- Konum
- ىαкαяyλ
-
- Üyelik Tarihi
- 27 Kas 2009
-
- Mesajlar
- 24,120
-
- MFC Puanı
- 79
Büyük Rus yazarı Lev Nikolayeviç Tolstoy (Leo Tolstoy), 9 Eylül 1828de Tulada bulunan ailesine ait Yasyana Polyana Malikanesinde doğdu. İki yaşında annesini ve dokuz yaşında babasını kaybetti. Anne ve babasının olmaması sebebiyle eğitimini halaları üstlendi ve 1943 yılında Doğu dilleri okumak üzere Kazan Üniversitesine gönderildi. Fakat uzun bir süre geçmeden buradaki eğitimini yarıda bıraktı ve Hukuk Fakültesine geçti. Bu fakültedeki eğitimini de yarıda bıraktı ve 1847 yılında, doğduğu yer olan Yasyana Polyanadaki çiftliğine geri döndü. Aradan üç yıl geçtikten sonra, 1851de Rus ordusuna yazıldı ve 1854-55 arası Kırım Savaşında topçu teğmeni olarak görev yaptı.
Bu dönemde otobiografik eserler olan Çocukluk, İlk Gençlik ve Gençliki ve ayrıca Tipi, İki Süvari Subayı ve Toprak Ağasının Sabahını yazdı. Bu ilk başarılarından sonra kendini edebiyata adamaya karar veren Tolstoy, savaştan sonra St. Petersburga gitti, fakat burada birini radikal demokrat N. Çernişevski, diğerini muhafazakar liberal I. Turgenyevin temsil ettiği iki edebi kampla anlaşamayarak 1857de İsviçre, Almanya ve Fransayı kapsayan bir seyahate çıktı. Bu dönemde eğitim kurumlarıyla ilgilenmeye başladı ve Rusyaya dönerek çiftliğindeki köylü çocukları için bir okul açtı. 1860ta ikinci bir Avrupa seyahatine çıkarak buradaki eğitim kuramlarını ayrıntılı bir şekilde inceledi. Bu incelemelerin neticesinde, Batının yapay ve maddeci uygarlığını, insanı bozan bir etken olarak görmeye başladı. Avrupa seyahatini bitirip Rusyaya döndüğünde serflik kaldırılmıştı. Tolstoy, kendi bölgesinde eski serflerle toprak sahipleri arasındaki toprak ve borç anlaşmazlıklarını çözmek üzere yargıçlık görevini üstlendi.
1862 yılında komşu çiftliğinin sahibinin kızı olan Sofya Andeyevna Bersle evlendi ve bu evliliğinden on üç çocuğu oldu. Bu dönemde yazar, Kazaklar, Sivastopol Hikayeleri ve belkide en büyük romanı olan Savaş ve Barışı yazdı. Napolyon Savaşları sırasında, 1865′de yazdığı Savaş ve Barış, yaşama sunulan bir destan olarak nitelendirilir. Bu romanda geniş bir zaman sürecinden bahsedilmesi, somut özelliklerin canlandırılmasında kaydedilen yüksek başarı düzeyi, sayıları beş yüzü aşan sayıda kişiyi içermesi, öykünün dallanıp budaklanarak ilerlemesi bu eseri başyapıtlardan biri haline getirmiştir. Eser geniş ve detaylı olması nedeniyle tarihi bir belgesel niteliği dahi taşır . Bu kadar çok sayıda karaktere rağmen, her bir karakter diğerlerinden çok farklı özellikler taşır. Tolstoy, Savaş ve Barış adlı eserinin yayımlanmasından sonra, yıldan yıla artacak bir bunalıma girdi. Bu bunalımın izleri, 1877 yılında yayımlanan, ikinci büyük romanı sayılabilecek Anna Karenina adlı romanında da görülür. Bu romanda yazar, aileleri mutsuzluğa götürebilecek etmenleri araştırıp, kendimizi sorgulamaya sevketmiştir.
Tolstoy, 1880den sonra Hristiyanlıktaki ölümsüzlük düşüncesini, Ortodoks Klisesini ve her türlü siyasal iktidarı yadsıyan, kendine özgü bir tür hristiyanlık anarşizmi geliştirmeye başladı. Düşüncelerini açıkladığı Dogmatik Teolojinin Eleştirisi, O Halde Ne Yapmalıyız? ve Tanrının Hükümdarlığı Kendi İçimizdedir adlı makalelerin yayımlanmasından sonra 1901de Kilise tarafından afaroz edildi. Bu dönemde yazdığı İvan İlyiçin Ölümü, Kreutzer Sonat, Hacı Murat ve son büyük romanı sayılabilecek Diriliş gibi eserleri, aynı manevi arayışa, ahlâksızlıkla suçladığı sanatı ve dogmalar ve mucizeler üreten Kiliseyi yadsıyışına işaret eder.
1900lerden itibaren bir yandan mülkiyet konusundaki radikal fikirleri nedeniyle ailesiyle arası açılırken, diğer yandan aydın Rus gençleri arasında giderek daha çok tanındı. Bu ikisi, derin bunalımını ve manevi yalnızlığını arttırdı. 7 Kasım 1910da ailesini terk etmeye karar vererek yanına en küçük kızı ve doktoruyla yola çıktı. Ancak birkaç gün sonra Astapovo tren istasyonunda (Burada İstanbula gelirken tren istasyonunda ölmüş olarak da okumuştum kişisel bilgidir) zatürreden ölmüş olarak bulundu.
Bu dönemde otobiografik eserler olan Çocukluk, İlk Gençlik ve Gençliki ve ayrıca Tipi, İki Süvari Subayı ve Toprak Ağasının Sabahını yazdı. Bu ilk başarılarından sonra kendini edebiyata adamaya karar veren Tolstoy, savaştan sonra St. Petersburga gitti, fakat burada birini radikal demokrat N. Çernişevski, diğerini muhafazakar liberal I. Turgenyevin temsil ettiği iki edebi kampla anlaşamayarak 1857de İsviçre, Almanya ve Fransayı kapsayan bir seyahate çıktı. Bu dönemde eğitim kurumlarıyla ilgilenmeye başladı ve Rusyaya dönerek çiftliğindeki köylü çocukları için bir okul açtı. 1860ta ikinci bir Avrupa seyahatine çıkarak buradaki eğitim kuramlarını ayrıntılı bir şekilde inceledi. Bu incelemelerin neticesinde, Batının yapay ve maddeci uygarlığını, insanı bozan bir etken olarak görmeye başladı. Avrupa seyahatini bitirip Rusyaya döndüğünde serflik kaldırılmıştı. Tolstoy, kendi bölgesinde eski serflerle toprak sahipleri arasındaki toprak ve borç anlaşmazlıklarını çözmek üzere yargıçlık görevini üstlendi.
1862 yılında komşu çiftliğinin sahibinin kızı olan Sofya Andeyevna Bersle evlendi ve bu evliliğinden on üç çocuğu oldu. Bu dönemde yazar, Kazaklar, Sivastopol Hikayeleri ve belkide en büyük romanı olan Savaş ve Barışı yazdı. Napolyon Savaşları sırasında, 1865′de yazdığı Savaş ve Barış, yaşama sunulan bir destan olarak nitelendirilir. Bu romanda geniş bir zaman sürecinden bahsedilmesi, somut özelliklerin canlandırılmasında kaydedilen yüksek başarı düzeyi, sayıları beş yüzü aşan sayıda kişiyi içermesi, öykünün dallanıp budaklanarak ilerlemesi bu eseri başyapıtlardan biri haline getirmiştir. Eser geniş ve detaylı olması nedeniyle tarihi bir belgesel niteliği dahi taşır . Bu kadar çok sayıda karaktere rağmen, her bir karakter diğerlerinden çok farklı özellikler taşır. Tolstoy, Savaş ve Barış adlı eserinin yayımlanmasından sonra, yıldan yıla artacak bir bunalıma girdi. Bu bunalımın izleri, 1877 yılında yayımlanan, ikinci büyük romanı sayılabilecek Anna Karenina adlı romanında da görülür. Bu romanda yazar, aileleri mutsuzluğa götürebilecek etmenleri araştırıp, kendimizi sorgulamaya sevketmiştir.
Tolstoy, 1880den sonra Hristiyanlıktaki ölümsüzlük düşüncesini, Ortodoks Klisesini ve her türlü siyasal iktidarı yadsıyan, kendine özgü bir tür hristiyanlık anarşizmi geliştirmeye başladı. Düşüncelerini açıkladığı Dogmatik Teolojinin Eleştirisi, O Halde Ne Yapmalıyız? ve Tanrının Hükümdarlığı Kendi İçimizdedir adlı makalelerin yayımlanmasından sonra 1901de Kilise tarafından afaroz edildi. Bu dönemde yazdığı İvan İlyiçin Ölümü, Kreutzer Sonat, Hacı Murat ve son büyük romanı sayılabilecek Diriliş gibi eserleri, aynı manevi arayışa, ahlâksızlıkla suçladığı sanatı ve dogmalar ve mucizeler üreten Kiliseyi yadsıyışına işaret eder.
1900lerden itibaren bir yandan mülkiyet konusundaki radikal fikirleri nedeniyle ailesiyle arası açılırken, diğer yandan aydın Rus gençleri arasında giderek daha çok tanındı. Bu ikisi, derin bunalımını ve manevi yalnızlığını arttırdı. 7 Kasım 1910da ailesini terk etmeye karar vererek yanına en küçük kızı ve doktoruyla yola çıktı. Ancak birkaç gün sonra Astapovo tren istasyonunda (Burada İstanbula gelirken tren istasyonunda ölmüş olarak da okumuştum kişisel bilgidir) zatürreden ölmüş olarak bulundu.