Daha dündü elimizden annemizin tutup bizi tay tay diyerek yürüttüğü.Ben dizlerimin üstünde kalkıp koştuğum gün dünyayı kucaklayacağımı sanmıştım.O kadar kolaydı sanki.
Üzerinden çok zaman geçti.Hala düşüyoruz parkta oynayan çocuklar gibi.Hala saç saça baş başa kavgalar ediyoruz yetişkin parklarımızda iki-üç bilye için, bir kaç boş köşe kapmak için.
Hi-men zamanlarıydı sanırım, kendimi dünya kahramanı ilan edişim.Her şeyi halledecek, ülkeler fethedecektim, en zor işleri başaracak ve alkışlanacaktım tüm dünya tarafından.Bir yanım Cüneyt Arkındı biraz, bir yanım Kadir İnanır.
İlk hezimetimi ne zaman yaşadım bilmem ama kahraman filan değil, sıradan bir insanoğlu olduğumu anlamam çok uzun sürmedi.
Kendi kendime muktedir olmayıp, ciğerlerim olmasa, kalbim olmasa nefes bile alamayacağımı bir gece uykudan soluksuz fırladığımda anlamışım, yapayalnız adını sanını kimsenin bilmediği bir sahte kahraman olduğumu bir saklambaçta arkamdan itilince düşüp de elimi tutan olmayınca anladım.
Evet, hepimiz birlikteyken kalabalıktık ama aslında kocaman bir yalnızlıktı yaşadığımız.Baksanıza, annemiz bile yalnız bırakıyordu ilkokulun kapısından girince..Babamız akşama kadar işteydi, gene yalnızdık.Ablamız gelin olup gidiyordu, uzak yakın akrabalarımız akşam olunca bırakıp gidiyordu.Giden gideneydi, bize kalan kocaman bir yalnızlıktı..Bizi asla yalnız bırakmayanı (c.c) görmek için içimizin daha tenhalaşması gerekiyordu, ama bunu fark etmiyor, peşinden koşuyorduk kalabalıkların..
Ama çok geçmeden gördüm ki içimdeki yalnızlık odaları bir bir çoğalınca anladım ki dünya kocamansa da içimizdeki dünya daha kocamandı ve bu içtekini fethetmek diğerinden daha zordu.Galaksiler savaşı asıl içimde yaşanıyordu.Star Warsın en yeni bölümleri içimde çekiliyordu ve ben bu savaşta daha da yapayalnızdım.
Zaman geçtikçe kitaplar okuduk.Anladık kli yalnızlık dediğimiz şey, melankoliyle karışık arabesk ekmek arası yaptığımız bu buruk duygular bize Onu (c.c) bulalım diye verilmiş esas duygulardı.
Bu kalp seni unutur mu? derken kalbin yaratıcısına olan iştiyakını söylüyorduk esasen, beni bırakma! derken Rabbimizce ihmal edilmeyen ancak mühlet verilen günahkarlardan olmamak için affın eteklerine yapışıyorduk.Ama biz Leylaların ardı sıra koşarken bunları fark etmiyor, bir teselli ver diyorduk fani mahbublara, içimizdeki yalnızlıktan kurtulmak için..
İnsanoğlu kendi girdabını kendi hazırlar, tıpkı kendi ağına düşüp yapışan örümcek gibi.Kendi elleriyle eşya alır borca sokar kendini, kendisi sever evlenir, mutsuzluğuna davetiyedir eşe dosta gönderdiği..Ev alır mezarını kazar kendine, araba alır, kendi ayağıyla ölümün peşi sıra sürer son sürat.
Bu hiç bir şey yapmayalım demek değil elbette.Ancak elimizi neye uzatırsak az ötede kaderin ellerini oğuşturarak beklediği bilinciyle yapalım demektir daha çok.Kalıcı konut denen şeylerin peynir gibi eridiği, düşlerimdeki adam-kadın deyip peşine düştüğümüzün ilk durakta indiği, malım denenin elden kelebek gibi uçtuğu, evladın baş düşman, eşin baş yargıç olabildiği fani, yalandan dolandan ibaret ve Allah indinde hükmü bir su damlacığı kadar bile olmayan uyduruktan bir dünyada yaşadığımızı ve yapayalnız gelip, yapayalnız gideceğimizi bir an bile aklımızdan çıkarmayalım..
Şimdi dinlediğim bir şarkı ufkumu daha açtı.Alvarlı Efe Hz.leri için denen bir menkibe vardır; muhterem o kadar derin düşünen biri imiş ki her sözden her sazdan ilahi bir mesaj alır, Rabbe doğru bir selam çakarmış.Bir yerde dört güzeller, dört güzeller diye bir nağme-şarkı duyunca ağlamaya başlamış.Demişler Üstad, ne ağlarsın şu malayani şarkıya? Demiş ki: Hiç olur mu? Baksanıza adam yanık yanık Efendimizin 4 sahabe-yi güzinine methiyeler düzüyor.
Ben de şimdi Sezenin bir şarkısını dinleyince aynı psikolojiye girdim.Vazgeçtim diyor Sezen ablamız.Ne güzel söylüyor.Ben de katılıyorum.ben de bu dünyanın makyajlı,kara lekeli, sahte yüzünden, diplomatik-politik entrikalarından, dili, eli,kalbi, nefsi, bedeni başka başka dillerde konuşan, her yöne dansöz gibi dönen insanlarından vazgeçtim.
Aynı delikten milyon kere sokabilen kabiliyette insanlardan ve hala o insana birmilyonsıfırbirinci kez sokulmaktan vazgeçtim.
Bile bile ladeslerden, sonu belli cümlelerden, denize atılan taşın sekişi gibi sürekli kendi içinde sekip duran isanlardan, milyon kez söylediğim birine aynı lafı birmilyonsıfırbirinci kez söylemekten..vazgeçtim..
Dediğim dedik-çaldığım düdük diyen insanların ellerindeki düdüğü ancak İsrafil kendi düdüğüne, Sura üfürünce bırakabileceklerini anladım artık, sesimi çıkarmadan o günü beklemeye karar verip, sustum, varsın kopsun apaçık başlarına kıyamet , uyarmaktan vazgeçtim..
Hayat, ey akıp giden şehrin ışıltılı dünyası, bana sorarsan sen de sus bir kenarda bekle artık.Senin de defterin dürülecek, başına kıyamet koptuğunda insanların.Sana da hesabı sorulacak çevirdiğin dümenlerin.
Femen yamel miskàle zerretin hayran yerah. Ve men yamel miskàle zerretin şerran yerah
Zerre kadar hayır işleyen onun karşılığını görecek. Öyle yapmayan, şer işleyen, kusurlu günahlı işleri yapan, yaşayışı Allahın rızasına uygun olmayan da cezalara uğrayacak..
İyi ki mahşer var, iyi ki ahirete inanmışız.İyiki yaşamak denen külfetli hayat, ölüm denen nimetle taçlandırılmış.
Yoksa kim katlanır bu mihnete?
Kim yaşamaya bu denli tutunabilir hala arsızca?
Üzerinden çok zaman geçti.Hala düşüyoruz parkta oynayan çocuklar gibi.Hala saç saça baş başa kavgalar ediyoruz yetişkin parklarımızda iki-üç bilye için, bir kaç boş köşe kapmak için.
Hi-men zamanlarıydı sanırım, kendimi dünya kahramanı ilan edişim.Her şeyi halledecek, ülkeler fethedecektim, en zor işleri başaracak ve alkışlanacaktım tüm dünya tarafından.Bir yanım Cüneyt Arkındı biraz, bir yanım Kadir İnanır.
İlk hezimetimi ne zaman yaşadım bilmem ama kahraman filan değil, sıradan bir insanoğlu olduğumu anlamam çok uzun sürmedi.
Kendi kendime muktedir olmayıp, ciğerlerim olmasa, kalbim olmasa nefes bile alamayacağımı bir gece uykudan soluksuz fırladığımda anlamışım, yapayalnız adını sanını kimsenin bilmediği bir sahte kahraman olduğumu bir saklambaçta arkamdan itilince düşüp de elimi tutan olmayınca anladım.
Evet, hepimiz birlikteyken kalabalıktık ama aslında kocaman bir yalnızlıktı yaşadığımız.Baksanıza, annemiz bile yalnız bırakıyordu ilkokulun kapısından girince..Babamız akşama kadar işteydi, gene yalnızdık.Ablamız gelin olup gidiyordu, uzak yakın akrabalarımız akşam olunca bırakıp gidiyordu.Giden gideneydi, bize kalan kocaman bir yalnızlıktı..Bizi asla yalnız bırakmayanı (c.c) görmek için içimizin daha tenhalaşması gerekiyordu, ama bunu fark etmiyor, peşinden koşuyorduk kalabalıkların..
Ama çok geçmeden gördüm ki içimdeki yalnızlık odaları bir bir çoğalınca anladım ki dünya kocamansa da içimizdeki dünya daha kocamandı ve bu içtekini fethetmek diğerinden daha zordu.Galaksiler savaşı asıl içimde yaşanıyordu.Star Warsın en yeni bölümleri içimde çekiliyordu ve ben bu savaşta daha da yapayalnızdım.
Zaman geçtikçe kitaplar okuduk.Anladık kli yalnızlık dediğimiz şey, melankoliyle karışık arabesk ekmek arası yaptığımız bu buruk duygular bize Onu (c.c) bulalım diye verilmiş esas duygulardı.
Bu kalp seni unutur mu? derken kalbin yaratıcısına olan iştiyakını söylüyorduk esasen, beni bırakma! derken Rabbimizce ihmal edilmeyen ancak mühlet verilen günahkarlardan olmamak için affın eteklerine yapışıyorduk.Ama biz Leylaların ardı sıra koşarken bunları fark etmiyor, bir teselli ver diyorduk fani mahbublara, içimizdeki yalnızlıktan kurtulmak için..
İnsanoğlu kendi girdabını kendi hazırlar, tıpkı kendi ağına düşüp yapışan örümcek gibi.Kendi elleriyle eşya alır borca sokar kendini, kendisi sever evlenir, mutsuzluğuna davetiyedir eşe dosta gönderdiği..Ev alır mezarını kazar kendine, araba alır, kendi ayağıyla ölümün peşi sıra sürer son sürat.
Bu hiç bir şey yapmayalım demek değil elbette.Ancak elimizi neye uzatırsak az ötede kaderin ellerini oğuşturarak beklediği bilinciyle yapalım demektir daha çok.Kalıcı konut denen şeylerin peynir gibi eridiği, düşlerimdeki adam-kadın deyip peşine düştüğümüzün ilk durakta indiği, malım denenin elden kelebek gibi uçtuğu, evladın baş düşman, eşin baş yargıç olabildiği fani, yalandan dolandan ibaret ve Allah indinde hükmü bir su damlacığı kadar bile olmayan uyduruktan bir dünyada yaşadığımızı ve yapayalnız gelip, yapayalnız gideceğimizi bir an bile aklımızdan çıkarmayalım..
Şimdi dinlediğim bir şarkı ufkumu daha açtı.Alvarlı Efe Hz.leri için denen bir menkibe vardır; muhterem o kadar derin düşünen biri imiş ki her sözden her sazdan ilahi bir mesaj alır, Rabbe doğru bir selam çakarmış.Bir yerde dört güzeller, dört güzeller diye bir nağme-şarkı duyunca ağlamaya başlamış.Demişler Üstad, ne ağlarsın şu malayani şarkıya? Demiş ki: Hiç olur mu? Baksanıza adam yanık yanık Efendimizin 4 sahabe-yi güzinine methiyeler düzüyor.
Ben de şimdi Sezenin bir şarkısını dinleyince aynı psikolojiye girdim.Vazgeçtim diyor Sezen ablamız.Ne güzel söylüyor.Ben de katılıyorum.ben de bu dünyanın makyajlı,kara lekeli, sahte yüzünden, diplomatik-politik entrikalarından, dili, eli,kalbi, nefsi, bedeni başka başka dillerde konuşan, her yöne dansöz gibi dönen insanlarından vazgeçtim.
Aynı delikten milyon kere sokabilen kabiliyette insanlardan ve hala o insana birmilyonsıfırbirinci kez sokulmaktan vazgeçtim.
Bile bile ladeslerden, sonu belli cümlelerden, denize atılan taşın sekişi gibi sürekli kendi içinde sekip duran isanlardan, milyon kez söylediğim birine aynı lafı birmilyonsıfırbirinci kez söylemekten..vazgeçtim..
Dediğim dedik-çaldığım düdük diyen insanların ellerindeki düdüğü ancak İsrafil kendi düdüğüne, Sura üfürünce bırakabileceklerini anladım artık, sesimi çıkarmadan o günü beklemeye karar verip, sustum, varsın kopsun apaçık başlarına kıyamet , uyarmaktan vazgeçtim..
Hayat, ey akıp giden şehrin ışıltılı dünyası, bana sorarsan sen de sus bir kenarda bekle artık.Senin de defterin dürülecek, başına kıyamet koptuğunda insanların.Sana da hesabı sorulacak çevirdiğin dümenlerin.
Femen yamel miskàle zerretin hayran yerah. Ve men yamel miskàle zerretin şerran yerah
Zerre kadar hayır işleyen onun karşılığını görecek. Öyle yapmayan, şer işleyen, kusurlu günahlı işleri yapan, yaşayışı Allahın rızasına uygun olmayan da cezalara uğrayacak..
İyi ki mahşer var, iyi ki ahirete inanmışız.İyiki yaşamak denen külfetli hayat, ölüm denen nimetle taçlandırılmış.
Yoksa kim katlanır bu mihnete?
Kim yaşamaya bu denli tutunabilir hala arsızca?