- Konum
- ىαкαяyλ
-
- Üyelik Tarihi
- 27 Kas 2009
-
- Mesajlar
- 24,120
-
- MFC Puanı
- 79
I. İbrahim ya da nam-ı diğer Deli İbrahim, 18. Osmanlı Padişahıdır. 1615te İstanbulda doğan İbrahim, I. Ahmet ile Mahpeyker Kösem Sultanın oğludur. Ağabeyi IV. Murat, diğer kardeşlerini öldürmüş, geride bir tek İbrahimi bırakmıştır. İbrahim, IV. Muratın ölümüne kadar bir odada tutulmuş ve sürekli ölüm korkusuyla yaşamıştır. IV. Muratın 28 yaşında ölümü ve geride tahta çıkacak evlat bırakmaması üzerine İbrahim tahtın tek varisi olmuştur. Ağabeysinin ölümüne inanamayan İbrahim, ancak ölü bedenini gördükten sonra ikna olmuş, zorla da olsa tahta çıkmayı kabul etmiştir.
Padişahlığı (1640-1648):
25 yıl tutsak hayatı yaşamak zorunda kalan İbrahim gerekli eğitimi alamadı. Saltanatının ilk dört yılında sadrazamı Kemankeş Kara Mustafa Paşa devlet işlerini yürütürken, sonraki dört yılda Kösem Sultan ve devlet adamları ipleri eline almayı başardı. Kemankeş Kara Mustafa Paşa sadrazamlığı sırasında kendisine üç büyük düşman edindi ve bu kişilerin türlü entrikaları sonucu 1644te idam edildi. Devlet işlerini başarılı bir şekilde yürüten sadrazamın ölümüyle Devlet-i Aliyye tekrar düşüşe geçti.
Kemankeş Kara Mustafa Paşa Dönemi:
IV. Murat zamanının reformcu sadrazamı Kemankeş Kara Mustafa Paşa, 1638 yılında sadrazam oldu ve Kasr-ı Şirin Antlaşmasını imzalayarak döneme damgasını vurdu. IV. Muratın nedîmi Silahdar Mustafa Paşa tarafından sevilmeyen Kemankeş, IV. Muratın ölümüyle Silahdar Mustafa Paşayı Temeşvar Valiliğine tayin ettirdi. Kösem Sultan ise IV. Muratın kızı Kaya Sultanı Silahdar Mustafa Paşa ile evlendirmek istiyordu. Silahdar Mustafa Paşanın İstanbul dışına sürülmesi Kösem Sultanı kızdırdı ve Kösem Sultan, sadrazama düşman oldu. Böylece sadrazam, Kösem Sultan gibi eli her yere yeten güçlü bir düşman kazanmış oldu. Silahdar Mustafa Paşa ise senede 80.000 kuruş tutan Kıbrıs vergisini üç dört senedir cebine indirmesinden dolayı 1642de idam edildi.[1]
Sadrazamın bir diğer düşmanı Cinci Hoca namıyla meşhur Hüseyin Hocadır. Cinci Hoca İstanbulda öğrenim görmüş fakat şeri ilimlerden ziyade sihirle ilgilendiğinden ilmiye sınıfında yükselememiştir. İbrahim, saltanatının ilk yılında hiçbir işe el sürmemiş, odasından çıkmadığı gibi hiçbir cariyenin de odasına girmesine izin vermemiştir. Kösem Sultan doktorlar çağırmış fakat bir çare bulunamamıştır. Cinci Hocanın annesi, tanıdıkları aracılığıyla Kösem Sultana ulaşmış ve oğlunun, padişahın iktidarsızlığına iyi geleceğini bildirmiştir. Cinci Hocanın yaptığı ilk müdahale padişaha tesir etmiş ve 2 Ocak 1642de, daha sonra tahta çıkacak olan Mehmet dünyaya gelmiştir. Padişah da bu iyiliği karşılıksız bırakmamış, Cinci Hocaya değerli hediyeler ve Şeyhülislam Yahya Efendinin karşı çıkmasına rağmen müderrislik makamını vermiştir. 1644 yılında Anadolu Kazaskerliğine getirilen Cinci Hoca, Valide Kösem Sultanın da gözüne girmeyi başarmış ve her konuda padişahın aklını karıştırarak Sadrazamın düşmanlarından biri haline gelmiştir.
Sadrazamın bir diğer rakibi ise Silahdar Yusuf Paşadır. IV. Muratın silahdarı ve musahibi (Silahdar Mustafa Paşa) olmasına özenen Sultan İbrahim, Silahdar Yusuf Paşayı musahibi ve veziri yapmıştır. Yusuf Paşa ile Sadrazamın arası hiçbir zaman iyi olmamış, Yusuf Paşa sürekli Padişahın yanında bulunduğundan, Sadrazamın yaptığı icraatları Padişaha aksi yönde nakletmiştir.
Kemankeş Kara Mustafa Paşa reformcu bir sadrazamdı. Bütçe açığını dengelemek için giderleri ve asker sayısını azalttı. 1640ta maaşlı asker sayısı 59.257′ye, yıllık maaş tutarı 2631 yük akçeye indi.[2] IV. Murat zamanına gelindiğinde gider 6000 yükten fazlayken, 1643te gelir 3618, gider 5500 yük oldu.[3] Sadrazamın yaptığı ekonomik düzenlemeler bazı kesimlerin çıkarına ters düştüğünden Sadrazam istenmeyen adam ilan edildi. Edindiği üç büyük düşman da bu gruba katılınca Sadrazamı yok etmek zor olmadı.
Sadrazamın karıştığı son iki olay katline sebep gösterildi: Bir gün haremdeki kethüda, Sadrazamdan 500 araba odun istedi, Sadrazam fırsat bulup gönderemeyince durum Padişahın kulağına gitti. Padişah, Sadrazamı Divandan çağırdı ve odunların neden gönderilmediğini sordu. Sadrazam hiddetlenerek, böylesine küçük bir şey için Divanın bozulamayacağını bildirdi. Padişahla Sadrazam arasındaki konuşma Müftü Yahya Efendinin kulağına gitti. Yahya Efendi Sadrazama, Padişaha hitap ederken sözlerini dikkatlice sarf etmesi gerektiğini söyledi. Sadrazam ise: Esir olarak yaşamaktansa hür olarak ölmek evladır.[4] diyerek geri adım atmadı.
Diğer olayda ise Sadrazam kendi kazdığı kuyuya kendisi düşmüştür. Yeniçeri kethüdasına, Silahdar Yusuf Paşanın geçit resminde çorba içmekten[5] çekindiğini bildirmiş ve kethüdaya para vererek bunu yeniçeriler arasında yaymasını istemiştir. Böylece yeniçerileri kendi tarafına çekerek Silahdar Yusuf Paşayı saf dışı bırakmayı amaçlayan Sadrazamın işleri tam tersine dönmüştür. Yeniçeriler durumu ocağın akıl hocası Muslihiddin Ağaya danışmış, Padişah da Muslihiddin Ağayı çağırarak olayın iç yüzünü öğrenmiş ve sadrazamını katletmeye karar vermiştir. Ertesi gün Sadrazam, Padişahın huzuruna çıkarak kendisine iftira atıldığını söylemişse de Padişah inanmayarak mührü istemiş, yanındaki bostancıbaşıya dönerek Al şunu! demiştir.[6] Bostancıbaşı, Padişahın Al! derken mührü mü yoksa Sadrazamı mı kastettiğini anlayamadığından mührü alarak Sadrazamı göndermiştir. Sadrazam öldürüleceğini bildiğinden kaçmaya çalışmış fakat bir ot yığınının arasına saklanmış halde bulunmuştur. Hocapaşa Çarşısında Cellât Kara Ali tarafından boğulmuş, cesedi padişaha gösterildikten sonra Parmakkapıdaki türbesine defnedilmiştir (1644).[7] Yerine Şam Valisi Sultanzade Mehmet Paşa getirilmiştir.
Kısaca dönemin dış siyasi olaylarına bakacak olursak başarılı olarak addedemeyeceğimiz bir dış siyaset görürüz. IV. Murat zamanında Lehistan barış için elçi göndermişti fakat elçi İstanbula ulaştığında tahtta İbrahimi buldu. Lehistan ile barış imzalandı ve Lehistan, Tatarlara bir yıllık vergi vermeyi kabul etti.
Beş yıldır Kazakların elinde bulunan Azak Kalesine asker sevk edildi. Tatarlarla beraber kaleye saldıran Osmanlılar (1642), yeniçerilerden 7000 ve diğer askerlerden 800 zayiat vererek çekilmek zorunda kaldılar.[8] Bu olay, Sultan İbrahim döneminin en büyük kaybıdır.
Saltanatın İkinci Yarısı:
Kemankeş Kara Mustafa Paşanın ölümüyle İbrahimi kontrol altında tutan güç yok edilmiş olduğundan, devlet ileri gelenleri derin bir nefes aldı. İbrahimin annesi Kösem Sultan, Cinci Hoca, harem ve yeteneksiz devlet adamları İbrahime istediklerini yaptırdılar, halkı isyana vardırırcasına yıkıma sürüklediler.
İbrahim; Cinci Hoca ve haremin etkisiyle o güne kadar Osmanlı saltanatında görülmemiş olaylara imza attı. Zevkine düşkün Padişah, kendisi için içi dışı samur kürkle kaplı bir elbise diktirdi. Aynı şekilde gözdeleri ve cariyeleri için de kıymetli taşlarla süslü elbiseler, kürkler yaptırıp; gözdelerine sancak tahsis etti. Bu dönemde haremde engellenemez bir rekabet hâsıl oldu. Cariyeler bir yandan Kösem Sultanla aralarını iyi tutmaya çalışırken bir yandan da Padişahın gözüne girmek için ellerinden geleni yapıyorlardı. Bazı makamları satın alarak, adamlarını önemli mevkilere getirmeye çalışıyorlardı ki bunun en güzel örneği, Padişahın sevgili gözdesi Şekerparenin kethüdası Musa Paşanın, yeniçeri ağasıyken kanunlara aykırı bir şekilde defterdarlığa getirilmesidir.
İbrahim sefa âleminde bir türlü tatmin olmuyor, Cinci Hocanın karışımları da Padişahı sürekli körüklüyordu. O güne kadar denenmemiş şeyler yapmak isteyen padişah, yirmi dört saat içinde yirmi dört cariye kabul etti. Neşeli bir anında Ahmet adlı soytarıyı yeniçeri ağası yaptı. Zevkin ve şeklin orantılı olduğunu düşünerek ülkedeki en şişman kadının getirilmesini emretti (iri yapılı bir Ermeni kadın bulunarak getirildi fakat çok geçmeden kadının sarayda artan nüfuzu nedeniyle Kösem Sultan tarafından boğduruldu). Bu örnekler padişahın sayısız taşkınlıklarından sadece birkaçını oluşturur ki bunlar dahi durumun vahametini anlamak için yeterlidir.
Haremdeki kıyasıya rekabet, devletin önemli makamları için de geçerliydi. İbrahim valilik ve vezirlikleri para ile satıyor, bu da yetenekli kişilerin iş başına gelmesine engel oluyordu. Rüşvetin arttığı bir dönemde Padişahın dahi bunu yapması, halkın devlete olan güvenini kökünden zedeledi.
Bu dönemin iç ve dış politikasını belirleyen en önemli hadise ise Giritin fethinin başlamasıdır. İbrahim döneminde başlayıp 24 yıl süren Girit Kuşatması, oğlu IV. Mehmetin sadrazamı Fazıl Ahmet Paşanın adayı fethetmesiyle son bulmuştur.
Girit fethinin başlamasında kızlarağası Sünbül Ağanın Maltalı korsanlar tarafından kaçırılması etkili olmuştur: Sünbül Ağanın aldığı bir cariye gebe çıktı ve cariye bir müddet sonra erkek çocuk dünyaya getirdi. Bu sırada Şehzade Mehmet için sütanne aranıyordu ve Sünbül Ağa bu cariyeyi tavsiye etti. Kısa sürede İbrahimin hem bu cariyeye hem de oğluna muhabbeti arttı. Şehzade Mehmetin annesi bu duruma seyirci kalamadı. Bir gün İbrahimin, kadınlarını ve çocuklarını havuza atmaktan ibaret olan eğlencesi sırasında kînini söyledi. İbrahim de sinirlenerek Şehzade Mehmeti annesinin kucağından alarak fırlattı. Şehzade etraftakilerin yardımıyla -alnında meydana gelen bir yarayla- kurtuldu. Bu olaydan sonra Sünbül Ağa başının belaya gireceğini düşünerek Mısıra gitmek için izin istedi. Yanındaki maiyeti ve hacca gidecek olanlarla beraber toplam 600 kişi yola çıktı.
Yolda altı Malta kadırgası önlerini kesti ve 60 kişiyi esir alarak, Sünbül Ağa da dâhil herkesi öldürdüler. Esirleri de alarak Giritin güneyine demir attılar. Bu olay üzerine Giritin fethedilmesi kararlaştırıldı. Girit bu dönemde Venediklilerin elindeydi. Girit seferi ile hem direkt olarak Maltalılara savaş açılmamış olacak hem de Giriti almak Maltayı almaktan daha kolay olduğu için fazla masraf yapılmayacaktı. Kaptan-ı Derya Yusuf Paşa fetihle görevlendirildi ve İbrahim kendisine ihsanda bulunarak iki buçuk yaşındaki kızı Fatma Sultanla nişanladı.
İbrahim her gün tersaneye giderek yapılan hazırlıkları kontrol etti. 30 Nisan 1645 tarihinde hazırlıklar tamamlanınca donanma 7000 yeniçeri, 14.000 sipahi, 50.000 tımar ve 30.000 piyadesi ile yola çıktı.[9] Girit bereketli topraklarıyla yıllardır Osmanlı Devletini cezbediyordu. Buranın ele geçirilmesiyle ekonomiye canlılık gelecek ve aksayan fetih hareketleri ivme kazanacak, prestij sağlanacaktı.
18 Ağustosta Hanya Kalesi fethedildi. İstanbulda üç gün üç gece süren eğlenceler tertib edildi. Ocak ayına gelindiğinde adada kıtlık baş gösterdi. Erzak gelmeyince bulaşıcı hastalıklar başladı. Fethin tahrikçilerinden Cinci Hoca gözden düştü. Bu sırada 30 saat süren büyük bir yangın İstanbulu kasıp kavurdu. Halkta fethin başarısız olacağına dair bir endişe hâsıl oldu. İbrahimin cülusu sırasında da deprem ve yangın, 19 Ağustos 1942de ise büyük İstanbul depremi olmuştu. 6 yıl içinde bu kadar afetin olması halk tarafından hayra yorulmadı, İbrahimin uğursuzluğu hakkında söylentiler oluşmaya başladı.