Neler yeni
MEGAForum - Teknoloji Forumu

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı yada giriş yapmalısınız. Forum üye olmak tamamen ücretsizdir.

Sosyal Psikoloji Nedir? Araştırma Yöntemleri Nelerdir?

PeriKızı

Moderatör
  • Üyelik Tarihi
    22 May 2019
  • Mesajlar
    8,671
  • MFC Puanı
    26,804
1. Sosyal Psikoloji Nedir?
2. Sosyal Psikoloji Konusu Nedir?
3. Sosyal Psikoloji Araştırma Yöntemleri Nelerdir?
4. Sosyal Psikoloji Konuları
5. İnsanlar Arası İlişkiler ve İzlenimler.

Sosyal Psikoloji Nedir?

Bir sosyal ortamın ya da sosyal ortamlardan kaynaklanan algılarımızın çeşitli durumlardaki algılarımızı nasıl etkilediğini inceler.

Sosyal psikolojinin ikili bir özelliği vardır ve bu durum “ psikolojik sosyal psikoloji’’ ve “sosyolojik sosyal psikoloji’’ olarak iki şekilde ele alınabilir. 1908 yılı birçok sosyal bilimci için bir başlangıçtır. İngiliz psikoloğu olan Mc Dougall ve Amerikalı sosyolog Ross tarafından, birbirinden habersiz birer sosyal psikoloji kitabı yazılmıştır. Ross için, yazdığı kitap bir sosyoloji kitabıydı. Mc Dougal için yazdığı kitap, bir psikoloji kitabıydı.

Psikolojik sosyal psikoloji: Olayları “içten-dışa’’ (bireyden Çevreye) doğru inceler.

Sosyolojik sosyal psikoloji: Olayları “dıştan-içe’’(çevreden bireye) doğru ele almaktadır.

- Kişiler arası etkileşim ve kişiler arası iletişim, öğrenme, algı, gelişim gibi konuları ele alır. Baron Byrne (1977) sosyal psikolojiyi şu şekilde tanımlar: Sosyal psikoloji, bireyin davranış, duygu veya düşüncelerinin diğer kimselerin davranış ve özelliklerinden nasıl etkilendiğini ya da belirlendiğini inceleyen bilim dalıdır.

İnsanlar arası ilişki 3 temel düzeyde incelenebilir: Davranışsal, bilişsel ve duygusal.

Önce,‘’yöntem’’ ve ‘’teknik’’ kavramları arasında bir ayrım yapmamız gereklidir. Araştırma yöntemi, araştırmanın amacını gerçekleştirebilmek için kullanılan genel yaklaşımdır. Araştırma tekniği ise, araştırma yönteminin gerçekleşmesi için kullanılan bilgi toplama aracıdır.

Veri Toplama Teknikleri:

a) Hazır bilgiden yararlanmak
b) Soru sormak
c) Davranış gözlemi yapmak
d) Deney yapmak

Araştırma Yöntemleri:

1. Laboratuar Deneyi: Laboratuar deneyinde amaçlanan, etkenleri ayırmak, bu etkenlerin bazılarını sistemli olarak değiştirmek, bazılarını değişmez hale getirmek ve çeşitli etkilerini saf bir şekilde ortaya koymaktır.

2. Alan Deneyi: Alan deneyi, deney yönteminin bir alana uygulanmasıdır. Alan bir okul, ev, işyeri olabilir. Denekler çoğu zaman farkına varmadan, laboratuarın dışına, gerçek hayata çıkılır.

3.Doğal Deney: Doğal deney, sosyal araştırmalarda kullanılan bir deneydir. Doğal deneyi, laboratuar ve alan deneyinden ayıran en önemli fark, deneydeki deneklerin ve kontrol gruplarına dağılımının rastlantısal olmamasıdır.

4. Alan Araştırması: Alan araştırması derinlemesine, ama dar kapsamlı bir yöntemdir. Amaç, yapılan gözlemin sürecinin anlaşılmasıdır. Alan araştırmasında, veri toplama tekniklerinden çok ‘’davranış gözlemi’’ kullanılır.

5. Survey: Belirli özellikte bir nüfusun belirli sorulara nasıl cevap verdiği çalışma konusudur. Yazılı ya da sözlü mülakat ile amaca ulaşılmaya çalışılır.

6. Arşiv Araştırması: Bu yöntem sosyal psikolojide çok kullanılmaz fakat kullanılmasında fayda vardır. Sadece devlet arşivlerinde değil geniş anlamıyla ’’hazır bilgi’’ şeklinde ele alınır.

Sosyal Psikoloji Konuları:

1. Klasik Koşullanma
Ivan Pavlov 1849- 1936 yılları arasında yaşamış bir Rus fizyoloğudur. Pavlov, araştırma yaptığı bir köpeğin, boş yemek çanağı görünce, sanki yemek veriliyormuş gibi salgı ürettiğini gözlemlemiştir.

Pavlov’un Deneyleri
Deneyden evvel bir köpeğin ağzının yan tarafı alınıp, salya miktarını kolay ölçme durumuna getirilmiştir. Köpek, sesten yalıtılmış bir laboratuarda, kaçamayacak şekilde tutulmuş ve duruma alıştırılmıştır. Köpeğin görebileceği yerde bir ışık yanmış ve ışıktan birkaç saniye sonra köpeğe et verilmiştir. Işık yandığında köpek salya salgılamamış, et verildiğinde ise normal salgılamasını yapmıştır. Bu düzen defalarca tekrar edilmiş, yalnız ışık yandığında köpek salgılamada bulunmuştur.

Pavlov, köpeğin ışığa karşı yaptığı salgılama davranışına koşullu tepki ( Conditioned response) adını vermiştir. Et verildiği zaman ki salgılamaya ise, doğal (unconditioned response) tepki adını verir.

2. Edimsel Koşullanma
Organizma davranışlarının bazen doğal uyarıcısını göstermek zordur. Bu tür davranışlara edimsel (operant) davranış adı verilir.

Skinner’ın Deneyleri
Skinner Harward Üniversitesi psikoloji profesörlerindendir. Bir kutu içine koyduğu fareler üzerinde deneyler yapmıştır.

Fareyi kutuya yalnız koyduğunuz zaman fare tipik olarak sağa sola bakar, gezer, koklar, bu arada manivelaya basar. Kutuda belirli bir süre farenin manivelaya ne kadar basacağı bulunur. Manivelaya basma sayısı temel sayı olarak alınır. Sonra deneyici, farenin manivelaya her basışında bir yiyecek tanesi düşecek şekilde düzeni ayarlar. Manivelaya basınca otomatik olarak yiyecek tanesi yiyecek kabına düşer, fare bunu yedikten sonra manivelaya yine basar. Bir süre devam edilir ve farenin manivelaya basma sayısında artış gözlenir.

Bu olay, manivelaya basma davranışının yiyecekle pekiştirilmesiyle açıklanır. Klasik koşullanmada köpek pasif idi, edimsel koşullanmada fare aktiftir.

Yapılan deneylerde, farelerin öğrenme hızıyla verilen pekiştirme miktarı arasında doğrusal bir orantı gözlenmiştir. Yine araştırmalar göstermiştir ki, pekiştirmenin davranıştan hemen sonra verilmesi süratle öğrenmeye yol açmakta, pekiştirmenin verilmesi geciktikçe öğrenimin hızı yavaşlamaktadır.

Cezalandırma:

1. Cezalandırılması gereken davranışın niçin ortaya çıktığını gerçekçi bir şekilde anlamak gerekir.

2. Cezalandırılan davranışın yerine, yapılması istenen davranışın ne olduğunu açıkça belirtmek gerekir.

3. Ceza verilmeden önce ön belirtiler, uyarıcılar, ikazlar verilmelidir.

4. Davranışın niçin cezalandırıldığı, bireye açıkça anlatılmalıdır.

Ceza istenmeyen davranışın her ortaya çıkışında tutarlı bir şekilde uygulanmalıdır.

Bellek

1. Kısa Süreli Bellek
Öğrenilen bilginin ancak iki üç saniye bile tutulduğu durumlarda bile kodlama, depolama, ara- bul- geri getir aşamaları vardır.

Kodlama
Dış çevre uyarıcılarının hepsi algılanamaz, belli bir seçim süzgecinden sonra belli kısmı algılanır. Seçilen uyarıcılar algılandıktan sonra kısa süreli belleğe geçer. Belleğe girmemiş uyarıcıların ise hatırlanması söz konusu olamaz. Bellek konusundaki şikâyetlerin çoğu, neye dikkat edip neye dikkat edilmediği konusundadır, yani kodlama konusunda sorun vardır.

Çevrede olan olay ve nesneler, yaşanılan olaya uygun bir duyusal kod ile kodlanırlar. Bir adres işittiğimizde duyusal kodu, resme baktığımızda ise görsel kodu kullanmış oluruz. Bazı küçük çocuklarda fotoğrafik belleğe rastlanmıştır. Bu tür belleğe imge adı verilir.

Fotoğrafsı imge
Çoğumuz gördüğümüz bir resmi bir süre bellekte tutabiliriz, fakat belleğimizdeki imge sönüktür. Ayrıntılı imge 5-10 dakika bellekte kalabilmektedir. Bu kişilere ‘’fotoğraf bellekli’’ ya da fotoğraf imgeli adı verilir ve bu kişilerin sayısı oldukça azdır.

Depolama
Kısa süreli belleğin kapasitesi küçüktür, ortalama yedi (7artı eksi 2) birimliktir. Amerikalı psikolog George Miller kendi çalışmalarında yedi rakamını tekrar tekrar görmüş ve kısa süreli belleğin kapasitesini ‘’ sihirli rakam yedi’’ adı altında belirtmiştir (1956).

Kısa süreli belleğin içersinde, eskiyi atarak yeni alınan her birim için kullanılan açıklamaya ‘’yerini alma’’ ilkesi (princible of displacement) adı verilir. Bu sayede kısa süreli bellekte unutma mekanizması açıklanır. Bazı psikologlar ise unutmayı, sinirsel izin zayıflayıp ortadan kaybolmasıyla açıklar (Reitman, 1974).

Ara- Bul-Geriye Getir (Retrieal)
Günlük yaşamda, kısa süreli bellekte sorulan bir soruya verilen bir cevabı bulmak için, zaman gerekmiyormuş gibi gelir. Bu yanlıştır. Araştırma sonuçlarına göre, bellek listesinde her rakam artışı, karar verme süresinde 40 milisaniyelik bir artışı gösterir.

Bu tür araştırmalar değişik kültürlerde, sosyo-ekonomik seviyelerde, hatta akıl hastalığı belirtileri olanlarda yapılmış, aynı sonuçlar görülmüştür.

Kısa Süreli Bellek ve Düşünme
Araştırmacılar, kısa süreli belleğin insan düşünme sürecini doğrudan etkilediğine inanmaktadırlar. Birçok psikologa göre, kısa süreli bellek kapasitesi, düşünmenin de sınırlarını belirler. Bazı kimselerin kısa süreli bellek kapasitesi yüksek olduğu için, uzun cümleleri anlamakta daha az zorluk çekerler. Kısa cümlelerle yazmak, yazılanın daha kolay anlaşılmasını sağlar.

Kümeleme
Günlük hayatımızda konular, kişiye küçük küçük birimler halinde verilmez. Bazen birkaç cümleyi aynı anda hatırlamamız gerekebilir. Mesela, belirtilen bir adresi belleğimizde tutmamız gerekebilir. Kısa süreli belleğin kendi kapasitesini aştığı halde bu tür görevleri belleğimiz, rahatlıkla başarabilir. Bunun altında ‘’kümeleme’’ süreci vardır.

Uzun süreli bellekteki bilgileriniz aracılığıyla size verilen yeni birimleri anlamlı şekilde gruplama sürecine kümeleme adı verilir. Kümeleme her konuda yapılabilir. Önemli nokta, kümelemeye temel olabilecek bir düzenin olabilmesidir.

2. Uzun Süreli Bellek
Kısa süreli bellek, biyofizik, uzun süreli bellek ise biyokimyasal bir süreçtir. Otuz saniye geçtikten sonra hatırlanan her bilgi uzun süreli bellekten gelir.

Kodlama
Yaşantımızı oluşturan bir kodlama sistemi, insan belleğinin temelini oluşturur. Yapılan araştırmalarda bireylerin, dinledikleri cümlelerin anlamını dinledikten sonra unuttuklarını, fakat kelimelerin oluşturduğu cümlenin anlamını rahatlıkla hatırladığını göstermiştir (Sachs, 1967).

İnsan zihni, uyarıcıların içerdiği anlamı bellekte tutar. Bu nedenle, anlamsız bir biçimde bize verilen, birbiriyle ilişkisiz kelime çiftleri, anlamlı ilişkiler içerisine sokulursa belleme kolaylaşır. Anlamlı ilişki kurmanın iki yolu vardır. Mesela, tarak ve kitap, ya aynı cümle içerisinde kullanılır, ya da tarak ve kitap hayalinizde bir birbiriyle ilişkili hale getirilir.

Depolama ve Ara-Bul-Geriye Getir

Çoğunlukla, bilgi bellekte bulunduğu halde ara-bul-geriye getir ipucunun olmaması yüzünden bir türlü hatırlayamayız. Sanki kitaplıkta kitap aramak gibi, bulamadığımız zaman şu akla gelir, ya aradığımız kitap kitaplıkta yok, ya da kitap var, fakat yanlış yere konmuş. Bu gösterir ki, bilginin depolanması kadar, uygun ipuçlarının bulunması önemlidir.

Bazı psikologlar, bellekteki bilgilerin, manyetik banda kayıtlı ses veya görüntü gibi sinir sisteminde kayıtlı olduğunu ve manyetik banttaki kayıtların zamanla zayıfladığı gibi, sinir sistemindeki bilgi kayıtlarının da zamanla zayıflayacağına inanırlar. Bazı psikologlar ise, bellekte bilginin hiçbir zaman kaybolmayacağını, fakat bilgiye ulaşmak için gerekli ipuçlarının, ipucu olma özelliğini yitirdiğinden dolayı unutma olayının ortaya çıktığını savunurlar.

Örgütleme ve Bağlam
Hatırlamada iki önemli rol vardır: Örgütleme (Organizing) ve bağlam (ilişkiler çerçevesi/context). Bilginin öğrenimi, yani kodlanması sırasında birey bilgiyi isteğine göre örgütleyebilir. Mesela, en dıştan en içe doğru bir örgütleme sistemi kullanıyorsunuz: Evrenin yapısıyla ilgili kavramları bir gurupta topluyorsunuz, daha sonra güneş sistemiyle ilgili kavramları alıyorsunuz ve bunu yer küresiyle ilgili olan kavramlar izliyor. Daha sonra yerkürede bulunan canlı ve cansız varlıkların hareketiyle ilgili fizik kavramlarını grupluyorsunuz, canlıların yapısıyla ilgili biyoloji kavramlarını ve nihayet insan davranışlarıyla ile ilgili psikolojik kavramları bir kümeye koyuyorsunuz. Kodlama sürecinde kullanılan örgütleme düzeni, ara-bul- geriye getir aşamasında ipucu olur.
Altı Aşamalı Bellek Geliştirme Yöntemi

1. Gözden geçirin: Öğrenmek istediğiniz konuyu gözden geçirip konunun nasıl düzenlendiğini anlamaya çalışın.

2. Soru hazırlayın: Örgütlediğiniz konularla ilgili, sizin için anlamlı sorular hazırlayın.

3. Okuyun: Hazırladığınız sorulara cevaplar ararcasına metni tekrar okuyun.

4. İlişkiler Kurun: Soruları cevapladıkça, bölümler arasında ne gibi ilişki var, anlamaya çalışın.

5. Tekrar edin: Her bölümü bitirdikçe birkaç kez tekrar edin.

6. Yeniden gözden geçirin: Konunun tümünü yeniden gözden geçirin.

Dikkat Eksikliği
Batı ülkelerinde ve ülkemizde giderek yaygınlaşan bir hastalıktır. Öğrenme güçlüğü nedeniyle akademik hayatta zorluk yaşanmaktadır. Günümüzde nöropsikolojik kaynaklı değildir, çağdaş yaşam biçimi neden gösterilmektedir. DeGranpre ve Hurrelmann (1990) gibi birçok uzman, günümüz yaşam koşullarını dikkat eksikliğinin sorumlusu olarak göstermektedir. Aşırı uyaran yüklü ve tüketim odaklı olan yaşam stilini terk etmemiz gereklidir. Günümüzde çocuklar yapay ortamlarda büyümekte ve hareket noksanlığı çekip, birinci el deneyimlerden değil, aktarıcılardan (Televizyon, bilgisayar… vs.) ikinci el bilgiler edinmektedir.

Özel Öğrenme Güçlükleri
Özel öğrenme güçlükleri; Disleksi (Okuma Güçlüğü), Gareden Variety (Uyaran Yoksunluğuna Bağlı Öğrenme Güçlüğü), Disgrafi (Yazma Güçlüğü), Diskalkuli (Matematik Öğrenme Güçlüğü) ,disparaksi (şalapat, sakar)şeklindedir.

Üstün Yetenekli Çocuklar
Günümüzde, kişinin üstün birey olma niteliği kazanabilmesi için sadece yüksek zekâ düzeyine sahip olması yeterli değildir. Üstün bireylerin üç özellik kümesine sahip olduğu yaygın bir kanıdır. Birincisi genel ve özel yetenek düzeyidir. İkinci özellik kümesi ise, yeni düşünceler oluşturup bunları yeni sorunların çözümünde uygulayabilme ve yaratıcılık özelliğidir.

Otizm
Rapin ve Katzman (1998) ‘’ Otistik’’ çocuklarda iletişim becerilerinde bozulma, zayıf sosyal beceriler, ilgi ve aktivite dağılımlarında sınırlılık gibi genel karakteristik özelliklerden bahsederler. Ayrıca bu çocuklarda dikkat eksikliği, duyusal motor problemler, somut düşünce yapısı, ekolali, duygusal körlük, zayıf içgörü ve uykusuzluk gibi eşlik eden problemler de çıkmaktadır.

Asperger Sendromu
Asperger Sendromu, zihinsel ve sosyal problemler sergilemeleri nedeni ile otistik çocuklardan ayrımlaşabilmektedir. Temel faklılık, asperger sendromunda dilin muhafaza edilmesidir. Gözlemlenebilen dil bilgisi performansı ve çok konuşmaları ayırt edilebilmelerini sağlarken, dil alanında sorun yaşamadığı anlamına gelmemelidir. Dil’in kullanımı esnesında sosyal ve duygusal ifadelenmelerde problemler yaşadıkları gözlemlenmektedir.

Kronik Hastalıklar
Astım, kanser, kronik yorgunluk, diyabet, epilepsi ve romatizma gibi kronik hastalıkların her birinin özelliği farklı olmasına rağmen sınıf içerisinde uygulanacak yöntemler benzerlik gösterir.
İletişim Engellerini Örnekleme

1. Kesin ve Emrederek konuşma
2. Uyarma Tehdit Etme
3. İncelemek, Araştırmak, Sormak.
 

PeriKızı

Moderatör
  • Üyelik Tarihi
    22 May 2019
  • Mesajlar
    8,671
  • MFC Puanı
    26,804
Issız bir adaya düştüğünüzü hayal edin – tek başınıza ve de hiçbir kaçıp kurtulma şansı olmadan. Ya da muhtemel bir felaketin dünyada sizden başka hiç kimseyi canlı bırakmadığını... Son olarak bir de şunu düşünelim: Sihirli bir güç size her türlü arzunuzun bir şekilde yerine getirileceği her istediğinizi gönlünüzce gerçekleştirebileceğiniz bir varoluş vaad ediyor. Ancak bir şartla: Bu varoluşta başka insanlara yer yok. Seçer miydiniz?

Böylesi senaryoları cazip bulmamanın ötesinde hayal etmekte dahi zorlanıyorsak bunun sebebi hayat dediğimiz şeyin en merkezinde başka insanların duruyor olmasıdır. Varoluşun çarklarını döndüren, maddi ve manevi ihtiyaçlarımızı tatmin ederek hayatta kalmamızı sağlayan, iyisiyle kötüsüyle yaşam serüvenini bizim için anlamlı kılan şey başkalarının varlığıdır. Vaktimizin çoğunu başka insanlarla çevrili, onlarla doğrudan etkileşimde geçiririz. Yalnızken gerçekleştirdiğimiz eylemler bile (kitap okumak, televizyon seyretmek, müzik dinlemek gibi) sıklıkla başka insanların izlerini, emeğini taşır, bizi başkalarının dünyasına sokar. Gün içinde zihnimizi defalarca başka insanlara kaymış buluruz: Tanıdıklarımızın, tanımadıklarımızın, kimi zamansa kitap ya da dizi karakteri gibi hayal mahsulü kişilerin yaptıkları şeyleri neden yaptıklarını, yapmadıkları şeyleri neden yapmadıklarını anlamaya çalışırız. Hayatın her anında ve her alanında, yakınlarımızın ve ait olduğumuz kültürün içselleştirdiğimiz sesi zihnimizin içeriğini etkiler. Kısacası, duygularımızı, düşüncelerimizi ve davranışlarımızı şekillendirmede başka insanların muazzam bir rolü vardır. Sosyal psikoloji işte tam olarak bu rolü bilimsel yöntemi kullanarak anlamak maksadını güder – insanı, özellikle de başka insanlarla ilişkileri bağlamında anlamaya çalışır. Bu anlamda, hayatın insana dair her yönü hakkında söyleyecek sözü olan çok geniş ve zengin bir bilim dalıdır.

Sosyal Psikolojinin Kısa Tarihi

İnsanı anlama çabası felsefe ve edebiyat kadar eski olsa da sosyal psikolojinin akademik bir disiplin olarak ortaya çıkışı on dokuzuncu yüzyılın sonlarına, psikolojinin bir bilim olarak doğmasının hemen akabine denk düşüyor. Bilhassa grup davranışlarını ve grupların insanlar üzerindeki etkisini tahlil etmeye meraklı psikologlar, 1930’lara gelene kadar sosyal psikolojiyi Avrupa ve Amerika’da genç bir bilim dalı olarak kabul ettirdiler. Alanın tarihçesini biçimlendiren en önemli olaylardan biri, Hitler Almanya’sından kaçan çok sayıda sosyal psikologun 1930 ve 40’lı yıllarda Amerika’ya yerleşip buradaki üniversitelerde başarılı çalışmalarda bulunması oldu. Keza Avrupa’yı kasıp kavuran Nazizm ve Faşizm akımlarının psikolojik kökenlerini anlama arzusu ve İkinci Dünya Savaşı’nın gerekleri (savaş propagandası, insanları daha tutumlu olmaya ikna etme çabaları gibi) bu dönemde alanın sorduğu sorular üzerinde etkili oldu. İkinci Dünya Savaşı’nı takip eden yıllarda sosyal psikoloji hızla büyüdü, üniversitelerde sosyal psikoloji kürsüleri yaygınlaştı, sosyal psikoloji dergileri, konferansları, sosyal psikologların ait olduğu mesleki örgütler sayıca çok arttı. Bugün sosyal psikoloji psikolojinin değişik alt dalları içinde en dinamik olanlarından biridir ve sosyal psikologlar – dinden politikaya, aşktan önyargı ya, saldırganlıktan işbirliğine – insana dair akla gelebilecek her konuyu anlayıp anlatmaya çalışırlar.

Sosyal Psikolojinin İki Temel İlkesi

Sosyal psikologlara çalışmalarında insan doğasına dair bazı temel varsayımlar eşlik ve rehberlik eder. Bunlardan ilki insanların dünyayı olduğu gibi değil, kendi oldukları gibi gördükleridir. İçinde yaşadığımız gerçekliği algılayışımızda dışarıdaki objektif dünya kadar kendi benliğimizin (ve benliğimizi tanımlayan, bizi biz yapan her şeyin: kişilik özelliklerimiz, zekâ düzeyimiz, geçmiş deneyimlerimiz, korkularımız, hayallerimizin...) de rolü vardır. Eğer öyle olmasaydı, eğer herkesin dünyayı ve yaşananları algılayışı birbiriyle örtüşseydi, fikir ayrılığı diye bir şey olmazdı. Aynı filmi, aynı maçı, aynı tartışma programını beraber seyrettiğiniz arkadaşlarınızın sizden nasıl bu kadar farklı şeyler görmüş, algılamış olabileceğine şaşmazdınız. Görüş ayrılıkları ve onlardan kaynaklanan tartışmalar olmazdı belki ama doğrusu hayat da bir hayli sıkıcı bir yer olurdu.

Sosyal psikologların kendilerine düstur kabul ettikleri ikinci bir ilkeyse sosyal etkinin çok yaygın ve güçlü olduğudur. Başka bir deyişle, neredeyse her duygu, düşünce ve davranışımızda başka insanların izi vardır. Grup içinde ya da insanlarla birebir iletişim hâlindeyken bunu görmek, başkalarından etkilendiğimizin ve onları etkilediğimizin farkına varmak daha kolaydır. Ama sosyal etkinin gücü elbette yalnızca insanlarla bir arada olduğumuz anların çok ötesindedir. Yakınlarımız, içinde büyüdüğümüz ortam, ait olduğumuz gruplar ve genel olarak bizi çevreleyen kültür gerçeklik algımızı şekillendirmede benzersiz bir rol oynar. Balıkların derya içinde olup da deryayı bilmemeleri gibi, biz de çoğu zaman dahil olduğumuz sosyokültürel çevrenin üzerimizdeki etkisini bilinçli bir şekilde hissetmeyiz. Bu etkinin ayırdına varmak bazen kendi dilimizin, kültürümüzün, alışık olduğumuz hayatın sınırlarından uzaklaşmayı gerektirir.

İnsanlar Ne İster?

Yaptığımız şeyleri neden yapıyoruz? Düşündüğümüz şeyleri neden düşünüyor, hissettiğimiz şeyleri neden hissediyor, söylediğimiz sözleri neden söylüyoruz? Bunlar muhakkak ki kolayca cevaplanacak sorular değildir ve farklı yaklaşımlar, farklı analiz düzeyleri bizi farklı açıklamalara götürecektir. Ama sosyal psikologlara göre, eylemlerimizin psikolojik kökenlerine inip baktığımızda sıklıkla aşağıdaki üç güdüden birini ya da birkaçını teşhis edebiliriz:

1) Hayatımız üzerinde hakimiyet sahibi olmak: Bu güdü bizi kendimizi, başkalarını ve hayatın bizimle alakalı kısımlarını en doğru biçimde anlamaya ve bu bilgiyi kendi lehimize kullanıp hayatta arzuladığımız noktalara gelmemizi sağlamaya sevk eder. Kendimizi yetersiz, aciz, bir şekilde başarısız hissettiğimizde rahatsız ve mutsuz oluyorsak bunun sebebi bu güdüdür. Başımıza gelen olayları anlamlandıramadığımızda, sebeplerini kendimize açıklayamadığımızda tedirginlik hissediyorsak sorumlusu yine bu güdüdür. Hayatımızda hakimiyet hissinin eksikliği – bizi doğrudan etkileyen kararlar üzerinde söz hakkımızın, kontrolümüzün olmadığı, hayatın pasif bir izleyicisi olduğumuz hissi – ciddi bir kaygı ve stres kaynağı olduğu gibi sağlığımız için de büyük bir tehdittir.

2) Sevmek, sevilmek, ait olmak: Başkalarıyla yakın ilişkiler içinde olmak, onlardan kabul ve kıymet görmek, güvenmek ve güvenilmek en temel psikolojik ihtiyaçlarımız arasındadır. Bu sebepten, mutluluğumuzu da mutsuzluğumuzu da belirlemekte başkalarıyla kurduğumuz ilişkilerin etkisi büyüktür. Kendimizi reddedilmiş, dışlanmış, yalnız hissetmek her zaman acı vericidir. İnsani bağlara duyduğumuz ihtiyaç öylesine büyüktür ki araştırmalar kronikleşmiş yalnızlık hissinin fiziksel sağlığı tehdit ettiğini, zengin ilişki ağlarının içinde olmanın ise ömrü uzattığını göstermektedir.

3) Benliğimizi değerli görmek: Hepimiz kendimiz hakkında iyi hissetmek isteriz. İyi, düzgün, sevilesi bir insan olduğumuza, bir anlamda varoluşumuzun “doğru” olduğuna inanmak elzem bir psikolojik ihtiyaçtır. İltifat aldığımızda anında mutlu oluyor, eleştirildiğimizde ise anında tadımız kaçıyorsa sebebi budur. Benliğimizi değerli görme ihtiyacımız kendimizle ilintili her şeye yansır. İnanmak ister ve sıklıkla inanırız ki kimisiyle birlikte doğduğumuz, kimisini sonradan üzerimize geçirdiğimiz kimliklerimiz çok değerli, özel ve başkalarınınkinden üstündür.

“Ben”i ve “biz”i değerli görme arzumuz gerçekliğimizi inşa ederken seçimlerimizi etkiler ve hatta zaman zaman gerçekliği kendi lehimize çarptırmamıza yol açar. Bu olası bedellere rağmen, psikolojik sağlığımız açısından varlığımızın değerli olduğuna içtenlikle inanmamız şarttır: Bu his bizi varoluşsal kaygıya karşı korur, hayatla başa çıkabilmek için gerekli güç ve enerjiyi sağlar. Nitekim depresyonun temel belirtilerinden biri kendini değersiz ve önemsiz, bir “hiç” gibi algılamaktır. Depresyondaki kişinin gözünde kendi küçücük, hayat ise o oranda büyük, zor ve korkutucudur.
 
Üst Alt