The Punisher
MFC Üyesi
-
- Üyelik Tarihi
- 6 Haz 2015
-
- Mesajlar
- 578
-
- MFC Puanı
- 31
Hazret-i Ali ve çocuklarına sevgi, bağlılık iddiasıyla ortaya çıkan, halifeliğin yalnız onlara ait olduğunu söyleyen dini ve siyasi hareketin adı. Kelime manası "taraftarlık" demektir. Şiilik inancında olana "Şii"; Şii topluluğuna ise "Şia" denir. Buna göre Şia "taraftarlar" demektir. İlk önce hazret-i Ali ve çocuklarına sevgi ve bağlılık gösterenlere ve Eshab-ı kiramın hepsini sevenlere Şia-yı Ali denilmişti. Bunlara Şia-yı ula (ilk Şiiler) da denir ki, tamamı Peygamber efendimizin ve Eshabının yolundaydılar. Daha sonra Eshab-ı kiramı sevmeyenler ortaya çıktı. Bunlar Şii adını alınca, Eshab-ı kiramı sevenler, isim benzerliği olmaması için kendilerine "Ehl-i sünnet" dediler.
Şiilerin kendilerine verdikleri isimlerden biri de "Alevi" kelimesidir. Önceleri hazret-i Ali ve soyundan gelenlere ve bunlara bağlılık gösterenlere Alevi denirdi. Sonradan bazı ülke ve bölgelerde Şiiler inançlarını ve fikirlerini yaymak ve kabul ettirmek için kendilerine Alevi demişlerdir. (Bkz. Alevi)
Şiiliğin ortaya çıkışı şöyle olmuştur: İslamiyet, tebliğinden, insanlara anlatılmasından kısa bir müddet sonra süratle yayılmaya başladı. Peygamber efendimizden sonra İslamiyeti yayma şerefi arkadaşlarına yani Eshab-ı kirama nasib oldu. İslamiyet doğuda Irak ve İran'a; kuzeyde Şam'a; batıda Mısır ve Afrika'ya kadar yayıldı. Bu memleketlerde İslamı kabul etmeyenler, İslamiyeti yaymaya çalışan Eshab-ı kirama kin ve düşmanlık beslediler. Bilhassa İslamın yayılmasında büyük gayretleri görülen hazret-i Ebu Bekr, hazret-i Ömer, hazret-i Osman, Ebu Ubeyde bin Cerrah, Sa'd bin Ebi Vakkas, Amr bin As, Muaviye ile Ebu Süfyan'ın diğer oğlu Yezid'i bu işte en büyük suçlu olarak gördüler. İslamiyetin yayılmasını durdurmak için harb ettiler, fakat durduramadılar. Bunun üzerine teröre başvurdular ve hazret-i Ömer'i şehit ettiler. Hazret-i Ömer'i şehit etmekle İslam nurunun söneceğini sandılar. Halbuki Kur'an-ı kerimde İslam dininin muhafaza edileceği Allahü tealanın nurunun sönmeyeceği bildiriliyordu. Hazret-i Osman zamanında İslam orduları İran'ın ötelerine vardı. Bütün hakimiyet ve topraklarını kaybeden Mecusiler ve Yahudiler tecrübeleriyle şuna kesin olarak inandılar ki İslamiyet bozulmadığı, aslı üzere kaldığı müddetçe, harple, Müslümanların halifelerini şehid etmekle, İslamiyetin yayılması durdurulamayacaktır. Son çare olarak Müslüman görünüp, İslamiyeti içerden yıkmayı planladılar. Kendilerine siper olacak birini aradılar. Bu iş için Peygamber efendimizin damadı hazret-i Ali ve çocuklarını sevme ve halifeliğin onların hakkı olduğu davası ile ortaya çıkmayı uygun buldular. Bu planı ilk ortaya atan Yemenli bir Yahudi olan Abdullah ibni Sebe' oldu. Şiiliği kuran ve ilk ortaya çıkaran odur. Mısır'dan Medine'ye gelip Müslüman olduğunu söyledi. "Sen tanrısın." dediği için hazret-i Ali halifeyken, bunu Medayin şehrine sürdü. Abdullah ibni Sebe' orada da boş durmayıp adamlarıyle beraber Eshab-ı kiram düşmanlığını yaymaya devam ettiler. Zamanla yayılan Şiiler çeşitli fırkalara ayrıldılar. Bu fırkaların ilkinden olan "Keysaniyye", Hicretin 60. senesinde, "Muhtariyye" 66. senesinde ve "Hişamiyye" fırkası da 109. senesinde ortaya çıktılarsa da tutunamadılar. Bir müddet sonra yok oldular. Hicretin 112. senesinde "Zeydiyye" fırkası ve daha sonra da öteki fırkalar meydana çıktı.
İmam Zeynelabidin vefat edince, Şiiler, Zeyd bin Zeynelabidin Ali imamdır, dediler. Bunlar Zeyd'e, Ebu Bekr ile Ömer'e düşman ol dedi. O da büyük dedem olan Resulullah'ın sevdiği iyi kimselere düşmanlık edemem, dedi. Bunun üzerine Zeyd'in yanından ayrıldılar. Bunun için, bunlara ayrılanlar, terk edenler manasında "Rafızi" denildi. Fakat onlar kendilerine "İmamiyye" adını verdiler. Zeyd'in yanında kalanlara "Zeydi" denildi.
Günümüzde Şiilerin çoğu "İmamiyye" fırkasına mensupturlar. Bugün bu fırka kendilerine "Ca'feri" diyor. (Bkz. İmamiyye)
Şiilerin diğer bazı meşhur fırkalarının isimleri şöyledir:
Kamiliyye, Benaniyye, Cenahiyye, Mansuriyye, Hattabiyye, Gurabiyye, Zemmiyye, Yunusiyye, Müfevvida, İsmailiyye (Batıniyye).
Bütün Şii fırkaları inanışları bakımından başlıca üç grupta toplanmaktadır:
1. "Hazret-i Ali, Eshabın en üstünüdür." diyenler. Bunlara Tafdiliyye denir. Eshab-ı kiramdan hiç birisine kötü söz söylemediler ve küfürle itham etmediler. Ancak hazret-i Ali'yi Eshabın en üstünü olarak kabul ettiler. Hazret-i Ali, kendisini üç halifeden üstün gören bu kimseleri cezalandırmakla korkuttu.
2. "Eshab-ı kiramdan birkaçından başkası zalim olup, dinden çıktılar!" diyerek kötülüyenlerdir. Bunlara Sebeiyye denilmektedir. Hurufi de denilen bu kimseler Abdullah ibni Sebe'in fikirlerini benimserler. "İbn-i Mülcem, hazret-i Ali'yi öldürmedi. Şeytan Ali'nin şekline girmişti. Şeytanı öldürdü. Ali bulutlar içindedir. Gök gürlemesi onun sesidir. Şimşek kamçısıdır." ve gök gürültüsü işitince; "Ey Emir-el-Mü'minin sana selam olsun." derler. İran'ın Esterabad şehrinde ortaya çıkan Fadlullah isminde birisi, Sebeiyye (Sebe'cilik) yoluna birçok hurafe ve yalan da katarak, Hurufilik ismini verdi. (Bkz. Fadlullah Hurufi)
3. "Hazret-i Ali tanrıdır!" diyenlerdir. Bunlara Gulat-ı Şia denilmektedir. "Hazret-i Ali'ye Allah hulul etmiştir, (haşa) hazret-i Ali tanrıdır." dediler. Onlar, ilahi bir parçanın imamlara girdiğine ve onların bedenine büründüğüne inanırlar. Bazıları ise, bizzat bu yolla reislerinin ilah olduğuna inanırlar. Allahü tealanın insan şeklinde olduğunu kabul ederler. Ruhların bir bedenden bir diğer bedene geçtiğini (tenasüh) kabul edip, kıyameti inkar ederler. Kıyamet, bir ruhun bedenden bedene intikal etmesidir, derler.
Şii fırkalarının bu temel inanışları çerçevesinde ortaya çıkan diğer fikirlerinden bir kısmı ise şöyledir:
Hazret-i Ali'yi imam, devlet reisi yapmadıkları için Eshab-ı kirama ve hakkını aramadığı için de hazret-i Ali'ye kafir oldu, dediler. Bundan başka şu iddialarda da bulunmuşlardır: Allahü teala Kur'an-ı kerimi Ali'ye götürmesi için emir vermişti. Cebrail yanılarak Muhammed aleyhisselama götürdü. İlah insan şeklindedir. Zamanla helak oldu. Yalnız yüzü kaldı. Ruhu Ali'dedir. İmamet, yani devlet reisliği, namaz, oruç, Zekat gibi dinin esaslarındandır. Peygamber efendimiz, hazret-i Ali ve evladından belli kimseleri hayattayken vahiy ile halife tayin etmiştir. İmamlar, Peygamberler gibi masumdur, günahtan korunmuşlardır.
İmamlardan bazısı ölmemiştir. Zamanı gelince tekrar insanlar arasına gelecektir. On ikinci imam Muhammed Mehdi bunlardan biridir. Hazret-i Ali, Eshab-ı kirama düşman olduğu halde onları seviyormuş gibi göründü. Yani takıyye yaptı. Şiiler Allahü tealanın zatı ve sıfatları ile ilgili hususlarda, Mutezili itikadındadırlar. Kütüb-i sitte denilen meşhur altı hadis kitabındaki kendi inanışlarına uymayan hadis-i şerifleri kabul etmezler.
Şiilerin fıkıhla ilgili görüşlerinden bazıları da şöyledir: "Eşhedü enne Muhammeden Resulullah"tan sonra "Eşhedü enne Aliyyen veliyyullah"; "Hayyealelfelah"tan sonra ise, "Hayye ala Hayril amel", derler. Mest üzerine değil, çıplak ayak üzerine mesh ederler. Namazda Kerbela toprağından yapılmış "türbet" veya "mühür" denen bir parça üzerine secde etmenin efdal olduğunu söylerler. Mut'a nikahını (muvakkat, belli bir müddet için olan evliliği) kabul ederler. Miras hususunda da farklı görüşleri vardır.
Buraya kadar Şiiliğin ve fırkalarının görüşleri genel çerçevede ortaya konulmuştur. Bunların Ehl-i sünnete (Sünni itikada) göre değerlendirilmesi şöyledir:
Ehl-i sünnet, Eshab-ı kirama (Peygamber efendimizin mübarek arkadaşlarına) hürmet noktasında hassasiyetle durmuştur. Çünkü Eshab-ı kiramın hepsi Kur'an-ı kerimde ve hadis-i şeriflerde medh olunmuştur. Kur'an-ı kerimde mealen; "Allah (celle celalüh) onların hepsinden razıdır. Onlar da Allahü tealadan razıdırlar." buyrulmaktadır. Sahabeyi kiramı kötülemek bu ayet-i kerimeye inanmamak olur. Hadis-i şeriflerde de buyuruldu ki: "Eshabımı seven beni sevdiği için sever, onlara düşmanlık eden, bana düşmanlık etmiş olur." ve "Eshabımdan bundan sonra çıkacak hataları, Allahü teala affedecektir. Çünkü onların İslam dinine yaptığı hizmeti kimse yapmamıştır." ve "Eshabımın herbiri gökteki yıldızlar gibidir. Herhangisine uyarsanız Allahü tealanın sevgisine kavuşursunuz."
"Eshabımın ismini işitince, susunuz. Şanlarına yakışmayan sözleri söylemeyiniz." ve "Herkese şefaat edeceğim. Fakat Eshabıma dil uzatanlara, onları kötüleyenlere hiç şefaat etmem."
Şiiler, Ehl-i beyte sevgi ve bağlılık iddiasıyla Eshab-ı kirama kin ve düşmanlık beslemişlerdir. Üstelik Ehl-i beyti ve onlardan olan Oniki İmamı sevdiklerini söyledikleri halde, onların yolundan da gitmemişlerdir. Çünkü Oniki İmamın hepsi Ehl-i sünnetti.
Şiiler, Eshab-ı kiramı kötülemekle, dolaylı olarak İslamiyeti ve Kur'an-ı kerimi kötülemiş oluyorlar. Çünkü Kur'an-ı kerimin toplanmasında herbirinin hizmeti olduğu gibi, İslamiyeti bize ulaştıranlar da onlardır. Bu sebeple, onları kötülemek, Kur'an-ı kerimi ve İslamiyeti kötülemeye götürür.
Şiilerin dediği gibi, halifelik dinin esaslarından yani imanı ilgilendiren bir rükn değildir. Fakat bazı Şii fırkaları bunda taşkınlık yaptığından Ehl-i sünnet alimleri halifeliğe ait bilgileri Akaid (ve kelam) ilmi içine almışlardır. Üstünlükleri hilafet sırasına göredir. Böyle inanmak, Ehl-i sünnet olmanın alameti ve işareti sayılmıştır.
Ehl-i sünnete göre peygamberlerden başkası masum, günahlardan korunmuş değildir. Hiçbir evliya sahabilik derecesine ulaşamaz, nerde kaldı ki peygamberlik derecesine yaklaşabilsin. Halbuki Şiilerde imamlar masum, yani günahtan korunmuşlardır. Onlara vahiy de gelmektedir.
Ehl-i sünnet, hazret-i Ali'nin ve bütün Eshab-ı kiramın birbirini sevdiğini, kabul eder, dolayısıyle hazret-i Ali'nin takiyye yaptığını reddeder.
Şiiler, tarih boyunca Ehl-i beytten bir mübarek zatı kendilerine siper etmişlerdir. Mesela, Ca'fer-i Sadık'ın yolunda olduklarını iddia ederler ve kendilerine "Caferi" ismini verirler. Halbuki, bu mübarek zat Şii inancında olmadığı gibi, tarihi kaynaklarda bildirildiği üzere onların görüş ve fikirlerini reddetmiş, İmam-ı A'zam Ebu Hanife gibi Ehl-i sünnetin reisine hocalık yaparak tasavvufta daha yüksek mertebelere ulaşmasını sağlamıştır. (Bkz. Cafer-i Sadık)
Yine bazı Şii fırkalarının, Allahü tealanın hazret-i Ali'ye hulul ettiğini (girdiğini) ve onun ilah olduğunu söylemeleri, Eshab-ı kiramdan bir kısmını kafirlikle itham etmeleri gibi inançlar İslamiyetten ayrıldıklarını göstermektedir.
Şiilerin ezan, Abdest, namaz, nikah gibi fıkhi konulardaki farklı noktaları adeta itikadi esasları gibi onların ayırıcı özellikleri olmuştur. Bu hususiyetleriyle Müslümanların asırlardan beri doğru ve hak olduğunda söz birliği ettikleri Ehl-i sünnetin ameldeki dört mezhebinden ayrılmışlardır.
Şiilerin kendilerine verdikleri isimlerden biri de "Alevi" kelimesidir. Önceleri hazret-i Ali ve soyundan gelenlere ve bunlara bağlılık gösterenlere Alevi denirdi. Sonradan bazı ülke ve bölgelerde Şiiler inançlarını ve fikirlerini yaymak ve kabul ettirmek için kendilerine Alevi demişlerdir. (Bkz. Alevi)
Şiiliğin ortaya çıkışı şöyle olmuştur: İslamiyet, tebliğinden, insanlara anlatılmasından kısa bir müddet sonra süratle yayılmaya başladı. Peygamber efendimizden sonra İslamiyeti yayma şerefi arkadaşlarına yani Eshab-ı kirama nasib oldu. İslamiyet doğuda Irak ve İran'a; kuzeyde Şam'a; batıda Mısır ve Afrika'ya kadar yayıldı. Bu memleketlerde İslamı kabul etmeyenler, İslamiyeti yaymaya çalışan Eshab-ı kirama kin ve düşmanlık beslediler. Bilhassa İslamın yayılmasında büyük gayretleri görülen hazret-i Ebu Bekr, hazret-i Ömer, hazret-i Osman, Ebu Ubeyde bin Cerrah, Sa'd bin Ebi Vakkas, Amr bin As, Muaviye ile Ebu Süfyan'ın diğer oğlu Yezid'i bu işte en büyük suçlu olarak gördüler. İslamiyetin yayılmasını durdurmak için harb ettiler, fakat durduramadılar. Bunun üzerine teröre başvurdular ve hazret-i Ömer'i şehit ettiler. Hazret-i Ömer'i şehit etmekle İslam nurunun söneceğini sandılar. Halbuki Kur'an-ı kerimde İslam dininin muhafaza edileceği Allahü tealanın nurunun sönmeyeceği bildiriliyordu. Hazret-i Osman zamanında İslam orduları İran'ın ötelerine vardı. Bütün hakimiyet ve topraklarını kaybeden Mecusiler ve Yahudiler tecrübeleriyle şuna kesin olarak inandılar ki İslamiyet bozulmadığı, aslı üzere kaldığı müddetçe, harple, Müslümanların halifelerini şehid etmekle, İslamiyetin yayılması durdurulamayacaktır. Son çare olarak Müslüman görünüp, İslamiyeti içerden yıkmayı planladılar. Kendilerine siper olacak birini aradılar. Bu iş için Peygamber efendimizin damadı hazret-i Ali ve çocuklarını sevme ve halifeliğin onların hakkı olduğu davası ile ortaya çıkmayı uygun buldular. Bu planı ilk ortaya atan Yemenli bir Yahudi olan Abdullah ibni Sebe' oldu. Şiiliği kuran ve ilk ortaya çıkaran odur. Mısır'dan Medine'ye gelip Müslüman olduğunu söyledi. "Sen tanrısın." dediği için hazret-i Ali halifeyken, bunu Medayin şehrine sürdü. Abdullah ibni Sebe' orada da boş durmayıp adamlarıyle beraber Eshab-ı kiram düşmanlığını yaymaya devam ettiler. Zamanla yayılan Şiiler çeşitli fırkalara ayrıldılar. Bu fırkaların ilkinden olan "Keysaniyye", Hicretin 60. senesinde, "Muhtariyye" 66. senesinde ve "Hişamiyye" fırkası da 109. senesinde ortaya çıktılarsa da tutunamadılar. Bir müddet sonra yok oldular. Hicretin 112. senesinde "Zeydiyye" fırkası ve daha sonra da öteki fırkalar meydana çıktı.
İmam Zeynelabidin vefat edince, Şiiler, Zeyd bin Zeynelabidin Ali imamdır, dediler. Bunlar Zeyd'e, Ebu Bekr ile Ömer'e düşman ol dedi. O da büyük dedem olan Resulullah'ın sevdiği iyi kimselere düşmanlık edemem, dedi. Bunun üzerine Zeyd'in yanından ayrıldılar. Bunun için, bunlara ayrılanlar, terk edenler manasında "Rafızi" denildi. Fakat onlar kendilerine "İmamiyye" adını verdiler. Zeyd'in yanında kalanlara "Zeydi" denildi.
Günümüzde Şiilerin çoğu "İmamiyye" fırkasına mensupturlar. Bugün bu fırka kendilerine "Ca'feri" diyor. (Bkz. İmamiyye)
Şiilerin diğer bazı meşhur fırkalarının isimleri şöyledir:
Kamiliyye, Benaniyye, Cenahiyye, Mansuriyye, Hattabiyye, Gurabiyye, Zemmiyye, Yunusiyye, Müfevvida, İsmailiyye (Batıniyye).
Bütün Şii fırkaları inanışları bakımından başlıca üç grupta toplanmaktadır:
1. "Hazret-i Ali, Eshabın en üstünüdür." diyenler. Bunlara Tafdiliyye denir. Eshab-ı kiramdan hiç birisine kötü söz söylemediler ve küfürle itham etmediler. Ancak hazret-i Ali'yi Eshabın en üstünü olarak kabul ettiler. Hazret-i Ali, kendisini üç halifeden üstün gören bu kimseleri cezalandırmakla korkuttu.
2. "Eshab-ı kiramdan birkaçından başkası zalim olup, dinden çıktılar!" diyerek kötülüyenlerdir. Bunlara Sebeiyye denilmektedir. Hurufi de denilen bu kimseler Abdullah ibni Sebe'in fikirlerini benimserler. "İbn-i Mülcem, hazret-i Ali'yi öldürmedi. Şeytan Ali'nin şekline girmişti. Şeytanı öldürdü. Ali bulutlar içindedir. Gök gürlemesi onun sesidir. Şimşek kamçısıdır." ve gök gürültüsü işitince; "Ey Emir-el-Mü'minin sana selam olsun." derler. İran'ın Esterabad şehrinde ortaya çıkan Fadlullah isminde birisi, Sebeiyye (Sebe'cilik) yoluna birçok hurafe ve yalan da katarak, Hurufilik ismini verdi. (Bkz. Fadlullah Hurufi)
3. "Hazret-i Ali tanrıdır!" diyenlerdir. Bunlara Gulat-ı Şia denilmektedir. "Hazret-i Ali'ye Allah hulul etmiştir, (haşa) hazret-i Ali tanrıdır." dediler. Onlar, ilahi bir parçanın imamlara girdiğine ve onların bedenine büründüğüne inanırlar. Bazıları ise, bizzat bu yolla reislerinin ilah olduğuna inanırlar. Allahü tealanın insan şeklinde olduğunu kabul ederler. Ruhların bir bedenden bir diğer bedene geçtiğini (tenasüh) kabul edip, kıyameti inkar ederler. Kıyamet, bir ruhun bedenden bedene intikal etmesidir, derler.
Şii fırkalarının bu temel inanışları çerçevesinde ortaya çıkan diğer fikirlerinden bir kısmı ise şöyledir:
Hazret-i Ali'yi imam, devlet reisi yapmadıkları için Eshab-ı kirama ve hakkını aramadığı için de hazret-i Ali'ye kafir oldu, dediler. Bundan başka şu iddialarda da bulunmuşlardır: Allahü teala Kur'an-ı kerimi Ali'ye götürmesi için emir vermişti. Cebrail yanılarak Muhammed aleyhisselama götürdü. İlah insan şeklindedir. Zamanla helak oldu. Yalnız yüzü kaldı. Ruhu Ali'dedir. İmamet, yani devlet reisliği, namaz, oruç, Zekat gibi dinin esaslarındandır. Peygamber efendimiz, hazret-i Ali ve evladından belli kimseleri hayattayken vahiy ile halife tayin etmiştir. İmamlar, Peygamberler gibi masumdur, günahtan korunmuşlardır.
İmamlardan bazısı ölmemiştir. Zamanı gelince tekrar insanlar arasına gelecektir. On ikinci imam Muhammed Mehdi bunlardan biridir. Hazret-i Ali, Eshab-ı kirama düşman olduğu halde onları seviyormuş gibi göründü. Yani takıyye yaptı. Şiiler Allahü tealanın zatı ve sıfatları ile ilgili hususlarda, Mutezili itikadındadırlar. Kütüb-i sitte denilen meşhur altı hadis kitabındaki kendi inanışlarına uymayan hadis-i şerifleri kabul etmezler.
Şiilerin fıkıhla ilgili görüşlerinden bazıları da şöyledir: "Eşhedü enne Muhammeden Resulullah"tan sonra "Eşhedü enne Aliyyen veliyyullah"; "Hayyealelfelah"tan sonra ise, "Hayye ala Hayril amel", derler. Mest üzerine değil, çıplak ayak üzerine mesh ederler. Namazda Kerbela toprağından yapılmış "türbet" veya "mühür" denen bir parça üzerine secde etmenin efdal olduğunu söylerler. Mut'a nikahını (muvakkat, belli bir müddet için olan evliliği) kabul ederler. Miras hususunda da farklı görüşleri vardır.
Buraya kadar Şiiliğin ve fırkalarının görüşleri genel çerçevede ortaya konulmuştur. Bunların Ehl-i sünnete (Sünni itikada) göre değerlendirilmesi şöyledir:
Ehl-i sünnet, Eshab-ı kirama (Peygamber efendimizin mübarek arkadaşlarına) hürmet noktasında hassasiyetle durmuştur. Çünkü Eshab-ı kiramın hepsi Kur'an-ı kerimde ve hadis-i şeriflerde medh olunmuştur. Kur'an-ı kerimde mealen; "Allah (celle celalüh) onların hepsinden razıdır. Onlar da Allahü tealadan razıdırlar." buyrulmaktadır. Sahabeyi kiramı kötülemek bu ayet-i kerimeye inanmamak olur. Hadis-i şeriflerde de buyuruldu ki: "Eshabımı seven beni sevdiği için sever, onlara düşmanlık eden, bana düşmanlık etmiş olur." ve "Eshabımdan bundan sonra çıkacak hataları, Allahü teala affedecektir. Çünkü onların İslam dinine yaptığı hizmeti kimse yapmamıştır." ve "Eshabımın herbiri gökteki yıldızlar gibidir. Herhangisine uyarsanız Allahü tealanın sevgisine kavuşursunuz."
"Eshabımın ismini işitince, susunuz. Şanlarına yakışmayan sözleri söylemeyiniz." ve "Herkese şefaat edeceğim. Fakat Eshabıma dil uzatanlara, onları kötüleyenlere hiç şefaat etmem."
Şiiler, Ehl-i beyte sevgi ve bağlılık iddiasıyla Eshab-ı kirama kin ve düşmanlık beslemişlerdir. Üstelik Ehl-i beyti ve onlardan olan Oniki İmamı sevdiklerini söyledikleri halde, onların yolundan da gitmemişlerdir. Çünkü Oniki İmamın hepsi Ehl-i sünnetti.
Şiiler, Eshab-ı kiramı kötülemekle, dolaylı olarak İslamiyeti ve Kur'an-ı kerimi kötülemiş oluyorlar. Çünkü Kur'an-ı kerimin toplanmasında herbirinin hizmeti olduğu gibi, İslamiyeti bize ulaştıranlar da onlardır. Bu sebeple, onları kötülemek, Kur'an-ı kerimi ve İslamiyeti kötülemeye götürür.
Şiilerin dediği gibi, halifelik dinin esaslarından yani imanı ilgilendiren bir rükn değildir. Fakat bazı Şii fırkaları bunda taşkınlık yaptığından Ehl-i sünnet alimleri halifeliğe ait bilgileri Akaid (ve kelam) ilmi içine almışlardır. Üstünlükleri hilafet sırasına göredir. Böyle inanmak, Ehl-i sünnet olmanın alameti ve işareti sayılmıştır.
Ehl-i sünnete göre peygamberlerden başkası masum, günahlardan korunmuş değildir. Hiçbir evliya sahabilik derecesine ulaşamaz, nerde kaldı ki peygamberlik derecesine yaklaşabilsin. Halbuki Şiilerde imamlar masum, yani günahtan korunmuşlardır. Onlara vahiy de gelmektedir.
Ehl-i sünnet, hazret-i Ali'nin ve bütün Eshab-ı kiramın birbirini sevdiğini, kabul eder, dolayısıyle hazret-i Ali'nin takiyye yaptığını reddeder.
Şiiler, tarih boyunca Ehl-i beytten bir mübarek zatı kendilerine siper etmişlerdir. Mesela, Ca'fer-i Sadık'ın yolunda olduklarını iddia ederler ve kendilerine "Caferi" ismini verirler. Halbuki, bu mübarek zat Şii inancında olmadığı gibi, tarihi kaynaklarda bildirildiği üzere onların görüş ve fikirlerini reddetmiş, İmam-ı A'zam Ebu Hanife gibi Ehl-i sünnetin reisine hocalık yaparak tasavvufta daha yüksek mertebelere ulaşmasını sağlamıştır. (Bkz. Cafer-i Sadık)
Yine bazı Şii fırkalarının, Allahü tealanın hazret-i Ali'ye hulul ettiğini (girdiğini) ve onun ilah olduğunu söylemeleri, Eshab-ı kiramdan bir kısmını kafirlikle itham etmeleri gibi inançlar İslamiyetten ayrıldıklarını göstermektedir.
Şiilerin ezan, Abdest, namaz, nikah gibi fıkhi konulardaki farklı noktaları adeta itikadi esasları gibi onların ayırıcı özellikleri olmuştur. Bu hususiyetleriyle Müslümanların asırlardan beri doğru ve hak olduğunda söz birliği ettikleri Ehl-i sünnetin ameldeki dört mezhebinden ayrılmışlardır.