Neler yeni
MEGAForum - Teknoloji Forumu

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı yada giriş yapmalısınız. Forum üye olmak tamamen ücretsizdir.

  • Web sitemizin içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için Web sitemize kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Web sitemize üye olmak tamamen ücretsizdir.
  • Sohbetokey.com ile canlı okey oynamaya ne dersin? Hem sohbet et, hem mobil okey oyna!
  • Soru mu? Sorun mu? ''Bir Sorum Var?'' sistemimiz aktiftir. Paylaşın beraber çözüm üretelim.

Sanat Terimleri Sözlüğü-3

Ragnar

Bilgi size güç verir ama karakter saygı uyandırır
MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    12 Kas 2020
  • Mesajlar
    2,474
  • MFC Puanı
    29,290
HACİM (FORM): Heykel gibi, mekânda yer işgal eden bir kütleye veya hacme dairdir. Bu yanılsamayı sağlayabilmek için sanatçılar modele etme veya tarama gibi teknikler kullanırlar.

HAREKET (DİNAMİZM): Enerjisi veya gücü var gibi görünen, resimlerin devinim halinde olduğu izlenimi veren yanları. Bu devinim aslında gerçekte yoktur; ancak öznelerin akla getirdiği gayretkeş eylemlerin yarattığı yanılsamadır.

HAVA PERSPEKTİFİ: “Atmosferik Perspektif” olarak da bilinir. Resim sanatında fon farklılıklarıyla yaratılan derinlik yanılsaması. Uzaktaki nesnelerin havanın etkisiyle daha açık tonla algılanması temeli üzerine kurulmuştur. Atmosferdeki nem, toz parçacıkları ve benzeri maddeler, ışığın saçılmasına neden olur. Bu saçılmanın derecesiyse renge, yani ışığın dalga boyuna bağlıdır. Kısa dalga boyuna sahip olan mavi en fazla saçılım yarattığından, renklerin uzaklaştıkça maviye çaldığı görülür. Uzun dalga boyuna sahip olan kırmızıysa en az saçılıma olanak tanıdığından, uzaktaki parlak nesnelerde mavinin azalmasına ve renklerin kırmızıya çalmasına neden olur.

Bir terim olarak ilk kez Leonardo da Vinci tarafından kullanılmakla birlikte hava perspektifi Antik Çağ’dan beri bilinmektedir. ROMA döneminde Pompei’deki duvar resimlerinde kullanılmış, 8.yy’daysa ÇİN resimlerinde görülmüş ve en yetkin düzeyine Song dönemi manzara resimleriyle ulaşmıştır. Bütün Ortaçağ boyunca unutulan bu teknik, 15. yy’da Flaman ressamlarınca yağlıboya resimle birlikte yeniden kullanılmaya başlanmıştır. 16. yy’da Vinci’nin dışında bu teknikten yararlanan en önemli RÖNESANS ressamları CORREGGİO ve Tızıano’ydu. 17. yy’da Rubens, Claude Lorrain, Albert Cuyp ve Hobbema özellikle manzara resimlerinde hava perspektifini ustaca kullanmışlardır. Bu tekniği bütün olanaklarıyla doruk noktasına çıkaran sanatçıysa J.M.W.Turner olmuştur. Turner’in resimlerinde sonsuza uzanan mekân duygusu ve buğulu atmosfer, daha sonra Monet ve İzlenimcilik’in öbür temsilcileri tarafından da kullanılmıştır.

IŞIK – GÖLGE (CHİARASCURO): Tek renkli resimlerde ton farklılıklarıyla elde edilen aydınlık ve karanlık alanları tanımlar. Resimden önce ağaç baskıda uygulanan ışık- gölge karşıtlığı figüre heykelsi bir görünüm kazandırır. Resim alanında önce Leonardo da Vinci’nin yapıtlarında uygulanmakla birlikte, Barok dönemde yaygınlık kazanır ve Romantik dönemde de yoğun duygusal etki yaratmak amacıyla kullanılır.

Çizgisel bir kompozisyonda ışık genel anlamda kullanılırken, Leonardo sonrasında ve özellikle de Barok dönemde genellikle kompozisyonun bir köşesinden geldiği düşünülen diyagonal ışık kullanımı söz konusudur ve kompozisyonun ışıklı kısmı belirginlik kazanır. Böylelikle Barok resim bir tiyatro sahnesi kullanılan ışık da takip ışığı gibi algılanır. Işığın verdiği imkânlar çerçevesinde sınırlanan kontur çizgisinin eriyip arka fondaki gölgeli kısma geçmesi ışık- gölge kullanımına dayalı kompozisyonların tipik özelliğidir.

İDEALİZM: İdealizm en basit deyişle standartlaşmış biçim anlamına gelir. Sanat alanında maddesel bir nesneyi değil de, onun zihinsel kavramının tasarımını karşılayan sanat yapıtı, aslında bir ideanın tasarımıdır. Platon’ a göre idealar tek gerçekliklerdir ve sanatın gerçek işlevi de tek gerçeklikler olan bu ideal biçimlerin yansıtılmasıdır. Böylece mimesis ( öykünme, taklit) kuramı oluşur. Mimesis kuramının oranlara, klasik armoni kurallarına ve geometriye dayalı ilgisinin yüzyıllardır insan zihninde yer alması sanatçıları seçme yapmaya zorlamış ve mutlak güzellik anlayışına ulaşmak için ideal biçimler yaratılmıştır.

İdeal sanatın kurucuları Yunanlı sanatçılardır. Yunan tanrı ve tanrıçalarında, Roma’ da imparatorluk tasvirlerinde, Rönesans’ ta genel figür anlayışı içerisinde kullanım bulan bu anlayıştan, modern dönemde de lider tasvirleri söz konusu olduğunda yararlanılmıştır.

İKONOGRAFİ: 1. Dinsel içerikli sanat yapıtlarında dinsel olay ya da kişi ile ilgili tipleşmiş hatta bir ölçüde standartlaşmış biçim düzenlerini veya kalıplarını inceleyen bilimsel disiplin. 2. Simgesel dil.

İZOKEFALİ: Bir kompozisyonda tüm figürlerin boy ve önem farkı gözetilmeksizin başları aynı hizaya gelecek biçimde yerleştirilmesi. Özellikle Yunan sanatının Klasik Dönem kabartmaları için kullanılan bu terim, resim ve grafik sanatında da geçerlidir.

JANR-TÜR RESMİ: 17. yy itibariyle burjuva kesiminin gündelik yaşamını gerçekçi bir biçimde betimleyen küçük boyutlu resimler için kullanılmaktadır. Tür resminin konusunu orta sınıfın ve de özellikle de köylülerin yaşamı oluşturur. 17. yy Hollanda’ sının Protestan kesiminde öne çıkan bu tür resimler, boyutları itibariyle burjuva kesiminin evlerine de girebilmiştir. Karşıt görüşler bulunmakla birlikte bu resimlerde Protestan ahlakının yüceltildiği ve resimlerin her birinin ahlaki çıkarımlar sağladığı bilinir.

KADRAJ: Her türlü resimsel düzenin çerçeve sınırlarının belirlenmesi işlemi. Özellikle fotoğraf sanatı ürünleri için kullanılır.

KAPALI KOMPOZİSYON: Resim sanatında bir yüzey üzerinde betimlenen tüm gerçekliğin kompozisyonun sınırları içinde bulunması durumu. Böyle bir kompozisyonda betinin tümü resim düzlemi içinde bulunmak zorundadır; sadece bir kesiminin resmedilmesi söz konusu olamaz. Doğal gerçeklik düzleminde betimlenmesi amaçlanan tüm nesneler düzenli bir “istif” içinde bakış açısı içinde yer almazlar. Kapalı kompozisyon bunları sanatsal gerçeklik düzleminde yeniden ürettiği zaman, hepsi bakış açımız içinde bulunuyormuşçasına betimler.
Kapalı kompozisyonun en belirgin örnekleriyle Rönesans sanatında karşılaşılır. Bu tür örnekler, resim düzlemi üzerinde betimlenenin dışında dışın da kalan dünyayla ilgili hiçbir ipucu vermezler. Buna karşılık, karşıt uç olan açık kompozisyonda ve onun en yoğun kullanıldığı Barok’ta, betiler doğadan alınmış bir kesitmişçesine kompoze edilir. Doğal gerçeklik kompozisyonu sınırlarının ötesinde de varlığını sürdürmektedir; resim bu izlenimi vermeyi amaçlar.

KARŞITLIK: Resmin diğer tüm unsurları arasındaki karşıtlıklar resmin anlatım olanaklarının en önemli unsurlarından birisidir.

KARŞI SANAT:
Dadacılarca öne sürülen bir terim. Her tür akademikleşmiş sanata karşı olan dada akımı yandaşlarınca günün geçerli tutucu eğilimlerini eleştiri amacıyla üretilen tüm yapıtları niteler. Bu eleştirel tutum bir pisuarın sanat yapıtı olarak sergilenmesine dek varmıştır. İster eklektisist ister modern doğrultuda olsun, sanatta yaratma sorunuyla ilgilenen tüm anlayışları yadsımıştır. Karşı-sanat yandaşları için bir biçim bulma ya da oluşturma kaygısı söz konusu değildir. Onlar biçimleri veya sanatsal öğeleri, ancak, çevrelerindeki nesneler arasından seçerler; ama kendileri bir üretime kalkışmazlar.

KITSCH: Özellikle 20. yy içinde üretilmiş çeşitli nesnelerde rastlanan zevksiz, kökeni belirsiz ve estetik değer taşımayan bir tasarım anlayışını nitelemek için kullanılan bir terim. Türkçede yakın anlamlı olarak “rüküş” sözcüğüyle karşılanabilir. Kitsch, grafikten endüstri tasarımına ve mimarlığa kadar uzanan geniş bir alanda estetik düzey düşüklüğünü nitelemek için kullanılır. Stuttgart’ta bu tür ürünleri sergilemek için bir de müze açılmıştır.

KOLÂJ: Dadacılarca yaratılmış bir resim tekniği. Elde mevcut her türlü basılı, çizili ya da foto grafik malzemenin bir yüzey üzerine yeni bir kompozisyon oluşturacak düzende yapıştırılmasıyla elde edilir. Böylelikle, kendileri sanatsal nitelikte olmayan çeşitli malzemeler, yalnızca yeni bir kompozisyon oluşturmak için kullanılmaları sayesinde bir sanat yapıtı meydana getirirler. Bu durumda sanatsal üretim süreci, sadece bir kompoze etme etkinliğine indirgenmiş olur.

KOMPOZİSYON: Bir sanat yapıtında öğelerin düzenlenmesi – bir ölçüde iskelete benzetilebilir – vazgeçilemez ancak görünmez olan alt yapı.

KONSTRÜKSİYON: 1. Bir yapıda taşıyıcı nitelikte olan ya da olmayan bütün imalatlar. Bir inşa etme eylemi sonucunda ortaya çıkan ve bir araya gelerek yapıyı oluşturan öğeler bütünü. 2. İnşa etme etkinliği. Yapım.

KONTRAPOSTO YA DA KONTRAPOST: Resim ve heykelde insan betisi resmedilir ya da heykeli yapılırken kullanılan klasik duruş (poz) biçimlerinden biri. Bu pozda ayakta duran kişi, kalçası ve bacaklarıyla gövdesinin üst kesimi hafifçe farklı yönlere dönük olarak betimlenir. Sözcüğün kökeni İtalyanca “contrapposto”dur.

KONTUR:
Dış çizgi. Bir nesnenin dış hatları, sınırları anlamına gelen terim, nesnelerin siluetlerinin ya da kütle içindeki biçimlerinin çizgisel olarak belirlenmesine yarar.

KROKİ:
Resim sanatında yalnızca çizgi ile yapılan ve ana hatları gösteren, ayrıntılara inmeyen taslak. Kroki bir yapıtın ön çalışması niteliğinde olabileceği gibi, böyle bir amaç gözetilmeden de yapılabilir. “Eskiz” sözcüğü ile yakın anlamlıdır. Mimarlıktaysa, daha çok, bir yapıyı çevresiyle birlikte gösteren ayrıntısız ve şematik bir plan anlamına gelir.

KROMATİK: Sanat yapıtında “renkli” anlamında niteleyici olarak kullanılır.

MAKET: Var olan ya da tasarlanan bir yapıtın tümünün ya da bir bölümünün ya da bir yapı elemanının, ölçekle küçültülerek ya da büyültülerek yapılan üç boyutlu temsili modeli.

MODELAJ: Kil ve bal mumu gibi şekillendirmeğe uygun gereçleri, özel tahta kalemleriyle ya da elle şekillendirme sanatı. Bu biçim heykel yapımında döküm ya da model için kullanılabileceği gibi, sanatsal bir ürün olarak da değerlendirilebilir. Terim; resim, çizim ve fotoğrafçılıkta ışık, ton karşıtlığı, renk ve perspektif denetimiyle iki boyutlu biçimlere gerçekteki üç boyutluluk yanılsamasını kazandırmak için yapılan uygulamayı karşılar.

MODLE ETME: Resimde gölgeleri, gölgelemeyi ve ışıklı noktaları kullanarak biçimlerin gerçek oldukları ve hacme sahip oldukları yanılsamasını sağlama tekniği. Resim ve heykelde form verme işi.

MONOKROMİ: Bütün görsel sanatlar ve mimarlıkta tek renklilik. Yalnızca siyah ve çeşitli gri tonları kullanılarak yapılabileceği gibi, aynı rengin tonlarıyla da gerçekleştirilebilir. Polikromi (çok renklilik) sözcüğünün karşıt anlamlısıdır.

MOTİF: Bir yapıtta yinelenen çizgi ve renklerin her birine verilen ad.

MULAJ: 1. Heykel yapımı için alçı ya da metal eriyiğini kalıba dökme işlemi. 2.Herhangi bir nesnenin alçı ya da bal mumu ile kalıbının alınması işlemi. 3. Yukarıdaki işlerin sonucunda elde edilen kalıp.

NAİF RESİM:
Herhangi bir mesleki eğitim görmemiş ressamlarca üretilen ve çocuksu bir betimleme anlayışını yansıtan resim sanatı ürünleri. Naif resim perspektifin kuralların yadsıyışı ve çocuksu anlatımı dışında genel üslup özellikleri göstermez. Naif ressamlarca geliştirilen teknik ve üsluplar, hemen daima kişisel niteliktedir. Bunlarda çoğu kez büyük bir ayrıntı zenginliği gözlemlenir. Dış gerçekliği akademikleşmiş yanılsama teknikleriyle değil de, adeta “masum bir gözle” algılayıp betimlemeleri açısından sanatsal değer taşırlar. 19. yüzyılın ikinci yarısında beliren Naif Resim’ in en tanınmış ustaları H. Rousseau ve G. Moses’dir.

NONFİGÜRATİF SANAT: Resim ve heykelde, gerçek varlık ve nesnelere gönderme yapan betileri kullanmayan sanat anlayışı. Nonfigüratif sanatta betiler gerçek birer nesne ya da varlık olarak tanınamazlar. Onlar yalnızca sanatsal gerçeklik düzleminde var olurlar.

“Non-figüratif sanat” sözcükleri günümüzde artık sanat yazını alanında pek kullanılmamaktadır. Sözcük anlamının “betisel olmayan sanat” oluşu nedeniyle, “nonfigüratif” nitelemesi gerçekte bu sanat anlayışını tam olarak anlatamamaktadır. Hangi anlayışta üretilirlerse üretilsinler, tüm resim ve heykel yapıtları betisel niteliktedir. Dolayısıyla, ayırıcı ölçüt bu değil, betilerin gerçek varlıklara mı, yoksa sanatçının imgelem dünyasına mı gönderme yaptığıdır. Bundan ötürü, nonfigüratif sanat yerine günümüzde Soyut Sanat terimi yeğlenmektedir.

OEUVRE: Fransızca kökenli bu sözcük, bir sanatçının yaşamı boyunca ürettiği tüm yapıtları ifade eder. Türkçede çok seyrek kullanılır.

ORAN: Resimde oranlar ile çok farklı yanılsamalar sağlanabilir.

ÖNE ÇIKARMA: Resmin içindeki bir veya bir kaç öğenin vurgulanması.

ÖZGÜN BASKI:
Çeşitli basım teknikleriyle çoğaltılmış resimsel sanat yapıtı. Bir yapıtın özgün baskı sayılabilmesi için çoğaltılmak amacıyla yaratılması gerekir. Örneğin, ünlü tabloların basım yoluyla çoğaltılması (reprodüksiyon) tekniği bir özgün baskı türü değildir. Özgün baskı yapımında her türlü kazı resim tekniği yanında, serigrafi, taşbaskı vs. gibi teknikler de kullanılır.

PANORAMA (PANORAMA): 1. Bir doğal ya da kentsel manzarayı ufka kadar uzanan ve çok geniş bir bakış açısıyla betimleyen resim. 2. Büyük boyutlu panoramaları sergilemek amacıyla inşa edilmiş yapı türü. Silindir biçiminde olan ve ışığı üstten alan bu yapılarda, resim tüm düşey yüzeyleri kesiksiz olarak kaplar ve silindirin tabanında bulunan yükseltilmiş bir platformdan seyredilirdi. Bu türden ilk gösteri 1799′da Paris’te R. Fulton tarafından yapılmış, sonraları, 19. yüzyıl boyunca tüm Avrupa kentlerinde yaygınlaşmıştı. Panorama yapılarında genellikle doğal görüntüler ve savaş sahneleri sergilenirdi.

PENTÜR: Yağlıboya tablo anlamında kullanılır. Kökeni Fransızcadır.

PERSPEKTİF: Üç boyutlu gerçeklikleri iki boyutlu resim düzlemi üzerinde betimleyerek, üçüncü boyut yanılsaması yaratma işine yarayan bir resim ve çizim tekniği. Antikite de bugünkü anlamıyla perspektif tekniği kullanıldığı söylenemezse de, örneğin, Pompei duvar resimlerinde üçüncü boyut verme çabası önemli bir yer tutar. Fakat gerçek perspektifin ancak 15. yüzyılda Rönesans’la birlikte ortaya çıktığı kesindir.

PİGMENT: Her türlü boyanın renk verici ana maddesi.

PİTORESK: Estetik etkiyi matematiksel düzen bağıntılarıyla değil de, doğadaki gibi bir rastlantısallıkla elde etmeye çalışan her tür sanatsal tutumu niteler. 18.yy İngiliz bahçe tasarımı Yakınçağ’da pitoresk tutumun ilk örneklerini vermiştir. Bu dönemde doğanın Barok’taki gibi geometrik biçimde düzenlenmesi yadsınıp doğal öğeler kullanılarak “düzenlenmemiş”, “el değmemiş” doğa izlenimi yaratacak bahçeler oluşturulmaya çalışılmıştır. Aynı tutum hemen hemen zamandaş olarak resim sanatında da görülür. Bu anlayıştaki resimler doğayı bir yandan “olduğu gibi” yansıtmaya çabalarken, öte yandan da, onu “yabani” olmaktan uzaklaştırmışlardır. Dolayısıyla, pitoreski Romantizmden bağımsız düşünmek olanaksızdır.

POLİKROMİ: Görsel sanatlar ve mimarlıkta çok renklilik. Özellikle mimarlık alanında rastlanılan bir sözcüktür. Diğer sanatlarda çok büyük ölçüde kullanıldığından, bunların ürünlerini polikromiyle nitelemek pek gerekli olmaz. Buna karşılık mimarlık alanında polikromi ancak bazı çağlar ve üsluplarda görülür. Örneğin Antik Yunan mimarlığı polikromiktir. Bugün yüzyılların aşındırması sonucunda doğal renklerine bürünen tapınaklar gibi önemli kamu yapıları, özgün durumlarında renkli bir dış dekorasyona sahiptirler.

POLİPTİK: 1. Avrupa sanatında üçten fazla sayıda birbirine bitişik resim levhasını içeren dinsel içerikli sanat yapıtlarına verilen genel ad. Bu tür yapıtlar genellikle kiliselerin sunak bölümlerine yerleştirildi. Rönesans’tan sonra poliptik yapılmamıştır. 2. Antik Roma’da üzerine yazı yazmak için kullanılan, birbirine bağlı, katlanabilir ikiden fazla levhayı içeren ahşap tablet. 3. Erken Ortaçağ’da Batı Avrupa manastırlarının emlak ve gelirlerinin kaydedildiği defter.

POŞAT: Türkçede çok seyrek kullanılan sözcük Fransızca “Pochade” den kaynaklanır. Doğrudan doğruya doğa içinde yapılan renkli yağlıboya küçük resim eskizi anlamındadır.

QUADRATURA: Bir yapıda tavan ya da duvar üzerine resmedilerek, içinde yer aldığı mekanın devam ettiği yanılsamasını yaratan resim. Özellikle Barok iç mekan düzenlemelerinde çok sık biçimde uygulanmıştır. Örneğin bir duvar boyunca uzanan gerçek boyutlarda bir mimari iç mekan perspektifi quadratura sayılır.

READY-MADE (İNGİLİZCE):
Bir sanat yapıtı olarak benzerleri arasından seçilip değerlendirilmiş, üzerinde bir değişiklik yapılmaksızın kullanılmış ya da üzerindeki değişiklik sadece üretimi sırasındaki rastlantılara bağlı olarak ortaya çıkmış endüstri ürünü obje. İlk kez Dada Akımı’nın ünlü beyni M. Duchamp tarafından öne sürülmüştür. Gerçekte, bir sanat yapıtı olmaktan çok, sanat alanındaki geleneksel yaratma yöntemlerine bir eleştiri olarak yorumlanabilir.

RENK:
Üç temel renk vardır: kırmızı, mavi ve sarı. Siyah renk değildir; çünkü üzerinde ışığın yansıyabileceği boya yoktur. Beyaz ise gökkuşağındaki tüm renklerin yutulmasından kaynaklanır.

RENK (HUE):
Renk tonu, renk. Bir renge daha teknik ve spesifik olarak değinilirken kullanılır.

RESİM DÜZLEMİ: Resim sanatında üç boyutlu nesne ve varlıkların iki boyutlu olarak üzerinde betimlendiği düzlem. Kullanımı tüm uygarlık ve üsluplarda farklıdır. Örneğin Rönesans ve sonrasında Modernizmin başlangıcına dek, Avrupa resim sanatını nesnelerden sanatçının gözüne gelen ışınların kestiği saydam bir düzlem olarak değerlendirmiştir. Bu anlamıyla resim düzlemi sanatçının gördüğünü, “gördüğü biçimde” resmetmesini sağlayan bir araçtır. Oysa diğer toplumların resim sanatlarında resim düzlemi ancak varsayımsal bir gerçeklik taşır. Batı sanatında “resmetmenin aracı” olan resim düzlemi, diğer toplumlar için “resmin amacı”dır. Gerçekler izdüşümüyle onun üzerine saptanmaz; tam tersine, gerçekleştirilmek istenen şey, betileri onun üzerinde amaçlanan etkiyi verecek biçimde kompoze etmektir. Dolayısıyla, nesnelerin gerçekte nasıl göründükleri değil, resim düzlemi üzerinde nasıl düzenlendikleri sorunu ağırlık taşır. Örneğin, Türk resim sanatı bu anlayışla çalışmıştır.

RESİMSİ:
İlk kez ünlü İsviçreli sanat tarihçisi Wöfflin tarafından ortaya atılan ve resim sanatı tarihinde görülen iki karşıt anlayıştan birini anlatmak için kullanılan bir terim.

Almanca olan özgün biçimi “malerisch”tir. Rönesans’ta rastlanan kesin konturla sınırlanmış resimsel betiler yapma anlayışına karşıt olarak, Barok’ta betilerin oluşturulmasında çizgi ağırlık taşımaz; renk nüansları ve tonlarla ışık – gölge düzeni betiyi var eden ana öğelerdir.

Bu resmetme anlayışı “resimsi” olarak nitelenir.

RETROSPEKTİF
: Retrospektif, “geriye bakış” anlamına gelir. “Retrospektif Sergiler” ise bir sanatçının sanat yaşamı boyunca gerçekleştirdiği yapıtlardan örneklerin irdelendiği ve değerlendirildiği toplu sergilemeler için kullanılan bir terimdir.

RİTM: Gözle görülebilir devamlı biçimlerin tekrarı ile elde edilen akıcılık veya devamlılık. Ölçülü vurguların kullanılması. Renkler, motifler veya fırça ve/veya spatul darbeleri ile yakalanan müzikaliteler.

RÖPRODÜKSİYON: Bir sanat ürününün, özellikle resmin çoğaltılması. Bu işlem genellikle basım yöntemleri kullanılarak yapılır. Bir sanat eserinin bu anlamda çoğaltılması ve röprodüksiyon sayılabilmesi için, özgün yapıtın gerçekte tek nüsha olarak yapılmış olması gerekir. Röprodüksiyonu kopyadan ayıran özellik, onun taklit olmayıp, yalnızca özgün yapıtın özgün tekniği dışında bir teknikle yeniden üretilmesidir.

SALON: Fransız Krallık Resim ve Heykel Akademisi üyelerinin sergilerine verilen ad. Sözcük bu sergilerin Louvre’daki Apollon Salonu’nda açılmasından kaynaklanmaktadır. Sergi 1737′den Fransız Devrimi’ne kadar iki yılda bir, daha sonra ise, yılda bir açıldı. Akademizmin katı kurallarına bağlılığından ötürü, ileri sanatsal çabaları reddetmesi yoğun tepkilere neden olunca, 1863′te salona alınmayan sanatçılar için III. Napoleon’un buyruğuyla ayrı bir Salon des Refusés açıldı. 1881′de yeniden örgütlenen salon, hala yeni ve ilerici eğilimlere karşıt tutumunu sürdürmektedir.

SFUMATO TEKNİĞİ: Resim ya da çizimde, renk ve tonlar arasında yumuşak geçişleri sağlayan gölgeleme yöntemi. İlk kez Leonardo da Vinci tarafından uygulanan bu yöntem, çoğu kez aydınlık alanlardan karanlık alanlara geçişlerde kullanılır. Bu tekniğin geliştirilmesiyle 15. yüzyılın keskin dış çizgili biçimleri belli bir yumuşaklık kazanmıştır.

SHADE: Bir rengi daha koyu yapmak için siyah eklenir ise, ortaya çıkan renge “shade” denir.

SICAK: Bazı renkler bize sıcak şeyleri anımsatırlar, kırmızılar gibi. Kırmızılardan ve sarılardan elde edilen renkler- toprak tonlarında olduğu gibi güçlerini yitirseler de- sıcak renklerdirler.

SİNKRETİZM: 1. Aynı sanat yapıtı üzerinde farklı anlayış, üslup ya da akımların sentezleşmemiş nitelikte bir bütün olarak yer almaları durumu. 2. Bir ülkede sanatsal yaratımın henüz sentezine ulaşamamış, dolayısıyla, farklı odakların etkilerini seçilebilir biçimde yansıtması durumu.

SİMETRİ, ASİMETRİ: Simetri, parçaların orta eksenin iki yanında, biçimlerin, motiflerin ve renklerin eş-deş olacakları biçimde düzenlenmeleri sonucunda har iki yarımın birbirinin yansıması olmasıdır. Asimetri ise, orta çizgi ile bölünen karşıt yanların parçalarının eş-deş olmadığı bir düzenlemedir.

SOĞUK: Bazı renkler bize soğuk olan şeyleri anımsatırlar; buz grileri veya teskin edici maviler gibi. Her renk beyaz katılarak daha “cool” yapılabilir.

SOYUT SANAT: Görsel sanatlarda yapıtın doğada var olan gerçek varlıkları betimlememesi anlayışı. Modern sanat büyük ölçüde soyut anlayışa yöneliktir.

SPATULA: İspatula / Bir yüzeye boya, macun, alçı sürmek ve bunları ezerek yaymak amacıyla kullanılan enli ve çelik ağızlı ve tahta saplı alet.

STİL: Üslup.

TERRACOTTA (İNGİLİZCE)
: Her tür pişmiş topraktan yapılmış kullanım eşyasının genel adı. Tuğla, kiremit gibi kaba yapı malzemeleri pişmiş toprak ya da keramik sayıldıkları halde, terracotta değildirler.

TERS PERSPEKTİF:
Resim sanatında kaçış noktasının, betilerin ardında ve ufuk çizgisi üzerinde değil, betilerle seyirci arasında yer aldığı perspektif türü. Böyle bir perspektifte betilerin seyirciye göre daha uzakta olan kesimleri küçük görüneceklerine, aksine daha irileşirler. Bu nedenle betimlenen nesneler gerçektekinin tam tersi bir görünümde resmedilmişlerdir. Ters perspektif Ortaçağ boyunca hem Batı, hem de Doğu sanatında egemen olmuştur. Batı’da Rönesans’la birlikte ortadan kalkar.

TİNT (İNGİLİZCE): Bir renge onu daha açık yapmak için beyaz eklendiğinde ortaya çıkan renk bir “tint”tir.

TİPOGRAFİK BASKI: Tipografik baskı tekniğinde; fotoğraf, illüstrasyon, yazı, sembol vb. görsel unsurlar için “klişe” adı verilen ve genellikle çinko, magnezyum ya da bakırdan üretilen kalıplar kullanılır.

TİPOLOJİ: Bir sanat dalında ya da onun belirli bir alanındaki tüm yapıtların ya da yapıtı oluşturan tek tek öğelerin incelenerek, tiplerin belirlenip gerçek örneklerin bunlara göre sınıflanması işlemi. Örneğin, resim sanatında tüm Rönesans Madonna’larının bir tipolojisi yapılabileceği gibi, mimarlıkta da Mardin konutlarının pencere tipolojisi oluşturulabilir.

TON:
Boyalı bir cismin planlarının aydınlık ve karanlık dereceleri. Nesnelerin çeşitli bölgeleri birbirleriyle karşılaştırıldıklarında, aralarındaki açıklık ve koyuluk farklarına ton denir.

TOPLUMSAL ÇERÇEVE, KAPSAM, BAĞLAM
: Bir yapıtın içinde gerçekleştirildiği sosyal veya tarihsel ortam. Tüm sanatçılar etkileşim içinde oldukları değerleri ve gelenekleri olan sosyal çevrelerde çalışırlar. Bir sanat yapıtının içinde gerçekleştirildiği koşullar üzerine düşünmek üç açıdan önemlidir. İlki , onu gerçekleştiren sanatçı veya içinde yaratıldığı kültür hakkında bilgi edinmemizi sağlamasıdır. İkinci olarak gözden kaçırmamız gereken bir nokta, bir yapıta baktığımızda veya ondan bir şeyler öğrendiğimizde, bunların içinde yaşadığımız zaman, deneyimlerimiz ve inançlarımız nedeniyle önyargılı olabileceğinin bilincine varmaktır. Bizim yorumumuz, resmin yaratıldığı devirdeki yorumdan oldukça farklı olabilir. Üçüncü olarak, bir yapıtın bir kitapta yer alan imgesinin, gerçekleştirildiği yapı içerisinde olduğundan da, halkın izlemesi için konduğu müzeden de farklı algılanacağıdır. Bir sanat eserinin içinde yer aldığı güncel kapsam da bizim onun hakkında ne düşündüğümüz üzerinde belirleyici olabilir.

TOPOGRAFİK SANAT:
Doğada büyük boyutlu topografik değişiklikler yaparak yapıtlar oluşturmaya yönelen sanat dalı. Topografik sanatçılar, genellikle inşaat makineleri kullanarak, yapay yeryüzü şekilleri yaratmaya çalışırlar. 1960′larda beliren topografik sanat, özellikle ABD’de izleyiciler bulmuştur.

TOPRAK BOYA: Renkli taş ya da toprağın öğütülmesiyle elde edilen doğal boya. Maden oksitlerini içerir. Günümüzde sentetik boyaların belirişi sonucunda artık pek kullanılmamaktadır.

TORSO (İNGİLİZCE):
Kollar, bacaklar ve baş dışında kalan insan gövdesinin heykeli.

TRİPTİK
: Birbirine menteşeli üç ahşap levhadan oluşan Avrupa resim sanatı ürünü. Genellikle, kilisede sunağın üzerinde yer almış ve ikonografik sahnelerle bezenmiştir.

TROMPE-L’ OEIL:
Bir düzlem üzerinde sanat içeriği olan resimsel bir etki amaçlamaksızın, gerçeklik izlenimi vermeye çalışan her tür çizim, boyama vs. En basit trompe-l’ oeil örneği olarak, sağır bir duvar üzerine yapılmış gerçek boyutlarında bir kapı resmi verilebilir. Böyle bir durumda resim yapma etkinliği tümüyle bir yanılsama yaratma işine indirgenmiş olmaktadır.

TUŞ: Yağlıboya resimde fırça darbesiyle yüzey üzerinde oluşan boya lekesi. İzlenimci resme dek ressamlar tuşların görülebilir olmasından özellikle kaçınmış ve homojen yüzeyler elde etmeyi amaçlamışlardır. İzlenimci resim ise, aksine, büyük oranda tuşların fark edilebilir nitelikte bırakılması tekniğini yeğlemiştir. Tuş kullanımının daha ön plana çıktığı bir resim akımı ise Taşizm’dir.

TUVAL
: Üzerine resim yapılan beyaz plastik boyayla boyanmış ve tahta çerçeveye gerilmiş kumaş v.b.

URNA (İNGİLİZCE): Antik Roma’da taş, pişmiş toprak ya da tunçtan yapılan vazoya benzer kapaklı veya kapaksız kap. Sıvıların konulması için kullanıldıkları gibi, ölülerin küllerinin korunması amacına da hizmet ederlerdi. Ölülerin küllerinin içine konduğu urnalar üzerinde bir yazıt yeri bulunur ve buraya ölünün adı yazılırdı. Urnaların bezemeli ya da sade olanları vardır.

UYGULAMA SÜRECİ/ İCRA: Yapıtın gerçekleştirilmesinin özellikleri, ayrıntıları, verileri.

UYUM:
Bütünü meydana getiren ilgili öğelerin/parçaların kendi aralarındaki iletişimi. W.Kandinsky’e göre : “Armoni, kompozisyondur.” Müzikten ödünç alınan bu terim, resim unsurlarının tatmin edici veya hoşa gidecek biçimde düzenlendiği duygusunu dile getirir.

VALÖR: Bir tonun göreceli şiddeti veya bir tona ait kuvvet. Bir tondaki ışık ve gölgelerin derecesinin getirdiği fark. Renklerin içlerindeki siyah ve beyaz ile ilgilerinden doğan koyu-açık farklarına, değerlerine renklerin valörleri denir.

VEDUTA:
İtalyancada “görünüm” anlamına gelen sözcük, büyük ölçüde gerçeğe dayanılarak yapılan ayrıntılı kent resimleri, çizimleri ve oymabaskıları için kullanılır. Gerçeğe dayanmayan düşsel örnekler, “veduta ideata” ya da “capriccio” olarak anılır. İlk vedutalar büyük olasılıkla, Flaman manzara ressamı Paul Brill gibi İtalya’da çalışan kuzeyli ressamlar tarafından yapılmıştı. Ancak bu türün en başarılı ustaları Venedikli sanatçılardır. Bunların içinde en ünlüsü olan Canaletto, Venedik’in tarihsel yapılarını gerçeğe son derece uygun betimlemiştir. Guardi ailesinden Francesco Guardi, babası Domenico ve ağabeyi Gianantonio da çok sayıda Venedik görünümü yapmışlardır. Francesco özellikle Caneletto’dan etkilenmiş, ama ondan daha özgür bir anlatım geliştirmiştir. Özellikle yapı kalıntılarını betimleyen Giovanni Pannini de önemli bir veduta ustasıydı. Bu türü oymabaskıya uygulayan sanatçıların başında gene 1941′de bir dizi aside yedirme baskı yapan Canaletto gelir. Mimar, arkeolog ve oymabaskı ustası PİRANESİ ise Roma’yı betimlediği veduta baskılarıyla tanınır. Çoğu düşsel olan bu dizideki görünümler, belli ölçek farklılıkları ve eklemelere karşın epeyce gerçekçidir. Düşsel veduta örnekleri arasında Canaletto’nun “Düklük Sarayı”yla San Pietro Kilisesi kubbesini aynı kompozisyonda ele aldığı çizimi ile William Marlow’un Londra’daki St. Paul Katedrali, Venedik’teki “Büyük Kanal’la Birlikte” adlı yapıtı sayılabilir.

YANILSAMA:
Resim sanatına özgü bir terim olan yanılsama, resimsel yapıtta yer alan betilerin gerçek dünyadaki nesne ve gerçeklikler olarak tanınabilmesi anlamına gelir. Betiler gerçeklikle gönderme yapan sanatsal öğelerdir; onları gönderme yaptıkları gerçeklikler olarak kavramak ancak yanılsamanın varlığı halinde olanaklıdır. Dolayısıyla, yanılsama gerçekliğin sanat yapıtında “yeniden üretilmesi” demektir ve çoğunlukla üç boyutlu olan gerçek varlıkların iki boyutlu bir yüzey üzerinde betimlenebilmesini sağlar. Bu amaçla perspektif, ışık – gölge ve modele gibi yanılsama teknikleri kullanılır. Bu teknikleri hiç ya da pek az kullanan ve dolayısıyla, resim düzleminin iki boyutlu olduğu gerçeğini aşmaya çalışmayan toplum ve çağların sanatlarında yanılsamadan söz edilemez.

ZEMİN: Resim sanatında genel olarak PANO, TUVAL ya da benzeri bir zemin anlamında kullanılsa da teknik açıdan zeminin boyaya hazırlanmasıdır. Amaç, boya ile zemini ayırarak emiciliğini azaltmak ve boyaların parlaklığını sağlamaktır. Astarla karıştırılmaması gereken zeminin hazırlanmasında farklı malzemeler kullanılır. Floransalı ressam ve sanat tarihçisi Cennino Cennini’ye göre, kimi zaman deri ya da tuvalle kaplanan panonun üstüne zemin olarak hayvansal kökenli tutkalla karıştırılmış alçı BAĞLAYICI olarak kullanılırdı. Ancak bu malzeme esnek olmadığından tuvale uygun değildi. 8. ya da 10. yy’da yaşadığı düşünülen Heraclius, teknikleri anlattığı “De coloribus et artibus Romanorum” (Resimde Eski Uygulamalar: British Museum, Sloane 1754) adlı yapıtında, tuvalin önce şeker nişasta karışımı bir yapışkanla kaplandığını, üstüne de ince bir kat gesso sürüldüğünü belirtmiştir. İtalya’da kullanılan bir başka yöntemdeyse gesso’ya sabun ve bal eklendiği bilinir. 17.yy’da sanatçıların zemin olarak bitkisel zamk üstüne yağlı bir malzeme sürdükleri ve çabuk kuruması için içine doğal kurşun oksit kattıkları belirtilmektedir. Ancak bu yöntemin çok dayanıklı olmadığı görülünce alçı taşıyla tutkal karışımı bir zemin yeğlenmiştir. Pergamonlu hekim Galenos 2.yy’da beyaz alçı zeminin yansımasını azaltmak için hafif renkli sırların kullanıldığından söz eder. Benzer bir uygulama ortaçağ sonuyla RÖNESANS başında da kullanılmış; birçok sanatçı zemin üstüne “imprimatura” olarak bilinen toprak rengi saydam bir sır (astar) çekmiştir.
 
Üst Alt