bir de ferman çıkarmıştır. Hüseynî mahlâsı ile şiirler yazan Hüseyin Baykaranın Dîvânı vardır.
Ali Şîr Nevâînin eserleri bir hayli fazladır. Bunların başında dört dîvânını içine alan Hazâinül-Meânî adlı eseri gelmektedir. Ali Şîr Nevâî, yazdığı dîvânlara göre hayatı dörde ayırmış ve her biri için bir isim vermiştir. Dîvânları; Garâibüs-Sıgar, Nevâdirüş-Şebâb, Bedâyiül-Vasat, Fevâidül-Kiber adını taşımaktadır. Dîvânlarından başka Mecâlisün-Nefâis, Nesayimül-Mahabbe, Muhakemetül-Lügâteyn ve Hamsesi vardır. Hamsesi; Hayretül-Ebrâr, Ferhâd u Şîrîn, Leylâ vü Mecnun, Seba-i Seyyâre, Sedd-i İskenderî ve Lisânüt-Tayr adlı mesnevîlerinden meydana gelmektedir. Mîzânül-Evzân ise edebî bilgileri ihtiva eden diğer bir eseridir. O, Mecâlisün Nefâis adlı tezkeresiyle Türk Edebiyatında tezkere yazan ilk şâirdir.
On altıncı yüzyılda Çağatay Edebiyatının mümessili, Zahirüddîn Muhammed Bâbür Şahtır (1483-1530). O Çağatay Türkçesinin Nevâîden sonra gelen en mühim simâsı ve edîbidir. Eserlerinde kuvvetli bir Nevâî tesiri görülür. Dîvânının yanında Aruz Risâlesi, Mübeyyen adını taşıyan ve Hanefî fıkhına âit olan bir mesnevîsi vardır. Hâce Ubeydullahı Ahrârın eserinden Türkçe manzum tercümeleri ihtivâ eden Risâle-i Vâlidiyyesi varsa da, asıl onu şöhretli kılan devrinin en mühim seyahat ve hâtırat kitabı olan ve kendi ismini taşıyan Bâbürnâmesidir. Bâbür Şah bu eserinde 1494 yılından başlayarak 1529a kadar geçen vakaları yıl yıl anlatmıştır. Onun için bu esere Vekâyi-i Bâbür de denmektedir. Eser, büyük Türk bilgini Reşit Rahmeti Arat tarafından neşredilmiştir.
On yedinci yüzyılda Çağatay Türk Edebiyatı, artık yükseliş devrini tamamlamıştır. Ancak bu asrın zikre değer şahsiyeti Yadigar Hanın torunlarından olan Ebül-Gazî Bahadır Handır. Bir Özbek hanı olan Bahadır Han (1603-1666) 1642 yılında Hive Hanlığını elde ederek, 21 yıl saltanat sürmüştür. Eserlerini millî bir şuurla yazmış veTürk lâfzına eserlerinin adında yer vermiştir. Belli başlı eserleri Şecere-i Terâkime ve Şecere-i Türkî adını taşır. Şecere-i Terâkimede, Oğuznâmeler karşılaştırılmış ve Türklerle ilgili Türkmen boyları arasındaki menkıbelere yer verilmiştir. Şecere-i Türkte ise, Bahadır Han, 15. yüzyılın ikinci yarısından başlayarak kendi asrına kadar gelen ve Harezmde iktidarı elinde tutan han âilelerinin şeceresini yazmıştır. Fakat ömrü vefa etmemiş ve son 16 yapraklık kısmını, oğlu Enûşe Han yazmıştır.
Asrın Çağatay Türk Edebiyatında yer alan diğer bir siması şâir Allahyârdır. Daha çok tekke mensupları arasında iltifat gören Allahyâr (ölm. 1713) bir Nakşibendîdir. Türkçeden başka Farsça ile de yazmıştır. Özbek Türkçesi ile yazdığı Sebâtül-Âcizîn adlı manzumesi, en meşhurlarındandır.
On sekizinci yüzyılda Özbek Türk Edebiyatı, eski asırlara nispetle sönmeye yüz tutmuştur. Olanlar halkın hafızasında kalmış ve meydana çıkan şifâhî edebiyat, nisyana karışmıştır. Bununla birlikte Halk Edebiyatı dalında Ferhâdnâme, Cümcüme Sultan Destanı ve Tahir ile Zühre gibi eserler, ortada bulunan eserlerdir. Ayrıca destanî bir eser olan Satuk Buğra Han Tezkiresini de burada zikretmek yerinde olur.
Lehce
Türklerin, Türkçeden önce Karahallılar döneminde kullandığı bir dildir.anıtlarda ve abidelerde Orhunlar döneminde kullanılmıştır.Türkçenin ilk devirlerinden olan Eski Türkçe devresi, dilimizin diğer evrelerindeki gelişmelerin kaynağıdır.Kısacası, Türkçemizin bütün şekillerinin kökenine inecek olursak Eski Türkçe dönemini incelemeliyiz.Türkçenin ana devresi ve temel yapıları bu dönemde temellenmiştir.Göktürk , Uygur ve karahanlılar zamanında kullanılmış üç ana dil üç ayrı alfabe olmasına karşın yazı geleneğimizde üç dilinde özellikleri görülmektedi
Gerçekte Kutadgu Biligle başlayan bu devre, ortaya çıkan kültür merkezlerine göre üçe ayrılırsa da onları Müşterek Orta Asya Türkçesi eserleri olarak zikretmek gerekir. Dil bakımından bu bölgeler Kaşgar şîvesindeyseler de arada bazı ayrılıklar görülmektedir.
Müşterek Orta Asya Türkçesinin doğu kolu olan Kaşgar veya Hâkâniye (Karahanlı) şivesi, gerçekte Doğu Türkçesini meydana getirmiştir. Bu şîveyle yazılan eserlerin başında 12. asır mahsullerinden sayılan Edib Ahmed Yüknekînin yazdığı Atabetül-Hakâyık gelmektedir. Dilin gelişmesi ele alınınca, az da olsa Kutadgu Biligden ayrıldığı görülen bu eser, daha çok bir nasihatnâmedir. Edib Ahmed Yüknekî ise devrinde itibarlı bir şâirdir. Eserinde, Kutadgu Bilige nazaran daha fazla Arapça ve Farsça kelimelere yer vermiştir.
Asıl 12. yüzyıl Kaşgar Türkçesi edebiyatının en büyük temsilcisi Yesili Ahmeddir. Ahmed Yesevî (ölm. 1166), ruhu okşayan çekici hikmetleriyle tanınmıştır. Timur Han, bu büyük Türk tarikat şeyhi ve şâirinin türbesini yaptırmıştır. Pekçok lakapla anılan Ahmed Yesevî gerçekte bir mektep kurmuş ve bu mektep, talebeleri tarafından devam ettirilmiştir. Hakîm Süleyman Ata (ölm. 1186) önde gelen talebelerinden olup, Bakırganda irşad faaliyetlerinde bulunmuştur. (Yesevînin Dîvân-ı Hikmet adlı eseri, Kültür Bakanlığı tarafından neşredilmiştir.)
Miftâhül-Adl adlı fıkıh kitabıysa bu dönemde ayrı bir önem taşımaktadır. On dördüncü yüzyıla kadar bu sahada görülen eserlerden Oğuz Kağan Destanı ve 14. yüzyılın başında Rabguzînin yazdığı Kısasül-Enbiyânın önemini belirtmek gerekir.
Müşterek Orta Asya şîvesi sadece doğuda varlığını sürdürmemiştir. Bu şîvenin batı ağzı bilhassa Batı Türkistanda yeni ve canlı bir edebiyatın doğmasına sebep olmuştur. Harezm ve Sirderya (Seyhun) Irmağının güneyindeki yerler; Yedisu, Merv, Buhara gibi şehirler bölgenin kültür merkezi hâline gelmiştir. Burada Türklüğün Kaşgar, Kıpçak ve Oğuz şîveleri karışık olarak yaşadığından, yazılan eserlere de bu durum aksetmiştir. Bölgenin en önde gelen eseri Alioğlu Mahmudun yazdığı Nehcül-Ferâdistir. Eser daha çok hadisler ve açıklamalarıyla siyer-i Nebî cinsindendir. Fakat İslâmiyete âit geniş bilgileri ihtiva etmesi, her çeşit halk tabakası için yazıldığını göstermektedir. Harezm şîvesi dalını en iyi şekilde aksettiren eserin edebî yönü ayrı bir değer taşımaktadır.
Şeyh Şerif Hoca tarafından yazılan Muînül-Mürîd de şîve itibariyle Nehcül-Ferâdise yakındır. Türkmenler arasında üstün tutulan eser, 14. yüzyıla âittir. Hazermînin Muhabbetnâmesi de aynı asrın eserleri arasına girmektedir. Zemahşerînin Mukaddimetül-Edebi ise bu yüzyılda Dîvân ü Lügâtit-Türkü hatırlatır mâhiyettedir.
Dil bakımından yine aynı şîveye dahil olan, fakat nerede yazıldığı belli olmayan eserler de mevcuttur. Bunların başında 12. yüzyılda Alinin yazdığı Kıssa-i Yusuf gelmektedir. Eser, Kıpçak Türkçesi unsurlarını da taşımaktadır. Kutbun Hüsrev ü Şirini Kıpçak Türkçesi unsurlarını ihtiva etmesi bakımından Kıssa-i Yûsufa yakındır. Böyle olmakla birlikte Altınordu sahasında yazılan bu eser Oğuz-Kıpçak Türkçesi ürünüdür. Hüsrev ü Şirin, 1341 yılında Harezm bölgesinde Kutub mahlâsını kullanan bir Türk şâiri tarafından Türkçeye çevrilmiştir. Eser ayrıca Nizâmînin aynı isimdeki eserinin Türk Edebiyatındaki ilk tercümesidir. Yer yer Kurân-ı kerîmden alınan sûrelerin bulunduğu eser, İran Edebiyatının tesiri altındadır.
Bölgenin diğer bir eseri Revnakul-İslâmdır. Eserde o devir Türklük hayatına bir hayli yer verilmiştir. Yalnız Şeyh Şerefin yazdığı bu eser, daha ziyade Türkmen ağzı ile yazılmış ve pek fazla rağbet görmüştür.
On dördüncü asırda Kıpçak ili dil yadigârları da, edebî yönden zikre değer eserlerdir. Bunların başında Kırım veya Kefede yazıldığı tahmin edilen Codex Cumanicus gelir. Eser, Lâtin harfleriyle yazılmıştır. İki kısımdan meydana gelen eserin İtalyan bölümünü lügat, Alman bölümünü ise çeşitli dinî metinler meydana getirmektedir. Eserin Kıpçak Türkçesini öğrenmiş misyoner rahipler tarafından yazıldığı tahmin edilmektedir.
Kuzeyde yazılan bu eserin yanında Kıpçak Türkçesiyle güneyde, Mısırda bilhassa gramer ve lügatçiliği ilgilendiren bir hayli eser vücuda getirilmiştir. Fakat edebî yönden bunlardan ayrılan yegâne eser, 1391 yılında tamamlanan Seyf-i Serâyînin Gülistan Tercümesidir.
Müşterek Orta Asya Türkçesinin bütün edebî faaliyetleri, Kuzey-Doğu Türkçesi dil yadigârları içinde yer aldığı için, geniş manâsıyla Çağatay Türk Edebiyatının birinci ve ikinci devresini meydana getirirler. Dar manâsıyla Çağatay Edebiyatı, Timur ve Timurlular devrinde meydana getirilen edebî mahsuller için kullanılmıştır. Timur ve şehzadelerinin sarayında, Türkçe konuşulurdu. Bu devre ait ilk eser, Ulu Tavdaki (Ulu Dağ) 1391 tarihli Timur Hanın Uygur harfleriyle yazdırdığı 11 satırlık bir kitâbedir.
Timurlular devrinin ilk şâiri Mîr Haydar Harezmîdir. Timur Hanın torunlarından İskender Mirzanın (1409-1414) şâiri olan Mîr Haydar Harezmî, Mahzenül-Esrâr mesnevîsini onun adına yazmıştır. Eserin mevzuunu Nizamîden almıştır. Tek nüshası Biritish Museumda bulunan eser, 1858de Kazanda basılmıştır.
Bu devrin güçlü şâirlerinden olan Yusuf Emirî, Baysungur Mirzanın (ölm. 1435) himayesinde bulunmuştur. Bu şâirin Dîvânından başka Dehnâmesi ve Çagır ve Bang münazarası vardır. Eserdeki nesirlere bakılırsa Yusuf Emirînin kuvvetli bir nâsir olduğunu söylemek mümkündür. Heratın sanat ve edebiyat muhitinde yaşayan bu şâirin Dîvânı, İstanbul Üniversitesi Kütüphanesinde bulunmaktadır. Çagır ve Bang eseriyle münazara türünün kuvvetli şâiri olduğunu ispat etmiştir.
On beşinci asrın ilk yarısında Çağatay Edebiyatında, Atâyî görülür. Ahmed Yesevînin kardeşi İsmâil Atanın evlâdından olduğunu, Ali Şîr Nevâî haber vermektedir. Bu soydan olmasından dolayı, Atâyî mahlâsını kullanmış ve Yesevî tarîkatı şeyhlerinden, Mansur Ata, Zengi Ata, Süleyman Hakîm Ata gibi mutasavvıflara karşı büyük alâka duymuştur.
Yine bu asrın şâirlerinden olan, Uluğ Bey devrinde kemalini bulan Sekkakî, Çağatay Edebiyatında mühim bir yer tutmaktadır. Timur Hanın ölümünü müteakip hükümdar olan Halil Sultan (1405-1410) adına bir kaside sunan Sekkâkînin 1467 yılına varmadan öldüğü tahmin edilmektedir.
Şâir Lutfîye gelince 1366 yılında doğmuştur. Bu devrin büyük şâirlerindendir. Şöhreti ve Türkçe şiirleri Iraka kadar yayılmıştır. İskender Mirza adına Gül ü Nevrûz mesnevîsini yazmıştır. 1465 yılında 99 yaşında Heratta vefât etmiştir. Bir bakıma Ali Şîr Nevâîye üstadlık etmiştir. Dîvânı vardır.
Timur Hanın torunu Mîranşahın oğlu olan Seyyid Ahmed Mirza da bu asrın şâirlerindendir. Dîvânının olduğu söylenirse de ele geçmemiştir. Sağlam tabiatlı ve temiz zihinli bir kimse olan Seyyid Ahmed Mirzanın gazelleri ve kaside şeklinde şiirleri oldukça meşhurdur. Perişan hâlinden bahseden ve Şahruhu medheden Taaşşuk-nâmesinin nüshası, British Museumda bulunmaktadır.
Bu yüzyılın bir diğer şâiri, Gedâîdir. Ebül-Kâsım Bâbürün saray şâirlerindendir. Ebül-Kâsım Bâbür, kendisi de şâirdir. Yakînîye gelince Ok ve Yay münazarası ile dikkati çeker. Yine münazara türü üzerine eser yazan şâirlerden birisi, hayatı hakkında bilgi bulunmayan Ahmedîdir. Ayrıca bu devrin mesnevî yazarlarından olan Durbig, Yûsuf ile Zelîha adlı eserini yazmıştır.
On beşinci yüzyılda Klasik Çağatay Edebiyatı devrinin kökleştiği görülmektedir. Bu devir Çağatay Edebiyatının en yüksek devreye ulaştığı bir devirdir. Millî ruh ve şuurun ortaya çıkması, Türkçeye ehemmiyetin verilmesi bu devre rastlar. Ali Şîr Nevâî, Muhakemetül-Lügâteyni bu açıdan ele alarak yazar. Sultan Hüseyin Baykara da bu devrin şâiriydi. O da Türk dilini müdâfaa etmiş hatta bir de ferman çıkarmıştır. Hüseynî mahlâsı ile şiirler yazan Hüseyin Baykaranın Dîvânı vardır.
Ali Şîr Nevâînin eserleri bir hayli fazladır. Bunların başında dört dîvânını içine alan Hazâinül-Meânî adlı eseri gelmektedir. Ali Şîr Nevâî, yazdığı dîvânlara göre hayatı dörde ayırmış ve her biri için bir isim vermiştir. Dîvânları; Garâibüs-Sıgar, Nevâdirüş-Şebâb, Bedâyiül-Vasat, Fevâidül-Kiber adını taşımaktadır. Dîvânlarından başka Mecâlisün-Nefâis, Nesayimül-Mahabbe, Muhakemetül-Lügâteyn ve Hamsesi vardır. Hamsesi; Hayretül-Ebrâr, Ferhâd u Şîrîn, Leylâ vü Mecnun, Seba-i Seyyâre, Sedd-i İskenderî ve Lisânüt-Tayr adlı mesnevîlerinden meydana gelmektedir. Mîzânül-Evzân ise edebî bilgileri ihtiva eden diğer bir eseridir. O, Mecâlisün Nefâis adlı tezkeresiyle Türk Edebiyatında tezkere yazan ilk şâirdir.
On altıncı yüzyılda Çağatay Edebiyatının mümessili, Zahirüddîn Muhammed Bâbür Şahtır (1483-1530). O Çağatay Türkçesinin Nevâîden sonra gelen en mühim simâsı ve edîbidir. Eserlerinde kuvvetli bir Nevâî tesiri görülür. Dîvânının yanında Aruz Risâlesi, Mübeyyen adını taşıyan ve Hanefî fıkhına âit olan bir mesnevîsi vardır. Hâce Ubeydullahı Ahrârın eserinden Türkçe manzum tercümeleri ihtivâ eden Risâle-i Vâlidiyyesi varsa da, asıl onu şöhretli kılan devrinin en mühim seyahat ve hâtırat kitabı olan ve kendi ismini taşıyan Bâbürnâmesidir. Bâbür Şah bu eserinde 1494 yılından başlayarak 1529a kadar geçen vakaları yıl yıl anlatmıştır. Onun için bu esere Vekâyi-i Bâbür de denmektedir. Eser, büyük Türk bilgini Reşit Rahmeti Arat tarafından neşredilmiştir.
On yedinci yüzyılda Çağatay Türk Edebiyatı, artık yükseliş devrini tamamlamıştır. Ancak bu asrın zikre değer şahsiyeti Yadigar Hanın torunlarından olan Ebül-Gazî Bahadır Handır. Bir Özbek hanı olan Bahadır Han (1603-1666) 1642 yılında Hive Hanlığını elde ederek, 21 yıl saltanat sürmüştür. Eserlerini millî bir şuurla yazmış veTürk lâfzına eserlerinin adında yer vermiştir. Belli başlı eserleri Şecere-i Terâkime ve Şecere-i Türkî adını taşır. Şecere-i Terâkimede, Oğuznâmeler karşılaştırılmış ve Türklerle ilgili Türkmen boyları arasındaki menkıbelere yer verilmiştir. Şecere-i Türkte ise, Bahadır Han, 15. yüzyılın ikinci yarısından başlayarak kendi asrına kadar gelen ve Harezmde iktidarı elinde tutan han âilelerinin şeceresini yazmıştır. Fakat ömrü vefa etmemiş ve son 16 yapraklık kısmını, oğlu Enûşe Han yazmıştır.
Asrın Çağatay Türk Edebiyatında yer alan diğer bir siması şâir Allahyârdır. Daha çok tekke mensupları arasında iltifat gören Allahyâr (ölm. 1713) bir Nakşibendîdir. Türkçeden başka Farsça ile de yazmıştır. Özbek Türkçesi ile yazdığı Sebâtül-Âcizîn adlı manzumesi, en meşhurlarındandır.
On sekizinci yüzyılda Özbek Türk Edebiyatı, eski asırlara nispetle sönmeye yüz tutmuştur. Olanlar halkın hafızasında kalmış ve meydana çıkan şifâhî edebiyat, nisyana karışmıştır. Bununla birlikte Halk Edebiyatı dalında Ferhâdnâme, Cümcüme Sultan Destanı ve Tahir ile Zühre gibi eserler, ortada bulunan eserlerdir. Ayrıca destanî bir eser olan Satuk Buğra Han Tezkiresini de burada zikretmek yerinde olur.
Lehce
Türklerin, Türkçeden önce Karahallılar döneminde kullandığı bir dildir.anıtlarda ve abidelerde Orhunlar döneminde kullanılmıştır.Türkçenin ilk devirlerinden olan Eski Türkçe devresi, dilimizin diğer evrelerindeki gelişmelerin kaynağıdır.Kısacası, Türkçemizin bütün şekillerinin kökenine inecek olursak Eski Türkçe dönemini incelemeliyiz.Türkçenin ana devresi ve temel yapıları bu dönemde temellenmiştir.Göktürk , Uygur ve karahanlılar zamanında kullanılmış üç ana dil üç ayrı alfabe olmasına karşın yazı geleneğimizde üç dilinde özellikleri görülmektedi