Sahi Biz Ne Kadar Müslümanız?
Toplumumuzda bir gerginlik bir anlayışsızlık bir hoşgörüsüzlük hüküm sürmekte. Kimsenin kimseye tahammülü kalmamış. Herkes nefsi nefsi demekte bütün insanlığın, bütün dünyanın kendi etrafında dönmesini beklemektedir.
Bu tahammülsüzlük bu hoşgörüsüzlük insan fıtratını adeta işgal etmiş; sabrın yerini sabırsızlık, itidalin yerini fevrilik, tahammülün yerini tahammülsüzlük, anlayışın yerini anlayışsızlık kaplamış. İnsanlık aleminin insani değerleri, iflas etmiş adeta süfli emellerinin vagonu haline dönüşmüş durumda.
Toplumsal bir yara haline gelmiş olan bu hoşgörüsüzlük ve tahammülsüzlük insani değerleri yok ederek toplumsal cinnet haline dönüşmüş. Öyle ki kişi kendi dışındaki kimsenin fikrini dinlemiyor, düşüncesine tahammül etmiyor. Vicdanlar yerle yeksan olmuş durumda. Ahlaki, dini değerler yerini tefessüh etmiş nefsani duygulara bırakmış durumda. Sahi nereye koşuyor bu insanlık?
Hani biz Müslümandık? Hani biz dini İslami kültüre sahiptik? Acaba nüfus cüzdanımıza İslam yazıldığı için en sağlam, en kaliteli, en değerli, Müslüman mı olmuş oluyoruz?
Bu hoşgörüsüzlük ve anlayışsızlık o kadar karakterimize, ruhumuza işlemiş ki kendi hakkımız olsa da olmasa da "hep benim hep bana ya da önce ben" karakterimiz haline gelmiş.
Buna çok basit örnek verecek olursak: örneğin yolda giderken karşılaşan iki sürücümüzde, birbirine yol verme yüzünden kavga edecek hale gelmiş durumdayız. Ya da tuttuğumuz takım galip gelemeyince rakip takıma her türlü hakaret etme hakkını kendimizde buluyoruz. Bu misalleri istediğimiz kadar çoğaltabiliriz.
Peki, biz ne kadar Müslümanız ? Biz bir inanan olarak "semiğna ve atağna - Semi'na ve Ata'na" (işittik ve itaat ettik) demedik mi? Hal böyle iken yoksa biz uygulama ve yaşantımızda "semiğna ve aseyna" (işittik ve isyan ettik) mi diyoruz? O zaman biz İslamın ve Müslümanlığ'ın neresindeyiz? Oturup kafamızı ellerimizin arasına alıp esaslı bir şekilde düşünmemiz gerekmiyor mu?
İnanan Müslümanlar olarak bizler; itidalli, hasbi hoşgörülü, anlayışlı, fedakar, diğer gam, nezaketli , alçakgönüllü ve gerektiğinde de güller-sümbüller yetiştirmek için toprak olacak nitelikte olmalı değil miyiz ?
Samimi Müslümanlar 'yemek için değil yedirmek hedefli, yaşamak için değil yaşatmak idealine sahip' cennete girişte ve de cehennemden çıkışta buyur diyecek diğer gam ve vefakar insan olmalı değil mi?
Samimi Müslüman öyle yaşamalı ki arkada Rabbin nazarında hora geçecek betona kazılmış gibi izler, bu dünyadan göçüp gittiğinde de gök kubbede hoş bir seda bırakmalı.