Mega_Tarihçi
MFC Üyesi
- Konum
- Balıkesir
-
- Üyelik Tarihi
- 12 Haz 2022
-
- Mesajlar
- 18
-
- MFC Puanı
- 10
SELÇUKLU TÜRKLERİ
Türkiye Selçuklularında Devlet Yönetimi
Yrd. Doç. Dr. Sadi S. Kucur
Marmara Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü
Doğu'dan Batı'ya Yahut Horasan'dan Anadolu'ya Selçuklular
Selçuklu devlet teşkilatının oluşmasını ve etkileşimleri tespit edebilmek için ortaya çıktıkları ve hakim oldukları coğrafya ile komşularının bilinmesi gerekir. Oğuz Türklerinin Kınık Boyu'ndan oldukları bilinen Selçuklu ailesinin erken tarihi, Aral Gölü'nün kuzeyi ile Seyhun Nehri'nin göle dökülen kısmının güney ve kuzeyine hakim olan Oğuz Yabgularının kışlık merkezi Yengikent ile Cend şehrinde başlar. Maveraünnehir'deki Müslüman Samani Devleti'nin sınırında bulunan, dolayısıyla nüfusun Müslüman ve ticari faaliyetin yoğun olduğu Cend şehri, Selçukluların İslamiyet'i kabul ettikleri şehirdir. Buradaki şartlar giderek zorlaşmış ise de Selçuklular, X. yüzyılın sonlarında yıkılmak üzere olan ve Karahanlılar'a karşı direnen Samani Devleti'ne destek verdiler. Bu desteğin bir mükafatı olarak da Maveraünnehr'in merkezinde, Semerkand ve Buhara şehirlerinin üst kısmındaki Nur Kasabası, onlara yurtluk olarak verildi (985).
Samanilerin yıkılışına kadar (1005) da bu desteği devam ettirdiler. İlerleyen zaman içinde Selçuklular, bölgenin iki süper gücü Karahanlılar ile Gaznelilerin arasında varolma mücadelesi verdi. Sonunda Gazneli toprağı Horasan'a hakim olarak devletlerini kurdular (1040). Selçuklular, sonraları Türkistan'da hüküm süren Karahanlılar ve bugünkü Afganistan ile Kuzey Hindistan'a hakim bulunan Gaznelileri, giriştikleri nüfuz mücadelelerinde hep dize getirdiler.
Kuruluştan hemen sonra başlayan fütuhat ile kısa zamanda İran, Irak, Suriye, Doğu ve Güney Doğu Anadolu'ya Selçuklu hakimiyeti yayıldı. İran'da fetih sırasında irili ufaklı birçok mahalli devlet veya emirlik bulunmaktaydı. Bunlar Tuğrul Bey zamanında devlete tabi kılındı. Irak'ta ise Şii Büveyhi Devleti'nin işgali altındaki Abbasi Devleti bulunmaktaydı. Abbasi Halifesinin davetiyle Bağdad'a giren Selçuklular, buradaki Büveyhi tahakkümünü sona erdirdiler ve bu devletin yıkılmasını sağladılar. Abbasi Hilafeti ile ilişkiler başlangıçta dostane başlamışsa da hep böyle devam etmemiş, zaman zaman gerginlikler ve krizler de ortaya çıkmıştır.
Büyük Selçuklu Devleti'nden ilerleyen zaman içinde dört bölgesel Selçuklu Devleti doğdu.
Selçuklu hanedan üyeleri tarafından ve Büyük Selçuklulara tabi olarak Kirman (1048), Türkiye (1075), Suriye (1078) ve Irak (1119) Selçuklu Devletleri kuruldu. Diğerleri Büyük Selçuklu Devleti'ne sonuna kadar tabi kalmışken, Türkiye Selçukluları hanedan içi rekabet nedeniyle, kısa süre sonra bağımsızlığını ilan etmiştir. 1097'de kurulan ve Harizm ile İran'a hakim olan Harizmşahlar ise başlangıçta Selçukluların tayin ettiği Harizm eyaleti valileri iken; sonra bu eyaleti tabi devlete dönüştürdüler. XII. yüzyılın ilk yarısında, Suriye ve Irak Selçuklularının toprakları üzerinde merkezi otoritenin zayıflamasına paralel olarak, aslında yaşça küçük ve tecrübesiz melik şehzadeler adına eyaletleri yöneten atabegler tarafından kurulan ve aynı adla anılan bir çok devlet ortaya çıktı. Bunların başlıcaları Togteginliler/Böriler (Dimaşk), Zengiler (Cezire ve Suriye), İldenizliler (Azerbaycan), Salgurlular (Fars)'dır. Selçuklular komşuları olan gayrimüslim devletler ile Türkistan'da Karahıtaylar, Kafkasya'da Gürcü, Doğu Anadolu ve Kilikya'da Ermeni, Anadolu'da ise Bizans devletleriyle zaman zaman mücadele ettiler.
Türkiye Selçukluları, devlet teşkilatında tabiatıyla uzantısı oldukları Büyük Selçuklu Devleti'ni esas almışlardır. Ancak buna ilave olarak Anadolu'da karşılaştıkları iki önemli olgunun onların devlet teşkilatı üzerindeki etkilerini göz ardı edemeyiz. Bunlardan biri Selçukluların köklü ve gelişmiş bir devlet yapısına sahip olan Bizans toprakları üzerinde kurulmuş olmasıdır. Gerçi Bizans devlet teşkilatının ve müesseselerinin Selçuklular üzerinde etkisinin olup olmadığı veya ne nispette olduğu pek araştırılmamış ise de, az veya çok karşılıklı etkileşimin olmadığını düşünmek mümkün değildir. Diğeri ise Doğu İslam dünyasını kasıp kavuran Moğol istilasının siyasi etkileriyle birlikte devlet teşkilatı üzerindeki fiili müdahaleleridir.
HANEDAN, GULAM VE İKTA SİSTEMİ
Selçuklu devletlerinde devlet teşkilatının temelinde üç ana unsurun bulunduğu görülür. Bunlar tarih boyunca yaygın bir yönetim tarzı olan hanedan yapısı ile bütün devlet mekanizmasının kaynağını teşkil edenğulam ve ikta sistemidir. Aslında bu üç asıl unsur bazı farklılıklar olmakla birlikte genellikle Orta Çağ İslam devletlerinde mevcuttur. Bunların önemi ve özellikleri bilinmeden devlet yapısını tanımanın mümkün olamayacağını belirtmemiz gerekir.
Toplum tarafından kabul görmüş, meşru kabul edilmiş hanedan, devlet başkanı sultanın ve müstakbel sultan adayları olan, eyalet yöneticisi şehzade meliklerin kaynağını oluşturur.
Hanedanın bu özelliği onu tartışmasız ve alternatifsiz kılar. Ancak aynı zamanda hanedan üyeleriyle sınırlı da olsa ölen sultanın yerine kimin geleceğinin belirsizliği, sayısız şehzade isyanını, iktidar mücadelesini körüklemiştir.
Ortaçağ İslam devletlerinde yaygın olarak uygulanan, köle temini ve esir alma yoluyla oluşturulan ğulam sisteminin Selçuklulara Gaznelilerden intikal ettiği anlaşılmaktadır. Bu sistem saraya, merkez ve eyalet bürokrasisine, orduya eğitimli ve nitelikli personel yetiştirir.
Keza bazı farklılıklarla Ortaçağ İslam devletlerinde uygulanan ikta sistemi de Selçuklu devletlerinin temel taşlarındandır. Devlet mülkiyetinin esas alındığı toprak sisteminin (miri arazi) bir sonucu olan ikta, maliyenin uyguladığı gelir vergisi toplama usulü yanında, taşra (eyalet ve vilayet) yönetimi ve savaş zamanı asker toplamayı birlikte sağlayan kapsamlı bir sistemdir.
Hükümdar, saray, hükümet (bürokrasi), taşra yönetimi, maliye ve vergi, ordu gibi devletin bütün organlarına kaynaklık ve nüfuz etmesi, bu üç müessesenin devlet yapısındaki önemini fazlasıyla ortaya koymaktadır.
Diğer Ortaçağ İslam devletlerinde ve uzantısı Büyük Selçuklu Devleti'nde olduğu gibi, Türkiye Selçuklularında da devlet, saraydan başlayıp merkez, eyalet ve ordu teşkilatlarının tamamına nüfuz eden hanedan, ğulam ve ikta sistemleri ile inşa edilmiştir. Ancak Moğol istilasıyla devlet yönetiminde sultanın gücü ve otoritesi fiilen yok olunca, bu ahenk ve denge bozulmuştur. İlhanlı hanları istedikleri şehzadeyi tahta çıkarmışlar, hatta bir sultan tahtta iken diğer bir şehzadeyi de sultan olarak tanıyıp kaosu körüklemişlerdir. Keza vezir, atabeg ve naib-i saltanat makamlarına da kendi istedikleri kimseleri getirmekte; hatta yine bu makamlara sultanın adamlarından başka, doğrudan ilhana bağlı kişileri de tayin edebilmekteydiler.
HANEDAN VE SULTAN
İslam öncesi Türklerde hükümdarlık yetki ve gücünün veya siyasi iktidarın (kut) Tanrı tarafından verildiğine (karizmatik hakimiyet); yani hükümranlığın ilahi bir kaynağa dayandığına inanılmaktaydı. Bu inanışa göre devleti kuran veya başına geçen hükümdarın ancak Tanrı'nın gönderdiği, "kut" verdiği bir soyun mensubu olması gerekmekteydi. Bu anlayışın İslam'ı kabulden sonra da devam ettiği görülür. Nitekim Oğuz boylarından çıkmış bütün hanedanlarda olduğu gibi Selçuklu hanedanının da kendilerini destani Oğuz Han'a, 24 Oğuz boyundan biri olan Kınık'a dayandırmaları, bu inanışın bir sonucudur. Selçuklu Devleti'nin adını aldığı şahsiyet, Temür-yalığ unvanlı Dukak'ın oğlu ve Oğuz Yabgusunun sübaşısı Selçuk Bey'dir. Bulunduğu ortamda önemli bir konumda olan Selçuk Bey'in bazı sebeplerle Yabgu'nun yanından ayrılarak Cend'e göçtüğünü, orada Müslüman olduğunu ve bu yeni kimliğiyle Oğuz Yabgusu ile mücadele ettiğini biliyoruz.
Bütün bu süreçte onun karizmatik bir şahsiyete büründüğü, Oğuzların onun etrafında toplandığı görülmektedir. Selçuk Bey'in şahsında oluşan bu karizma ve kut, vefatından sonra oğullarına intikal etmiştir. Her ne kadar oğullarının büyüğü olan Arslanyabgu unvanıyla ailenin reisi olmuş ise de, bu genel bir uygulama haline gelememiştir. Vefat eden "bey", "yabgu" veya "sultan"dan sonra başa geçecek şahsın aile (hanedan) üyesi olması aksi düşünülemeyecek, öncelikli bir şarttır. Ancak hanedanın kırılma noktası veya çıkmazı işte burada başlamaktadır. Bu durumda hangi hanedan üyesinin başa geçeceğinin belirlenmesinde bir teamül oluşamamıştır. Selçuklu tarihi boyunca, değişen şartlara göre, büyük oğul, en yaşlı hanedan üyesi, tayin edilen veliaht veya şu ya da bu sebeple herhangi bir şehzadenin sultan olduğu görülür. Zaman zaman şehzade anneleri veya hanedan dışı güç odakları da bu konuda etkili olmuşlardır. Yani hanedan üyesi her şehzade sultan olabilir. Tabiatıyla bu telakki, siyasi tarihte hatırı sayılır bir yer tutan iktidar mücadelelerini, şehzade isyanlarını da körüklemiştir. Bu mücadelenin sonucunu belirleyici unsur ise hep güç üstünlüğü olmuştur.
Büyük Selçuklu Devleti'nin bölgesel bir uzantısı olan Türkiye Selçuklu Devleti de Selçuklu hanedanından Kutalmışoğulları tarafından kurulmuştur. Süleymanşah ve kardeşleri, amcaları Mikail'in oğulları ile yollarını ayırarak Anadolu'da bağımsız bir devlet kurmayı başarmışlardı. Ancak ilk iki sultan Süleymanşah ve 1. Kılıç Arslan, güneydoğu (el-Cezire, Suriye) siyaseti dolayısıyla Büyük Selçuklular'la girdikleri nüfuz mücadelesinde hayatlarını kaybettiler.
Kutalmışoğulları bu mücadelelere rağmen Anadolu'daki hakimiyetlerini sürdürmeyi başardılar. Diğer Selçuklu şubelerinde olduğu gibi, "kut" inancının tezahürü olarak, şehzadelerin iktidar mücadeleleri devam etmiştir. Hatta eski bir Türk geleneği olan ülke topraklarının yönetiminin hanedan üyelerine taksimi uygulaması da zaman zaman görülmüştür. il. Kılıçarslan'ın 11 oğlunu ülkenin çeşitli bölgelerine tayin etmesinin sarsıntıya sebep olması üzerine bu uygulamadan vazgeçilmiştir.
Sultanın gücünün ve otoritesinin yerle bir edildiği Moğol işgali döneminde, birbirlerine üstünlük sağlayamayan şehzadeler adına yürütülen mücadeleler ülkeyi kaosa sürüklüyordu. Devlet geleneğinde bulunmadığı halde, tahribatı önlemek için tecrübeli, saygın devlet adamları iki veya üç kardeşin ortak hükümdar olması çözümüne başvurmuşlardır.
Ancak hanedanın bütün bu güç kaybına rağmen, meşruiyeti tartışma konusu olmamıştır. Nitekim Sadeddin Köpek ve Cimri meselesinde olduğu gibi, taht iddiasına tevessül edenler de, ancak Selçuklu hanedanına mensup oldukları iddiasıyla ortaya çıkabilmişlerdi.
Nitekim onlar da iddialarına rağmen başarısız olmuşlardır.
Sultan ve Abbasi Halifesi
Büyük Selçuklu Devleti'nin Sünni Abbasi hilafetiyle dostane başlayıp zamanla gerginleşen yoğun ilişkileri ile kıyaslanacak olursa, Türkiye Selçuklularının Abbasi halifeleri ile ilişkileri daha seyrek ve semboliktir. Süleymanşah, Büyük Selçuklu sultanı Melikşah'a rağmen bir meşruiyet arayışı içindeyken bir ara Şii kadı ve hatib tayin edilmesini istemişti. Bu durum Fatımi halifesini tercih ettiği anlamına gelse de, daha ziyade siyasi bakımdan bir meydan okuma olarak kabul etmek gerekir. Türkiye Selçuklu paralarında, Hülagü'nun Bağdat'ı işgalinden (1258) 1266'ya kadar son halife bazen el-İmam el-Musta'sim bi'llah, bazen de el İmam el-Ma'süm bi'llah adıyla zikredilmeye devam edilmiştir. Hilafetin Kahire'ye, Memlüklerin himayesine intikal etmesinden sonraki halifelerin adları hiç zikredilmemiştir. il. Kılıçarslan ve sonraki sultanlar sikkelerinde zaman zaman burhanu / kasimu / nasıru Emiri'l-Mü'minin (Mü'minlerin Emirinin delili/ ortağı/ yardımcısı) ibarelerini kullanmışlardır.
Dikkate değer ilişki ise Fütüvvet teşkilatının başına geçip bu teşkilatın nüfuzundan faydalanarak hilafeti daha etkin hale getirmeye çaba gösteren Halife en-Nasır li-Dinillah'ın Türkiye Selçuklu Sultanı 1. Keykavus'a fütüvvet alametlerini göndererek onu bu teşkilata dahil etmesidir. Bu alametleri getiren devrin büyük mutasavvıflarından Şeyh Şihabüddin Ömer es Sühreverdi, daha sonra yine aynı halife tarafından 1. Keykubad'ın tahta çıkışı dolayısıyla bir kere daha Anadolu'ya gönderilmiştir.
"Metbu" Devlet ve "Tabi"leri
Türkiye Selçuklu Devleti Moğol istilasına kadar, Anadolu'da dönem dönem bazı bölgesel güçleri kendisine tabi kılmıştır. Kilikya Ermeni krallarından 1. Hetum, 1. Keykubad ve il. Keyhusrev zamanında Türkiye Selçuklularına tabi olmak zorunda kalmış ve bastırdığı sikkelerde bu sultanların isim ve unvanlarına yer vermiştir. Ayrıca Mardin ile Amid ve Hısn-Keyfa Artukluları, Erzincan ve Divriği Mengücekleri, Sümeysat ve Haleb Eyyubi melikleri ve Musul atabegi Bedrüddin Lü'lü' de zaman zaman Türkiye Selçuklu sultanlarına tabi olmak zorunda kalmışlardır. Ancak Türkiye Selçukluları bu azamet devrinden sonra, Moğollara tabi duruma düşmüşlerdir.
1243 Kösedağ bozgunundan yıkılana kadar hukuki ve fiili olarak, bölgesel Moğol devleti Altınorda vasıtasıyla Karakorum'daki Büyük Moğol Hanının; sonra da diğer bir bölgesel Moğol Devleti olan İran'daki İlhanlıların boyunduruğu altında kaldılar. Hatta III. Keykubad bastırdığı bazı sikkelere metbu olarak Gazan Han'ın adını koydurmuştur.
Türkiye Selçuklularında Devlet Yönetimi
Yrd. Doç. Dr. Sadi S. Kucur
Marmara Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü
Doğu'dan Batı'ya Yahut Horasan'dan Anadolu'ya Selçuklular
Selçuklu devlet teşkilatının oluşmasını ve etkileşimleri tespit edebilmek için ortaya çıktıkları ve hakim oldukları coğrafya ile komşularının bilinmesi gerekir. Oğuz Türklerinin Kınık Boyu'ndan oldukları bilinen Selçuklu ailesinin erken tarihi, Aral Gölü'nün kuzeyi ile Seyhun Nehri'nin göle dökülen kısmının güney ve kuzeyine hakim olan Oğuz Yabgularının kışlık merkezi Yengikent ile Cend şehrinde başlar. Maveraünnehir'deki Müslüman Samani Devleti'nin sınırında bulunan, dolayısıyla nüfusun Müslüman ve ticari faaliyetin yoğun olduğu Cend şehri, Selçukluların İslamiyet'i kabul ettikleri şehirdir. Buradaki şartlar giderek zorlaşmış ise de Selçuklular, X. yüzyılın sonlarında yıkılmak üzere olan ve Karahanlılar'a karşı direnen Samani Devleti'ne destek verdiler. Bu desteğin bir mükafatı olarak da Maveraünnehr'in merkezinde, Semerkand ve Buhara şehirlerinin üst kısmındaki Nur Kasabası, onlara yurtluk olarak verildi (985).
Samanilerin yıkılışına kadar (1005) da bu desteği devam ettirdiler. İlerleyen zaman içinde Selçuklular, bölgenin iki süper gücü Karahanlılar ile Gaznelilerin arasında varolma mücadelesi verdi. Sonunda Gazneli toprağı Horasan'a hakim olarak devletlerini kurdular (1040). Selçuklular, sonraları Türkistan'da hüküm süren Karahanlılar ve bugünkü Afganistan ile Kuzey Hindistan'a hakim bulunan Gaznelileri, giriştikleri nüfuz mücadelelerinde hep dize getirdiler.
Kuruluştan hemen sonra başlayan fütuhat ile kısa zamanda İran, Irak, Suriye, Doğu ve Güney Doğu Anadolu'ya Selçuklu hakimiyeti yayıldı. İran'da fetih sırasında irili ufaklı birçok mahalli devlet veya emirlik bulunmaktaydı. Bunlar Tuğrul Bey zamanında devlete tabi kılındı. Irak'ta ise Şii Büveyhi Devleti'nin işgali altındaki Abbasi Devleti bulunmaktaydı. Abbasi Halifesinin davetiyle Bağdad'a giren Selçuklular, buradaki Büveyhi tahakkümünü sona erdirdiler ve bu devletin yıkılmasını sağladılar. Abbasi Hilafeti ile ilişkiler başlangıçta dostane başlamışsa da hep böyle devam etmemiş, zaman zaman gerginlikler ve krizler de ortaya çıkmıştır.
Büyük Selçuklu Devleti'nden ilerleyen zaman içinde dört bölgesel Selçuklu Devleti doğdu.
Selçuklu hanedan üyeleri tarafından ve Büyük Selçuklulara tabi olarak Kirman (1048), Türkiye (1075), Suriye (1078) ve Irak (1119) Selçuklu Devletleri kuruldu. Diğerleri Büyük Selçuklu Devleti'ne sonuna kadar tabi kalmışken, Türkiye Selçukluları hanedan içi rekabet nedeniyle, kısa süre sonra bağımsızlığını ilan etmiştir. 1097'de kurulan ve Harizm ile İran'a hakim olan Harizmşahlar ise başlangıçta Selçukluların tayin ettiği Harizm eyaleti valileri iken; sonra bu eyaleti tabi devlete dönüştürdüler. XII. yüzyılın ilk yarısında, Suriye ve Irak Selçuklularının toprakları üzerinde merkezi otoritenin zayıflamasına paralel olarak, aslında yaşça küçük ve tecrübesiz melik şehzadeler adına eyaletleri yöneten atabegler tarafından kurulan ve aynı adla anılan bir çok devlet ortaya çıktı. Bunların başlıcaları Togteginliler/Böriler (Dimaşk), Zengiler (Cezire ve Suriye), İldenizliler (Azerbaycan), Salgurlular (Fars)'dır. Selçuklular komşuları olan gayrimüslim devletler ile Türkistan'da Karahıtaylar, Kafkasya'da Gürcü, Doğu Anadolu ve Kilikya'da Ermeni, Anadolu'da ise Bizans devletleriyle zaman zaman mücadele ettiler.
Türkiye Selçukluları, devlet teşkilatında tabiatıyla uzantısı oldukları Büyük Selçuklu Devleti'ni esas almışlardır. Ancak buna ilave olarak Anadolu'da karşılaştıkları iki önemli olgunun onların devlet teşkilatı üzerindeki etkilerini göz ardı edemeyiz. Bunlardan biri Selçukluların köklü ve gelişmiş bir devlet yapısına sahip olan Bizans toprakları üzerinde kurulmuş olmasıdır. Gerçi Bizans devlet teşkilatının ve müesseselerinin Selçuklular üzerinde etkisinin olup olmadığı veya ne nispette olduğu pek araştırılmamış ise de, az veya çok karşılıklı etkileşimin olmadığını düşünmek mümkün değildir. Diğeri ise Doğu İslam dünyasını kasıp kavuran Moğol istilasının siyasi etkileriyle birlikte devlet teşkilatı üzerindeki fiili müdahaleleridir.
HANEDAN, GULAM VE İKTA SİSTEMİ
Selçuklu devletlerinde devlet teşkilatının temelinde üç ana unsurun bulunduğu görülür. Bunlar tarih boyunca yaygın bir yönetim tarzı olan hanedan yapısı ile bütün devlet mekanizmasının kaynağını teşkil edenğulam ve ikta sistemidir. Aslında bu üç asıl unsur bazı farklılıklar olmakla birlikte genellikle Orta Çağ İslam devletlerinde mevcuttur. Bunların önemi ve özellikleri bilinmeden devlet yapısını tanımanın mümkün olamayacağını belirtmemiz gerekir.
Toplum tarafından kabul görmüş, meşru kabul edilmiş hanedan, devlet başkanı sultanın ve müstakbel sultan adayları olan, eyalet yöneticisi şehzade meliklerin kaynağını oluşturur.
Hanedanın bu özelliği onu tartışmasız ve alternatifsiz kılar. Ancak aynı zamanda hanedan üyeleriyle sınırlı da olsa ölen sultanın yerine kimin geleceğinin belirsizliği, sayısız şehzade isyanını, iktidar mücadelesini körüklemiştir.
Ortaçağ İslam devletlerinde yaygın olarak uygulanan, köle temini ve esir alma yoluyla oluşturulan ğulam sisteminin Selçuklulara Gaznelilerden intikal ettiği anlaşılmaktadır. Bu sistem saraya, merkez ve eyalet bürokrasisine, orduya eğitimli ve nitelikli personel yetiştirir.
Keza bazı farklılıklarla Ortaçağ İslam devletlerinde uygulanan ikta sistemi de Selçuklu devletlerinin temel taşlarındandır. Devlet mülkiyetinin esas alındığı toprak sisteminin (miri arazi) bir sonucu olan ikta, maliyenin uyguladığı gelir vergisi toplama usulü yanında, taşra (eyalet ve vilayet) yönetimi ve savaş zamanı asker toplamayı birlikte sağlayan kapsamlı bir sistemdir.
Hükümdar, saray, hükümet (bürokrasi), taşra yönetimi, maliye ve vergi, ordu gibi devletin bütün organlarına kaynaklık ve nüfuz etmesi, bu üç müessesenin devlet yapısındaki önemini fazlasıyla ortaya koymaktadır.
Diğer Ortaçağ İslam devletlerinde ve uzantısı Büyük Selçuklu Devleti'nde olduğu gibi, Türkiye Selçuklularında da devlet, saraydan başlayıp merkez, eyalet ve ordu teşkilatlarının tamamına nüfuz eden hanedan, ğulam ve ikta sistemleri ile inşa edilmiştir. Ancak Moğol istilasıyla devlet yönetiminde sultanın gücü ve otoritesi fiilen yok olunca, bu ahenk ve denge bozulmuştur. İlhanlı hanları istedikleri şehzadeyi tahta çıkarmışlar, hatta bir sultan tahtta iken diğer bir şehzadeyi de sultan olarak tanıyıp kaosu körüklemişlerdir. Keza vezir, atabeg ve naib-i saltanat makamlarına da kendi istedikleri kimseleri getirmekte; hatta yine bu makamlara sultanın adamlarından başka, doğrudan ilhana bağlı kişileri de tayin edebilmekteydiler.
HANEDAN VE SULTAN
İslam öncesi Türklerde hükümdarlık yetki ve gücünün veya siyasi iktidarın (kut) Tanrı tarafından verildiğine (karizmatik hakimiyet); yani hükümranlığın ilahi bir kaynağa dayandığına inanılmaktaydı. Bu inanışa göre devleti kuran veya başına geçen hükümdarın ancak Tanrı'nın gönderdiği, "kut" verdiği bir soyun mensubu olması gerekmekteydi. Bu anlayışın İslam'ı kabulden sonra da devam ettiği görülür. Nitekim Oğuz boylarından çıkmış bütün hanedanlarda olduğu gibi Selçuklu hanedanının da kendilerini destani Oğuz Han'a, 24 Oğuz boyundan biri olan Kınık'a dayandırmaları, bu inanışın bir sonucudur. Selçuklu Devleti'nin adını aldığı şahsiyet, Temür-yalığ unvanlı Dukak'ın oğlu ve Oğuz Yabgusunun sübaşısı Selçuk Bey'dir. Bulunduğu ortamda önemli bir konumda olan Selçuk Bey'in bazı sebeplerle Yabgu'nun yanından ayrılarak Cend'e göçtüğünü, orada Müslüman olduğunu ve bu yeni kimliğiyle Oğuz Yabgusu ile mücadele ettiğini biliyoruz.
Bütün bu süreçte onun karizmatik bir şahsiyete büründüğü, Oğuzların onun etrafında toplandığı görülmektedir. Selçuk Bey'in şahsında oluşan bu karizma ve kut, vefatından sonra oğullarına intikal etmiştir. Her ne kadar oğullarının büyüğü olan Arslanyabgu unvanıyla ailenin reisi olmuş ise de, bu genel bir uygulama haline gelememiştir. Vefat eden "bey", "yabgu" veya "sultan"dan sonra başa geçecek şahsın aile (hanedan) üyesi olması aksi düşünülemeyecek, öncelikli bir şarttır. Ancak hanedanın kırılma noktası veya çıkmazı işte burada başlamaktadır. Bu durumda hangi hanedan üyesinin başa geçeceğinin belirlenmesinde bir teamül oluşamamıştır. Selçuklu tarihi boyunca, değişen şartlara göre, büyük oğul, en yaşlı hanedan üyesi, tayin edilen veliaht veya şu ya da bu sebeple herhangi bir şehzadenin sultan olduğu görülür. Zaman zaman şehzade anneleri veya hanedan dışı güç odakları da bu konuda etkili olmuşlardır. Yani hanedan üyesi her şehzade sultan olabilir. Tabiatıyla bu telakki, siyasi tarihte hatırı sayılır bir yer tutan iktidar mücadelelerini, şehzade isyanlarını da körüklemiştir. Bu mücadelenin sonucunu belirleyici unsur ise hep güç üstünlüğü olmuştur.
Büyük Selçuklu Devleti'nin bölgesel bir uzantısı olan Türkiye Selçuklu Devleti de Selçuklu hanedanından Kutalmışoğulları tarafından kurulmuştur. Süleymanşah ve kardeşleri, amcaları Mikail'in oğulları ile yollarını ayırarak Anadolu'da bağımsız bir devlet kurmayı başarmışlardı. Ancak ilk iki sultan Süleymanşah ve 1. Kılıç Arslan, güneydoğu (el-Cezire, Suriye) siyaseti dolayısıyla Büyük Selçuklular'la girdikleri nüfuz mücadelesinde hayatlarını kaybettiler.
Kutalmışoğulları bu mücadelelere rağmen Anadolu'daki hakimiyetlerini sürdürmeyi başardılar. Diğer Selçuklu şubelerinde olduğu gibi, "kut" inancının tezahürü olarak, şehzadelerin iktidar mücadeleleri devam etmiştir. Hatta eski bir Türk geleneği olan ülke topraklarının yönetiminin hanedan üyelerine taksimi uygulaması da zaman zaman görülmüştür. il. Kılıçarslan'ın 11 oğlunu ülkenin çeşitli bölgelerine tayin etmesinin sarsıntıya sebep olması üzerine bu uygulamadan vazgeçilmiştir.
Sultanın gücünün ve otoritesinin yerle bir edildiği Moğol işgali döneminde, birbirlerine üstünlük sağlayamayan şehzadeler adına yürütülen mücadeleler ülkeyi kaosa sürüklüyordu. Devlet geleneğinde bulunmadığı halde, tahribatı önlemek için tecrübeli, saygın devlet adamları iki veya üç kardeşin ortak hükümdar olması çözümüne başvurmuşlardır.
Ancak hanedanın bütün bu güç kaybına rağmen, meşruiyeti tartışma konusu olmamıştır. Nitekim Sadeddin Köpek ve Cimri meselesinde olduğu gibi, taht iddiasına tevessül edenler de, ancak Selçuklu hanedanına mensup oldukları iddiasıyla ortaya çıkabilmişlerdi.
Nitekim onlar da iddialarına rağmen başarısız olmuşlardır.
Sultan ve Abbasi Halifesi
Büyük Selçuklu Devleti'nin Sünni Abbasi hilafetiyle dostane başlayıp zamanla gerginleşen yoğun ilişkileri ile kıyaslanacak olursa, Türkiye Selçuklularının Abbasi halifeleri ile ilişkileri daha seyrek ve semboliktir. Süleymanşah, Büyük Selçuklu sultanı Melikşah'a rağmen bir meşruiyet arayışı içindeyken bir ara Şii kadı ve hatib tayin edilmesini istemişti. Bu durum Fatımi halifesini tercih ettiği anlamına gelse de, daha ziyade siyasi bakımdan bir meydan okuma olarak kabul etmek gerekir. Türkiye Selçuklu paralarında, Hülagü'nun Bağdat'ı işgalinden (1258) 1266'ya kadar son halife bazen el-İmam el-Musta'sim bi'llah, bazen de el İmam el-Ma'süm bi'llah adıyla zikredilmeye devam edilmiştir. Hilafetin Kahire'ye, Memlüklerin himayesine intikal etmesinden sonraki halifelerin adları hiç zikredilmemiştir. il. Kılıçarslan ve sonraki sultanlar sikkelerinde zaman zaman burhanu / kasimu / nasıru Emiri'l-Mü'minin (Mü'minlerin Emirinin delili/ ortağı/ yardımcısı) ibarelerini kullanmışlardır.
Dikkate değer ilişki ise Fütüvvet teşkilatının başına geçip bu teşkilatın nüfuzundan faydalanarak hilafeti daha etkin hale getirmeye çaba gösteren Halife en-Nasır li-Dinillah'ın Türkiye Selçuklu Sultanı 1. Keykavus'a fütüvvet alametlerini göndererek onu bu teşkilata dahil etmesidir. Bu alametleri getiren devrin büyük mutasavvıflarından Şeyh Şihabüddin Ömer es Sühreverdi, daha sonra yine aynı halife tarafından 1. Keykubad'ın tahta çıkışı dolayısıyla bir kere daha Anadolu'ya gönderilmiştir.
"Metbu" Devlet ve "Tabi"leri
Türkiye Selçuklu Devleti Moğol istilasına kadar, Anadolu'da dönem dönem bazı bölgesel güçleri kendisine tabi kılmıştır. Kilikya Ermeni krallarından 1. Hetum, 1. Keykubad ve il. Keyhusrev zamanında Türkiye Selçuklularına tabi olmak zorunda kalmış ve bastırdığı sikkelerde bu sultanların isim ve unvanlarına yer vermiştir. Ayrıca Mardin ile Amid ve Hısn-Keyfa Artukluları, Erzincan ve Divriği Mengücekleri, Sümeysat ve Haleb Eyyubi melikleri ve Musul atabegi Bedrüddin Lü'lü' de zaman zaman Türkiye Selçuklu sultanlarına tabi olmak zorunda kalmışlardır. Ancak Türkiye Selçukluları bu azamet devrinden sonra, Moğollara tabi duruma düşmüşlerdir.
1243 Kösedağ bozgunundan yıkılana kadar hukuki ve fiili olarak, bölgesel Moğol devleti Altınorda vasıtasıyla Karakorum'daki Büyük Moğol Hanının; sonra da diğer bir bölgesel Moğol Devleti olan İran'daki İlhanlıların boyunduruğu altında kaldılar. Hatta III. Keykubad bastırdığı bazı sikkelere metbu olarak Gazan Han'ın adını koydurmuştur.
Son düzenleme: