Neler yeni
MEGAForum - Teknoloji Forumu

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı yada giriş yapmalısınız. Forum üye olmak tamamen ücretsizdir.

  • Web sitemizin içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için Web sitemize kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Web sitemize üye olmak tamamen ücretsizdir.
  • Sohbetokey.com ile canlı okey oynamaya ne dersin? Hem sohbet et, hem mobil okey oyna!
  • Soru mu? Sorun mu? ''Bir Sorum Var?'' sistemimiz aktiftir. Paylaşın beraber çözüm üretelim.

Şimdi Sükût Vakti Ey Kalbim

The Punisher

MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    6 Haz 2015
  • Mesajlar
    578
  • MFC Puanı
    31
Şimdi sükût vakti ey kalbim!

Gel sükût ey/leyelim bu dem.
Seninle bir şairin anlam kokulu odalarına saklanalım.
Semazenlerce kendimize dönelim.
Ve ölelim.
Münzevî dervişler gibi ey kalbim, susarak dirilelim.

Oysa dört duvar arasına sıkışmış gözlerimiz, kapanınca susar mı aniden?
Yahut dilimizin kilitli sandıklarına saklanmışsa sessizlik, bir kalem anahtar olup tersine çevirebilir mi sessiz şiirleri?
Anlatabilir mi harfler, sükûtun zamanı bölen sesini?

Bilinmez…

Bilinen o ki, dilimizde sükût üzere yazılmış şiirler var kalbim.
Belki en çok söyleyen yanımız.
Kâğıdımız var bizim, cümle okyanusuna benzer ve kalemimiz var elbet, gemi gibi dize dize okyanusta yüzer.
Mürekkebimiz var ey kalbim, bütün seslere koyu bir karanlık çeker de lâl kesilir bütün nefesler…

Bilirler mi acep, şair susarsa bir bir intihar eder bütün harfler.
Ve inzivaya çekilir dizeler.
Bilmezler ey kalbim…

Bilmezler yalnız yaşamayanlar

Nasıl korku verir sessizlik insana…

diyor Orhan Veli.

Sükût, korku mudur kalbim, yalnızlık mıdır?
Yoksa yüreği geniş bir evin tek kişilik uzletinde iç seslere muhatap olmak mıdır sükût?
Sorularımızı bohçamıza alalım ve şiirlerimizi cebimize…

Çıkalım.

Dört duvar arasına sıkışmış gözlerimizi ve nefes dahi alamayan sesli/sessiz bütün harflerimizi alıp yanımıza…
Çıkalım bu odalardan.
Ve ardından şehrin yollarca uzanan kollarına bırakalım kendimizi.
Dilimizde yeni bitmiş cümlelerle düşelim yollara, seyyah misali.

İnsanların (y)arasına karışalım.

İnsanlar harflerimiz olsun, elif gibi, vav gibi… Yürüyelim…

Sen bana harfleri topla getir adam başı.
Adım başı, ben sana şiirler devşireyim.

Bu şehrin kalabalık sokaklarında gezdirirken ruhumuzu, seni gürültü yağmurlarından korumak için şiirden şemsiyeler almalıyım yanıma.
Sana bir şiir okumalıyım.

Bayazıt’ı anmalıyım meselâ:

Susmanın kalesine sığınıyorum;

Önümde karanlıktan duvarlar

Sırtımda insan yüklü bir gök var…

Şimdi sükût vakti ey kalbim!

Bak, insanlar taze telaşlar toplamada kaldırımlarda.
Tüyü bitmemiş günahlarını süslü ve sahte bir edayla sunuyorken şehir, insanlar çığlık çığlık "yalnızlık" haykırmakta...
İnsanlar âvâre, insanlar divâne...

Bu şehir virâne ey kalbim...

Asûde iklimler çoktan terk etmiş gökyüzünü...
Ağaçlar öksüz kalmış, çiçekler yetim...
Irmaklar başıboş geziyor, yolları kurumuş çoktan.
Toprak sessiz figanlar akıtıyor göğsünden...

İnsanlar parçalanmış nar gibi saçılmış ey kalbim!
Ezilmiş bir nar çiçeği var hangi kaldırıma baksam.

İnsanlar ey kalbim, insanlar...

Bunca ses varken...

Bunca gürültü, patırtı, şamata, kahkaha varken...
İnsanlar uçurum gibi yüksek seslerden kendilerini bırakıyorken o devâsâ boşluğa...
Her ses, her nefes bir bir intihar ediyorken benliğin o satır aralarında...

Biz nasıl bu kadar sessiz kalabildik ey kalbim?

Biz nasıl bu kadar kimsesiz…

Ey sesimi keskin bir bıçak gibi

Kınında saklayan çağ

Ey sabırla bekleyen günlerimi

diye şiirler söylüyorken Bayazıt…

Şehirler sessiz sessiz diriliyorken tarihin küllerinde.

İstanbul kelimelerini yakmış ve savuruyor Boğaz’ın sularına.
Alfabesini bir üftadenin tesbih tanelerine emanet etmiş Bursa.
Konya’nın son sözü “hâmûş” olmuş, suskun deyivermiş erenler ve tersine dönmüş bütün bilinenler…
Peygamber muştusu getirmiş ve cümlelerini göllere bırakıvermiş Urfa.

Ve şehirler…

Şehirler sükûtun dilini seçmiş, insanların aksine.
Şehirler sessiz sessiz diriliyorken tarihin küllerinde, insanlar konuşarak ölüyor yüksek seslerin alevlerinde.

Ve benim ellerimde ey kalbim, sadece sükût üzere yazılmış şiirler var.

Sana bir şiir okumalıyım Tanpınar’dan:


Başım sükûtu öğüten

Uçsuz, bucaksız değirmen;

İçim muradına ermiş

Abasız, postsuz bir derviş…


Şimdi sükût vakti ey kalbim!

Gel sükût ey/leyelim bu dem.
Hem yalnız bahçelerde sessizliğini bozmadan açan güllerin katmerlenmiş yaprak aralarına saklanmanın da vakti gelmedi mi artık?
Açalım gonca gülleri…


Gel kaçalım ey kalbim; odalardan, şehirlerden, ülkelerden ve hatta kendimizden.
Sükûtu arayalım seninle simyacı misali.
Hoş, ne de olsa söz gümüş ise sükût altın değil mi?

Yürüyelim kalbim, diyar diyar…

Bir dağ başına gidelim meselâ.
Yan yana büyüyen; fakat yine de bir diğerine kavuşamayan ağaçların sözcüklerini de tek tek döküp iyice çıplak kaldığı ormanlara gidelim.
Kalabalıklar içinde sessiz ve sözsüz kalmış o ağaçların kovuğuna…
Sonra münzevî harfler bırakalım toprağın ellerine.
İnzivaya çekilmiş ve sükûta ermiş bir vav gibi düşelim toprağın koynuna.

Huzuru arayalım ey kalbim, bir vavın en sessiz kıvrımında.

Yahut inlere saklanalım. İn cin top oynasın dilimizin mağaralarında.
Bağıra çağıra seslerini, harflerini idam ederken insanlar…
Biz bir mağaranın en tenha köşesinde yedi uyuyanlara karışalım.
Yemliha henüz duyup gelmeden şehrin gürültüsünü, biz uyuyalım ey kalbim…


Susalım ve uyuyalım.

Ya da bir adaya düşelim.
Odalardan adalara geçerken bedenimiz, yanımıza alacağımız üç şey huzur, hüzün ve sükûn olsun.

Sonra çöllere sığınalım kalbim.
Uçsuz bucaksız kumlara bırakalım mâsivâyı.
Arınalım varlıktan, toprağa dokunalım.
Bir aynaya bakar gibi toprağa, özümüze bakalım.
Ve geçelim çölün gönlünden, yalınayak…
Zira insanlara kızgınlığımız kadar acı verici olabilir mi kumların kızgınlığı?


Susalım kalbim, susalım.

Biz şiirler dokuyalım Ömrümde Sükût diyen Tarancı’nın dilinden:


Çıngıraksız, rehbersiz deve kervanı nasıl

İpekli mallarını kimseye göstermeden

Sonu gelmez kumlara uzanırsa muttasıl

Ömrüm öyle esrarlı geçecek ses vermeden


Şimdi sükût vakti ey kalbim!

Bildim ki nereye kaçarsak kaçalım, kendimiz kadardır uzaklığımız.


Ve susmalarımız, dil yaralarımızın toplamı…

Sükût aslında harfe bürünmekten korkan seslerin en büyük haykırışı, en içli yakarışı değil midir?
Sükût çilehâneye kapanan bir sûfînin gözyaşı değil midir?
Kaleminin kanatlanıp uçması değil midir sükût, kelimeleri yüreğine dar gelen bir şairin?
Yahut bir çift gözün derin derin bakması, ezan çiçeğinin nazlı nazlı açması, yağmur damlasının yere düşüp parçalanması, neyin dertli dertli yanması, pervanenin muma tutulup kül olması, hattatın kamışa dokunması, ebrûzenin suyu aşkla buluşturması değil midir sükût?

Bana ses ver ey kalbim!

Konuşan dilimdir, susansa sen.
Yani kalbim…
Kaldır artık sükûtun perdelerini, aç artık peçelerini!

Bana bir sükût miktarı ses ver ey kalbim!

Senden ve cebimde sükût üzere yazılmış şiirlerden başka hazinem yok benim.
Sana son defa Âkif’ten bir şiir hediye etmeliyim.
Ve sonra susmalıyım.

Zira, şimdi sükût vakti ey kalbim!

Ağlarım, ağlatamam, hissederim, söyleyemem

Dili yok kalbimin, ondan ne kadar bîzarım


Senem Gezeroğlu
 
Üst Alt