- Konum
- Maldivler??
-
- Üyelik Tarihi
- 28 Şub 2020
-
- Mesajlar
- 24,446
-
- MFC Puanı
- 200,450
“Şehirdeki erkeklerin ve kadınların kalpleri üzerinde solucan gibi sürünerek; onları yeni yeni açılan ama asla yeni ufuklar, yeni görünümler, yeni biçimler keşfedemeyecek olan bakışlarına okşarcasına çarparak, ağırlığını yavaş yavaş hissettirir sabah.
Sabah, şu ebediyen tekrarlanacak olan sabah, yine de, şehrin, şu mezarlığın, şu yağlı direğin, şu arı kovanının çehresini değiştirmek için biraz oyalanır.
Tanrı günahlarımızı affetsin!”
Bayan Rosa’nın -şu otoriter, biraz cazgır, öfkelendi mi çınlayan sesiyle hem çalışanları hem müşterileri yerinden zıplatmayı başaran, dediğim dedik kadının- kafesinin olağan, kalabalık bir öğleden sonrasıyla kendini açan romanın, başladığı yerde bitecek gibi görünen cümlelerinin sokağa taşacağı anın beklenmedikliği ile şaşalıyorsunuz daha ilk sayfalarda.
O öğleden sonra kafenin müdavimlerinin, garsonlarının, barmeninin, sigara satıcısının adlarının sıralandığı ve yaşam öykülerinin az az sezdirildiği sayfalar boyunca sakinsiniz. Adları, kimin kim olduğunu akılda tutma safdilliğinizle geziniyorsunuz masalar arasında. Birilerinin sürekli girip çıktığı kapının önemini; o kapının açılacağı sokakları, o sokaklarda yürüyen ayakların sahiplerini, girdikleri evleri, işyerlerini, pansiyonları, randevu evlerini, sinemaları, barları aklınıza getiremezsiniz elbette. Henüz kapıdan çıkmadınız. Ama çıkacaksınız. Sandığınız gibi Bayan Rosa’nın kafesi, müşterileri, çalışanları ile sınırlı kalmayacak kurgudan ve kurgunun ilerleyen sayfalarda gizlediği sele kapılıp gideceğinizden bihabersiniz.Çünkü büyük bir ‘çok ‘un romanı arı kovanı. Çok insan, çok söz, çok sokak, çok ev, çok bina, çok aşk, çok umut, çok umutsuzluk, çok kandırmaca, çok aldatmaca, çok saflık, çok yoksulluk, çok açlık ve bir o kadar da ‘azlık’ın romanı diğer yandan da.
İspanya’nın Cervantes’ten sonra en büyük yazarı sayılan, “karanlık gerçekçi“ nitelemesi taşıyan yüzden fazla esere imza atmış Camilo Jose Cela’nın kaleminden çıkma, kendini sahici bir baş dönmesi hissi ile okutan Arı Kovanı, üç yüzden fazla karakterin seyrüseferi olarak kalacak benim zihnimde.
Okurunu kesinlikle dışarıda tutan bir kurgusu var romanın. Okumaktan ziyade, sokaklarda, evlerde, sinemalarda, barlarda öylesine dolaşan bir kameranın peşine takılmışsınız; kameranın gösterdiklerini izliyor gibisiniz. Kadınlar, erkekler, çocuklar yani hayatlar geçiyor gözünüzün önünden. Bazılarında biraz daha fazla duraklıyor kamera, kimini çok hızlı geçiyor. Öyle ki, ne oldu bu kadına ya da ne işi vardı bu romanın içinde diye geçiriyorsunuz aklınızdan. Hayatta kalabilmek veya veremli sevgilisini iyileştirebilmek için birilerinin metresi olmanın yolunu arayan, açlığın soldurduğu yüzü ve büyümüş gözleriyle fırsat kollayan gencecik kızlar salınarak geçiyor önünüzden. Birkaç kuruş fazla kazanabilmenin yolunu arayan garsonlar, kız kardeşinin nefret ettiği kocasının izmaritleriyle yetinmek zorunda kalan yoksul bir yazar, gün boyu metresinin dolgun göğüslerini düşleyen küçük esnaflar, politik geçmişini saklamak zorunda kalmış bulduğu işi yapmaya bakan yorgun adamlar.
‘Çok’un romanı demiştim Arı kovanı için. Gerçek bir çokluk ve bir o kadar gerçek azlığın tanıklığı sayfalar boyunca sürerken, bunca karakter, bunca küçük hikâye ve olay yaratırken hiçbir çelişkiye düşmemiş bir yazara duyulan hayranlık büyüyor. Sokaklar olduğu gibi anlatılıyor romanda, insanlar da öyle. Hırsları, yoksunlukları, arzuları, çaresizlikleri ve küçük sevinçleriyle insan seline kapılıp gidiyorsunuz okurken. Yaşlı, genç, erişkin, çocuk bir sürü insana değiyor, kimine yer veriyorsunuz zihninizde. Kimi de, yazarın romanın içinde yaptığı, geçip gidiyor önünüzden. Benim aklımda, sokaklarda maniler söyleyerek birkaç kuruş kazanmaya bakan, bir köprünün altında uyuyan, altı yaşındaki çingene çocuk kaldı en çok. Son sayfalarda ayağı burkulmuştu ve güzel sesini dolaştıracağı sokaklara yönelmişken hafifçe topallıyordu.
Arı Kovanı
Camilo Jose Cela
Türkçesi: Gökhan Aksay
Jaguar Kitap