- Konum
- İzmir
-
- Üyelik Tarihi
- 9 Haz 2015
-
- Mesajlar
- 12,474
-
- MFC Puanı
- 1,810
Şehrin yüzü
Cami avlusunda, belediyenin koyduğu tahta banklara verip sırtımı
Önümde dimdik uzanan çınar ağacından ağır ağır düşen çınar yapraklarına bakıp, elimde ki otuzüçlük tespihimle Ya Hafız çekiyorum.
Ya hafız! hıfz eyle bizleri. Düşürme her bir yerlerinden.
Acıyı hak etsek de bu, senden düşmelerin acısı olmasın.
Diğer bankları dolduran aksakallı, külahlı hacı ağabeylerin sayısının çok olması, vaktin bir namaz zamanı olduğunu gösteriyor. Gönlünü mescitlere bağlayanların yüzünde tatlı bir tebessüm. Hepsi abdestlenmiş, bir kulakları ezanda dilleriyle hasbıhal ediyorlar. Ve huzur işte tam oracıktan yayılıyor şehrin asfalt yüzüne.
Hemen ardımda tüm yoğunluğuyla şehir akıyor gri parke taşları döşenmiş yollarında. Sol çarpmazımda bir hacı amca; hükümet konağına doğru yüzü, elinde doksan dokuzluk tespihi, ağır ağır döküyor zamanın gerisine. Bir zamanlar bir tane bile beyazı bulunmayan ağarmış sakalları kaplamış nurdan yüzünü.
Diğer eli, dizlerini bükerek kendine çektiği ayağının parmak uçlarında, belirli ki nasırının sızısı vuruyor yüzüne, hafif ekşi suratı, bu, yüzündeki geçmişin izini saklamaya yetmiyor ama. Deruni bakışlarını gezdiriyor etrafında, gözü gözüme değiyor sonra, selamlıyorum gönül diliyle, başımı hafifçe öne doğru eğip, dudaklarımı kıpırdatarak. Büyüyüveriyor gözleri bana doğru gülümserken,Aleyküm Selaaam diyor dizlerini düzeltip sesini yükselterek.
Memnun oluyor, mutlu oluyor belirli, hiç tanımadığının selamıyla. Gülümsüyorum bende, hafiften başımı sallayarak.
Sağımda ise dürümcü Zeki Amcanın kebap dumanları vuruyor cami avlusuna doğru, doyuruyor havayı, ağır bir kebap kokusu.
Şimdiler de, mermer parçacıklarından yapılmış parke döşeli cami avlusunda, bir zamanlar asma ağaçlarının olduğu geliyor hatırıma, demirden kurulu çardağı çevreleyen.
Asma dalları arasına gizlenen serçelerin ötüşmeleri, kumruların zikri andıran içli sesleri sonra.
Sıcak yaz günlerinde, yaptığımız kartondan seccadelerle Cuma namazı kıldığımız günler Yüreğim bir tuhaf oluyor, hüzün dedikleri böyle bir şey olsa gerek diyorum içimden, tadını severek.
Sol yanında da caminin abdest hanesi vardı, kiminin musluk başlığı bozuk olurdu, sürekli akardı; yerlere damlayan su sesleri eşlik ederdi hocanın hutbesine.
Hayal meyal hatırlarım; sıfıra vurulmuş saçlarıyla kabak hafız vardı o zamanlar, caminin bekçiliğini ve temizliğini yapan.
Tuhaftı, garipti, korkardım ondan. Yaşım küçüktü, galiba ondandı korkmam. Çünkü büyük ağabeyler hiç korkmuyorlardı! dalga geçerlerdi sürekli; ıslak ellerini saçları olmayan başına vurarak.
Kızardı, bağırırdı, üzülürdü belirli, ama unuturdu sonra, yine temizliğe başlardı paçalarını toplayıp, bir acayip adamdı yani.
Caminin ilerisinde de kıraathane vardı önceleri, en çokta ikindi namazlarında biz secdedeyken şıkırdayan okey taşlarının sesi kalmış kulaklarımda.
Merkez Camiinin hatırımda ki o hali de zamanın eskittikleri içerisinde unutulup gitti tabi ki.
Oysa camiler; şehrin, tarihi, yüzü, temsili olmalı. Avlusunda bekleşen sakalları ağarmış, yüreği tazecik kalan hacı amcalar gibi.
Nesilden nesile ulaşan, ama değişmeyen bir mesajı olmalı. Orada ecdadı görmeliyiz, tarihimizi Mimarisiyle, musluk başlıklarıyla bile olsa bizlere bir şeyler anlatmalı
Gözlerim bugüne değdi yine; az ilerimde demir parmaklıklar var, avlunun tam ortasında, ilerisi ise hafif boşluk, ola ki karanlıkta boşluğu fark etmeyip aşağıya düşmesinler diye yapılmış muhtemelen! Hiçbir estetiği olmayan bir demir yığını, boyasını da sanki birisi hayrına vermiş gibi, uçuk bir rengi var, uyuşmuş demirin estetiksizliğiyle.
Ne kadar sakınsam da gözlerim az ilerideki sultan köşküne değiyor yine de, musalla diyorlar oraya. Tüm soğukluğuyla duruyor önümde, üzeri boş Allahtan. Ama yinede soğuk iklimleri taşıyor sade duruşuyla
Kim bilir kimleri ağırladı şimdiye dek; ne ağalar, ne paşalar uzandı üzerine.
Caminin protokol tribünü! Estetiğini üzerine uzanan bedenler tamamlıyor. Ebedi mekândan önceki son durak. Geride bırakacaklarına son bakışın, son hitabın yapılacağı yer.
Dünya işte bu kadar der gibi bakıyor gelip gidene, tüm iştahıyla. En çok da merhumu nasıl bilirsiniz ?sorusuna muhataplığıyla sessiz sessiz duruyor Camiinin hemen önünde..
Cami avlusunda, belediyenin koyduğu tahta banklara verip sırtımı
Önümde dimdik uzanan çınar ağacından ağır ağır düşen çınar yapraklarına bakıp, elimde ki otuzüçlük tespihimle Ya Hafız çekiyorum.
Ya hafız! hıfz eyle bizleri. Düşürme her bir yerlerinden.
Acıyı hak etsek de bu, senden düşmelerin acısı olmasın.
Diğer bankları dolduran aksakallı, külahlı hacı ağabeylerin sayısının çok olması, vaktin bir namaz zamanı olduğunu gösteriyor. Gönlünü mescitlere bağlayanların yüzünde tatlı bir tebessüm. Hepsi abdestlenmiş, bir kulakları ezanda dilleriyle hasbıhal ediyorlar. Ve huzur işte tam oracıktan yayılıyor şehrin asfalt yüzüne.
Hemen ardımda tüm yoğunluğuyla şehir akıyor gri parke taşları döşenmiş yollarında. Sol çarpmazımda bir hacı amca; hükümet konağına doğru yüzü, elinde doksan dokuzluk tespihi, ağır ağır döküyor zamanın gerisine. Bir zamanlar bir tane bile beyazı bulunmayan ağarmış sakalları kaplamış nurdan yüzünü.
Diğer eli, dizlerini bükerek kendine çektiği ayağının parmak uçlarında, belirli ki nasırının sızısı vuruyor yüzüne, hafif ekşi suratı, bu, yüzündeki geçmişin izini saklamaya yetmiyor ama. Deruni bakışlarını gezdiriyor etrafında, gözü gözüme değiyor sonra, selamlıyorum gönül diliyle, başımı hafifçe öne doğru eğip, dudaklarımı kıpırdatarak. Büyüyüveriyor gözleri bana doğru gülümserken,Aleyküm Selaaam diyor dizlerini düzeltip sesini yükselterek.
Memnun oluyor, mutlu oluyor belirli, hiç tanımadığının selamıyla. Gülümsüyorum bende, hafiften başımı sallayarak.
Sağımda ise dürümcü Zeki Amcanın kebap dumanları vuruyor cami avlusuna doğru, doyuruyor havayı, ağır bir kebap kokusu.
Şimdiler de, mermer parçacıklarından yapılmış parke döşeli cami avlusunda, bir zamanlar asma ağaçlarının olduğu geliyor hatırıma, demirden kurulu çardağı çevreleyen.
Asma dalları arasına gizlenen serçelerin ötüşmeleri, kumruların zikri andıran içli sesleri sonra.
Sıcak yaz günlerinde, yaptığımız kartondan seccadelerle Cuma namazı kıldığımız günler Yüreğim bir tuhaf oluyor, hüzün dedikleri böyle bir şey olsa gerek diyorum içimden, tadını severek.
Sol yanında da caminin abdest hanesi vardı, kiminin musluk başlığı bozuk olurdu, sürekli akardı; yerlere damlayan su sesleri eşlik ederdi hocanın hutbesine.
Hayal meyal hatırlarım; sıfıra vurulmuş saçlarıyla kabak hafız vardı o zamanlar, caminin bekçiliğini ve temizliğini yapan.
Tuhaftı, garipti, korkardım ondan. Yaşım küçüktü, galiba ondandı korkmam. Çünkü büyük ağabeyler hiç korkmuyorlardı! dalga geçerlerdi sürekli; ıslak ellerini saçları olmayan başına vurarak.
Kızardı, bağırırdı, üzülürdü belirli, ama unuturdu sonra, yine temizliğe başlardı paçalarını toplayıp, bir acayip adamdı yani.
Caminin ilerisinde de kıraathane vardı önceleri, en çokta ikindi namazlarında biz secdedeyken şıkırdayan okey taşlarının sesi kalmış kulaklarımda.
Merkez Camiinin hatırımda ki o hali de zamanın eskittikleri içerisinde unutulup gitti tabi ki.
Oysa camiler; şehrin, tarihi, yüzü, temsili olmalı. Avlusunda bekleşen sakalları ağarmış, yüreği tazecik kalan hacı amcalar gibi.
Nesilden nesile ulaşan, ama değişmeyen bir mesajı olmalı. Orada ecdadı görmeliyiz, tarihimizi Mimarisiyle, musluk başlıklarıyla bile olsa bizlere bir şeyler anlatmalı
Gözlerim bugüne değdi yine; az ilerimde demir parmaklıklar var, avlunun tam ortasında, ilerisi ise hafif boşluk, ola ki karanlıkta boşluğu fark etmeyip aşağıya düşmesinler diye yapılmış muhtemelen! Hiçbir estetiği olmayan bir demir yığını, boyasını da sanki birisi hayrına vermiş gibi, uçuk bir rengi var, uyuşmuş demirin estetiksizliğiyle.
Ne kadar sakınsam da gözlerim az ilerideki sultan köşküne değiyor yine de, musalla diyorlar oraya. Tüm soğukluğuyla duruyor önümde, üzeri boş Allahtan. Ama yinede soğuk iklimleri taşıyor sade duruşuyla
Kim bilir kimleri ağırladı şimdiye dek; ne ağalar, ne paşalar uzandı üzerine.
Caminin protokol tribünü! Estetiğini üzerine uzanan bedenler tamamlıyor. Ebedi mekândan önceki son durak. Geride bırakacaklarına son bakışın, son hitabın yapılacağı yer.
Dünya işte bu kadar der gibi bakıyor gelip gidene, tüm iştahıyla. En çok da merhumu nasıl bilirsiniz ?sorusuna muhataplığıyla sessiz sessiz duruyor Camiinin hemen önünde..