- Konum
- BERTUNA
-
- Üyelik Tarihi
- 2 Haz 2020
-
- Mesajlar
- 5,338
-
- MFC Puanı
- 16,230
ULUS
Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk Ulusu denir.
Ulus sözünden ne anlasılır ; ne anlasılması gerekir?
Bunu anlatayım: Sözlerimin kolay anlasılması için yine Türk ulusuna bakacagım ; çünkü yeryüzünde ondan daha büyük, ondan daha eski, ondan daha temiz bir ulus yoktur ve bütün insanlık tarihinde de görülmemistir. Bugünkü Türk ulusuna, bir resim tablosuna bakar gibi bakalım ve simdiye degin edindigimiz bilgilerin yardımıyla düsünelim; bu tabloda neler görüyorsak, bu tablo neler anımsatıyorsa, onları birer, birer söyleyelim:
1) Türk ulusu, bir halk yönetimi olan Cumhuriyet’ le yönetilen bir devlet kurmustur.
2)Türk devleti laiktir. Her yetiskin dinini seçmekte özgürdür.
3)Türk ulusunun dini, Türkçe’dir. Türk dili yeryüzünde en güzel en zengin ve en kolay olabilecek bir dildir .Bu nedenle her Türk, dilini çok sever ve onu yükseltmek için çalısır .Birde Türk dili, Türk ulusu için kutsal bir hazinedir .Çünkü T ürk ulusu, geçirdigi sayısız sarsıntılar içinde ahlakının, erdemlerinin gelenek ve göreneklerinin, anılarının kendi yararlarının, kısaca bugün kendi ulusallıgını olusturan her seyin diliyle korundugunu görüyor .Türk dili, Türk ulusunun yüregidir, bellegidir.
4)Türk ulusu Asya’nın batısında [353(2)] ve Avrupa’nın dogusunda olmak üzere kara ve deniz sınırlarıyla ayrılımı, dünyaca tanınmıs büyük bir yurtta yasar .Onun adına ‘ Türk Eli ‘, Türk Yurdu derler. Türk yurdu çok daha büyüktü .Yakın ve uzak çaglar düsünülürse, Türk’e yurtluk etmemis bir anakara (kıta ) yoktur .Bütün yeryüzünde Asya, Avrupa, Afrika Türk atalarına yurt olmustur. Bu gerçekleri eski ve özellikle yeni tarih belgeleri göstermektedir .Fakat bugünkü Türk ulusu, varlıgı için bugünkü yurdundan memnundur Çünkü Türk derin ve ünlü geçmisinin, büyük ve güçlü atalarının kutsal kalıtlarını bu yurtta da koruyabilecegini; o kalıtları, simdiye degin oldugundan çok daha fazla zenginlestirebilecegine inanmaktadır.
5) Türk ulusunun her bir bireyi, bazı ayrılıklar dısında genellikle birbirine benzer .Kimi yaradılıs ayrılıklarını ise dogal karsılamak gerekir .Çünkü Mezopotamya Mısır koyaklarından baslayan bilinen tarihten önce, Sibirya steplerinden baslayarak Orta Asya, Rusya, Kafkasya, Anadolu dünkü ve bugünkü Yunanistan, Girit ve Romalılardan önceki Orta İtalya kısacası Akdeniz kıyılarına degin yayılmıs, yerlesmis ve birbirinden farklı iklimlerin etkisi altında baska soylardan gelen insanlarla binlerce yıl yasamıs kaynasmıstır. Bu denli eski bu denli büyük insan toplulugunun bugünkü çocuklarının tamamen birbirlerine tıpatıp benzemelerine olanak var mıdır? Hiçbir zaman ve hiçbir yerde küçük bir ailenin bile çocuklarının bütünüyle birbirlerine benzedikleri görülmemistir Türkleri yalnız bir noktada, iklim farklılıkları olmayan dar bölgede ortaya çıkmıs sanmak dogru degildir. Türkleri yukarıda söyledigimiz gibi, çok genis bir yeryüzü alanında ortaya çıkmıs; ailelerin birleserek ve soyların birleserek boy ve boyların birleserek öz ve özlerinde birleserek siyasal bir topluluk olan ‘ el ‘ en son olarak da ‘el ‘ lebin bir özekte birlesmesiyle büyük bir toplum olusturmuslardır .Büyük Türk toplulugunu olusturan budunların nitelikleri yönünden aralarında büyük bir ayrım bulunmamakla birlikte genis bir soy kaynagından gelmeleri ve nüfus yogunlugu açılarından düsünülecek olurlarsa Türk budunları arasındaki manevi bagın gevsek olması, çesitli adlar altında, çesitli roller oynamaları çok dogaldır. Bu nedenledir ki tarih, olaylarını yazdıgı budunları nerede, nasıl ve hangi adla tanıdıysa o biçimde yazmıstır. Böyle olmakla birlikte, bugünkü Türk ulusunun aslı aynı kökenin, aynı uzun ve ortak geçmisin saptadıgı belli tiptir, Türk tipi.
6)Bu son sözlerden anlasılıyor ki Türk ulusunu olusturan insanların tarihi birdir.
7)Türk ulusunun ortak niteligi olarak yansıyan baska bir yanı daha vardır. Gerçekten dikkat edilecek olursa, Türkler’ in asagı yukarı hep aynı ahlak anlayısına sahip oldukları görülür. Bu yüksek ahlak baska hiçbir ulusun ahlak anlayısına benzemez. Ahlakın ise ulusun olusumundaki yeri çok büyüktür ve çok önemlidir. Bu önemi iyice anlamak için ahlak üzerine birkaç söz söylemek yerinde olur .Ahlak dedigim zaman, ahlak kitaplarında yazılı olan ögütleri demek istemiyorum; sundan dolayı ki ahlaklılıktır. Diye yaptıgımız davranıslar ve yapmaktan çekindigimiz davranıslar; kitaplarda yazılı olan yada birtakım ahlak ögreticilerin önerdikleri seylerden daha önce gelir. Ve bu davranıslar , o sözlerden, ögütlerden ayrı olarak, onlara kesinlikle kulak vermeksizin insanların yaptıgı davranıslardır. Davranıs kuramların yönlendiricisi ve buyurucusudur. Ahlak kurallarının nasıl konulması gerektigi, ahlaklılık oldugu anlasılan davranıslar yapıldıktan, denendikten sonra anlasılır.
Bir is her neye iliskin olursa olsun insanın bir güç kullanmasını, yorulmasını gerektirir. İnsanlar zorunlu olmadıkça kendilerini yormak istemezler. Oysa kimi isler vardır ki ; kendiliginden, o insana,, onu yapmak için içinden gelen bir istek bir egilim esinler ve o is istenen bir is olur. İste ahlaksal davranıslarda aynı zamanda hem zorunlu ve hem de istenen davranıslardır.
Bir isin davranısın ahlaksal bir deger tasıması onun, tek, tek, insanların ötesinde daha yüce daha üstün bir kaynaktan dogmasındandır.
Kaynak toplumdur, ulustur.
Gerçekte ahlaksal düzen tek, tek belli kisilerin ötesinde ve üstünde yalnız toplumsal ulusal olabilir .Ulusun toplumsal düzeni ve güvenligi bugünkü ve gelecekteki rahatlıgı, mutlulugu, esenliligi ve korunmuslugu uygarlıkta ilerleme ve yükselmesi için insanlardan her bakımdan ilgi çaba, özveri, gerektiginde seve, seve, öz varlıgını, gözden çıkarmayı isteyen ulusal bir ahlaktır. Her yönden gelismis ve eksiksiz bir düzeye ulasmıs bir ulusta ulusal ahlak gerekleri, o ulusun bireylerince öyle ki ulusa vurulmaksızın vicdan sesiyle ve3 duygusal bir güdü ile yapılır. En büyük ulusal duygu, ulusal cosku, iste budur.
Ulus analarının, ulus babalarının ulus ögretmenlerinin ve ulus büyüklerinin; evde, okulda, orduda, fabrikada her yerde ve her iste ulus çocuklarına, ulusun her bireyine bıkmaksızın ve sürekli olarak verecekleri ulusal egitimin amacı, iste bu ulusal duyguyu saglamlastırmak olmalıdır.
8 ) Ahlakın ulusal toplum oldugunu söylemek ve o, ortak vicdanın dile gelmesidir demek, aynı zamanda ahlakın kutsal niteligini de tanımaktır. Ahlak kutsaldır; çünkü aynı degerde esi yoktur ve baska hiçbir tür degerle ölçülemez.
Ahlak kutsaldır, çünkü en büyük ahlaksal gerçeklik sahibi olan bir gerçeklestiriciye dayanmaktadır. O gerçeklestirici de yalnız ve yalnız toplumdur. Ondan baska gerçeklestirici yoktur. Tanrısallık; degistirilmis, simgesel olarak düsünülmüs olan toplum da içermektir. Çünkü vicdanlarımız üzerinde etkili olan ruhsal yasam, toplum bireyleri arasındaki etki ve tepkilerden olusur.
Gerçekte toplum yogun bir düsünce ve ahlak etkinliklerinin odagıdır. 9) Din birliginin de bir ulusun kurulusunda etkili oldugu söyleyenler vardır. Ne var ki biz, bizim gözümüzün önündeki Türk ulusu tablosunda bunun tersini görmekteyiz.
Türkler, İslam dinini benimsemeden sonra, bu din, ne Arapların, ne aynı dinde bulunan İranlıların nede Mısırlıların ve baskalarının Türklerle birlesip bir ulus olusturmaya yol açtı. Tersine Türk ulusunun ulusal baglarını gevsetti; ulusal duygularını, ulusal coskusunu uyusturdu. Bu çok dogaldı. Çünkü Muhammed’in kurdugu din bütün ulusallıkların üstünde yaygın bir Arap ulusçulugu politikasına dayanıyordu. Bu Arap düsüncesi, ümmet sözcügü ile ifade olundu. Muhammed’in dinini kabul edenler kendilerini unutmaya, hayatlarını Allah sözcügünün yer yerde yükseltilmesine adamaya zorunlu idiler. Bununla birlikte Allah’a kendi ulusal dilinde degil, Allah’ın Arap budununa gönderdigi Arapça kitapla ibadet ve duada bulunacaklardı. Arapça ögrenmedikçe Allah’a ne dedigini bilmeyecekti Bu durum karsısında Türk ulusu birçok yüzyıllar boyunca ne yaptıgını, ne yapacagını bilmeksizin, adeta bir sözcügünün bile anlamını anlamadan Kuran’ı ezberleyip beyni sulanmıs hafızlara döndüler. Baslarına geçebilmis olan hırslı hükümdarlar Türk ulusunca ne oldugunu, kim oldugu belirsiz cahil hocalar agzıyla saçılan ates ve azap ile korkunç bir karanlık ve karısıklık içinde kalan dini kendi tutkuları ve politikaları ugruna araç olarak kullandılar. Bir yandan Arapları zorla buyrukları altına aldılar, bir yandan Avrupa Allah sözcügünün kutsal parolası altında Hıristiyan ulusları yönetimleri altına aldılar .Fakat onların dinlerine ve ulusallıklarına ilismeyi düsünmediler. Ne omları ümmet yaptılar nede onlarla birleserek güçlü bir ulus yarattılar. Mısır’da belirsiz bir adamı halifedir diye yok ettiler; hırkasıdır diye, bir palas pareyi halifelik belgesi ve üstünlügü olarak altın sandıklara koydular .Halife oldular. Kimi zaman doguya, kimi zaman batıya kimi zaman da dört bir yana saldıra, saldıra Türk ulusunu Allah için Peygamber için topraklarını, çıkarlarını ve benligini unutturacak, yalnız Allah yolunda olacak denli derin bir kendinden geçmislik ve yorgunluk besiginde uyuttular. Ulusal duyguyu yok eden, bu dünyaya deger vermeyen; yoksulluklar ve kötülükler bas göstermeye baslayınca da, asıl gerçek mutluluga öldükten sonra öbür dünyaya kavusulacagı inancını asılayan dinsel dogma ve dinsel duygu, ne var ki ulusun uyanıp aklı basına geldigi zaman su acı gerçegi görmesine engel olamadı. Bu korkunç manzara karsısında kalanlara, kendilerinden önce ölenlerin ahiretteki mutluluklarını düsünerek yada biran önce ölmeye dua ederek ahiret e kavusmayı ögütleyen bir din duygusu dünyanın en acı tokadıyla Türk ulusunun vicdanındaki çadırını yıktı; çagrılıları, Türk düsmanları olan Arap çöllerine gitti. Türk’lerin ortak vicdanı, derhal yüzlerce yıllık güçle ve açılıp ilerleme tutkusuyla, büyük bir cosku ile çarpısıyordu. Ne oldu ? Türk!ün ulusal duygusu artık ocagında ateslenmisti. Artık Türk, cenneti degil, eski ve gerçek büyük Türk atalarının kutsal kalıtlarının son Türk ‘el’ erinin savunma ve korunmasını düsünüyordu. İste dinin, ve din duygusuyla Türk ulusuna bıraktıgı anı.
10)Türk ulusu, ulusal duyguyu din duygusuyla degil fakat insanlık duygusuyla yan yana düsünmekten zevk alır. Vicdanında ulusal duygunun yanında insanlık duygusunun onurlu yerini her zaman korumakla övünç duyar. Çünkü Türk ulusu bilir ki ; bugün tuttugu dönülmez uygarlık yolunda bagımsız; fakat kendileriyle kosut düzeyde ilerledigi tüm uygar uluslarla karsılıklı insancıl ve uygar iliski, elbette gelismemizi sürdürmek için gereklidir. Ve yine bilinmektedir ki Türk ulusu, her uygar ulus gibi geçmisin tüm evrelerinde buluslarıyla bulgularıyla uygarlık dünyasına katkıda bulunmus insanların, ulusların degeri bilir ve onların insanlıga bıraktıkları kalıtsal anıları saygıyla korur. Türk ulusu, insanlık evrelerine gönülden baglı bir üye ailedir.
Özetleme: Bütün bu söylediklerimizi kısa bir çerçeve içine sokmak istersem, söyle diyebiliriz ;Türk ulusunun ortaya çıkısında etkisi görülen dogal ve tarihsel olgular sunlardır:
a) Siyasal varlıkta birlik
b) Dil birligi
c) Yurt birligi
d) Soy ve köken birligi
e) Tarihsel yakınlık
f) Ahlak yakınlıgı
***Atatürk 'ün yazdıgı Yurttaslık Bilgileri metinlerindeki; [351 (1)] bu ve bundan sonra sürüp gidecek olan köseli ayraç içindeki bu sayılar, Türk Tarih Kurumu 'nca 1969 yılında yayımlanan Prof. Afetinan 'ın "Medeni Bilgiler" kitabında Atatürk 'ün el yazılarının yer aldıgı sayfa ve bölümleri göstermektedir.
ULUSUN GENEL TANIMI
Bundan sonra ortak ulusal düsüncenin, ahlakın, duygunun, coskunun, anı ve geleneklerin ulus bireylerinde olusmasını ve köklesmesini saglayan ortak geçmisin, birlikte yaratılmıs ve yasanmıs tarihin vicdanları ve kafaları dogrudan dogruya birlestiren ortak dilin ulusların olusumunda en önemli etkenler oldugunu bir kez daha vurguladıktan sonra ulus üzerine ikincil ögeleri göz önüne almadan, mümkün oldugu kadar her ulusun yapısına uyabilecek bir tanımı bizde verelim:
A) Zengin bir anı kalıtına sahip bulunan;
B) Birlikte yasamak konusunda ortak istek ve uzlasmada içtenlikli olan ;
C) Ve sahip olunan kalıtın korunmasını birlikte sürdürmek konusunda iradeli ortak olan insanların birlesmesinden ortaya çıkan topluluga ulus adı verilir. Bu tanım iyice düsünülecek olursa, bir ulusu olusturan insanlar arasında ki bagların degerine, gücüne ve vicdan özgürlügüyle insanlık duygusuna verilen önem kendiliginden anlasılır.
Gerçekten geçmisten kalan ortak tutku ve acı kalıtı ;
Gelecekte gerçeklestirilecek ortak izlence ;
Birlikte sevinmis olmak, birlikte aynı umutları beslemis olmak.
Bunlar elbette bugünün uygarlık anlayısında bütün öteki kosulların üstünde bir anlam ve kapsam tasır.
[ Bir ulus kurulduktan sonra bireylerinin, devlet yasamında, ekonomide düsünce ve yasamında ortaklasa çalısmasıyla ortaya çıkan ulusal kültürde, kuskusuz ulusun her bireyinin çalısma payı, katkısı ve hakkı vardır. Buna göre bir kültürden olan insanlardan olusan topluluga ulus denir, dersek ulusun en kısa tanımını yapmıs oluruz. ]
Öyleyse sorunu ilke olarak dile getirelim.
***Atatürk 'ün yazdıgı Yurttaslık Bilgileri metinlerindeki; [351 (1)] bu ve bundan sonra sürüp gidecek olan köseli ayraç içindeki bu sayılar, Türk Tarih Kurumu 'nca 1969 yılında yayımlanan Prof. Afetinan 'ın "Medeni Bilgiler" kitabında Atatürk 'ün el yazılarının yer aldıgı sayfa ve bölümleri göstermektedir.
ULUSALLAŞMA İLKESİ
Bir ulusun, baska uluslara göre dogal yada sonradan kazanılmıs, kendine özgü karakterlere sahip olması, baska uluslardan ayrılan bir organik yapı olusturması, çogu kez onlardan ayrı olarak, onlara kosut bir gelismeye çaba göstermesi olgusuna uluslasma ilkesi denir.
Bu ilkeye göre her birey ve her ulus kendisine karsı iyi niyetli olunmasını ve topraklarına tam olarak sahip olmayı istemek hakkına ve bu hakkın kullanılmasını yasaklayan ya da sınırlayan her türlü engeli yok etmek hak ve özgürlügüne sahiptir.
Bu ilke bize hangi ulusların özgür, hangilerinin özgürlügünden su yada bu biçimde yoksun olduklarını yani ulus adını tasımaya yarasır olmadıklarını kolaylıkla gösterir.
simdi kendi kendinize sorunuz !
1) Çinliler ulus mudur ?- Hayır! Niçin?
2) Afganlılar ulus mudur?-Hayır ! Niçin?
3) Hintliler, Trablusgarplılar, Tunuslular, Faslılar, Suriyeliler, baslarında kralları olan ıraklılar, Mısırlılar, Arnavutlar, bütün bu ümmeti Muhammed özgür müdürler, ulus mudurlar?*
_ Özgür degildirler, ulus degildirler. Ümmettirler bagımsız degildirler. Niçin?
4) Türkler özgür müdürler? Ulus mudurlar?- Evet Niçin
***Atatürk 'ün yazdıgı Yurttaslık Bilgileri metinlerindeki; [351 (1)] bu ve bundan sonra sürüp gidecek olan köseli ayraç içindeki bu sayılar, Türk Tarih Kurumu 'nca 1969 yılında yayımlanan Prof. Afetinan 'ın "Medeni Bilgiler" kitabında Atatürk 'ün el yazılarının yer aldıgı sayfa ve bölümleri göstermektedir.
TÜRK ULUSÇULUĞU
( Türk ulusçulugu, ilerleme ve gelisme yolunda ve uluslar arası ilgi ve iliskilerde, bütün çagdas uluslara kosut ve onlarla bir uyumda yürümekle birlikte Türk toplumunun kendine özgü niteliklerini ve baslı basına bagımsız öz benligini saklı tutmaktır.]
(Bilmeli ki ulusal benligini bilmeyen uluslar, baska ulusların avıdır. 1923 Gazi M. Kemal ]
***Atatürk 'ün yazdıgı Yurttaslık Bilgileri metinlerindeki; [351 (1)] bu ve bundan sonra sürüp gidecek olan köseli ayraç içindeki bu sayılar, Türk Tarih Kurumu 'nca 1969 yılında yayımlanan Prof. Afetinan 'ın "Medeni Bilgiler" kitabında Atatürk 'ün el yazılarının yer aldıgı sayfa ve bölümleri göstermektedir.
DEVLET
5 Kasım 1920 Salı Akşamı
Ulusun ne oldugu açıklarken, demistim ki, Türk ulusu, bir halk yönetimi olan cumhuriyetle yönetilir, bir Devlettir.
Şimdi, devlet ne demektir, bunu açıklayarak anlatayım:
Devlet dedigimiz zaman her seyden önce bir insan toplulugu, bir ulus varlıgı anlasılır.Bunda sonra, bu insan toplulugunun cografya sınırlarıyla belirlenmis bir toprakta yerlesmis oldugu görülür. Yine ulus konusunda demistim ki, Türk ulusu Asya'nın batısında ve Avrupa'nın dogusunda olmak üzere kara ve deniz sınırlarıyla ayrılmıs, dünyaca tanınmıs büyük bir yurtta yasar, onun adına ' TÜRK ELİ ' derler. Ulus olma sorununun bireysel ortak ve özgürlük sorunu oldugunu biliyoruz. Yani bir ulusu olusturan bireylerin, o ulus içinde her türlü özgürlügü ; yasama özgürlügü, çalısma özgürlügü, düsünce ve vicdan özgürlügü güvence altına alınmalıdır.
Yine bir ulusun genel bütününün her türlü özgürlügünün saglanmıs olması gerekir. Yani kendi topraklarında dısarıdan, hiçbir karısma ve sınırlandırma olmaksızın özgür ve bagımsız olarak yasaması ve çalısması gerekir. İste devlet gerek bireylerin, özgürlügünü saglamak için ulus üzerinde bir yetkeye ve gerek ulus ve ülke bagımsızlıgını koruyabilmek için kendine özgü bir yetke ve güce sahip olmalıdır.
Öyleyse devlet : ' Belli bir toprakla yerlesmis ve kendine özgü bir güce sahip olan bireylerin bütününden olusan bir varlıktır.'
Devletin sahip oldugu gücü anlatırken bu gücü kendine özgü diye nitelendiriyoruz. Gerçekte devleti kuran ulusun bagrında islev kazanan yetke gücü, kisi olarak hiç kimse tarafından verilmemistir. O, bir siyasal yetkedir ki, devlet kavramının özünde vardır. Devlet bu gücü halk üzerinde kullanmak ve ulusu dısarıda temsil etmek ve baska uluslara karsı savunmak yetkisine sahiptir.Bu siyasal yetke ve erke 'irade' ya da 'egemenlik' denir.
***Atatürk 'ün yazdıgı Yurttaslık Bilgileri metinlerindeki; [351 (1)] bu ve bundan sonra sürüp gidecek olan köseli ayraç içindeki bu sayılar, Türk Tarih Kurumu 'nca 1969 yılında yayımlanan Prof. Afetinan 'ın "Medeni Bilgiler" kitabında Atatürk 'ün el yazılarının yer aldıgı sayfa ve bölümleri göstermektedir.
EGEMENLİK
Mademki devlet bir iradeye, bir egemenlige sahiptir, onu göstermek ve yerine getirmek için bir takım araçlara gereksinimi vardır.
Bu araçları içeren devlet düzeninde 'MİLLET MECLİSİ' ve 'HÜKÜMET' örgütü temeldir. Çagımızda bu temel olan örgütün dayandıgı geleneklesmis bir takım ana ilkeler vardır.
a) Demokrasi ilkesi 'halkçılık': .Bu ilkeye göre irade ve egemenlik, ulusun tümüne aittir ve ait olmalıdır. Demokrasi ilkesi, ulusal egemenlik ilkesi biçimine dönüsmüstür.
b) Temsili hükümet ilkesi :Bu ülke ulusal egemenligin kullanımını ve yürütümünü düzenler.
c) Devletin anayasasını belirleyen yasanın, öteki yasaların üstünde olması ilkesi : Bu ilke çagdas anayasa hukukunda yasalılıgı ve adli dengeyi saglayan ilkedir.
Bu saydıgımız ilkeler ( a, b, c, ) demokrasi ilkesinin ana yapısı olarak görülür. Gerçekten demokrasi ilkesi uygulamadaki degerini ancak bu saydıgımız ilkelerle kazanır.
A) Demokrasi ilkesi, devlette egemenligin var olması iki temel sorun ortaya çıkarır:
1. Egemenlik neden ibarettir? Egemenligin içeriginde ne vardır? Sınırları nedir? Egemenlige dayanarak mesru yollarla hangi eylemler yapılabilir?
Bu, devletin egemenligi sorunudur. Bu sorunda devlet iç dayanagından, ulustan ayrı olarak soyut bir biçimde düsünülüyor. Ve bu yolla siyasal gücünün niteligi ve sınırları belirlenmek isteniyor.
Devletin siyasal gücü, bagrında yasayan bireylerin ve toplulukların varlıgı dolayısıyla sınırlanmıstır ; hangi ölçüde sınırlanmıstır? Bunu kamu hukuku belirler. Devletin, baska devletlerin ve kendi kurulusunda yer almayan baska insanların varlıgı dolayısıyla egemenligin ölçüsünü de devletler hukuku gösterir. Bu nedenle devletin egemenligi sorunu tam anlamıyla bir anayasa hukuku sorunu degildir.
2. Egemenlik konusunun ortaya koydugu ikinci bir temel sorun da devlette, devlet içinde egemenlik sorunudur. Bu dogrudan dogruya anayasayla ilgilidir. Kamu hukukunun ve devletler hukukunun sınırlarının belirledigi egemenlik kime aittir?
Şunu söylemek gerekir ki, devlet tüzel bir kavramdır. Gerçekte, yönetenler, egemenligi, kullanırlar. Öyleyse devleti yönetenler kimler olmalıdır ? Siyasal gücün mesru olabilmesi için devletin soyut egemenligi, eylemli olarak kimin eline bırakılmalıdır? İste bu sorunlara yanıt veren demokrasi ilkesidir.
***Atatürk 'ün yazdıgı Yurttaslık Bilgileri metinlerindeki; [351 (1)] bu ve bundan sonra sürüp gidecek olan köseli ayraç içindeki bu sayılar, Türk Tarih Kurumu 'nca 1969 yılında yayımlanan Prof. Afetinan 'ın "Medeni Bilgiler" kitabında Atatürk 'ün el yazılarının yer aldıgı sayfa ve bölümleri göstermektedir.
DEVLET BİÇİMLERİ
Tarihin ve hukukun incelenmesi, bize, egemenligin baslıca üç degisik biçimde kullanıldıgını göstermektedir.
1) Saltanatçılık ( Hükümdarlık-Monarsi ): Egemenlik, 'kral, imparator, sah, padisah, prens, emir, 'gibi türlü sanlar alabilen hükümdarın, yani yalnız bir kisinin tekelindedir. Egemenligi kullanan devletin bütün memurları, yalnız bir kisi adına hareket ederler. Devlete son iradeyi yalnız hükümdar belirler. Hükümdar, yalnız basına devleti yönlendirir, yönetir ve her seyi o buyurursa, böyle bir devletin hükümetine ' mutlak ' hükümet denir. Böyle bir devlette, hükümdar 'devlet benim' der :savas açar, barıs antlasması yapar, yasalar koyar, vergiler koyar, ülkenin gelirlerini istedigi gibi kullanır. Kısacası ülke sanki onun 'malikânesi' olur.
Eger hükümdar yasaları hazırlayan millet vekillerinden olusan bir meclisi kabul etmisse, o zaman ' mesrutiyet hükümeti ' olur. Bu tür hükümette de sonunda her sey hükümdarın son sözüne baglıdır. Mesrutiyet hükümetinde hükümdar, bir yurttasa bir hükümet kurdurur, ülkeyi onunla yönetir. İngiltere, İtalya, Belçika, mesrutiyet hükümetleriyle yönetilmektedir.
II) Sınıfçılık ( takımerki-oligarsi ) : Bu tür hükümette, egemenlik, birkaç kisinin, birkaç ailenin, yada halkın bir kesiminin elindedir.
III) Demokrasi ( Halkçılık ) : Demokrasi temeline dayanan hükümetlerde egemenlik , halka halkın çogunluguna aittir. Demokrasi ilkesi, egemenligin ulusta oldugunu, baska bir yerde olmayacagını gerekli kılar. Bu yolla demokrasi ilkesi, siyasal gücün, egemenliginin kaynagına ve mesruluguna dayanmaktadır.[ Demokrasinin tam ve açık olarak uygulandıgı hükümet biçimi ' Cumhuriyet' tir. ]
***Atatürk 'ün yazdıgı Yurttaslık Bilgileri metinlerindeki; [351 (1)] bu ve bundan sonra sürüp gidecek olan köseli ayraç içindeki bu sayılar, Türk Tarih Kurumu 'nca 1969 yılında yayımlanan Prof. Afetinan 'ın "Medeni Bilgiler" kitabında Atatürk 'ün el yazılarının yer aldıgı sayfa ve bölümleri göstermektedir.
DEMOKRASİ İLKESİNİN İÇERİĞİ
Demokrasi temeli, bugün çagdas anayasasının genel bir belgisi gibi görünmektedir.Saltanatçılık (monarsi) ve sınıfçılık ( oligarsi ) artık zamanı geçmis egreti biçimlerden baska bir nitelikte düsünülemezler, gerçi daha simdi bile baslarında hükümdarlar bulunan devletler vardır. Fakat bunların hemen hepsi, demokrasi ilkesini kabul etmektedirler. Artık egemenligin sahibi oldugu ileri sürme cesaretinde bulunabilecek bir hükümdar pek azdır.
Bir ulusun eylemli olarak demokrasi ilkesini ilan etmesi, o ulusun çogunlugunun, toplumsal gücünün sonucudur. Ulus yeterince güçlü olursa, gücü ve erki eline alır. Bu olay kimi zaman ayaklanmayla, kimi zaman da hükümdarla barısçıl bir anlasma yaparak gerçeklesir. Artık bugün, demokrasi düsüncesi sürekli yükselen bir denizi andırmaktadır. Yirminci yüzyıl, bir çok baskı hükümetlerinin bu denizde boguldugunu görmüstür. Rus çarlıgı, Osmanlı Padisahlıgı ve hilafeti, Almanya, Avusturya, Macaristan İmparatorlukları bunların baslı hükümetlerdir. Bundan baska demokrasi ile yönetilen Portekiz gibi ılımlı hükümdarların, demokrasinin daha açık bir biçimde uygulanmasını zorunlu kılan cumhuriyet karsısında silindigi görülür.
Son olarak bugün İngiltere, Belçika gibi büyük, eski demokrasilerin yönetimlerinin de daha belirgin ve daha iyi düzenlenmis bir demokrasinin gerçeklestirilmesi yolunda çalıstıkları görülmektedir. Demokrasi düsüncesi, çagdas anayasanın bir belgisi olmakla birlikte bu düsünce çok eskidir.
Demokrasi düsüncesinin içerigi ve anlamı üzerinde gerektigince aydınlayabilmek için, onun tarihini kısaca anımsatmak yararlı olur.
***Atatürk 'ün yazdıgı Yurttaslık Bilgileri metinlerindeki; [351 (1)] bu ve bundan sonra sürüp gidecek olan köseli ayraç içindeki bu sayılar, Türk Tarih Kurumu 'nca 1969 yılında yayımlanan Prof. Afetinan 'ın "Medeni Bilgiler" kitabında Atatürk 'ün el yazılarının yer aldıgı sayfa ve bölümleri göstermektedir.
DEMOKRASİ İLKESİNİN TARİHSEL GELİŞİMİ
Bundan 7000 yıl önce, Mezopotamya'da insanlıgın ilk uygarlıgını kuran Sümer, Elam, ve Akad budunlarında demokrasi ilkesi uygulanmıstır. Gerçekte, bu (Türk) budunlar birlesik bir Cumhuriyet kurmuslardır. Bundan sonra Atina ve Isparta gibi Yunan kentleri, bir tür demokrasi ile yönetilirlerdi. Roma'da demokrasi hayatı yasamıstı. Türk'ler en eski tarihlerde bile ünlü kurultaylarıyla ve bu kurultaylarda devlet baskanlarını seçmeleriyle demokrasi düsüncesine ne denli baglı olduklarını göstermislerdir. Son tarih dönemlerinde Türk'lerin kurdukları devletlerde baslarına geçen padisahlar, bu yoldan ayrılarak zorba olmuslar.
Kralların ve padisahların baskı yönetimlere dinler dayanarak olmustur. Krallar, halifeler, padisahlar çevrelerini saran papazların, hocaların etkisiyle Tanrısal haklara inanmıs ve dayanmıslardır. Egemenligin bu hükümdarlara, Allah tarafından verilmis oldugu kuramı uydurulmustur. Buna göre hükümdar ancak, Tanrıya karsı sorumludur. Erk ve egemenliginin sınırı yalnız din kitaplarında aranabilir. Tanrısal haklara dayanan bir mutlakıyet temeli karsısında, demokrasi ilkesinin, gösterdigi ilk tutum oldukça alçak gönüllücedir. O, önce hükümdarı devirmeye degil, onun yalnız güçlerini sınırlamaya, mutlakıyeti kaldırmaya çalıstı. Bu çalısma 400-500 yıl öncesinden baslar. İlkin erkin, ulustan geldigi; erk, yeteneksiz ve yetersiz bir ele düserse, onun geri alınabilecegi ve bu erkin millet vekillerinden olusan bir meclis tarafından kullanılması gerekecegi dile getirildi. 16. Yüzyılda demokrasi ilkesi, hükümdarların yetkesini ( nüfuz ) kırmak için siyasal savasım aracı olarak kullanıldı. Bu savasımlarda en son olarak ortaya atılan düsünceler sunlardır:
' Erk ulusa aittir. Onu yasa çerçevesinde bir hükümdara vermistir. Kimi durumlarda geri alabilir.' 18 . yüzyılda ise, demokrasi düsüncesi, karsı konulmaz bir güç ve akım durumuna geldi. Demokrasi ilkesi, ulusal egemenlik ilkesi biçimine girdi ve anayasaya geçti. Artık ulusla hükümdar arasında sözlesme yapma düsüncesi ortadan kalktı. Ortaya egemenlik bölünüp, parçalanamaz ve baskalarına bırakılmaz düsüncesi çıktı. Bu düsünceyi söyle açıkladılar : Egemenlik bireylerin, yani tek, tek kisilerin iradelerinin üstünde, yine bireylerin olusturdukları ulusun ortak kisiligine dayanan genel ve ortaklasa bir iradedir. Bu nedenle egemenlik tektir, parçalara ayrılamaz ve egemenligin ortaya koydugu ortaklasa irade, onun sahibi olan, ortak kisilik ulusça hiçbir zaman baskasına aktarılamaz ve bırakılamaz.
***Atatürk 'ün yazdıgı Yurttaslık Bilgileri metinlerindeki; [351 (1)] bu ve bundan sonra sürüp gidecek olan köseli ayraç içindeki bu sayılar, Türk Tarih Kurumu 'nca 1969 yılında yayımlanan Prof. Afetinan 'ın "Medeni Bilgiler" kitabında Atatürk 'ün el yazılarının yer aldıgı sayfa ve bölümleri göstermektedir.
DEMOKRASİ İLKESİNİN BELİRGİN NİTELİKLERİ
Demokrasi ilkesi, egemenligi kullanan aracı kim olursa olsun, temel olarak ulusun egemenlige sahip olmasını ve sahip kalmasını gerektirir. Bu noktayı birkaç sözle açıklayalım :
a) Demokrasi, temelde siyasal niteliklidir. Demokrasi bir sosyal yardım yada bir ekonomik örgüt dizgesi degildir. Böyle bir görüs yurttasların siyasal özgürlük gereksinimlerini uyutmayı amaçlar. Bizim bildigimiz demokrasi özellikle siyasaldır; onun amacı, ulusu yönetenler üzerindeki denetimle siyasal özgürlügü saglamaktır.
b) Demokrasinin birinci özelligiyle ortak ikinci bir özelligi daha vardır. Oda sudur ;Demokrasi düsünceye dayanır; bir kafa sorunudur. Her halde bir mide sorunu degildir. Yönetim ilkesi de adalete baglılıgı ve erdem, ahlak sahibi olmayı gerektirir. Demokrasi yurt sevgisidir, aynı zamanda babalık ve analıktır.
c) Demokrasi, temelde bireycedir; bu nitelik yurttasın egemenlige, insan sıfatıyla katılması dolayısıyla kendini gösterir.
d) Son olarak demokrasi, esitlikçidir; bu nitelik demokrasinin bireyci olması niteliginin zorunlu bir sonucudur. Kuskusuz bütün bireyler aynı siyasal haklara sahip olmalıdırlar. Demokrasinin bu bireyci ve esitlikçi niteliklerinden genel ve esit oy ilkesi çıkar.
***Atatürk 'ün yazdıgı Yurttaslık Bilgileri metinlerindeki; [351 (1)] bu ve bundan sonra sürüp gidecek olan köseli ayraç içindeki bu sayılar, Türk Tarih Kurumu 'nca 1969 yılında yayımlanan Prof. Afetinan 'ın "Medeni Bilgiler" kitabında Atatürk 'ün el yazılarının yer aldıgı sayfa ve bölümleri göstermektedir.
CUMHURİYET
Baslarında hala Tanrının vekili gölgesi sıfatını tasıyan hükümdarlar bulundurmakla birlikte egemenligini kazanmıs uluslar oldugundan söz etmistik. Gerçekte bu ulusların mensup oldukları devletler, ulusun seçtigi millet vekillerinden olusan meclislere sahiptirler. Ulusun egemenligini bu meclisler temsil eder. Yasa önermek hakkı meclis üyelerine ve bakanlar kuruluna aittir. Hükümdar, devleti temsil eder. Yasa önermek hakkı meclis üyelerine ve bakanlar kuruluna aittir. Hükümdar devleti temsil eder. Hükümeti kuran yurttas, görünüste hükümdar tarafından seçilir. Fakat gerçekte hükümet baskanı, ulusun güvendigi güçlü siyasal partilerin liderleridir; bunların kurdukları hükümetler ulusu ve ülkeyi yönetirler ve meclise karsı sorumludurlar. Bu açıkladıgımız türdeki hükümetler temsili hükümetlerdir ve gerçekte demokrasi ilkesi yürürlüktedir. Ancak bunlar tam anlamda demokrat hükümetler degildir. Demokrasinin tam anlamıyla ülküsü, bütün ulusun, aynı zamanda yönetici durumda bulunabilmesini, hiç olmazsa devletin son iradesinin, ulus tarafından dile getirilip gösterilmesini ister. Ne yazık ki, ulusların büyüklügü, düsünsel egitim düzeyleri, bu ülkünün uygulanmasında, bu ülküden büsbütün yoksun kalmayı doguracak önemsizliklerden kaçınmayı da gerektirir. Bu nedenle, demokrasi ilkesinin en çagdas, en akılcı uygulayımını saglayan yönetim biçimi Cumhuriyettir.
Cumhuriyette son söz, ulus tarafından seçilmis meclistedir. Ulus adına yapılan her türlü yasaları o yapar. Hükümete güven oyu verir yada onu düsürür. Ulus, seçtigi millet vekillerinden memnun kalmazsa, belli süreler sonunda baska seçer. Ulus; egemenligini, devlet yönetimine katılmasını, ancak zamanında oyunu kullanmakla saglar. Cumhuriyetin hükümeti, bir ulus ve tarzda, sınırlı bir süre için seçilmis bir cumhurbaskanına verilir. Basbakanı o belirler; bakanlar kurulunu olusturacak bakanları da, basbakan millet vekilleri arasından seçer.
Dünyadaki devlet biçimleri, biri ötekine göre kimi ayrımlarla, çok degisir. Bununla birlikte, hepsi genel olarak, ele alıp irdeledigimiz biçimlere indirgenebilir: Hükümdarlık, Sınıfçılık, ( oligarsi ) halk cumhuriyeti. Kendini belli bir dine baglayan devlet biçimi de vardır. Rus çarlıgı ve Osmanlı saltanatı böyle idiler. Çar kilisenin baskanı idi; sultanlar da halife sanını takınmıslardı. Aynı sekilde dini siyasetten ayrılmıs laik hükümetler de vardır. Amerika, Fransa, Türkiye Cumhuriyeti gibi. Hükümdarlıklarda, devlet baskanlıgı onuruna kalıt yoluyla gelir. Cumhuriyet millet vekillerinden olusan meclis ve belirli bir süre için seçilmis olan devlet baskanıyla, ulusal egemenligin korunmuslugunun en iyi güvencesidir. Cumhuriyette, meclis cumhurbaskanı, ve hükümet, halkın özgürlügünü, güvenligini ve huzurunu düsünmek saglamaya çalısmaktan baska bir sey yapamazlar.
Çünkü bunlar bilirler ki, kendilerini iktidar ve yetki mevkiine belirli bir süre için getiren irade ve egemenligin sahibi ulustur. Ve yine bunlar bilirler ki, iktidar mevkiine sanat sürmek için degil, ulusa hizmet için getirilmislerdir. Ulusa karsı sorumluluk ve görevlerini kötüye kullandıklarında su yada bu biçimde ulusal iradenin kendi haklarında da islenmesiyle karsı karsıya kalabilirler. Ulus tarafından, ulus adına devleti yönetmeye görevlendirilenlerin, gerektiginde ulusa hesap verme zorunlulugu, laubali ve keyfi davranısla bagdastırılamaz.
Oysa ki sahip oldugu erk ve yetkinin Tanrıdan geldigine inanan ve yalnız ona karsı öbür dünyada hesap verebileceklerini varsayan ve devleti, ülkeyi kendisine bırakılmıs bir kalıt malikane olarak kabul edilen bir hükümdar, kendisini her türlü bag ve sınırlamanın dısında tutar. Böyle bir yönetimin benligi, özgürlügü söz konusu bile olamaz. Bu nedenle yetkileri sınırlandırılmıs bile olsa, hükümdarlık yönetim biçimi demokrasiye, ulusal egemenlik ilkesine uygun degildir. Hükümetin, belirli insanların, sınıfların elinde bulunması da ulus varlıgının kesinlikle kabul edemeyecegi bir durumdur. Bütün ulusun çogunlukla, devlet yönetimine katılmasına engel olan bu sınıfçılık ( oligarsi ) yönetim biçimi de bir zümrenin kendi çıkarları saglamak için, bütün ulusa ait egemenligin zorla ele geçirilmesinden baska bir sey degildir.
***Atatürk 'ün yazdıgı Yurttaslık Bilgileri metinlerindeki; [351 (1)] bu ve bundan sonra sürüp gidecek olan köseli ayraç içindeki bu sayılar, Türk Tarih Kurumu 'nca 1969 yılında yayımlanan Prof. Afetinan 'ın "Medeni Bilgiler" kitabında Atatürk 'ün el yazılarının yer aldıgı sayfa ve bölümleri göstermektedir.
ANAYASAMIZ [ 417 ( 49 ) ]
Türkiye Cumhuriyetinin anayasası, en çagdas ulusal egemenlik ana ilkelerini ve hükümlerini kapsar. Her zaman bellekte kalması için burada birkaç maddeyi oldugu gibi yineleyelim.
a) Egemenlik kayıtsız sartsız ulusundur.
b) Türkiye Büyük Millet Meclisi, ulusun tek ve gerçek meclisi olup ulusun adına egemenlik hakkını yalnız o kullanır.
c) Yasama yetkisi ve yürütme erki Türkiye Büyük Millet Meclisinde çıkar ve orada toplanır.
Anımsatma : Bizim anlayısımıza göre siyasal güç, ulusal irade ve egemenlik, ulusun bir birlik ve bütünlük halinde ortak kisilige aittir, birdir, bölünemez, parçalanamaz, ve baskasına bırakılamaz. Ulusta oldugu gibi, onun temsilcisi olan tek mecliste odaklanmıstır. Yani güçlerin bölünmesi görüsü, bizim için temel degildir. Yalnız görevler su yolla yerine getirilir. Buna göre ;
Türk ulusunun yönetim biçimi güçlerin birligi temeline dayanan bugünkü devlet biçimimizdir. Bu devlet biçiminde Büyük Millet Meclisi ulus adına egemenlik hakkını kullanır. Cumhurbaskanı ve bakanlar kurulu onun içinden çıkar. Egemenlik birdir, kayıtsız sartsız ulusundur. Devlet kuruluslarının en uygunu budur. Yalnız görevler su yolla gördürülür:
d) Meclis yasa yapma yetkisini dogrudan kullanır.
e) Meclis, yürütme yetkisinin kendisinin seçtigi cumhurbaskanı ve onun atayacagı bakanlar kurulu aracılıgıyla kullanır. Meclis, hükümeti her zaman denetler ve düsürebilir.
f) Yarı yetkisi, ulus adına, usulü ve yasası çerçevesinde bagımsız mahkemelerce kullanılır.
***Atatürk 'ün yazdıgı Yurttaslık Bilgileri metinlerindeki; [351 (1)] bu ve bundan sonra sürüp gidecek olan köseli ayraç içindeki bu sayılar, Türk Tarih Kurumu 'nca 1969 yılında yayımlanan Prof. Afetinan 'ın "Medeni Bilgiler" kitabında Atatürk 'ün el yazılarının yer aldıgı sayfa ve bölümleri göstermektedir.
DEMOKRASİYE KARŞI OLAN ÇAĞDAŞ AKIMLAR [ 420 ( 52 ) ]
Bizim devlet kurulusumuzda, temel ilkemizi olusturan demokrasinin, ayırıcı niteliklerini tanımladık. Demokrasinin bu biçimde kavranmasına kimi kuramlar karsı çıkmaktadır.
1)Bolsevik kuramı,
2)İhtilalci siyasal sendikacılık kuramı,
3)Çıkar gruplarının temsili kuramı.
Bu kuramların, demokrasi kuramımıza karsı saldırmakta ne denli haksız oldugunu anlayalım :
1) Bolsevik kuramının Rusya da uygulanan biçimine bakalım. Bütün Rus ulusu içinden, yalnız isçilerden, deniz ve kara kuvvetlerinden olusan bir azınlık, ekonomik temellere dayalı Komünist Partisi adı altında birleserek bir diktatörlük kurmuslardır. Amaçlarında ulusal degildirler. Kisisel özgürlük ve esitlik tanımazlar. Halk egemenligi ilkesine uymazlar. Halk egemenligi ilkesine uymazlar. İçeride çogunlugu, zorla baskı ile kendi görüslerine boyun egmek zorunda tutarlar. Dısarıda propagandayla ve ihtilal örgütüyle bütün dünya uluslarına kendi ilkelerini yaymaya çalısırlar. Oysa, hükümet kurmaktan amaç, önce bireysel özgürlügün saglanmasıdır. Bolsevik hükümet biçiminde zorbalık niteligi görülmektedir. Bir toplumun, bir bölük insanın görüslerinin zorla tutsagı olarak yasaması biçimine, dogal ve akla uygun hükümet modeli olarak yasaması biçimine, dogal ve akla uygun bir hükümet modeli olarak bakmaya olanak yoktur.
2)İhtilalci siyasal sendikacılık kuramına inananlarda her türlü siyasal kurulusları, yalnız kendi çıkarları dogrultusunda çalıstırmak ve sonunda siyasal güç egemenligi ellerine geçirmek isteyen isçi gruplarıdır. Bunlar amaçlarını zorla gerçeklestirme fırsatını beklerken zaman, zaman genel grevler yaparak, hükümet adamları üzerinde etkili oluyorlar ve kimi isleri kendi çıkarlarına uygun düsecek biçimde çözümlettiriyorlar; yavas, yavas varlıklarını duyuruyorlardı. Bunlar İngiltere, Fransa Almanya da etkilerini göstermektedirler. Almanya da bu kuramcılara az çok bir doyum saglamak için, millet meclisi yanında ekonomik içerikli fakat üyeleri bu kuramcılardan olusan bir meclis kurmuslardır. Bizde de Yüksek Ekonomi Kurulu ( Ali İktisat Meclisi ) vardır. . Fakat bu herhangi bir baskı üzerine degil, dogrudan, dogruya hükümetin yararlı görmesinden ötürü danısma amacıyla olusturulmus bir kuruldur.
3)Çıkar gruplarının temsili kuramı :Türlü meslek, sanat ve is adamları toplum içinde ayrı, ayrı birer zümre, birer küçük topluluk olarak düsünülürse, her bir zümrenin birbirinden farklı çıkarları vardır. Bundan ötürü diyorlar ki, her özel çıkar sahibi grupların her biri mecliste kendilerini ayrı, ayrı temsil etmelidirler. Bu durumda seçim ulusun bireyleri tarafından degil, bu gruplar tarafından ve grupların çıkarları ölçüsünde gerçeklestirilecektir. Mecliste bu grupların bir kaçı birlesip iktidara gelince yalnız kendi çıkarları için çalısacaklardır. Buna kim engel olacaktır?
İste bu nedenlerden dolayıdır ki, biz bunu ve bundan önceki kuramları, ülkemiz ve ulusumuz için uygun görmüyoruz. Biz, ülke halkı bireylerinin ve türlü sınıfların birinin ötekine yardımını aynı degerde ve nitelikte görüyoruz:hepsinin çıkarlarının aynı ölçüde ve aynı esitlik duyarlılıgıyla saglanması için çalısmak isteriz. Bu yolun, bu genel refahı ve devlet yapısının güçlenmesi için daha uygun oldugu kanısındayız. Bizim gözümüzde çiftçi, çoban, isçi, tüccar, sanâtkar, asker, doktor, kısacası herhangi bir toplumsal kesimde ya da kurulusta çalısan bir yurttasın hak, çıkar ve özgürlügü esittir. Devlete bu anlayıs ile en yüksek ölçüde yararlı olan ve ulusun güvenini ve iradesini yerinde kullanabilmek bizce, bizim anladıgımız anlamda, halk hükümeti yönetimi ile gerçeklesir.
Ulusu temsil eden ve yöneten Büyük Millet Meclisi'nin ve hükümetin dayandıgı parti de bu temel ilke çerçevesinde hiçbir ayrım gözetmeksizin tüm Türkiye halkını kapsayan, ulusun ortak çıkarlarını göz önünde tutan ve amaçlayan parti ( Cumhuriyet Halk Partisi )di. Parti, ulusa milletvekillerinin seçiminde yol göstermek, düsünsel ve islevsel yasamda, ortak ulusal terbiyede halkçılık bilinç ve anlayısını gelistirerek büyük bir görevi yerine getirmektedir.
***Atatürk 'ün yazdıgı Yurttaslık Bilgileri metinlerindeki; [351 (1)] bu ve bundan sonra sürüp gidecek olan köseli ayraç içindeki bu sayılar, Türk Tarih Kurumu 'nca 1969 yılında yayımlanan Prof. Afetinan 'ın "Medeni Bilgiler" kitabında Atatürk 'ün el yazılarının yer aldıgı sayfa ve bölümleri göstermektedir.
YURTTAŞA KARŞI DEVLETİN GÖREVLERİ [429(1)]
Derslerimizin baslangıcında, ulusun kurdugu devletin ve hükümet örgütünün yurttaslara karsı yükümlü oldugu görevleri ve yetkileri, genel olarak saymıstık. Bu görevlerin nitelikleri incelenirse, söyle bir sıralama yapılabilir:
a) Ülke içinde güvenlik ve adaleti saglayarak ve sürdürerek, yurttasların her türlü özgürlügünü korumak.
b) Dıs siyaseti ve baska uluslarla iliskileri iyi ve olumlu bir biçimde yönlendirerek, ülke içinde de her türlü savunma güçlerini her zaman hazır bulundurarak her ulusun bagımsızlıgını güven altına almak ve korunmuslugunu saglamak ve 've bu ugurda baska çıkar yol kalmazsa ulusun haklarını silahla savunmak'.
Bu iki tür görev, devletin en basta gelen görevlerindendir. Denilebilir ki, devlet kurmaktan amaç, bu iki görevin yerine getirilmesini saglamaktır. Çünkü, bu görevler, yurttasların tek, tek kisiler olarak yapmaya güçlerinin yetmeyecegi islerdir. Dahası yurttasların, bu görevlerin bir bölümünü bile yapmaya kalkısmaları dogru degildir.
Çünkü o zaman, anarsi olur, devlet kalmaz. Örnegin, bir yurttas, kendi kendine bir yabancı devletle siyasal bir görüsme ve iliskide bulunamaz.
Bir yurttasın, ülke savunmasında basına hareket etmesine izin verilmez. Bir yurttas, kendi özgürlügünü ve hakkını kendi maddi gücüne dayanarak saglamaya kalkısamaz. Bu konular kisilerin güçleri ve girisimleriyle degil, ulusun iradesini elinde bulunduran devletin gücü ve nüfusu ile saglanabilir. Bu iki tür görevden baska, devletin üstlendigini belirttigimiz görevleri de basladıgımız sıra ile içinde söyleyelim:
c) Yollar demir yolları vb. gibi bayındırlık isleri,
d) Egitim ve ögretim isleri,
e) Saglık isleri,
f) Sosyal yardım isleri,
g) Tarım, ticaret ve zanaata iliskin ekonomik isler.
Bu son söyledigimiz isleri, devletin yapmaması kisilere bırakması gerektigini ileri sürenler vardır. Bu görüsü uygun bulup izleyenlere 'bireyci' derler. Ulusun genel ve ortak çıkarlarına iliskin siyasal ve düsünsel iliskilerde oldugu gibi, her türlü ekonomik islerinde kisilere bırakılmayıp devletçe yapılmasının daha uygun olacagı kuramını savunan 'devletçiler' de vardır. Biz, devletimizce uygulanması uygun olan ilkeyi belirlemek için bireyci ve devletçilerin dayandıkları noktaları ve birde demokrasinin en belirgin niteliklerini göz önünde bulundurarak bir irdeleme yapalım:
Bildigi üzere, Türkiye Cumhuriyeti demokrasi temeline dayanan bir devlettir. Demokrasi temelde siyasal içeriklidir; düsünseldir, düsünceye dayanır, bireycidir, esitlikçidir. Demokrasinin bu ana noktalarına göre, yurttasın siyasal özgürlügünü ve çalısmasını saglamak yurttasın bilimsel, toplumsal, sanat ve ahlak gibi düsünsel alanlarda gelismesini saglamakla ilgilenmek ve yurttasın ulusal egemenlige, usulü çerçevesinde katılma hakkını ve bütün yurttasların esit siyasal haklara sahip olmalarını saglamaktan ibaret olan noktalar, devletin yurttasa karsı baslıca görevlerinin sınırını gösteren isaretlerdir. Öyleyse demokrasi temeline dayanan bir devlet, sosyal yardım sistemi yada bir ekonomik kurulus sistemi degildir. Bunun için bu alanlara iliskin islere, devletin karısmaması, bütün bu nitelikteki isleri bireylere yada bireylerden olusan ortaklıklara bırakılması mümkündür. Bu olanagın ölçüsünü anlamak için, devletin ulusa ve ülkeye karsı yerine getirmek zorunda oldugu temel görevlerinin, ikinci derecede olan görevlerle ilgi ve baglantılarını düsünmek gerekir. Devlet güvenlik ve huzuru saglamak için, ülkeyi savunmak için, saglıklı, iyi gelismis, anlayısları, ulusal duyguları, yurt sevgileri yüksek vatandaslar ister. Devletin, içte ve dısta ulus islerini yaptıracagı yüksek yetenekli yurttaslara gereksinimi vardır. Devlet, bütün yurttasların, devletin yasalarını anlayıp onlara uyma geregini kavramalarını, ülkenin güvenligi ve savunması için önemli görür. Devlet, bütün yurttasların hangi isleyicilik ve meslek dalında olursa olsun çagımızdaki gelisme ve ilerlemenin gerektirdigi ölçüde basarılı olmalarıyla yakından ilgilidir.
Bu nedenlerdir ki, yurttasların egitim ve ögretimiyle, saglıgıyla yakından ilgilenmek zorundadır. Devlet ülkenin güvenlik ve savunması için karayollarıyla demir yollarıyla, limanlarla, deniz tasıtlarıyla, telgrafla ve telefonla, ülkenin hayvan gücüyle ve her türlü tasıma araçları ile ulusun genel maddi varlıgıyla yakından ilgilenir. Ülke yönetiminde ve savunmasında bu saydıklarımız toptan, tüfekten, her türlü silahtan daha önemlidir. Özellikle para, her türlü aracın üstünde bir var olma silahtır. Bu saydıgımız alanlardaki islerden ekonomi ile ilgili olanlar, dogrudan dogruya devletin zorunlu görevlerinden görünmemekle birlikte o görevlerin yerine getirilmesinde etkilidirler. Bu alanlardaki isleri, kisilere yada ortaklıklara bütünüyle bırakılması için, bu islerin devletin karısması yada yardımı söz konusu olmadan, devleti temel görevlerini yerine getirmede zor durumlarda bırakmayacagına emin olmak gerekir. Görülüyor ki ekonomik isler ve kimi toplumsal isler, bir bakıma bireylerin çıkarlarıyla iliskilidir. Bunun içindir ki, bireyciler bu islere devletin karısmasını kisi özgürlügüne karısma gibi görürler. Ne var ki bu isler içinde dolaylı olarak bütün ulusun ortak çıkarına dokunan ve dayanan noktalar da vardır. Bu nedenle devletçilerin haklı oldukları noktaları kabul etmek yerinde olur. Özel çıkar çogu kez genelin çıkarıyla çelisir bir durumda alabilir. Bir de özel çıkarlar sonunda rekabete dayanır. Oysa ki, yalnız bununla ekonomik düzen kurulamaz. Bu sanıda olanlar ' Kendilerini serap karsısında aldatılmaya bırakanlardır. ' Kisiler ortaklıklar, devlet örgütüne göre zayıftırlar. Serbest rekabetin toplumsal sakıncaları da vardır; zayıflarla güçlüleri yarısmada karsı karsıya bırakmak gibi .. ve dahası kisilerin, kimi büyük ortak çıkarları doyurucu nitelikte karsılamaya güçleri yetmez. Bu gibi islerde, kisilerin kurma olanagı bulamayacakları genis ve güçlü bir kurulus gerekir, ya da bu gibi islerde kisiler yeterli ölçüde çıkar saglayamayacakları için o kisilerden vazgeçebilirler. Oysa o isler ulusça yasamsal bir önem tasır ve devlet onu yapmak zorundadır. Herhalde, uluslarda özgürlük ve uygarlık gelistigi ölçüde devletin görevleri ve sorumlulukları artar. Yasam gelistigi oranda araçlarda artar. Çok araç, çok ve büyük bir güçle yönetilmeyi gerektirir. Güç arttıkça kurallarda artar. Bir toplumun aracı ve kuralı ise devlettir.
BİREYSEL ÖZGÜRLÜK
Bireysel haklar kuramının temeli söyle kuruldu: Her türlü hakkın kökeni bireydir. Çünkü gerçek özgür ve sorumlu olan yaratık yalnız insandır.
Buna göre, bireyin yalnızca dogal hak ve ahlaksal sorumlulugu ile bagımlı kılınmıs olan salt bagımsızlıgı bütün uygarlık kurumlarından önce gelen ilk durum olarak, ilk baslangıç noktası olarak kabul olunuyor. Fakat öte yandan insanların toplumsal ve siyasal kurumların bir bölümü ise zorunlu ve yazgısal yasaların hükümlerine göre evrimlesir. Bu yazgının var oldugu oranda ve zekanın bu yazgının gidisini ve yönüne uydurmak zorundadırlar. Bu zorunluluk durumu gerçekte, kaçınılması mümkün olmayan bir sonucu, daha mükemmel ve daha uyumlu yapmaktır. Doganın ve tarihin bir ürünü olan ulusun bireyleri sürekli bu gerçekle karsı karsıya dırlar ve ona saygı duyarlar. Böyle bir ulusun kurdugu devletin de temeli eregi bireysel hak olur.
Bireyin birinci hakkı, dogustan getirdigi yeteneklerini özgürce gelistirebilmesidir. Bu gelismeyi saglamak için, en iyi yol ise bireye baskasının aynı degerdeki hakkını zarara ugratmaksızın tehlike ve zarar kendisine ait olmak üzere, ona kendi kendini, istedigi gibi yönlendirmeye ve yönetmeye izin vermektir.
Bireysel hakların olusturdugu çesitli özgürlüklerin tüm amacı, iste bu özgürce gelismeyi saglamaktır. Bu haklara saygı duymayan, göstermeyen siyasal toplum temel görevini de yerine getirmemis olur ve devlet varlılıgının amaç ve anlamını yitirmis olur.
***Atatürk 'ün yazdıgı Yurttaslık Bilgileri metinlerindeki; [351 (1)] bu ve bundan sonra sürüp gidecek olan köseli ayraç içindeki bu sayılar, Türk Tarih Kurumu 'nca 1969 yılında yayımlanan Prof. Afetinan 'ın "Medeni Bilgiler" kitabında Atatürk 'ün el yazılarının yer aldıgı sayfa ve bölümleri göstermektedir.
Bundan baska devletin bireye göre olan hırsı da baska niteliktedir. O, kamunun ortak çıkarlarını ve ilerlenmesini düsünür. Kisiler, özel çıkar hırsından, ne ölçüde uzaklastırılabilir; bu gerçekten düsünülmeye deger. Herhalde devletin, siyasal ve düsünsel konularda oldugu gibi, kimi ekonomik islerde de düzenleyiciligini, ilke olarak kabul etmek uygun görülmelidir. Bu durumda karsı karsıya kalınacak zorluk sudur: Devlet ile bireyin karsılıklı etkinlik alanları ayırmak.
Devletin bu alandaki etkinlik sınırını çizmek ve dayanacagı kuralları belirlemek, öte yandan yurttasın kisisel girisim ve etkinlik özgürlügünü kısıtlamamıs olmak devleti yönetme yetkisi verilmis olanların belirlemesi gereken sorunlardır. İlke olarak devlet, bireyin yerine geçmemelidir. Fakat kisinin gelismesi için genel kosulları göz önünde bulundurmalıdır. Bir de bireyin kisisel etkinligi, ekonomik ilerlemenin temel kaynagı olarak kalmalıdır. Kisilerin gelismesine engel olunmaması, onların her açıdan oldugu gibi, özellikle ekonomik alandaki özgürlügü ve girisimleri önünde, devletin kendi etkinligi ile bir engel olusturması, demokrasi ilkesinin en önemli temelidir.
Öyleyse, diyebiliriz ki, bireylerin gelismesinin, engel karsısında kalmaya [443 (15)] basladıgı nokta, devlet etkinliginin sınırını olusturur. Buna göre, "genellikle zaman ve ortam içinde sürekli özel bir nitelik gösteren, ekonomik bir isi, devlet üzerine alabilir". Örnegin, büyük ve düzenli bir yönetimi gerektiren ve özel kisiler elinde tekellesmek tehlikesi gösteren ya da genel bir gereksinmeyi karsılayan bir isi, devlet üzerine alabilir. Madenlerin, ormanların, kanalların, demiryollarının, deniz ulasımı ortaklıklarının devletçe yönetimi ve para ihraç eden bankaların ulastırılması; aynı sekilde su, gaz, elektrik ve benzeri islerin yerel [444 (16)] yönetimlerce yapılması yukarıda açıkladıgımız türden islerdir.
Bu açıkladıgımız anlamda anlayısta "devletçilik", özellikle toplumsal, ahlaksal ve ulusaldır. Ulusal servetin dagılımında daha üstün bir dogrulukla çalısıp emek verenlerin daha yüksek refahı, ulusal birligin korunması için kaçınılmaz bir kosuldur. Bu kosulu, her zaman göz önünde bulundurmak, ulusal birligin temsilcisi olan devletin en önemli görevidir.
Kamu yararına çalısan genel kurulusların çogaltılması, devletin önemle göz önünde tutması gereken bir sorundur. Ancak [445 (17)] bu yolla salt çıkarcılıga dayanan etkinlikler sınırlanabilir. Bu durum yurttaslar arasında ahlaksal dayanısmanın gelismesine yardım eden en önemli etkendir.
Ülkede, her türlü üretimin artması için, devlet açısından özel girisimin çok gerekli oldugunu önemle belirttikten sonra, belirtmeliyiz ki, "devlet ve birey birbirine karsıt degil; birbirinin bütünleyicisidir".
Devlet ve birey dedigimiz zaman, bu sözcüklerin soyut anlamını degil; tek gerçek olan "toplumsal insan" ı, yani toplum içinde [446 (18)] yasayan bireyleri demek istiyoruz. İste bu insanın, iki türlü çıkarı vardır. Bu çıkarlardan bir bölümü kisiseldir, öteki bölümü ise ortaktır. Toplum yasamını koruyup sürdüren bu ortak çıkarlardır.
İyice düsünülecek olursa, bu iki tür çıkarın birbirine denk oldugu anlasılır. Çünkü toplumsal bir varlık olan insanın yasamı için her iki çıkar aynı ölçüde gereklidir. Buna göre, bizce devlet ve birey sözcükleri ister genel, ister özel çıkarlardan biri düsünülmüs olsun, her iki durumda da toplumsal insanı [447 (19)] dile getiren ve açıklayan iki deyistir. Yani sunu demek istiyoruz ki, ne yalnız basına bir birey ne de bireylerden soyutlanmıs bir devlet düsünüyoruz. Devlet bireylerin olusturdugu ulusal toplumun göze görünen biçimidir. Ancak birey, emeginin geliri,almak zorundadır.
Bu görüslerin bizim durumumuzla daha yakından olan iliskisini irdeleyelim:
Cumhuriyetimiz daha çok gençtir; geçmisten kendisine kalıt olarak geçen, bütün büyük önem tasıyan isler, çagın gereklerini karsılayacak, onlarla basa çıkabilecek ölçüde degildir. Siyasal ve düsünsel yasamda oldugu gibi, ekonomik islerde de, [448 (20)] kisisel girisimlerin sonucunu beklemek dogru olmaz. Önemli ve büyük isleri ancak ulusun genel servetine ve devletin bütün kuruluslarına ve gücüne dayanarak ulusal egemenligin kullanılmasını ve yürütülmesini düzenlemekle görevli olan hükümetin, olabildigince üzerine alıp basarması yolu seçilmelidir.
Baska kimi devletlerin ikinci derecede görebilecegi ve kisisel girisimlere bırakılmasında sakıncası olmayan islerden bir çogu, bizim için yasamsal önemi olan birinci derecede devlet görevleri arasında sayılmalıdır.
Özetle, Türkiye Cumhuriyeti 'ni [449 (21)] yönetenlerin, demokrasi ana ilkesinden ayrılmamakla birlikte "ılımlı devletçilik " ilkesine uygun yürümeleri bugün içinde bulundugumuz durumlara, kosullara ve zorluklara uygun olur.
Bizim izlenmesini uygun gördügümüz "ılımlı devletçilik" ilkesi, bütün üretim ve dagıtım araçlarını kisilerden alarak, ulusu, büsbütün baska temellere dayalı bir biçimde düzenlemek amacını güden sosyalizm ilkesine dayanan kolektivizm ya da komünizm gibi özel ve bireysel ekonomik girisim ve etkinlige olanak vermeyen bir sistem degildir.
Özet olarak bizim izledigimiz devletçilik, bireysel çalısma ve etkinligi temel ilke saymakla birlikte, olabildigince az zaman içinde ulusu refaha ve ülkeyi bayındırlıga eristirmek için ulusun genel ve yüksek çıkarlarının gerektirdigi islerde, özellikle ekonomik alanda devleti dogrudan dogruya ilgilendirmektedir.
***Atatürk 'ün yazdıgı Yurttaslık Bilgileri metinlerindeki; [351 (1)] bu ve bundan sonra sürüp gidecek olan köseli ayraç içindeki bu sayılar, Türk Tarih Kurumu 'nca 1969 yılında yayımlanan Prof. Afetinan 'ın "Medeni Bilgiler" kitabında Atatürk 'ün el yazılarının yer aldıgı sayfa ve bölümleri göstermektedir.
ÖZGÜRLÜK
"[demistik ki devlet yurttasların her türlü özgürlügünün korunmuslugunu saglar. simdi özgürlügün ne oldugunu kavramaya çalısalım:]
Özgürlük, insanın, düsündügünü ve diledigini salt (mutlak) olarak yapabilmesidir."[450 (1)]
Bu tanım, özgürlük sözcügünün en genis anlamıdır. İnsanlar, bu anlamda özgürlüge hiçbir zaman sahip olamamıslardır ve olamazlar. Çünkü bilinmektedir ki, insan, doganın yaratıgıdır. Doganın kendisi bile salt özgür degildir; evrenin yasalarına bagımlıdır. Bu nedenle insan ilk önce, doga içinde doganın yasalarına ,kosullarına, nedenlerine etkilerine baglıdır. Örnegin, Dünya' ya
Gelmek yada gelmemek insanın elinde olmamıstır ve degildir. İnsan geldikten sonra da, ilk anda dogaya ve baska birçok yaratıga karsı güçsüz durumdadır. Korunmaya, beslenmeye, bakılmaya, büyütülmeye gereksinimi vardır.
***Atatürk 'ün yazdıgı Yurttaslık Bilgileri metinlerindeki; [351 (1)] bu ve bundan sonra sürüp gidecek olan köseli ayraç içindeki bu sayılar, Türk Tarih Kurumu 'nca 1969 yılında yayımlanan Prof. Afetinan 'ın "Medeni Bilgiler" kitabında Atatürk 'ün el yazılarının yer aldıgı sayfa ve bölümleri göstermektedir.
ÖZGÜRLÜĞÜN TARİHSEL GELİŞİMİ
[451 (2)] İlkel insanların, doganın her seyinden; gök gürültüsünden, geceden tasan bir ırmaktan ve yırtıcı hayvanlardan dahası birbirlerinden korktuklarınızı biliyoruz. İlk duygusu ve düsüncesi korku olan insanın her düsündügünü diledigini kesin olarak yapmaya kalkısmıs olması düsünülemez.
İlkel insan topluluklarında, ata korkusu ve bunun ötesinde de büyük boy ve budunlarda, ata korkusunun yerine geçen tanrı korkusu, insanlarında kafalarında ve davranıslarında sayısız yasak yaratmıstır. Yasaklar ve bos inançlar üzerine kurulan bir çok gelenek ve görenekler, insanları düsüncelerinde ve davranıslarında kısıtlamıstır. O denli ki, kisisel düsünce ve davranıs özgürlügü gibi bir hak kavramı bilinmemistir.
Toplulukların basına geçebilen kisiler, toplulugu Tanrı adına yönetirlerdi. Her türlü hak ve yetki onlar da idi. Kisinin hakkı, özgürlügü söz konusu degildi.
Buraya degin olan düsüncelerimizi, söyle bir sonuca baglayabiliriz: İnsan önce doganın tutsagı idi; sonra, buna gökten güç ve yetki alan bir takım insanlara tutsak olmak eklendi. İnsan toplulukları büyüyüp devlet durumuna geldikçe, insanlar üzerindeki baskıda o ölçüde arttı. Devletin basında bulunan adamın hakkı sınırsız ve kosulsuz salt bir güç olarak kabul ediliyordu. Devlet biçimi imparatorluk ya da cumhuriyet olsun, bunun fazla bir önemi yoktu; bireyin kisisel bir hakkı da söz konusu degildi. Eski zamanlarda, insanların ortaya koydugu uygarlıkların en yüksek dönemlerinde bile durum böyle idi. Bireyin hakkı, hükümdarın çıkarına olarak Tanrısal hak içindeydi. Bu hakka dayanarak hükümdar, uyrugundaki insanların özgürlügüne istedigi gibi sahip olabilirdi; bu, bireyin hakkına saldırganlık sayılmazdı.
Hükümdarın gücü için, dinlerin koydugu sınırdan baska bir sınır tanınmıyordu. Hükümdarın yapmaması gereken sey, ancak Tanrının yasakladıgı sey olabilirdi
İnsanlar düsünsel gelismede ilerledikçe, '' nereden geldiklerini '' ve '' ne olduklarını '' yani kendi kökenlerini daha açık bir biçimde düsünmeye basladılar; yavas, yavas onun büyüklügünü daha iyi anlayabildiler ve degerlendirebildiler.
Doganın her seyden üstün ve her sey oldugu anlasıldıkça, doganın çocugu olan insan, kendinin büyüklügünü ve onurunu anlamaya basladı.
İste insanlar bu kavrayıs asamasına ulastıktan sonra dır ki, ' doganın insana verdigi bütün yeteneklerin, özgürce etkinlik göstermesi ve gelismesi gerekir; bu gereklilik dogaldır; doganın verdigi haktır' düsüncesine vardılar.
Artık bundan birey ile hükümdar ve devlet arasında, hak davası ve hak savasımı baslar. Bu savasım devletlerin iç gelismelerinin tarihidir.
XVI. yüzyılda ileri sürülen düsünceler söyle idi; Hükümdar buyruklarıyla, yasalarıyla, Tanrısal hakkı oldugu gibi, dogal hakkı da bozamaz. Dogal hakkın da Tanrı tarafından verildigini kabul etmek gerekir. Çıkıs noktası bu düsünce oldukça, hükümdarın erk sınırının temelini, Tanrısallık düsüncesi ve Tanrısal iradesi olusturdu. Çünkü dogal haklarda aynı temele baglanmıstı. Hükümdar bu sınıra ve ölçüye baglı kalıyor idiyse, bu baglılıgı dinsel bir görev saydıgı içindi, yoksa kisinin hükümdara karsı istemde bulunabildigi hiçbir hak tanınmıs degildi. Bireysel haklar kuramı, dogal hak düsüncesi, Tanrısallık düsüncesi temelinden gökten koparılarak yer yüzüne indirilmis ondan sonra ortaya çıkabilmisti.
***Atatürk 'ün yazdıgı Yurttaslık Bilgileri metinlerindeki; [351 (1)] bu ve bundan sonra sürüp gidecek olan köseli ayraç içindeki bu sayılar, Türk Tarih Kurumu 'nca 1969 yılında yayımlanan Prof. Afetinan 'ın "Medeni Bilgiler" kitabında Atatürk 'ün el yazılarının yer aldıgı sayfa ve bölümleri göstermektedir.
BAŞKA ULUSLARIN ORTAYA ÇIKIŞLARI
Türk ulusunun olusumunda tümü bir arada var olan bu kosullar, baska ulusların olusumunda hemen, hemen yok gibidir. Daha genel bir tanım yapabilmek için diyelim ki, bir topluma ulus diyebilmek için bu kosulların aynı zamanda tümünün yada bir bölümünün bir arada olması gerekir. Bütün uluslar tamamen aynı kosullar altında kurulmamıs olduklarına göre Türk ulusu için yaptıgımız gibi, baska her ulus için ayrı, ayrı irdelemeler yapılmadıkça ulus kavramını genel ve bilimsel olarak tanımlamak güçtür. Çünkü belirledigimiz kosullar, insanların ulus olarak olusumundan genellikle yardım etmis kosullardır. Ne var ki, bu olusum biçimden baska, hemen, hemen bu kosulların hiçbirinin etkisi söz konusu olmadan gerçeklesmis ulus olusumları da vardır: Alman, Fransız, İtalyan,.Bunlar İsviçreli adı altında tek bir ulus olarak sayılmaktadır.
Güney Amerika da beyazlılar yerliler dirsek dirsege yasayan Amerikalılardır. Bugün büyük çagdas uluslardan olan Fransızların İngilizlerin, çesitli soyların karısması sonucunda ortaya çıktıgı bilinmektedir. [ Bir ulusun olusumunda topragın önemini büsbütün yok sayanlarda var. Bu düsüncede olanlar, toprak yalnızca çalısma ve ugrasma alanıdır, diyorlar.
Şimdi su noktaya dikkat edelim: Fransızlarla İngilizler arasındaki savaslar her iki ulusta ulusallasma baglarını güçlendirdi.] Alman uluslasması, Napoleon 'a karsı yapılan savaslardan; İspanya uluslasması Faslılarla yapılan savaslardan dogdu. Eski küçük yunan hükümetleri İranlılara karsı koymak için birlestikten sonra Yunan uluslasması baslar. Türk'lerin her seye karsın bütün çaglarda ulusal dayanısmasını ve baglarını korumaları, hemen her zaman sürekli savas durumunda bulunmalarındandır. Son devrim yıllarında birlik gücünün dogmasına, içinde bulunulan savas durumunun etkisi büyük ve önemlidir.
Bu bilgilere göre savas, türlü soylardan gelen insanların birlesmesinde en güçlü etkendir.
"Ulus neye nedir ? " sorusuna, bugünkü çagdas anlatıslara uygun, bilimsel bir tanım verebilmek için yürüttügümüz irdelemeyi yeterli sayalım. Onun üzerinde bir an durup düsünelim. Bugün Türk Cumhuriyet 'ini kurmus olan Türk ulusunu irdelerken saptadıgımız kosulları yeniden gözden geçirelim:
A) Siyasal varlıgımızın dısında, baska ülkelerde, baska siyasal topluluklarla isteyerek yada istemeyerek yazgılarını birlestirmis, bizimle dil, soy, köken birligi, olan ve üstelik yakın uzak tarih ve ahlak yakınlıgı görülen Türk toplulukları vardır. Tarihin bin bir olayının akısı sonucunda ortaya çıkan bu durum, Türk ulusu için acı bir anıdır, ne var ki Türk ulusunun olusumundaki soylulugu ve dayanısmayı gerek tarih ve gerekse bilim açılarından kesinlikle sarmaz.
B) Bugünkü Türk ulusunun siyasal ve toplumsal birligi içinde kendilerine Kürtlük, Çerkezlik, Lazlık yada Bosnaklık düsüncesi asılanmak istenmis yurttas ve ulus taslarımız vardır. Ancak geçmisin zorbalık dönemlerinin bir sonucu olan bu yanlıs adlandırmalar, düsmana alet olmus birkaç gerici, beyinsiz, dısında ulus bireyleri üzerinde üzüntüden baska bir etki yaratmamıstır. Çünkü ulusun bu bireylerini de genel Türk toplumu gibi aynı ortak geçmise, tarihe, ahlak anlayısına ve hukuka sahip bulunuyorlar.
Ayrı ve büyük bir çogunluga sahip bir topluluk oldugunu ileri sürmüs ve bu yüzden Türk'lerle birlesip bir ulus kurmak istememis olan Araplar hem de dinlerini kabul ettigimiz halde acaba bugünkü bagımlılıklarından memnun mudurlar?
C) Bugün içimizde bulunan Hıristiyan Musevi yurttaslar, yazgılarını ve geleceklerini Türk ulusallıgına kendi vicdanlarından gelen istekleriyle baglandıktan sonra kendilerine yan gözle yabancı diye bakılması, uygar Türk ulusunun soylu ahlakından beklenebilir mi?
***Atatürk 'ün yazdıgı Yurttaslık Bilgileri metinlerindeki; [351 (1)] bu ve bundan sonra sürüp gidecek olan köseli ayraç içindeki bu sayılar, Türk Tarih Kurumu 'nca 1969 yılında yayımlanan Prof. Afetinan 'ın "Medeni Bilgiler" kitabında Atatürk 'ün el yazılarının yer aldıgı sayfa ve bölümleri göstermektedir.
TOPLUMSAL ÖZGÜRLÜK
Çagdas demokraside bireysel özgürlükler bir deger ve önem kazanmıstır; artık bireysel özgürlüklere devletin ve hiç kimsenin karısması söz konusu degildir. Ancak bu denli yüksek ve degerli olan bireysel özgürlügün demokrat ulusta neyi, anlattıgı özgürlük sözcügünün salt olarak düsünebilen anlamıyla anlasılamaz. Söz konusu olan özgürlük, toplumsal ve uygar insan özgürlügüdür. Bu nedenle bireysel özgürlügü düsünülürken, her bir bireyin ve sonuçta ulusun ortak çıkarını bireysel özgürlügü sınırlandırır. Bireysel özgürlügü sınırlandırma, devletin de görevi ve temelidir. Çünkü devlet, bireysel özgürlügü saglayan bir örgüt olmakla birlikte, aynı zamanda bütün özel etkilikleri, genel ve ulusal amaçlar için birlestirmekle yükümlüdür. ' Özgürlük baskasına zarar vermeyecek her türlü kullanım yetkisinde bulunmaktır.' Denildigi zaman yurttas özgürlügünün, yalnız bunun amaç edinildigi, devletin bu amacı gerçeklestirmek için bir araç oldugu anlatılmıs olur. Ne var ki, bu araç ulusun genel çıkar amacını koruyacaktır. Öyleyse bireysel özgürlüge sınır olarak ' baskalarının özgürlügünün sınırını ' gösterirken bireysel özgürlügün, ulusun genel çıkarının gerektirdigi ölçüden daha fazla kısıtlanamayacagı kabul edilmis oluyor. Bu düsünce basittir, fakat uygulanması çok güçtür. Çünkü bireysel özgürlügün ölçüsünün, devlet etkinligini zayıflatmaması gerekir. Devletsiz bir toplum ya da zayıf bir devlet hayatının sonucu, herkesin herkese karsı savasımıdır. Bu savasımın, çogunlugun özgürlügünü bogmayacak biçimde dogrultularak gerçeklestirilmesi gerekir.
Bu dogrultma isi bireyin sorumluluguna, girisimlerine ve gelismesine engel olacak ölçüye vardırılmamalıdır. Yurttasların girisim ve sorumluluk duyguları ne ölçüde gelisirse, devlet için de o denli iyidir.
Bireysel özgürlükten, ne ölçüde özveride bulunulması gerekecegi, içinde bulunulan zamana ve ülkeye göre degisir. Olagan üstü dönemler, olagan üstü önlemler gerektirebilir. Bütün bu önlemleri ve kısıtlamaları tanımak gerekliligi devlet düsüncesini ve kavramını gösterir.
Bu noktalardaki önlemlerin etkisini ve sınırlarının genisligini ölçmek, büyük bir sanattır. Devlet sanatı iste budur, *[ Bu sanatta basarılı olma derecesi, özgürlüklerin sınırlarını çizen yasada görebilir. ]
Çünkü, ' bu sınır ancak yasayla çizilir ve belirlenir ' surası kesindir ki yurttasların genel özgürlügü ve esenligi için bireylerden, ancak devlet için gerekli olan bir bölüm özgürlüklerinin bırakılması istenebilir.
Türk ulusunun tarihini göz önüne getirelim, daha düne degin altında ezildigi baskı, tutsaklık ve zorbalıgın kara, kanlı pençesini duymamak mümkün degildir.
Türk, zorbalık ve tutsaklık zincirlerini koparabilmek için iç ve dıs düsmanlar karsısında kendi yasamını ortaya attı; çok kanlı ve tehlikeli savasımlara girdi, sayısız özverilere katlandı, basarılı oldu ancak, ondan sonra özgürlügünü kazandı. Bu nedenle özgürlük, Türkün yasamının ta kendisidir.
Artık, Türkiye' de ' her Türk özgür doğar, özgür yasar'*
Türkün bu günkü ulusal ve siyasal terbiyesi ve yüksek degerliligi, onun amacını ve bulundugu durumu belirlemistir.Türkler demokrat, özgür ve sorumluluk tasıyan yurttaslardır.
Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk Ulusu denir.
Ulus sözünden ne anlasılır ; ne anlasılması gerekir?
Bunu anlatayım: Sözlerimin kolay anlasılması için yine Türk ulusuna bakacagım ; çünkü yeryüzünde ondan daha büyük, ondan daha eski, ondan daha temiz bir ulus yoktur ve bütün insanlık tarihinde de görülmemistir. Bugünkü Türk ulusuna, bir resim tablosuna bakar gibi bakalım ve simdiye degin edindigimiz bilgilerin yardımıyla düsünelim; bu tabloda neler görüyorsak, bu tablo neler anımsatıyorsa, onları birer, birer söyleyelim:
1) Türk ulusu, bir halk yönetimi olan Cumhuriyet’ le yönetilen bir devlet kurmustur.
2)Türk devleti laiktir. Her yetiskin dinini seçmekte özgürdür.
3)Türk ulusunun dini, Türkçe’dir. Türk dili yeryüzünde en güzel en zengin ve en kolay olabilecek bir dildir .Bu nedenle her Türk, dilini çok sever ve onu yükseltmek için çalısır .Birde Türk dili, Türk ulusu için kutsal bir hazinedir .Çünkü T ürk ulusu, geçirdigi sayısız sarsıntılar içinde ahlakının, erdemlerinin gelenek ve göreneklerinin, anılarının kendi yararlarının, kısaca bugün kendi ulusallıgını olusturan her seyin diliyle korundugunu görüyor .Türk dili, Türk ulusunun yüregidir, bellegidir.
4)Türk ulusu Asya’nın batısında [353(2)] ve Avrupa’nın dogusunda olmak üzere kara ve deniz sınırlarıyla ayrılımı, dünyaca tanınmıs büyük bir yurtta yasar .Onun adına ‘ Türk Eli ‘, Türk Yurdu derler. Türk yurdu çok daha büyüktü .Yakın ve uzak çaglar düsünülürse, Türk’e yurtluk etmemis bir anakara (kıta ) yoktur .Bütün yeryüzünde Asya, Avrupa, Afrika Türk atalarına yurt olmustur. Bu gerçekleri eski ve özellikle yeni tarih belgeleri göstermektedir .Fakat bugünkü Türk ulusu, varlıgı için bugünkü yurdundan memnundur Çünkü Türk derin ve ünlü geçmisinin, büyük ve güçlü atalarının kutsal kalıtlarını bu yurtta da koruyabilecegini; o kalıtları, simdiye degin oldugundan çok daha fazla zenginlestirebilecegine inanmaktadır.
5) Türk ulusunun her bir bireyi, bazı ayrılıklar dısında genellikle birbirine benzer .Kimi yaradılıs ayrılıklarını ise dogal karsılamak gerekir .Çünkü Mezopotamya Mısır koyaklarından baslayan bilinen tarihten önce, Sibirya steplerinden baslayarak Orta Asya, Rusya, Kafkasya, Anadolu dünkü ve bugünkü Yunanistan, Girit ve Romalılardan önceki Orta İtalya kısacası Akdeniz kıyılarına degin yayılmıs, yerlesmis ve birbirinden farklı iklimlerin etkisi altında baska soylardan gelen insanlarla binlerce yıl yasamıs kaynasmıstır. Bu denli eski bu denli büyük insan toplulugunun bugünkü çocuklarının tamamen birbirlerine tıpatıp benzemelerine olanak var mıdır? Hiçbir zaman ve hiçbir yerde küçük bir ailenin bile çocuklarının bütünüyle birbirlerine benzedikleri görülmemistir Türkleri yalnız bir noktada, iklim farklılıkları olmayan dar bölgede ortaya çıkmıs sanmak dogru degildir. Türkleri yukarıda söyledigimiz gibi, çok genis bir yeryüzü alanında ortaya çıkmıs; ailelerin birleserek ve soyların birleserek boy ve boyların birleserek öz ve özlerinde birleserek siyasal bir topluluk olan ‘ el ‘ en son olarak da ‘el ‘ lebin bir özekte birlesmesiyle büyük bir toplum olusturmuslardır .Büyük Türk toplulugunu olusturan budunların nitelikleri yönünden aralarında büyük bir ayrım bulunmamakla birlikte genis bir soy kaynagından gelmeleri ve nüfus yogunlugu açılarından düsünülecek olurlarsa Türk budunları arasındaki manevi bagın gevsek olması, çesitli adlar altında, çesitli roller oynamaları çok dogaldır. Bu nedenledir ki tarih, olaylarını yazdıgı budunları nerede, nasıl ve hangi adla tanıdıysa o biçimde yazmıstır. Böyle olmakla birlikte, bugünkü Türk ulusunun aslı aynı kökenin, aynı uzun ve ortak geçmisin saptadıgı belli tiptir, Türk tipi.
6)Bu son sözlerden anlasılıyor ki Türk ulusunu olusturan insanların tarihi birdir.
7)Türk ulusunun ortak niteligi olarak yansıyan baska bir yanı daha vardır. Gerçekten dikkat edilecek olursa, Türkler’ in asagı yukarı hep aynı ahlak anlayısına sahip oldukları görülür. Bu yüksek ahlak baska hiçbir ulusun ahlak anlayısına benzemez. Ahlakın ise ulusun olusumundaki yeri çok büyüktür ve çok önemlidir. Bu önemi iyice anlamak için ahlak üzerine birkaç söz söylemek yerinde olur .Ahlak dedigim zaman, ahlak kitaplarında yazılı olan ögütleri demek istemiyorum; sundan dolayı ki ahlaklılıktır. Diye yaptıgımız davranıslar ve yapmaktan çekindigimiz davranıslar; kitaplarda yazılı olan yada birtakım ahlak ögreticilerin önerdikleri seylerden daha önce gelir. Ve bu davranıslar , o sözlerden, ögütlerden ayrı olarak, onlara kesinlikle kulak vermeksizin insanların yaptıgı davranıslardır. Davranıs kuramların yönlendiricisi ve buyurucusudur. Ahlak kurallarının nasıl konulması gerektigi, ahlaklılık oldugu anlasılan davranıslar yapıldıktan, denendikten sonra anlasılır.
Bir is her neye iliskin olursa olsun insanın bir güç kullanmasını, yorulmasını gerektirir. İnsanlar zorunlu olmadıkça kendilerini yormak istemezler. Oysa kimi isler vardır ki ; kendiliginden, o insana,, onu yapmak için içinden gelen bir istek bir egilim esinler ve o is istenen bir is olur. İste ahlaksal davranıslarda aynı zamanda hem zorunlu ve hem de istenen davranıslardır.
Bir isin davranısın ahlaksal bir deger tasıması onun, tek, tek, insanların ötesinde daha yüce daha üstün bir kaynaktan dogmasındandır.
Kaynak toplumdur, ulustur.
Gerçekte ahlaksal düzen tek, tek belli kisilerin ötesinde ve üstünde yalnız toplumsal ulusal olabilir .Ulusun toplumsal düzeni ve güvenligi bugünkü ve gelecekteki rahatlıgı, mutlulugu, esenliligi ve korunmuslugu uygarlıkta ilerleme ve yükselmesi için insanlardan her bakımdan ilgi çaba, özveri, gerektiginde seve, seve, öz varlıgını, gözden çıkarmayı isteyen ulusal bir ahlaktır. Her yönden gelismis ve eksiksiz bir düzeye ulasmıs bir ulusta ulusal ahlak gerekleri, o ulusun bireylerince öyle ki ulusa vurulmaksızın vicdan sesiyle ve3 duygusal bir güdü ile yapılır. En büyük ulusal duygu, ulusal cosku, iste budur.
Ulus analarının, ulus babalarının ulus ögretmenlerinin ve ulus büyüklerinin; evde, okulda, orduda, fabrikada her yerde ve her iste ulus çocuklarına, ulusun her bireyine bıkmaksızın ve sürekli olarak verecekleri ulusal egitimin amacı, iste bu ulusal duyguyu saglamlastırmak olmalıdır.
8 ) Ahlakın ulusal toplum oldugunu söylemek ve o, ortak vicdanın dile gelmesidir demek, aynı zamanda ahlakın kutsal niteligini de tanımaktır. Ahlak kutsaldır; çünkü aynı degerde esi yoktur ve baska hiçbir tür degerle ölçülemez.
Ahlak kutsaldır, çünkü en büyük ahlaksal gerçeklik sahibi olan bir gerçeklestiriciye dayanmaktadır. O gerçeklestirici de yalnız ve yalnız toplumdur. Ondan baska gerçeklestirici yoktur. Tanrısallık; degistirilmis, simgesel olarak düsünülmüs olan toplum da içermektir. Çünkü vicdanlarımız üzerinde etkili olan ruhsal yasam, toplum bireyleri arasındaki etki ve tepkilerden olusur.
Gerçekte toplum yogun bir düsünce ve ahlak etkinliklerinin odagıdır. 9) Din birliginin de bir ulusun kurulusunda etkili oldugu söyleyenler vardır. Ne var ki biz, bizim gözümüzün önündeki Türk ulusu tablosunda bunun tersini görmekteyiz.
Türkler, İslam dinini benimsemeden sonra, bu din, ne Arapların, ne aynı dinde bulunan İranlıların nede Mısırlıların ve baskalarının Türklerle birlesip bir ulus olusturmaya yol açtı. Tersine Türk ulusunun ulusal baglarını gevsetti; ulusal duygularını, ulusal coskusunu uyusturdu. Bu çok dogaldı. Çünkü Muhammed’in kurdugu din bütün ulusallıkların üstünde yaygın bir Arap ulusçulugu politikasına dayanıyordu. Bu Arap düsüncesi, ümmet sözcügü ile ifade olundu. Muhammed’in dinini kabul edenler kendilerini unutmaya, hayatlarını Allah sözcügünün yer yerde yükseltilmesine adamaya zorunlu idiler. Bununla birlikte Allah’a kendi ulusal dilinde degil, Allah’ın Arap budununa gönderdigi Arapça kitapla ibadet ve duada bulunacaklardı. Arapça ögrenmedikçe Allah’a ne dedigini bilmeyecekti Bu durum karsısında Türk ulusu birçok yüzyıllar boyunca ne yaptıgını, ne yapacagını bilmeksizin, adeta bir sözcügünün bile anlamını anlamadan Kuran’ı ezberleyip beyni sulanmıs hafızlara döndüler. Baslarına geçebilmis olan hırslı hükümdarlar Türk ulusunca ne oldugunu, kim oldugu belirsiz cahil hocalar agzıyla saçılan ates ve azap ile korkunç bir karanlık ve karısıklık içinde kalan dini kendi tutkuları ve politikaları ugruna araç olarak kullandılar. Bir yandan Arapları zorla buyrukları altına aldılar, bir yandan Avrupa Allah sözcügünün kutsal parolası altında Hıristiyan ulusları yönetimleri altına aldılar .Fakat onların dinlerine ve ulusallıklarına ilismeyi düsünmediler. Ne omları ümmet yaptılar nede onlarla birleserek güçlü bir ulus yarattılar. Mısır’da belirsiz bir adamı halifedir diye yok ettiler; hırkasıdır diye, bir palas pareyi halifelik belgesi ve üstünlügü olarak altın sandıklara koydular .Halife oldular. Kimi zaman doguya, kimi zaman batıya kimi zaman da dört bir yana saldıra, saldıra Türk ulusunu Allah için Peygamber için topraklarını, çıkarlarını ve benligini unutturacak, yalnız Allah yolunda olacak denli derin bir kendinden geçmislik ve yorgunluk besiginde uyuttular. Ulusal duyguyu yok eden, bu dünyaya deger vermeyen; yoksulluklar ve kötülükler bas göstermeye baslayınca da, asıl gerçek mutluluga öldükten sonra öbür dünyaya kavusulacagı inancını asılayan dinsel dogma ve dinsel duygu, ne var ki ulusun uyanıp aklı basına geldigi zaman su acı gerçegi görmesine engel olamadı. Bu korkunç manzara karsısında kalanlara, kendilerinden önce ölenlerin ahiretteki mutluluklarını düsünerek yada biran önce ölmeye dua ederek ahiret e kavusmayı ögütleyen bir din duygusu dünyanın en acı tokadıyla Türk ulusunun vicdanındaki çadırını yıktı; çagrılıları, Türk düsmanları olan Arap çöllerine gitti. Türk’lerin ortak vicdanı, derhal yüzlerce yıllık güçle ve açılıp ilerleme tutkusuyla, büyük bir cosku ile çarpısıyordu. Ne oldu ? Türk!ün ulusal duygusu artık ocagında ateslenmisti. Artık Türk, cenneti degil, eski ve gerçek büyük Türk atalarının kutsal kalıtlarının son Türk ‘el’ erinin savunma ve korunmasını düsünüyordu. İste dinin, ve din duygusuyla Türk ulusuna bıraktıgı anı.
10)Türk ulusu, ulusal duyguyu din duygusuyla degil fakat insanlık duygusuyla yan yana düsünmekten zevk alır. Vicdanında ulusal duygunun yanında insanlık duygusunun onurlu yerini her zaman korumakla övünç duyar. Çünkü Türk ulusu bilir ki ; bugün tuttugu dönülmez uygarlık yolunda bagımsız; fakat kendileriyle kosut düzeyde ilerledigi tüm uygar uluslarla karsılıklı insancıl ve uygar iliski, elbette gelismemizi sürdürmek için gereklidir. Ve yine bilinmektedir ki Türk ulusu, her uygar ulus gibi geçmisin tüm evrelerinde buluslarıyla bulgularıyla uygarlık dünyasına katkıda bulunmus insanların, ulusların degeri bilir ve onların insanlıga bıraktıkları kalıtsal anıları saygıyla korur. Türk ulusu, insanlık evrelerine gönülden baglı bir üye ailedir.
Özetleme: Bütün bu söylediklerimizi kısa bir çerçeve içine sokmak istersem, söyle diyebiliriz ;Türk ulusunun ortaya çıkısında etkisi görülen dogal ve tarihsel olgular sunlardır:
a) Siyasal varlıkta birlik
b) Dil birligi
c) Yurt birligi
d) Soy ve köken birligi
e) Tarihsel yakınlık
f) Ahlak yakınlıgı
***Atatürk 'ün yazdıgı Yurttaslık Bilgileri metinlerindeki; [351 (1)] bu ve bundan sonra sürüp gidecek olan köseli ayraç içindeki bu sayılar, Türk Tarih Kurumu 'nca 1969 yılında yayımlanan Prof. Afetinan 'ın "Medeni Bilgiler" kitabında Atatürk 'ün el yazılarının yer aldıgı sayfa ve bölümleri göstermektedir.
ULUSUN GENEL TANIMI
Bundan sonra ortak ulusal düsüncenin, ahlakın, duygunun, coskunun, anı ve geleneklerin ulus bireylerinde olusmasını ve köklesmesini saglayan ortak geçmisin, birlikte yaratılmıs ve yasanmıs tarihin vicdanları ve kafaları dogrudan dogruya birlestiren ortak dilin ulusların olusumunda en önemli etkenler oldugunu bir kez daha vurguladıktan sonra ulus üzerine ikincil ögeleri göz önüne almadan, mümkün oldugu kadar her ulusun yapısına uyabilecek bir tanımı bizde verelim:
A) Zengin bir anı kalıtına sahip bulunan;
B) Birlikte yasamak konusunda ortak istek ve uzlasmada içtenlikli olan ;
C) Ve sahip olunan kalıtın korunmasını birlikte sürdürmek konusunda iradeli ortak olan insanların birlesmesinden ortaya çıkan topluluga ulus adı verilir. Bu tanım iyice düsünülecek olursa, bir ulusu olusturan insanlar arasında ki bagların degerine, gücüne ve vicdan özgürlügüyle insanlık duygusuna verilen önem kendiliginden anlasılır.
Gerçekten geçmisten kalan ortak tutku ve acı kalıtı ;
Gelecekte gerçeklestirilecek ortak izlence ;
Birlikte sevinmis olmak, birlikte aynı umutları beslemis olmak.
Bunlar elbette bugünün uygarlık anlayısında bütün öteki kosulların üstünde bir anlam ve kapsam tasır.
[ Bir ulus kurulduktan sonra bireylerinin, devlet yasamında, ekonomide düsünce ve yasamında ortaklasa çalısmasıyla ortaya çıkan ulusal kültürde, kuskusuz ulusun her bireyinin çalısma payı, katkısı ve hakkı vardır. Buna göre bir kültürden olan insanlardan olusan topluluga ulus denir, dersek ulusun en kısa tanımını yapmıs oluruz. ]
Öyleyse sorunu ilke olarak dile getirelim.
***Atatürk 'ün yazdıgı Yurttaslık Bilgileri metinlerindeki; [351 (1)] bu ve bundan sonra sürüp gidecek olan köseli ayraç içindeki bu sayılar, Türk Tarih Kurumu 'nca 1969 yılında yayımlanan Prof. Afetinan 'ın "Medeni Bilgiler" kitabında Atatürk 'ün el yazılarının yer aldıgı sayfa ve bölümleri göstermektedir.
ULUSALLAŞMA İLKESİ
Bir ulusun, baska uluslara göre dogal yada sonradan kazanılmıs, kendine özgü karakterlere sahip olması, baska uluslardan ayrılan bir organik yapı olusturması, çogu kez onlardan ayrı olarak, onlara kosut bir gelismeye çaba göstermesi olgusuna uluslasma ilkesi denir.
Bu ilkeye göre her birey ve her ulus kendisine karsı iyi niyetli olunmasını ve topraklarına tam olarak sahip olmayı istemek hakkına ve bu hakkın kullanılmasını yasaklayan ya da sınırlayan her türlü engeli yok etmek hak ve özgürlügüne sahiptir.
Bu ilke bize hangi ulusların özgür, hangilerinin özgürlügünden su yada bu biçimde yoksun olduklarını yani ulus adını tasımaya yarasır olmadıklarını kolaylıkla gösterir.
simdi kendi kendinize sorunuz !
1) Çinliler ulus mudur ?- Hayır! Niçin?
2) Afganlılar ulus mudur?-Hayır ! Niçin?
3) Hintliler, Trablusgarplılar, Tunuslular, Faslılar, Suriyeliler, baslarında kralları olan ıraklılar, Mısırlılar, Arnavutlar, bütün bu ümmeti Muhammed özgür müdürler, ulus mudurlar?*
_ Özgür degildirler, ulus degildirler. Ümmettirler bagımsız degildirler. Niçin?
4) Türkler özgür müdürler? Ulus mudurlar?- Evet Niçin
***Atatürk 'ün yazdıgı Yurttaslık Bilgileri metinlerindeki; [351 (1)] bu ve bundan sonra sürüp gidecek olan köseli ayraç içindeki bu sayılar, Türk Tarih Kurumu 'nca 1969 yılında yayımlanan Prof. Afetinan 'ın "Medeni Bilgiler" kitabında Atatürk 'ün el yazılarının yer aldıgı sayfa ve bölümleri göstermektedir.
TÜRK ULUSÇULUĞU
( Türk ulusçulugu, ilerleme ve gelisme yolunda ve uluslar arası ilgi ve iliskilerde, bütün çagdas uluslara kosut ve onlarla bir uyumda yürümekle birlikte Türk toplumunun kendine özgü niteliklerini ve baslı basına bagımsız öz benligini saklı tutmaktır.]
(Bilmeli ki ulusal benligini bilmeyen uluslar, baska ulusların avıdır. 1923 Gazi M. Kemal ]
***Atatürk 'ün yazdıgı Yurttaslık Bilgileri metinlerindeki; [351 (1)] bu ve bundan sonra sürüp gidecek olan köseli ayraç içindeki bu sayılar, Türk Tarih Kurumu 'nca 1969 yılında yayımlanan Prof. Afetinan 'ın "Medeni Bilgiler" kitabında Atatürk 'ün el yazılarının yer aldıgı sayfa ve bölümleri göstermektedir.
DEVLET
5 Kasım 1920 Salı Akşamı
Ulusun ne oldugu açıklarken, demistim ki, Türk ulusu, bir halk yönetimi olan cumhuriyetle yönetilir, bir Devlettir.
Şimdi, devlet ne demektir, bunu açıklayarak anlatayım:
Devlet dedigimiz zaman her seyden önce bir insan toplulugu, bir ulus varlıgı anlasılır.Bunda sonra, bu insan toplulugunun cografya sınırlarıyla belirlenmis bir toprakta yerlesmis oldugu görülür. Yine ulus konusunda demistim ki, Türk ulusu Asya'nın batısında ve Avrupa'nın dogusunda olmak üzere kara ve deniz sınırlarıyla ayrılmıs, dünyaca tanınmıs büyük bir yurtta yasar, onun adına ' TÜRK ELİ ' derler. Ulus olma sorununun bireysel ortak ve özgürlük sorunu oldugunu biliyoruz. Yani bir ulusu olusturan bireylerin, o ulus içinde her türlü özgürlügü ; yasama özgürlügü, çalısma özgürlügü, düsünce ve vicdan özgürlügü güvence altına alınmalıdır.
Yine bir ulusun genel bütününün her türlü özgürlügünün saglanmıs olması gerekir. Yani kendi topraklarında dısarıdan, hiçbir karısma ve sınırlandırma olmaksızın özgür ve bagımsız olarak yasaması ve çalısması gerekir. İste devlet gerek bireylerin, özgürlügünü saglamak için ulus üzerinde bir yetkeye ve gerek ulus ve ülke bagımsızlıgını koruyabilmek için kendine özgü bir yetke ve güce sahip olmalıdır.
Öyleyse devlet : ' Belli bir toprakla yerlesmis ve kendine özgü bir güce sahip olan bireylerin bütününden olusan bir varlıktır.'
Devletin sahip oldugu gücü anlatırken bu gücü kendine özgü diye nitelendiriyoruz. Gerçekte devleti kuran ulusun bagrında islev kazanan yetke gücü, kisi olarak hiç kimse tarafından verilmemistir. O, bir siyasal yetkedir ki, devlet kavramının özünde vardır. Devlet bu gücü halk üzerinde kullanmak ve ulusu dısarıda temsil etmek ve baska uluslara karsı savunmak yetkisine sahiptir.Bu siyasal yetke ve erke 'irade' ya da 'egemenlik' denir.
***Atatürk 'ün yazdıgı Yurttaslık Bilgileri metinlerindeki; [351 (1)] bu ve bundan sonra sürüp gidecek olan köseli ayraç içindeki bu sayılar, Türk Tarih Kurumu 'nca 1969 yılında yayımlanan Prof. Afetinan 'ın "Medeni Bilgiler" kitabında Atatürk 'ün el yazılarının yer aldıgı sayfa ve bölümleri göstermektedir.
EGEMENLİK
Mademki devlet bir iradeye, bir egemenlige sahiptir, onu göstermek ve yerine getirmek için bir takım araçlara gereksinimi vardır.
Bu araçları içeren devlet düzeninde 'MİLLET MECLİSİ' ve 'HÜKÜMET' örgütü temeldir. Çagımızda bu temel olan örgütün dayandıgı geleneklesmis bir takım ana ilkeler vardır.
a) Demokrasi ilkesi 'halkçılık': .Bu ilkeye göre irade ve egemenlik, ulusun tümüne aittir ve ait olmalıdır. Demokrasi ilkesi, ulusal egemenlik ilkesi biçimine dönüsmüstür.
b) Temsili hükümet ilkesi :Bu ülke ulusal egemenligin kullanımını ve yürütümünü düzenler.
c) Devletin anayasasını belirleyen yasanın, öteki yasaların üstünde olması ilkesi : Bu ilke çagdas anayasa hukukunda yasalılıgı ve adli dengeyi saglayan ilkedir.
Bu saydıgımız ilkeler ( a, b, c, ) demokrasi ilkesinin ana yapısı olarak görülür. Gerçekten demokrasi ilkesi uygulamadaki degerini ancak bu saydıgımız ilkelerle kazanır.
A) Demokrasi ilkesi, devlette egemenligin var olması iki temel sorun ortaya çıkarır:
1. Egemenlik neden ibarettir? Egemenligin içeriginde ne vardır? Sınırları nedir? Egemenlige dayanarak mesru yollarla hangi eylemler yapılabilir?
Bu, devletin egemenligi sorunudur. Bu sorunda devlet iç dayanagından, ulustan ayrı olarak soyut bir biçimde düsünülüyor. Ve bu yolla siyasal gücünün niteligi ve sınırları belirlenmek isteniyor.
Devletin siyasal gücü, bagrında yasayan bireylerin ve toplulukların varlıgı dolayısıyla sınırlanmıstır ; hangi ölçüde sınırlanmıstır? Bunu kamu hukuku belirler. Devletin, baska devletlerin ve kendi kurulusunda yer almayan baska insanların varlıgı dolayısıyla egemenligin ölçüsünü de devletler hukuku gösterir. Bu nedenle devletin egemenligi sorunu tam anlamıyla bir anayasa hukuku sorunu degildir.
2. Egemenlik konusunun ortaya koydugu ikinci bir temel sorun da devlette, devlet içinde egemenlik sorunudur. Bu dogrudan dogruya anayasayla ilgilidir. Kamu hukukunun ve devletler hukukunun sınırlarının belirledigi egemenlik kime aittir?
Şunu söylemek gerekir ki, devlet tüzel bir kavramdır. Gerçekte, yönetenler, egemenligi, kullanırlar. Öyleyse devleti yönetenler kimler olmalıdır ? Siyasal gücün mesru olabilmesi için devletin soyut egemenligi, eylemli olarak kimin eline bırakılmalıdır? İste bu sorunlara yanıt veren demokrasi ilkesidir.
***Atatürk 'ün yazdıgı Yurttaslık Bilgileri metinlerindeki; [351 (1)] bu ve bundan sonra sürüp gidecek olan köseli ayraç içindeki bu sayılar, Türk Tarih Kurumu 'nca 1969 yılında yayımlanan Prof. Afetinan 'ın "Medeni Bilgiler" kitabında Atatürk 'ün el yazılarının yer aldıgı sayfa ve bölümleri göstermektedir.
DEVLET BİÇİMLERİ
Tarihin ve hukukun incelenmesi, bize, egemenligin baslıca üç degisik biçimde kullanıldıgını göstermektedir.
1) Saltanatçılık ( Hükümdarlık-Monarsi ): Egemenlik, 'kral, imparator, sah, padisah, prens, emir, 'gibi türlü sanlar alabilen hükümdarın, yani yalnız bir kisinin tekelindedir. Egemenligi kullanan devletin bütün memurları, yalnız bir kisi adına hareket ederler. Devlete son iradeyi yalnız hükümdar belirler. Hükümdar, yalnız basına devleti yönlendirir, yönetir ve her seyi o buyurursa, böyle bir devletin hükümetine ' mutlak ' hükümet denir. Böyle bir devlette, hükümdar 'devlet benim' der :savas açar, barıs antlasması yapar, yasalar koyar, vergiler koyar, ülkenin gelirlerini istedigi gibi kullanır. Kısacası ülke sanki onun 'malikânesi' olur.
Eger hükümdar yasaları hazırlayan millet vekillerinden olusan bir meclisi kabul etmisse, o zaman ' mesrutiyet hükümeti ' olur. Bu tür hükümette de sonunda her sey hükümdarın son sözüne baglıdır. Mesrutiyet hükümetinde hükümdar, bir yurttasa bir hükümet kurdurur, ülkeyi onunla yönetir. İngiltere, İtalya, Belçika, mesrutiyet hükümetleriyle yönetilmektedir.
II) Sınıfçılık ( takımerki-oligarsi ) : Bu tür hükümette, egemenlik, birkaç kisinin, birkaç ailenin, yada halkın bir kesiminin elindedir.
III) Demokrasi ( Halkçılık ) : Demokrasi temeline dayanan hükümetlerde egemenlik , halka halkın çogunluguna aittir. Demokrasi ilkesi, egemenligin ulusta oldugunu, baska bir yerde olmayacagını gerekli kılar. Bu yolla demokrasi ilkesi, siyasal gücün, egemenliginin kaynagına ve mesruluguna dayanmaktadır.[ Demokrasinin tam ve açık olarak uygulandıgı hükümet biçimi ' Cumhuriyet' tir. ]
***Atatürk 'ün yazdıgı Yurttaslık Bilgileri metinlerindeki; [351 (1)] bu ve bundan sonra sürüp gidecek olan köseli ayraç içindeki bu sayılar, Türk Tarih Kurumu 'nca 1969 yılında yayımlanan Prof. Afetinan 'ın "Medeni Bilgiler" kitabında Atatürk 'ün el yazılarının yer aldıgı sayfa ve bölümleri göstermektedir.
DEMOKRASİ İLKESİNİN İÇERİĞİ
Demokrasi temeli, bugün çagdas anayasasının genel bir belgisi gibi görünmektedir.Saltanatçılık (monarsi) ve sınıfçılık ( oligarsi ) artık zamanı geçmis egreti biçimlerden baska bir nitelikte düsünülemezler, gerçi daha simdi bile baslarında hükümdarlar bulunan devletler vardır. Fakat bunların hemen hepsi, demokrasi ilkesini kabul etmektedirler. Artık egemenligin sahibi oldugu ileri sürme cesaretinde bulunabilecek bir hükümdar pek azdır.
Bir ulusun eylemli olarak demokrasi ilkesini ilan etmesi, o ulusun çogunlugunun, toplumsal gücünün sonucudur. Ulus yeterince güçlü olursa, gücü ve erki eline alır. Bu olay kimi zaman ayaklanmayla, kimi zaman da hükümdarla barısçıl bir anlasma yaparak gerçeklesir. Artık bugün, demokrasi düsüncesi sürekli yükselen bir denizi andırmaktadır. Yirminci yüzyıl, bir çok baskı hükümetlerinin bu denizde boguldugunu görmüstür. Rus çarlıgı, Osmanlı Padisahlıgı ve hilafeti, Almanya, Avusturya, Macaristan İmparatorlukları bunların baslı hükümetlerdir. Bundan baska demokrasi ile yönetilen Portekiz gibi ılımlı hükümdarların, demokrasinin daha açık bir biçimde uygulanmasını zorunlu kılan cumhuriyet karsısında silindigi görülür.
Son olarak bugün İngiltere, Belçika gibi büyük, eski demokrasilerin yönetimlerinin de daha belirgin ve daha iyi düzenlenmis bir demokrasinin gerçeklestirilmesi yolunda çalıstıkları görülmektedir. Demokrasi düsüncesi, çagdas anayasanın bir belgisi olmakla birlikte bu düsünce çok eskidir.
Demokrasi düsüncesinin içerigi ve anlamı üzerinde gerektigince aydınlayabilmek için, onun tarihini kısaca anımsatmak yararlı olur.
***Atatürk 'ün yazdıgı Yurttaslık Bilgileri metinlerindeki; [351 (1)] bu ve bundan sonra sürüp gidecek olan köseli ayraç içindeki bu sayılar, Türk Tarih Kurumu 'nca 1969 yılında yayımlanan Prof. Afetinan 'ın "Medeni Bilgiler" kitabında Atatürk 'ün el yazılarının yer aldıgı sayfa ve bölümleri göstermektedir.
DEMOKRASİ İLKESİNİN TARİHSEL GELİŞİMİ
Bundan 7000 yıl önce, Mezopotamya'da insanlıgın ilk uygarlıgını kuran Sümer, Elam, ve Akad budunlarında demokrasi ilkesi uygulanmıstır. Gerçekte, bu (Türk) budunlar birlesik bir Cumhuriyet kurmuslardır. Bundan sonra Atina ve Isparta gibi Yunan kentleri, bir tür demokrasi ile yönetilirlerdi. Roma'da demokrasi hayatı yasamıstı. Türk'ler en eski tarihlerde bile ünlü kurultaylarıyla ve bu kurultaylarda devlet baskanlarını seçmeleriyle demokrasi düsüncesine ne denli baglı olduklarını göstermislerdir. Son tarih dönemlerinde Türk'lerin kurdukları devletlerde baslarına geçen padisahlar, bu yoldan ayrılarak zorba olmuslar.
Kralların ve padisahların baskı yönetimlere dinler dayanarak olmustur. Krallar, halifeler, padisahlar çevrelerini saran papazların, hocaların etkisiyle Tanrısal haklara inanmıs ve dayanmıslardır. Egemenligin bu hükümdarlara, Allah tarafından verilmis oldugu kuramı uydurulmustur. Buna göre hükümdar ancak, Tanrıya karsı sorumludur. Erk ve egemenliginin sınırı yalnız din kitaplarında aranabilir. Tanrısal haklara dayanan bir mutlakıyet temeli karsısında, demokrasi ilkesinin, gösterdigi ilk tutum oldukça alçak gönüllücedir. O, önce hükümdarı devirmeye degil, onun yalnız güçlerini sınırlamaya, mutlakıyeti kaldırmaya çalıstı. Bu çalısma 400-500 yıl öncesinden baslar. İlkin erkin, ulustan geldigi; erk, yeteneksiz ve yetersiz bir ele düserse, onun geri alınabilecegi ve bu erkin millet vekillerinden olusan bir meclis tarafından kullanılması gerekecegi dile getirildi. 16. Yüzyılda demokrasi ilkesi, hükümdarların yetkesini ( nüfuz ) kırmak için siyasal savasım aracı olarak kullanıldı. Bu savasımlarda en son olarak ortaya atılan düsünceler sunlardır:
' Erk ulusa aittir. Onu yasa çerçevesinde bir hükümdara vermistir. Kimi durumlarda geri alabilir.' 18 . yüzyılda ise, demokrasi düsüncesi, karsı konulmaz bir güç ve akım durumuna geldi. Demokrasi ilkesi, ulusal egemenlik ilkesi biçimine girdi ve anayasaya geçti. Artık ulusla hükümdar arasında sözlesme yapma düsüncesi ortadan kalktı. Ortaya egemenlik bölünüp, parçalanamaz ve baskalarına bırakılmaz düsüncesi çıktı. Bu düsünceyi söyle açıkladılar : Egemenlik bireylerin, yani tek, tek kisilerin iradelerinin üstünde, yine bireylerin olusturdukları ulusun ortak kisiligine dayanan genel ve ortaklasa bir iradedir. Bu nedenle egemenlik tektir, parçalara ayrılamaz ve egemenligin ortaya koydugu ortaklasa irade, onun sahibi olan, ortak kisilik ulusça hiçbir zaman baskasına aktarılamaz ve bırakılamaz.
***Atatürk 'ün yazdıgı Yurttaslık Bilgileri metinlerindeki; [351 (1)] bu ve bundan sonra sürüp gidecek olan köseli ayraç içindeki bu sayılar, Türk Tarih Kurumu 'nca 1969 yılında yayımlanan Prof. Afetinan 'ın "Medeni Bilgiler" kitabında Atatürk 'ün el yazılarının yer aldıgı sayfa ve bölümleri göstermektedir.
DEMOKRASİ İLKESİNİN BELİRGİN NİTELİKLERİ
Demokrasi ilkesi, egemenligi kullanan aracı kim olursa olsun, temel olarak ulusun egemenlige sahip olmasını ve sahip kalmasını gerektirir. Bu noktayı birkaç sözle açıklayalım :
a) Demokrasi, temelde siyasal niteliklidir. Demokrasi bir sosyal yardım yada bir ekonomik örgüt dizgesi degildir. Böyle bir görüs yurttasların siyasal özgürlük gereksinimlerini uyutmayı amaçlar. Bizim bildigimiz demokrasi özellikle siyasaldır; onun amacı, ulusu yönetenler üzerindeki denetimle siyasal özgürlügü saglamaktır.
b) Demokrasinin birinci özelligiyle ortak ikinci bir özelligi daha vardır. Oda sudur ;Demokrasi düsünceye dayanır; bir kafa sorunudur. Her halde bir mide sorunu degildir. Yönetim ilkesi de adalete baglılıgı ve erdem, ahlak sahibi olmayı gerektirir. Demokrasi yurt sevgisidir, aynı zamanda babalık ve analıktır.
c) Demokrasi, temelde bireycedir; bu nitelik yurttasın egemenlige, insan sıfatıyla katılması dolayısıyla kendini gösterir.
d) Son olarak demokrasi, esitlikçidir; bu nitelik demokrasinin bireyci olması niteliginin zorunlu bir sonucudur. Kuskusuz bütün bireyler aynı siyasal haklara sahip olmalıdırlar. Demokrasinin bu bireyci ve esitlikçi niteliklerinden genel ve esit oy ilkesi çıkar.
***Atatürk 'ün yazdıgı Yurttaslık Bilgileri metinlerindeki; [351 (1)] bu ve bundan sonra sürüp gidecek olan köseli ayraç içindeki bu sayılar, Türk Tarih Kurumu 'nca 1969 yılında yayımlanan Prof. Afetinan 'ın "Medeni Bilgiler" kitabında Atatürk 'ün el yazılarının yer aldıgı sayfa ve bölümleri göstermektedir.
CUMHURİYET
Baslarında hala Tanrının vekili gölgesi sıfatını tasıyan hükümdarlar bulundurmakla birlikte egemenligini kazanmıs uluslar oldugundan söz etmistik. Gerçekte bu ulusların mensup oldukları devletler, ulusun seçtigi millet vekillerinden olusan meclislere sahiptirler. Ulusun egemenligini bu meclisler temsil eder. Yasa önermek hakkı meclis üyelerine ve bakanlar kuruluna aittir. Hükümdar, devleti temsil eder. Yasa önermek hakkı meclis üyelerine ve bakanlar kuruluna aittir. Hükümdar devleti temsil eder. Hükümeti kuran yurttas, görünüste hükümdar tarafından seçilir. Fakat gerçekte hükümet baskanı, ulusun güvendigi güçlü siyasal partilerin liderleridir; bunların kurdukları hükümetler ulusu ve ülkeyi yönetirler ve meclise karsı sorumludurlar. Bu açıkladıgımız türdeki hükümetler temsili hükümetlerdir ve gerçekte demokrasi ilkesi yürürlüktedir. Ancak bunlar tam anlamda demokrat hükümetler degildir. Demokrasinin tam anlamıyla ülküsü, bütün ulusun, aynı zamanda yönetici durumda bulunabilmesini, hiç olmazsa devletin son iradesinin, ulus tarafından dile getirilip gösterilmesini ister. Ne yazık ki, ulusların büyüklügü, düsünsel egitim düzeyleri, bu ülkünün uygulanmasında, bu ülküden büsbütün yoksun kalmayı doguracak önemsizliklerden kaçınmayı da gerektirir. Bu nedenle, demokrasi ilkesinin en çagdas, en akılcı uygulayımını saglayan yönetim biçimi Cumhuriyettir.
Cumhuriyette son söz, ulus tarafından seçilmis meclistedir. Ulus adına yapılan her türlü yasaları o yapar. Hükümete güven oyu verir yada onu düsürür. Ulus, seçtigi millet vekillerinden memnun kalmazsa, belli süreler sonunda baska seçer. Ulus; egemenligini, devlet yönetimine katılmasını, ancak zamanında oyunu kullanmakla saglar. Cumhuriyetin hükümeti, bir ulus ve tarzda, sınırlı bir süre için seçilmis bir cumhurbaskanına verilir. Basbakanı o belirler; bakanlar kurulunu olusturacak bakanları da, basbakan millet vekilleri arasından seçer.
Dünyadaki devlet biçimleri, biri ötekine göre kimi ayrımlarla, çok degisir. Bununla birlikte, hepsi genel olarak, ele alıp irdeledigimiz biçimlere indirgenebilir: Hükümdarlık, Sınıfçılık, ( oligarsi ) halk cumhuriyeti. Kendini belli bir dine baglayan devlet biçimi de vardır. Rus çarlıgı ve Osmanlı saltanatı böyle idiler. Çar kilisenin baskanı idi; sultanlar da halife sanını takınmıslardı. Aynı sekilde dini siyasetten ayrılmıs laik hükümetler de vardır. Amerika, Fransa, Türkiye Cumhuriyeti gibi. Hükümdarlıklarda, devlet baskanlıgı onuruna kalıt yoluyla gelir. Cumhuriyet millet vekillerinden olusan meclis ve belirli bir süre için seçilmis olan devlet baskanıyla, ulusal egemenligin korunmuslugunun en iyi güvencesidir. Cumhuriyette, meclis cumhurbaskanı, ve hükümet, halkın özgürlügünü, güvenligini ve huzurunu düsünmek saglamaya çalısmaktan baska bir sey yapamazlar.
Çünkü bunlar bilirler ki, kendilerini iktidar ve yetki mevkiine belirli bir süre için getiren irade ve egemenligin sahibi ulustur. Ve yine bunlar bilirler ki, iktidar mevkiine sanat sürmek için degil, ulusa hizmet için getirilmislerdir. Ulusa karsı sorumluluk ve görevlerini kötüye kullandıklarında su yada bu biçimde ulusal iradenin kendi haklarında da islenmesiyle karsı karsıya kalabilirler. Ulus tarafından, ulus adına devleti yönetmeye görevlendirilenlerin, gerektiginde ulusa hesap verme zorunlulugu, laubali ve keyfi davranısla bagdastırılamaz.
Oysa ki sahip oldugu erk ve yetkinin Tanrıdan geldigine inanan ve yalnız ona karsı öbür dünyada hesap verebileceklerini varsayan ve devleti, ülkeyi kendisine bırakılmıs bir kalıt malikane olarak kabul edilen bir hükümdar, kendisini her türlü bag ve sınırlamanın dısında tutar. Böyle bir yönetimin benligi, özgürlügü söz konusu bile olamaz. Bu nedenle yetkileri sınırlandırılmıs bile olsa, hükümdarlık yönetim biçimi demokrasiye, ulusal egemenlik ilkesine uygun degildir. Hükümetin, belirli insanların, sınıfların elinde bulunması da ulus varlıgının kesinlikle kabul edemeyecegi bir durumdur. Bütün ulusun çogunlukla, devlet yönetimine katılmasına engel olan bu sınıfçılık ( oligarsi ) yönetim biçimi de bir zümrenin kendi çıkarları saglamak için, bütün ulusa ait egemenligin zorla ele geçirilmesinden baska bir sey degildir.
***Atatürk 'ün yazdıgı Yurttaslık Bilgileri metinlerindeki; [351 (1)] bu ve bundan sonra sürüp gidecek olan köseli ayraç içindeki bu sayılar, Türk Tarih Kurumu 'nca 1969 yılında yayımlanan Prof. Afetinan 'ın "Medeni Bilgiler" kitabında Atatürk 'ün el yazılarının yer aldıgı sayfa ve bölümleri göstermektedir.
ANAYASAMIZ [ 417 ( 49 ) ]
Türkiye Cumhuriyetinin anayasası, en çagdas ulusal egemenlik ana ilkelerini ve hükümlerini kapsar. Her zaman bellekte kalması için burada birkaç maddeyi oldugu gibi yineleyelim.
a) Egemenlik kayıtsız sartsız ulusundur.
b) Türkiye Büyük Millet Meclisi, ulusun tek ve gerçek meclisi olup ulusun adına egemenlik hakkını yalnız o kullanır.
c) Yasama yetkisi ve yürütme erki Türkiye Büyük Millet Meclisinde çıkar ve orada toplanır.
Anımsatma : Bizim anlayısımıza göre siyasal güç, ulusal irade ve egemenlik, ulusun bir birlik ve bütünlük halinde ortak kisilige aittir, birdir, bölünemez, parçalanamaz, ve baskasına bırakılamaz. Ulusta oldugu gibi, onun temsilcisi olan tek mecliste odaklanmıstır. Yani güçlerin bölünmesi görüsü, bizim için temel degildir. Yalnız görevler su yolla yerine getirilir. Buna göre ;
Türk ulusunun yönetim biçimi güçlerin birligi temeline dayanan bugünkü devlet biçimimizdir. Bu devlet biçiminde Büyük Millet Meclisi ulus adına egemenlik hakkını kullanır. Cumhurbaskanı ve bakanlar kurulu onun içinden çıkar. Egemenlik birdir, kayıtsız sartsız ulusundur. Devlet kuruluslarının en uygunu budur. Yalnız görevler su yolla gördürülür:
d) Meclis yasa yapma yetkisini dogrudan kullanır.
e) Meclis, yürütme yetkisinin kendisinin seçtigi cumhurbaskanı ve onun atayacagı bakanlar kurulu aracılıgıyla kullanır. Meclis, hükümeti her zaman denetler ve düsürebilir.
f) Yarı yetkisi, ulus adına, usulü ve yasası çerçevesinde bagımsız mahkemelerce kullanılır.
***Atatürk 'ün yazdıgı Yurttaslık Bilgileri metinlerindeki; [351 (1)] bu ve bundan sonra sürüp gidecek olan köseli ayraç içindeki bu sayılar, Türk Tarih Kurumu 'nca 1969 yılında yayımlanan Prof. Afetinan 'ın "Medeni Bilgiler" kitabında Atatürk 'ün el yazılarının yer aldıgı sayfa ve bölümleri göstermektedir.
DEMOKRASİYE KARŞI OLAN ÇAĞDAŞ AKIMLAR [ 420 ( 52 ) ]
Bizim devlet kurulusumuzda, temel ilkemizi olusturan demokrasinin, ayırıcı niteliklerini tanımladık. Demokrasinin bu biçimde kavranmasına kimi kuramlar karsı çıkmaktadır.
1)Bolsevik kuramı,
2)İhtilalci siyasal sendikacılık kuramı,
3)Çıkar gruplarının temsili kuramı.
Bu kuramların, demokrasi kuramımıza karsı saldırmakta ne denli haksız oldugunu anlayalım :
1) Bolsevik kuramının Rusya da uygulanan biçimine bakalım. Bütün Rus ulusu içinden, yalnız isçilerden, deniz ve kara kuvvetlerinden olusan bir azınlık, ekonomik temellere dayalı Komünist Partisi adı altında birleserek bir diktatörlük kurmuslardır. Amaçlarında ulusal degildirler. Kisisel özgürlük ve esitlik tanımazlar. Halk egemenligi ilkesine uymazlar. Halk egemenligi ilkesine uymazlar. İçeride çogunlugu, zorla baskı ile kendi görüslerine boyun egmek zorunda tutarlar. Dısarıda propagandayla ve ihtilal örgütüyle bütün dünya uluslarına kendi ilkelerini yaymaya çalısırlar. Oysa, hükümet kurmaktan amaç, önce bireysel özgürlügün saglanmasıdır. Bolsevik hükümet biçiminde zorbalık niteligi görülmektedir. Bir toplumun, bir bölük insanın görüslerinin zorla tutsagı olarak yasaması biçimine, dogal ve akla uygun hükümet modeli olarak yasaması biçimine, dogal ve akla uygun bir hükümet modeli olarak bakmaya olanak yoktur.
2)İhtilalci siyasal sendikacılık kuramına inananlarda her türlü siyasal kurulusları, yalnız kendi çıkarları dogrultusunda çalıstırmak ve sonunda siyasal güç egemenligi ellerine geçirmek isteyen isçi gruplarıdır. Bunlar amaçlarını zorla gerçeklestirme fırsatını beklerken zaman, zaman genel grevler yaparak, hükümet adamları üzerinde etkili oluyorlar ve kimi isleri kendi çıkarlarına uygun düsecek biçimde çözümlettiriyorlar; yavas, yavas varlıklarını duyuruyorlardı. Bunlar İngiltere, Fransa Almanya da etkilerini göstermektedirler. Almanya da bu kuramcılara az çok bir doyum saglamak için, millet meclisi yanında ekonomik içerikli fakat üyeleri bu kuramcılardan olusan bir meclis kurmuslardır. Bizde de Yüksek Ekonomi Kurulu ( Ali İktisat Meclisi ) vardır. . Fakat bu herhangi bir baskı üzerine degil, dogrudan, dogruya hükümetin yararlı görmesinden ötürü danısma amacıyla olusturulmus bir kuruldur.
3)Çıkar gruplarının temsili kuramı :Türlü meslek, sanat ve is adamları toplum içinde ayrı, ayrı birer zümre, birer küçük topluluk olarak düsünülürse, her bir zümrenin birbirinden farklı çıkarları vardır. Bundan ötürü diyorlar ki, her özel çıkar sahibi grupların her biri mecliste kendilerini ayrı, ayrı temsil etmelidirler. Bu durumda seçim ulusun bireyleri tarafından degil, bu gruplar tarafından ve grupların çıkarları ölçüsünde gerçeklestirilecektir. Mecliste bu grupların bir kaçı birlesip iktidara gelince yalnız kendi çıkarları için çalısacaklardır. Buna kim engel olacaktır?
İste bu nedenlerden dolayıdır ki, biz bunu ve bundan önceki kuramları, ülkemiz ve ulusumuz için uygun görmüyoruz. Biz, ülke halkı bireylerinin ve türlü sınıfların birinin ötekine yardımını aynı degerde ve nitelikte görüyoruz:hepsinin çıkarlarının aynı ölçüde ve aynı esitlik duyarlılıgıyla saglanması için çalısmak isteriz. Bu yolun, bu genel refahı ve devlet yapısının güçlenmesi için daha uygun oldugu kanısındayız. Bizim gözümüzde çiftçi, çoban, isçi, tüccar, sanâtkar, asker, doktor, kısacası herhangi bir toplumsal kesimde ya da kurulusta çalısan bir yurttasın hak, çıkar ve özgürlügü esittir. Devlete bu anlayıs ile en yüksek ölçüde yararlı olan ve ulusun güvenini ve iradesini yerinde kullanabilmek bizce, bizim anladıgımız anlamda, halk hükümeti yönetimi ile gerçeklesir.
Ulusu temsil eden ve yöneten Büyük Millet Meclisi'nin ve hükümetin dayandıgı parti de bu temel ilke çerçevesinde hiçbir ayrım gözetmeksizin tüm Türkiye halkını kapsayan, ulusun ortak çıkarlarını göz önünde tutan ve amaçlayan parti ( Cumhuriyet Halk Partisi )di. Parti, ulusa milletvekillerinin seçiminde yol göstermek, düsünsel ve islevsel yasamda, ortak ulusal terbiyede halkçılık bilinç ve anlayısını gelistirerek büyük bir görevi yerine getirmektedir.
***Atatürk 'ün yazdıgı Yurttaslık Bilgileri metinlerindeki; [351 (1)] bu ve bundan sonra sürüp gidecek olan köseli ayraç içindeki bu sayılar, Türk Tarih Kurumu 'nca 1969 yılında yayımlanan Prof. Afetinan 'ın "Medeni Bilgiler" kitabında Atatürk 'ün el yazılarının yer aldıgı sayfa ve bölümleri göstermektedir.
YURTTAŞA KARŞI DEVLETİN GÖREVLERİ [429(1)]
Derslerimizin baslangıcında, ulusun kurdugu devletin ve hükümet örgütünün yurttaslara karsı yükümlü oldugu görevleri ve yetkileri, genel olarak saymıstık. Bu görevlerin nitelikleri incelenirse, söyle bir sıralama yapılabilir:
a) Ülke içinde güvenlik ve adaleti saglayarak ve sürdürerek, yurttasların her türlü özgürlügünü korumak.
b) Dıs siyaseti ve baska uluslarla iliskileri iyi ve olumlu bir biçimde yönlendirerek, ülke içinde de her türlü savunma güçlerini her zaman hazır bulundurarak her ulusun bagımsızlıgını güven altına almak ve korunmuslugunu saglamak ve 've bu ugurda baska çıkar yol kalmazsa ulusun haklarını silahla savunmak'.
Bu iki tür görev, devletin en basta gelen görevlerindendir. Denilebilir ki, devlet kurmaktan amaç, bu iki görevin yerine getirilmesini saglamaktır. Çünkü, bu görevler, yurttasların tek, tek kisiler olarak yapmaya güçlerinin yetmeyecegi islerdir. Dahası yurttasların, bu görevlerin bir bölümünü bile yapmaya kalkısmaları dogru degildir.
Çünkü o zaman, anarsi olur, devlet kalmaz. Örnegin, bir yurttas, kendi kendine bir yabancı devletle siyasal bir görüsme ve iliskide bulunamaz.
Bir yurttasın, ülke savunmasında basına hareket etmesine izin verilmez. Bir yurttas, kendi özgürlügünü ve hakkını kendi maddi gücüne dayanarak saglamaya kalkısamaz. Bu konular kisilerin güçleri ve girisimleriyle degil, ulusun iradesini elinde bulunduran devletin gücü ve nüfusu ile saglanabilir. Bu iki tür görevden baska, devletin üstlendigini belirttigimiz görevleri de basladıgımız sıra ile içinde söyleyelim:
c) Yollar demir yolları vb. gibi bayındırlık isleri,
d) Egitim ve ögretim isleri,
e) Saglık isleri,
f) Sosyal yardım isleri,
g) Tarım, ticaret ve zanaata iliskin ekonomik isler.
Bu son söyledigimiz isleri, devletin yapmaması kisilere bırakması gerektigini ileri sürenler vardır. Bu görüsü uygun bulup izleyenlere 'bireyci' derler. Ulusun genel ve ortak çıkarlarına iliskin siyasal ve düsünsel iliskilerde oldugu gibi, her türlü ekonomik islerinde kisilere bırakılmayıp devletçe yapılmasının daha uygun olacagı kuramını savunan 'devletçiler' de vardır. Biz, devletimizce uygulanması uygun olan ilkeyi belirlemek için bireyci ve devletçilerin dayandıkları noktaları ve birde demokrasinin en belirgin niteliklerini göz önünde bulundurarak bir irdeleme yapalım:
Bildigi üzere, Türkiye Cumhuriyeti demokrasi temeline dayanan bir devlettir. Demokrasi temelde siyasal içeriklidir; düsünseldir, düsünceye dayanır, bireycidir, esitlikçidir. Demokrasinin bu ana noktalarına göre, yurttasın siyasal özgürlügünü ve çalısmasını saglamak yurttasın bilimsel, toplumsal, sanat ve ahlak gibi düsünsel alanlarda gelismesini saglamakla ilgilenmek ve yurttasın ulusal egemenlige, usulü çerçevesinde katılma hakkını ve bütün yurttasların esit siyasal haklara sahip olmalarını saglamaktan ibaret olan noktalar, devletin yurttasa karsı baslıca görevlerinin sınırını gösteren isaretlerdir. Öyleyse demokrasi temeline dayanan bir devlet, sosyal yardım sistemi yada bir ekonomik kurulus sistemi degildir. Bunun için bu alanlara iliskin islere, devletin karısmaması, bütün bu nitelikteki isleri bireylere yada bireylerden olusan ortaklıklara bırakılması mümkündür. Bu olanagın ölçüsünü anlamak için, devletin ulusa ve ülkeye karsı yerine getirmek zorunda oldugu temel görevlerinin, ikinci derecede olan görevlerle ilgi ve baglantılarını düsünmek gerekir. Devlet güvenlik ve huzuru saglamak için, ülkeyi savunmak için, saglıklı, iyi gelismis, anlayısları, ulusal duyguları, yurt sevgileri yüksek vatandaslar ister. Devletin, içte ve dısta ulus islerini yaptıracagı yüksek yetenekli yurttaslara gereksinimi vardır. Devlet, bütün yurttasların, devletin yasalarını anlayıp onlara uyma geregini kavramalarını, ülkenin güvenligi ve savunması için önemli görür. Devlet, bütün yurttasların hangi isleyicilik ve meslek dalında olursa olsun çagımızdaki gelisme ve ilerlemenin gerektirdigi ölçüde basarılı olmalarıyla yakından ilgilidir.
Bu nedenlerdir ki, yurttasların egitim ve ögretimiyle, saglıgıyla yakından ilgilenmek zorundadır. Devlet ülkenin güvenlik ve savunması için karayollarıyla demir yollarıyla, limanlarla, deniz tasıtlarıyla, telgrafla ve telefonla, ülkenin hayvan gücüyle ve her türlü tasıma araçları ile ulusun genel maddi varlıgıyla yakından ilgilenir. Ülke yönetiminde ve savunmasında bu saydıklarımız toptan, tüfekten, her türlü silahtan daha önemlidir. Özellikle para, her türlü aracın üstünde bir var olma silahtır. Bu saydıgımız alanlardaki islerden ekonomi ile ilgili olanlar, dogrudan dogruya devletin zorunlu görevlerinden görünmemekle birlikte o görevlerin yerine getirilmesinde etkilidirler. Bu alanlardaki isleri, kisilere yada ortaklıklara bütünüyle bırakılması için, bu islerin devletin karısması yada yardımı söz konusu olmadan, devleti temel görevlerini yerine getirmede zor durumlarda bırakmayacagına emin olmak gerekir. Görülüyor ki ekonomik isler ve kimi toplumsal isler, bir bakıma bireylerin çıkarlarıyla iliskilidir. Bunun içindir ki, bireyciler bu islere devletin karısmasını kisi özgürlügüne karısma gibi görürler. Ne var ki bu isler içinde dolaylı olarak bütün ulusun ortak çıkarına dokunan ve dayanan noktalar da vardır. Bu nedenle devletçilerin haklı oldukları noktaları kabul etmek yerinde olur. Özel çıkar çogu kez genelin çıkarıyla çelisir bir durumda alabilir. Bir de özel çıkarlar sonunda rekabete dayanır. Oysa ki, yalnız bununla ekonomik düzen kurulamaz. Bu sanıda olanlar ' Kendilerini serap karsısında aldatılmaya bırakanlardır. ' Kisiler ortaklıklar, devlet örgütüne göre zayıftırlar. Serbest rekabetin toplumsal sakıncaları da vardır; zayıflarla güçlüleri yarısmada karsı karsıya bırakmak gibi .. ve dahası kisilerin, kimi büyük ortak çıkarları doyurucu nitelikte karsılamaya güçleri yetmez. Bu gibi islerde, kisilerin kurma olanagı bulamayacakları genis ve güçlü bir kurulus gerekir, ya da bu gibi islerde kisiler yeterli ölçüde çıkar saglayamayacakları için o kisilerden vazgeçebilirler. Oysa o isler ulusça yasamsal bir önem tasır ve devlet onu yapmak zorundadır. Herhalde, uluslarda özgürlük ve uygarlık gelistigi ölçüde devletin görevleri ve sorumlulukları artar. Yasam gelistigi oranda araçlarda artar. Çok araç, çok ve büyük bir güçle yönetilmeyi gerektirir. Güç arttıkça kurallarda artar. Bir toplumun aracı ve kuralı ise devlettir.
BİREYSEL ÖZGÜRLÜK
Bireysel haklar kuramının temeli söyle kuruldu: Her türlü hakkın kökeni bireydir. Çünkü gerçek özgür ve sorumlu olan yaratık yalnız insandır.
Buna göre, bireyin yalnızca dogal hak ve ahlaksal sorumlulugu ile bagımlı kılınmıs olan salt bagımsızlıgı bütün uygarlık kurumlarından önce gelen ilk durum olarak, ilk baslangıç noktası olarak kabul olunuyor. Fakat öte yandan insanların toplumsal ve siyasal kurumların bir bölümü ise zorunlu ve yazgısal yasaların hükümlerine göre evrimlesir. Bu yazgının var oldugu oranda ve zekanın bu yazgının gidisini ve yönüne uydurmak zorundadırlar. Bu zorunluluk durumu gerçekte, kaçınılması mümkün olmayan bir sonucu, daha mükemmel ve daha uyumlu yapmaktır. Doganın ve tarihin bir ürünü olan ulusun bireyleri sürekli bu gerçekle karsı karsıya dırlar ve ona saygı duyarlar. Böyle bir ulusun kurdugu devletin de temeli eregi bireysel hak olur.
Bireyin birinci hakkı, dogustan getirdigi yeteneklerini özgürce gelistirebilmesidir. Bu gelismeyi saglamak için, en iyi yol ise bireye baskasının aynı degerdeki hakkını zarara ugratmaksızın tehlike ve zarar kendisine ait olmak üzere, ona kendi kendini, istedigi gibi yönlendirmeye ve yönetmeye izin vermektir.
Bireysel hakların olusturdugu çesitli özgürlüklerin tüm amacı, iste bu özgürce gelismeyi saglamaktır. Bu haklara saygı duymayan, göstermeyen siyasal toplum temel görevini de yerine getirmemis olur ve devlet varlılıgının amaç ve anlamını yitirmis olur.
***Atatürk 'ün yazdıgı Yurttaslık Bilgileri metinlerindeki; [351 (1)] bu ve bundan sonra sürüp gidecek olan köseli ayraç içindeki bu sayılar, Türk Tarih Kurumu 'nca 1969 yılında yayımlanan Prof. Afetinan 'ın "Medeni Bilgiler" kitabında Atatürk 'ün el yazılarının yer aldıgı sayfa ve bölümleri göstermektedir.
Bundan baska devletin bireye göre olan hırsı da baska niteliktedir. O, kamunun ortak çıkarlarını ve ilerlenmesini düsünür. Kisiler, özel çıkar hırsından, ne ölçüde uzaklastırılabilir; bu gerçekten düsünülmeye deger. Herhalde devletin, siyasal ve düsünsel konularda oldugu gibi, kimi ekonomik islerde de düzenleyiciligini, ilke olarak kabul etmek uygun görülmelidir. Bu durumda karsı karsıya kalınacak zorluk sudur: Devlet ile bireyin karsılıklı etkinlik alanları ayırmak.
Devletin bu alandaki etkinlik sınırını çizmek ve dayanacagı kuralları belirlemek, öte yandan yurttasın kisisel girisim ve etkinlik özgürlügünü kısıtlamamıs olmak devleti yönetme yetkisi verilmis olanların belirlemesi gereken sorunlardır. İlke olarak devlet, bireyin yerine geçmemelidir. Fakat kisinin gelismesi için genel kosulları göz önünde bulundurmalıdır. Bir de bireyin kisisel etkinligi, ekonomik ilerlemenin temel kaynagı olarak kalmalıdır. Kisilerin gelismesine engel olunmaması, onların her açıdan oldugu gibi, özellikle ekonomik alandaki özgürlügü ve girisimleri önünde, devletin kendi etkinligi ile bir engel olusturması, demokrasi ilkesinin en önemli temelidir.
Öyleyse, diyebiliriz ki, bireylerin gelismesinin, engel karsısında kalmaya [443 (15)] basladıgı nokta, devlet etkinliginin sınırını olusturur. Buna göre, "genellikle zaman ve ortam içinde sürekli özel bir nitelik gösteren, ekonomik bir isi, devlet üzerine alabilir". Örnegin, büyük ve düzenli bir yönetimi gerektiren ve özel kisiler elinde tekellesmek tehlikesi gösteren ya da genel bir gereksinmeyi karsılayan bir isi, devlet üzerine alabilir. Madenlerin, ormanların, kanalların, demiryollarının, deniz ulasımı ortaklıklarının devletçe yönetimi ve para ihraç eden bankaların ulastırılması; aynı sekilde su, gaz, elektrik ve benzeri islerin yerel [444 (16)] yönetimlerce yapılması yukarıda açıkladıgımız türden islerdir.
Bu açıkladıgımız anlamda anlayısta "devletçilik", özellikle toplumsal, ahlaksal ve ulusaldır. Ulusal servetin dagılımında daha üstün bir dogrulukla çalısıp emek verenlerin daha yüksek refahı, ulusal birligin korunması için kaçınılmaz bir kosuldur. Bu kosulu, her zaman göz önünde bulundurmak, ulusal birligin temsilcisi olan devletin en önemli görevidir.
Kamu yararına çalısan genel kurulusların çogaltılması, devletin önemle göz önünde tutması gereken bir sorundur. Ancak [445 (17)] bu yolla salt çıkarcılıga dayanan etkinlikler sınırlanabilir. Bu durum yurttaslar arasında ahlaksal dayanısmanın gelismesine yardım eden en önemli etkendir.
Ülkede, her türlü üretimin artması için, devlet açısından özel girisimin çok gerekli oldugunu önemle belirttikten sonra, belirtmeliyiz ki, "devlet ve birey birbirine karsıt degil; birbirinin bütünleyicisidir".
Devlet ve birey dedigimiz zaman, bu sözcüklerin soyut anlamını degil; tek gerçek olan "toplumsal insan" ı, yani toplum içinde [446 (18)] yasayan bireyleri demek istiyoruz. İste bu insanın, iki türlü çıkarı vardır. Bu çıkarlardan bir bölümü kisiseldir, öteki bölümü ise ortaktır. Toplum yasamını koruyup sürdüren bu ortak çıkarlardır.
İyice düsünülecek olursa, bu iki tür çıkarın birbirine denk oldugu anlasılır. Çünkü toplumsal bir varlık olan insanın yasamı için her iki çıkar aynı ölçüde gereklidir. Buna göre, bizce devlet ve birey sözcükleri ister genel, ister özel çıkarlardan biri düsünülmüs olsun, her iki durumda da toplumsal insanı [447 (19)] dile getiren ve açıklayan iki deyistir. Yani sunu demek istiyoruz ki, ne yalnız basına bir birey ne de bireylerden soyutlanmıs bir devlet düsünüyoruz. Devlet bireylerin olusturdugu ulusal toplumun göze görünen biçimidir. Ancak birey, emeginin geliri,almak zorundadır.
Bu görüslerin bizim durumumuzla daha yakından olan iliskisini irdeleyelim:
Cumhuriyetimiz daha çok gençtir; geçmisten kendisine kalıt olarak geçen, bütün büyük önem tasıyan isler, çagın gereklerini karsılayacak, onlarla basa çıkabilecek ölçüde degildir. Siyasal ve düsünsel yasamda oldugu gibi, ekonomik islerde de, [448 (20)] kisisel girisimlerin sonucunu beklemek dogru olmaz. Önemli ve büyük isleri ancak ulusun genel servetine ve devletin bütün kuruluslarına ve gücüne dayanarak ulusal egemenligin kullanılmasını ve yürütülmesini düzenlemekle görevli olan hükümetin, olabildigince üzerine alıp basarması yolu seçilmelidir.
Baska kimi devletlerin ikinci derecede görebilecegi ve kisisel girisimlere bırakılmasında sakıncası olmayan islerden bir çogu, bizim için yasamsal önemi olan birinci derecede devlet görevleri arasında sayılmalıdır.
Özetle, Türkiye Cumhuriyeti 'ni [449 (21)] yönetenlerin, demokrasi ana ilkesinden ayrılmamakla birlikte "ılımlı devletçilik " ilkesine uygun yürümeleri bugün içinde bulundugumuz durumlara, kosullara ve zorluklara uygun olur.
Bizim izlenmesini uygun gördügümüz "ılımlı devletçilik" ilkesi, bütün üretim ve dagıtım araçlarını kisilerden alarak, ulusu, büsbütün baska temellere dayalı bir biçimde düzenlemek amacını güden sosyalizm ilkesine dayanan kolektivizm ya da komünizm gibi özel ve bireysel ekonomik girisim ve etkinlige olanak vermeyen bir sistem degildir.
Özet olarak bizim izledigimiz devletçilik, bireysel çalısma ve etkinligi temel ilke saymakla birlikte, olabildigince az zaman içinde ulusu refaha ve ülkeyi bayındırlıga eristirmek için ulusun genel ve yüksek çıkarlarının gerektirdigi islerde, özellikle ekonomik alanda devleti dogrudan dogruya ilgilendirmektedir.
***Atatürk 'ün yazdıgı Yurttaslık Bilgileri metinlerindeki; [351 (1)] bu ve bundan sonra sürüp gidecek olan köseli ayraç içindeki bu sayılar, Türk Tarih Kurumu 'nca 1969 yılında yayımlanan Prof. Afetinan 'ın "Medeni Bilgiler" kitabında Atatürk 'ün el yazılarının yer aldıgı sayfa ve bölümleri göstermektedir.
ÖZGÜRLÜK
"[demistik ki devlet yurttasların her türlü özgürlügünün korunmuslugunu saglar. simdi özgürlügün ne oldugunu kavramaya çalısalım:]
Özgürlük, insanın, düsündügünü ve diledigini salt (mutlak) olarak yapabilmesidir."[450 (1)]
Bu tanım, özgürlük sözcügünün en genis anlamıdır. İnsanlar, bu anlamda özgürlüge hiçbir zaman sahip olamamıslardır ve olamazlar. Çünkü bilinmektedir ki, insan, doganın yaratıgıdır. Doganın kendisi bile salt özgür degildir; evrenin yasalarına bagımlıdır. Bu nedenle insan ilk önce, doga içinde doganın yasalarına ,kosullarına, nedenlerine etkilerine baglıdır. Örnegin, Dünya' ya
Gelmek yada gelmemek insanın elinde olmamıstır ve degildir. İnsan geldikten sonra da, ilk anda dogaya ve baska birçok yaratıga karsı güçsüz durumdadır. Korunmaya, beslenmeye, bakılmaya, büyütülmeye gereksinimi vardır.
***Atatürk 'ün yazdıgı Yurttaslık Bilgileri metinlerindeki; [351 (1)] bu ve bundan sonra sürüp gidecek olan köseli ayraç içindeki bu sayılar, Türk Tarih Kurumu 'nca 1969 yılında yayımlanan Prof. Afetinan 'ın "Medeni Bilgiler" kitabında Atatürk 'ün el yazılarının yer aldıgı sayfa ve bölümleri göstermektedir.
ÖZGÜRLÜĞÜN TARİHSEL GELİŞİMİ
[451 (2)] İlkel insanların, doganın her seyinden; gök gürültüsünden, geceden tasan bir ırmaktan ve yırtıcı hayvanlardan dahası birbirlerinden korktuklarınızı biliyoruz. İlk duygusu ve düsüncesi korku olan insanın her düsündügünü diledigini kesin olarak yapmaya kalkısmıs olması düsünülemez.
İlkel insan topluluklarında, ata korkusu ve bunun ötesinde de büyük boy ve budunlarda, ata korkusunun yerine geçen tanrı korkusu, insanlarında kafalarında ve davranıslarında sayısız yasak yaratmıstır. Yasaklar ve bos inançlar üzerine kurulan bir çok gelenek ve görenekler, insanları düsüncelerinde ve davranıslarında kısıtlamıstır. O denli ki, kisisel düsünce ve davranıs özgürlügü gibi bir hak kavramı bilinmemistir.
Toplulukların basına geçebilen kisiler, toplulugu Tanrı adına yönetirlerdi. Her türlü hak ve yetki onlar da idi. Kisinin hakkı, özgürlügü söz konusu degildi.
Buraya degin olan düsüncelerimizi, söyle bir sonuca baglayabiliriz: İnsan önce doganın tutsagı idi; sonra, buna gökten güç ve yetki alan bir takım insanlara tutsak olmak eklendi. İnsan toplulukları büyüyüp devlet durumuna geldikçe, insanlar üzerindeki baskıda o ölçüde arttı. Devletin basında bulunan adamın hakkı sınırsız ve kosulsuz salt bir güç olarak kabul ediliyordu. Devlet biçimi imparatorluk ya da cumhuriyet olsun, bunun fazla bir önemi yoktu; bireyin kisisel bir hakkı da söz konusu degildi. Eski zamanlarda, insanların ortaya koydugu uygarlıkların en yüksek dönemlerinde bile durum böyle idi. Bireyin hakkı, hükümdarın çıkarına olarak Tanrısal hak içindeydi. Bu hakka dayanarak hükümdar, uyrugundaki insanların özgürlügüne istedigi gibi sahip olabilirdi; bu, bireyin hakkına saldırganlık sayılmazdı.
Hükümdarın gücü için, dinlerin koydugu sınırdan baska bir sınır tanınmıyordu. Hükümdarın yapmaması gereken sey, ancak Tanrının yasakladıgı sey olabilirdi
İnsanlar düsünsel gelismede ilerledikçe, '' nereden geldiklerini '' ve '' ne olduklarını '' yani kendi kökenlerini daha açık bir biçimde düsünmeye basladılar; yavas, yavas onun büyüklügünü daha iyi anlayabildiler ve degerlendirebildiler.
Doganın her seyden üstün ve her sey oldugu anlasıldıkça, doganın çocugu olan insan, kendinin büyüklügünü ve onurunu anlamaya basladı.
İste insanlar bu kavrayıs asamasına ulastıktan sonra dır ki, ' doganın insana verdigi bütün yeteneklerin, özgürce etkinlik göstermesi ve gelismesi gerekir; bu gereklilik dogaldır; doganın verdigi haktır' düsüncesine vardılar.
Artık bundan birey ile hükümdar ve devlet arasında, hak davası ve hak savasımı baslar. Bu savasım devletlerin iç gelismelerinin tarihidir.
XVI. yüzyılda ileri sürülen düsünceler söyle idi; Hükümdar buyruklarıyla, yasalarıyla, Tanrısal hakkı oldugu gibi, dogal hakkı da bozamaz. Dogal hakkın da Tanrı tarafından verildigini kabul etmek gerekir. Çıkıs noktası bu düsünce oldukça, hükümdarın erk sınırının temelini, Tanrısallık düsüncesi ve Tanrısal iradesi olusturdu. Çünkü dogal haklarda aynı temele baglanmıstı. Hükümdar bu sınıra ve ölçüye baglı kalıyor idiyse, bu baglılıgı dinsel bir görev saydıgı içindi, yoksa kisinin hükümdara karsı istemde bulunabildigi hiçbir hak tanınmıs degildi. Bireysel haklar kuramı, dogal hak düsüncesi, Tanrısallık düsüncesi temelinden gökten koparılarak yer yüzüne indirilmis ondan sonra ortaya çıkabilmisti.
***Atatürk 'ün yazdıgı Yurttaslık Bilgileri metinlerindeki; [351 (1)] bu ve bundan sonra sürüp gidecek olan köseli ayraç içindeki bu sayılar, Türk Tarih Kurumu 'nca 1969 yılında yayımlanan Prof. Afetinan 'ın "Medeni Bilgiler" kitabında Atatürk 'ün el yazılarının yer aldıgı sayfa ve bölümleri göstermektedir.
BAŞKA ULUSLARIN ORTAYA ÇIKIŞLARI
Türk ulusunun olusumunda tümü bir arada var olan bu kosullar, baska ulusların olusumunda hemen, hemen yok gibidir. Daha genel bir tanım yapabilmek için diyelim ki, bir topluma ulus diyebilmek için bu kosulların aynı zamanda tümünün yada bir bölümünün bir arada olması gerekir. Bütün uluslar tamamen aynı kosullar altında kurulmamıs olduklarına göre Türk ulusu için yaptıgımız gibi, baska her ulus için ayrı, ayrı irdelemeler yapılmadıkça ulus kavramını genel ve bilimsel olarak tanımlamak güçtür. Çünkü belirledigimiz kosullar, insanların ulus olarak olusumundan genellikle yardım etmis kosullardır. Ne var ki, bu olusum biçimden baska, hemen, hemen bu kosulların hiçbirinin etkisi söz konusu olmadan gerçeklesmis ulus olusumları da vardır: Alman, Fransız, İtalyan,.Bunlar İsviçreli adı altında tek bir ulus olarak sayılmaktadır.
Güney Amerika da beyazlılar yerliler dirsek dirsege yasayan Amerikalılardır. Bugün büyük çagdas uluslardan olan Fransızların İngilizlerin, çesitli soyların karısması sonucunda ortaya çıktıgı bilinmektedir. [ Bir ulusun olusumunda topragın önemini büsbütün yok sayanlarda var. Bu düsüncede olanlar, toprak yalnızca çalısma ve ugrasma alanıdır, diyorlar.
Şimdi su noktaya dikkat edelim: Fransızlarla İngilizler arasındaki savaslar her iki ulusta ulusallasma baglarını güçlendirdi.] Alman uluslasması, Napoleon 'a karsı yapılan savaslardan; İspanya uluslasması Faslılarla yapılan savaslardan dogdu. Eski küçük yunan hükümetleri İranlılara karsı koymak için birlestikten sonra Yunan uluslasması baslar. Türk'lerin her seye karsın bütün çaglarda ulusal dayanısmasını ve baglarını korumaları, hemen her zaman sürekli savas durumunda bulunmalarındandır. Son devrim yıllarında birlik gücünün dogmasına, içinde bulunulan savas durumunun etkisi büyük ve önemlidir.
Bu bilgilere göre savas, türlü soylardan gelen insanların birlesmesinde en güçlü etkendir.
"Ulus neye nedir ? " sorusuna, bugünkü çagdas anlatıslara uygun, bilimsel bir tanım verebilmek için yürüttügümüz irdelemeyi yeterli sayalım. Onun üzerinde bir an durup düsünelim. Bugün Türk Cumhuriyet 'ini kurmus olan Türk ulusunu irdelerken saptadıgımız kosulları yeniden gözden geçirelim:
A) Siyasal varlıgımızın dısında, baska ülkelerde, baska siyasal topluluklarla isteyerek yada istemeyerek yazgılarını birlestirmis, bizimle dil, soy, köken birligi, olan ve üstelik yakın uzak tarih ve ahlak yakınlıgı görülen Türk toplulukları vardır. Tarihin bin bir olayının akısı sonucunda ortaya çıkan bu durum, Türk ulusu için acı bir anıdır, ne var ki Türk ulusunun olusumundaki soylulugu ve dayanısmayı gerek tarih ve gerekse bilim açılarından kesinlikle sarmaz.
B) Bugünkü Türk ulusunun siyasal ve toplumsal birligi içinde kendilerine Kürtlük, Çerkezlik, Lazlık yada Bosnaklık düsüncesi asılanmak istenmis yurttas ve ulus taslarımız vardır. Ancak geçmisin zorbalık dönemlerinin bir sonucu olan bu yanlıs adlandırmalar, düsmana alet olmus birkaç gerici, beyinsiz, dısında ulus bireyleri üzerinde üzüntüden baska bir etki yaratmamıstır. Çünkü ulusun bu bireylerini de genel Türk toplumu gibi aynı ortak geçmise, tarihe, ahlak anlayısına ve hukuka sahip bulunuyorlar.
Ayrı ve büyük bir çogunluga sahip bir topluluk oldugunu ileri sürmüs ve bu yüzden Türk'lerle birlesip bir ulus kurmak istememis olan Araplar hem de dinlerini kabul ettigimiz halde acaba bugünkü bagımlılıklarından memnun mudurlar?
C) Bugün içimizde bulunan Hıristiyan Musevi yurttaslar, yazgılarını ve geleceklerini Türk ulusallıgına kendi vicdanlarından gelen istekleriyle baglandıktan sonra kendilerine yan gözle yabancı diye bakılması, uygar Türk ulusunun soylu ahlakından beklenebilir mi?
***Atatürk 'ün yazdıgı Yurttaslık Bilgileri metinlerindeki; [351 (1)] bu ve bundan sonra sürüp gidecek olan köseli ayraç içindeki bu sayılar, Türk Tarih Kurumu 'nca 1969 yılında yayımlanan Prof. Afetinan 'ın "Medeni Bilgiler" kitabında Atatürk 'ün el yazılarının yer aldıgı sayfa ve bölümleri göstermektedir.
TOPLUMSAL ÖZGÜRLÜK
Çagdas demokraside bireysel özgürlükler bir deger ve önem kazanmıstır; artık bireysel özgürlüklere devletin ve hiç kimsenin karısması söz konusu degildir. Ancak bu denli yüksek ve degerli olan bireysel özgürlügün demokrat ulusta neyi, anlattıgı özgürlük sözcügünün salt olarak düsünebilen anlamıyla anlasılamaz. Söz konusu olan özgürlük, toplumsal ve uygar insan özgürlügüdür. Bu nedenle bireysel özgürlügü düsünülürken, her bir bireyin ve sonuçta ulusun ortak çıkarını bireysel özgürlügü sınırlandırır. Bireysel özgürlügü sınırlandırma, devletin de görevi ve temelidir. Çünkü devlet, bireysel özgürlügü saglayan bir örgüt olmakla birlikte, aynı zamanda bütün özel etkilikleri, genel ve ulusal amaçlar için birlestirmekle yükümlüdür. ' Özgürlük baskasına zarar vermeyecek her türlü kullanım yetkisinde bulunmaktır.' Denildigi zaman yurttas özgürlügünün, yalnız bunun amaç edinildigi, devletin bu amacı gerçeklestirmek için bir araç oldugu anlatılmıs olur. Ne var ki, bu araç ulusun genel çıkar amacını koruyacaktır. Öyleyse bireysel özgürlüge sınır olarak ' baskalarının özgürlügünün sınırını ' gösterirken bireysel özgürlügün, ulusun genel çıkarının gerektirdigi ölçüden daha fazla kısıtlanamayacagı kabul edilmis oluyor. Bu düsünce basittir, fakat uygulanması çok güçtür. Çünkü bireysel özgürlügün ölçüsünün, devlet etkinligini zayıflatmaması gerekir. Devletsiz bir toplum ya da zayıf bir devlet hayatının sonucu, herkesin herkese karsı savasımıdır. Bu savasımın, çogunlugun özgürlügünü bogmayacak biçimde dogrultularak gerçeklestirilmesi gerekir.
Bu dogrultma isi bireyin sorumluluguna, girisimlerine ve gelismesine engel olacak ölçüye vardırılmamalıdır. Yurttasların girisim ve sorumluluk duyguları ne ölçüde gelisirse, devlet için de o denli iyidir.
Bireysel özgürlükten, ne ölçüde özveride bulunulması gerekecegi, içinde bulunulan zamana ve ülkeye göre degisir. Olagan üstü dönemler, olagan üstü önlemler gerektirebilir. Bütün bu önlemleri ve kısıtlamaları tanımak gerekliligi devlet düsüncesini ve kavramını gösterir.
Bu noktalardaki önlemlerin etkisini ve sınırlarının genisligini ölçmek, büyük bir sanattır. Devlet sanatı iste budur, *[ Bu sanatta basarılı olma derecesi, özgürlüklerin sınırlarını çizen yasada görebilir. ]
Çünkü, ' bu sınır ancak yasayla çizilir ve belirlenir ' surası kesindir ki yurttasların genel özgürlügü ve esenligi için bireylerden, ancak devlet için gerekli olan bir bölüm özgürlüklerinin bırakılması istenebilir.
Türk ulusunun tarihini göz önüne getirelim, daha düne degin altında ezildigi baskı, tutsaklık ve zorbalıgın kara, kanlı pençesini duymamak mümkün degildir.
Türk, zorbalık ve tutsaklık zincirlerini koparabilmek için iç ve dıs düsmanlar karsısında kendi yasamını ortaya attı; çok kanlı ve tehlikeli savasımlara girdi, sayısız özverilere katlandı, basarılı oldu ancak, ondan sonra özgürlügünü kazandı. Bu nedenle özgürlük, Türkün yasamının ta kendisidir.
Artık, Türkiye' de ' her Türk özgür doğar, özgür yasar'*
Türkün bu günkü ulusal ve siyasal terbiyesi ve yüksek degerliligi, onun amacını ve bulundugu durumu belirlemistir.Türkler demokrat, özgür ve sorumluluk tasıyan yurttaslardır.