- Konum
- ىαкαяyλ
-
- Üyelik Tarihi
- 27 Kas 2009
-
- Mesajlar
- 24,120
-
- MFC Puanı
- 79
Ait olduğumuz çağ yirmi-otuz yıllık zaman aralıklarıyla; artan bir ölçüde sessizliğin doğurduğu mutluluğa karşı çıkan bir etkinlik çağıdır. İçinde yaşadığımız şimdiki zaman, sessizliğin kültürüne tamamen karşıttır; ama yine de insanoğlu, belki de hiçbir zaman, bugünkü kadar sessizliğe yönelik bir özlemle o derece dolu olmamış ve sessizliğe yaşantısında yer vermeye bu denli hazırlıklı bulunmamıştır.
Biz teknolojisi oldukça gelişmiş bir dünyanın kulakları sağır eden gürültüsüyle kuşatılmış bulunuyoruz, mekânın ve zamanın doğurduğu bir darlığın gürültüsü ve patırtısı altında her zamankinden daha çok acı çekiyoruz ve hiç kimse alt üst olmuş o çirkin seslerin gürültüsünden kendini uzak tutamıyor; modern toplumun, her gün biraz daha kendinden uzaklaşan insanların kişisel varlık alanlarında iç ve dış felâket çanları çalmaktadır. Sessizlik yaşantısı, birçok kimse için sadece ölümün, tarihsel harabelerin ya da özverinin sessizliği olarak bilinen bir şeydir. Bütün bunların ardında her şeyi yok eden bir tahribin deneyi bulunmaktadır.
Milyonlarca hatta yüz milyonlarca insan yaşamlarına bir zamanlar anlam kazandıran şeyin ortadan kalkması korkusuyla âdeta kötürümleşmiştir; onlar geçmişi silip süpüren ve geleceğe gözdağı veren güçlerin büyüsü içinde bulunmakta ve bu güçleri nasıl yeneceklerini bilememektedirler. Fakat insana dıştan gözdağı veren ve onu içten zehirleyen, yok edici güçlerin (içgüçlerin) her yerde hazır bulunuşu; özün hâlâ sağlıklı olduğu yerde, kaçınılmaz olarak ortadan kaldırılamayana yönelik özlemi harekete geçirmekte ve sessizliğin sağlayacağı mutluluğa olan özlemin altındaki derin acıyı uyandırmaktadır. Sessizlik ölümün değil, tersine kendini doyuma ulaştıran bir yaşamın sessizliğidir; aslında bütün insanlar aynı yok edilemez olana ve katıksız sessizliğin mutluluğuna yönelik bir özlemi amaçlamaktadırlar. Fakat sessizliği tatmaya ilişkin yanımız acaba körelmiş midir, ya da ölmüş müdür? Bugünün insanı âdeta gerçek sessizliği yaşayabilmek için yetenekten, cesaretten ve hazırlıktan yoksun değil midir? Dış gürültüler ve yok edici güçler, hayat karşısında; onu, bir an için derinliğinden ortaya çıkararak, iç boşluğunu eline geçirmesine neden olan korku verici dehşetten başka nedir ki?
Kişi, varlığının özünü unuttuğu yerde, kendini kabuğunun içine çok daha fazla gömer; iç zenginliğinin büsbütün sustuğu yerde dış gürültüyü arar. Ruhun kabaran ortasının duygusunun yittiği yerde ve zamanda, sertleşen çeperi kazanır; ruhsal güçlerine yabancılaşmış biri olarak yaşamının anlamını güvende arar ve bu güveni Ben'inin kendi zevkine dalmasında tadar. Ucuz tahriklerin geriliminin getirdiği hazda anlam bulur, içgüdüsel güçlerin geriliminin getirdiği hazda anlam bulur, içgüdüsel güçlerin doyumuna yönelir ya da bu anlamı özünün köklerinin kurumuş olduğu; eksantrik bir şekilde kabarmış ruhun heyecan uyandırıcı olaylarında eline geçirmeye çalışır, çünki insan kendi kendisinden kaçmaktadır.
Hayatın pek de açıkça ortaya konmayan ritmlerinden örgütlendirilmiş olan kişisel varlığının temposuna sığınır; içindeki tahrip edilemez olanla yiten ilişkisinden dışarıya çıkarak, yine her zamanki gibi yok edilebilir olanın güvenine yönelik isteme kucak açar ve bir hiç olan olayların gürültüsünün içinde varlığının dingin seslerini susturur. İşine geldiği için, kişisel varlığının özsüzleşmesini hayatın dış koşullarına bağlar, ama bu yargıya, vicdan erinci ile mi varar acaba? Her yaşamda; içindeki sessizlik gerçeğinin, ona uzaktan süzerek baktığı ve özünden yükselen çağrının, kendini, sessizliğin sesleri içinde eline geçirdiği anlar yok mudur?!...
İnsanın içinde, ruhun özlem duyduğu gerçek sessizliğe olan ihtiyacın önemine ait gizli bir biliş vardır. Bu öyle bir biliştir ki; gerçek sessizliğin ruhu ferahlatacağı duygusunu bildirir ve tedirginliğe karşı dinginliğin karşı ağırlığı ile bedenin aşırı isteklerine karşı çıkan, bir karşı ağırlığın varlığını anlatarak, sessizliğin zihinde yaşanan bütün hayatların ön koşulundan veya ruhsal sağlığın ön koşulundan çok daha önemli bir yeri olduğunu hep hatırlatır.
Bu duru ve saf sessizliğin, ilke olarak mutlu hayatın ön koşulu ya da koşulu olduğunun daha çoğuna ilişkin bir biliştir. Bu biliş insanın kendisini doyuma ulaştıran hayatın yaşamaktan zevk almakla aynı anlama geldiğini kavrayan bir biliştir. Bizim çağımızda da, insanın deneylerine uygun olarak, onun gerçekten mutlu olabildiği noktada, sessizliğin bulunduğu ve gerçekten sessiz olabildiği yerde, gerçek mutluluğun tam anlamıyla karşısına çıktığına ilişkin ezeli biliş henüz tamamen toprağın altına gömülmüş değildir.
Çağlar boyunca, sessizliğin mutluluğunu yaşayan ve onu içlerinde pekiştirmeye çaba harcayan insanlar var olmuştur. Bilgelik ekollerinden pek çoğu bir hedef olarak insanları sessizliğe götürmeyi seçmişlerdir; büyük dinlerin hepsi de insanları sessizliğe ileten yollardır, ama insanlar sessizliği alışlarında farklıdırlar ve kendilerini ona feda etmeye hazırlıklı oluşlarında ayırım gösterirler. Onalrın bu farklılıkları yaşlarından, olgunluklarından ve karakterlerinden dolayıdır; gürültüyle sınanan kişi, sessizliğe, acının okulundan geçmemiş olana göre daha yakındır; dışa dönük mizaçtaki kişi, içe giden yolun kendine armağan edildiği kişiye göre sessizlikten daha uzaktır.
Köylü, kendisini kent yaşamının yuttuğu kişiye göre sessizliği daha iyi bilmektedir; ama hayatın kendisinden doğal sessizliği esirgediği kişi için onun sessizliğe karşı duyduğu doğayla birleşmiş derinlikli bir hayat biçimini doğal ve kendilinden anlaşılır bir şeymiş gibi tadan kişi; sessizliği hepsinden iyi tanır. Sonsuz derecede farklı sebeplerle insanlar, dönemler ve uluslar diğerlerine göre sessizliğe çok daha açıktırlar ve Doğu insanı, Batı insanına göre sessizliği daha iyi bilmektedir. Doğulu, sessizliği, doğal eğiliminden olduğu kadar, eski geleneğinden, kültüründen ve temrininden ötürü de bilmektedir ki, iyi tanıdığı sessizliğin bozulmasından çok etkilenir ve gürültü, aslında hayata aykırıdır.
Biz teknolojisi oldukça gelişmiş bir dünyanın kulakları sağır eden gürültüsüyle kuşatılmış bulunuyoruz, mekânın ve zamanın doğurduğu bir darlığın gürültüsü ve patırtısı altında her zamankinden daha çok acı çekiyoruz ve hiç kimse alt üst olmuş o çirkin seslerin gürültüsünden kendini uzak tutamıyor; modern toplumun, her gün biraz daha kendinden uzaklaşan insanların kişisel varlık alanlarında iç ve dış felâket çanları çalmaktadır. Sessizlik yaşantısı, birçok kimse için sadece ölümün, tarihsel harabelerin ya da özverinin sessizliği olarak bilinen bir şeydir. Bütün bunların ardında her şeyi yok eden bir tahribin deneyi bulunmaktadır.
Milyonlarca hatta yüz milyonlarca insan yaşamlarına bir zamanlar anlam kazandıran şeyin ortadan kalkması korkusuyla âdeta kötürümleşmiştir; onlar geçmişi silip süpüren ve geleceğe gözdağı veren güçlerin büyüsü içinde bulunmakta ve bu güçleri nasıl yeneceklerini bilememektedirler. Fakat insana dıştan gözdağı veren ve onu içten zehirleyen, yok edici güçlerin (içgüçlerin) her yerde hazır bulunuşu; özün hâlâ sağlıklı olduğu yerde, kaçınılmaz olarak ortadan kaldırılamayana yönelik özlemi harekete geçirmekte ve sessizliğin sağlayacağı mutluluğa olan özlemin altındaki derin acıyı uyandırmaktadır. Sessizlik ölümün değil, tersine kendini doyuma ulaştıran bir yaşamın sessizliğidir; aslında bütün insanlar aynı yok edilemez olana ve katıksız sessizliğin mutluluğuna yönelik bir özlemi amaçlamaktadırlar. Fakat sessizliği tatmaya ilişkin yanımız acaba körelmiş midir, ya da ölmüş müdür? Bugünün insanı âdeta gerçek sessizliği yaşayabilmek için yetenekten, cesaretten ve hazırlıktan yoksun değil midir? Dış gürültüler ve yok edici güçler, hayat karşısında; onu, bir an için derinliğinden ortaya çıkararak, iç boşluğunu eline geçirmesine neden olan korku verici dehşetten başka nedir ki?
Kişi, varlığının özünü unuttuğu yerde, kendini kabuğunun içine çok daha fazla gömer; iç zenginliğinin büsbütün sustuğu yerde dış gürültüyü arar. Ruhun kabaran ortasının duygusunun yittiği yerde ve zamanda, sertleşen çeperi kazanır; ruhsal güçlerine yabancılaşmış biri olarak yaşamının anlamını güvende arar ve bu güveni Ben'inin kendi zevkine dalmasında tadar. Ucuz tahriklerin geriliminin getirdiği hazda anlam bulur, içgüdüsel güçlerin geriliminin getirdiği hazda anlam bulur, içgüdüsel güçlerin doyumuna yönelir ya da bu anlamı özünün köklerinin kurumuş olduğu; eksantrik bir şekilde kabarmış ruhun heyecan uyandırıcı olaylarında eline geçirmeye çalışır, çünki insan kendi kendisinden kaçmaktadır.
Hayatın pek de açıkça ortaya konmayan ritmlerinden örgütlendirilmiş olan kişisel varlığının temposuna sığınır; içindeki tahrip edilemez olanla yiten ilişkisinden dışarıya çıkarak, yine her zamanki gibi yok edilebilir olanın güvenine yönelik isteme kucak açar ve bir hiç olan olayların gürültüsünün içinde varlığının dingin seslerini susturur. İşine geldiği için, kişisel varlığının özsüzleşmesini hayatın dış koşullarına bağlar, ama bu yargıya, vicdan erinci ile mi varar acaba? Her yaşamda; içindeki sessizlik gerçeğinin, ona uzaktan süzerek baktığı ve özünden yükselen çağrının, kendini, sessizliğin sesleri içinde eline geçirdiği anlar yok mudur?!...
İnsanın içinde, ruhun özlem duyduğu gerçek sessizliğe olan ihtiyacın önemine ait gizli bir biliş vardır. Bu öyle bir biliştir ki; gerçek sessizliğin ruhu ferahlatacağı duygusunu bildirir ve tedirginliğe karşı dinginliğin karşı ağırlığı ile bedenin aşırı isteklerine karşı çıkan, bir karşı ağırlığın varlığını anlatarak, sessizliğin zihinde yaşanan bütün hayatların ön koşulundan veya ruhsal sağlığın ön koşulundan çok daha önemli bir yeri olduğunu hep hatırlatır.
Bu duru ve saf sessizliğin, ilke olarak mutlu hayatın ön koşulu ya da koşulu olduğunun daha çoğuna ilişkin bir biliştir. Bu biliş insanın kendisini doyuma ulaştıran hayatın yaşamaktan zevk almakla aynı anlama geldiğini kavrayan bir biliştir. Bizim çağımızda da, insanın deneylerine uygun olarak, onun gerçekten mutlu olabildiği noktada, sessizliğin bulunduğu ve gerçekten sessiz olabildiği yerde, gerçek mutluluğun tam anlamıyla karşısına çıktığına ilişkin ezeli biliş henüz tamamen toprağın altına gömülmüş değildir.
Çağlar boyunca, sessizliğin mutluluğunu yaşayan ve onu içlerinde pekiştirmeye çaba harcayan insanlar var olmuştur. Bilgelik ekollerinden pek çoğu bir hedef olarak insanları sessizliğe götürmeyi seçmişlerdir; büyük dinlerin hepsi de insanları sessizliğe ileten yollardır, ama insanlar sessizliği alışlarında farklıdırlar ve kendilerini ona feda etmeye hazırlıklı oluşlarında ayırım gösterirler. Onalrın bu farklılıkları yaşlarından, olgunluklarından ve karakterlerinden dolayıdır; gürültüyle sınanan kişi, sessizliğe, acının okulundan geçmemiş olana göre daha yakındır; dışa dönük mizaçtaki kişi, içe giden yolun kendine armağan edildiği kişiye göre sessizlikten daha uzaktır.
Köylü, kendisini kent yaşamının yuttuğu kişiye göre sessizliği daha iyi bilmektedir; ama hayatın kendisinden doğal sessizliği esirgediği kişi için onun sessizliğe karşı duyduğu doğayla birleşmiş derinlikli bir hayat biçimini doğal ve kendilinden anlaşılır bir şeymiş gibi tadan kişi; sessizliği hepsinden iyi tanır. Sonsuz derecede farklı sebeplerle insanlar, dönemler ve uluslar diğerlerine göre sessizliğe çok daha açıktırlar ve Doğu insanı, Batı insanına göre sessizliği daha iyi bilmektedir. Doğulu, sessizliği, doğal eğiliminden olduğu kadar, eski geleneğinden, kültüründen ve temrininden ötürü de bilmektedir ki, iyi tanıdığı sessizliğin bozulmasından çok etkilenir ve gürültü, aslında hayata aykırıdır.