-
- Üyelik Tarihi
- 11 Tem 2010
-
- Mesajlar
- 1,232
-
- MFC Puanı
- 23
Genç kuşak için Distopyaya giriş!
Seçilmiş olarak vizyona giren The Giver, ülkemizde pek bilinmese de İngiliz edebiyatı içinde genç kuşağı etkilemiş distopik kurgulardan biridir. Yirmi yıl önce Lois Lowrynin yazdığı eser Newberry Medal kazanmıştı. O günden bugüne okullarda gençlere George Orwell, Aldous Huxley gibi ustaların eserlerini daha iyi anlamaları için bir yol haritası olarak okutuldu.
Kitabın çıktığından beri film adaptasyonu konuşulur dururdu. Jeff Bridges da yapımcı olarak anılırdı. Sonunda film uzun bir yapım aşamasından sonra gün yüzüne çıktı ve Bridges da The Giver rolünü kaptı.
Phillip Noyceun yönetip, Michael Mitnickin kitap uyarlamasını yaptığı The Giver, büyük yıkımdan sonra insanların yeni bir distopik düzendeki hayat mücadelelerini anlatıyor. Tekrar savaşlar olmasın diye insanların tüm duyguları alınmıştır. Böylece aşk ve sevginin olmadığı bu dünyada nefret, kıskançlık ve garez de yoktur. Bebekler kontrol altında belli ortamlarda taşıyıcı anneler sayesinde dünyaya gelir ve en güçsüzler elenir. Diğerleri ise seçilen ailelerin yanına verilir. Aile kavramı da bildiğimiz gibi değildir. Tamamen sistemin devamı için vardır.
Ancak bu renksiz yeni düzen (ki filmde siyah beyaz olarak anlatılır) geçmişini bilmeyen, anıları olmayan vatandaşlar tarafından sorgusuz kabul edilmiş olsa da bazıları için başka bir yaşam mümkündür.
The Giver dilediğiniz gibi konuşmanın da yasaklandığı bir dünyanın nasıl olabileceği ile ilgili bir distopya. Öyle ki sevgi demek bile bir küfür gibi algılanıyor ve insanlar birbirinden sürekli özür diliyor.
Bu düzenin devam etmesi için komünite içinde bir The Giver (verici) bir de Receivera (alıcı) ihtiyaç duyuluyor. Ergenliğe giren gençler kendilerine en uygun işe sistem tarafından atanırlar. Jonas (Brenton Thwaites) da yeni alıcı olarak atanır. Tüm insanlık tarihinin aktarılacağı Jonas, vericiden (Jeff Bridges) eğitim almaya başlar. İnsanların yeni sistemde yasak olan duygularını öğrendikçe dünyası siyah beyazdan renkliye dönen Jonas (aynı Pleasantville gibi) aşkı, sevgiyi, aileyi görüp tüm insanları kurtarmak ister. Ancak Jonasın izlenen davranışları çok geçmeden sistemi karşısına almasına neden olacaktır.
Film daha önceden de belirttiğim gibi gençlere distopya dersi niteliğinde. Atmosfer güzel yaratılmış, bulutların üstündeki yaşam görselliği arttırıyor. Ancak filmdeki karakterler çok soğuk ve yüzeysel, laflar çok basmakalıp. Tüm yük köyün delisini oynayan Bridgesa düşmüş ama o da kurtarmaya yetmiyor. Ancak türe uzak gençlik için yakışıklı oğlan, güzel kız kombosu ile iş yapabilir. Bu noktada da The Hunger Gamesin koltuğunu sallayabilecek bir gücü yok. Distopyayı yalamış yutmuş seyirciler için ise çerez niyetine seyredilebilir.
[VIMEO]107793877[/VIMEO]