"SÖZDE BİLİMSEL" SÖYLENCELER
Günlük gazetelerden en popüler dergilere, televizyondaki haberlerden eğlence programlarına kadar her yerde bilimsel bulgular konuşuluyor. "Bilim insanlarının yaptığı son araştırmalara göre..." diye başlayan cümleler tok bir ses ve derin vurgularla ardı ardına sıralanırken, okuyucu ya da izleyicilerin dikkatini çekmesi adına kimi zaman bulgular bilimsel olmaktan çıkıp bir halk söylencesi kıvamına gelebiliyor. Hatta bazen kendimizi bir bilim kurgunun içinde bile bulabiliyoruz! Peki ama yalnızca ilgi çekebilmek adına gerçekliğinden soyutlaştırılan, uzaklaştırılan bu araştırmalar her zaman "eğlencelik" bir haber olarak mı kalıyor? Ne yazık ki hayır. Aşağıda alıntısını yaptığımız bir yazısında Harvard Eğitim Bilimlerinden Profesör Kurt Fisher, bu yanlış yönlendirmelerin ne kadar da tehlikeli sonuçlar uyandırabileceğinden bahsediyor:
Sinir bilim ve biliş alanında büyük atılımların yapıldığı bir çağda yaşıyoruz. Beynin biyolojisi hakkında yepyeni bilgiler edinilmeye devam edildikçe çocukların bilgiyi daha iyi nasıl özümseyebileceklerinden, onlar için en uygun öğretim takviminin ne olduğuna karar vermeye değin tüm eğitsel alanlarda biyolojiye başvuruluyor. Beyin bilim oldukça heyecan uyandırıcı ve dinamik bir çalışma alanı. Öyle görünüyor ki, önümüzdeki birkaç on yıl içerisinde öğretmen ve öğrencilere yeni ipuçları sunmaya devam edecek.
Heyecan verici bulguları bir yana eğitimciler bu alanda elde edilen sonuçlara bir miktar kuşkuyla yaklaşmalılar. Çünkü biliş bilim, sinir bilim ve genetik alanındaki çalışmalar henüz olgunlaşmış değil. Elde edilen bilgiler ne yazık ki hayli eksik. Bunun yanı sıra, bulgular çoğunlukla yanlış anlamlandırılıp özellikle de medya ve basının etkisiyle bilimsel abartılara, söylencelere dönüşebiliyor. Bu dönüşüm bazen zararsız ve eğlenceli olabiliyorken, kimi zamanlar tehlikeli bir hal alabiliyor.
Mozart Etkisini hatırlıyor musunuz? Basit bir araştırmanın nasıl da yıkıcı sonuçlar doğurabileceğinin en güzel örneklerinden biri. 1992 yılında Kaliforniya Üniversitesindeki araştırmacıların üniversite öğrencileriyle yaptıkları bir çalışmada, öğrenciler sınava girmeden önce 20 ya da 30 dakika Mozartın senfonilerini dinlediklerinde problem çözümüne dayanan testlerde az bir farkla daha yüksek puanlar almışlardı. Bu oldukça anlamlıydı. Çünkü bilişsel bilim ve beyin çalışmaları, beynin belirli kısımları uyarıldığında kısa süreler içinde kişilerin performansının da artacağını ortaya koyuyordu.
Mozart Etkisi, basit bir araştırmanın nasıl da yıkıcı sonuçlar doğurabileceğinin en güzel örneklerinden biri.
Ancak ne yazık ki bu bulgu basın tarafından fazlasıyla büyütüldü. Örneğin, Amerikadaki eyaletlerden birinde bir müzik firmasıyla anlaşılarak yeni doğan ailelere klasik müzik CDleri dağıtıldı. Benzer şekilde devlete bağlı bazı kreşlerde çocukların daha zeki olmaları beklentisiyle Bach, Vivaldi ve Mozart çalınmaya başlanmıştı! Bugün, bazı müzik firmalarının "Bebeğinizin Beynini Geliştirin" başlığı altında sattığı klasik müzik serilerine ailelerin gösterdiği rağbet oldukça büyük. Hatta hiçbir bilimsel bulguya dayanmayan söylenceler de ortaya atılmış durumda: Bach bebek banyodayken, Beethoven ise süt şişesinden besleniyorken dinletilecek...
Ve bambaşka bir söylence daha: Okul duvarları baştan aşağıya tekrar boyanmalı. Çünkü beyin çalışmaları çocukların pastel ortamlarda daha iyi öğrenebildiklerini gösteriyor. Bu çok anlamsız!
Kafatası büyüklüğüyle zekâ düzeyi arasında anlamlı bir ilişki bulunmuyor.
Böylesi söylenceler yalnızca günümüze has değil elbette. 1970lerde Amerikada bazı biyolog ve eğitimcilerin şiddetle karşı çıktığı korkunç bir kuram ortaya atılmıştı. Çocukların kafataslarının büyüklüğüyle öğrenme yetileri arasında bir ilişki olduğu, kafatası küçük kalan çocukların öğrenme zorluğu çekeceği söyleniyordu. Bu elbette ki hiçbir biyolojik dayanağı olmayan baştan aşağıya yanılgılarla dolu bir kuramdı. Ergenlik döneminde kız ve erkek çocukların kafatası büyüklüğü farklılık gösteriyordu. Kızlarınki erkeklere oranla daha küçüktü. Ancak bunun öğrenme yetileriyle hiçbir bağlantısı yoktu! Ne yazık ki bu kuramı ortaya atan bir grup sözde "bilimci"nin etkisinde kalan bazı okul müdürleri bu biyolojik farklılıktan ötürü çocukların öğrenimlerinin birbirlerini etkilememesi adına sınıfları kız ve erkekler olarak ayırmayı düşünmüşlerdi. Bu yaklaşım ülke genelinde büyük tepkilere yol açmıştı. En saygın bilim dergileri konuyu aydınlatabilmek için ardı ardına makaleler yayınlamış, bilim insanları bunun yanlış bir düşünce olduğunu gösterebilmek adına büyük çaba sarf etmişti.
Eğitimcilerin biyolojik bulgularla bağlantılar kurarak çocukların öğrenmelerinde en etkili yolları saptayabilme çabaları oldukça anlamlı. Ve öyle görünüyor ki bu aynı zamanda büyük bir devrim niteliğinde. Çünkü eğitimciler yıllarca biyolojiye başvurmaktan kaçınmışlardı. Biyoloji kökenli bir model izlendiğinde çocukların yalnızca biyolojik bir yapı taşıdığının kabul edilip, öğrenme mekanizmalarındaki psikolojik ve sosyal etkilerin göz ardı edileceğinden korkmuşlardı. Oysa modern biyoloji de bugün gösteriyor ki, çocukların içinde yetiştikleri ortam beyin aktivitelerinde yeni değişimlere neden olabiliyor. Hatta beyinsel işleyişlerde rol oynayan gen ekspresyonunu bile şekillendirebiliyor. Ancak biyolojiyle eğitim yöntemleri arasındaki bu bağlantı sırasında dayanak olarak ele alınacak bulguların alanında uzman kişilerce ve pek çok çalışmanın ortak sonucu olarak kanıtlanmış olması büyük önem taşıyor. Bunun yanı sıra bilgilerin bilimsel çerçeveler ölçüsünde söylencelere dönüştürülmeden incelenip uygulamaya konması gerekiyor. Mozart etkisi, renklerin öğrenmedeki yeri ya da kafatası büyüklüğü örneklerindeki yanılgılara tekrar düşmemek adına...
ForumHatti YÖNETİMİ !